Dünya Basını
Rusya lideri Putin, Amerikalı sunucu Tucker Carlson’ın sorularını yanıtladı

Çevirmenin notu: Eski Fox News sunucusu Tucker Carlson, geçen günlerde Moskova’yı ziyaret etti ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile mülakat yapacağını duyurdu. Hemen akabinde Batı basınında, ilk olarak Newsweek’te Avrupa Birliği’nin yaptırımlarına tabi tutulabileceği yönünde bir haber çıktı. Mülakatın video kaydı ve yazılı metni, 9 Şubat’ta TSİ 02.00’da Carlson’ın kişisel internet sayfasında yayınlandı. Tucker Carlson, her ne kadar sevimsiz bir figür olsa da aşağıda tercümesi verilen mülakat, son iki yıldır Ukrayna’da devam eden hadisenin arka planını anlamak için ve özellikle de Batı basınındaki ambargonun kırılması açısından önemli.
Aşağıda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yapılan mülakat yer alıyor. Çekimler 6 Şubat 2024’te saat 19.00 civarında arkamızdaki binada, yani Kremlin’de gerçekleştirildi. Mülakatı izlediğinizde göreceğiniz üzere, öncelikle devam etmekte olan savaş, Ukrayna’daki savaşın nasıl başladığı, neler olduğu ve en önemlisi nasıl sona erebileceği üzerine. İzlemeden önce bir not. Mülakatı başında en bariz soruyu sorduk, yani bunu neden yaptınız? Bir tehdit, yakın bir fiziksel tehdit hissettiniz mi ve gerekçeniz bu mu? Ve aldığımız cevap bizi şok etti. Putin epey uzun bir süre, muhtemelen yarım saat boyunca Rusya’nın sekizinci yüzyıla kadar uzanan tarihi hakkında konuştu. Dürüst olmak gerekirse, bunun bir oyalama taktiği olduğunu düşündük, sinir bozucu bulduk ve birkaç kez sözünü kestik, o da cevap verdi. Sözünün kesilmesinden rahatsız oldu. Ama sonunda, ne olursa olsun, bunun bir oyalama taktiği olmadığı kanaatine vardık. Mülakatta zaman sınırlaması yoktu. İki saatten fazla sürdükten sonra bitirdik. Bunun yerine, birazdan göreceğiniz şey, kabul etseniz de etmeseniz de bize samimi geldi. Vladimir Putin, Rusya’nın Batı Ukrayna’nın bazı bölümleri üzerinde tarihsel hakkı olduğuna inanıyor. Dolayısıyla bizim görüşümüz, bunu onun düşüncelerinin samimi bir ifadesi olarak görmek olacaktır. Ve bununla birlikte, işte.
Sayın Devlet Başkanı, teşekkür ederim. 22 Şubat 2022’de Ukrayna’daki çatışmalar başladığında ülkenize hitaben bir ulusa sesleniş konuşması yaptınız ve ABD’nin NATO aracılığıyla ülkemize sürpriz bir saldırı düzenleyebileceği kanaatine vardığınız için harekete geçtiğinizi söylediniz. Bize neden ABD’nin durup dururken Rusya’yı vurabileceğine inandığınızı anlatın. Bu kanaate nasıl vardınız?
O ABD’nin Rusya’ya sürpriz bir saldırı düzenleyeceği anlamına gelmiyor. Ben böyle bir şey söylemedim. Talk şov mu yapıyoruz yoksa ciddi bir konuşma mı?
İşte alıntı. Teşekkür ederim. Müthiş ciddi bir konuşma.
Çünkü anladığım kadarıyla temel eğitiminiz tarih üzerine.
Evet.
Eğer sakıncası yoksa, sadece 30 saniye ya da bir dakikanızı ayırarak size biraz tarihsel arka plan vermek için tarihe kısa bir atıfta bulunacağım.
Lütfen.
Ukrayna ile ilişkilerimizin nereden başladığına bakalım. Ukrayna nereden geldi? Ruyas devleti merkezi bir devlet olarak kendini toplamaya başladı. Ve 862 yılında Rus devletinin kurulduğu yıl olarak kabul edilir. Ancak Novgorod halkı İskandinavya’dan bir Virangian Prensi Rurik’i hüküm sürmesi için davet ettiğinde… 1862 yılında Rusya, devlet oluşunun 1000. yıldönümünü kutladı. Ve Novgorod’da ülkenin 1000. yıldönümüne adanmış bir anıt bulunmaktadır. 882 yılında Rurik’in halefi Prens Oleg, aslında Rurik’in küçük oğlunun naibi rolünü oynuyordu. Zira Rurik o zamana kadar ölmüştü ve Kiev’e geldi. Görünüşe göre bir zamanlar Rurik’in ekibinin ferdi olan iki kardeşi görevden aldı. Böylece Rusya, Kiev ve Novgorod olmak üzere iki güç merkezi ile gelişmeye başladı. Rusya tarihindeki bir sonraki çok önemli tarih 988’di; bu, Rurik’in büyük torunu Prens Vladimir’in Rusya’yı vaftiz ettiği ve Ortodoksluğu ya da Doğu Hıristiyanlığını benimsediği Rusya’nın vaftiziydi. Bu tarihten itibaren merkezi Rus devleti güçlenmeye başladı. Neden mi? Çünkü tek bir bölge. Entegre iktisadi bağlar. Tek ve aynı dil. Ve Rusya’nın vaftizinden sonra, aynı inanç ve Prensin yönetimi, merkezi Rus devleti şekillenmeye başladı. Orta Çağ’da, Bilge Prens Yaroslav tahta geçme düzenini getirmişti. Fakat o öldükten sonra, çeşitli nedenlerden ötürü karmaşık bir hal aldı. Taht doğrudan babadan en büyük oğula değil, vefat eden prensten kardeşine geçiyordu. Sonra da farklı sıralardaki oğullarına. Tüm bunlar Rusların parçalanmasına ve tek bir devlet olarak sona ermesine yol açtı. Bunda özel bir şey yoktu. O zamanlar Avrupa’da da aynı şeyler oluyordu. Ancak parçalanmış Rus devleti, daha önce Cengiz Han tarafından yaratılan imparatorluk için kolay bir av haline geldi. Onun halefleri, yani Batu Han neredeyse tüm şehirleri yağmaladı ve harap etti. Bu arada Kiev ve diğer bazı şehirler de dahil güney kısmı bağımsızlığını kaybetti. Kuzeydeki şehirler ise egemenliklerinin bir kısmını korudular. Tatar göçebelere haraç ödemek zorunda kaldılar ama egemenliklerinin bir kısmını korumayı başardılar. Ve sonra merkezi Moskova’da olan birleşik bir Rus devleti şekillenmeye başladı. Kiev de dahil olmak üzere Rus topraklarının güney kısmı yavaş yavaş başka bir mıknatısa, Avrupa’da ortaya çıkmakta olan merkeze doğru çekilmeye başladı. Burası Litvanya Büyük Dükalığı’ydı ve hatta Litvanya Rus Dükalığı olarak adlandırılıyordu, zira Ruslar bu nüfusun önemli bir kısmını oluşturuyordu. Eski Rus dilini konuşuyorlardı ve Ortodoks’tular. Ancak daha sonra bir birleşme oldu, Litvanya Büyük Dükalığı ve Polonya Krallığı birleşti. Birkaç yıl sonra. Başka bir birlik anlaşması imzalandı ama bu sefer dini alanda Ortodoks rahiplerin bir kısmı Papa’ya bağlı hale geldi. Böylece bu topraklar Polonya-Litvanya devletinin parçası haline geldi. On yıllar boyunca Polonyalılar nüfusun bu kısmını kolonileştirmekle uğraştılar. Buraya bir dil getirdiler, bu nüfusun tam olarak Rus olmadığı, sınırda yaşadıkları için Ukraynalı oldukları fikrini yerleştirmeye çalıştılar. Başlangıçta Ukraynalı kelimesi, kişinin devletin eteklerinde, sınır boylarında yaşadığı ya da sınır devriyesi hizmetinde bulunduğu anlamına geliyordu. Belirli bir etnik grup anlamına gelmiyordu. Polonyalılar mümkün olan her şekilde Rus topraklarının bu kısmını sömürgeleştirmeye çalışıyorlardı ve aslında zalimce demesek de oldukça sert davranıyorlardı, tüm bunlar Rus topraklarının bu kısmının hakları için mücadele etmeye başlamasına neden oldu. Varşova’ya mektuplar yazarak haklarının gözetilmesini ve Kiev de dahil insanların burada görevlendirilmesini talep ettiler.
Affedersiniz. Bize hangi dönemde olduğumuzu söyleyebilir misiniz, tarihin neresinde olduğumuzu unutuyorum, Polonya’nın Ukrayna’ya uyguladığı baskıdayız.
13. yüzyıldaydı. Şimdi size daha sonra ne olduğunu anlatacağım. Tarihleri de vereyim ki kafa karışıklığı olmasın. 1654 yılında, hatta bu yıldan biraz daha önce. Rus topraklarının o bölümünde otoriteyi elinde bulunduran insanlar, savaşa başvurdular, tekrar ediyorum, onları Rus kökenli ve Ortodoks inancına sahip yöneticilere göndermelerini talep ettiler. Fakat Varşova onlara cevap vermedi ve aslında taleplerini reddetti, Moskova’ya döndüler, böylelikle Moskova onları aldı. Böylece benim bir şeyler uydurduğumu düşünmezsiniz. Size bu belgeleri vereceğim.
Uyduruyormuşsunuz gibi gelmiyor. Ve bunun iki yıl önce olanlarla nasıl bir alakası olduğunu anlamıyorum.
Ama yine de bunlar arşivlerden alınan belgeler. Kopyalar. İşte Bogdan Hmelnitskiy’in mektupları, o zamanlar Rus topraklarının şimdi Ukrayna olarak adlandırılan bu kısmında iktidarı kontrol eden adam. Varşova’ya mektup yazarak haklarının korunmasını talep etmiş. Reddedildikten sonra da Moskova’ya mektuplar yazmaya başlamış. Onları Moskova Çarı’nın güçlü eli altına almayı istemiş. Bu belgelerin kopyaları var. Hafızanızda kalması için bırakıyorum. Rusça çevirisi var. Daha sonra İngilizceye çevirebilirsiniz. Ancak Rusya, Polonya ile savaşın başlayacağını varsayarak onları hemen kabul etmedi. Yine de 1654 yılında, eski Rus devletinin iktidarının temsil organı olan Çar liderliğindeki üst düzey din adamları ve toprak sahiplerinden oluşan Rus meclisi, eski Rus topraklarının bir kısmını Moskova Krallığına dahil etmeye karar verdi. Beklendiği gibi Polonya ile savaş başladı. Savaş 13 yıl sürdü ve 1654 yılında bir ateşkes imzalandı. Ve 32 yıl sonra, sanırım Polonya ile ebedi barış olarak nitelendirdikleri bir barış anlaşması imzalandı. Ve bu topraklar, Kiev de dahil olmak üzere Dinyeper’in tüm sol yakası Rusya’ya geçti. Dinyeper’in sağ yakası ise Polonya’da kaldı. Büyük Katerina’nın yönetimi altında Rusya, güney ve batı da dahil tüm tarihi topraklarını geri aldı ve tüm bunlar Devrim’e kadar sürdü. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Avusturya Genelkurmayı Ukraynalılaştırma fikirlerine bel bağladı ve Ukrayna ve Ukraynalılaştırma fikirlerini aktif olarak desteklemeye başladı. Bunun nedeni son derece barizdi. Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce, potansiyel düşmanı zayıflatmak ve sınır bölgesinde kendilerine elverişli koşullar sağlamak istiyorlardı. Böylece Polonya’a ortaya çıkan, o bölgede yaşayan insanların aslında Rus olmadığı, aksine özel bir etnik grup olan Ukraynalılara ait olduğu fikri Avusturya Genelkurmayı tarafından yayılmaya başladı. Daha 19. yüzyılda Ukrayna’nın bağımsızlığını talep eden teorisyenler ortaya çıktı. Ancak bunların hepsi Ukrayna’nın Rusya ile çok iyi bir ilişki içinde olması gerektiğini iddia ediyordu. Bu konuda ısrarcı oldular. 1917 devriminden sonra Bolşevikler devleti yeniden kurmaya çalıştı ve Polonya ile olan düşmanlıklar da dahil iç savaş başladı. 1921 yılında Polonya ile barış ilan edildi. Ve bu antlaşma uyarınca Dinyeper Nehri’nin sağ yakası bir kez daha Polonya’ya geri verildi. 1939’da Polonya, Hitler’le işbirliği yaptıktan sonra. Hitler’le işbirliği yaptı, hayır, Hitler Polonya’ya barış ve dostluk anlaşması teklif etti. Karşılığında Polonya’dan, Almanya’nın büyük kısmını Doğu Prusya ve Königsberg’e bağlayan Danzig Koridoru’nu Almanya’ya geri vermesini talep eden bir ittifak. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu bölge Polonya’ya devredildi. Ve Danzig yerine Gdasnk diye bir şehir ortaya çıktı. Hitler onlardan burayı dostane bir şekilde vermelerini istedi ama onlar bunu reddettiler. Tabii ki yine de Hitler ile işbirliği yaptılar ve Çekoslovakya’nın bölünmesinde birlikte çalıştılar.
Ama şunu sorabilir miyim, Ukrayna’nın, kesinlikle Ukrayna’nın bazı bölgelerinin, doğu Ukrayna’nın yüzlerce yıldır Rusya’nın etkisi altında olduğunu iddia ediyorsunuz. Neden 24 yıl önce devlet başkanı olduğunuzda orayı almadınız? Nükleer silahlarınız var. Onların yok. Aslında orası sizin toprağınız. Neden bu kadar beklediniz?
Size söyleyeyim, konuya giriyorum. Bu brifing sona ermek üzere. Sıkıcı olabilir ama pek çok şeyi açıklıyor.
Sıkıcı değil. Sadece ne kadar alakalı olduğundan emin değilim.
Güzel, güzel. Bunu takdir ettiğiniz için çok memnun oldum. Teşekkür ederim. Polonya İkinci Dünya Savaşı öncesinde Hitler ile işbirliği yaptı. Hitler’in taleplerine boyun eğmemesine rağmen, Polonyalılar Danzig koridorunu Almanya’ya vermedikleri için Çekoslovakya’nın bölünmesine Hitler ile birlikte dahil oldu ve fazlaca ileri giderek Hitler’i onlara saldırarak İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmaya ittiler. Savaş neden 1 Eylül 1939’da Polonya’ya karşı başladı? Polonya’nın uzlaşmaz olduğu ortaya çıktı ve Hitler’in Polonya ile ilgili planlarını uygulamaya başlamaktan başka yapacak bir şeyi yoktu. Bu arada SSCB, bazı arşiv belgelerini okudum, epey dürüst davrandı ve Çekoslovakya’ya yardım etmek için birliklerini Polonya topraklarından geçirmek için Polonya’dan izin istedi. Fakat dönemin Polonya Dışişleri Bakanı, Sovyet uçaklarının Polonya üzerinden uçması halinde, Polonya toprakları üzerinde düşürüleceğini söyledi. Ama bunun bir önemi yok. Önemli olan savaşın başlaması ve Polonya’nın Çekoslovakya’ya karşı izlediği politikaların kurbanı olmasıdır. Meşhur Molotov-Ribbentrop Paktı uyarınca, Ukrayna’nın batısını da içeren toprakların bir kısmı Rusya’ya verilecek, böylece o zamanki adıyla SSCB olan Rusya tarihi topraklarına yeniden kavuşacaktı. İkinci Dünya Savaşı olarak adlandırdığımız Büyük Anayurt Savaşı’nın kazanılmasından sonra, tüm bu topraklar nihayetinde Rusya’ya, SSCB’ye ait olarak kabul edildi. Polonya’ya gelince, görünüşe göre tazminat olarak, aslında Almanya’nın olan toprakları aldı. Almanya’nın doğu bölgelerini. Bunlar artık Polonya’nın batı topraklarıdır. Tabii ki Polonya Baltık Denizi’ne ve Danzig’e erişim hakkını da geri kazandı. Danzig’e bir kez daha Polonya ismi verildi. Durum bu şekilde gelişti. 1922 yılında SSCB kurulurken, Bolşevikler SSCB’yi inşa etmeye başladılar ve daha önce hiç var olmayan Sovyet Ukrayna’sını kurdular.
Doğru.
Stalin bu cumhuriyetlerin özerk oluşumlar olarak SSCB’ye dahil edilmesinde ısrar etti. Sovyet devletinin kurucusu Lenin ise açıklanamayan bir nedenden ötürü bu cumhuriyetlerin SSCB’den ayrılma hakkına sahip olmasında ısrar etti. Ve yine bilinmeyen bazı nedenlerle, yeni kurulan Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ne bazı toprakları, orada yaşayan insanlarla birlikte devretti, bu topraklar hiçbir zaman Ukrayna olarak adlandırılmamış olsa da yine de Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’nin bir parçası haline getirildi. Bu topraklar arasında Büyük Katerina döneminde alınan ve Ukrayna ile hiçbir tarihsel ilişkisi olmayan Karadeniz bölgesi de vardı. Hatta bu toprakların Rus İmparatorluğuna geri döndüğü 1654 yılına kadar geri gidersek, bu bölge, Karadeniz bölgesi olmaksızın modern Ukrayna’nın 3 ila 4 bölgesi büyüklüğündeydi. Böyle bir şey söz konusu bile olamazdı.
1654’te.
Kesinlikle.
Belli ki bu bölge hakkında ansiklopedik bilgiye sahipsiniz. Ama neden başkanlığınızın ilk 22 yılında Ukrayna’nın gerçek bir ülke olmadığını iddia etmediniz?
Sovyetler Birliği’ne Karadeniz bölgesi de dahil olmak üzere hiçbir zaman kendisine ait olmayan çok sayıda toprak verildi. Rus-Türk savaşlarının bir sonucu olarak Rusya bu toprakları aldığında, buralar Yeni Rusya ya da bir diğer Rusya olarak adlandırıldı. Fakat bunun bir önemi yok. Önemli olan Sovyet devletinin kurucusu Lenin’in Ukrayna’yı bu şekilde kurmuş olmasıdır. Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti on yıllar boyunca SSCB’nin bir parçası olarak kalkındı. Ve yine bilinmeyen nedenlerle Bolşevikler Ukraynalılaştırma faaliyetlerine giriştiler. Bunun nedeni sadece Sovyet liderliğinin büyük ölçüde Ukrayna kökenlilerden oluşması değildi. Daha ziyade, Sovyetler Birliği tarafından izlenen genel yerlileştirme politikasıyla açıklanıyordu. Diğer Sovyet cumhuriyetlerinde de aynı şeyler yapıldı. Bu, ulusal dillerin ve ulusal kültürlerin desteklenmesini içeriyordu ki bu prensipte kötü bir şey değildi. Sovyet Ukrayna’sı bu şekilde yaratıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ukrayna, savaştan önce Polonya’ya ait olan topraklara ek olarak, daha önce Macaristan ve Romanya’ya ait olan toprakların bir kısmını da aldı. Yani Romanya ve Macaristan’ın topraklarının bir kısmı ellerinden alınarak Sovyet Ukrayna’sına verildi ve hala Ukrayna’nın bir parçası olmaya devam ediyorlar. Bu anlamda, Ukrayna’nın Stalin’in iradesiyle şekillendirilmiş yapay bir devlet olduğunu doğrulamak için her türlü nedene sahibiz.
Macaristan’ın Ukrayna’dan topraklarını geri almaya hakkı olduğuna ve diğer ulusların da 1654 sınırlarına geri dönmeye hakkı olduğuna inanıyor musunuz?
1654 sınırlarına geri dönmeleri gerekip gerekmediğinden emin değilim. Fakat Stalin’in zamanında, Stalin rejimi olarak adlandırılan ve pek çok kişinin iddia ettiği gibi çok sayıda insan hakları ihlaline ve diğer devletlerin haklarının ihlaline sahne olan rejim göz önüne alındığında. Bunu yapmaya hakları olmadığı halde bu toprakları geri talep edebildikleri söylenebilir. Bu en azından anlaşılabilir bir durumdur.
Viktor Orban’a Ukrayna’nın bir kısmını alabileceğini söylediniz mi?
Asla. Hiç söylemedim. Tek bir kez bile. Bu konuda herhangi bir konuşma bile yapmadık. Ama orada yaşayan Macarların tarihsel topraklarına geri dönmek istediklerinden eminim. Dahası, sizinle çok ilginç bir hikâye paylaşmak istiyorum. Konuyu dağıtıyorum, bu kişisel bir hikâye. 80’li yılların başında, o zamanlar Leningrad olan Sovyetler Birliği’nden Kiev’e doğru bir araba yolculuğuna çıkmıştım. Kiev’de bir mola verdikten sonra batı Ukrayna’ya gittim. Beregovoy kasabasına gittim ve oradaki tüm kasaba ve köy isimleri Rusça ve anlamadığım bir dil olan Macarcaydı. Ukraynaca değil, Rusça ve Macarca. Bir tür köyden geçiyordum ve evlerinin yanında oturan adamlar vardı ve siyah üç parçalı takım elbise ve siyah silindir şapka giyiyorlardı. Bir tür şovmen mi olduklarını sordum. Bana hayır, şovmen olmadıkları, Macar oldukları söylendi. Dedim ki, burada ne işleri var? Ne demek istiyorsunuz? Burası onların toprağı. Burada yaşıyorlar. Bu 1980’lerde Sovyet dönemindeydi. Macar dilini, Macar isimlerini ve tüm ulusal kıyafetlerini korudular. Onlar Macar ve kendilerini Macar olarak hissediyorlar. Ve tabii ki, şimdi bir ihlal söz konusu.
Sizin de bildiğiniz gibi Transilvanya konusunda pek çok ulusun üzgün olduğunu düşünüyorum. Ancak pek çok ulus 20. yüzyıl savaşları ve bahsettiğiniz bin yıl öncesine dayanan savaşlar nedeniyle yeniden çizilen sınırlardan dolayı hayal kırıklığına uğramış durumda. Fakat gerçek şu ki, bu savınızı iki yıl öncesine, şubat ayına kadar kamuoyuna açıklamadınız. Ve bugün okuduğum savınızda, NATO’daki Batı’dan potansiyel nükleer tehdit de dahil olmak üzere fiziksel bir tehdit hissettiğinizi uzun uzun izah etmişsiniz. Ve sizi harekete geçiren de bu olmuş. Bu söyledikleriniz adil bir tanımlama mı?
Uzun konuşmalarımın muhtemelen mülakat türünün dışında kaldığını anlıyorum. Bu yüzden başlangıçta size ciddi bir konuşma mı yoksa bir talk şov mu yapacağımızı sordum. Ciddi bir konuşma dediniz. O yüzden bana katlanın lütfen. Sovyet Ukrayna’sının kurulduğu noktaya geliyoruz. Sonra 1991’de Sovyetler Birliği çöktü ve Rusya’nın Ukrayna’ya cömertçe bahşettiği her şey Ukrayna tarafından sürüklenip götürüldü. Bugünün gündeminin çok önemli bir noktasına geliyorum.
Teşekkür ederim.
Sonuçta, Sovyetler Birliği’nin çöküşü Rus liderliği tarafından fiilen başlatıldı. Rus liderliğinin o dönemde neye göre hareket ettiğini anlamıyorum ama her şeyin yolunda gideceğini düşünmek için birkaç neden olduğunu sanıyorum. İlk olarak, o zamanki Rus liderliğinin Rusya ve Ukrayna arasındaki ilişkinin temelinin aslında ortak bir dil olduğuna inandığını düşünüyorum. Oradaki nüfusun yüzde 90’ından fazlası Rusça konuşuyordu. Aile bağları, oradaki her üç kişiden birinin bir tür aile ya da arkadaşlık bağı vardı. Ortak kültürleri vardı. Ortak tarih, nihayet ortak inanç, yüzyıllardır tek bir devletle bir arada yaşama ve birbirine derinden bağlı ekonomileri vardı. Bunların hepsi çok temeldi. Tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde iyi ilişkilerimizi kaçınılmaz kılıyor. İkinci husus ise çok önemli. Bir Amerikan vatandaşı olarak sizin ve izleyicilerinizin bunu duymasını istiyorum. Eski Rus liderliği, Sovyetler Birliği’nin varlığının sona erdiğini ve dolayısıyla artık ideolojik ayrım çizgilerinin kalmadığını varsayıyordu. Hatta Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını gönüllü ve proaktif olarak kabul etti ve bunun sözde medeni Batı tarafından işbirliği ve birliktelik için bir davet olarak anlaşılacağına inanmıştı. Rusya’nın hem ABD’den hem de bir bütün olarak bu sözde kolektif Batı’dan beklediği buydu. Almanya’da, Sosyal Demokrat Parti’nin önemli politikacılarından Egon Bahr da dahil olmak üzere, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün eşiğinde Sovyet liderliğiyle yaptığı şahsi görüşmelerde, Avrupa’da güvenlik sistemlerinin kurulması gerektiğini bildiklerinde ısrar eden akıllı insanlar vardı. Birleşik Almanya’ya yardım edilmeli ama ABD, Kanada, Rusya ve diğer Orta Avrupa ülkelerini de kapsayacak yeni bir sistem kurulmalıdır. Ancak NATO’nun genişlememesi gerekiyor. Kendisi de bunu söyledi. NATO genişlerse, her şey Soğuk Savaş dönemindeki gibi olur, sadece Rusya’nın sınırlarına daha yakın olur. Hepsi bu kadar. Yaşlı ve bilge bir adamdı ama kimse onu dinlemedi. Hatta bir keresinde sinirlenmişti. Eğer beni dinlemezseniz, bir daha Moskova’ya adımımı atmam, demişti. Her şey onun söylediği gibi oldu.
Tabii ki gerçek oldu. Siz de ben de bundan pek çok kez bahsettik. Bence bu adil bir düşünce. Amerika’da pek çok kişi Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Rusya ile ABD arasındaki ilişkilerin iyi olacağını düşünürken tam aksi oldu. Ancak Batı’nın güçlü bir Rusya’dan korktuğunu söylemek dışında bunun neden böyle olduğunu düşündüğünüzü hiç açıklamadınız. Fakat Batı’nın pek de korkmadığı güçlü bir Çin var. Sizce Rusya’nın nesi, karar mercilerini bu ülkeyi alaşağı etmeleri gerektiğine ikna etti?
Batı güçlü bir Rusya’dan korktuğundan daha fazla güçlü bir Çin’den korkuyor, zira Rusya 150 milyonluk bir nüfusa sahipken Çin 1,5 milyarlık bir nüfusa sahip. Ve ekonomisi her yıl yüzde 5 gibi büyük bir hızla büyüyor. Eskiden daha da fazlaydı ama bu Çin için yeterli. Bismarck’ın bir zamanlar söylediği gibi, potansiyeller en önemlileridir. Çin’in potansiyeli muazzam. Alım gücü paritesi ve ekonominin büyüklüğü açısından bugün dünyanın en büyük ekonomisi. ABD’yi çok uzun bir süre önce geride bıraktı ve hızlı bir şekilde büyüyor. Kimin kimden korktuğunu anlatmayalım. Bu tür terimlerle mantık yürütmeyelim. Ve 1991’den sonra, Rusya’nın medeni ulusların kardeş ailesine kabul edileceğini beklediği zaman, böyle bir şey olmadığı gerçeğini ele alalım. Bizi kandırdınız. Siz derken şahsınızı kastetmiyorum. Elbette ABD’den bahsediyorum. NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceği sözü verilmişti. Ama bu beş kez oldu. Beş genişleme dalgası oldu. Bütün bunlara göz yumduk. Onları ikna etmeye çalışıyorduk. Diyorduk ki, lütfen yapmayın. Artık biz de sizin kadar burjuvayız. Biz bir piyasa ekonomisiyiz ve Komünist Parti iktidarı yok. Müzakere edelim. Üstelik bunu daha önce kamuoyu önünde de söyledim. Aramızda belli bir çatlağın büyümeye başladığı bir dönem vardı. Ondan önce Yeltsin ABD’ye geldi. Hatırlayın, Kongre’de konuştu ve güzel sözler söyledi: Tanrı Amerika’yı korusun. Söylediği her şey sinyaldi, bizi alın. Ondan önce Yugoslavya’daki gelişmeleri hatırlayın, Yeltsin’e övgüler yağdırıldı. Yugoslavya’daki gelişmeler başlar başlamaz Sırpları desteklemek için sesini yükseltti. Biz de Sırpları savunmak için sesimizi yükseltmekten başka bir şey yapamadık. Orada karmaşık süreçler yaşandığını anlıyorum. Anlıyorum ama Rusya da Sırpları desteklemek için sesini yükseltmeden edemedi zira Sırplar da Ortodoks kültürüne sahip özel ve bize yakın bir millet. Nesiller boyunca çok acı çekmiş bir millet. Her şeye rağmen. Önemli olan Yeltsin’in desteğini ifade etmiş olmasıdır. Birleşik Devletler ne yaptı? Uluslararası hukuku ve BM sözleşmesini ihlal ederek Belgrad’ı bombalamaya başladı. Cini şişeden çıkaran ABD oldu. Dahası, Rusya protesto edip öfkesini dile getirdiğinde ne dendi? BM sözleşmesi ve uluslararası hukukun modası geçti. Şimdi herkes uluslararası hukuka başvuruyor ama o zaman her şeyin modasının geçtiğini söylemeye başladılar. Her şeyin değiştirilmesi gerekiyordu. Hakikaten de güç dengeleri değiştiği için bazı şeylerin değişmesi gerekiyor. Bu doğru ama bu şekilde değil. Yeltsin hemen kötülendi, alkolizmle, hiçbir şey anlamamakla, cahillikle suçlandı. Sizi temin ederim ki o her şeyi anlıyordu. Ben 2000 yılında başkan oldum. Düşündüm ki, tamam, Yugoslavya meselesi bitti ama ilişkileri yeniden kurmaya çalışmalıyız. Rusya’nın geçmeye çalıştığı kapıyı yeniden açalım. Ve dahası, bunu açıkça söyledim, tekrar edebilirim. Burada, Kremlin’de, giden Başkan Bill Clinton ile yaptığım bir toplantıda, tam burada, yan odada, ona şunu sordum: Bill, sence Rusya NATO’ya katılmak isterse bu gerçekleşir mi?” Birdenbire şöyle dedi: “Biliyor musun, bu ilginç. Bence olur.” Ama akşam yemek için buluştuğumuzda şöyle dedi: Ekibimle konuştum, hayır, şu anda mümkün değil. Ona sorabilirsiniz. Sanırım mülakatımızı izleyecek ve bunu teyit edecektir. Eğer böyle bir şey olmasaydı böyle bir şey söylemezdim. Peki, artık mümkün değil.
Samimi miydiniz? NATO’ya katılır mıydınız?
Bakın, ben şu soruyu sordum, bu mümkün mü değil mi? Ve aldığım cevap hayır oldu. Eğer liderlik pozisyonunun ne olduğunu öğrenme arzumda samimiyetsiz olsaydım…
Peki evet deseydi NATO’ya katılır mıydınız?
Eğer evet deseydi, yakınlaşma süreci başlayacaktı ve ortaklarımızda samimi bir istek görseydik, sonunda bu gerçekleşebilirdi. Ama böyle bir şey olmadı. Hayır, hayır demektir, tamam, peki.
Sizce neden? Sadece nedene ulaşmak için soruyorum. Biliyorum, belli ki bu konuda üzülüyorsunuz. Anlıyorum. Ama sizce Batı neden o zaman sizi geri çevirdi? Bu düşmanlık neden? Soğuk Savaş’ın sona ermesi neden ilişkileri düzeltmedi? Sizin bakış açınızdan bunu motive eden nedir?
Cevaptan ötürü üzüldüğümü söylediniz. Hayır, bu öyle bir şey değil. Bu sadece hakikatin ifadesi. Biz gelin ve damat değiliz, üzüntü, kırgınlık, bunun bu tür durumlarla, bu tür konularla alakası yok. Sadece orada hoş karşılanmadığımızı fark ettik, hepsi bu. Peki, tamam. Ama başka bir şekilde ilişki kuralım. Başka bir yerde ortak bir zemin arayalım. Neden bu kadar olumsuz bir yanıt aldığımızı liderlerinize sormalısınız. Nedenini sadece tahmin edebilirim, çok büyük bir ülke, kendi görüşleri var vs. Ve ABD, NATO’da sorunların nasıl çözüldüğünü gördüm. Şimdi size Ukrayna ile ilgili başka bir örnek vereceğim. ABD liderliği baskı uyguluyor ve tüm NATO üyeleri itaatkâr bir şekilde oy veriyor. Hoşlarına gitmeyen bir şey olsa bile. Şimdi size 2008 yılında Ukrayna’da bu konuda neler olduğunu anlatacağım. Her ne kadar tartışılıyor olsa da, size yeni bir şey söylemeyeceğim ama ondan sonra ilişkileri farklı şekillerde inşa etmeye çalışıyoruz. Örneğin Orta Doğu’daki, Irak’taki olaylar sırasında ABD ile ilişkilerimizi çok yumuşak, ihtiyatlı, temkinli bir şekilde kuruyorduk. ABD’nin Kuzey Kafkasya’da ayrılıkçılığı ya da terörü desteklememesi gerektiği konusunu defalarca gündeme getirdim. Ama yine de bunu yapmaya devam ediyorlar. ABD ve vekillerinden Kafkasya’daki terör örgütlerine siyasi destek, enformasyon desteği, mali destek, hatta askeri destek geldi. Bir keresinde bu konuyu aynı zamanda ABD Başkanı olan meslektaşıma açmıştım. Bunun imkânsız olduğunu söyledi. Kanıtınız var mı? Evet dedim, bu konuşma için hazırlıklıydım ve ona bu kanıtı verdim. Baktı ve ne dedi biliyor musunuz? Özür dilerim ama olan buydu. Alıntı yapacağım, “kıçlarına tekmeyi basacağım” dedi. Bekledik, bir cevap bekledik. Cevap gelmedi. FSB müdürüne dedim ki: “CIA’e yaz,” dedim: “Başkanla yaptığınız görüşmenin sonucu ne oldu?” Bir ya da iki kez yazdılar. Ve sonra bir cevap aldık. Cevap arşivimizde var. CIA cevap vermiş: “Rusya’da muhalefetle birlikte çalışıyoruz. Bunun yapılması gereken doğru şey olduğuna inanıyoruz ve bunu yapmaya devam edeceğiz.” Bu çok absürt. Peki, tamam. Bunun söz konusu olmadığını anladık.
Size karşı olan güçler mi? Yani CIA’in hükümetinizi devirmeye çalıştığını mı söylüyorsunuz?
Tabii ki bu durumda Kafkasya’da bizimle savaşan ayrılıkçıları, teröristleri kastettiler. Muhalefet dedikleri onlar. Bu ikinci husus. Üçüncü an son derece önemli bir andır, ABD füze savunma sisteminin başlangıçta oluşturulduğu andır. Biz ABD’de uzun süre bunu yapmamaya ikna ettik. Hatta Baba Bush tarafından okyanustaki evine davet edildikten sonra Başkan Bush ve ekibiyle çok ciddi bir görüşme yaptım. Oluşturulması halinde tek taraflı olarak güvenliğimizi tehdit edeceğine inandığımız füze savunma sistemini ABD, Rusya ve Avrupa’nın ortaklaşa oluşturmasını önerdim. Her ne kadar ABD resmi olarak bu sistemin İran’dan gelebilecek füze tehditlerine karşı oluşturulduğunu söylemiş olsa da. Füze savunma sisteminin konuşlandırılmasının gerekçesi buydu. Birlikte çalışmayı önerdim: Rusya, ABD ve Avrupa. Bunun çok ilginç olduğunu söylediler. Bana “Ciddi misin?” diye sordular. Ben de “Kesinlikle” dedim.
Hangi yıl olduğunu sorabilir miyim?
Hatırlamıyorum. İnternetten öğrenmek çok kolay. Baba Bush’un daveti üzerine ABD’ye gittiğimde. Size anlatacağım kişiden öğrenmek daha da kolay. Bana çok ilginç olduğu söylendi. Dedim ki, “Böyle bir küresel stratejik güvenlik sorununu birlikte çözebileceğimizi hayal edin. Dünya değişecek. Muhtemelen iktisadi ve hatta siyasi anlaşmazlıklarımız olacaktır. Ama dünyadaki durumu büyük ölçüde değiştirebiliriz.” “Evet” dedi ve “Ciddi misin?” diye sordu. “Elbette” dedim. “Bunu düşünmemiz lazım.” “Devam edin lütfen” dedim. Sonra Savunma Bakanı Gates, eski CIA Direktörü ve Dışişleri Bakanı Rice bu kabineye, bu masaya geldiler. Bu masaya oturdular. Ben, Dışişleri Bakanı, Rusya Savunma Bakanı o tarafta. Bana dediler ki, evet, biz bunu düşündük. Aynı fikirdeyiz. Ben de “Tanrıya şükür, harika” dedim. “Ama bazı istisnalar dışında…”
İki kez ABD başkanlarının kararlar aldığını ve daha sonra kurum başkanları tarafından altlarının oyulduğunu anlattınız. Yani sizin anlatımınızla, seçilmiş insanlar tarafından yönetilmeyen bir sistemi tarif ediyorsunuz gibi görünüyor.
Bu doğru, bu doğru. Ve sonra bize sadece defolmamızı söylediler. Size detayları anlatmayacağım, zira bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Sonuçta gizli bir görüşmeydi ama teklifimiz reddedildi. Bu bir gerçek. Tam o sırada dedim ki, “Bakın, ama o zaman karşı önlemler almak zorunda kalacağız. Öyle vuruş sistemleri yaratacağız ki, füze savunma sistemlerini kesinlikle aşacak. Cevap şuydu: “Biz bunu size karşı yapmıyoruz, siz de istediğinizi yapın. Bize karşı olmadığını, ABD’ye karşı olmadığını varsayarak. Ben de “Tamam” dedim. Çok iyi. Bu şekilde devam etti. Ve kıtalararası menzile sahip hipersonik sistemler yarattık ve bunları geliştirmeye devam ediyoruz. Şu anda hipersonik vuruş sistemlerinin geliştirilmesi açısından herkesin, ABD’nin ve diğer ülkelerin önündeyiz. Ve bunları her geçen gün geliştiriyoruz. Ama bu biz değildik. Diğer tarafa gitmeyi önerdik ve geri püskürtüldük. Şimdi NATO’nun doğuya doğru genişlemesine gelelim. Bize söylendiği gibi NATO’nun doğuda bir santim bile genişlemeyeceği sözü verildi. Sonra ne oldu? Dediler ki, bu kâğıt üzerinde yazılı değil, bu yüzden genişleyeceğiz. Böylece beş genişleme dalgası oldu. Baltık ülkeleri, tüm Doğu Avrupa ve diğerleri. Ve şimdi asıl meseleye geliyorum. Ukrayna’ya geldiler. Nihayetinde 2008 yılında Bükreş’teki zirvede Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya katılmaları için kapıların açık olduğunu ilan ettiler. Şimdi, orada kararların nasıl alındığına gelelim. Almanya, Fransa ve diğer bazı Avrupa ülkeleri buna karşı gibi görünüyordu. Ancak daha sonra ortaya çıktığı üzere, Başkan Bush ki kendisi çok sert bir adamdır, sert bir politikacıdır, daha sonra bana söylendiği üzere, bize baskı yaptı ve biz de kabul etmek zorunda kaldık. Bu çok saçma. Anaokulu gibi. Garantiler nerede? Nasıl bir anaokulu bu? Bunlar ne biçim insanlar? Kim bunlar? Görüyorsunuz, baskı altındaydılar. Kabul ettiler. Sonra da Ukrayna’nın NATO’da olmayacağını söylüyorlar. Ben de bilmiyorum diyorum. 2008’de kabul ettiğinizi biliyorum. Gelecekte neden kabul etmeyeceksiniz? Bize baskı yaptılar, o zaman ben de diyorum ki, yarın size baskı yaparlarsa neden tekrar kabul etmeyesiniz? Evet. Bu çok saçma. Konuşacak kim var? Anlamıyorum. Biz konuşmaya hazırız. Ama kiminle? Garantiler nerede? Hiç yok. Böylece Ukrayna topraklarını geliştirmeye başladılar. Orada ne var? Size arka planı anlattım, bu bölgenin nasıl geliştiğini. Ne tür ilişkiler? Yani Rusya ile. Oradaki her iki ya da üç kişiden birinin her zaman Rusya ile bazı bağları olmuştur. Ve bağımsızlık ilanı sonucunda halihazırda bağımsızlığını kazanmış olan egemen Ukrayna’daki seçimler sırasında da olmuştur. Ve bu arada, Ukrayna’nın tarafsız bir devlet olduğu yazıyor. Ve 2008’de birdenbire NATO’nun kapıları ya da kapıları ona açıldı. Of, hadi ama. Böyle anlaşmamıştık. Şimdi, Ukrayna’da iktidara gelen tüm başkanlar, şu ya da bu şekilde Rusya’ya karşı iyi bir tutuma sahip olan seçmenlere güvendiler. Burası Ukrayna’nın güneydoğusu. Çok sayıda insan var. Ve Rusya’ya karşı olumlu bir tutuma sahip olan bu seçmen kitlesini ikna etmek çok zordu. Viktor Yanukoviç iktidara geldi. Ve ilk kazandığında, Devlet Başkanı Kuçma’dan sonra, Ukrayna Anayasasında öngörülmeyen üçüncü turu düzenlediler. Bu bir hükümet darbesidir. ABD’de birilerinin sonuçtan hoşlanmayacağını hayal edin…
2014’te mi?
Hayır, bu ondan önceydi. Cumhurbaşkanı Kuçma’dan sonra Viktor Yanukoviç seçimleri kazandı. Ancak muhalifleri bu zaferi tanımadı. ABD muhalefeti destekledi ve üçüncü tur planlandı. Ama bu nedir? Bu bir darbe. ABD bunu destekledi ve üçüncü turun galibi iktidara geldi. ABD’de birilerinin hoşuna gitmeyen bir şey olduğunu ve ABD Anayasasının öngörmediği üçüncü tur seçimlerin düzenlendiğini düşünün. Yine de Ukrayna’da bu yapıldı. Tamam. Batı yanlısı bir politikacı olarak görülen Viktor Yuşçenko iktidara geldi ama iyi ki onunla da ilişkiler kurduk. Moskova’ya ziyaretlerle geldi. Kiev’i ziyaret ettik. Ben de ziyaret ettim, gayri resmi bir ortamda görüştük. Eğer Batı yanlısıysa, öyle olsun. Sorun değil. Bırakın insanlar işlerini yapsınlar. Kuçma’nın liderliğinin bir sonucu olarak durum bağımsız Ukrayna’nın kendi içinde gelişmeliydi. İşler daha da kötüye gitti ve Viktor Yanukoviç iktidara geldi. Belki de en iyi başkan ve siyasetçi değildi, bilemiyorum. Değerlendirme yapmak istemiyorum. Fakat AB ile ortaklık konusu gündeme geldi. Bu konuda her zaman yalın davrandık. Siz bilirsiniz. Ancak ortaklık anlaşmasını okuduğumuzda, bizim için bir sorun olduğu ortaya çıktı, zira Ukrayna ile serbest ticaret bölgemiz ve açık gümrük sınırlarımız vardı ve bu ortaklık kapsamında sınırlarını Avrupa’ya açmak zorundaydı, bu da pazarımızın sular altında kalmasına yol açacaktı. Ama biz dedik ki, hayır, bu işe yaramayacak. Ukrayna ile sınırlarımızı, yani gümrük sınırlarımızı kapatacağız. Yanukoviç Ukrayna’nın ne kadar kazanacağını ne kadar kaybedeceğini hesaplamaya başladı ve Avrupalı ortaklarına imzalamadan önce düşünmek için daha fazla zamana ihtiyacım var dedi. Bunu söylediği anda muhalefet Batı tarafından desteklenen yıkıcı adımlar atmaya başladı. Her şey Maydan’a ve Ukrayna’da bir darbeye kadar geldi.
Yani Ukrayna, Rusya ile AB’den daha fazla ticaret mi yaptı?
Elbette. Çoğunlukla öyle olsa da mesele ticaret hacmi meselesi bile değil. Mesele, tüm Ukrayna ekonomisinin dayandığı işbirliği boyutu meselesidir. Sovyetler Birliği döneminden bu yana işletmeler arasındaki işbirliği boyutu birbirine çok yakındı. Evet. Oradaki bir işletme hem Rusya’da hem de Ukrayna’da monte edilmek üzere parçalar üretirdi ve bunun tersi de geçerliydi. Eskiden çok yakın ilişkiler vardı. Bir darbe yapıldı. Gerçi şimdi bunu yapmayı uygun bulmadığım için detaylara girmeyeceğim. ABD bize Yanukoviç’i sakinleştirin, biz de muhalefeti sakinleştirelim dedi. Bırakın durum gelişsin. Siyasi bir çözüm senaryosu yaşansın. Biz de tamam, anlaştık, bu şekilde yapalım dedik. Amerikalıların istediği gibi Yanukoviç ne silahlı kuvvetleri ne de polisi kullandı. Ancak silahlı muhalefet Kiev’de darbe yaptı. Bu ne anlama geliyor? Siz kim olduğunuzu sanıyorsunuz? O zamanki ABD yönetimine sormak istiyorum.
Kimin desteğiyle?
Anladığım kadarıyla CIA’in desteğiyle, tabii ki zamanında katılmak istediğiniz örgütün desteğiyle. Tanrı’ya şükretmeliyiz ki sizi almadılar. Ciddi bir örgüt olduğu için, öyle anlıyorum. Benim eski görevim, yani Sovyetler Birliği’nin istihbarat teşkilatı olan Birinci Ana Müdürlük’te görev yapmam anlamında bir görev. Onlar her zaman bizim rakibimiz olmuştur. İş iştir. Teknik olarak her şeyi doğru yaptılar. Hükümeti değiştirme hedeflerine ulaştılar. Ancak siyasi açıdan bakıldığında bu çok büyük bir hataydı. Elbette bu siyasi liderliğin yanlış hesaplamasıydı. Bunun neye dönüşeceğini görmeleri gerekirdi. Böylece 2008’de NATO’nun kapıları Ukrayna için açıldı. 2014’te bir darbe oldu. Darbeyi kabul etmeyenlere zulmetmeye başladılar. Ve bu gerçekten de bir darbeydi. Korumamız altına almak zorunda kaldığımız Kırım için tehdit oluşturdular. Donbas’ta 2014 yılında sivillere karşı uçak ve topçu kullanarak savaşı başlattılar. Her şey o zaman başladı. Donetsk’e yukarıdan saldıran uçakların bir videosu var. Geniş çaplı bir askerî harekât başlattılar. Sonra bir tane daha. Başarısız olduklarında bir sonrakini hazırlamaya başladılar. Tüm bunlar bu bölgenin askeri olarak geliştiği ve NATO’nun kapılarının açıldığı bir dönemde gerçekleşti. Yaşananlar karşısında endişelerimizi nasıl ifade etmeyebilirdik? Bizim açımızdan bu kusurlu bir ihmal olurdu. Olması gereken buydu. Sadece ABD siyasi liderliği bizi geçemeyeceğimiz bir çizgiye itti çünkü bunu yapmak Rusya’nın kendisini mahvedebilirdi. Ayrıca, inançlı kardeşlerimizi terk edemezdik. Aslında, bu “savaş makinesi” karşısında Rus halkının sadece bir kısmını.
Yani bu mevcut çatışmanın başlamasından sekiz yıl önceydi. Peki sizi tetikleyen neydi? Bunu yapmanız gerektiğine karar verdiğiniz an neydi?
Başta çatışmayı tetikleyen Ukrayna’daki darbe oldu. Bu arada, o dönemde üç Avrupa ülkesi Almanya, Polonya ve Fransa’nın temsilcileri Yanukoviç hükümeti ile muhalefet arasında imzalanan anlaşmanın garantörleriydi. Garantör olarak imzaladılar. Buna rağmen muhalefet darbe yaptı ve tüm bu ülkeler barışçıl çözümün garantörleri olduklarını hatırlamıyormuş gibi davrandılar. Onu derhal karların içine attılar. Ve kimse bunu hatırlamıyor. ABD’nin muhalefet ile yetkililer arasındaki anlaşmadan ve bu anlaşmanın üç garantöründen haberi var mıydı bilmiyorum ama bu ülkeler tüm bu durumu siyasi alana geri getirmek yerine darbeyi desteklediler. Her ne kadar anlamsız olsa da inanın bana, Başkan Yanukoviç tüm koşulları kabul ettiği için, açıkçası kazanma şansı olmayan bir erken seçime gitmeye hazırdı. Bunu herkes biliyordu. O halde neden darbe? Neden kurbanlar? Neden Kırım’ı tehdit ediyorlar? Neden Donbass’ta bir operasyon başlatıldı? Ben bunu anlamıyorum. Yanlış hesap tam olarak budur. CIA darbeyi tamamlamak üzere görevini yaptı. Sanırım dışişleri bakan yardımcılarından biri büyük miktarda paraya mal olduklarını söyledi. Neredeyse 5 milyar. Ama siyasi hata muazzamdı. Neden bunu yapmak zorundaydılar ki? Tüm bunlar yasal olarak, mağdurlar olmadan, askerî harekât olmadan, Kırım kaybedilmeden de yapılabilirdi. Maydan’daki kanlı gelişmeler olmasaydı parmağımızı bile kıpırdatmayı asla düşünmezdik. Çünkü Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra sınırlarımızın eski birlik cumhuriyetlerinin sınırları boyunca olması gerektiği konusunda hemfikirdik. Bunu kabul ettik ama NATO’nun genişlemesini asla kabul etmedik ve dahası Ukrayna’nın NATO’da yer almasını asla kabul etmedik. Bizimle herhangi bir görüşme yapılmadan NATO’nun orada üs kurmasını kabul etmedik. On yıllar boyunca sürekli şunu yapmayın, bunu yapmayın dedik. Peki son olayları ne tetikledi? İlk olarak, mevcut Ukrayna yönetimi, bildiğiniz gibi 2014 yılında Minsk’te yaşanan olaylardan sonra imzalanan ve Donbas’ta barışçıl çözüm planını ortaya koyan Minsk anlaşmalarını uygulamayacağını ilan etti. Ancak hayır, mevcut Ukrayna yönetimi, dışişleri bakanı, diğer tüm yetkililer ve o zamanki devlet başkanı Minsk anlaşmalarıyla ilgili hiçbir şeyi beğenmediklerini söyledi. Başka bir deyişle, bunu uygulamayacaklardı. Bir ya da bir buçuk yıl önce, Almanya ve Fransa’nın eski liderleri açıkça Minsk anlaşmalarını imzaladıklarını ama hiçbir zaman uygulamaya niyetli olmadıklarını, sadece burnumuzdan getirdiklerini söylediler.
Konuşabileceğiniz birileri var mıydı? Başkan ve Dışişleri Bakanı’nı arayıp “Ukrayna’yı NATO güçleriyle militarize etmeye devam ederseniz, bu iş büyüyecek, harekete geçeceğiz” dediniz mi?
Bu konuyu her zaman konuştuk. ABD ve Avrupa ülkelerinin liderlerine, Minsk anlaşmalarını uygulamak için bu gelişmeleri derhal durdurmaları çağrısında bulunduk. Ama açıkçası bunu nasıl yapacağımızı bilmiyordum. Ancak onları uygulamaya hazırdım. Bu anlaşmalar Ukrayna açısından karmaşıktı. Donbass bölgesinin bağımsızlığına ilişkin pek çok unsur içeriyordu. Bu doğru. Ancak ben kesinlikle kendime güveniyordum. Ve bunu size şimdi de söylüyorum. Donbass sakinlerini ikna etmeyi başarırsak ve onları Ukrayna devletine geri dönmeye ikna etmek için çok çalışmak zorunda kalırsak, yaraların yavaş yavaş iyileşmeye başlayacağına gerçekten inanıyorum. Ancak bu toprak parçası kendisini ortak bir sosyal çevreye yeniden entegre ettiğinde, emekli maaşları ve sosyal yardımlar yeniden ödendiğinde, tüm parçalar yavaş yavaş yerine oturacaktır. Hayır, kimse bunu istemedi. Herkes meseleyi sadece askeri güç kullanarak çözmek istiyordu. Fakat biz bunun olmasına izin veremezdik. Ve durum öyle bir noktaya geldi ki Ukrayna tarafı hayır, biz hiçbir şey yapmayacağız dedi. Onlar da askerî harekât için hazırlanmaya başladılar. Savaşı 2014’te başlatan onlardı. Bizim amacımız bu savaşı durdurmak. Ve biz bu savaşı 2022’de başlatmadık. Bu savaşı durdurma yönünde bir girişim.
Şimdi bunu durdurduğunuzu düşünüyor musunuz? Yani, amaçlarınıza ulaştınız mı?
Hayır. Henüz hedeflerimize ulaşamadık çünkü bunlardan biri de Nazilerden arındırma. Bu da her türlü neo-Nazi hareketinin yasaklanması anlamına geliyor. Bu yılın başında İstanbul’da sona eren müzakere sürecinde ele aldığımız sorunlardan biri de buydu. Bu bizim inisiyatifimiz değildi çünkü bize özellikle Avrupalılar tarafından belgelerin nihai olarak imzalanması için gerekli koşulların yaratılması gerektiği söylendi. Fransa’daki, Almanya’daki mevkidaşlarım şöyle dediler: Kafalarına silah dayanmışken bir anlaşmayı imzalamalarını nasıl hayal edebiliyorsunuz? Askerler Kiev’den geri çekilmeli. Ben de tamam dedim. Askerleri Kiev’den geri çektik. Kiev’deki birliklerimizi geri çeker çekmez Ukraynalı müzakerecilerimiz İstanbul’da varılan tüm anlaşmaları derhal çöpe attılar ve ABD ile Avrupa’daki vekillerinin yardımıyla uzun vadeli bir silahlı çatışmaya hazırlandılar. Durum böyle gelişti ve şimdi de böyle görünüyor.
Cehaletimi bağışlayın. Nazilerden arındırma nedir? Bu ne anlama geliyor?
Şu anda konuşmak istediğim konu da bu. Bu çok önemli bir konu. Nazilerden arındırma. Bağımsızlığını kazandıktan sonra Ukrayna, bazı Batılı analistlerin dediği gibi, kimliğini aramaya başladı. Eğer sezgisel bir şey, bilirsiniz. Ve bu kimliği Hitler ile işbirliği yapan bazı sahte kahramanlar üzerine inşa etmekten daha iyi bir şey bulamadı. Daha önce de söylediğim gibi, 19. yüzyılın başlarında Ukrayna’nın bağımsızlığı ve egemenliği teorisyenleri ortaya çıktığında, bağımsız bir Ukrayna’nın Rusya ile çok iyi ilişkilere sahip olması gerektiğini varsayıyorlardı. Ancak tarihsel gelişim nedeniyle bu topraklar Polonya-Litvanya Topluluğu’nun bir parçasıydı. Polonya, Ukraynalıların zulüm gördüğü ve oldukça acımasız davranışlara maruz kaldığı bir yerdi. Ayrıca kimliklerini yok etmeye dönük girişimler de oldu. Bütün bunlar toplum hafızasında kaldı. İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, bu aşırı milliyetçi elitin bir kısmı, kendilerine özgürlük getireceğine inandıkları Hitler ile işbirliği yaptı. Alman birlikleri, hatta SS birlikleri, Hitler’in işbirlikçilerine Polonyalı ve Yahudi nüfusu yok etmek için en kirli işleri yaptırdı. Polonyalı ve Yahudi nüfusun yanı sıra Rus nüfusa yönelik bu acımasız katliamın nedeni de budur. Bu katliam, Bandera, Şuheviç gibi epey iyi bilinen şahsiyetler tarafından yönetilmiştir. Bu insanlar ulusal kahramanlar haline getirildi. Sorun da bu zaten. Ve bize sürekli olarak milliyetçiliğin ve neo-Nazizmin diğer ülkelerde de var olduğu söyleniyor. Evet, fideler ama biz onları kökünden söküyoruz. Ve diğer ülkeler bunlara karşı savaşıyor. Ancak Ukrayna’da durum böyle değil. Bu insanlar Ukrayna’da ulusal kahraman haline getirildi. Bu insanlar için anıtlar dikildi. Bayraklarda gösteriliyorlar. İsimleri, Nazi Almanya’sında olduğu gibi meşalelerle yürüyen kalabalıklar tarafından haykırılıyor. Bunlar Polonyalıları, Yahudileri ve Rusları yok eden insanlardı. Bu uygulamayı durdurmak ve bu kavramın yaygınlaşmasını önlemek gerekiyor. Ukraynalıların tek bir Rus halkının parçası olduğunu söylüyorum. Onlar ise hayır, biz ayrı bir halkız diyorlar. Peki, tamam. Eğer kendilerini ayrı bir halk olarak görüyorlarsa, bunu yapmaya hakları var. Ama Nazizm, Nazi ideolojisi temelinde değil.
Şu anda sahip olduğunuz bölgeden memnun musunuz?
Soruyu cevaplamayı bitireceğim. Az önce neo-Nazizm ve Nazilerden arındırma hakkında bir soru sordunuz. Ukrayna Devlet Başkanı Kanada’yı ziyaret etti. Hikâye çok iyi biliniyor, ancak Batı ülkelerinde susturuluyor. Kanada Parlamentosu, Parlamento Başkanı’nın dediği gibi, İkinci Dünya Savaşı sırasında Ruslara karşı savaşmış bir adamı tanıttı. Peki, İkinci Dünya Savaşı sırasında Ruslara karşı kim savaştı? Hitler ve suç ortakları. Ve bu adamın SS birliklerinde görev yaptığı, Rusları, Polonyalıları ve Yahudileri bizzat öldürdüğü ortaya çıktı. ABD birlikleri bu kirli işi yapan Ukraynalı milliyetçilerden oluşuyordu. Ukrayna Devlet Başkanı, Kanada parlamentosunun tamamıyla birlikte ayağa kalktı ve bu adamı alkışladı. Bu nasıl hayal edilebilir? Bu arada Ukrayna Devlet Başkanı’nın kendisi de Yahudi asıllıdır.
Gerçekten benim sorum, bu konuda ne yaptığınız? Yani, Hitler öleli 80 yıl oldu. Nazi Almanya’sı artık yok. Yani, doğru. Sanırım söylediğiniz şey Ukrayna milliyetçiliğini söndürmek ya da en azından kontrol altına almak istediğiniz. Ama nasıl? Bunu nasıl yapacaksınız?
Beni dinleyin. Sorunuz çok incelikli ve size ne düşündüğümü söyleyebilirim. Sakın alınmayın.
Tabii ki.
Bu soru incelikli gibi görünüyor. Öyle.
Oldukça sinir bozucu.
Hitler öleli çok uzun yıllar olduğunu söylüyorsunuz, 80 yıl oldu. Ama onun örneği yaşamaya devam ediyor. Yahudileri, Rusları ya da Polonyalıları yok eden insanlar yaşıyor. Ve bugünkü Ukrayna’nın devlet başkanı, Kanada parlamentosunda onu alkışlıyor, ayakta alkışlıyor. Bu ideolojinin kökünü tamamen kazıdığımızı söyleyebilir miyiz? Eğer bugün gördüğümüz şey gerçekleşiyorsa, bizim anlayışımızda Nazilerden arındırma budur. Bu kavramı sürdüren ve bu uygulamayı destekleyen ve onu korumaya çalışan insanlardan kurtulmalıyız. İşte Nazilerden arındırma budur. Bizim kastettiğimiz budur.
Doğru. Benim sorum daha spesifikti. Elbette yeni ya da başka türlü Nazileri savunmak değildi. Pratik bir soruydu. Tüm ülkeyi kontrol edemezsiniz. Kiev’i kontrol etmiyorsunuz. Bunu istiyor gibi de görünmüyorsunuz. Peki kontrol etmediğiniz bir ülkede bir kültürü, bir ideolojiyi, bir duyguyu ya da bir tarih görüşünü nasıl ortadan kaldıracaksınız? Bu konuda ne yapacaksınız?
Biliyorsunuz, İstanbul’daki müzakereler sırasında size ne kadar garip gelse de her şeyi yazılı olarak kabul ettik. Neo-Nazizm Ukrayna’da büyütülmeyecekti, buna yasama düzeyinde yasaklanması da dahildi. Bay Carlson, bu konuda anlaşmıştık. Görünüşe göre bu, müzakere sürecinde yapılabilir. Modern ve medeni bir devlet olarak Ukrayna’yı küçük düşürecek hiçbir şey yok. Herhangi bir devletin Nazizmi desteklemesine izin var mı? Yok, değil mi? İşte bu.
Müzakereler olacak mı? Ukrayna’daki çatışmayı çözmek için neden müzakereler yapılmadı? Yani barış müzakereleri.
Karmaşık bir süreçte pozisyonların koordinasyonunda çok yüksek bir aşamaya ulaşıldı ama yine de sonuçlandırılmaya yakındı. Fakat biz askerlerimizi Kiev’den çektikten sonra, daha önce de söylediğim gibi, karşı taraf tüm bu anlaşmaları çöpe attı ve Batılı ülkelerin, Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin Rusya ile sonuna kadar savaşma talimatlarına itaat etti. Dahası, Ukrayna Devlet Başkanı Rusya ile müzakere yasağı getirdi. Herkesin Rusya ile müzakere etmesini yasaklayan bir kararname imzaladı. Peki kendisine ve herkese bunu yasaklarsa biz nasıl müzakere edeceğiz? Bu çözüm konusunda bazı fikirler öne sürdüğünü biliyoruz ama bir konuda anlaşmak için diyalog kurmamız gerekiyor. Bu doğru değil mi?
Ama Ukrayna başkanıyla konuşuyor olmazdınız. Amerikan başkanıyla konuşuyor olurdunuz. Joe Biden ile en son ne zaman konuştunuz?
Onunla ne zaman konuştuğumu hatırlamıyorum. Hatırlamıyorum. Bakabiliriz.
Hatırlamıyor musunuz?
Hayır.
Neden? Her şeyi hatırlamak zorunda mıyım? Benim de yapacak işlerim var. İç politik meselelerimiz var.
Sizin yer aldığınız savaşı finanse ediyor, bu yüzden bunun unutulmaz olacağını düşünürdüm.
Evet, fon sağlıyor ama onunla özel askeri harekattan önce konuştum tabii ki. Ve ona o zaman dedim ki, bu arada, detaylara girmeyeceğim, asla girmem. Ama o zaman kendisine, orada, Ukrayna’da olan her şeyi destekleyerek, Rusya’yı uzaklaştırarak tarihi boyutlarda büyük bir hata yaptığınıza inanıyorum dedim. Ona defalarca söyledim, bu arada burada durmamın doğru olacağını düşünüyorum.
Ne dedi?
Ona sorun lütfen, bu sizin için daha kolay. Siz ABD vatandaşısınız. Git ve ona sor. Konuşmamız hakkında yorum yapmak benim için uygun değil.
Ama 2022 şubatından önce onunla hiç konuşmadınız.
Hayır, henüz konuşmadık. Yine de bazı temaslar sürdürülüyor. Yeri gelmişken. Bir füze savunma sistemi üzerinde birlikte çalışma önerim hakkında size ne söylediğimi hatırlıyor musunuz?
Evet.
Hepsine sorabilirsiniz. Hepsi güvende ve sağlam. Tanrı’ya şükürler olsun. Eski Başkan. Condoleezza sağ salim. Ve bence Sayın Gates ve istihbarat teşkilatının şu anki direktörü Sayın Burns, o zamanki Rusya Büyükelçisi, bence çok başarılılar. Hepsi bu konuşmalara şahit oldular. Onlara sorun. Burada da aynı. Sayın Başkan Biden’ın bana ne yanıt verdiğini merak ediyorsanız, ona sorun. Her halükârda onunla bu konuyu konuşurum.
Kesinlikle merak ediyorum. Ancak dışarıdan bakıldığında, bu durum tüm dünyayı çatışmaya sürükleyecek ve nükleer bir fırlatma başlatabilecek bir şeye dönüşebilir ya da evrilebilir gibi görünüyor. Neden Biden’ı arayıp bu işi çözelim demiyorsunuz?
Çözülecek ne var? Çok basit. Tekrar ediyorum, çeşitli kurumlar aracılığıyla temaslarımız var. Size bu konuda ne söylediğimizi ve ABD yönetimine ne ilettiğimizi anlatacağım. Eğer gerçekten savaşı durdurmak istiyorsanız, silah tedarikini durdurmanız gerekir. Birkaç hafta içinde her şey bitecek. Bu kadar. Ve bunu yapmadan önce bazı şartlar üzerinde anlaşabiliriz, durun. Hangisi daha kolay? Onu neden arayayım ki? Onunla ne hakkında konuşmalıyım? Ya da ne için yalvarayım?
Peki hangi mesajları geri alıyorsunuz?
Ukrayna’ya şu şu silahları teslim edecektiniz. Of, korkuyorum, korkuyorum. Lütfen yapmayın. Konuşacak ne var ki?
Sizce NATO bunun küresel bir savaşa ya da nükleer bir savaşa dönüşmesinden endişe ediyor mu?
En azından bundan bahsediyorlar. Ve kendi halklarını hayali bir Rus tehdidiyle korkutmaya çalışıyorlar. Bu apaçık bir gerçek. Ve düşünen insanlar, cahiller değil ama düşünen insanlar, analistler, gerçek siyasetle uğraşanlar, sadece akıllı insanlar, bunun sahte olduğunu gayet iyi anlıyorlar. Rus tehdidini körüklemeye çalışıyorlar.
Sanırım bahsettiğiniz tehdit Rusya’nın Polonya’yı işgali. Ya da Letonya. Yayılmacı tutum. Rus birliklerini Polonya’ya gönderdiğiniz bir senaryo hayal edebiliyor musunuz?
Sadece bir durumda, Polonya Rusya’ya saldırırsa. Neden mi? Çünkü bizim Polonya’da, Letonya’da ya da başka bir yerde çıkarımız yok. Bunu neden yapalım ki? Hiçbir çıkarımız yok. Bu sadece tehdit tacirliği.
Tartışma şu ki, bunu bildiğinizi biliyorum, Ukrayna’yı işgal etti. Kıta genelinde bölgesel hedefleri var. Ve siz kesin bir dille öyle olmadığını söylüyorsunuz.
Böyle bir şey kesinlikle söz konusu olamaz. Analist olmanıza gerek yok. Bir tür küresel savaşa dahil olmak sağduyuya aykırıdır ve küresel bir savaş tüm insanlığı yıkımın eşiğine getirecektir. Bu çok açık. Kesinlikle caydırıcı araçlar var. Başından beri bizimle birlikte herkesi korkutuyorlar. Yarın Rusya taktik nükleer silah kullanacak. Yarın Rusya bunu kullanacak. Hayır, yarından sonraki gün. Ne olmuş yani? ABD vergi mükelleflerinden ve Avrupalı vergi mükelleflerinden Rusya ile Ukrayna savaş tiyatrosunda karşı karşıya gelmek için daha fazla para koparmak için. Ama amaç Rusya’yı mümkün olduğunca zayıflatmak.
New York eyaletinden kıdemli ABD senatörlerimizden Chuck Schumer dün yaptığı açıklamada Ukrayna’nın çabalarını finanse etmeye devam etmemiz gerektiğini, aksi takdirde ABD vatandaşı askerlerin orada savaşmak zorunda kalabileceğini söyledi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bir provokasyondur ve ucuz bir provokasyondur. Amerikan askerlerinin Ukrayna’da neden savaşması gerektiğini anlamıyorum. Onlar ABD’den gelen paralı askerler. En fazla paralı asker Polonya’dan geliyor, ikinci sırada ABD’den gelen paralı askerler ve üçüncü sırada Gürcistan’dan gelen paralı askerler var. Eğer birileri düzenli birlikler gönderme arzusuna sahipse, bu kesinlikle insanlığı çok ciddi bir küresel çatışmanın eşiğine getirecektir. Bu çok açık. ABD’nin buna ihtiyacı var mı? Ne için? Ulusal topraklarınızdan binlerce kilometre uzakta. Yapacak daha iyi bir işiniz yok mu? Sınırda sorunlarınız var. Göçmenlikle ilgili sorunlar, devlet borcuyla ilgili sorunlar. 33 trilyon dolardan fazla. Yapacak daha iyi bir şeyiniz yok. O yüzden Ukrayna’da savaşmalısınız. Rusya ile müzakere etmek daha iyi olmaz mı? Bir anlaşma yapın. Bugün gelişen durumu zaten anlıyor, Rusya’nın kendi çıkarları için sonuna kadar savaşacağını fark ediyorsunuz. Ve bunun aslında bir sağduyu dönüşü olduğunu fark ederek, ülkemize ve çıkarlarına saygı duymaya başlayın ve belirli çözümler arayın. Bana öyle geliyor ki bu çok daha akıllıca ve rasyonel.
Kuzey Akım’ı kim havaya uçurdu?
Kesinlikle siz.
O gün meşguldüm. Kuzey Akım’ı havaya uçurmadım. Yine de teşekkür ederim.
Sizin şahsen bir mazeretiniz olabilir ama CIA’in böyle bir mazereti yok.
Bunu NATO ya da CIA’in yaptığına dair kanıtınız var mıydı?
Biliyorsunuz, ayrıntılara girmeyeceğim ama insanlar bu tür durumlarda her zaman ilgilenen birini arayın derler. Ancak bu durumda, sadece ilgilenen birini değil, aynı zamanda yetenekleri olan birini de aramalıyız, zira ilgilenen pek çok kişi olabilir, ancak hepsi Baltık Denizi’nin dibine dalma ve bu patlamayı gerçekleştirme yeteneğine sahip değildir. Bu iki bileşen birbiriyle bağlantılı olmalıdır. Kim ilgileniyor ve kim bunu yapabilecek kapasitede?
Ama kafam karıştı. Yani, bu şimdiye kadarki en büyük endüstriyel terörizm eylemi ve tarihteki en büyük karbondioksit emisyonu. Peki, elinizde kanıt varsa ve muhtemelen güvenlik servisleriniz ya da istihbarat servisleriniz bunu NATO’nun, ABD’nin, CIA’in, Batı’nın yaptığını söylüyorsa, neden bunu sunup bir propaganda zaferi kazanmıyorsunuz?
Propaganda savaşında ABD’yi yenmek çok zordur çünkü ABD tüm dünya medyasını ve pek çok Avrupa medyasını kontrol etmektedir. En büyük Avrupa medyasının en büyük faydalanıcısı Amerikan finans kuruluşlarıdır. Bunu bilmiyor musunuz? Dolayısıyla bu işe dahil olmak mümkün, ancak tabiri caizse maliyeti çok yüksek. Spot ışıklarını bilgi kaynaklarımızın üzerine tutarsak sonuç elde edemeyiz. O zaman ne olduğu tüm dünya için açık. Amerikalı analistler bile bundan doğrudan bahsediyor. Bu doğru.
Evet, ama burada cevaplayabileceğiniz bir soru var. Almanya’da meşhur bir şekilde çalıştınız. Almanlar NATO’daki ortaklarının bunu yaptığını açıkça biliyorlar. Ve bu ekonomilerine büyük zarar verdi. Asla düzelmeyebilir. Neden bu konuda sessiz kalıyorlar? Bu benim için çok kafa karıştırıcı. Almanlar neden bu konuda bir şey söylemiyor?
Bu benim de kafamı karıştırıyor ama bugünkü Alman liderliği kendi ulusal çıkarlarından ziyade kolektif Batı’nın çıkarları tarafından yönlendiriliyor. Aksi takdirde eylemlerinin ya da eylemsizliklerinin mantığını açıklamak zor. Sonuçta mesele sadece Kuzey Akım 1’in havaya uçması ve Kuzey Akım 2’nin hasar görmesi değil, bir boru sağlam ve Avrupa’ya gaz tedarik edilebilir. Fakat Almanya bunu açmıyor. Biz hazırız. Lütfen. Polonya üzerinden geçen Yamal Avrupa adında başka bir güzergâh daha var, bu da büyük akışa izin veriyor. Polonya orayı kapattı ama Polonya Almanya’nın eline bakıyor. Pan-Avrupa fonlarından para alıyor ve Almanya bu pan-Avrupa fonlarının ana bağışçısı. Almanya Polonya’yı belli ölçüde besliyor ve onlar da Almanya’ya giden yolu kapatıyorlar. Neden? Almanların Ukrayna’ya silah tedarik etmesini ve para vermesini anlamıyorum. Almanya, Ukrayna’ya mali yardım açısından ABD’den sonra ikinci sponsor. Ukrayna’dan geçen iki gaz yolu var. Onlar sadece bir yolu kapattılar, yani Ukraynalılar. İkinci yolu açın. Ve lütfen Rusya’dan gaz alın. Açmıyorlar. Neden Almanlar demiyor ki, “bakın beyler, size para ve silah veriyoruz. Vanayı açın. Lütfen Rusya’dan gelen gazın bizim için geçmesine izin verin. Avrupa’da sıvılaştırılmış gazı fahiş fiyatlara alıyoruz, bu da rekabet gücümüzü ve genel olarak ekonomimizi sıfıra indiriyor. Yani size para vermemizi mi istiyorsunuz? Bırakın da ekonomimiz için para kazanacak düzgün bir varlığımız olsun, çünkü size verdiğimiz para buradan geliyor.” Bunu yapmayı reddediyorlar. Neden reddediyorlar? Onlara sorun. Kafalarında böyle bir şey var. Bunlar son derece beceriksiz insanlar.
Belki de dünya iki yarım küreye ayrılıyor. Birinde ucuz enerji var, diğerinde yok. Ve size şunu sormak istiyorum, eğer şu anda çok kutuplu bir dünyaysak, belli ki öyleyiz. İttifak bloklarını tanımlayabilir misiniz? Her iki tarafta da kimler var? Sizce kimler var?
Dinleyin, dünyanın iki yarım küreye ayrıldığını söylediniz. Bir insan beyni iki yarım küreye ayrılır. En azından bir tanesi tek tip faaliyetlerden sorumludur. Diğeri ise daha ziyade yaratıcılık ve benzeri şeylerle ilgilidir. Ama yine de tek ve aynı kafadır. Dünya tek bir bütün olmalıdır. Güvenlik altın milyara yönelik olmaktan ziyade paylaşılmalıdır. Dünyanın istikrarlı, sürdürülebilir ve öngörülebilir olabileceği tek senaryo budur. Öyleyken, kafa ikiye bölünmüşken, bu bir hastalıktır, ciddi bir olumsuz durumdur. Dünyanın şu anda içinden geçmekte olduğu ciddi bir hastalık dönemidir. Ama dürüst gazetecilik sayesinde bu işin doktorların işine benzediğini düşünüyorum. Bu bir şekilde düzeltilebilir.
Sadece bir örnek verelim. Dünyayı pek çok açıdan birleştiren Amerikan doları, belki sizin yararınıza değil ama kesinlikle bizim yararımıza. Rezerv para birimi, evrensel olarak kabul edilen para birimi olarak ortadan kalkıyor mu? Sizce yaptırımlar doların dünyadaki yerini nasıl değiştirdi?
Doları dış politika mücadelesinde bir araç olarak kullanmak, ABD siyasi liderliğinin yaptığı en büyük stratejik hatalardan biridir. Dolar, ABD’nin gücünün temel taşıdır. Sanırım herkes ne kadar çok dolar basılırsa basılsın, bunların hızla tüm dünyaya dağıldığını çok iyi anlıyor. ABD’de enflasyon asgari düzeydedir. Yaklaşık yüzde 3 ya da yüzde 3,4, ki bence bu ABD için tamamen kabul edilebilir bir oran. Ama para basmayı bırakmayacaklar. Peki 33 trilyon dolarlık borç bize ne anlatıyor? Emisyonları. Bununla birlikte dolar, ABD’nin dünya genelindeki gücünü korumak için kullandığı ana silahtır. Siyasi liderlik Amerikan dolarını bir siyasi mücadele aracı olarak kullanmaya karar verir vermez, bu Amerikan gücüne bir darbe indirildi. Sert bir dil kullanmak istemem ama bu aptalca bir şey ve vahim bir hata. Dünyada neler olup bittiğine bir bakın. ABD’nin müttefikleri bile artık dolar rezervlerini azaltıyor. Bunu gören herkes kendini korumanın yollarını aramaya başlıyor. Fakat ABD’nin bazı ülkelere kısıtlayıcı tedbirler uygulaması, örneğin işlemlere kısıtlamalar getirmesi, varlıklarını dondurması vs. ciddi endişe yaratıyor ve tüm dünyaya bir sinyal gönderiyor. Burada elimizde ne var? 2022 yılına kadar Rusya’nın dış ticaret işlemlerinin yaklaşık yüzde 80’i Amerikan doları ve avro cinsinden yapılıyordu. Üçüncü ülkelerle olan işlemlerimizin yaklaşık yüzde 50’sini Amerikan doları oluşturuyordu. Şu anda bu oran yüzde 13’e düştü. Amerikan dolarının kullanımını yasaklayan biz değildik. Bizim böyle bir niyetimiz yoktu. Amerikan doları cinsinden işlemlerimizi kısıtlamak ABD’nin kararıydı. ABD ekonomisine zarar verdiği ve ABD’nin dünya genelindeki gücünü zayıflattığı için, kendisinin ve vergi mükelleflerinin çıkarları açısından bunun tam bir aptallık olduğunu düşünüyorum. Bu arada, yuan cinsinden işlemlerimiz yüzde 3 civarındaydı. Bugün işlemlerimizin yüzde 34’ü ruble ve yaklaşık bir o kadarı da yuan ile yapılıyor. Yuanda yüzde 34’ün biraz üzerinde. ABD bunu neden yaptı? Benim tek tahminim kendini beğenmişlik. Muhtemelen bunun tam bir çöküşe yol açacağını düşündüler ama hiçbir şey çökmedi. Dahası, petrol üreticileri de dahil olmak üzere diğer ülkeler petrol için yuan cinsinden ödeme yapmayı düşünüyor ve zaten kabul ediyorlar. Neler olup bittiğinin farkında mısınız, değil misiniz? ABD’de bunun farkında olan var mı? Siz ne yapıyorsunuz? Kendinizi devre dışı bırakıyorsunuz. Tüm uzmanlar bunu söylüyor. ABD’de akıllı ve düşünen herhangi bir kişiye doların ülke açısından ne anlama geldiğini sorun. Ama siz onu kendi ellerinizle öldürüyorsunuz.
Bence öyle. Bence bu adil bir değerlendirme. Asıl soru bundan sonra ne olacağı? Belki de bir sömürgeci gücü, çok daha az duygusal ve affedici bir başka sömürgeci güçle takas ediyorsunuz. Örneğin BRICS ülkeleri tamamen Çin’in, Çin ekonomisinin egemenliği altına girme tehlikesiyle mi karşı karşıya? Bu onların egemenliği için iyi bir şey değil. Bu konuda endişeleriniz var mı?
Bu öcü hikayelerini daha önce de duyduk. Bu bir öcü hikayesi. Biz Çin ile komşuyuz. Komşularınızı seçemezsiniz, tıpkı yakın akrabalarınızı seçemeyeceğiniz gibi. Onlarla 1000 kilometrelik bir sınırı paylaşıyoruz. Bu birincisi. İkincisi, yüzyıllardır birlikte yaşadığımız bir tarihimiz var. Biz buna alışığız. Üçüncüsü, Çin’in dış politika felsefesi saldırgan değil. Fikri her zaman uzlaşma aramaktır. Bunu görebiliyoruz. Bir sonraki husus da şu. Bize hep aynı öcü hikayesi anlatılıyor. Ve burada yine üstü kapalı bir şekilde devam ediyor. Ama hala aynı öcü hikayesi. Çin ile işbirliği artmaya devam ediyor, Çin’in Avrupa ile işbirliğinin büyüme hızı Çin-Rus işbirliğinin büyüme hızından daha yüksek ve daha fazla. Avrupalılara sorarsanız, korkmuyorlar mı? Bilmiyorum. Ama yine de ne pahasına olursa olsun Çin pazarına erişmeye çalışıyorlar, özellikle de ekonomik sorunlarla karşı karşıya oldukları şu dönemde. Çinli işletmeler de Avrupa pazarını araştırıyor. Çinli işletmelerin ABD’de küçük bir varlığı var mı? Evet, var. Siyasi kararlar öyle ki Çin ile işbirliğini sınırlandırmaya çalışıyorlar. Bay Tucker, Çin ile işbirliğini sınırlandırmanız sizin zararınıza. Kendinize zarar veriyorsunuz. Bu hassas bir konu ve tıpkı dolarda olduğu gibi sihirli bir çözüm yok. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler tüzüğü açısından meşru olmayan herhangi bir yaptırım uygulamadan önce karar alıcıların çok dikkatli düşünmesi gerekir. Bu bir sorun gibi görünüyor.
Biraz önce dünya rakip ittifaklara bölünmeseydi, küresel bir işbirliği olsaydı çok daha iyi olurdu dediniz. Buna sahip olmamanızın nedenlerinden biri de mevcut Amerikan yönetiminin size karşı olması. Joe Biden’dan sonra yeni bir yönetim olsaydı, ABD hükümeti ile yeniden iletişim kurabileceğinizi düşünüyor musunuz? Yoksa başkanın kim olduğu önemli değil mi?
Size anlatacağım. Ancak bir önceki düşüncemi tamamlamama izin verin. Meslektaşım ve dostum Devlet Başkanı Şi Cinping ile birlikte bu yıl Çin ile karşılıklı ticaretin 200 milyar dolara ulaşmasını hedeflemiştik. Bu seviyeyi aşmış bulunuyoruz. Bizim rakamlarımıza göre Çin ile ikili ticaretimiz 230 milyar doları bulmuş durumda. Çin istatistikleri ise bunun 240 milyar dolar olduğunu söylüyor. Bir önemli husus daha var. Ticaretimiz oldukça dengeli, yüksek teknoloji, enerji, bilimsel araştırma ve geliştirme alanlarında birbirimizi tamamlayıcı nitelikte. Bu çok dengeli bir durum. Rusya’nın bu yıl başkanlığını devraldığı BRICS ülkelerine gelince, BRICS ülkeleri genel olarak çok hızlı bir şekilde gelişiyor. Bakın, eğer hafızam beni yanıltmıyorsa, 1992 yılında G7 ülkelerinin dünya ekonomisindeki payı yüzde 47 iken, 2022 yılında bu oran sanırım yüzde 30’un biraz üzerindeydi. BRICS ülkeleri 1992’de sadece yüzde 16’lık bir paya sahipken, şimdi bu oran G7’den daha fazla. Bunun Ukrayna’da yaşananlarla hiçbir ilgisi yok. Bu, az önce de belirttiğim gibi, küresel kalkınma ve dünya ekonomisindeki eğilimlerden kaynaklanıyor. Ve bu kaçınılmaz. Bu olmaya devam edecek. Bu tıpkı güneş ışınları gibi. Güneşin doğmasını engelleyemezsiniz. Ona uyum sağlamak zorundasınız. ABD yaptırımlar, baskılar, bombalamalar ve silahlı kuvvetlerin kullanımıyla nasıl uyum sağlayabilir? Bu kendini beğenmişlikle ilgili. Siyaset kurumunuz dünyanın nesnel koşullar altında değiştiğini anlamıyor. Ve kendi seviyenizi korumak için, birileri egemenlik makamına talip olsa bile, beni affedin. Doğru kararları yetkin bir şekilde ve zamanında almak zorundasınız. Rusya ve diğer ülkeler de dahil olmak üzere bu tür acımasız eylemler ters etki yaratır. Bu açık bir gerçektir. Zaten sonucu çoktan belli oldu. Az önce bana başka bir liderin gelip bir şeyleri değiştirip değiştirmeyeceğini sordunuz. Bu liderle ilgili değil. Belirli bir insanın kişiliğiyle de ilgili değil. Bush ile çok iyi bir ilişkim vardı. ABD’de pek bir şey anlamayan bir taşra çocuğu gibi gösterildiğini biliyorum. Sizi temin ederim ki durum böyle değil. Bence Rusya konusunda da pek çok hata yaptı. Size 2008’den ve Bükreş’te NATO’nun kapılarını Ukrayna’ya açma kararından bahsetmiştim. Bu onun başkanlığı sırasında gerçekleşti. Aslında Avrupalılar üzerinde baskı uyguladı. Ama genel olarak, kişisel insani düzeyde, onunla çok iyi bir ilişkim vardı. Diğer Amerikalı, Rus ya da Avrupalı politikacılardan daha kötü değildi. Sizi temin ederim ki o da ne yaptığını en az diğerleri kadar iyi anlıyordu. Trump ile de böyle bir kişisel ilişkim vardı. Bu liderin kişiliğiyle ilgili değil. Bu elitlerin zihniyetiyle, lider anlaşmasıyla ilgili. Her ne pahasına olursa olsun, zora dayalı eylemlere de dayanan tahakküm fikri Amerikan toplumuna hâkim olursa, hiçbir şey değişmeyecek, daha da kötüye gidecektir. Ama nihayetinde, dünyanın nesnel koşullar nedeniyle değiştiğinin ve ABD’nin bugün hala sahip olduğu avantajları kullanarak zaman içinde bunlara uyum sağlaması gerektiğinin bilincine varılırsa, o zaman belki bir şeyler değişebilir. Bakın, Çin ekonomisi hacim olarak alım gücü paritesini aşan dünyadaki ilk ekonomi haline geldi. ABD için bu çok uzun zaman önce sona erdi. İkinci sırada ABD, sonra 1,5 milyar insan, sonra Japonya ve beşinci sırada Rusya geliyor. Rusya, tüm yaptırım ve kısıtlamalara rağmen geçen yıl Avrupa’da birinci ekonomi oldu. Sizin bakış açınıza göre, yaptırımlar, kısıtlamalar ve dolar cinsinden ödeme olasılığının Swift hizmetlerinden kesilmesi normal mi? Petrol taşıyan gemilerine karşı yaptırımlar? Uçaklara karşı yaptırımlar? Her şeyde, her yerde yaptırımlar var. Dünyada en fazla yaptırım Rusya’ya karşı uygulanıyor. Ve biz bu süre zarfında Avrupa’nın birinci ekonomisi haline geldik. ABD’nin kullandığı araçlar işe yaramıyor. O zaman ne yapılması gerektiğini düşünmek lazım. Bu farkındalık yönetici elitlere gelirse, evet, o zaman devletin birinci şahsiyeti, seçmenlerin ve çeşitli düzeylerde karar veren insanların bu şahsiyetten ne beklediğini öngörerek hareket edecektir. O zaman belki bir şeyler değişir.
Ama iki farklı sistemi tarif ediyorsunuz. Liderin seçmenlerin çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini söylüyorsunuz ama aynı zamanda bu kararların lider tarafından değil, egemen sınıflar tarafından alındığını da söylüyorsunuz. Bu ülkeyi çok uzun süredir yönetiyorsunuz, tüm Amerikan başkanlarını tanıyorsunuz. Sizce ABD’deki bu güç merkezleri neler? Kararları aslında kim veriyor?
Bilmiyorum. Amerika karmaşık bir ülke. Bir yandan muhafazakâr, diğer yandan hızla değişiyor. Tüm bunları çözmek bizim için kolay değil. Seçimlerde kararları kim veriyor? Her eyaletin kendi mevzuatı varken bunu anlamak mümkün mü? Her eyalet kendi kendini düzenliyor. Eyalet düzeyinde birileri seçimlerin dışında bırakılabilir. Bu iki aşamalı bir seçim sistemi. Bunu anlamak bizim için çok zor. İkinci olarak, baskın olan iki parti var: Cumhuriyetçiler ve Demokratlar. Ve bu parti sistemi içerisinde kararları hazırlayan karar veren merkezler var. O zaman bakın, bence Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra neden Rusya’ya karşı bu kadar hatalı, kaba, tamamen haksız bir baskı politikası izlendi. Sonuçta bu bir baskı politikasıdır. NATO’nun genişlemesi, Kafkasya’daki ayrılıkçıların desteklenmesi, füze savunma sisteminin oluşturulması… Bunların hepsi baskı unsurlarıdır. Baskı, baskı, baskı. Ukrayna’yı NATO’ya sürüklemek de baskı. Neden? Bence, diğer şeylerin yanı sıra, Sovyetler Birliği ile çatışma sırasında aşırı üretim kapasiteleri yaratıldı. Sovyetler Birliği’nde başka bir şey yapamayan pek çok merkez ve uzman vardı. Siyasi liderliği, Rusya’yı yontmaya devam etmenin, onu parçalamaya çalışmanın, bu topraklarda birkaç yarı-devlet oluşumu yaratmanın ve onları bölünmüş bir biçimde bastırmanın, birleşik potansiyellerini Çin ile gelecekteki mücadele için kullanmanın gerekli olduğuna ikna ettiler. Bu, Sovyetler Birliği ile çatışma için çalışanların aşırı potansiyeli de dahil olmak üzere hatadır. Bundan kurtulmak gerekir. Yeni, taze güçler olmalı, geleceğe bakan ve dünyada neler olduğunu anlayan insanlar olmalı. Endonezya’nın nasıl kalkındığına bakın. 600 milyon insan. Bundan nereye kaçabiliriz? Hiçbir yere. Endonezya’nın gireceğini varsaymak zorundayız. Zaten dünyanın önde gelen ekonomileri kulübünde yer alıyor. Kimin hoşuna gittiği ya da gitmediği önemli değil. Evet, ABD’de tüm ekonomik sorunlara rağmen durumun hala normal olduğunu ve ekonominin makul bir şekilde büyüdüğünü anlıyoruz ve bunun farkındayız. Yanılmıyorsam GSYİH yüzde 2,5 oranında büyüyor. Ancak geleceği teminat altına almak istiyorsak, yaklaşımımızı değişmekte olana göre değiştirmemiz gerekiyor. Daha önce de söylediğim gibi, Ukrayna’daki gelişmeler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın dünya yine de değişecektir. Dünya değişiyor ve ABD de değişiyor. Uzmanlar ABD’nin yine de dünyadaki konumunu yavaş yavaş değiştirdiğini yazıyor. Bunu yazanlar sizin uzmanlarınız. Ben sadece onları okudum. Tek soru bunun nasıl olacağı. Acı verici ve hızlı bir şekilde mi yoksa nazikçe ve kademeli olarak mı? Ve bunlar Amerikan karşıtı olmayan insanlar tarafından yazılıyor. Onlar sadece küresel gelişme trendlerini takip ediyorlar. Hepsi bu. Bunları değerlendirmek ve politikaları değiştirmek için düşünen, ileriye bakan, analiz edebilen ve siyasi liderler düzeyinde belirli kararlar önerebilen insanlara ihtiyacımız var.
Sadece şunu sormak istiyorum, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin 1990’da size verilen sözün ihlali olduğunu açıkça söylediniz. Bu ülkeniz için bir tehdit. Siz Ukrayna’ya asker göndermeden hemen önce ABD Başkan Yardımcısı, Münih Güvenlik Konferansı’na gitti ve Ukrayna Devlet Başkanı’nı NATO’ya katılmaya teşvik etti. Bunun sizi askeri harekata kışkırtmak yönünde bir çaba olduğunu düşünüyor musunuz?
Bir kez daha tekrar ediyorum, 2014 darbesinden sonra Ukrayna’da ortaya çıkan sorunlara barışçıl yollarla çözüm bulunmasını defalarca önerdik. Fakat kimse bizi dinlemedi. Dahası, tamamen ABD’nin kontrolü altında olan Ukraynalı liderler aniden Minsk anlaşmalarına uymayacaklarını ilan ettiler. Oradaki hiçbir şeyi beğenmediler ve o bölgede askeri faaliyetlere devam ettiler. Ve buna paralel olarak, o bölge NATO askeri yapıları tarafından çeşitli personel eğitim ve yeniden eğitim merkezleri kisvesi altında kullanılıyordu. Esasen orada üsler kurmaya başladılar. Hepsi bu kadar. Ukrayna, Ukrayna’daki gayri tâbi milletlerin haklarını sınırlayan yasaları kabul ederken, Rusların gayri tâbi millet olduğunu ilan etti. Tüm güneydoğu topraklarını Rus halkından bir hediye olarak alan Ukrayna, aniden Rusların bu topraklarda gayri tâbi bir milliyet olduğunu ilan etti. Bu normal mi? Tüm bunlar bir araya gelince savaşın sona erdirilmesi kararı alındı. Bu neo-Nazizm 2014 yılında Ukrayna’da başladı.
Zelensky’in bu çatışmaya bir çözüm bulmak için müzakere etme özgürlüğüne sahip olduğunu düşünüyor musunuz?
Detayları bilmiyorum. Tabii ki bir yargıya varmam zor ama öyle olduğuna inanıyorum. Her halükârda, eskiden vardı. Babası İkinci Dünya Savaşı sırasında faşist Nazilere karşı savaşmış. Bir keresinde onunla bu konu hakkında konuşmuştum. Dedim ki, Vladimir, ne yapıyorsun? Baban faşizme karşı savaşmışken neden bugün Ukrayna’da neo-Nazileri destekliyorsun? O bir cephe askeriydi. Size ne cevap verdiğini söylemeyeceğim. Bu ayrı bir konu ve bunu yapmamın yanlış olduğunu düşünüyorum. Ama seçme özgürlüğüne gelince. Neden olmasın? Ukrayna halkının, Ukrayna’yı barışa götüreceği beklentisiyle iktidara geldi. Bu konuda konuşmuştu. Bu sayede seçimleri ezici bir çoğunlukla kazandı. Ama sonra iktidara geldiğinde, bence iki şeyin farkına vardı. Birincisi, neo-Naziler ve milliyetçilerle çatışmamak daha iyi çünkü onlar agresif ve çok aktifler. Onlardan her şeyi bekleyebilirsiniz. İkincisi, ABD liderliğindeki Batı onları destekliyor ve Rusya ile düşmanlık edenleri her zaman destekleyecektir. Bu faydalı ve güvenlidir. Bu yüzden halkına Ukrayna’daki savaşı sona erdirme sözü vermesine rağmen ilgili tutumu aldı. Seçmenlerini kandırdı.
Ama sizce bu noktada, Şubat 2024 itibariyle, ülkesine ya da dünyaya bir faydası olmadığı açık olan bu duruma bir son vermek için sizinle ya da hükümetinizle doğrudan görüşme özgürlüğüne sahip mi? Sizce bunu yapabilir mi?
Neden olmasın? Kendisini bir devlet başkanı olarak görüyor. Seçimleri o kazandı. Her ne kadar Rusya’da 2014’ten sonra yaşanan her şey için darbenin birincil güç kaynağı olduğuna inanıyor olsak da. Ve bu anlamda bugün bile hükümet kusurlu. Ancak kendisini devlet başkanı olarak görüyor ve ABD, tüm Avrupa ve neredeyse dünyanın geri kalanı tarafından bu sıfatla tanınıyor. Neden olmasın? Yapabilir. Ukrayna ile İstanbul’da müzakere ettik. Anlaşmaya vardık. O da bunun farkındaydı. Dahası, müzakere grubu lideri Sayın Arahamya, sanırım soyadı, hala Rada’da iktidar partisinin, devlet başkanının partisinin başında. Ülkenin parlamentosu olan Rada’da hala devlet başkanlığı grubunun başında. Hâlâ orada oturuyor. Hatta belgeye ön imzasını bile attı. Size söylüyorum. Ama daha sonra tüm dünyaya şunu söyledi: Biz bu belgeyi imzalamaya hazırdık ama o zaman Başbakan olan Bay Johnson geldi ve Rusya ile savaşmanın daha iyi olacağını söyleyerek bizi bundan vazgeçirdi. Rusya ile çatışmalar sırasında kaybettiklerimizi geri almamız için gereken her şeyi vereceklerdi. Biz de bu teklifi kabul ettik. Bakın, açıklaması yayımlandı. Bunu açıkça söyledi. Buna geri dönebilirler mi, dönemezler mi? Asıl soru şu; bunu istiyorlar mı, istemiyorlar mı? Daha sonra Ukrayna Devlet Başkanı bizimle müzakereleri yasaklayan bir kararname yayınladı. O kararnameyi iptal etsin. İşte bu kadar. Biz hiçbir zaman müzakereleri reddetmedik. Her zaman duyuyoruz, Rusya hazır mı? Evet, hazır. Biz reddetmedik. Alenen reddeden onlardı. O zaman kararnamesini iptal etsin ve müzakerelere başlasın. Biz hiçbir zaman reddetmedik. Büyük Britanya’nın eski Başbakanı Bay Johnson’ın taleplerine ya da ikna çabalarına boyun eğmeleri ise gülünç görünüyor. Ve bu benim için çok üzücü çünkü Sayın Arahamya’nın da ifade ettiği gibi, bu düşmanlıkları bir buçuk yıl önce savaşla durdurabilirdik. Fakat İngilizler bizi ikna etti ve biz de bunu reddettik. Bay Johnson şimdi nerede? Savaş da devam ediyor.
Bu güzel bir soru. Sizce nerede ve bunu neden yaptı?
Kim bilir. Ben de anlamıyorum. Genel bir başlangıç noktası vardı. Nedense herkes Rusya’nın savaş alanında yenilebileceği yanılsamasına kapıldı. Kibir yüzünden, temiz yüreklilikleri yüzünden ama büyük bir akılla izah edilir değil.
Rusya ile Ukrayna arasındaki ilişkiyi tanımladınız. Rusya’nın kendisini de birkaç kez Ortodoks olarak tanımladınız. Bu sizin Rusya anlayışınızın merkezinde yer alıyor. Ortodoks olduğunuzu söylediniz. Bu sizin için ne anlama geliyor? Kendi tanımınıza göre siz Hristiyan bir lidersiniz. Peki bunun sizin üzerinizde nasıl bir etkisi var?
Biliyorsunuz, daha önce de belirttiğim gibi, 988 yılında Prens Vladimir, büyükannesi Prenses Olga’yı örnek alarak vaftiz edildi. Sonra ekibini vaftiz etti. Ve daha sonra, birkaç yıl boyunca, yavaş yavaş tüm Rusları vaftiz etti. Paganlardan Hıristiyanlara geçiş uzun bir süreçti. Uzun yıllar aldı ama sonunda bu Ortodoksluk, Doğu Hıristiyanlığı, Rus halkının bilincinde derin bir şekilde kök saldı. Rusya genişleyip İslam, Budizm ve Museviliği benimseyen diğer ulusları da bünyesine kattığında, Rusya diğer dinleri benimseyen insanlara karşı her zaman çok sadık oldu. Bu bizim gücümüzdür. Bu kesinlikle açıktır. Ve gerçek şu ki ana postülalar, ana değerler çok benzer. Az önce bahsettiğim ve Rusya Federasyonu’nun geleneksel dinleri olan tüm dünya dinlerinde aynı olduğunu söylememe gerek yok. Bu arada Rus yetkililer, Rus İmparatorluğu’na gelen insanların kültürü ve dini konusunda her zaman çok dikkatli olmuşlardır. Bana göre bu, Rus devletinin hem güvenliğinin hem de istikrarının temelini oluşturmaktadır. Rusya’da yaşayan tüm halklar temelde burayı kendi anayurtları olarak görürler. Diyelim ki insanlar Latin Amerika’dan size ya da Avrupa’ya geldiler, hatta daha açık ve anlaşılır bir örnek vermek gerekirse, insanlar tarihi anayurtlarından size ya da Avrupa ülkelerine geldiler. Rusya’da farklı dinlere mensup insanlar da Rusya’yı anayurtları olarak görüyorlar. Onların başka bir anayurdu yok. Biz birlikteyiz. Bu büyük bir aile ve geleneksel değerlerimiz birbirine çok benziyor. Az önce büyük bir aileden bahsettik ama herkesin kendi ailesi var. Bu da toplumumuzun temelidir. Anayurt ve ailenin özellikle birbiriyle bağlantılı olduğunu söylersek, bu gerçekten de böyledir, zira tüm ülke için, anayurt için normal, sürdürülebilir bir gelecek sağlamadan çocuklarımız ve ailelerimiz için normal bir gelecek sağlamak mümkün değildir. Rusya’da yurtseverlik duygusunun bu kadar güçlü olmasının nedeni budur.
Dinler arasındaki farklardan biri de Hıristiyanlığın özellikle şiddet içermeyen bir din olmasıdır. İsa der ki, öbür yanağını çevir. Öldürmeyin. Öldürmek zorunda olan bir lider —hangi ülkenin olursa olsun— nasıl Hristiyan olabilir? Bunu kendinizle nasıl bağdaştırıyorsunuz?
İnsanın kendisini, ailesini ve vatanını koruması söz konusu olduğunda bu çok kolaydır. Biz kimseye saldırmayız. Ukrayna’daki gelişmeler ne zaman başladı? Darbe ve Donbass’taki çatışmalar başladığından beri. İşte o zaman başladı. Biz de halkımızı, kendimizi, vatanımızı ve geleceğimizi koruyorduk. Genel olarak dine gelince, bilirsiniz, bu dışsal tezahürlerle ilgili değildir. Her gün kiliseye gitmekle ya da kafanızı yere vurmakla ilgili değildir. Bu kalptedir ve bizim kültürümüz son derece insan odaklıdır. Batı’da çok iyi tanınan ve Rus kültürünün, Rus edebiyatının dehası olan Dostoyevski, bu konuda, Rusya’nın ruhu hakkında çok söz sarf etti. Sonuçta Batı toplumu daha pragmatiktir. Ruslar ise daha çok ebedi olanı, ahlaki değerleri düşünür. Bilmiyorum, belki bana katılmayacaksınız ama sonuçta Batı kültürü daha pragmatiktir. Bunun kötü olduğunu söylemiyorum. Günümüzün altın milyarının üretimde, hatta bilimde vs. iyi başarılar elde etmesini mümkün kılıyor. Bunda yanlış bir şey yok. Sadece biraz aynı göründüğümüzü söylüyorum.
Peki şu anda dünyada olup bitenlere baktığınızda metafiziğin iş başında olduğunu düşünüyor musunuz? Tanrı’yı iş başında düşünüyor musunuz? Hiç kendinize bunların insani olmayan güçler olduğunu düşündüğünüz oluyor mu?
Hayır, dürüst olmak gerekirse. Ben öyle düşünmüyorum. Benim görüşüm, dünya toplumunun gelişiminin içsel yasalara uygun olduğu ve bu yasaların ne ise o olduğu yönündedir. İnsanlık tarihinde bu hep böyle olmuştur. Bazı uluslar ve ülkeler yükselmiş, güçlenmiş ve sayıca artmış ve daha sonra alıştıkları statüyü kaybederek uluslararası sahneden çekilmişlerdir. Muhtemelen örnek vermeme gerek yok ama Cengiz Han’la başlayıp Altın Orda’yı fetheden ordularla devam edebilir ve Roma İmparatorluğu’yla sonlandırabiliriz. İnsanlık tarihinde Roma İmparatorluğu gibi bir şey hiç olmamış gibi görünüyor. Bununla birlikte, barbarların potansiyeli de nüfusları gibi giderek artmıştır. Genel olarak, barbarlar güçleniyor ve bugün söyleyebileceğimiz gibi iktisadi olarak gelişmeye başlıyorlardı. Bu durum sonunda Roma İmparatorluğu’nun ve Romalılar tarafından dayatılan rejimin çöküşüne yol açtı. Fakat Roma İmparatorluğu’nun dağılması beş yüzyıl sürdü. Şu anda yaşananlarla aramızdaki fark, yaşanan tüm değişim süreçlerinin Roma dönemine kıyasla çok daha hızlı gerçekleşmiş olması.
Peki sizce yapay zekâ imparatorluğu ne zaman başlıyor?
Vladimir Putin: Giderek daha karmaşık sorular soruyorsunuz. Bunları yanıtlamak için büyük sayılar, büyük veri ve yapay zekâ konusunda uzman olmanız gerekiyor. İnsanlık şu anda genetik araştırmacılar nedeniyle pek çok tehditle karşı karşıya, artık bu süper insanı yaratmak mümkün. Uzmanlaşmış bir insan. Genetik olarak tasarlanmış bir atlet, bilim insanı, asker. Elon Musk’ın ABD’de insan beynine çip taktırdığına dair haberler var.
Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bence Elon Musk’ı durdurmanın bir yolu yok. O münasip gördüğünü yapacaktır. Yine de onunla ortak bir zemin bulmanız gerekecek. Onu ikna etmenin yollarını arayın. Bence o akıllı bir insan. Gerçekten öyle olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla onunla bir anlaşmaya varmanız gerekecek çünkü bu sürecin resmileştirilmesi ve belirli kurallara tabi tutulması gerekiyor. İnsanlık, genetikteki ya da yapay zekâdaki en yeni gelişme nedeniyle ne olacağını düşünmek zorunda. Ne olacağına dair yaklaşık bir tahminde bulunulabilir. İnsanlık bir zamanlar nükleer silahlardan kaynaklanan varoluşsal bir tehdit hissetmişti. Tüm nükleer ülkeler birbirleriyle uzlaşmaya başladılar, çünkü nükleer silahların ihmalkâr kullanımının insanlığı yok oluşa sürükleyebileceğini fark ettiler. Bugün genetik veya yapay zekâ araştırmalarını durdurmak imkansızdır, tıpkı geçmişte barut kullanımını durdurmanın imkânsız olduğu gibi. Ancak tehdidin yapay zekâ, genetik ya da başka herhangi bir alanın dizginsiz ve kontrolsüz gelişiminden kaynaklandığını fark ettiğimiz anda, bunların nasıl düzenleneceği konusunda uluslararası bir anlaşmaya varmanın zamanı gelecektir.
Bize ayırdığınız zaman için teşekkür ederim. Size son bir soru soracağım. Bu da ABD’de çok ünlü olan biriyle ilgili. Muhtemelen burada değil. Wall Street Journal muhabiri Evan Gershkovich. 32 yaşında. Ve neredeyse bir yıldır hapiste. Bu ABD’de büyük bir haber. Size doğrudan sormak istiyorum, olayın detaylarına girmeden ya da olanları kendi yorumunuzla anlatmadan, eğer dürüstlüğünüzün bir göstergesi olarak onu bize bırakırsanız, biz de onu ABD’ye geri getiririz.
Nezaketimiz gereği o kadar çok iyi niyet jesti yaptık ki, sanırım bu jestler tükendi. Hiç kimsenin bize benzer bir şekilde karşılık verdiğini görmedik. Ancak teorik olarak, ortaklarımızın karşılıklı adımlar atması halinde bunu yapabileceğimizi göz ardı etmediğimizi söyleyebiliriz. Ortaklardan bahsederken öncelikle özel hizmetlerden bahsediyorum. İstihbarat kurumları birbirleriyle temas halinde. Söz konusu mesele üzerine görüşüyorlar. Bu meseleyi çözme konusunda bir tabu yok. Biz çözmeye hazırız ama istihbarat kanalıyla görüşülen bazı şartlar var. Bir anlaşmaya varılabileceğine inanıyorum.
Yani tipik olarak, bu tür şeyler belli ki yüzyıllardır oluyor. Bir ülke kendi sınırları içinde başka bir casus yakalar. Onu başka bir ülkedeki kendi istihbaratçılarından biriyle takas eder. Bence bu beni ilgilendirmez ama bunu farklı kılan şey adamın casus olmaması. O bir çocuk ve belki bir şekilde yasalarınızı çiğniyordu ama bir süper casus değil ve bunu herkes biliyor. Ve karşılığında rehin tutuluyor, bu da saygı çerçevesinde doğru. Bu doğru. Ve herkes bunun doğru olduğunu biliyor. Belki de o farklı bir kategoridedir. Belki de onu serbest bırakma karşılığında başka birini istemek adil değildir. Belki de bunu yapmak Rusya’yı aşağılamaktır.
Biliyorsunuz, neyin casus olduğuna dair farklı yorumlar getirebilirsiniz. Fakat yasaların öngördüğü bazı şeyler var. Eğer bir kişi gizli bilgileri ele geçirir ve bunu komplocu bir şekilde yaparsa, bu casusluk olarak nitelendirilir. Ve onun yaptığı da tam olarak buydu. Gizli bilgiler alıyordu ve bunu gizlice yapıyordu. Belki bunu dikkatsizlikten ya da kendi inisiyatifiyle yapmıştır. Bunun casusluk olarak nitelendirilebileceği hakikati göz önüne alındığında, bu bilgiyi alırken suçüstü yakalandığı için gerçek kanıtlanmıştır. Eğer zorlama bir bahane, bir uydurma, kanıtlanmamış bir şey olsaydı, o zaman farklı bir hikâye olurdu. Ancak gizli bilgileri gizlice alırken suçüstü yakalandı. Yani?
Ama siz onun ABD hükümeti ya da NATO adına çalıştığını mı söylüyorsunuz, yoksa sadece kendisine sahip olmaması gereken materyaller verilen bir muhabir miydi? Bunlar çok farklı, çok farklı şeyler gibi görünüyor.
Kimin için çalıştığını bilmiyorum. Ancak gizli bilgileri gizlice elde etmenin casusluk olarak adlandırıldığını yinelemek isterim. ABD istihbarat kurumları ve diğer bazı kurumlar adına çalışıyordu. Monako için çalıştığını sanmıyorum zira Monako’nun bu bilgileri almakla ilgilenmesi pek mümkün değil. Bir anlaşmaya varmak istihbarat kurumlarına bağlı. Bazı temeller atıldı. Bize göre istihbarat kurumlarıyla bağlantısı olmayan insanlar var. Size ABD’nin müttefiki olan bir ülkede hapis yatan bir kişinin hikayesini anlatayım. Bu kişi yurtseverlik duyguları nedeniyle Avrupa başkentlerinden birinde bir haydutu ortadan kaldırdı. Kafkasya’daki olaylar sırasında ne yaptığını biliyor musunuz? Bunu söylemek istemiyorum ama yine de söyleyeceğim. Esir alınan askerlerimizi yola yatırıyor ve sonra arabasını başlarının üzerinden geçiriyordu. Bu nasıl bir insan? Ona insan bile denebilir mi? Ama Avrupa başkentlerinden birinde onu ortadan kaldıran bir yurtsever vardı. Bunu kendi iradesiyle yaptı mı yapmadı mı? Bu farklı bir soru.
Yani, bu tamamen farklı bir şey. 32 yaşında bir gazeteci.
O farklı bir şey yaptı. O sadece bir gazeteci değil. Tekrar ediyorum. O gizli bilgileri gizlice elde eden bir gazeteci. Evet, bu farklı bir şey ama yine de nerede cezalarını çekiyor olurlarsa olsunlar, esasen ABD makamları tarafından kontrol edilen diğer insanlardan bahsediyorum.
İstihbarat kurumları arasında devam eden bir diyalog var. Bunun sakin, sorumlu ve profesyonel bir şekilde çözülmesi gerekiyor. İletişim halindeler, bırakın işlerini yapsınlar.
Bahsettiğiniz kişinin, Bay Gershkovich’in, ülkesine dönebileceğini göz ardı etmiyorum. Ancak günün sonunda onu Rusya’da hapiste tutmanın bir anlamı yok. ABD istihbarat kurumlarının, bizim istihbaratımızın takip ettiği hedeflere ulaşılmasına nasıl katkıda bulunabileceklerini düşünmelerini istiyoruz. Biz görüşmeye hazırız. Üstelik görüşmeler devam ediyor ve bu görüşmelerin başarı ile taçlandırıldığı pek çok başarılı örnek yaşandı. Muhtemelen bu da başarı ile taçlandırılacaktır. Fakat bir anlaşmaya varmak zorundayız.
Umarım tahliyesine izin verirsiniz. Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Ben de onun sonunda ülkesine dönmesini istiyorum. Kesinlikle samimiyim. Ancak bir kez daha söylememe izin verin, diyalog devam ediyor. Bu tür olayları ne kadar kamuya açık hale getirirsek, çözüme kavuşturmak da o kadar zorlaşır. Her şey sakin bir şekilde yapılmalı.
Bunun savaş için de geçerli olup olmadığını merak ediyorum. Sanırım bir soru daha sormak istiyorum, belki stratejik nedenlerle söylemek istemiyorsunuz ama Ukrayna’da yaşananların çok daha büyük ve çok daha korkunç bir şeye yol açabileceğinden endişe ediyor musunuz? Ve ABD hükümetini arayıp anlaşmaya varalım deme konusunda ne kadar motivasyonunuz var?
Görüşmeyi reddetmediğimizi zaten söyledim. Müzakere etmeye hazırız. Batı tarafı ve Ukrayna açıkça ABD’nin bir uydu devleti. Bu çok açık. Bunu sert bir söz ya da hakaret arayışındaymışım gibi algılamanızı istemem. Fakat ikimiz de neler olduğunu anlıyoruz. Mali destek, 72 milyar Amerikan doları sağlandı. Almanya ikinci sırada, sonra diğer Avrupa ülkeleri geliyor. Onlarca milyar Amerikan doları Ukrayna’ya gidiyor. Büyük bir silah akını var. Bu durumda, mevcut Ukrayna yönetimine durmasını ve müzakere masasına gelmesini, bu saçma kararnameyi iptal etmesini söylemelisiniz. Biz reddetmedik.
Elbette, ama bunu zaten söylediniz. Bunun bir hakaret olduğunu düşünmedim çünkü zaten doğruyu söylediniz, Ukrayna’nın Biden yönetimi adına hareket eden eski Britanya Başbakanı tarafından bir barış anlaşması için müzakere etmesinin engellendiği bildirildi. Yani, tabii ki onlar bir uydu. Büyük ülkeler küçük ülkeleri kontrol eder. Bu yeni bir şey değil. İşte bu yüzden Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ile değil, bu kararları alan Biden yönetimi ile doğrudan muhatap olmayı sordum.
Ukrayna’daki Zelenskiy yönetimi müzakereyi reddettiyse, bunu Washington’un talimatıyla yaptıklarını varsayıyorum. Eğer Washington bunun yanlış bir karar olduğuna inanıyorsa, bırakalım kararından dönsün. Kimsenin hakarete uğramaması için hassas bir bahane bulsun. Bir çıkış yolu bulsun. Bu kararı veren biz değiliz. Onlar verdi. O yüzden bırakın geri dönsünler. Bu kadar. Ancak, yanlış bir karar verdiler. Ve şimdi onların hatalarını düzeltmek için bu durumdan bir çıkış yolu aramalıyız. Bunu onlar yaptı, bırakın kendileri düzeltsinler. Biz bunu destekliyoruz.
Söylediklerinizi yanlış anlamadığımdan emin olmak istiyorum. Öyle olduğunu sanmıyorum. Sanırım Ukrayna’da yaşananlara müzakere yoluyla bir çözüm bulunmasını istediğinizi söylüyorsunuz.
Doğru. Ve biz bunu yaptık. Ukrayna heyetinin başkanı tarafından paraflanan devasa belgeyi İstanbul’da hazırladık. İmzasını bazı maddelere atmıştı, hepsine değil. İmzasını attı ve sonra kendisi dedi ki, biz bunu imzalamaya hazırdık ve savaş uzun zaman önce bitmiş olacaktı. 18 ay önce. Ancak Başbakan Johnson geldi ve bizimle konuşarak bu şansı kaçırdık. Siz de kaçırdınız. Bir hata yaptınız. Bırakalım da buna geri dönsünler. Hepsi bu kadar. Neden kendimizi rahatsız edip başkalarının hatalarını düzeltmek zorundayız? Bunun bizim hatamız olduğunu söyleyebiliriz. Durumu gerginleştiren ve 2014 yılında Donbass’ta başlayan savaşa son vermeye karar veren bizdik. Daha önce de söylediğim gibi silahlar aracılığıyla. Tarihi ilerletmeye geri dönelim. Bunu size zaten söylemiştim. Biz de tam bunu tartışıyorduk. NATO’nun genişlemeyeceği sözünün verildiği 1991 yılına, NATO kapılarının Ukrayna’nın tarafsız bir devlet olduğunu ilan eden Ukrayna Devlet Egemenliği Deklarasyonu’na açıldığı 2008 yılına geri dönelim. NATO ve ABD askeri üslerinin Ukrayna topraklarında belirmeye başladığı ve bize tehdit oluşturduğu gerçeğine geri dönelim. Ukrayna’da 2014 yılında gerçekleşen darbeye geri dönelim. Yine de anlamsız, değil mi? Sonsuza kadar gidip gelebiliriz ama müzakereleri durdurdular. Bu bir hata mı? Evet. Düzeltin. Biz hazırız. Başka ne lazım?
Sizce NATO’nun iki yıl önce Ukrayna toprağı olan bir bölgenin Rusya tarafından kontrol edilmesini kabul etmesi çok mu aşağılayıcı?
Bunu onurlu bir şekilde nasıl yapacaklarını düşünsünler dedim. Eğer istek varsa seçenekler de vardır. Şimdiye kadar Rusya’yı savaş alanında stratejik bir yenilgiye uğratmakla ilgili yaygara ve çığlıklar koparılıyordu. Ancak şimdi bunun, eğer mümkünse bile, başarılmasının zor olduğunu anlamaya başladılar. Benim görüşüme göre, tanımı gereği imkansızdır. Asla gerçekleşmeyecek. Bana öyle geliyor ki şimdi Batı’da iktidarda olanlar da bunun farkına varmaya başladılar. Eğer öyleyse, bu farkındalık yerleştiyse, bundan sonra ne yapacaklarını düşünmek zorundalar. Biz bu diyaloğa hazırız.
Tebrikler NATO, siz kazandınız demeye ve durumu olduğu gibi korumaya razı olur musunuz?
Biliyorsunuz, bu müzakerelerin konusu. Kimse bunu yapmaya istekli değil ya da daha doğru bir ifadeyle… İstekliler ama nasıl yapacaklarını bilmiyorlar. İstediklerini biliyorum. Bunu sadece ben görmüyorum, istediklerini biliyorum ama nasıl yapacaklarını anlamakta zorlanıyorlar. Durumu içinde bulunduğumuz noktaya onlar sürükledi. Bunu yapan biz değiliz. Bunu yapan ortaklarımız, muhaliflerimiz. Şimdi durumu nasıl tersine çevireceklerini düşünsünler. Biz buna karşı değiliz. Eğer bu kadar üzücü olmasaydı komik olurdu. Ukrayna’daki bu bitmek bilmeyen seferberlik, histeri, iç sorunlar, er ya da geç bir anlaşmayla sonuçlanacaktır. Biliyorsunuz, mevcut durum göz önüne alındığında bu muhtemelen kulağa tuhaf geliyor. Fakat iki halk arasındaki ilişkiler her halükârda yeniden inşa edilecektir. Çok zaman alacak ama iyileşecekler. Size çok sıra dışı örnekler vereceğim. Savaş alanında bir muharebe karşılaşması var. İşte size spesifik bir örnek. Ukraynalı askerler kuşatılıyor. Bu gerçek hayattan bir örnek. Askerlerimiz onlara bağırıyordu. Hiç şansınız yok. Teslim olun. Dışarı çıkın ve hayatta kalacaksınız. Birden Ukraynalı askerler oradan Rusça bağırmaya başladılar. Mükemmel Rusça. Ruslar teslim olmaz diyorlardı. Ve hepsi yok oldu. Kendilerini hala Rus olarak tanımlıyorlar. Yaşananlar bir dereceye kadar iç savaşın bir unsuru. Batı’daki herkes Rus halkının sonsuza kadar düşmanlıklarla bölündüğünü ve şimdi yeniden birleşeceklerini düşünüyor. Birlik hala orada. Ukraynalı yetkililer Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ni neden tasfiye ediyor? Çünkü sadece toprakları bir araya getirmekle kalmıyor. Ruhlarımızı da bir araya getiriyor. Hiç kimse ruhları birbirinden ayıramaz. Burada bitirelim mi, yoksa başka bir şey var mı?
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Dünya Basını
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat

Rus dış politika uzmanı Sergey Karaganov, liberal uluslararası düzenin Birinci Dünya Savaşı’ndan beri süregelen bir krizde olduğunu ve Batı’nın düşüşünün sömürgeciliğin sonu ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü gibi olaylarla hızlandığını belirtiyor. Karaganov, BM ve IMF gibi mevcut küresel kurumların yetersiz kaldığını, BRICS ve ŞİÖ gibi platformlarda paralel yapılar kurulması gerektiğini savunuyor. Rusya’nın Ukrayna’daki askeri müdahalesi ile “Dünya Çoğunluğu” olarak adlandırdığı Küresel Güney’i yeniden keşfettiğini ve bu çoğunluğun askeri-stratejik çekirdeği olduğunu vurguluyor. Ayrıca, Rusya-Çin ittifakının Batı baskısına karşı koymada ve yeni bir dünya düzeni inşa etmede kilit rol oynadığını, ancak Büyük Avrasya konseptiyle Çin’in olası hegemonyasının dengeleneceğini ifade ediyor.
Sergey Karaganov ile mülakat
14 Mayıs 2025
Missing Voices, New South Institute’un (NSI) liberal uluslararası düzenin gelişmekte olan krizini ana akım tartışmalarda genellikle göz ardı edilen sesler aracılığıyla inceleyen bir girişimi. Yeni serinin bu ilk mülakatında Yelena Vidoyeviç, Batı’nın düşüşünün kökenlerini izlemek ve Batı sonrası, çok kutuplu dünyanın nasıl şekillendiğini keşfetmek üzere Sergey Karaganov ile bir araya geliyor.
Karaganov, Rusya’nın Dış ve Savunma Politikaları Konseyi’ne liderlik etme ve uluslararası danışma kurullarında görev alma konusundaki onlarca yıllık deneyimine dayanarak, liberal düzenin Birinci Dünya Savaşı kadar erken bir tarihte çatlamaya başladığını ve sömürgeciliğin sona ermesi, nükleer caydırıcılık ve Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle hızlandığını savunuyor. Birleşmiş Milletler (BM) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi mevcut kurumların neden günümüz gerçekleriyle artık uyuşmadığını tartışıyor, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde paralel çerçeveler oluşturulmasını öneriyor ve Rusya’nın Ukrayna’daki Özel Askeri Operasyonu’nun ardından Dünya Çoğunluğu’nu yeniden keşfetmesi üzerine düşünüyor.
Aşağıdaki söyleşinin tamamını okumaya davet ediyoruz. Bu, Missing Voices serisindeki birkaç diyalogdan sadece ilki; yakında Küresel Güney’den akademisyenler ve uygulayıcılarla daha fazla mülakat yayımlanacak.
Sergey Aleksandroviç Karaganov, Ulusal Araştırma Üniversitesi Ekonomi Yüksekokulu, Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Fakültesi Fahri Profesörü; Dış ve Savunma Politikası Konseyi Başkanlığı Onursal Başkanı; Durum Analizi Programı Başkanı. Karaganov, Yevgeniy Primakov’un yakın bir çalışma arkadaşıydı ve hem Boris Yeltsin’e hem de Vladimir Putin’e Devlet Başkanlığı Danışmanlığı yaptı.
Liberal uluslararası düzenin krizde olduğu konusunda yaygın bir fikir birliği var. Ancak, bu krizin temel nedenleri veya Batı modelinin çöktüğünü gösteren erken uyarı işaretleri konusunda daha az fikir birliği bulunuyor. Bu erken göstergeler nelerdi ve mevcut türbülansa en çok hangi faktörler katkıda bulundu?
16. yüzyıla kadar dünyanın çok kutuplu olduğunu, ancak 16. ve 17. yüzyıllardan sonra Batı merkezli hâle geldiğini söyleyebiliriz. Batı’nın askeri üstünlüğü, o zamanlar Avrupa’nın kültürel ve siyasi sömürgeciliği ile ekonomik hakimiyet sisteminin temelini oluşturdu. Sömürgecilik çökmeye başladığında, yerini liberal küreselci sistem olarak da adlandırılan yeni sömürgeciliğe bıraktı. Ancak temeli sürekli çatırdadığı için yeni sömürgecilik de çökmeye devam etti.
Liberal uluslararası düzenin krizi, daha doğrusu Batı’nın krizi, yüz yıldan daha uzun süre önce, Batı’nın kendisine karşı korkunç bir dünya savaşı (Birinci Dünya Savaşı) başlatmasından sonra başladı. Bu, Batı toplumunun birçok normunu ve temelini sarstı. Oswald Spengler, bu durumu bazen Avrupa’nın Çöküşü olarak da adlandırılan Batı’nın Çöküşü adlı kitabında oldukça etkileyici bir şekilde anlatmıştı.
1920’lerin başlarında Sovyetler Birliği hâline gelen Rusya, Batı sisteminden koptu ve diğer şeylerin yanı sıra sömürgecilik karşıtı ve ulusal kurtuluş hareketlerini desteklemeye başladı. Fakat bu dönem, Batı içindeki çelişkilerden büyük ölçüde kaynaklanan 1930’ların en derin krizi ve İkinci Dünya Savaşı ile aynı zamana denk gelmesine rağmen, henüz Batı ve liberal sistemlerin kriziyle ilişkilendirilmiyordu.
1950’lerde ve 60’larda, eylemlerinin sonuçlarının tam olarak farkında olmasa da kendi güvenliğinden endişe duyan Sovyetler Birliği’nin nükleer silahlar yaratması ve uluslararası sistemdeki 500 yıllık Batı hakimiyetinin temelini yıkmasıyla yeni bir aşama başladı. Bu temel, Avrupa’nın/Batı’nın askeri-teknik ve askeri-örgütsel üstünlüğüne dayanıyordu.
1960’larda Batı savaşları kaybetmeye başladı ve sömürgeciliğin tasfiyesi başladı. Batı artık iradesini zorla kabul ettiremiyordu. Kore Savaşı kaybedildi, Fransa’nın Vietnam’daki savaşı da öyle, bunu Amerika Birleşik Devletleri’nin Vietnam’daki yenilgisi ve petrol ambargosu izledi.
Batı’da ve özellikle Avrupa’da yapısal çelişkiler birikmeye başladı. Avrupa 1960’ların sonlarından itibaren durgunlaşıyordu ve 1970’lerde ve 80’lerde Batı’nın gerilemeye başladığı görülüyordu. Ancak daha sonra Sovyetler Birliği çöktü ve Batı’nın küresel hakimiyet sistemlerine rakip olma rolünü oynamayı bıraktı. Batı mesut oldu ve sorunlarını unuttu, özellikle de Rusya, Orta ve Doğu Avrupa ve tabii ki Çin’de kendisine açılan bir buçuk ila iki milyar düşük ücretli işçiden ve devasa pazarlardan güçlü bir destek aldığı için.
Ancak 2000’lerde, kabul edilebilir, egemen koşullarda Batı sistemine entegre olamayacağını anlayan Rusya, askeri gücünü yeniden tesis etmeye karar verdi ve bunu başardı. Liberal uluslararası düzen, belirli etik, öncelikle Protestan, Hristiyan değerler üzerine kurulmuş olan Batı kapitalizminin ahlaki yozlaşmasıyla aynı zamana denk gelen yeni bir krize sürüklendi. Sonsuz zenginleşmeye ve sürekli artan tüketime dayalı bir model hakim oldu ve böylece yaşamın dokusuna —Dünya gezegenine— zarar verdi.
Rusya bir ölçüde muhtemelen liberal düzen krizinin anahtarıydı, ancak ne Sovyet ne de Rus liderlerin gerçekte ne yaptıklarını tam olarak anladıklarından eminim. Ülkenin güvenliği için endişeleniyorlardı ve geleneksel Rus enternasyonalizmiyle hareket ederek, o zamanlar “Üçüncü Dünya” olarak adlandırılan sömürgecilik karşıtı hareketleri ve ülkeleri desteklediler. Tekrar söyleyeyim: Keskin bir kriz uzun zaman önce patlak verdi, en akut aşaması 1970’lerde/80’lerde başladı, ancak bu, Batı modelinin geçici zaferiyle kesintiye uğradı, ardından kriz hızlandı ve o zamandan beri ivme kazanıyor.
Gelişmekte olan “Batı sonrası” dünyanın tanımlayıcı özellikleri olarak neleri görüyorsunuz? Bu yeni dönemde güç dinamikleri, ekonomik yapılar ve jeopolitik ittifaklar nasıl değişecek? Ayrıca, mevcut küresel yönetişim kurumlarının geçerliliğini koruyacağına mı, yoksa değişen güç dengesini yansıtmak için reforme edilmeleri, hatta değiştirilmeleri mi gerektiğine inanıyorsunuz?
Sorunuzun iki cevabı var. Birincisi, mevcut küresel yönetişim kurumları çoğunlukla açıkça yetersiz. Bu öncelikle IMF, Dünya Bankası ve büyük ölçüde BM bağlantılı kurumlar için geçerli. Dolayısıyla bunları neyle ve nasıl değiştireceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Ancak bunları zamanından önce yok etmeye gerek yok, bu sadece kaosu artırır.
Şimdilik basit reçetem, ŞİÖ, BRICS ve Küresel Güney yerine kullanmayı tercih ettiğimiz ifadeyle Dünya Çoğunluğu içinde paralel kurumlar oluşturmamız ve aynı zamanda bazı kilit uluslararası kalkınma konularında Batı’dan istekli katılımcıları da sürece dahil etmemizdir. Bunlar arasında örneğin iklim değişikliklerinin ve insan kaynaklı felaketlerin sonuçları, gıda kıtlığı, salgın hastalıklar ve biyolojik silahların yayılması yer alıyor. Acil dikkat gerektiren ancak mevcut sistem içinde çözülemeyen daha pek çok konu sayabilirim.
Ancak yine de tüm BM sistemini hemen hurdaya çıkarmamalıyız. Belki 15 ila 20 yıl ya da daha sonra, büyük bir dünya savaşına sürüklenmezsek BM kurumlarına tekrar ihtiyacımız olabilir. BM’nin temel sorunu Tüzüğü değil, son birkaç on yıldır, başta merkezlerinin New York, Cenevre ve Viyana’da bulunması olmak üzere bir dizi koşul nedeniyle, Batılı ülkelerden yetkililer veya kendilerini Dünya Çoğunluğu ile değil Batı ile aynı hizaya getiren yetkililer tarafından kuşatılmış olmasıdır. Bununla birlikte, bu sistem zayıflıyor ve giderek daha az meşru hâle geliyor olsa da yok edilmemelidir. Bunun yerine paralel sistemler oluşturulmalı.
İkincisi, yeni dünya düzeninin tanımlayıcı özellikleri hakkında. Ben elbette kâhin değilim. Ancak uzun bir dönemin ardından (şu anda tahmin etmek neredeyse imkânsız olsa da bence 10 ila 15 yıl sürecek) ulusların ve medeniyetlerin gelişebileceği, etrafta hegemonların olmadığı, eskilerin kenara çekileceği ve yenilerinin ortaya çıkma şansı bulamayacağı çok kutuplu ve oldukça özgür bir dünya göreceğimiz benim için oldukça aşikar. Bu yüzden o dünyayı gerçekten seviyorum. Onu görecek kadar yaşamayabilirim ama bu başka bir mesele. Batı yanlısı olmayacak. Umarım hür olacak.
Fakat özgürlük çok pahalı bir metadır ve bedelini ödemek zorunda kalacağız. Ona ulaşmak için çok çalışmamız gerekecek. Bu yüzden tüm ülkelerin, halkların ve her bireyin, dünyanın büyük çaplı bir savaşa sürüklenmesini önlemek ve ulusların dağılmasından kaçınmak için bu çalkantılı dönemi olabildiğince sorunsuz atlatmaya çalışması gerekiyor. Bu oldukça zor bir dönem ama üzerinde düşünülmesi gereken bir şey.
Ukrayna’daki Özel Askeri Operasyon (ÖAO), Rusya için sadece Batı ile ilişkilerinde değil, daha da önemlisi, sizin ve meslektaşlarınızın “Dünya Çoğunluğu” olarak adlandırdığı Küresel Güney’i yeniden keşfetmesinde nasıl bir dönüm noktası oldu?
ÖAO —aslında Ukrayna’da Batı ile savaş— Rusya’nın politikasının tüm yönlerini önemli ölçüde etkiledi. Bu operasyon, Rus ekonomisinde ve Rus dış politika düşüncesinde doğuya kayışı hızlandırdı. Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkeleriyle ticaret hacmi keskin bir şekilde arttı. Afrika ile ticaret canlanıyor. Rusya’nın Dünya Çoğunluğu’na yönelik devam eden yöneliminin çarpıcı bir şekilde hızlanması da çok önemli. Rusya nihayet gelecekteki büyüme kaynaklarının ve en umut verici ortakların burada olduğunu fark etti.
Ancak Dünya Çoğunluğu’na bu yöneliş ÖAO’dan çok önce tasarlandı ve başladı. Bundan birkaç yıl önce yazdık ve konuştuk. Birkaç yıl önce meslektaşlarımla birlikte Dünya Çoğunluğu’na yönelik yeni politika hakkında bir rapor yayımladık ve ondan beş altı yıl önce de Afrika’ya yönelik yeni politika hakkında bir rapor yayımlamıştık. Yani hazırlıklıydık. Ve şimdi nesnel koşullar Dünya Çoğunluğu ile uyumlanmamızı hızlandırıyor. Dahası, Rusya nihayet bu çoğunluğun bir parçası olduğumuzu, onun askeri-stratejik çekirdeği ve temeli olduğumuzu kabul etmeye başlıyor. Biz sömürgeci güçler arasında değildik.
Sovyetler Birliği sömürgecilikten ve yeni sömürgecilikten kurtuluşu aktif olarak savundu ve Batı’nın askeri üstünlüğünü baltalayarak Dünya Çoğunluğu’nu eski Batı’nın hakimiyetinden kurtarmaya başladık. Ayrıca Rusya’da Doğu, Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin kültürüne artan bir ilgi görüyoruz ve halklar arası temaslar genişliyor, bu da çok cesaret verici. Yüksek enternasyonalizmin ve kültürel, dini ve etnik açıklığın çok iyi Rus geleneğine geri dönüyoruz. Size hatırlatayım, 18. yüzyılda etnik bir Etiyopyalının general rütbesine sahip olduğu neredeyse tek ülkeydik. O, Büyük Petro’nun sevilen bir çalışma arkadaşı ve öğrencisiydi. Rusya’nın en büyük şairi Puşkin (ve Puşkin’in bizim her şeyimiz, modern Rus edebi dilinin kurucusu olduğunu söyleriz), bu Afrika kökenlinin torunuydu.
ÖAO’nun Rusya’daki iç politika ve ekonomimiz üzerinde olumlu bir etkisi oldu. Bu askeri operasyonun teşvik ettiği bu iç değişikliklerin, kaçınılmaz bir dünya savaşı riskini taşıyan NATO’nun doğuya doğru genişlemesini durdurmanın yanı sıra, elbette temel hedeflerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Daha önce neredeyse durgun olan ekonomi şimdi daha hızlı büyüyor. Bilime, özellikle de teknik bilimlere yeniden yatırım yapıyoruz.
Savaş, Rus seçkinlerini ve toplumunu, geri kalmışlığın bir işareti hâline gelen Batıcılıktan ve Batı merkezcilikten arındırmaya yardımcı oluyor. Batı yaptırımları, komprador burjuvaziden ve onun entelektüel hizmetkârlarından kurtulmamıza yardımcı oluyor. Belki daha da önemli bir sonuç var: Rusya “gerçek benliğine” geri dönüyor. Ahlaki ve manevi bir yükseliş yaşıyor. Başka bir deyişle, çok boyutlu bir ekonomik, kültürel ve manevi Rönesans durumundayız. Elbette bu canlanmanın bedelini en iyi evlatlarımızın kanıyla ödemek zorunda olmamız çok üzücü. Ama biz kazanacağız. Bu canlanma, Doğu’ya ve Küresel Güney’e doğru kayışla birlikte bizde kalacak, özellikle de bu Dünya Çoğunluğu’nun askeri-politik çekirdeği olduğumuzu sürekli vurguladığımız için. Dünya Çoğunluğu’nu Batı’nın boyunduruğundan kurtarıyoruz.
Ukrayna’daki savaşın başlangıcındaki temel açığa çıkışlardan biri, Avrupalı seçkinler arasında —ve bir ölçüde kamuoyunda— “Rusya kaynaklı endişelerin” derinliğiydi. Bu endişeleri ne ölçüde tarihsel olarak yerleşmiş, uzun süredir devam eden jeopolitik anlatılara dayalı görüyorsunuz? Yoksa bu, daha yakın tarihli olaylara ve stratejik gelişmelere bir tepki mi? Mevcut gerilimler göz önüne alındığında, Rusya’nın orta vadede Batı’nın çoğuyla ilişkilerini normalleştirmesi için gerçekçi bir yol görüyor musunuz, yoksa kırılmalar yakın gelecekte uzlaşma için çok mu derinleşti?
Rus düşmanlığı (Russofobi) her zaman, özellikle Avrupa’da ve daha az ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’nde çok güçlü olmuştur. Slavlar ten rengi olarak Romano-Cermenlere benzese de bu bir tür ırkçılıktı. Bu, kültürel bir ırkçılık, bir tür üstünlük duygusuydu, zira tarihin belirli bir noktasında Moğol istilası nedeniyle Rusya teknolojik gelişimde geri kalmıştı. Fakat bu Rus düşmanlığının temel nedeni, Rusya’nın Avrupa ile yaptığı savaşları her zaman kazanmış olmasıydı.
Avrupa ile yaklaşık sekiz yüzyıl boyunca savaştık ve her zaman galip çıktık. Tüm Avrupa için özellikle travmatik olan, bizim Büyük Anayurt Savaşı olarak adlandırdığımız İkinci Dünya Savaşı’nda Rusya’ya yenilmesiydi. Yugoslavya ve Yunanistan hariç neredeyse tüm Avrupa ülkeleri Alman ordusuna silah, teçhizat ve yiyecek sağladı. Dahası, neredeyse tüm Avrupa ülkeleri asker verdi. On binlerce İtalyan, on binlerce Rumen ve hatta Fransızlar bize karşı savaştı. Alman Wehrmacht’ı ve SS’lerinin dörtte biri, hatta üçte biri Alman olmayan Avrupalılardan oluşuyordu.
1945’te Alman faşizmini yendiğimizi söyleriz, ama gerçekte bu, Avrupa’ya karşı bir zaferdi. O zamanlar, cömertlikten ve zafer coşkusundan dolayı Müttefiklerle birlikte kazandığımızı söylüyorduk. Doğru, kıta Avrupası’nı Amerikalılar ve İngilizlerle birlikte yendik.
Ama şimdi Avrupa’da Rus düşmanlığının (Russofobi) çamurlu dalgaları yeniden yükseliyor. Mevcut nefret dalgasının bir başka ve çok daha derin nedeni, bugünkü Avrupalı seçkinlerin her cephede kaybediyor olması. Eşitsizlik artıyor, ekonomi yavaşlıyor ve Avrupalıların kendi çıkarları için dünyaya dayattığı sözde “yeşil gündem” başarısız oldu. Avrupa toplumları derin bir ahlaki yozlaşmaya batıyor, bu da onları diğer birçok ulus için “dışlanmış” yapıyor. Avrupa toplumlarında ortaya çıkan ve diğer ülkelere dayatmaya çalıştıkları tüm bu en yeni, çok tuhaf insan sonrası veya insan karşıtı değerlerden bahsediyorum. Bunlar arasında ultra feminizm, LGBT kültürü, tarihin inkârı, transhümanizm vb. yer alıyor.
Buna, son 30 yıldır Avrupa genelinde eşitsizlikteki çarpıcı artışı, orta sınıfın düşüşünü ve sendikaları zayıflatmak ve kendi işgücü maliyetlerini düşürmek amacıyla 1960’larda birkaç göçmen dalgasının ülkeye girmesine izin veren ve şimdi onlarla başa çıkamayan Avrupalı seçkinlerin yaptığı korkunç ve şeytani hatayı da eklemeliyim. Bu sürekli başarısızlıkları örtbas etmek ve iktidarlarını meşrulaştırmak için (iktidardan uzaklaştırılmaları gerekirdi), 10 yılı aşkın süredir Rusya’dan askeri tehdit korkusunu körüklüyorlar.
Şimdi bu askeri tehdit korkusu, askeri bir histeriden başka bir şeye dönüşmüyor. Avrupalılar savaşa hazırlanıyor, bu da bizim ve tüm normal insanlar için gerçekten şok edici. Yüz yılı aşkın bir sürede üçüncü kez kendilerini intihara sürüklüyorlar. Avrupa’nın, iki dünya savaşı da dahil olmak üzere tüm insanlığın sorunlarının kaynağı olduğunu unutmamalıyız. Hiçbir şey öğrenmediler ve bir kez daha yeni bir dünya savaşına doğru gidiyorlar. Umarım Rusya, dünyanın üçüncü bir dünya savaşı kumarını oynamasını durdurabilir ve bu seçkinleri dizginleyebilir. Ama önümüzde zorlu bir yol var.
Şu anda Batı içinde Rusya’ya yaklaşımı ve Ukrayna’daki savaşın geleceği konusunda büyüyen bir ayrışmaya tanık oluyoruz gibi görünüyor. Paradoksal olarak, Rusya ile müzakere veya barış anlaşması olasılığını araştırmaya daha istekli olan ABD iken, pek çok AB lideri en iyi ihtimalle tereddütlü, en kötü ihtimalle ise bu tür tartışmalara kesinlikle karşı çıkıyor. Bu strateji farklılığını neyin tetiklediğine inanıyorsunuz? Bu, ABD ve AB içindeki farklı jeopolitik önceliklerin, ekonomik çıkarların veya iç siyasi baskıların bir yansıması mı? Ve bu bölünmenin, çatışmanın ele alınmasında Batı uyumunun geleceği için ne gibi etkileri olabilir?
Avrupalı ve Amerikalı seçkinler arasındaki farklar açık ve giderek artıyor. Bu savaşın başında, Amerikalı ve Avrupalı seçkinler genellikle aynı çıkarları güdüyorlardı. Amerikalılar, Rusya’yı stratejik bir düşman olarak mahvetmeyi umuyordu. Avrupalılar ise daha çok savaşı kazanmak ve böylece varlıklarını haklı çıkarmak ya da en azından toplumlarını iç sorunlardan uzaklaştırmak istiyordu. Ancak yıllar geçtikçe bu savaşı kazanamayacaklarını anladıkça, Amerikalı ve Avrupalı seçkinler arasında farklılıklar ortaya çıkmaya başladı.
Her şeyden önce, Rusya Ukrayna’daki NATO saldırganlığına sadece sert bir direniş göstermekle kalmadı, aynı zamanda bu saldırganlık devam ederse er ya da geç Rusya’yı Avrupa’daki hedeflere karşı nükleer silah kullanmaya zorlayacağını da belirtti. Amerikalılar fikir değiştiriyor, zira Avrupa’da nükleer bir savaşa ihtiyaçları yok. Nükleer savaşın neye benzediğini anlıyorlar. Biden son derece saldırgan bir söylem benimsemiş olsa da, daha Biden döneminde geri çekilmeye başladılar. Ancak onun yönetimi altında bile Ukrayna’ya askeri yardım yer yer azalmaya başladı.
Avrupalılar için durum çok daha karmaşık. Amerikalılar nükleer savaş tehlikesini anlıyor ve istemiyorken, Avrupalı seçkinler akıllarını yitirmiş durumda. Bir “stratejik parazitlik” bulutu içinde yaşıyorlar, savaş korkusunu ve halklarına karşı sorumluluklarını kaybettiler. Bu yüzden yol boyunca her şeyi kaybederek, kendi kendini yok etme riskine rağmen ülkelerini savaşa doğru itiyorlar.
Ayrıca, Amerikalılar bu savaşta zaten çok önemli hedeflere ulaştılar. Hedeflerden biri Rusya ile Avrupa arasında yakın bir uyumu önlemekti. Bu hedefi, Ukrayna kartının ilk kez oynandığı ve Ukrayna’da ilk darbenin gerçekleştiği 2000’li yıllardan beri güdüyorlardı. Ülke sürekli bir gerilim kaynağına dönüştürüldü. Amerikalılar başarmıştı. 2000’lerin başlarında, Rus ve birçok Avrupalı lider tek bir kıtasal ekonomik, siyasi ve güvenlik alanı oluşturmaktan bahsediyordu. Amerikalılar bunu istemedi. Bu yüzden yakın gelecekte böyle bir alanın oluşturulamayacağından emin olmak için ellerinden geleni yaptılar.
Ayrıca, Amerikalıların Ukrayna’da bu savaşı başlatmaktaki hedeflerinden biri de Avrupa’yı soyma yeteneklerini artırmaktı. Amerika, Dünya Çoğunluğu’nu soyma fırsatını kaybediyor çünkü Amerika Birleşik Devletleri nispeten zayıfladıkça Dünya Çoğunluğu daha bağımsız hâle geliyor. Bu yüzden ABD, Dünya Çoğunluğu’nu yağmalama konusundaki bu azalan fırsatı, Avrupa’yı cüretkâr bir şekilde soyarak telafi ediyor. Savaş ve tüm bu süper yaptırımlar nedeniyle, Avrupa Rus doğalgazını ve Rus kaynaklarını reddederek rekabet avantajlarını baltaladığı için, Amerikalılar şimdi hem Avrupa parasını hortumluyor hem de Avrupa sanayisini Amerika Birleşik Devletleri’ne çekiyor. Yani Amerikalılar bu savaşı zaten kazandı, ama sadece Avrupa’ya karşı. Şimdi bu çatışmayı bir şekilde sona erdirmek ve nükleer savaş seviyesine tırmanmasını önlemek için Rusya ile bir anlaşma yapmak istiyorlar. Ama Avrupalılar çıldırdı ve gözü dönmüş bir şekilde uçuruma doğru koşuyorlar.
Ortak yazarı olduğunuz Rusya’nın Dünya Çoğunluğu’na Yönelik Politikası başlıklı raporda, BRICS ve bir ölçüde ŞİÖ, “Batı’nınkine alternatif kurallar koyma, standartlar belirleme, politikalar yürütme ve kurumsal alternatifler yaratma potansiyeline sahip… Dünya Çoğunluğu’nun öncüsü” olarak tanımlanıyor. Özellikle aşırı soldan gelen, BRICS’in yapısal toplumsal dönüşümü yönlendirmek yerine küresel güç yapıları içinde ulusal seçkinleri ilerletmeye yönelik bir platformdan ibaret olduğu yönündeki eleştirilere nasıl yanıt verirsiniz?
Rusya, BRICS ve ŞİÖ’nün gelişimini, uluslararası sistemin yönetilebilirliğinin tamamen çökmesini önlemenin bir yolu olarak görüyor. Batı’nın hakim olduğu eski kurumlar ölüyor. BM sistemi çok zayıfladı, işlevlerinin çoğunu yerine getiremiyor ve Batılı seçkinlerin temsilcileri veya Batı yanlısı yetkililer tarafından kuşatılmış durumda. Yeni bir güç dengesi ve yeni bir kurumsal sistem kuracağımız ya da eskisinin bazı unsurlarını restore edeceğimiz uzun dönem için paralel sistemler oluşturmamız gerektiğine inanıyorum.
Hakikaten de Rusya şimdiye kadar uluslararası kalkınma için alternatif bir sosyo-ekonomik model önermedi. Bahsettiğiniz eleştirinin oldukça yerinde olduğuna inanıyorum. Bu, sizinle birlikte ele almamız gereken çok zor ve karmaşık bir konu.
Modern küreselci liberal kapitalizmin göreceli faydasını yitirdiğini ve şimdi açıkça zararlı olduğunu kabul ediyorum; birincisi, sürekli artan tüketime dayandığı için doğaya, ikincisi ise sonsuz tüketime yapılan vurgu nedeniyle insanların tamamen tüketen hayvanlara dönüşmesine. Kâr arayışı ve bilişim devrimi insanın kendisini yok etmeye başlıyor. Alternatif bir kalkınma modeli tasarlamaya başlamak ve onu uygulamaya çalışmak için Dünya Çoğunluğu’ndan düşünürlerle ve Batı’daki ilerici entelektüellerle birlikte çalışmamız gerekiyor.
Bu konuda Rusya’nın yeterince aktif olmadığına ve bunun bizim zayıflığımız olduğuna inanıyorum. Geçen yıl St. Petersburg Ekonomi Forumu’nda Devlet Başkanımızla konuştuğumda bu konuyu gündeme getirdim. Bir şeylerin devam ettiğini biliyorum ama bu konuda birlikte çalışmamız gerekiyor. Bu sadece “sol” güçleri değil, aynı zamanda insanlığın geleceği için sorumluluk duyan politikacıları ve bilim adamlarını da içermeli. Mevcut kapitalizm modeli insanlığı bir çıkmaza sürüklüyor.
Güney Afrika, Rusya’nın daha geniş dış politika stratejisinde nasıl bir rol oynuyor? Ayrıca iktisadi, siyasi ve güvenlik hususları Rusya’nın Güney Afrika ile ilişkilerini ne ölçüde şekillendiriyor ve bu ilişkinin önümüzdeki yıllarda nasıl gelişeceğini görüyorsunuz?
Güney Afrika ile ilişkilerimizin olumlu yönde geliştiğini görüyoruz, onu gelecek vaat eden bir ortak olarak değerlendiriyoruz. Ticaret hacmi artıyor ve insani temaslar genişliyor. Çoğu uluslararası siyasi konuda birlikte duruyoruz ve BRICS’i birlikte inşa ediyoruz, bu yüzden tek seçenek ilerlemek.
Belki de insani, bilimsel ve eğitimsel bağların geliştirilmesine daha fazla dikkat etmeliyiz. Giderek daha fazla Rus öğrencinin Güney Afrika’da okuduğunu biliyorum. Güney Afrika’dan ve diğer Afrika ülkelerinden mümkün olduğunca çok öğrenciyi Rusya’da okumaya çekmek için ek çaba göstermemiz gerekiyor. Rusya, Afrikalılar için çok uygun bir ülke çünkü burada ırkçılık yok. Elbette bazıları böyle hissedebilir ama prensipte ırkçılık Rus ulusal karakterine yabancıdır. Sanırım Afrikalı dostlarımız, o zamanki Sovyetler Birliği’nde okuyan ve şimdi muhtemelen Afrika ülkeleriyle kurduğumuz dostane ilişkilerin çekirdeğini oluşturan on binlerce Afrikalı öğrencinin hissettiği gibi burada kendilerini çok rahat hissedeceklerdir.
Rusya’nın Çin ile ittifakının uzun vadeli sürdürülebilirliğini nasıl değerlendiriyorsunuz ve böyle bir ortaklık ne gibi riskler taşıyabilir?
Rusya ve Çin gayri resmi müttefiklerdir. Birbirimizi birçok yönden tamamlıyoruz. Çinlilerin işgücü fazlası var, bizim ise devasa kaynaklarımız. Ayrıca çok uzun bir sınırı paylaşıyoruz ve son on yıllarda kurduğumuz iyi ilişki, sınırın her iki tarafında da güvenliğimizi büyük ölçüde artırdı. Sınırdaki asker sayısını keskin bir şekilde azalttık ve Çin de aynısını yaptı. Kuzeyde neredeyse hiç büyük askeri birliği yok. Ama en önemli şey bu değil.
Rusya ve Çin ekonomik alanda çok yakın işbirliği yapıyor. Biz ve Çinli dostlarımız da henüz çok erken oluşum aşamasında olan gelecekteki bir uluslararası kalkınma modeli üzerinde çalışıyoruz. Son olarak, Rusya ve Çin’in fiili müttefik olması, her ülkenin birleşik stratejik gücünü ikiye katlıyor.
Çin’in, arkasında Rusya’nın stratejik gücü olmasaydı Amerika Birleşik Devletleri ve Batı’nın baskısına nasıl direnebileceğini hayal etmek zor. Çin ve ekonomik gücü, Avrupa ile olan çatışmamızda bize çok yardımcı oldu, şimdi de oluyor ve gelecekte de olacak. Rus ve Çinli liderler, 1960’lar ile 1980’ler arasında düşüncesizce kötüleşen iki ülke arasındaki ilişkileri düzeltti. Tanrı, Batılı komşularımızı, özellikle de Amerikalıları çılgınlığa sürükleyerek bize yardım etti. Aynı anda Çin ve Rusya’ya baskı uygulayarak, iki dost ülkeyi bir ittifaka ittiler, böylece her birimizin tek başına potansiyel gücünü ve birleşik gücümüzü çarpıcı bir şekilde artırdılar.
Söylemeye gerek yok, Rusya ve Çin arasında ekonomik güç açısından büyük bir dengesizlik var. Bu, bazı politikacılarımız ve toplumumuz arasında bazı endişelere neden oluyor ama bu dengesizliğin ilişkilerimizi şimdi veya öngörülebilir gelecekte etkileyeceğinden endişe duymuyoruz.
Pekin, ülkemize yönelik Çinli işgücü göçü konusunda son derece dikkatli. Burada çok sayıda Çinli öğrenci ve iş insanı var, ancak pratikte hiç Çinli işçi yok. Yaklaşık 15 yıl önce özel bir araştırma yaptık ve Batı’nın ülkelerimiz arasına nifak sokmak amacıyla iddia ettiği gibi Rusya’da milyonlarca Çinli olmadığını öğrendik. Aslında sayıları, buradaki Alman pasaportlu Almanlardan bile daha azdı. Bugün burada o kadar çok Alman yok elbette, ama yine de ülkemizde çok az Çinli var ve hatta mutfakları nedeniyle burada daha fazlasını görmek isterdim. Ancak uzun vadede bu dengesizlik hakkında oldukça ciddi düşünmek zorunda kalacağız.
Bu dengesizliği göz önünde bulundurarak, ben de dahil olmak üzere biz, yedi sekiz yıl kadar önce Büyük Avrasya konseptini önerdik. Başlangıçta Çinli dostlarımız bu konsepte biraz kıskançlıkla yaklaştılar, ama şimdi Büyük Avrasya Ortaklığı’nı birlikte inşa ediyoruz. Büyük Avrasya Ortaklığı, tüm Avrasya için bir işbirliği, kalkınma ve güvenlik sistemi ve bir noktada belki de gıda, ilaç, doğal ve insan kaynaklı felaketlere müdahale ve ulaştırma sektörlerinde bir güvenlik veya yumuşak güvenlik sistemi anlamına geliyor.
Fakat bu konseptin daha da derin bir anlamı var. Büyük Avrasya konsepti, Avrasya’nın tartışmasız lideri olan Çin’in, yanında Endonezya, ardından Hindistan, Pakistan, İran, Türkiye ve son olarak Rusya gibi yükselen diğer büyük güçler tarafından dengeleneceği anlamına geliyor. Böylece kimse Çin hegemonyasından korkmayacak. Çinli dostlarımızın başlangıçta bu tür bir dengelemenin gerekli olduğunu kabul etmesi zordu. Ama şimdi eşitler arasında birinci olmanın, herkesin korktuğu bir hegemon olmaktan çok daha iyi olduğunu anlıyorlar. Pekala, önümüzdeki 10 ila 15 yıl içinde ne olacağını göreceğiz.
Bence politikamız bir yandan Çin’den herhangi bir tehdidin ortaya çıkmasını önlemeyi, diğer yandan da ilişkimizi mümkün olan her düzeyde güçlendirmeyi ve onu Büyük Avrasya’nın omurgası yapmayı amaçlıyor. Doğal olarak, bu omurga er ya da geç üçüncü bir desteğe, Hindistan’a, ardından da dördüncü ve beşinci desteklere, yani İran ve Arap ülkelerine ihtiyaç duyacaktır. Ve sonra dünyanın merkezi olması gereken yere, büyük ve barışçıl bir Büyük Avrasya’ya geri dönecektir. Bu terimi benim bulmuş olmamdan dolayı çok mutlu ve gururluyum.
Dünya Basını
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin

Çevirmenin notu: Aşağıda sunduğumuz çeviri, sabredip sonuna kadar okuyabilirseniz Trumpizmin ve Amerikan Yeni Sağı’nın buralarda pek bilinmeyen bir “düşünürünün” portresini sunuyor: Curtis Yarvin.
Bu acayip, megaloman ve “Amerika’nın tek monarşisti” Yarvin, zannettiğiniz kadar marjinal değil: Başkan Yardımcısı JD Vance onunla tanışıyor, karanlıklar prensi Peter Thiel ile dost, Steve Bannon ondan alıntı yapıyor, ünlü Fransız “Büyük Yerinden Etme” teorisyeni Camus ile kalesinde görüşebiliyor. İnternetin karanlık dehlizlerinde demokrasiye, anayasaya, seçimlere ve Aydınlanma kaynaklı eşitliğe savaş açan bu eksantrik tip, Amerikan teknoloji sağı için bir norm haline gelmiş durumda.
Yarkin, Thiel, Vance ve benzerlerinin Fransız Devrimi’ne karşıtlıkla belirlenen ve oradan Ekim Devrimi’ne düşmanlıkla zirvesine ulaşan “gerici modernizm” akınının günümüzdeki uzantıları olduğunu teşhis etmek de çok zor değil: Eşitliğe, kültürel çeşitliliğe, soyut insan fikrine, bütünlüğe/evrenselliğe karşı sınıf/kast imtiyazlarını, etno-homojenliği, somut deneyselliği ve tikelliği/partikülarizmi savunmak…
Makaleyi okudukça, Trumpizmin Gazze’deki “Riviera” planından “idari devleti yok edecek” DOGE adımına kadar birçok şeyin, öncesinde Yarkin tarafından açıklıkla dile getirildiğini görünce şaşıracaksınız; hem de bunun, “neoliberalizme” veya “elitlere” karşı bir “halk isyanı” olmadığını da büyük bir açıklıkla fark ederek.
Son olarak metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Curtis Yarvin’in Amerika’ya Karşı Komplosu
Ava Kofman
New Yorker
2 Haziran 2025
2008 yılının ilkbahar ve yaz aylarında, Donald Trump’ın hâlâ kayıtlı bir Demokrat olduğu dönemde, Mencius Moldbug adıyla tanınan isimsiz bir blog yazarı, “Açık Fikirli İlericilere Açık Mektup” başlıklı bir dizi manifesto yayınladı. Eski bir müminin alaycı hoşnutsuzluğuyla yazılan 120 bin kelimelik mektup, eşitlikçiliğin dünyayı iyileştirmekten uzak, aslında onun çoğu kötülüğünden sorumlu olduğunu savunuyordu. Moldbug, aklı selim okuyucularının aksini düşünmesinin, medya ve akademinin, farkında olmasa da, sol-liberal konsensüsü sürdürmek için birlikte çalışmasının etkisi olduğunu iddia ediyordu. Bu alçakça ittifaka “Katedral” adını veriyordu. Moldbug, bu ittifakın yok edilmesinden ve toplumsal düzenin tamamen “yeniden yüklenmesinden” [reboot] başka bir şey istemiyordu. “Demokrasinin, Anayasanın ve hukukun üstünlüğünün ortadan kaldırılmasını” ve sonunda iktidarın, hükümeti “ağır silahlı, ultra kârlı bir şirkete” dönüştürecek bir CEO’ya (Steve Jobs veya Marc Andreessen türü biri, önerdiği gibi) devredilmesini öneriyordu. Bu yeni rejim, devlet okullarını satacak, üniversiteleri yok edecek, basını ortadan kaldıracak ve “medeniyetten uzaklaşmış nüfusu” hapse atacaktı. Ayrıca, kamu görevlilerini toplu olarak işten çıkaracak (Moldbug daha sonra bu politikaya RAGE –Retire All Government Employees [Tüm Devlet Çalışanlarını Emekliye Ayırma]–adını verdi) ve “güvenlik garantileri, dış yardım ve kitlesel göç” dahil olmak üzere uluslararası ilişkileri kesintiye uğratacaktı.
Moldbug, vizyonunun baş yöneticisinin akıl sağlığına bağlı olduğunu kabul ediyordu: “Açıkçası, eğer o kişi Hitler veya Stalin gibi çıkarsa, Nazizm veya Stalinizmi yeniden yaratmış oluruz.” Yine de, halk desteğine fazla bağımlı olduğunu düşündüğü yirminci yüzyıl diktatörlerinin başarısızlıklarını ciddiye almıyordu. Moldbug’a göre, kitlelerin tutkularından meşruiyet arayan herhangi bir sistem istikrarsızlığa mahkumdu. Eleştirmenler onu tekno-faşist olarak nitelendirse de, o kendini monarşist veya Jakobit olarak tanımlamayı tercih ediyordu: Jakobit, 17. ve 18. yüzyıllarda Britanya’nın parlamenter sistemine karşı çıkıp kralların ilahi hakkını savunan II. James ve onun soyundan gelenlerin yandaşlarına bir göndermeydi. Gerici düşünürlerin baş düşmanı Fransız Devrimi şöyle dursun: Moldbug, İngiliz ve Amerikan devrimlerinin çok ileri gittiğine inanıyordu.
Moldbug’un “Açık Mektubu” kitlelere pek sevgi göstermiyorsa da, onların hâlâ bir işe yarayabileceğini ima ediyordu. “Komünizm Andrey Saharov, Joseph Brodsky ve Václav Havel tarafından devrilmedi,” diye yazıyordu. “Gerekli olan şey filozoflarla kalabalığın birleşmesiydi.” Bu kitleyi toplamak için en iyi yerin internet olduğunu söylüyordu; bu, zekice bir sezgiydi. Kısa süre içinde, Moldbug’un blogu “Unqualified Reservations”ın bağlantıları, liberteryen teknoloji meraklıları, hoşnutsuz bürokratlar ve kendine özgü rasyonalistler tarafından paylaşılmaya başladı. Bunların çoğu, neo-reaksiyon veya Karanlık Aydınlanma olarak bilinen çevrimiçi entelektüel hareketin şok birliklerini oluşturdu. Çok azı açıkça monarşist olsa da, Obama dönemindeki yükselişe duydukları nefret Moldbug’un zındık fikirlerinde ses bulmuş gibiydi. Yeni ortaya çıkan alternatif sağ arasında hızla yayılan en etkili deyim uydurmasında Moldbug, okuyucularını ideolojik uykularından uyanmaya ve Keanu Reeves’in “Matrix” filmindeki karakteri gibi, tatmin edici cehalet yerine ürkütücü gerçeği seçerek “kırmızı hapı” almaya çağırıyordu.
2013 yılında, haber sitesi TechCrunch’ta yayınlanan “Geeks for Monarchy” [Monarşi için Geekler] başlıklı bir makale, Mencius Moldbug’un San Francisco’da yaşayan kırk yaşındaki programcı Curtis Yarvin’in siber takma adı olduğunu ortaya çıkardı. Yarvin, ABD hükümetini yeniden tasarlamaya çalışırken, aynı zamanda “dijital cumhuriyet” olarak hizmet etmesini umduğu yeni bir bilgisayar işletim sistemi hayal ediyordu. Borges’in “Tlön, Uqbar, Orbis Tertius” adlı öyküsünden esinlenerek Tlon adını verdiği bir şirket kurdu. Bu öyküde, gizli bir topluluk, gerçekliği ele geçirmeye başlayan karmaşık bir paralel dünyayı anlatır. Yarvin, girişimi için para toplarken, büyük teknoloji şirketlerinden destek sağlayan ve onun gibi dünyanın onların yönetiminde daha iyi bir yer olacağına inanan yatırımcıları için bir tür Machiavelli haline geldi. Tlon’un yatırımcıları arasında risk sermayesi şirketleri Andreessen Horowitz ve Founders Fund vardı. Founders Fund, milyarder Peter Thiel tarafından kurulmuştu. Thiel ve Andreessen Horowitz’in genel ortağı Balaji Srinivasan, Yarvin’in blogunu okuduktan sonra onunla arkadaş olduğu halde, bana gönderilen e-postalardan, o dönemde ikisinin de onunla kamuoyunda ilişkilendirilmekten pek hoşnut olmadıkları anlaşılıyordu. Thiel, 2014 yılında Yarvin’e şöyle yazmıştı: “Bağlantılı olmamız ne kadar tehlikeli? Tek teselli edici düşünce, gizli avantajlarımızdan biri, bu insanların” (sosyal adalet savaşçıları) “komplo teorilerine, kafalarına vurulsa bile inanmayacak oluşlarıdır (bu belki de solun çöküşünün en iyi göstergesidir). Bağlantılar onları gerçekten deli gibi gösteriyor ve onlar da bunun farkında.”
On yıl sonra, Trump’ın sağ kanadının güçlü adam idaresini benimsemesiyle, Yarvin’in Silikon Vadisi ve Washington’daki elitlerle olan bağlantıları artık bir sır değil. 2021 yılında aşırı sağcı bir podcast’e konuk olan, Thiel’in risk sermayesi şirketlerinden birinin eski çalışanı Başkan Yardımcısı JD Vance, gelecekteki bir Trump yönetiminin “her bir orta düzey bürokratı, idari devletteki her bir memuru kovup, onların yerine bizim adamlarımızı yerleştirmeli” ve itiraz ederlerse mahkemeleri görmezden gelmeli” önerisinde bulunurken Yarvin’den alıntı yapıyordu. Andreessen Horowitz’in yöneticilerinden biri ve sözümona Devlet Verimliliği Departmanı’nın (DOGE) gayri resmi danışmanı Marc Andreessen, “kontrolümüzden çıkmış” bürokrasiyi yönetmek için kurucu-benzeri bir figürün gerekliliğini vurgulamak için “iyi dostu” Yarvin’den alıntılar yapmaya başladı. Hükümetin Personel Yönetimi Ofisi’nin yeni genel danışmanı Andrew Kloster, memurları sadık kişilere değiştirmenin Trump’ın “Katedral”i yenmesine yardımcı olabileceğini söylüyordu.
“Zeitgeist’ı yansıtan figürler vardır –Nietzsche onlara ‘zamanın adamları’ der– ve Curtis kesinlikle zamanın adamlarından biridir,” diye konuşuyordu, Moldbug döneminden beri Yarvin’i okuyan bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi. 2011 yılında Yarvin, Trump’ın Amerikan monarşisi için “biyolojik olarak uygun” görünen iki figürden biri olduğunu söylemişti (diğeri Chris Christie’ydi). 2022’de, Trump’ın yeniden seçilmesi halinde Elon Musk’ı yürütme organının başına atamasını tavsiye etmişti. Şu anda Dışişleri Bakanlığı politika planlama direktörü olan arkadaşı Michael Anton ile yaptığı bir podcast’te Yarvin, Harvard gibi sivil toplum kurumlarının kapatılması gerektiğini savunmuş, “Başka birinin Hakikat Bakanlığı’nın işleyişi altında bir Sezar olacağınız fikri… açıkça saçmadır,” demişti.
Başka bir zaman diliminde, Yarvin bilinmeyen ve etkisiz bir internet fanatiği, dijital bir [Joseph] de Maistre olarak kalabilirdi. Bunun yerine, Amerika’nın en etkili illiberal düşünürlerinden biri, ikinci Trump yönetiminin entelektüel kaynak kodunun mühendisi haline geldi. New York Üniversitesi tarih profesörü Nikhil Pal Singh, “Yarvin, Overton penceresini itti,” diyor.(1) Singh, Yarvin’in çalışmalarıyla bir zamanlar kibar toplumun sınırları dışında görünen fikirleri yeniden canlandırdığını ve “idari devletin ve küresel savaş sonrası düzenin” yıkılması için bir yol haritası oluşturduğunu söylüyor.
Onun fikirleri DOGE’de gerçeküstü bir hal alır ve Trump kendini kral olarak tanımlamaya başlarken, Yarvin’in sevinçli bir ruh hali içinde olmasını bekleyebilirdik. Oysa o, son birkaç ayı bu anın boşa gideceğinden endişe ederek geçirdi. Seçimden iki gün sonra şöyle yazıyordu: “Şu anda Trump’a hayranlık duyuyorsanız, tadını çıkarın. Bundan daha iyisi olmayacak.” Birçok kişinin Amerikan tarihinin en tehlikeli saldırısı olarak gördüğü olayı Yarvin, “vibes darbesi” olarak nitelendirerek yetersiz buluyor. Tam anlamıyla otokratik bir iktidar devrimi olmadan, bir tepki dalgasının kaçınılmaz olacağına inanıyor. Yakın zamanda onunla konuştuğumda, Terör Dönemi’nin savunucusu Fransız filozof Louis de Saint-Just’ün sözlerini aktarıyordu: “Yarım devrim yapan, kendi mezarını kazar.”
Bu yılın başlarında, Yarvin ve ben Washington, D.C.’de öğle yemeği yedik. O, rejim değişikliğini kutlamak için gelmişti. Her zamanki kıyafetleriyle karşıladı: kot pantolon, Chelsea botlar, motosiklet ceketi altında buruşuk bir gömlek. Çıtır soğanlı çizburgerinden birkaç ısırık aldıktan sonra tabağını itti. Geçen yıl, sağcı yorumcu Richard Hanania ile monarşi ve demokrasinin göreceli yararları hakkında tartıştıktan sonra Ozempic benzeri bir ilacı kullanmaya karar verdiğini açıkladı. “Onu neredeyse her yönden mahvettim,” dedi Yarvin, çatalla domatesi dürterek. “Ama onun büyük bir avantajı vardı, o da benim şişman olmam ve onun şişman olmamasıydı.”
Enjeksiyonlar işe yarıyor gibiydi. Ben yemek yerken, Yarvin’in telefonu mesajlarla doldu, bazıları onun güzelliğini övüyordu. O sabah, Times Magazine onunla bir röportaj yayınlamış ve röportaja karamsar bir siyah-beyaz portre eşlik etmişti. Yakın zamana kadar, omuzlarına kadar uzanan dağınık saçları ve üzerine uymayan kıyafetleriyle Yarvin, görünüşüne kayıtsız görünüyordu. Şimdi ise deri ceketini giymiş, şık bir şekilde dağınık saçlarıyla okuyuculara sert bir bakış atıyordu. Beyaz milliyetçi web sitelerinde yazan arkadaşı Steve Sailer, onun “Ramone’ların beşinci üyesi” gibi göründüğünü söylüyordu.
Yarvin, basılı yazılarında olduğu gibi, yüz yüze de kendinden emin bir tavırla konuşur. Onun sözünü kesmek neredeyse imkansızdır. Yarvin’in yakın arkadaşı olan sağcı bilim blog yazarı Razib Khan, “Haham konuşurken, hahamın konuşmasına izin verirsiniz,” diyor. Ne var ki, arkadaşları ve ailesi bile onun iletişim becerilerini geliştirebileceğini kabul ediyor. Konuşması duraksayan ve monoton, sorulara nadiren doğrudan cevap verir ve konuyu saptırmaya meyillidir. Bir şeyi söylerken, her zaman başka bir şey söylemek için dikkatini dağıtır, tıpkı daha hızlı rotalar öneren bir GPS gibi.
Yarvin ise Times ile yapılan röportajın geçtiğine rahatlamıştı. “Ana hedefim, ilişkilerime zarar vermemekti,” dedi. Yarvin, yıllardır, tanındığı ölçüde, Thiel- evreninin saray filozofu olarak biliniyordu. Thiel evreni, teknoloji imparatorunu çevreleyen heterodoks girişimciler, entelektüeller ve yandaşlardan oluşan bir ağ. Yarvin, tanıdığı bir iş adamının bir keresinde bir gazeteciye Thiel’in şirketine yeterince para yatırmadığından şikayet ettiğini söyledi. “Bu bir vuruş ve oyundan çıkarsın, o da oyundan çıktı,” dedi Yarvin, teatral bir şekilde iç çekerek. İkinci hedefinin Times okurlarına ulaşmak olduğunu söyledi. Bu şaşırtıcı görünüyordu: O, hükümetten gazeteyi kapatmasını istemişti. “Kendi kültürel geçmişimi paylaşan insanlara ulaşmakla daha çok ilgileniyorum,” diye açıkladı Yarvin.
Babasının Brooklyn’de yaşayan Yahudi komünist dedesi ve büyükannesinin 1930’larda solcu bir toplantıda tanıştığı hikâyesini anlatmayı sever (Annesinin dedesi ve büyükannesi hakkında ise pek bir şey söylemez; onlar Tarrytown’da yaşayan ve Nantucket’ta yazlığı olan Wasp’lardı). “Amerikan komünizminin havası şöyleydi: ‘Bu insanlardan 30 IQ puanı öndeyiz, kazanacağız,’” diyor. “Sanki tüm yetenekli çocuklar bir siyasi parti kurup dünyayı ele geçirmeye çalışsaydı ne olurdu?” Yarvin’in anne ve babası, baba Herbert’in felsefe doktorası yaptığı Brown Üniversitesi’nde tanışmış. Okulu bitirdikten sonra ve kadroya giremeyince (“çok kibirliydi” diyor Yarvin), Herbert Büyük Amerikan Romanı’nı yazmaya çalışmış, ardından diplomat olarak Dışişleri Bakanlığı’na girmiş. Sonraki yıllarda aile Dominik Cumhuriyeti ve Kıbrıs’ta yaşamış. Herbert, devlet için çalışmaya şüpheyle bakıyordu ve Yarvin de bu küçümsemeyi miras almış görünüyor: Amerika’nın büyükelçiliklerinin kapatılmasını defalarca önerdi ve bu öneri şu anda Dışişleri Bakanlığı tarafından Avrupa ve Afrika’nın bazı bölgelerinde değerlendiriliyor.
Yarvin çocukluğu hakkında konuşmaktan çekinir, ama arkadaşları ve ailesi bana babasının sert, otoriter ve memnun edilmesi imkansız bir adam olabileceğini söyledi. Aileyi yakından tanıyan biri bana, “Hayatlarını demir yumrukla yönetirdi. Her şey tamamen onun kontrolündeydi,” dedi (Yarvin bu görüşü şiddetle reddetti ve kontrolcü insanların genellikle güvensiz olduğunu, “ama babamın hiç de öyle olmadığını” söyledi. Onu tanımlamak için daha uygun kelimelerin, tıpkı “iyi bir yönetici” gibi, “inatçı”, “gergin” ve “saygı uyandıran” olduğunu söyledi).
Yarvin büyürken bazen annesi tarafından evde eğitim gördü ve üç sınıf atladı (Ağabeyi Norman ise dört sınıf atladı). Aile sonunda Maryland eyaletinin Columbia şehrine taşındı ve Yarvin on iki yaşında lise ikinci sınıfa başladı. “Sınıf arkadaşlarından çok daha küçük olduğunda, ya sevimli bir maskot ya da tuhaf, tehditkar, rahatsız edici bir uzaylı olursun,” diyen Yarvin, kendisinin ikincisi olduğunu ekledi. Yarvin, Johns Hopkins Üniversitesi’nin matematik dahileri üzerine yaptığı bir araştırmaya katılmak üzere seçildi. Üniversitenin yetenekli çocuklar için düzenlediği yaz kampı Center for Talented Youth’a katıldı ve Baltimore bölgesinde “It’s Academic” adlı televizyon bilgi yarışmasında şampiyon oldu. Şu anda Yarvin’in evinde boş bir odada yaşayan yazılım mühendisi Andrew Cone, Yarvin’in çocukluğunun onda ömür boyu sürecek bir yetersizlik hissi bıraktığını söylüyor. Cone, “Bence kendini yeterince iyi hissetmiyor, gülünç veya küçük görüldüğünü ve tek çıkış yolunun performans göstermek olduğunu düşünüyor,” diyor.
Yarvin, Brown Üniversitesi’ne gitti, on sekiz yaşında mezun oldu ve ardından Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de bilgisayar bilimi alanında doktora programına başladı. Eski arkadaşları, derslerde bisiklet kaskı taktığını ve bilgisini profesörüne göstermeye hevesli olduğunu söylüyorlar. Yarvin’i sorduğumda biri “Oh, kasklı olan mı?” dedi. Bazı sınıf arkadaşları, kaskın yeni fikirlerin zihnine girmesini engellediğini söyleyerek şaka yapıyordu. Yarvin, bugünün çevrimiçi forumlarının öncüsü olan Usenet’te daha çok kendine ait bir topluluk buldu. Fakat entelektüel gösterişin norm olduğu talk.bizarre [acayip konuşmalar] gibi gruplarda bile, hakimiyet kurma arzusu ile öne çıkıyordu. Şakalar, tavsiyeler, hafif şiirler ve “flames” (diğer kullanıcıları sert bir şekilde eleştirmek) yayınlamanın yanı sıra, ilginç bulmadığı kullanıcıları engellediği bir liste olan “kill file” tutuyordu. “Akıllı biri olarak görülmek istiyordu, bu onun için gerçekten çok önemliydi,” diyor ilk kız arkadaşı Meredith Tanner. Yarvin’in ustaca yazılmış hakaretlerinden birini okuduktan sonra ona ilgi duymuş ve ikili birkaç yıl boyunca birlikte olmuştu. “Sırf insanları yaratıcı bir şekilde aşağılamasından etkilendiğin için biriyle ilişkiye girme,” diye uyarıyor. “Bu yeteneğini sana karşı kullanacaktır.”
Yarvin’in yirmili yaşlarındaki arkadaşları onu provokasyonlardan zevk alan, düşünceli bir muhalif olarak tanımlıyor. “Tatlı bir çocuk değildi ve bazen kötü davranabilirdi, ama Moldbug değildi,” diyor biri. Siyasi ve kültürel açıdan Yarvin liberal biriydi – Tanner’ın deyimiyle “yaşlı bir hippi.” At kuyruğu saçları vardı, gümüş halka küpe takıyor, rave partilerinde LSD kullanıyor ve şiir yazıyordu. Tanner, üniversiteye girişlerde pozitif ayrımcılığın değerini sorguladığında, bunun gerekliliğini ona Yarvin’in ikna ettiğini hatırlıyor.
Bir buçuk yıllık doktora çalışmasının ardından Yarvin, teknoloji sektöründe şansını denemek için akademi dünyasını terk etti. Phone.com olarak bilinen bir şirket için mobil web tarayıcısının ilk versiyonunun tasarımına yardımcı oldu. 2001 yılında Craigslist’te tanıştığı oyun yazarı Jennifer Kollmer ile çıkmaya başladı ve daha sonra evlenerek iki çocukları oldu. Phone.com halka açıldı ve ona bir milyon dolarlık bir servet bıraktı. Paranın bir kısmını San Francisco’nun Haight-Ashbury semtinde bir daire satın almak için kullandı, geri kalanıyla ise bilgisayar bilimi ve siyaset teorisi üzerine kendi kendine bir eğitim programı finanse etti. “Zeki olduğum için başımı okşayanlara alışmıştım,” diyor, yetenekli çocukların izlediği cursus honorum [başarı merdivenleri] yolundan ayrılma kararını anlatırken. “Başımı okşayanlardan uzaklaşmak garip ve korkutucu bir seçimdi.”
Vahşi doğada, Yarvin, çoğu Google Books aracılığıyla yeni erişilebilir hale gelen, gizemli tarih ve iktisat metinlerine daldı. Thomas Carlyle, James Burnham ve Albert Jay Nock’un yanı sıra, 2000’lerin başında ortaya çıkan çok sayıda siyasi blogu okudu. Yarvin, kendi kırmızı hap anını 2004 başkanlık seçimlerine dayandırıyor. Birçok akranı Irak’taki kitle imha silahlarıyla ilgili yalanlarla sola kayarken, Yarvin farklı türden uydurmalarla ters yönde çekildi: George W. Bush’un kampanyasına destek veren gaziler tarafından yayılan Swift Boat komplo teorisi, Demokrat aday John Kerry’nin Vietnam’daki hizmetiyle ilgili yalan söylediğini iddia ediyordu. Bu suçlamalara inanan Yarvin için, gerçek ortaya çıktığında Kerry’nin seçimlerden çekilmek zorunda kalacağı açıktı. Bu olmadığında, safça inandığı diğer şeyleri sorgulamaya başladı. Olgular artık istikrarlı gelmiyordu. Joseph McCarthy, İç Savaş veya küresel ısınma hakkında kendisine söylenenlere nasıl güvenebilirdi? Peki ya demokrasinin kendisi? Yıllarca başkalarının bloglarının yorum bölümlerinde hararetli tartışmalar yaptıktan sonra, kendi blogunu açmaya karar verdi. Hırstan azade de değildi. İlk yazısı şöyle başlıyordu: “Geçen gün garajımda uğraşırken yeni bir ideoloji oluşturmaya karar verdim.”
Alman akademisyen Hans-Hermann Hoppe, bazen aşırı sağın entelektüel kapısı olarak tanımlanır. Las Vegas’taki Nevada Üniversitesi’nden emekli iktisat profesörü Hoppe, genel oy hakkının “doğal elit”in yönetimini yerinden ettiğini ileri sürer; ulusların daha küçük, homojen topluluklara bölünmesini savunur; ve bu katı toplumsal düzene karşı çıkan komünistlerin, eşcinsellerin ve diğerlerinin “fiziksel olarak ortadan kaldırılmasını” ister (Bazı beyaz milliyetçiler, Hoppe’nin yüzünü bir helikopterle birleştiren memler oluşturarak, Şili diktatörü Augusto Pinochet’nin muhaliflerini uçaktan atarak infaz etme uygulamasına gönderme yaptılar). Hoppe minimal bir devleti savunsa da, özgürlüğün demokrasiye göre monarşi tarafından daha iyi korunduğuna inanır.
Yarvin neredeyse bir liberter olacaktı. Yirmili yaşlarının sonlarında Bay Area’da bir yazılımcı ve Avusturya okulunun iktisatçılarının hayranı Yarvin, tüm risk faktörlerini taşıyordu. Sonra Hoppe’nin Democracy: The God That Failed [Demokrasi: Mağlup Olan İlah] (2001) kitabını keşfetti ve fikrini değiştirdi. Yarvin kısa sürede Hoppe’nin iyi niyetli diktatör imajını benimsedi: verimli bir şekilde yönetip, anlamsız savaşlardan kaçınan ve halkının refahını önceliklendiren biri. George Washington Üniversitesi’nde otoriterlik uzmanı Julian Waller, “Bu bir kopyalama değil, ama o kadar doğrudan bir etki ki, neredeyse müstehcen,” diyor (Hoppe, e-posta ile, Peter Thiel’in evinde düzenlenen özel bir toplantıda Yarvin ile tanıştığını hatırladı. Hoppe, bu toplantıya konuşmacı olarak davet edilmişti. Yarvin üzerindeki etkisini kabul eden Hoppe, “Benim zevkime göre yazıları her zaman biraz fazla süslü ve dağınıktı,” diye ekliyor). Hoppe, demokratik olarak seçilmiş yetkililerin aksine, bir hükümdarın tebaasını ve devleti korumak için uzun vadeli bir motivasyonu olduğunu, çünkü her ikisinin de kendisine ait olduğunu savunur. Diktatörlüklerin tarihine aşina olanlar bu fikri samimiyetsiz bulabilir. Yarvin ise öyle düşünmüyor.
“Kendi evini yağmalamazsın,” dedi bana bir öğleden sonra, Venice Beach’teki bir açık hava kafede. Ona, CEO-monarşinin kişisel çıkarları için ülkeyi yağmalamasını veya halkını köleleştirmesini neyin engelleyeceğini sormuştum. “XIV. Louis, ‘L’état, c’est moi’ (Devlet benim) dediğinde, devleti yağmalamanın bir anlamı yok çünkü her şey zaten onun.” Hoppe’yi takip eden Yarvin, ulusların sonunda Singapur veya Dubai gibi, her birinin kendi egemen hükümdarı olan küçük devletlerden oluşan bir “mozaik” haline gelmesi gerektiğini savunuyor. Meşruiyet, hesap verebilirlik ve halefiyet gibi ebedi siyasi sorunlar, her bir egemen şirketin (SovCorp) aksi takdirde tüm gücü elinde bulunduran CEO’sunu seçme ve görevden alma yetkisine sahip gizli bir kurul tarafından çözülecek (Kurulun nasıl seçileceği belirsiz, ama Yarvin, havayolları pilotlarının –“zaten düzenli olarak başkalarının hayatlarını emanet edilen, zeki, pratik ve dikkatli insanlardan oluşan bir kardeşlik grubu. Neden olmasın?”– rejimler arasındaki geçişi yönetebileceğini öne sürüyor). CEO’nun askeri darbe yapmasını önlemek için, kurul üyeleri, nükleer füzelerden küçük silahlara kadar tüm hükümet silahlarını bir düğmeye basarak etkisiz hale getirebilecek şifreleme anahtarlarına erişebilecek.
Kitlesel siyasi katılım sona erecek ve insanların oy kullanabilmesinin tek yolu, hizmet şartlarından memnun kalmadıkları takdirde bir SovCorp’tan diğerine geçmek, yani X’ten Bluesky’e geçmek gibi, yürüme yoluyla oy kullanmak olacak. Yarvin gibi muhaliflerin böyle bir durumda muhtemelen baskı göreceği ironisi onu pek ilgilendirmiyor gibi görünüyor. Hayalindeki siyasi sistemde, ifade özgürlüğünün hâlâ var olacağını ısrarla savunuyor. “İstediğinizi düşünebilir, söyleyebilir veya yazabilirsiniz,” diye vaat ediyor. “Çünkü devletin bunu umursaması için hiçbir neden yok.”
Yarvin’in yönetişim konusundaki doğuştan gelen sinizmi, diktatörlük rejimleri hakkında konuşmaya başlar başlamaz ortadan kayboluyor. El Salvador’un güçlü adamı Nayib Bukele’ye övgü dolu sözler sarf eden Yarvin, Trump’ı, Putin’in liberal düzeni “sadece Rusça konuşulan bölgelerde değil, İngiliz Kanalına kadar” sona erdirmesine izin vermeye teşvik ediyor. Kızarmış kalamar tabağından bir parça alırken Yarvin, kamu güvenliğini ve kişisel özgürlüğü sağlayan güçlü hükümetleri nedeniyle Çin ve Ruanda’yı (ikisini de ziyaret etmemiştir) övüyor. Çin’de, “istediğinizi düşünebilir ve neredeyse istediğinizi söyleyebilirsiniz,” diyor. Ülkenin muhalifleri hapse atma ve etnik azınlıkları toplama kamplarında tutma geçmişini göz önünde bulundurarak, benim şüpheciliğimi hissetmiş olabilir. “Hükümete karşı örgütlenmek isterseniz, sorun yaşarsınız,” diye itiraf ediyor. Sonra yine lafını yumuşatıyor: “Stalin’le yaşayacağınız türden sorunlar değil. Sadece, mesela, iptal edilirsiniz [cancelled].”
Yarvin, metamfetamin bağımlıları veya dört yaşındaki çocuklar gibi bazı insanlar için çok fazla özgürlüğün ölümcül olabileceğini söylüyor. Ardından, mahallede kamp kurmuş evsizlere işaret ederek aniden ağlamaya başlıyor. “Bunun başarıyı temsil ettiği ya da ‘diğerleri hariç en kötü sistem’ olduğunu düşünmek” –Churchill’in demokrasi hakkındaki ünlü sözünü kastediyordu, ben de daha önce bu sözü kendi sözlerimle aktarmıştım– “tamamen hayal ürünü,” diyor ve gözyaşlarını siliyor (Birkaç hafta sonra, Londra’ya yaptığım bir seyahatte, Lordlar Kamarası’nın bir üyesine benzer bir konuşma yaparken gözyaşlarına boğulduğunu gördüm. İkinci sefer o kadar etkileyici değildi).
Yarvin’in monarkı, muhtemelen, koruması altındaki kişileri korumak için kararlı bir şekilde hareket ederdi. Venedik’teki kafede Yarvin, sıkı programını “faşist ebeveyn seviyesinde kontrol” olarak nitelendirdiği, kâr amacı gütmeyen bir rehabilitasyon kuruluşu olan Delancey Street Foundation’ı övdü. Kendi önerilerinden bazıları daha da ileri gidiyor. Blogunda bir keresinde, San Francisco’nun alt sınıflarını, kentin otobüslerine yakıt sağlamak için biyodizele dönüştürmeyi şaka olarak önermişti. Ardından başka bir fikir daha ortaya atmıştı: Onları tek kişilik hücrelere kapatıp sanal gerçeklik arayüzüne bağlamak. Kesin çözüm ne olursa olsun, “soykırıma insani bir alternatif” bulmak çok önemli, diye yazıyor. Bu alternatif, “toplumdan istenmeyen unsurları ortadan kaldırmak” gibi kitlesel cinayetle aynı sonucu verecek, fakat ahlaki bir leke bırakmayacak bir çözüm olmalı.
Yarvin’in Amerika’ya güçlü bir lider çağrısı genellikle tuhaf bir provokasyon olarak algılanıyor. Oysa o, çoğu insanın demokrasiye uygun olmadığı bir dünyada bunun tek çözüm olduğunu düşünüyor. Bana verdiği demeçte, “Bugünün Afrika ülkelerinde, ülkeyi yönetebilecek kadar akıllı insan var, sadece herkesin akıllı olduğu demokratik seçimler yapabilecek kadar akıllı insan yok,” diyor. Bu tür açıklamaları nedeniyle Yarvin bazen beyaz milliyetçi olarak tanımlanıyor, ama o bu etikete nazikçe karşı çıkıyor. 2007 yılında “Neden Beyaz Milliyetçi Değilim” başlıklı bir blog yazısında, “bu tür şeylere tam olarak alerjisi olmadığını” fakat beyazlık ve milliyetçiliğin yararsız siyasi kavramlar olduğunu düşündüğünü açıklamıştı. Öğle yemeğinde bana, doğru sezgilere sahip ama uygun bilimsel bilgiden yoksun olan geçmişin bağnazlarına üzücü bir sempati duyduğunu söylüyor. Neo-reaksiyonerler, “insan biyolojik çeşitliliği” olarak adlandırdıkları, diğer şeylerin yanı sıra tüm ırk veya nüfus gruplarının eşit zekaya sahip olmadığını savunan bir dizi marjinal inanca bağlı olma eğilimindedir. Yarvin’in çevrimiçi araştırmalarından anladığı kadarıyla, bu genetik farklılıklar yoksulluk, suç ve eğitim düzeyindeki demografik farklılıklara katkıda bulunmuş (ve uygun bir şekilde, bunları açıklamaya yardımcı olmuş) idi. “Bu hanede biz bilime inanıyoruz – ırk bilimine,” diye yazmıştı geçen yıl.
Yarvin, birkaç saat boyunca, bir müzayedecinin satış yapmak için çaresizce çabaladığı gibi, güçlü adam yönetimi için argümanlarını sıralıyor. Onun gerçekleri çarpıtması ve tuhaf yorumları beni sık sık şaşırtsa da sabırla dinliyorum. “Afrikalı Amerikalılar için tamamen sıfırdan kurulmuş bir rejimde doğru politika nedir?” diye soruyor bir ara. İlk başta bu, mantıksız bir soru gibi geliyor: Ben ona, ikinci Trump yönetiminin başarısını nasıl tanımlayacağını soruyordum. Kendine cevap vererek, şehir içi uyuşturucu bağımlılığı ve yoksulluk sorunlarının “bariz çözümü”nün “kiliseye giden siyahları getto siyahlarının başına getirmek” olacağını söylüyor. Ateist Yarvin, teokratik yönetimle pek ilgilenmiyor, ama farklı nüfus gruplarını yönetmek için farklı yasal kurallar oluşturulmasını savunuyor (Dini topluluklara bir ölçüde özerklik tanıyan Osmanlı millet sistemini örnek gösteriyor). “Getto siyahlarını” kontrol altında tutmak için, Ortodoks Yahudiler veya Amişler gibi “geleneksel bir yaşam tarzı” sürmeye zorlanmaları gerektiğini söylüyor. “Yirminci yüzyılın benimsediği yaklaşım, okulları yeterince iyi hale getirebilirsek, hepsinin üniteryenlere dönüşeceği yönündeydi,” diyor. “The Wire dizisini izlediyseniz ve Baltimore’da yaşadıysanız, ki ben ikisini de yaptım, bunun hiç de işe yaramadığı ortada.” On dakika sonra konuşmasının sonuna geldiğinde, kendi tarzında benim ilk soruma cevap verdiğini anlıyorum. “İnsanın doğasını değiştirmek için DNA’yı tamamen yeniden tasarlayamazsak, modern bir yaşam sürmemesi gereken birçok insan var,” sonucuna varıyor. “Ve bu, Trump-Vance rejiminin yaptıklarının çok ötesindeki seviyede bir devrim.”
Yarvin, sağduyulu biri olarak bilinmiyor. Özel yazışmalarını paylaşma alışkanlığı var. Bunu, bana karısı, arkadaşları, Times Magazine’de çalışan bir teyit uzmanı ve yeni yönetime aday gösterilen biriyle yaptığı mesajlaşmaların ekran görüntülerini izinsiz olarak göndermeye başladığında fark ettim. Bu yazışmalardaki zeka ve bilgeliğin gelecek nesillere aktarılamayacağı düşüncesi onu rahatsız ediyor gibiydi. Thiel ile olan arkadaşlığı konusunda daha temkinliydi, fakat geçen yıl birlikte özel olarak çektikleri bir sohbetten bahsediyor ve milyarderden aldığı kırkıncı yaş günü hediyesiyle övünüyordu: Francis Neilson’ın İkinci Dünya Savaşına dair çağdaş bir yorum olan The Tragedy of Europe [Avrupa’nın Trajedisi] kitabı, ama Yarvin’in umduğu gibi ilk baskı değildi.
Thiel her zaman kehanet yeteneğine sahip olmuştur. PayPal’un kurucu ortağı, Facebook’un ilk dış yatırımcısı ve Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza memurlarının sınır dışı işlemlerini yürütmelerine yardımcı olmak üzere yeni bir sözleşme imzalayan veri madenciliği şirketi Palantir’in kurucusu. Thiel, bunu yapmak Silikon Vadisinde hâlâ toplumun dışına itilmek anlamına gelirken, Trump’ı destekledi. 2022’de JD Vance’in Senato kampanyasına 15 milyon dolar bağışladı; bu, kongre tarihindeki tek bir adaya verilen en büyük bağış miktarı. Uzun süredir liberter olan Thiel, 2009 civarında Yarvinci bir dönüş yapmış görünüyor. Cato Enstitüsü tarafından çevrimiçi olarak yayınlanan ve çok alıntılanan bir makalesinde, “Artık özgürlük ve demokrasinin uyumlu olduğuna inanmıyorum,” diye yazmıştı. Yarvin, “Demokrafobi (Biraz) Viral Oluyor” başlıklı bir blog yazısında bu makaleye onaylayarak bağlantı vermişti. Kısa süre sonra San Francisco’da Thiel’in evinde ilk kez tanıştılar ve incelediğim özel mesajlara göre, samimi bir yazışma trafiği başladı. Yarvin’in e-postaları uzun ve vaaz niteliğindeydi, çapkınlık bloglarından derlediği öğütlerle doluydu; Thiel’inkiler ise açık ve özlüydü. Her iki adam da Amerika’nın komünist bir ülke olduğunu, gazetecilerin Stasi gibi davrandığını ve teknoloji CEO’larının onların avı olduğunu kabul ediyor gibiydi.
2014 sonbaharında Thiel, çalışanı ve uzun süredir Moldbug hayranı olan Blake Masters ile birlikte, girişimciler için yazdığı çok satan kitabı Zero to One’ı [Sıfırdan Bire] yayınladı. Kitap turu öncesinde Thiel, daha fazla kadını teknoloji alanına çekmek için alabileceği sorulara nasıl cevap verebileceği konusunda Yarvin’den tavsiye istedi. Bu öncül, ikisine de yanlış geldi, çünkü onların görüşüne göre kadınlar erkekler kadar bilgisayar bilimlerine yatkın değildi. Yarvin bir e-postada şöyle yazdı: “Google, YC (Y Combinator, bir girişim hızlandırıcı) vb. için ‘Amerika gibi görünme’ maskaralığından başka bir yol yok.” Yarvin, Thiel’e ”kabul et ve abart“ adlı bir tavır taktiği uygulamayı önerdi. Bu taktik, muhtemelen bir çözüm düşünmeyen bir gazeteciye, bu sorunu çözmek için ne yapacağını sormaktı. ”Buradaki amaç, muhatabın sizinle yatmasını sağlamak değil, bu konudan korkmasını ve ondan kaçmasını sağlamaktır. Aynı şey gelecekteki röportajcılar için de geçerlidir,” diye yazıyordu. Bir keresinde, bir akşam yemeğinde Thiel, Yarvin’e Gawker’ı nasıl alt edebileceğini sormuştu (Sonradan ortaya çıktı ki, Thiel, Hulk Hogan’ın çevrimiçi yayına karşı açtığı hakaret davasını gizlice finanse etmeye karar vermişti ve bu dava, 2016’da yayının iflasına yol açtı). BuzzFeed’in ele geçirdiği e-postalarda Yarvin, Breitbart editörü Milo Yiannopoulos’a, Trump’ın ilk seçimini Thiel’in evinde izlediğini ve ona “koçluk” yaptığını övünerek anlatıyor. Yiannopoulos, “Peter’ın politikada rehberliğe ihtiyacı var, orası kesin,” diye yanıtlıyordu. Yarvin ise karşılık veriyordu: “Sandığından daha az! . . . O tamamen aydınlanmış biri, sadece çok dikkatli davranıyor.”
Geçenlerde Yarvin’in Berkeley’deki Craftsman evini ziyaret ettiğimde, Thiel’in ona verdiği bir tabloya dikkatimi çekiyor: Yarvin’in rol yapma oyunu karakter kartı tarzında bir portresi ve üzerinde “Filozof” yazısı. Yarvin’in karikatürize edilmiş bir taç takmış resminin bulunduğu ilginç bir kupa ile çayımı yudumlarken, Thiel ile olan ilişkisini, hatta 2015 yılında Thiel aracılığıyla tanıştığı Vance ile olan ilişkisini kamuoyuna açıklamanın onun için “utanç verici” olacağını söylüyor. Vance’in 2021 Milli Muhafazakârlık Konferansı sırasında bir barda, “Normal bir Ohio seçmeni Mencius Moldbug’u okur mu? Hayır,“ dediği söyleniyor. ”Ama Amerikan kamu politikasının gitmesi gereken genel yönüyle aynı fikirde mi? Kesinlikle.“ Yarvin, bu yılın başlarında kendisini X’te takip eden Başkan Yardımcısı hakkında, ”Gerçekten çok havalı bir adam,” diyor (Beyaz Saray yorum taleplerine yanıt vermedi).
Yarvin dikkatli davranmaya çalışsa da, Thiel’in biraz “tuhaf bir tarafı” olduğunu belirtiyor ve risk sermayedarı Andreessen’i “kafasının tuhaf ve hatta insanlık dışı şekli dışında, Peter’dan çok daha normal görünen biri,” olarak tanımlıyor. Andreessen, Yarvin’in girişimi Tlon’a yatırım yaptıktan sonra ikisi tanışmış; Andreessen geçen yıl Trump destekçisi olduğunu açıklamadan çok önce mesajlaşıyor ve brunch’a gidiyorlardı. Andreessen’in iş arkadaşlarına Yarvin’in blogunu okumalarını tavsiye ettiği biliniyor. Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “Teknoloji insanları, çoğu muhafazakâr gibi erdem, güzellik veya geleneklere ilgi duymazlar,” diyor. “Onlar daha çok sağcı ilericiler gibidir ve uzun süre Moldbug onlara bu şekilde seslenen tek kişiydi.” (Andreessen ve Thiel yorum yapmayı reddetti.) Yarvin, güçlü adamlarla olan ilişkilerine atıfta bulunarak, Lord Chesterfield’ın 18. yüzyılda yazdığı ve yazarın gayri meşru çocuğuna hitaben kaleme aldığı görgü kuralları kitabı “Oğluna Mektuplar”dan alıntı yaparak “saray mensupları için harika bir tavsiye”yi bana aktarıyor: “Onları asla rahatsız etme. Ve varlığını asla unutmalarına izin verme.”
Yarvin, kurucu olarak değil, startup kurucularının danışmanı olarak daha başarılı oldu. 2013 yılında, yirmili yaşlarında eski bir Thiel bursiyeriyle birlikte Tlon’u kurdu. Yarvin, bilgisayar bilimine ABD hükümetine yaklaştığı gibi yaklaştı; kendi deyimiyle “ütopik megalomani” ile. Yarvin’in vizyoner hedefi, kullanıcıların kendi verilerini kontrol edebilecekleri, azarlama, casusluk ve tekellerden uzak bir eşler arası bilgisayar ağı olan Urbit’i kurmaktı. Urbit ağındaki her kullanıcı, dijital pasaport görevi gören bir N.F.T. ile tanımlanır. Urbit, merkeziyetsizliği teşvik etmesine rağmen, sistem hiyerarşik bir sanal emlak modeline göre tasarlanmıştır ve kullanıcılar “gezegenler”, “yıldızlar” veya “galaksiler” sahibi olurlar.
Sistemin ilk taslaklarında Yarvin kendini “prens” olarak adlandırıyordu fakat hayali krallığına tebaasını çekmekte zorlandı. Yarvin’in siyasi teorisi gibi, kendi yazdığı programlama dili de cesur, anlaşılması zor ve bazen bir aldatmaca olarak algılanıyordu. Her zaman aykırı olan Yarvin, sıfır ve birlerin anlamlarını tersine çevirdi. Onlarca yıllık çalışma ve tahmini otuz milyon dolarlık yatırımın ardından, Urbit feodal bir toplumdan çok Yarvin’in gençlik yıllarındaki Usenet forumlarına benziyor (Ticaret yayını CoinDesk, bunu “AOL Instant Messenger’ın daha yavaş bir versiyonu” olarak nitelendiriyor). “Beklenen şekilde çalışmıyor,” diyen eski bir Urbit çalışanı, Yarvin’i “dünyanın ilk bilgisayar bilimi kaçığı” olarak tanımladı. Yarvin, 2019 yılında şirketten ayrıldı.
Artık yatırımcıları korkutmak konusunda endişelenmesine gerek kalmayan Yarvin, kendi deyimiyle “haydut entelektüel” yaşam tarzına atıldı. Kendi adıyla “Gray Mirror of the Nihilist Prince” [Nihilist Prensin Gri Aynası] adlı bir Substack bülteni yayınladı (Bugün, bu bülten platformun en popüler üçüncü “tarih” yayını). Sağcı podcast çevrelerinde sıkça yer almaya başladı ve parti davetlerini asla geri çevirmiyor gibiydi. Seyahatlerinde sık sık “mesai saatleri” düzenliyordu; çoğu liberal suçluluk duygusu ve grup düşüncesinden uzaklaşmış, düşünceli genç erkeklerden oluşan okuyucularıyla gayri resmi, serbest tartışmalar yapıyordu. Yarvin’in takipçilerini kazanan şey, argümanlarının sağlamlığından çok, yaydıkları sınırları aşan enerji: Dinleyicilerine, ilerici kültürün bastırmaya çalıştığı ırk hiyerarşisi, tarihsel komplolar ve demokratik yönetimin ihaneti gibi yasak bilgilere erişim izni verdiğini hissettiriyor. Yaklaşımı, çoğu Amerikalının demokrasiyi savunmayı hiç öğrenmemiş olduğu gerçeğinden yararlanıyor; onlar sadece demokrasiye inanmak üzere yetiştirilmişlerdir.
Yarvin, takipçilerine DEI ve kürtaj gibi konularda kültür savaşlarına girmemelerini tavsiye ediyor. Demokratik sistemin kendi kendine çökmesine izin vermenin daha akıllıca olduğunu savunuyor. Bu arada muhalifler, gerici bir alt kültür, bir karşı katedral inşa ederek “moda” olmaya odaklanmalı. Yarvin ile tartışmış solcu yazar Sam Kriss, onun çalışmaları hakkında şöyle diyor: “İnternette tuhaf fikirler üretip Manhattan’da dekadan partiler düzenleyerek dünyayı değiştirebileceklerine inanan insanları pohpohluyor.”
Bu tür insanlar, Bay Area, Miami ve Lower East Side’ın mikro mahallesi Dimes Square çevresinde toplanan sanatçılar ve mücadeleci kişilerden oluşan gevşek bir topluluk olan “muhalif sağ” olarak tanınmaya başladı. Bu çevre, seçim siyasetine, Covid kısıtlamalarına ve “wokeçuluğun” kısıtlamalarına duyulan hayal kırıklığıyla bir araya geldi. Alhlaksızlık sinyalleme, bu sahnenin karşı kültür cazibesinin merkezinde yer aldı: üyeler, zamirleri paylaşmak ve onaylanmış terminolojiyi (“evsiz”, “Latinx”, “adaletle ilgili kişi”) kullanmak yerine, “gey” ve “gerizekalı” gibi hakaretleri yeniden canlandırdı. “Red Scare” podcast’inin sunucuları Dasha Nekrasova ve Anna Khachiyan, bu sahnenin en önde gelen temsilcileri arasında yer alıyor. 2021’de Thiel, New York’ta bir anti-woke film festivalinin finansmanına yardımcı olmuş ve Yarvin, festivalin kalabalık etkinliklerinden birinde şiirlerini okumuştu. Urbit, The New York Review of Books dergisine benzeyen bir edebiyat dergisi yayınlıyor. Muhafazakâr yorumcu Sohrab Ahmari geçen yıl yazdığı bir makalede, “Eğer zeki, Yahudi-Amerikalı bir şehirliyseniz ve Nietzscheci ve öjenik temalarla oynamak istiyorsanız, ‘Yahudiler bizim yerimizi almayacak’ diye slogan atan, elinde meşalelerle yürüyenlere katılmayacaksınız. Hayır, muhalif sağa yöneleceksiniz,” diyordu.
Yarvin, bu grubun deneyimli bir lideri olarak belirdi. Bu grubu, yetmişli yılların San Francisco’sundaki eşcinsel alt kültürüne ve edebi modernistlerin Kayıp Kuşağı’na benzetiyor; bu gruplar, dışlanmışlık duygusuyla birbirine bağlanmış sıkı sıkıya bağlı topluluklardı. James Joyce’un “Ulysses” kitabının çok az satıldığını, ancak Ezra Pound ve T. S. Eliot gibi arkadaşlarının “onun yaptığı şeyin iyi olduğunu bildiklerini” söylüyor. Aynı durum, çabaları hoşgörüsüz Katedral tarafından göz ardı edildiğini düşündüğü muhalif sağın yaratıcıları için de geçerliydi. Geçtiğimiz nisan ayında Yarvin, Kamu Diplomasisi Müsteşar Yardımcısı Darren Beattie’ye, Venedik Bienalindeki Amerikan pavyonunu “muhalif sağ sanatçılar”ın ele geçirmesi için bir plan sunuyordu.
Son zamanlarda Yarvin, yeni edindiği kültürel sermayenin bir kısmını gerçek paraya çevirmeye çalışıyor. Geçen yıl, “savaş zamanı CEO’su” olarak Urbit’e geri döndü, ardından birkaç üst düzey çalışan istifa etti ve şubat ayında Andreessen Horowitz’den daha fazla para topladı. Yayınlanmamış bir Substack yazısının taslağına göre, en son planı Urbit’i, üyelerinin “yeni kamusal alanın yıldızları, sonsuza kadar var olacak yeni bir Usenet, yeni bir dijital Atina” olmaya mahkum olduğuna inandığı elit bir özel kulüp olarak tanıtmak.
Trump’ın yemin töreninden önceki gece, Yarvin’i Washington, D.C.’deki Watergate Hotel’de düzenlenen resmi “Taç Giyme Balosu”na götürdüm. Etkinlik, Yarvin’in Gray Mirror, Fascicle I: Disturbance [Gri Ayna, Fascicle I: Rahatsızlık] adlı kitabını kitabını yakın zamanda yayınlayan neo-reaksiyoner yayınevi Passage Press tarafından düzenlenmişti. Kitabın son notları çoğunlukla Wikipedia sayfalarının QR kod bağlantılarından oluşuyor: ‘Denazification’ [Nazilerden arındırma], ”L’État, c’est moi“ [Devlet, benim], ”Presentism (historical analysis)” [şimdicilik (tarihsel analiz)]. Buz tutmuş sokaklarda yolumu bulmaya çalışırken, Yarvin, Elizabeth döneminde sanat ve bilimin en parlak beyinlerinin sarayda bulunduğunu anlatıyordu. Trump’ın yakın çevresiyle bir paralellik görüp görmediğini sorduğumda, kahkahayı bastı. “Oh, hayır,” dedi. “Tanrım.”
Çoğu gazeteci gibi benim de baloya girmeme izin verilmedi, bu yüzden lobideki bir barda bir içki sipariş ettim. Yanımda kovboy şapkası ve bordo kadife takım elbise giymiş bir adam duruyordu. Yarvin hayranı olduğu ortaya çıkan bu adamın adı Alex Maxa’ydı. San Francisco’da bir parti otobüsü şirketi işletiyordu ve boş zamanlarında Yarvin’in benzeri memler yapıyordu. Yarvin’in çalışmalarına ilgi duyduğunu çünkü “Washington’da kendilerini çok zeki sanan insanların karşı çıkamayacakları bir şeye sahip olduğumu hissettirdiğini” söyledi. Baloya gitmek istemişti ama fiyatı yirmi bin dolara çıkan biletler artık tükenmişti. Kısa bir süre sonra, Yarvin’in iki arkadaşıyla tanıştım. Onlar, benimle birlikte olan başka bir gazeteciyi ve beni cesaretlendirerek partiye onlarla birlikte girmemizi söylediler. Maxa da benzer bir yaklaşımla çoktan içeri girmişti: “Lol, vestiyerin nerede olduğunu sorarak içeri girdim,” diye mesaj attı.
Passage Press, etkinliği “MAGA, Teknoloji Sağcılarıyla Buluşuyor” olarak duyurmuştu. Bu yanlış bir tanıtım değildi. Pembe ve mor ışıklarla aydınlatılmış bir ziyafet salonunda, Dışişleri Bakanlığından Anton, Müslüman karşıtı bağnazlığıyla tanınan Trump’ın danışmanı Laura Loomer ve Pizzagate komplo teorisini popülerleştiren Jack Posobiec, risk sermayedarları, kripto para hızlandırıcıları ve Substack’in yıldızlarıyla kaynaştılar. O akşamın erken saatlerinde, konuklar kızarmış deniz tarağı ve fileminyon yerken, balonun ana konuşmacısı Steve Bannon, toplu sınır dışı edilmeyi, idari devletin “Götterdämmerung”unu(2) ve Mark Zuckerberg’in hapse atılmasını istedi.
Sekiz yıl önce, birinci nesil alternatif sağcı influencer Mike Cernovich, Hillary Clinton’ın Trump’ın destekçilerinin yarısının “acınası” [deplorable] bir grup olduğunu söyleyen talihsiz sözlerine atıfta bulunan DeploraBall adlı bir açılış partisine ev sahipliği yapmıştı. Herkesin ifadesine göre, gazeteciler ve protestocuların istilasına uğrayan parti tam bir kaos ortamıydı. Cernovich’in ortak organizatörlerinden biri ve çevrimiçi takma adı Baked Alaska olan Tim Gionet, Twitter’da antisemitik içerik paylaştıktan sonra görevinden alınmıştı. Şimdi, Taç Giyme Balosu’nda, Baked Alaska tatlı olarak servis edildi. Bu, 6 Ocak ayaklanmasına katıldığı için şartlı tahliye olan Gionet’e bir gönderme gibi görünüyordu (Gionet ertesi gün Trump tarafından affedildi). Cernovich, bir bebek arabasında bir bebeği iterek, gururlu bir baba gibi hareketin geldiği noktaya hayranlıkla baktı. Ertesi gün öğleden sonra Twitter’da “Oradaki en yaşlı adamlardan biriydim!” diye yazacaktı. “Gerçek sağcı. Yüksek enerji ve yüksek IQ.” 2008’de Yarvin, “Açık Mektup”unda, gerici bir öncü grubun yeraltı siyasi partisi kurması çağrısında bulunmuştu. Taç Giyme Balosu, bunun artık gerekli olmadığını açıkça gösterdi. İnternet bağımlısı karşı-elitler artık iktidardaydı.
Yarvin, önceki gece Thiel’in Washington’daki evinde düzenlenen partide giydiği aynı smokini ve parlak kırmızı kuşağıyla giyinmişti. Politico’nun haberine göre, Vance onu “Sen gerici faşist!” diyerek dostça selamlamıştı. Yarvin, bu smokini geçen yılki düğününde de giymişti. Yarvin’in ilk eşi, kalıtsal bir kalp hastalığı nedeniyle 2021’de elli yaşında öldü. Baloda, ona ikinci eşi Kristine Militello eşlik etti. Eski bir Bernie Sanders destekçisi ve hevesli bir romancı olan Kristine, pandemi sırasında bir çevrimiçi şarap perakendecisinde müşteri hizmetleri işini kaybettikten sonra “kırmızı hapı yuttuğunu” söylüyordu. Yarvin ile ilk kez YouTube’da, Amerikan Devrimi’nin meşruiyetine karşı argümanlar sunduğu bir videoyu izlerken tanışmıştı ve ardından Yarvin’in yazdığı her şeyi okumuştu. 2022’de ona hayranlık dolu bir e-posta göndererek New York’un muhalif sağcı edebiyat çevresine nasıl girebileceği konusunda tavsiye istedi ve birkaç hafta sonra bir şeyler içmek için buluştular.
Son zamanlarda Yarvin, kendisini “karanlık elf” olarak tanımlamaya başladı. Bu elflerin rolü, “yüksek elfleri” (Demokrat eyalet elitlerini) “yüksek altın zihinlerine karanlık şüphe tohumları ekerek” baştan çıkarmak (Tolkien’den esinlenen bu metaforda, Cumhuriyetçi eyalet muhafazakârları, şaşırtıcı olmayan bir şekilde karanlık elflerden oluşan yeni bir yönetici sınıfın “mutlak gücüne” boyun eğmesi gereken “hobbitler”). Her zaman kendini bu kadar tuhaf ifade etmemişti. 2011’de, aşırı sağcı terörist Anders Behring Breivik’in Norveç’teki bir yaz kampında çoğu genç olan 69 kişiyi öldürdüğü günün ertesi günü, Yarvin şöyle yazıyordu: “Norveç’i yeni bir şeye dönüştürmek istiyorsanız, Norveç’in mevcut yönetici sınıfının size katılması ve sizi takip etmesi gerekir. Ya da en azından onların çocuklarına ihtiyacınız olacak.“ Breivik’i doğru grubu hedef aldığı için (”komünistler, Müslümanlar değil”) övüyor, fakat yöntemlerini kınıyordu: ”Tecavüz beta. Baştan çıkarma alfa. Gençlik kampını katletmeyin, gençlik kampını devşirin.”
Yarvin’in kendi üye kazanma çabaları işe yarıyor gibi görünüyordu. En yakın açık barda, yedinci sınıftan beri Yarvin’i okuyan, Carnegie Mellon’da okuyan neşeli bir ikinci sınıf öğrencisi olan Stevie Miller ile konuştum (Yarvin bana, “yüksek IQ’su”nun “yüksek IQ’su olanları çeken bir mıknatıs” gibi işlev gördüğü için, onu çocukken okuyan birkaç yetenekli Zoomers ile tanıştığını söylemişti). İki yıl önce Miller, Maryland’ın kırsal kesiminde nerdler ve teknoloji meraklılarının bir araya geldiği Vibecamp’ta [Vibe kampı] Yarvin ile takılmıştı. Erken ayrılan Yarvin, Miller’dan Washington’da kendi partisini düzenlemesine yardım etmesini istemişti. Bu parti, Vibekampf [Vibe kavgası] olarak bilinmeye başladı. Daha sonra Miller, Yarvin’in ilk kişisel stajyeri oldu. “Sevdiğim New Yorklu Yahudi liberaller olan ailem tamamen şaşkına dönmüştü,” diyordu.
Yarım saat sonra, diğer muhabirler gibi ben de partiden dışarı çıkarıldım. Güvenlik, lobide tanıştığım arkadaşım Maxa’yı bizimkilerden biri sanıp onu da dışarı attı, ama Maxa kalabalığı yararak karanlık elfle fotoğraf çektirmek için onu yakalamayı başardı.
Trump’ın en karamsar eleştirmenleri bile, başkanın ikinci döneminde Amerika’ya otokrasi dayatmak için harekete geçme hızına şaşırdı. Başkan, gücü yürütme organında ve çoğu zaman dünyanın en zengin adamlarının elinde topladı. Seçilmemiş yurttaş Elon Musk, yirmili yaşlarındaki bir grup genci federal hükümette bir çılgınlığa sürükledi, on binlerce memuru işten çıkardı, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansını kapattı ve Hazine Bakanlığının ödeme sisteminin kontrolünü ele geçirdi. Bu arada, yönetim sivil topluma saldırı başlattı, ideolojik beyin yıkama kalesi olduğunu iddia ettiği Harvard ve diğer üniversitelerin fonlarını iptal etti ve Trump’ın muhaliflerini temsil eden hukuk firmalarını cezalandırdı. Göçmenlik uygulamalarını genişleterek, ABD’de doğmuş üç çocuğu Honduras’a, bir grup Asyalı ve Latin Amerikalı göçmeni Afrika’ya ve iki yüzden fazla Venezuelalı göçmeni El Salvador’daki maksimum güvenlikli bir hapishaneye sınır dışı etti. ABD vatandaşları artık, kendilerini yargı süreci olmaksızın ortadan kaldırma hakkını iddia eden bir hükümetle karşı karşıya. Trump, Oval Ofis’te El Salvador Cumhurbaşkanı Bukele ile yaptığı görüşmede, “Sırada içimizden çıkanlar var,” demişti. Güçlü bir denetim ve denge sistemi olmadan, küresel ekonomiyi altüst eden tutarsız bir ticaret savaşı başlatmak gibi bir adamın saçma fikirleri filtrelenemez. Bu fikirler, onun ailesini ve müttefiklerini zenginleştiren politikalara dönüşür.
Ocak ayından bu yana, hükümetin kaotik eylemleri ile Yarvin’in yazıları arasındaki bağlantıları izlemek için çevrimiçi bir endüstri ortaya çıktı. Yarvin, bazı Bluesky kullanıcılarının hayal ettiği gibi Oval Ofis’e erişimi olan Rasputin benzeri bir figür değil ama bazı insanların neden bu görüşe vardığını anlamak zor değil. Geçen ay, isimsiz bir DOGE danışmanı Washington Post gazetesine, “politika yapımında rol oynayan herkesin Yarvin’i okuduğunun herkesin bildiği bir sır” olduğunu söyledi. Başkanın genel sekreter yardımcısı Stephen Miller, yakın zamanda Yarvin’in bir tweetini alıntıladı. Vance, Yarvin’in uzun süredir istediği gibi ABD’nin Avrupa’dan çekilmesini istedi. Geçen bahar, Yarvin tüm Filistinlilerin Gazze Şeridinden çıkarılmasını ve burayı lüks bir tatil beldesine dönüştürülmesini önermişti. Substack’te “Biri ‘sahil’ mi dedi?” diye yazıyordu, “Jared Kushner tarafından geliştirilecek yeni Gazze, Akdeniz’in Los Angeles’ı, insanlığın en eski okyanusu üzerinde kurulacak yepyeni bir şehir, Apple kalitesinde bir hükümetin yöneteceği muhteşem bir gayrimenkul.” Bu şubat ayında, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ortak bir basın toplantısında Trump, danışmanlarını şaşırtarak neredeyse aynı öneriyi yaptı ve yeniden geliştirilen Gazze’yi “Orta Doğu’nun Rivierası” olarak tanımladı.
Yarvin’e yazıları ile gerçek dünyadaki olaylar arasındaki paralellikleri sorduğumda, yanıtı kayıtsızdı. Kendisini saf aklın bir aracı olarak görüyor gibiydi; ona göre tek gizem, diğerlerinin bunu anlamasının neden bu kadar uzun sürdüğüydü. “Yalan uydurmak mümkün, ama gerçeği ancak keşfedebilirsin,” diyordu bana. Londra’daydık, psikolog Jordan Peterson’ın kurucularından olduğu muhafazakâr konferans Alliance for Responsible Citizenship’e katılıyordu (Yarvin, Peterson’ı bana “tuhaf bir narsist enerji yayan bir züppe” olarak tanımladı)ç Yarvin’e seyahatlerinde, hayatı hakkında bir belgesel çeken iki milenyum kuşağı film yapımcısı, Eduardo Giralt Brun ve Alonso Esquinca Díaz eşlik ediyordu. Amaçları, Brun’un deyimiyle “kamera tesadüfen orada” olan “Grey Gardens” tarzında doğal bir karakter çalışması yapmaktı. İşler planlandığı gibi gitmedi. Yarvin aynı monologları tekrar edip duruyordu, bu da çekimlerin çoğunun aynı olması anlamına geliyordu. Film yapımcıları, Yarvin’in ırkçı sözlerinin izleyicileri rahatsız edeceğini düşünüyordu. Bir öğleden sonra Londra’da Díaz, Yarvin’in, Brexit’i desteklemesi ve Steve Bannon gibi isimlerle sürdürdüğü diyalog nedeniyle “İşçi Partisi’nin MAGA Lordu” olarak adlandırılan post-liberal siyaset teorisyeni Lord Maurice Glasman ile portresinin çizilmesini filme almıştı. Tartışmanın bir noktasında Yarvin, iPhone’unu çıkarıp Glasman’a, sohbet robotu Claude’u hackleyerek kendisine Z [Nigger] kelimesiyle hitap etmesini sağladığını gösterdi.
Bazı düşünürler Yarvin’in gördüğü ilgiyi kıskanabilir. Ama o, hayl ettiği devrimde henüz nakde çeviremediği için etkisini “sahte para” olarak nitelendirdi. DOGE’ye (“çok fazla liberteryen DNA”) ve Trump’ın gümrük vergisi planına (yeterince merkantilist değil) alaycı bir tavırla yaklaştı. Substack’te yayınlanan son makalesinde, siyasi görüşleri nedeniyle üniversite öğrencileri ve profesörleri tutuklamak için sivil ICE [Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza] memurlarının görevlendirilmesini eleştirdi. Eleştirisinin nedeni ahlaki değil, bu tür şiddet içeren görüntünün direnişi kışkırtabileceği idi. Yarvin’in kehanetvari açıklamaları ve mevcut siyasete duyduğu sonsuz küçümseme, viral olan bir paylaşıma ilham verdi: “Rejim karşıtı eylemleriniz pratikte işe yarıyor. Ama teoride işe yarıyor mu?” Muhafazak’ar aktivist Christopher Rufo, Yarvin’i ”her şeyin anlamsız olduğunu ısrarla savunan somurtkan bir ergen”e benzetmişti. Ben onu, zihninde kurduğu milimetrik otokrasi dışında hiçbir şeyle yetinmeyecek gerici bir Goldilocks(3) olarak görmeye başladım.
Bu kontrol arzusunun bir yansıması, bazı ilişkilerinde de görülüyor. Kısa bir süre önce, Yarvin’in eski nişanlısı Lydia Laurenson’u Berkeley’de ziyaret ettim. İkili, Yarvin’in Substack’te “dul bakirliğinden kurtulduğunu” ve “çocuk sahibi olabilecek yaşta” birini aradığını belirten bir ilan yayınladıktan sonra, Eylül 2021’de çıkmaya başlamıştı. Serbest yazar ve editör Laurenson aynı gün şu yanıtı vermişti: “Tarihsel olarak liberal biriyim ama IQ’m çok yüksek, çocuk istiyorum ve seninle konuşmak için inanılmaz meraklıyım.” Yarvin, ilana yanıt veren diğer kadınlarla Zoom randevularına çıktı. Bunlar arasında, şu anda hapiste olan kripto girişimcisi Sam Bankman-Fried’in eski kız arkadaşı Caroline Ellison da vardı. Fakat Yarvin ve Laurenson kısa sürede kendilerini her şeyi tüketen bir aşkın içinde buldular. Laurenson, Yarvin ile olan ilişkisinin felsefesinin, “Birlikte dahiler olacağız ve dahi bebeklerimiz olacak,” olduğunu söyledi. “Biraz dalga geçiyorum ama gerçekten öyleydi.”
Yarvin gibi Laurenson da erken yaşta üniversiteye giden erken gelişmiş bir çocuktu. Ayrıca, Clarisse Thorn takma adıyla, seks pozitif feminizm, BDSM ve kadınları tavlama sanatı hakkında yazdığı, kült bir takipçi kitlesi olan bir blogu vardı. Yarvin ile sık sık kavga ederlerdi, bazen politik konular hakkında. Laurenson sol görüşten uzaklaşmıştı, ama neo-reaksiyonizmi tam olarak benimsememişti. Yarvin’in fikrini herhangi bir konuda değiştirip değiştirmediğini sorduğumda, en azından onun yanında Z kelimesini kullanmamasını sağladığını söyledi (Yarvin daha sonra bu dergiye, bu kelimeyi “Güneyli bir plantasyon sahibi” ruhuyla kullanmadığını söyleyecekti).
Laurenson’a göre gerginliğin daha büyük kaynağı Yarvin’in otokratik bağlanma tarzıydı. Kavga ettiklerinde, düşmanlıkları sona erdirmek için mantıklı bir gerekçe sunmasını ısrarla istiyordu, diyor Laurenson. Yarvin’in kurnaz kişisel saldırılarının, kamuoyundaki tartışmalardaki tavrına benzediğini düşünüyordu. “Mantıklı görünen ama aslında yanlış açıklamalar uyduruyor; yaptıklarını işaret etmeye çalışan kişinin karakterine saldırıyor; bu, ruha yönelik bir DDOS saldırısı gibi,” diye yazdığı e-postada, birden fazla kaynaktan gelen trafikle sunucuyu çökertme stratejisine atıfta bulunuyordu. Laurenson’un arkadaşı ve Yarvin ile kendi aralarında da anlaşmazlıkları olan James Dama, “Lydia’nın kilosu veya görünüşü hakkında kaba şakalar yapar, kimse gülmez, sonra da Lydia’ya kendini beğenmiş olduğu için kızardı,” diye hatırlıyor (Yarvin’in ilk kız arkadaşı Tanner da benzer bir hakaret ve talep döngüsünden bahsetti).
Laurenson ve Yarvin, Laurenson hamileyken 2022 yazında ayrıldı. Yarvin, yakınlık arzusunun Laurenson’a “baskıcı ve boğucu” gelmiş olabileceğini ve “iğneleyici şakalar” yapma gibi kötü bir alışkanlığı olduğunu söylüyor ama ilişkisi boyunca kasıtlı olarak acımasız davrandığını kabul etmiyor (İlişki bittikten sonra, “doğal içgüdüm, her fırsatta onu küçük düşürmekti” diye ekliyor ve bunun “çok iyi yaptığı bir şey” olduğunu belirtiyor). Oğullarının doğduğu aralık ayından birkaç hafta sonra, Yarvin kısmi velayet davası açtı ve velayeti aldı. Aile mahkemesinde devam eden dava hâlâ sert geçiyor. Arabulucu, geçen yıl “Ebeveynler neredeyse hiçbir konuda anlaşamıyor,” diyordu.
Artık bir çocukları olduğu için Laurenson, Yarvin’in kendi çocukluğunu düşünerek çok zaman geçiriyor. “Sınıfın palyaçosu gibi, çok ilgi bekliyor,” diyor. Ona göre, Yarvin’in kışkırtıcı bir ideolojiyi benimsemesi, bir tür “yineleme kompulsifliği” gibi görünüyordu; bu, büyürken maruz kaldığı dışlanmayı yeniden çerçevelendirmesine olanak tanıyan bir psikolojik savunma mekanizmasıydı. Amerika’nın yaşayan en ünlü monarşisti olarak, insanların onu kişiliği için değil, aşırı fikirleri için reddettiğini kendine söyleyebiliyordu. Onun “monarşistlik” fikrini önce bir tür entelektüel spor olarak, biraz da Usenet’ten esinlenerek benimsediğini, sonra da Borges’in öyküsündeki paralel dünya gibi, yavaş yavaş kendi gerçekliğini kazanıp kazanmadığını merak ediyordu. “Sanki insanların seni hayranlıkla izlediği ve istediğin kadar trolleme yapmana izin verdiği bir yer buldun ve sonra da o dünyada yaşamaya başladın, öyle mi?” diye soruyordu.
Son on yılda liberalizm, siyasi yelpazenin her iki kanadından da darbe aldı. Soldaki eleştirmenleri, liberalizmin ölçülü ve kademeli yaklaşımını, iklim değişikliği, eşitsizlik, etnik milliyetçi sağın yükselişi gibi günümüzün çok sayıda acil sorunu ile bağdaşmaz buluyor. Buna karşılık muhafazakârlar, liberalizmi geleneksel değerleri ayaklar altına alan kültürel bir canavar olarak resmediyor. Notre Dame Üniversitesi’nden siyaset bilimci Patrick Deneen, Why Liberalism Failed [Liberalizm Neden Başarısız Oldu?] (2018) adlı kitabında, günümüz Amerika’sının bireysel özgürlüğe verdiği önemin aile, inanç ve toplumu feda ettiğini ve bizi “haklarla donatılmış, özgürlüğümüzle tanımlanan, fakat güvensiz, güçsüz, korkak ve yalnız, giderek daha ayrı, özerk ve ilişkiden yoksun bireyler” haline getirdiğini savunuyor. Adrian Vermeule dahil olmak üzere diğer post-liberal teorisyenler, devletin açıkça Katolik bir “ortak iyilik” adına belirli hakları kısıtlamasını öneriyorlar.
Yarvin ise daha basit ve libidinal olarak daha tatmin edici bir şey talep ediyor: her şeyi yakıp yeniden baştan başlamak. Yetmişli yılların sonlarında neoliberalizmin ortaya çıkmasından bu yana, siyasi liderler yönetişimi giderek kurumsal yönetim gibi ele almaya başladı, vatandaşları müşterilere dönüştürdü ve hizmetleri özelleştirdi. Sonuç, daha büyük eşitsizlik, zayıflamış bir sosyal güvenlik ağı ve bu sorunların sorumlusunun demokrasinin kendisi olduğu yönünde yaygın bir algı oldu. Bu da, Yarvin’in şu anda övdüğü otokratik verimliliğe olan iştahı artırdı. Tarihçi Suzanne Schneider, “Yarvin’in programı, küresel ısınma ya da savaş makinesi gibi şeyleri değiştirmek için yapılan çabaların boşuna olduğu hissedilen neoliberal bir dönemde cazip görünebilir,” diyor. “Arkanıza yaslanıp, hiçbir şey umursamadan, başkalarına işleri yönetmesine izin verebilirsiniz.” Yarvin, insanlığın gelişmesi veya genel olarak insanlar hakkında pek bir şey söylemiyor. Eserlerinde insanlar, sürüye katılacak koyunlar, düzeltilmesi gereken aptallar veya solcu kuklacılar tarafından kontrol edilen kuklalar olarak görünüyor.
Yarvin dikkat çekme konusunda ne kadar yetenekli olursa olsun, eserleri dikkatli bir incelemeye dayanamıyor. Çalışmaları, onun karamsar sezgilerine uydurmak için uydurulmuş sahte üçlü mantık ve argümanlarla dolu. Çok okumuş, ama bilgisini aynı gerici masal için malzeme olarak kullanıyor: Bir zamanlar insanlar yerlerini bilirlerdi ve uyum içinde yaşarlardı; sonra Aydınlanma geldi ve eşitlikçiliğin “soylu yalanı” ile dünyayı kargaşaya sürükledi. Yarvin, akademisyenleri tarihi Marvel filmleri gibi, aşırı basitleştirilmiş kahramanlar ve kötü adamlarla ele aldıkları için sık sık eleştirir, ama Napolyon’u “girişimci” olarak nitelendirerek bu resme ne kattığı belirsiz (Shakespeare’in oyunlarının aslında on yedinci Oxford Kontu tarafından yazıldığı ve Amerikan İç Savaşı’nın, onun deyimiyle “Ayrılma Savaşı”nın, siyahi Amerikalıların yaşam koşullarını kötüleştirdiği şeklindeki revizyonist teorileri destekler). “Birincil kaynakların güzel yanı, genellikle tek bir kaynakla argümanınızı kanıtlayabilmeniz,” diye ilan ediyor ki bu tarihçiler için epey yeni bir bilgi olacaktır.
En sert eleştirmenleri sağdan geliyor. Muhafazakâr aktivist Rufo, Yarvin’in “çocukça hakaretler, paranoya nöbetleri, kalın italik yazılar, anlamsız konudan sapmalar, rekabetçi bibliyografya ve karikatürlere atıflar”dan oluşan bir tartışma tarzına sahip bir “sofist” olduğunu yazıyor. Rufo, “Birisi senin gerçekte ne düşündüğünü anlamaya çalıştığında, orada pek bir şey olmadığını fark etmekten kendini alamaz,” diye ekliyor. Yarvin’in fikirlerine en cömert yaklaşım, görünüşte uzak iddiaları bile kanıtlarla değerlendirmeyi övünen rasyonalist hareketle bağlantılı blog yazarlarından geliyor. Ne var ki, onların olağanüstü sabrı da tükenmeye başladı. Ünlü bilgisayar bilimci Scott Aaronson, aralarındaki konuşmalar hakkında, “Bana asla eşit olarak hitap etmedi, sadece beyni yıkanmış bir kişi olarak gördü” diyor. “Sanki bana mutlu kölelerin şarkı söylediği bir kitap daha okutursa ya da F.D.R. hakkında bir monolog daha yaparsa, sonunda gerçeği göreceğimi düşünüyor gibiydi.”
Mesele entelektüel ciddiyet olmayabilir. Yarvin’in polemikleri, nerd hıncı ve plütokratik iktidar iradesine bir gerekçe arayan sağcılar için yararlı oldu. Connecticut’tan Demokrat senatör Chris Murphy, “Bu adamın konuyla ilgili tutarlı bir teorisi yok” diyor. “Sadece birçok Cumhuriyetçinin duymak istediği şeyleri yüksek sesle söylüyor.”
Güç tapıncını insan onuruna saygısızlıkla birleştiren bir dünya görüşünün totaliter sonunu tahmin etmek zor değil; bazılarının deyimiyle faşizm. İdeolojik düşmanı Bolşevikler gibi, Yarvin de Ütopya’nın önündeki tek engelin onu gerçekleştirmek için her yolu kullanmaya isteksizlik olduğuna inanıyor gibi görünüyor. Rejimine geçişin barışçıl, hatta neşeli olacağını iddia ediyor, fakat eserlerinde şiddet fantezileri alazlanıyor. Mart ayında Substack’te yayınladığı bir yazıda, “Monark, soyluları veya kitleleri gerçekten soykırıma uğratmaya hazır değilse, onların sadakatini kazanmak zorundadır,” diyordu. “Bu insanları kuş gribi olan hindiler gibi köpükleyecek değilsiniz, değil mi?”(4)
Yarvin’in dünyanın nasıl işleyişi gerektiğine dair güçlü görüşleri bu profile de yansıdı. Önerilerinden bazıları ilgi çekiciydi: Eski kız arkadaşlarından biriyle bir tartışma programı düzenleme fikrini ortaya attı ve beni, Usame’nin oğullarından biri olan Ömer bin Ladin ile bir toplantı için Doha’ya davet etti. Diğerleri ise yılışıktı. Bir keresinde, “aşırı” kelimesini kullanmamı eleştiren dokuz mesaj gönderdi. Bu kelimenin “düşmanca ve aşağılayıcı” olduğunu ve makalemde kullanılmaması gerektiğini söyledi (Daha önce, kayıtlı konuşmalarımızda, mevcut yönetimdeki herkesten daha “aşırı” olduğu konusunda defalarca övünmüştü). Watergate Oteli’ndeki Taç Giyme Balosu’ndan birkaç gün sonra, New Yorker dergisine mektup yazarak, yayıncısının izni olmadan içeri girdiğim için şikayet etti; bu olayın “Watergate 2”ye dönüşmemesini umduğunu söyledi ve kendini “kesinlikle bu ortamdaki en medya dostu kişi” olarak nitelendirdi! (Passage Press’teki yayıncısı ve balonun sunucusu Jonathan Keeperman, bir keresinde Cumhuriyetçi Parti’nin “gazetecileri lamba direğine asması”, yani linç etmesi gerektiğini önermişti, bu yüzden bu pek de zor bir şey değil).
Bu kış bir sabah, Yarvin’den habercilik tekniğimle ilgili endişelerini dile getiren yirmi sekiz mesajla uyandım. “Sorun, senin işleyişinin gevşek olması ve bunun düşük kaliteli içerik ürettiğini hissetmem,” diye yazıyordu. “İşleyiş çatışmacı olmadığında, neyle mücadele ettiğimi bilemiyorum.” Kısaca, benim “fikirleri anlamak için çok aptal” olup olmadığımı ya da Orwell’in ‘crimestop’ olarak adlandırdığı zihinsel oto-sansüre boyun eğip eğmediğimi düşünüyordu. Bana, Doğu Alman bir oyun yazarı ile onu gözetlemekle görevli bir Stasi ajanı arasındaki ilişkiyi anlatan Oscar ödüllü film “The Lives of Others”ı [Başkalarının Hayatı] izlememi tavsiye ediyordu. Stasi ajanı, diye yazıyordu, “oyun yazarının fikirlerini *düşünmeye gerek duymadan* yazabiliyor. Muhalif fikirlere ‘karşı’ olduğu için değil, bu fikirlerin beynine girmesine bile izin vermiyor.” Filmde, Stasi ajanı sonunda oyun yazarının görüşlerine sempati duymaya başlayınca “kırılıyor”. Yarvin, herhalde oyun yazarıydı.
Öte yandan, beni bir “NPC” ya da oyuncu olmayan karakter olarak görmeye başladığını söyledi. Bana “Blade Runner” filminde androidleri insanlardan ayırmak için kullanılan hayali sınav olan Voight-Kampff testini yapmayı öneriyordu. Onun versiyonunda ikimiz “boş levha teorisi” ile “ırkçılık” hakkında tartışacak ve konuşmamızı kaydedecektik (“Irkçılık” derken elbette insan biyolojik çeşitliliğini kastediyorum, diye açıklıyordu). Habercilik sürecimin talep üzerine testlere tabi tutulmayı içermediğini açıkladığımda, bana W. H. Auden’ın Prag Baharı’nı bastırmak için Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı işgalini anlatan “August 1968” [Ağustos 1968] adlı şiirinin ekran görüntüsünü gönderdi:
Ogre, ogrelerin yapabileceği şeyleri yapar
İnsanların yapamayacağı şeyler
Ama bir ödül onun ulaşamayacağı bir yerde
Ogre konuşmayı öğrenemez
Devamında, “reklamın iyisi kötüsü olmaz” diye bu habere katılmayı kabul ettiğini, ama şimdi mümkünse bunu engellemeye çalışacağını söylüyordu.
Mesajları ile Thiel ve diğer arkadaşlarına medyayla ilişkilerinde sergilemelerini tavsiye ettiği soğukkanlı tavrı arasındaki tezat beni çok etkiledi. Yarvin’in kimliğini ortaya çıkaran 2013 tarihli TechCrunch makalesinin yayınlanmasının ardından, girişimci Balaji Srinivasan bir e-postada, “Karanlık Aydınlanma takipçilerini tek bir savunmasız ve düşmanca muhabirin üzerine salarak kimliklerini ifşa etmelerini” önermiş, Yarvin onu vazgeçirmişti. “Heartiste ne derdi?” diye sormuştu Yarvin, beyaz milliyetçi çöpçatan blogu “Chateau Heartiste”ye atıfta bulunarak. “Neredeyse her zaman, doğru alfa cevabı ‘hiçbir şey’dir. Hiçbir şey söyleme. Hiçbir şey yapma.”
Şubat sonlarında ılık bir öğleden sonra, Yarvin ve eşi Kristine, Güney Fransa’da bir köy yolunda arabayla gidiyorlardı. Onlara belgeselciler Brun ve Díaz eşlik ediyordu. “Nereye gidiyoruz, Kristine?” diye sordu Brun, yolcu koltuğundan, kamerayı arkaya çevirerek yanımdaki onu çekmeye başladı.
Kristine, sadece çok belirsiz bir fikri olduğunu söyledi. “Açıkçası, her şeyi son dakikada söylüyor,” diye açıklıyordu. “Köpek olmak gibi bir şey. Arabaya bindiğini biliyorsun, ama köpek parkına mı gideceksin, veterinere mi gideceksin, oraya varana kadar bilmiyorsun.”
“Spontaneite,” diye araya girdi Yarvin.
“Bu kelime tam da bunu ifade ediyor,” diye alay etti Kristine.
78 yaşındaki romancı ve broşür yazarı Renaud Camus ile buluşmak üzereydik. Camus, 2011 yılında, liberal elitlerin beyaz Avrupalıları Afrika ve Orta Doğu’dan gelen göçmenlerle değiştirmek için bir komplo kurduklarını iddia eden kışkırtıcı bir manifesto olan “Büyük Yerinden Etme” [The Great Replacement] adlı kitabını yayınlamıştı. Kitabın başlığı, o günden bu yana dünyanın dört bir yanındaki beyaz milliyetçilerin sloganı haline geldi. 2017’de Virginia’nın Charlottesville kentinde yürüyüşçüler “Bizi yerimizden edemezsiniz” sloganını atarken, iki yıl sonra Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde Camus’nun kitabıyla aynı başlıklı bir manifesto yayınlayan bir adam 51 Müslümanı öldürmüştü.
Bir tepenin zirvesine ulaştığımızda, Camus’nun kalesi Château de Plieux’nun duvarları göründü. “Albert Camus ile akrabalığı var mı, bilen var mı?” diye sordu Yarvin. “Albert ile akrabalığı yok ama sevimli, yaşlı, eşcinsel, edebiyatçı bir Fransız.”
Venezuelalı Brun, Camus’nun “Yabancılar giremez” yazan bir tabela asmış olsaydı ne yapacağını merak etti.
“Peki, bizim yerimizi almaya mı geldin?” diye şaka yaptı Kristine. Kimse tepki vermedi.
Yarvin kapının yanındaki etkileyici metal zili çaldı ve kısa süre sonra Camus’nun partneri Pierre Jolibert bizi içeriye davet etti. Yukarıda Camus bir şişe şampanya ile bizi bekliyordu. Manikürlü beyaz sakalı, kahverengi kadife ceketi, papyonu ve altın cep saati zinciri ile 19. yüzyıldan kalma bir edebiyatçıya benziyordu. Mükemmel İngilizce ve İngiliz aksanıyla konuşan Camus, Paris’teki küçük dairesine kitapları sığmaz hale gelince, 1300’lü yıllardan kalma bu şatoyu satın almaktan başka seçeneği olmadığını söylüyordu. Bu olay 35 yıl önceydi. Şimdi, devasa çalışma odasını kaplayan kitap yığınlarına bakarak, burada da aynı sorunla karşılaştığını söylüyor.
Birkaç kadeh şampanya içtikten sonra Yarvin, Camus’ye bir dizi soru sorsa da, ev sahibinin tam bir cevap vermesini nadiren bekledi. Camus, Philippe Pétain hakkında ne düşünüyordu? Charles de Gaulle? III. Napolyon? I. Napolyon? Ernst Jünger? Ernst von Salomon? Ezra Pound? Basil Bunting? Eski tırı vırı şampiyonu Yarvin, bir etkileşimden çok, bilgisini sergilediği için başını okşatmak istiyor gibi görünüyordu.
Aşağıya öğle yemeği –kızarmış ördek dilimleri, Lorraine usulü kiş, kırmızı şarap– için indikten sonra Yarvin çapraz sorgusuna devam etti. Camus, Thomas Carlyle’ı nasıl değerlendiriyordu? Michel Houellebecq? XIV. Louis? Charles Maurras bugün hayatta olsaydı ona ne derdi? Dostoyevski, Covid laboratuvar sızıntısı teorisi hakkında ne düşünürdü?
Camus, Yarvin özellikle tuhaf bir soru sorduğunda tiz bir kahkaha atıyordu, fakat konuğunun, Yarvin’in aslında erkek olduğunu düşündüğü Fransa First Lady’si Brigitte Macron hakkında tekrar tekrar sorduğu sorular karşısında şaşkına dönmüştü. Camus, Avrupa’ya beyaz olmayan göçün artmasına atıfta bulunarak, “Kıtanın tarihindeki en önemli meseleyle uğraşıyoruz” diye haykırıyordu, “Bayan Macron’un erkek ya da kadın olması ne önemi var?”
Brun, dışarıdan çekim yapabilmek için adamlara pencereye geçmelerini istedi. Yarvin, aşağıda düzgünce işlenmiş tarlaların oluşturduğu mozaik manzaraya bakarken, Büyük Yerinden Etme’den tarihin “en büyük suçlarından biri” olarak bahsetti. “Holokost’tan daha mı büyük? Bilmiyorum… Henüz sonuçlarını görmedik.” Geldiğinden beri içki içiyordu ve duygusal bir durumda görünüyordu. “Üç çocuğum var,” diyordu Camus’ya. “Onlar da sıraya dizilip toplu mezarlara götürülecek mi?” Jean Raspail’in, Hintli göçmenlerin Avrupa ülkelerini yok ettiği kıyamet romanı “Azizlerin Kampı” (1973) hakkında konuşuyorlardı. Hıçkırarak devam etti: “Çocuklarımın yirmi ikinci yüzyılda ölmesini istiyorum. Onların çılgın bir postkolonyal Holokost yaşamalarını istemiyorum.”
Tatlı, kahve ve Guadeloupe romundan sonra akşam yürüyüşü zamanı gelmişti. Camus, tahta bastonuyla Yarvin’i Plieux’nun küçük kasabasında gezdirdi. Bahar erken gelmişti: bir kiraz ağacı küçük çiçeklerle açmıştı. Yerel kilisenin önünden geçerken Yarvin, Laurenson’la birlikte büyüttüğü çocuğun fotoğrafını Camus’ya göstermek için telefonunu çıkardı. “O çocuğun annesi karım değildi,” dedi güvenle. Bir an sonra, C. P. Cavafy’nin bir şiirini okurken yine gözyaşlarına boğuldu.
Yarvin ve Camus önden giderken, film ekibi günün çekimlerini değerlendirmek için durdu. Brun, Yarvin’in “Airplane!” filmindeki, çok konuşan ve yanındaki yolcuları intihara sürükleyen çenesi düşük karakteri hatırlattığını söyledi. Camus’nun bu öğleden sonra ne düşündüğünü merak ettik. Çok geçmeden öğrendik. Camus günlüğüne, “Entelektüel alışverişler ticari alışverişler olsaydı –ki bir dereceye kadar öyleler– benim ihracatım ithalatımın yüzde birini bile karşılamazdı,” diye yazdı ve ertesi gün internette yayınladı. “Ziyaretçi geldiğinden gittiğine kadar beş saat boyunca hiç durmadan konuştu, çok hızlı ve çok yüksek sesle, sadece ölen karısı hakkında konuşurken ve daha da garip bir şekilde bazı siyasi durumlar hakkında konuşurken meraktan gözyaşlarına boğuldu.”
Hepimiz şatoya döndüğümüzde hava kararmıştı. “Misafirperverliğiniz, ördeğiniz ve şatonuz için çok teşekkür ederim,” dedi Yarvin, etrafına bakarak. “Buna ne kadar para harcadınız?”
Kristine, Yarvin’in kolunu sevgiyle sıkarak, “İnsanlara böyle bir şeyi soramazsın!” dedi.
Camus, Yarvin’e hatıra olarak bazı kitaplarını verdi, ama Yarvin’in zihni çoktan başka yerlerdeydi. Yarın Paris’e uçacak ve bir grup kırmızı haplı Zoomers ve bir zamanlar Fransa cumhurbaşkanlığına aday olan aşırı sağcı polemikçi Éric Zemmour ile buluşacaktı.
Arabaya doğru yürürken, Yarvin performansıyla ilgili çocuksu bir heyecanla konuşup duruyordu. Bana ve film ekibine döndü. “İyi miydi?” diye sordu. “İyi miydi?”
Dipnotlar:
(1) Overton penceresi, belirli bir zamanda ana akım nüfus tarafından politik olarak kabul edilebilir konu ve argüman aralığına verilen ad; “söylem penceresi” olarak da bilinir. (ç.n.)
(2) Götterdämmerung, Almanca “Tanrıların Şafağı.” Felaketle sonuçlanan şiddet ve kargaşayla karakterize edilen bir toplumun veya rejimin çöküşü. Ayrıca Richard Wagner’in Nibelungen Yüzüğü (Der Ring des Nibelungen) adlı opera dörtlemesinin sonuncusu. (ç.n.)
(3) İngiliz masal kahramanı. Başka versiyonları olmakla birlikte, evlerinden bir nedenle ayrılan üç ayının mekanına giren genç bir kızın burayı dilediği gibi kullanıp sonra evin sahipleri gelince sırra kadem basmasını anlatır. (ç.n.)
(4) İngilizce metindeki orijinal sözcük “foam.” Foaming veya köpükle öldürme/köpükleme, geniş bir alana köpük püskürterek nefes almayı engellemek ve sonunda boğulmaya neden olmak suretiyle çiftlik hayvanlarını toplu olarak öldürme yöntemi. (ç.n.)
Dünya Basını
‘Kaçırılan çocuklar’ anlatısı nasıl çöktü?

Almanya’da, Rusya’nın on binlerce Ukraynalı çocuğu kaçırıp “Ruslaştırdığı” yönündeki yaygın anlatının, İstanbul’daki Rus-Ukrayna müzakereleriyle sarsıldığı belirtiliyor. Ukrayna’nın kayıp çocuklarla ilgili sunduğu listenin 339 aileyi içermesi, Batı medyasında ve siyasetinde dolaşan on binlerce veya yüz binlerce çocuk iddiasıyla çelişiyor. NachDenkSeiten yazarı Gert-Ewen Ungar, Alman siyasetçiler ve medyanın Rus düşmanlığı yaparak dezenformasyon yaydığını, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni araçsallaştırdığını veNachDenkSeiten yazarı Gert-Ewen Ungar, Alman siyasetçiler ve medyanın Rus düşmanlığı yaparak dezenformasyon yaydığını ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni araçsallaştırdığını vurguluyor. bu tür propagandaların Almanya’da sonuçsuz kaldığını vurguluyor. Rus tarafı ise çocukların koruma amacıyla tahliye edildiğini, sayının çok daha düşük olduğunu ve sistematik bir kaçırma olmadığını ifade ediyor.
İstanbul müzakereleri: Kaçırılan çocuklar anlatısı nasıl çöktü?
Gert-Ewen Ungar
NachDenkSeiten
4 Haziran 2025
Rusya’nın on binlerce Ukraynalı çocuğu Rusya’ya kaçırdığı iddia ediliyor. Almanya’da, bu çocukların orada “Ruslaştırıldığı”, kimliklerinden yoksun bırakıldığı ve asimile edildiği öne sürülüyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi bu nedenle Vladimir Putin hakkında yakalama kararı çıkardı. Pazartesi günü Ukrayna ihtilafının çözümü için yapılan müzakerelerde bu anlatı çöktü. Alman medya tüketicisi için bir kez daha gerçeklikle kesinlikle hiçbir ilgisi olmayan bir gösteri sahnelendi.
Pazartesi günü İstanbul’da bir Rus ve bir Ukrayna heyetinin yaptığı görüşmede müzakerelerde daha fazla ilerleme kaydedildi. Müzakereciler, her iki ülkenin kalıcı bir barış anlaşması için koşullarını belirttikleri muhtıraları teati etti. Karşı tarafın teklifi şimdi inceleniyor. Yeniden kapsamlı bir esir takası ve görüşmelerin devamı konusunda anlaşıldı. Ayrıca, hayatını kaybeden 6 bin Ukraynalı askerin naaşlarının, onurlu bir şekilde defnedilebilmeleri için iade edilmesi kararlaştırıldı. Rus müzakereci Vladimir Medinskiy, bunun insani bir jest olduğunu söyledi.
Ukrayna ayrıca, çocukları kayıp olan 339 ailenin isim listesini teslim etti. Bu haber büyük önem taşıyor, zira Batı’da yaygın olan bir komplo anlatısı bu haberle çöküyor. Bu anlatıya göre Rusya, 24 Şubat 2022’de başlayan özel askeri operasyonun ardından Ukrayna’dan sistematik olarak çocukları kaçırıp Rusya’ya götürdü.
Rusya tarafından kaçırıldığı iddia edilen çocukların sayısı, mevcut ruh hâline göre on binler ile yüz binler arasında değişiyor.
Çocukların ailelerinden koparıldığı ve şimdi “Ruslaştırıldığı” örneğin FAZ‘da böyle deniyor. Alman yazı odalarındaki algı operatörleri için “Ruslaştırma” propaganda kavramı, Rusya’nın korkunç bir adaletsizlik yaptığını vurgulamak için Alman kulaklarına yeterince korkunç geliyor olmalı; ne tür bir adaletsizlik olduğunun artık önemi kalmıyor; sonuçta Ruslaştırma. Somut olarak, çocukların Rusça düzenlenmiş Rus kimlik belgeleri aldığını FAZ skandal olarak nitelendiriyor. Ancak Rusya makamları, resmi dil dışındaki dillerde kimlik belgesi düzenlemiyor. Rusya bu konuda diğer devletlerden farklı değil. Ayrıca, çocukların Rus okullarına gönderilmesi, FAZ için insanlık dışı Rus zulmünün yeterli bir kanıtı sayılıyor.
“Ruslaştırma” terimi, bir Rus anti-medeniyeti, Rusların ve toplumlarının Batı’ya kıyasla kültürel ve medeni bir aşağılık içinde olduğu imasında bulunuyor. Daha basit bir ifadeyle, Ruslar barbar. Bu, açıkça Slav alt-insan söyleminin propagandacı Alman geleneği içinde yer alıyor. FAZ da buna katılıyor, ancak elbette bu konuda yalnız değil.
Yankı odası prensibi
Alman Federal Meclisi’nin o zamanki Başkan Yardımcısı Katrin Göring-Eckardt (Yeşiller Partisi), geri kalmadı ve erkenden hızla yol alan propaganda trenine atladı. Rusya tarafından kaçırıldığı iddia edilen çocuklar etrafındaki drama, onun özellikle ilgilendiği bir konuydu. Rus düşmanlığı Yeşiller’in temel yetkinliklerinden biri.
Şubat 2024’te verdiği bir röportajda Göring-Eckardt şöyle dedi: “Rusya’ya kaçırılan yaklaşık 20 bin çocuğun isimleri biliniyor. Bunlardan sadece birkaçı yüzü evlerine geri döndü. Bunun nasıl olduğunu tam olarak bilmiyoruz, sadece başarıldığını biliyoruz. Ancak bu yaklaşık 20 bin çocuk sadece bilinenler. Uzmanlar, işgal altındaki bölgelerden hakkında hiçbir şey bilinmeyen binlerce çocuğun daha kaçırıldığını tahmin ediyor.”
Alman uzman ne yapacağını bilemediğinde, çılgın tezlerini kanıtlamak için “yüksek meçhul sayıya” başvurur.
Ama elbette Yeşiller bu konuda yalnız değil. Bu durum tüm partilerde görülüyor. Rusya tarafından çocuk kaçırma suçlamasının o kadar sık tekrarlandığı bir yankı odası oluştu ki, sonunda herkes bunun doğru olabileceğine inandı.
Örneğin, konu hakkındaki yetersiz bilgisini sürekli olarak yüksek sesle konuşarak telafi etmeye çalışan FDP’li politikacı Marie-Agnes Strack-Zimmermann da talk show’larda boy gösterdi ve Rusya tarafından kaçırılan on binlerce çocuk masalını yaydı. Hatta Kızılhaç’ın Rusya ile bir komplo içinde olduğunu iddia etti.
FDP’li politikacı, 2023 yazında, “Belarus’taki Kızılhaç tarafından çocukların alçakça kaçırıldığına dair korkunç haberler, Kızılhaç’ın mevcut çatışmada görevini ne kadar bağımsız bir şekilde yerine getirdiği sorusunu gündeme getiriyor,” dedi.
Rusya tarafından kaçırılan çocuklar hakkındaki propaganda piyesi elbette Ukrayna tarafından başlatıldı ve sürekli beslendi. Yetersiz ve hepsinden önemlisi çok taraflı kaynak durumuna dikkat çekenler karalandı.
Ukraynalı çocuklar Almanya’da da bulundu
Mizansen o kadar kapsamlı ve bas bas bağırıyordu ki, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Karim Khan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya Çocuk Hakları Komiseri Mariya Lvova-Belova hakkında yakalama kararı çıkarttı. Alman siyasetinde ve ona bağlı medyada bu durum adeta alkışlarla karşılandı.
Dünden beri biliniyor ki, Rusya tarafından kaçırılan çocukların isimleri, Göring-Eckardt’ın iddia ettiği gibi bilinmiyor, çünkü böyle çocuklar aslında yok. Alman Federal Meclisi Başkan Yardımcısı, Rusya ve Ruslara karşı nefret körüklemek amacıyla dezenformasyon ve propaganda yaydı. Göring-Eckardt’ın bahsettiği ve nasıl gerçekleştiğini tam olarak bilmediğini iddia ettiği çocukların geri gönderilmesi, Arap ülkelerinin arabuluculuk çabalarına dayanıyor. Alman siyaseti vahşet propagandası yaymakla meşgulken, dünyanın diğer bölgeleri insani girişimleri destekliyor. Almanya ise çocukların geri gönderilmesine hiçbir katkıda bulunmadı. Bu aynı zamanda Bayan Göring-Eckardt’ın çocukların kaderinin aslında hiç umurunda olmadığını da açıkça gösteriyor. Onun için önemli olan sadece propaganda etkisiydi.
Çocuklarla ilgili bir sorun olduğunu Rus müzakereci Vladimir Medinski kabul etti. Ancak sayı elbette çok daha düşük ve bunlar sistematik kaçırma olayları da değildi. Çatışmaların patlak vermesinden sonra çocuklar genellikle tatil kamplarından tahliye edildi. Bunlar, onları korumaya yönelik önlemlerdi. Bu arada, bu durum her iki tarafta da yaşandı, çünkü Ukrayna yönüne tahliye edilen Rus çocukları da var. Almanya’da elbette onların kaderiyle kimse ilgilenmiyor, zira bu anlatıya uymuyor.
339 ailenin çocuklarının gerçekten Rusya’da mı yoksa bambaşka bir yerde mi olduğu da ayrıca açıklığa kavuşturulması gereken bir soru. Ukraynalı çocukların nerede olduğuna dair yapılan araştırmalarda Federal Kriminal Dairesi, 2024 baharında Almanya’da, Rusya tarafından kaçırıldığı iddia edilen 161 çocuğu buldu. Bunların çoğu ebeveynleriyle birlikte Almanya’ya giriş yapmıştı.
Yüzleşmek yerine üstünü örtmek
Rus müzakereci Vladimir Medinskiy, dün İstanbul’daki görüşmelerin ardından basın mensuplarına, “Aslında söz konusu olan, hiçbiri kaçırılmamış —tek bir tanesi bile— onlarca çocuktur. Bunlar, askerlerimizin kendi hayatlarını riske atarak kurtardığı, çatışma bölgelerinden çıkarıp tahliye ettiği çocuklardır,” diye konuştu.
Alman medya tüketicisi için, en az bir öngörülebilir olumsuz sonucu olacak bir propaganda piyesi sahnelendi. Uluslararası Ceza Mahkemesi zarar gördü, çünkü siyasi olarak araçsallaştırılmasına izin verdi. Göring-Eckardt, Strack-Zimmermann ve benzerleri tarafından uluslararası ceza yargısına büyük bir kötülük yapıldı.
Fakat Almanya’daki Rus karşıtı propagandanın bununla son bulduğu beklenmemeli. Almanya’da artık alışılageldiği üzere, bir yüzleşme beklenmemeli. Yerleşik partiler ve ana akım medya, cezasız bir şekilde dezenformasyon ve propaganda yayabiliyor, kışkırtıcılık yapıp nefret tohumları ekebiliyorlar, herhangi bir sonuçla karşılaşmayı beklemiyorlar. Bu, bu arada, Almanya’nın demokrasi ilkelerinden giderek uzaklaştığının açık bir işaretidir. Almanya’da yasalar önünde herkesin eşit olmadığı durumlar giderek artıyor.
Kuzey Akım’a yönelik terör saldırıları, Buça ve Korona önlemlerinin anlamlılığı sorusu konularında olduğu gibi, kaçırılan çocuklar hikâyesi de unutturulacak. Çok yakında siyasi-medya arenasında yeni bir dezenformasyon kampanyası yürütülecek. Göring-Eckardt, Strack-Zimmermann, Kiesewetter gibi figürler şimdiden başlangıç çizgisindeler ve kelimenin tam anlamıyla her türlü rezilliğe yeniden hazırlar.
-
Görüş2 hafta önce
Trump’ın Rusya-Ukrayna barışını teşvik girişimi stratejik açmaza dönüştü
-
Dünya Basını2 hafta önce
Tantura katliamı: İsrail’in örtbas ettiği savaş suçu
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1
-
Avrupa1 hafta önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Görüş1 hafta önce
ABD Dışişleri’nin Avrupa eleştirisi ne anlama geliyor?
-
Rusya1 hafta önce
Ukrayna’dan Rus stratejik bombardıman üslerine kamyonlardan kalkan İHA’larla saldırı
-
Dünya Basını2 hafta önce
FP: ABD anlaşma değil teslimiyet istiyor
-
Görüş1 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2