Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Seçimler ‘Camp David’ işbirliğinin geleceğini etkileyebilir

Yayınlanma

ABD, Japonya, Güney Kore liderleri Camp David’de bir araya gelerek üçlü işbirliğinde “yeni bir dönemi” ilan ettiler. Ancak bu yeni dönemin ne kadar uzun süreciği bilinmiyor.

Çin’in Doğu ve Güney Çin Denizlerinde artan etkisi ve Kuzey Kore’nin nükleer ve füze atılımlarının hızından duyulan endişe gibi faktörlerin bir araya gelmesi, Japonya ve Güney Kore’nin bu işbirliğini kalıcı hale getirme arzusunda etkili olurken, Washington ikiliyi askeri işbirliğini derinleştirme doğrultusunda her geçen gün daha da zorluyor.

Zirvenin diplomasi, teknoloji eğitimi ve güvenlik gibi çeşitli alanlarda üçlü işbirliğinin derinleştirilmesi ve genişletilmesi yönünde başarılı olduğu söylense de, Japan Times’a konuşan Tokyo Üniversitesi’nden yardımcı doçent Ryo Hinata-Yamaguchi’ye göre, “üçlü çerçevenin başarısı sadece bir dizi gündemle başa çıkma kapasitesine değil, aynı zamanda tutarlılığına, güvenilirliğine ve sürdürülebilirliğine de bağlıdır.”

Geleneksel olarak tarihi diplomatik duyurular için ayrılan Maryland’deki sembolik mekanda cuma günü yapılan üçlü zirvede Başbakan Fumio Kishida, Güney Kore lideri Yoon Suk-yeol ve ABD Başkanı Joe Biden yılda en az bir kez yüz yüze görüşmeyi kabul ederken, savunma şefleri, üst düzey diplomatlar ve üst düzey ekonomi yetkilileri de dahil olmak üzere Kabine üyeleri yıllık üçlü toplantılar düzenleyecekler.

Beyaz Saray’a göre liderler ayrıca, yıl sonuna kadar gerçek zamanlı füze uyarı verilerini paylaşma planıyla birlikte, “üçlü savunma işbirliğinin eşi benzeri görülmemiş bir seviyesini oluşturacak” yıllık, adlandırılmış, çok alanlı ortak askeri tatbikatları içeren bir çerçeve üzerinde anlaştılar.

Tek seferlik değil, sürekli işbirliği hedefi

Ancak Biden ve diğer liderler, güçlendirilen işbirliğinin tek seferlik bağlantıların çok ötesine geçtiğini belirtmekte gecikmediler.

Kishida ve Yoon ile ortak basın toplantısında konuşan ABD lideri, “Bugünü farklı kılan şey, aslında birbirimizle olan ilişkilerimizde – güvenlik işbirliği, ekonomik işbirliği, teknoloji işbirliği, kalkınma işbirliği, istişare, tatbikatlar – kurumsal değişiklikler olan bir dizi girişimi başlatmasıdır” dedi ve ekledi: “Ve inanıyorum ki tüm bunlar, ilişkinin daha güçlü ve daha kesin bir şekilde devam etmesi için yıldan yıla, aydan aya bir ivme yaratacaktır.”

Biden iki Asyalı lidere Tokyo ve Seul arasındaki ikili ilişkiyi onararak, yıllar süren soğuk ilişkilerin ardından yeni bir zirveye taşıyan ve üç liderin “tarihi zirvede” üçlü ilişkiyi sağlamlaştırmasına zemin hazırlayan “siyasi cesaretleri” için övgü yağdırdı.

Tokyo ve Seul’ün, Japonya’nın 1910-1945 yılları arasında Kore Yarımadası’nı sömürgeleştirmesiyle ilgili çetrefilli savaş zamanı tarihi meseleleri yüzünden uzun süredir devam eden ve ticaret arenasına da sıçrayan düşmanlığı böylece sona eriyor gibi görünüyor.

Çin’e karşı ortak hedefler

Center for a New American Security adlı düşünce kuruluşunun Hint-Pasifik Güvenlik Programı’nda kıdemli araştırmacı olarak görev yapan Duyeon Kim Japan Times’a verdiği demeçte, “Camp David zirvesi gerçekten tarihi bir zirve, şimdiye kadar hayal bile edilemezdi çünkü Seul-Tokyo ilişkisi her zaman üçgenin iki ayağını birbirine bağlayan tarihi anlaşmazlıklarla doluydu,” dedi.

Washington, Kishida ve Yoon’un güvenlik endişelerinin kendi güvenlik endişeleriyle örtüşmesini teşvik etti ve liderleri üçlü işbirliğini canlandırmanın kritik bir ihtiyaç olduğu konusunda ikna etti.

“Şu anda, hukukun üstünlüğüne dayalı özgür ve açık uluslararası düzen krizde” diyen Kishida, Rusya-Ukrayna savaşını, Pekin’in Doğu ve Güney Çin Denizlerinde artan etkisine ve Kuzey Kore’nin nükleer ve füze tehdidine dikkat çekti.

Japon Başbakan, “Bu koşullar altında, üçlü stratejik işbirliğimizin çiçek açması ve gelişmesi mantıklı ve neredeyse kaçınılmazdır ve bu çağda gereklidir” dedi.

İlk adım olarak üç lider, “birlikte yeni bir sayfa” açarken “gelecek yıllar boyunca” ortaklığa rehberlik edecek “ortak ilkeleri” taahhüt ettikleri geniş kapsamlı bir belge olan Camp David İlkelerini açıkladılar.

Bu ilkeler arasında ABD’nin Hint-Pasifik stratejisinin temel retoriği olan “uluslararası hukuka, ortak normlara ve ortak değerlere saygı temelinde özgür ve açık bir Hint-Pasifik’e odaklanılması” ve “statükoyu güç ya da zorlama yoluyla değiştirmeye yönelik tek taraflı girişimlere şiddetle karşı çıkılması” da yer aldı.

Üç liderin Kuzey Kore’yi caydırmaya yönelik tedbirler üzerinde anlaşmaya varma konusunda belirgin bir sorunları olmasa da, Çin’in artan iddiası ve askeri modernizasyonuna ilişkin endişelerle en iyi nasıl başa çıkılacağı konusundaki hassasiyetler daha belirgindi.

Denge arayışı devam ediyor

Çin-ABD ilişkileri son dönemde dibe vurmuş olsa da, Japonya ve Güney Kore, önemli bir ticaret ortağı olan Pekin ve ortak müttefikleri Washington ile bir denge kurmaya çalışıyor.

Japonya, Pekin’in askeri modernizasyonunda kullanılabilecek ileri teknolojiye erişimini engellemek amacıyla Çin’e kritik yarı iletkenlerin ihracatına kontroller getirme yönündeki ABD girişimlerinin ardından daha agresif bir tutum sergiledi. Ancak aynı zamanda Çin ile ilişkilerini istikrara kavuşturmak için Kishida cuma günü yaptığı açıklamada ikili ilişkileri geliştirmeye yönelik “olumlu ivmeyi sürdürme niyetini” vurguladı.

Dünyanın 2 numaralı çip üreticisi ve Çin’in sektördeki en büyük ortaklarından biri olan Güney Kore, Pekin’i kızdırmamak için ABD’nin ihracat kontrollerine katılmaktan büyük ölçüde kaçındı. Ancak ABD’nin “kurallara dayalı uluslararası düzeni koruma” vizyonuyla uyumlu ilk Hint-Pasifik Stratejisini de yayınlayan Yoon, “demokratik Tayvan konusunda artan gerilimin statükoyu güç kullanarak değiştirme girişimlerinden kaynaklandığını” vurgulayarak Pekin’in şiddetli tepkisine yol açtı.

Yine de liderler ABD’nin Çin konusundaki tutumuna bir adım daha yaklaştı ve üç lider ayrı bir ortak zirve bildirisi yayınlayarak Pekin’i Güney Çin Denizi’ndeki “yasadışı deniz iddialarını destekleyen tehlikeli ve saldırgan davranışları” ve Tayvan yakınlarındaki hareketleri konusunda uyardı.

“Tayvan Boğazı’nda barış ve istikrarın, uluslararası toplumda güvenlik ve refahın vazgeçilmez bir unsuru olduğu” belirtildi.

Atlantik Konseyi düşünce kuruluşunun Hint-Pasifik Güvenlik Girişimi’nde Güney Kore-Japonya-ABD ilişkileri uzmanı olan Lauren Gilbert, Çin’in adını açıkça anma konusundaki bazı tereddütlere rağmen, üç liderin nihayetinde “Pekin’in ekonomik ve denizcilik alanındaki saldırılarını aktif bir şekilde artırması halinde Güney Kore ve Japonya’nın boş durmayacağı” yönünde ince de olsa net bir mesaj verdiklerini söyledi.

Biden cuma günü yaptığı açıklamada, dünyanın iki numaralı ekonomisinin zirvede ele alınmasına rağmen, toplantının “Çin ile ilgili olmadığını” iddia etti.

Pekin ise, Zirveyi, Çin lideri Xi Jinping’in “Çin’in her yönden çevrelenmesi, kuşatılması ve bastırılması” olarak adlandırdığı sürecin bir parçası olarak değerlendiriyor.

Liaoning Sosyal Bilimler Akademisi’nde Kore Yarımadası konularında uzman olan Lu Chao, cuma günü Global Times gazetesine verdiği demeçte “Camp David zirvesinin muhtemelen yeni bir soğuk savaş için başlangıç atışı olduğunu söylemek yerinde olur” dedi.

Pekin ayrıca daha yakın ABD-Japonya-Güney Kore ilişkilerinin Asya’da bir “mini-NATO” kurulması anlamına geldiğini ifade etmişti.

‘Ortak tehdide ortak yanıt verme’

Biden’a Camp David’de eşlik eden ABD ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan ise, cuma günü nihai hedefin resmi bir üçlü ittifak ve karşılıklı savunma paktı olup olmayacağı sorusuna Washington’un “bunu açık bir hedef olarak belirlemediğini” söyledi.

“Resmi üçlü ittifak için bir son nokta belirlemedik” diyen Sullivan, hem Japonya hem de Güney Kore ile “güçlü ve derin” ikili ittifaklara dikkat çekti.

Uzmanlara göre, daha derin üçlü işbirliği resmi bir ittifaktan çok uzak olsa da, zirve Tokyo, Seul ve Washington’un buna yaklaşması için açık kapı bırakıyor.

Buna göre, zirveden çıkan en önemli anlaşmalardan biri, üç liderin bilgi paylaşımı ve ülkelerinin “ortak çıkarlarını ve güvenliğini” etkileyen “bölgesel zorluklar, provokasyonlar ve tehditlere” verilecek yanıtları koordine etmek için bir telefon hattı oluşturma kararı oldu.

Biden cuma günkü basın toplantısında şunları söyledi: “Kritik bir şekilde, hangi kaynaktan gelirse gelsin ülkelerimizden herhangi birine yönelik tehditler karşısında birbirimize hızlı bir şekilde danışmayı taahhüt ettik. Bu, bölgede ya da ülkelerimizden herhangi birini etkileyen bir kriz olduğunda bilgi paylaşmak ve müdahalelerimizi koordine etmek için bir telefon hattına sahip olacağımız anlamına geliyor.”

Güney Kore Devlet Başkanı Yoon ise, “Ülkelerimizden herhangi birine yönelik herhangi bir provokasyon ya da saldırı, bu üçlü çerçevenin karar alma sürecini tetikleyecek ve dayanışmamız daha da güçlenecektir” dedi.

Mekanizma, üç liderin görev süreleri ile sınırlı kalabilir

Ancak bu istişare mekanizması hayata geçirilmeden önce, çerçevenin üç liderin görev sürelerinin ötesine geçecek şekilde inşa edildiğini kanıtlaması gerekecek. Tokyo ve Seul arasındaki ilişkiler liderlik değişimleriyle birlikte inişli çıkışlı bir seyir izlerken, ABD ittifak sistemine şüpheyle yaklaşan eski ABD Başkanı Donald Trump’ın 2024 başkanlık seçimlerini kazanma ihtimali de zirvede varılan anlaşmalara bağlı kalıp kalmayacağını merak ettiriyor.

Center for a New American Security’den Kim, “En büyük zorluk, Güney Kore ve Japonya arasında diplomatik anlaşmazlıklar ortaya çıktığında bile ilgili hükümetlerin anlaşmaları proaktif bir şekilde uygulaması olacaktır” dedi.

Kim’e göre, “Eğer aşırı solcu bir Güney Kore başkanı ve aşırı sağcı bir Japon lider bir sonraki seçim dönemlerinde seçilirse, hatta ABD’de Trump ya da onun gibi biri kazanırsa, o zaman bunlardan herhangi biri üç ülkenin şu anda ortaya koyduğu tüm anlamlı ve sıkı çalışmaları rayından çıkarabilir.”

DİPLOMASİ

Reuters: Ukrayna’ya askeri yardım koordinasyonunu ABD yerine NATO üstlendi

Yayınlanma

Reuters ajansına konuşan bir kaynağa göre, ABD, Ukrayna’ya yönelik Batı ülkelerinin askeri yardımlarının koordinasyon görevini Kuzey Atlantik İttifakı’na (NATO) devretti.

Bu adım, önceden planlanmış olmasına rağmen birkaç ay ertelenmişti.

Ajans, bu kararın NATO’nun Ukrayna’ya asker göndermeden “savaşta daha aktif bir rol üstlenmesini” sağlayacağını belirtti.

Fakat diplomatlar, ABD’nin Kiev’e en büyük askeri desteği sağlamaya devam etmesi nedeniyle bu değişikliğin etkisinin sınırlı kalabileceğini ifade etti.

Ajans ayrıca, ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşını hızla sona erdirmek istediğini, ancak bunu başarmak için nasıl bir yol izleyeceğini henüz açıklamadığını anımsattı.

NATO ülkeleri, temmuz ayında Washington’da düzenlenen bir zirvede, Ukrayna’ya askeri yardım sevkiyatının koordinasyonunun NATO’ya devredilmesine karar verdi.

Bu yeni yapı, NATO Güvenlik Yardım ve Eğitim Misyonu (NSATU) olarak adlandırılıyor ve yaklaşık 700 kişilik bir personel kadrosuna sahip.

Misyonun merkezi, Almanya’nın Wiesbaden kentindeki bir ABD üssünde bulunuyor.

McFaul: Ukrayna, topraklardan feragat karşılığında NATO üyeliğine ikna edilmeli

Okumaya Devam Et

AVRUPA

İsveç’ten “enerji kablosu” projesine Alman elektrik reformu şartı

Yayınlanma

İsveç, Berlin’in elektrik piyasasını yeniden düzenleyerek denizaşırı ülkelerden daha düşük maliyetli elektrik çekmeyi durdurması halinde Almanya’yı güney İsveç’e bağlayacak bir elektrik kablosu projesini onaylamaya hazır olduğunu açıkladı.

İsveç Enerji Bakanı Ebba Busch Financial Times’a (FT) yaptığı açıklamada, Almanya ve İsveç elektrik piyasalarını birbirine bağlaması planlanan 700 megavatlık Hansa PowerBridge projesinin “Almanya kendi sistemini düzene sokana kadar” erteleneceğini söyledi. 

Busch, Almanya’nın iç elektrik piyasasını, şebekelerinin verimliliğini artıracak ve fiyatları düşürecek ihale bölgelerine ayırması halinde İsveç hükümetinin proje üzerinde “harekete geçmeye hazır olacağını” da sözlerine ekledi.

Bu tür reformların, Almanya’nın İsveç’in büyük ölçüde hidroelektrikle üretilen daha ucuz elektriğini çekmesini ve İsveçli tüketiciler için maliyetlerin artmasını önleyeceği düşünülüyor.

Elektrik, şebekeler üzerinde en yüksek fiyat talebinin olduğu yere doğru akıyor. İsveç’in şebekesi halihazırda Baltık Denizinin altından geçen bir enterkonnektör aracılığıyla Almanya’ya bağlı.

Avrupa’daki elektrik fiyatlarına ilişkin tartışmalar, AB üyesi ülkelerin Rus gazı ve fosil yakıtlardan uzaklaşmak için sisteme hava koşullarına bağlı yenilenebilir enerji eklemek için acele etmeleri nedeniyle bu yıl giderek hararetlendi.

Bu durum, güneşin parladığı ve rüzgârın estiği dönemlerde önemli ölçüde fazla üretime yol açarken, güneş ya da rüzgârın olmadığı zamanlarda da üretimin çok düşük olduğu dönemleri beraberinde getirdi. Sonuç olarak birçok ülkede fiyatlar son derece dalgalı bir seyir izledi.

Busch, geçtiğimiz çarşamba ve perşembe günleri İsveç’in güneyinde fiyatların “eksi fiyatlardan” kilovat saat başına yaklaşık 1 avroya sıçradığını söyledi. Busch, bunun yatırım için “çok zor bir durum yarattığını” da sözlerine ekledi.

Yaz aylarında Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis de Yunanistan’daki açıklanamaz yüksek faturalarla ilgili endişelerini dile getirmiş ve bloğun enerji sistemini daha iyi incelenmesi gereken bir “kara kutu” olarak tanımlamıştı.

Mitsotakis, “İyi işleyen ve yenilenebilir enerji kaynaklarından gerçekten yararlanan bir enerji piyasasına sahip olmak istiyorsak, bu konulara bakan ve müdahale etme kapasitesine sahip bir tür Avrupa düzenleyicisi düşünmeliyiz,” dedi.

AB’nin enerji düzenleyicisi Acer pazartesi günü, elektrik şebekesi maliyetlerinin 2050 yılına kadar iki katına çıkabileceği ve mevcut şebekelere daha fazla yük bindikçe “elektrik faturalarının genel karşılanabilirliğini tehlikeye atacağı” uyarısında bulundu.

Norveçli politikacılar geçen hafta, ülkedeki elektrik fiyatlarının 2009’dan bu yana en yüksek seviyeye ulaşması üzerine, Norveç ile Danimarka, Almanya ve Britanya arasındaki enterkonektörleri gözden geçirmek istediklerini söyledi. O zamandan bu yana fiyatlar aralık ayı için rekor düşük seviyelere geriledi.

Oslo’nun endişelerine atıfta bulunan Busch, “dünyanın geri kalanının bir parçası olmayı seven açık, ilerici bir ülkenin bu birbirine bağlı enerji sisteminin bir parçası olmak istemeyebileceğimizin sinyalini vermesinin Avrupa için üzücü bir an olduğunu” söyledi.

Busch, Almanya’nın yüksek fiyatlarının sorumlusu olarak nükleer santrallerini kapatma ve 2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima kazasının ardından AB düzeyinde nükleere verilen desteğe karşı çıkma kararını gösterdi.

İsveç de bir önceki hükümet döneminde benzer bir karar almış aöa politikasını değiştirerek Avrupa düzeyinde nükleer enerjinin en güçlü savunucularından biri haline gelmişti.

İsveç’in kendi enerji sistemi, ülkenin hidroelektrik santrallerinin çoğunun bulunduğu kuzeyden zayıf iletim bağlantıları olduğu için genellikle büyük bölgesel fiyat farklılıklarından muzdarip.

Geçtiğimiz hafta Volvo Cars, Volvo Trucks ve SKF’ye ev sahipliği yapan Göteborg’daki tüketiciler elektrik için kuzeydeki Luleå kentindekilerden 190 kat daha fazla ödedi.

FT’ye konuşan İsveç’in önde gelen bir şirket yöneticisi, “Enerji politikamız umutsuz. Eğer işleri kısa sürede yoluna koymazsak, sanayinin büyük bir kısmı sıkıntıya girebilir,” dedi.

Busch, Avrupa’nın nükleer enerji konusunda “siyasi mücadelelere” girmeyi bırakması ve sistemi istikrara kavuşturmak için teknolojiye daha fazla yatırım yapılmasını teşvik etmesi gerektiğini söyledi.

Busch, nükleer karşıtı Yeşiller partisinin üyesi Alman Enerji Bakanı Robert Habeck’i kastederek, “Hiçbir siyasi irade fiziğin temel kurallarını geçersiz kılamaz, Dr. Robert Habeck bile,” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

İsviçreli Büyükelçi Buch: Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular

Yayınlanma

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Rusya-Ukrayna barış görüşmelerinin erken sonlandırılmasının savaşın uzamasına ve ölümlerin artmasına yol açtığını belirtti. Batı’nın bu stratejisinin sadece Rusya’yı değil, tüm Batı’yı da zayıflattığını vurguladı.

İsviçre’nin Türkiye Büyükelçisi Jean-Daniel Ruch, Türkiye’nin savaşın altıncı haftasında gerçekleştirdiği ve giderek olumsuz bir şöhrete bürünen Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine dair değerlendirmede bulundu.

Antithèse adlı YouTube kanalına mülakat veren Ruch, müzakerelerin nasıl sonlandırıldığı ve Batı’nın bu süreçteki rolü üzerine çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Ruch, Batı’nın –özellikle İngiliz müttefikler ve Amerikalıların– müzakerelerin başarıya ulaşmasının eşiğinde olduğu bir dönemde bu süreci sonlandırdığını belirtti.

Bu kararın, Batı’nın Rusya’yı zayıflatma stratejisi kapsamında alındığını ifade eden Ruch, bu yaklaşımın hem Rusya’yı hem de Batı’yı zayıflattığını ileri sürdü.

“Bu kararı son derece ahlaksızca buluyorum, zira savaşın devam etmesi halinde ölümlerin on binlerce, hatta yüz binlerle ifade edilebileceği aşikardı,” diyen Ruch, bu kararın insani boyutunu vurguladı.

Ruch, Batı’nın müzakereleri sonlandırma kararını, Rusya’yı zayıflatma amacıyla erken alındığını ve bunun da savaşın uzamasına yol açtığını savundu.

Ruch, “Neden bu kadar çok insan öldü?” sorusunu sorarak, Batı’nın stratejisinin sadece Rusya’yı değil, aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflattığını dile getirdi.

Avrupa’nın bu süreçte önemli ölçüde etkilendiğini belirten Ruch, “Rusya’yı zayıflatmış olabilirler, ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflatmış oldular,” dedi.

Savaşın devam etmesi durumunda ölümlerin artacağı ve çatışmaların daha da tırmanacağı konusunda uyarılarda bulunan Ruch, “Bu, insanlık adına büyük bir trajediydi,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca, bugün yapılacak bir barış anlaşmasının bile Rusya’nın uzlaşmaya hazır olup olmadığına bağlı olduğunu belirten Ruch, sürecin son derece zorlu olduğunu vurguladı.

Öte yandan Ruch, kitabının yazılmasına neden olan süreç hakkında da bilgiler verdi. “Rusya’nın işgalinden sonra başladım, zira bu durumu önleyememiş olmamız mümkün değildi,” diyen Ruch, Batı’nın masada iki taslak anlaşma olmasına rağmen bunlara uymamasının savaşın uzamasına neden olduğunu söyledi.

Tarihçilerin bu dönemi bir gün yeniden ele almasının gerektiğini belirten Ruch, “Bu, belki de tarihçiler tarafından bir gün yeniden ele alınması gereken bir tartışma,” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin bu süreçteki rolüne de değinen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık konusunda Ukrayna ile çalışmak istediğini ve bu konuda görüşmeler yaptığını anlattı. “Türkler, Ukrayna için tarafsızlık kavramı üzerinde bizimle çalışmak istiyorlardı,” diyen Ruch, Türkiye’nin tarafsızlık modeli üzerine çalışmalar yaptığını ve bu sürecin önemli olduğunu belirtti.

Ruch, Batı’nın küresel bir gündemi olduğunu ve bu savaşla yüzleşmek için acelelerinin olmadığını ifade etti. Rusya’nın nükleer tehditlerini artırması ve Batı’nın buna karşı ne tür tedbirler alacağı konusundaki endişelerini dile getiren Ruch, kara birliklerinin NATO ile Rusya arasında bir savaşa yol açabileceğini ve bunun Türkiye’nin güvenliği açısından ciddi riskler taşıdığını vurguladı.

Ayrıca Ruch, savaşın yarın sona ereceğini düşünmediğini ve çözüm modelinin hala İstanbul’da müzakere edilenlere dayandığını belirtti. Tarafsızlık ve güvenlik garantileri konusundaki belirsizlikler nedeniyle bu sürecin ne kadar zor olacağını vurgulayan Ruch, “Bu savaşın yarın sona erdiğini göremeyeceğiz,” diye ekledi.

Ukrayna’da müzakere gündemi: Toprak mı güvenlik garantisi mi?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English