DÜNYA BASINI
SSCB 100 yaşında
Yayınlanma
Yazar
Hazal Yalın
Çevirmenin yorumu: Aşağıdaki görece uzun çeviriyle ilgili görece uzun bir yorum yapmak gerek.
Eski Sovyet ülkelerinde yaşayan veya oralardan gelen antikomünistlerin genellikle ortak bir yanı var; bunlar sosyalizmle ilgili her şeyi kendilerinin yaşayarak bildiklerini sanıyorlar ve geri kalan her şeyi küçümsüyorlar. Oysa (“yöntem” üzerine başka bir yerde daha yazdığım gibi) kişisel deneyimler veya başkalarının deneyimleri (anılar, gözlemler, biyografiler, otobiyografiler) siyasi polarizasyon ortamlarında, yani aslında her zaman, hakikate temel olabilecek şeyler değildir. Çünkü deneyimler öğrenilebilir, değişebilir ve yorumlanabilir. Bu yüzden bilimsel çalışmada tali değer taşırlar. “Ben yaşadım,” veya “şu yakınım yaşamış,” demenin bir anlamı olmaz.
Sosyalizm tartışması ölüm kalım mücadelesi yapan sınıfların tartışmasıdır, yani bundan daha çok polarizasyon üretecek bir tartışma yoktur. Bu ortamda deneyimler, kendi tarih anlayışını, yani bu mücadeleye kendi sınıfsal bakışını doğrulamak için vasıta değil ancak ayrı bir tarih çalışmasının konusu olabilir. Sözgelimi Nazi iktidarını büsbütün olumlu sayan pek çok tanıklık bulunabilir. Dahası bunların bir kısmı doğru bile olabilir. Ama hakikatin tek bir yüzünü öne çıkartıp diğer yüzlerini yok saymak (“Naziler Almanya’nın birliğini sağladılar” veya “Fransız ihtilali oluk oluk kan döktü”), hakikati çarpıtmak anlamına gelir. Hakikat ancak, bu tür deneyimleri eksiksiz hakikat olarak kabul etmekten mümkün olduğunca sakınarak kavranır.
Aşağıdaki yazı, her ne kadar antikomünistlerin sesi daha çok çıksa da, bu ülkelerin entelektüel elitinde ve akademisinde aslında Sovyet deneyiminin hiç de bütünüyle olumsuzlanmadığını, hatta büyük ölçüde olumlandığını göstermesi açısından da önemli.
Sosyalizm teorileri muhtelif türevleriyle (sadece marksist değil diğer biçimleriyle de) iktisadi kalkınma teorisinden ibaret değildir kuşkusuz, ama bu çok yüzlü teorinin yüzlerinden biri de iktisadi kalkınma ve sosyal adalettir.
24 Şubat’tan sonraki ilk yazımda bir kavram seti olarak “sosyalist ülke” üzerinde durmuş ve şöyle demiştim:
“İnsanlar siyasi inançlarına göre bu kavram setinin (‘sosyalist’ ve ‘ülke’) farklı kısımlarını öne çıkarıyor ve kullanıyorlar. … Bu kavram setinin ‘ülke’ kısmını öne çıkaranların ‘sosyalist’ kısmını unutmaları doğaldır, Rusya’da sadece yönetici elit değil halk da bu eğilimdedir. Çünkü yıkımı onlar yaşamışlardır; bu yıkım, sürekli tekrar ettiğim gibi, devlet fetişizmini beslemiş ve beslemektedir. Ama bu kavram setinin ‘ülke’ kısmını unutup sadece ‘sosyalist’ kısmını öne çıkaranlar, sorumsuzca davranıyorlar ve olayları kavrayamıyorlar.”
Bu bütün kavramlar için olduğu gibi sosyalizm teorileri açısından da geçerli. Teorinin derinliğine vakıf olduklarını düşünenler, genellikle kalkınma ve sosyal adalet boyutunu ihmal ediyorlar. Oysa sosyalizmin tam da bu somut, pratik veçhesi 20’nci yüzyılı değiştirmiştir. Sadece sosyalist kamp veya doğu bloğu diye bilinen ülkeleri değil, sadece sosyalizmi bir kalkınma modeli olarak kavrayan ve kimileri de eklektik veya bütünsel tarzda böyle benimseyip uygulayan küçük burjuva diktatörlükleri de değil, kapitalizmin altın çağının bütün klasik örnekleri, hatta belki de genellikle sanıldığının aksine sosyal demokratlardan ziyade muhafazakârlar, kapitalizmin geleceğini kurtarmak için sosyalist (sosyal adaletçi ve kalkınmacı) tedbirlere başvurmuşlardır.
Mamedov komünist değil, hatta (açıkça görüldüğü gibi) emek ve sermaye arasındaki çatışmanın daha 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren zayıfladığını, zira bizatihi bu çatışmanın sonuçlarının kol emeği yerine zihinsel emeği öne çıkarttığını ileri sürüyor. Bununla birlikte bir kalkınma modeli olarak Sovyet sisteminin ve sosyalizmin benzersiz olduğunu da vurguluyor. Demek ki sınıf çatışması yerine sınıf uzlaşmacılığı geçiriyor, ama bu durumun sosyal adalet talebini şiddetlendireceğini, hatta şiddetlendirmesi gerektiğini düşünüyor ve çözümü gene Sovyet sisteminde buluyor. Mamedov burada kalmıyor ve sosyal adalet fikrini, bir devlet ideolojisinin yegâne temeli de sayıyor, çünkü toplumu ancak bu birleştirebilir.
Eski Sovyet ülkelerinde çeşitli türevleriyle yaygın eğilimler bunlar; Belarus’ta iktidarda Lukaşenko, Rusya’da muhalefette Glazyev vd., Kırgızistan’da 2020 olaylarında solun oynadığı rol, Kazakistan’daki gelişmeler, bu kapsamda değerlendirilmeli.
Yeri gelmişken, Elşad Mamedov’un Azerbaycan’da önemli bir iktisatçı olduğunu da belirtelim. İktisat doktoru, Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi’nde profesör. 2021 martından beri de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Konsey Başkanı. Azerbaycan gibi bir ülkede bakanlık seviyesinde bir tür “devlet sosyalizmi” taraftarının istihdam edilmesi bile bu ülkelerin özgül dinamikleriyle ilgili bir fikir vermeli.
Metni anlaşılır kılmak için son bir not. Mamedov, “tek devreli olmayan bir para sisteminden” söz ediyor. Ne anlama geldiğine birbirini tamamlayan iki farklı yerden bakalım:
1) “Tek devreli para sistemi, paranın bir alandan diğerine serbestçe geçebileceği anlamına gelir. Para dolaşımında iki devreli algoritma ise üretim alanında böyle bir imkânı dışlar.” (Zvonova Y., Kuznetsov A., Pişçik V., Silvestrov S. Особенности и перспективы построения двухконтурной валютно-финансовой системы на национальном и региональном уровне. Мир новой экономики. 2020;14(1):26-33.)
2) “Sovyet mali sistemi… son derece zekice kurulmuştu; devlet sektörleri ve işletmeleri arasındaki ilişkiler hesap parasına (fiktif para) dayanıyordu. Ne var ki devlet şirketlerinin özerkleştirilmesi ve denetim dışına çıkarılması, (kooperatif ve ortak) özel mülkiyete dayalı şirketlerin ise dış ticarete girişmelerinin sonucu, bu fiktif paranın nakit karşılığını sunmak gerekti. Böylece… enflasyon yükseldi, Sovyet ekonomisi ise dövizin egemenliği altına girdi ve para spekülasyonu giderek sıradan bir iş haline geldi.” (Yalın H. Rusya: Yükseliş, Çöküş ve Dinamikler. Notabene, İstanbul: 2021, s. 43.)
* * *
SSCB 100 yaşında
Elşad Mamedov
Bir büyük gücün, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümünü kutlamaktan çok uzak geçirdiğimiz bu günlerde dünyadaki ilk sosyalist devletin inşa girişimi tecrübesini kompleks ve sistemli şekilde analiz etmek uygun ve hatta hakkaniyetli olacaktır diye düşünüyorum. Son otuz yıldır tarihin Sovyet dönemini esasen kara yahut gri tonlarda resmetmek moda oldu; bu, benim görüşüme göre, ya ifrata varan bir angajmana ya da mevcut trende ödenen haraca en azından tanıklık ediyor. Ayrıca da, bence, günümüzde dünya ekonomisinde ve jeopolitiğinde meydana gelen gelişmelerin ışığında, geçtiğimiz yüzyılda yeryüzünün altıda birinde gerçekleştirilen emsalsiz deneye gerçekçi bir şekilde bakmaya çalışmak, belli bir dereceye kadar sembolik bile olsa, son derece önem taşıyor.
Hemen belirteyim ki SSCB’nin mevcut olduğu yıllar şüphesiz tekdüze değildi, bu yüzden önünüzdeki analiz çerçevesinde Sovyet döneminin temel, ilkesel yönelimlerini ele almak da uygun görünüyor. Bu bağlamda şunu belirtmeyi de önemli sayıyorum: 19’uncu yüzyıldan beri dünya tarihinin gelişimi paradigmasını en genelde tayin eden temel faktörlerden biri yeniden üretimin iki faktörünün, emek ve sermayenin ve dolayısıyla bunların temsil ettiği sosyal grup ve güçlerin kavramsal çarpışmasıydı. Bu kavramsal çarpışmanın 20’nci yüzyılın ortalarına kadar tarihi gelişmelerin yönünü tayin ettiğini de söylemek gerek.
Mesele şu ki, toplumdaki üretici güçlerin gelişmesiyle ve bilimsel teknolojik ilerlemelerle birlikte kitlelerin zihni evrim geçirmişti; emek faaliyetinin katma değere yansıyan sonuçlarının yeniden üretimin faktörlerinden sadece biri tarafından mülk edinilmesi, kaçınılmaz şekilde en temel mesele olarak konuluyordu. Bu da aslında sosyal güçlerin, yani sosyal gruplar arasındaki ilişkileri emek lehine tekrar gözden geçirmenin maddi temeli olabilecek iktisadi, siyasi ve idari bir modelin tebarüz etmesi talebini şekillendiriyor ve keskinleştiriyordu. Böylece şu sonuca varırız: Sovyet Sosyalist devletini inşa girişimi kaotik bir şekilde ortaya çıkamazdı, tersine, şekillenmekte olan ve sosyal ilişkiler sistemini yeni baştan, kökten gözden geçirme zaruretini ortaya koyan gelişmelere bütünüyle doğal bir cevaptı. Sovyetler Birliği’nin ve “sosyalist kamp” ülkelerinin bu görevin üstesinden bütün olarak hiç de fena gelmediğini de kabul etmek gerek. Havada uçuşan sosyal adalet fikirleri böylelikle çözümünü büyük ölçüde SSCB’de şekillenen devlet ve iktisat yapısı modelinde buldu. Bence bu, Sovyetler Birliği’nin başlıca başarılarından biridir ve bütün dünyada sosyal zenginliğin daha adil şekilde yeniden dağılımına yönelik ilerlemeye muazzam bir momentum katmıştır. “Komünizm hayaleti” korkusuyla bütün dünyada, en pazarcı devletlerde bile emekçinin pozisyonunu esasen güçlendiren derin sosyal programlar uygulanmaya başlandı. SSCB’de gerçekleşen sosyal kazanımlar yeryüzünün muhtelif köşelerindeki insanların daha fazla sosyal hak elde etmelerine yardımcı oldu, bu da bilimsel teknolojik ilerlemeye, toplumdaki üretici güçlerin gelişmesine katkıda bulundu ve hatta 20’nci yüzyılın ikinci yarısına doğru iktisadi gelişmenin esas motoru insan sermayesi oldu, ve bu da başka bir yeniden üretim faktörünü, insanların zihinsel yetilerini merkezi bir konuma taşıdı. Emek ve sermaye arasındaki kavramsal karşı karşıya gelişin eski güncelliğini kaybetmesinin nedeni de buydu: SSCB varlığıyla fiilen, sosyal ilişkilerin yeni bir seviyeye, insanın zihinsel yetilerinin önceliği seviyesine çıkmasına katkıda bulunuyordu. Bununla birlikte sosyal adalet fikirleri de üretici güçlerin unsurları arasındaki karşılıklı bağların yeniden formatlanması bağlamında dahi buharlaşamazlardı, zira her halükârda sosyal zenginliği bölüştürmek gereklidir ve bu sürecin adilane yürütülmesi talebi de, sanırım, toplum bilincine genetik olarak kazılıdır. Bugün toplumu birleştirecek bir devlet ideolojisi talebinin şekillendirilmesi meselesinin ıstırap verircesine hissedilmesinin nedeni de bence budur. Sosyal adalete dayanan bir ideoloji olmaksızın devletin gelişmesinin istikrarlı bir izleğe varması mümkün değil. Sosyal adalet derken sadece maddi zenginliklerin adaletli bir şekilde dağıtılması değil, insanların kendi karmaşık öz-gerçekleşmeleri için imkânları elde edecekleri en genelde adil sosyal ilişkilerin inşası da anlaşılır. Bu kapsamda Sovyet tecrübesinin tam da bugün aranılan şey olduğunu düşünüyorum.
Meselenin iktisadi bileşenine gelince, bence, Sovyetler Birliği’nde yaşanan gelişmelerin analizi girişimlerinde belirgin çarpıtmalara da sıklıkla şahit oluyoruz. Bugün iktisat biliminde, bir ülkedeki makroekonomik durum evrensel makro göstergelerle değerlendiriliyor, bunlardan biri GSYH. SSCB’de bu toplam gösterge olarak GSMH kullanılıyordu. Ama bu göstergeler arasındaki farklılık, başka sebeplerin yanısıra Sovyet ekonomisinin kapalılığı ölçüsünde önemsizdir, bu yüzden üzerinde durmayacağız.
Bence Sovyet ekonomisinin hacmi değerlendirilirken bir dizi son derece önemli hata ve yanlış yapılıyor; bunlara değinmeden SSCB ekonomisini gerçekçi şekilde analiz etmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.
Birincisi, Sovyet ekonomisinin en güçlü sektörlerinden biri askeri-sınai kompleksti. Ama SSCB’de silah sistemleri ve askeri harcamalar GSMH’ya dâhil edilmezdi; bu durum, SSCB’deki devasa askeri-sınai kompleksin Sovyetler Birliği GSMH’na girmediğini ileri sürmeye imkân verir.
İkincisi, SSCB’de bilimsel çalışmalar ara tüketim dilimleri olarak görülüyordu, yardımcı faaliyet olarak sunuluyordu ve fikir mülkiyeti biçiminde sınıflandırılmıyordu. Bilimsel alan bu göstergeye katılacak olsa Sovyetler Birliği’nin GSMH’sının ne kadar büyüyeceğini tahmin etmek güç değildir.
Üçüncüsü, bilindiği gibi, GSYH’nın önemli bir bölümünü ülkenin ücret toplamı teşkil eder. SSCB’de ortalama ücretlerin mesela ABD’dekinden çok daha az olduğu kimseye sır değil, ancak bu, SSCB’de mevcut özel imkânlara pazar-dışı ilkelerle sahip olunabilmesiyle ilişkiliydi; SSCB’de ücretli eğitim, sağlık vb. en azından hesaplamalarda söz konusu bile olamazdı.
Dördüncüsü, bugün, son on yıllarda hep olduğu gibi, iktisadi anlamda başarılı denen ülkelerde GSYH’daki aslan payını hizmet sektörü alıyor. Fiyatlandırma ise pazar temelinde gerçekleşiyor. Ama SSCB’de pazar fiyatlaması ancak tekil durumlarda söz konusuydu, bu yüzden devasa sektörler ödemeli ve hesaplanabilir hizmetler sektöründen düşüyordu. Bu bilhassa tıp, sağlık ve başka sektörlerde görülüyordu. Ücretli konut pazarı neredeyse hiç yoktu; oysa bu birçok ülkenin GSYH’sında önemli bir dilimi teşkil eder.
Dolayısıyla açık ki, bugün sıklıkla batı ülkeleriyle modellenen ve karşılaştırılan SSCB GSYH son derece çarpıtılıyor, küçümseniyor ve ekonomide meydana gelen ilerlemelerin gerçek tablosunu düzgün bir şekilde yansıtmıyor. Ama hâlihazırda uygulanmakta olan ve (benim görüşüme göre) kesinlikten çok uzak metodolojik temelde ve hesap yöntemlerine göre bile kişi başına satın alma paritesine dayanan GSYH SSCB’de 1929’dan 1990’a kadar 8,87 kat artmıştı. Karşılaştırma için, ABD’de aynı dönemde artış yaklaşık 5,34 kattır. Üstelik ABD’de Sovyetler Birliği’nin yaşadığı korkunç savaş da yaşanmadı. Ayrıca şunu unutmamak gerek: yeniden üretim faktörlerinin yukarıda değinilen türden kavramsal bir karşı karşıya gelişinde zaferi emeğin kazandığı dünyadaki esasen ilk ülke olan SSCB, dünya sermayesinin muazzam baskısıyla da çarpışıyordu. Bu, benim görüşüme göre, batılı “uzmanlar” ordusunun ve onlara eklemlenmiş koca bir yerli “uzmanların” göstermeye çalıştığı gibi, Sovyetler Birliği’nde gerçekten de etkisiz ve rekabet eksikliği içeren bir ekonomi mi vardı acaba diye en azından düşünmeye zorlar.
Bununla birlikte kuşkusuz ki Sovyet ekonomi makinesi kusur ve hatalardan azade değildi. Bilhassa inovasyonların uygulanmasındaki etkisizlik açısından boşluklar, dogmatizm, idari cihazın ataletiyle ilişkili problemler, Sovyetler Birliği’nde devlet idaresi sisteminin etkin işleyişine engel oluyordu. Ama SSCB’nin iktisat siyasetindeki başlıca problem, bence, sosyal zenginliklerin dağılımı sistemindeki derin farklılıklara rağmen katma değerin oluşması açısından SSCB’deki iktisat siyaseti ve yönetme modelinin batıdakine benzerlik göstermesidir; yani bu, öncelikle pazarların genişlemesi yoluyla maddi üretimin gelişimini teşvik etmeye dayanan bir iktisadi kalkınma modeliydi, buysa zaten kendiliğinden pazarların sınırlı olması ölçüsünde büyümenin sınırlarına vardığını ima ediyordu. İnsanlık, anılan bu iktisadi modelin bitik niteliğine Sovyetler Birliği’nin ve “sosyalist kampın” dağılması döneminde olduğu gibi bugün, “batının küresel dolar merkezli küresel yönetiminin dikişleri patlarken” de tanık oldu.
Ancak bence, yukarıda sayılan problemleri olsa da, Sovyetler Birliği’nin dünyaya, iktisadi gelişmenin etkin bir stratejik planlanması sisteminin inşası, iktisadi büyümenin jeneratörü olarak tek devreli olmayan bir para sistemi, sosyal devlet fikrinin nitelikli ve pratik bir uygulaması, çokuluslu bir ülkenin muhtelif halklarının özgünlük ve geleneklerine gerçek ama deklare edilmemiş bir saygı (tahammül değil, gerçek anlamda saygı), merkeze en uzak bölgelerdeki gençliğin bile kendini ortaya koyabilmek imkânına sahip olduğu sosyal kaldıraçların işlevselliği, ücretsiz yüksek öğrenim, ücretsiz ve rekabete açık bir sağlık sistemi, güçlü bir askeri-sınai kompleks, çok zengin bir kültür alanı, dünyadaki en iyi sportif sanayi organizasyonu sistemi gibi tartışmasız olumlu nitelikler sergilediğine kuşku yoktur. Ama benim görüşüme göre SSCB’nin en önemli başarısı, sadece cüzdanın şişkinliğine ve banka hesaplarındaki sıfırların sayısına değil emekçiye ve toplumdaki her insanın zihinsel yetilerine saygının öncelik olduğu bir toplumun ve sosyal ilişkilerin kurulmasıydı. Bence bu, yukarıda söylenenlerin ışığında, merkezi yeri bir yeniden üretim faktörü olarak (görünen o ki) insanın zihinsel yetilerinin işgal edeceği geleceğin toplumunun inşasında uygulanabilecek ve uygulanması gereken bir anlatının Sovyet sosyal ilişkiler sisteminde bulunduğunu düşünmeye imkân sağlıyor. Ben bunun, bir toplumun sistemsel kurucu ilkesi olarak sosyal adalet unsurunun rolünü büyük ölçüde tahkim edeceğini düşünüyorum, zira toplumun zihinsel yetilerinin gelişmesiyle birlikte o toplumdaki sosyal adalet talebi de ister istemez güçlenmelidir. Ve bu da, Sovyet tecrübesinin post-Sovyet coğrafyası ülkelerinin geleceğinin adaletli surette inşası için hâlâ yararlı olduğunu gösterir!
İlginizi Çekebilir
-
Lukaşenko: Ukrayna müzakerelerinde vaatlere değil, gerçeklere inanın
-
Moskova, bir haftada ikinci kez insansız hava araçlarıyla vuruldu
-
Putin: Ateşkes önerilerine açığız, ancak şartlar önemli
-
Lukaşenko ve Putin, ABD’nin 30 günlük ateşkes önerisinden sonra bir araya geldi
-
Polonya Cumhurbaşkanı Duda, ABD’nin nükleer silahlarını istedi
-
Belarus, ABD ile temaslara hazır
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
4 gün önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çevirmenin notu: İktisatçı Michael Roberts’ın aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, Donald Trump’ın gümrük tarifelerinin ABD ekonomisine vereceği zararı inceliyor. Nitekim, Trump Kanada ve Meksika’ya getirdiği gümrük vergilerinin önemli bir kısmından geri adım atmak zorunda kaldı. ABD Başkanının Kongre konuşmasında bu vergilerin tüketicilerde “küçük bir rahatsızlık” yaratacağı iddiası, gerçeğin bambaşka oluşuyla birlikte boşa düşüyor.
Trump’ın ‘küçük rahatsızlığı’
Michael Roberts
The Next Recession
5 Mart 2025
Görevdeki 100 günün ardından dün ABD Kongresinde konuşan Başkan Donald Trump, ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından ithalata getirilen yeni gümrük vergilerinin “biraz rahatsızlık” yaratacağını iddia etti. Fakat yakında bunun sona ereceğini ve “gümrük vergilerinin Amerika’yı yeniden zenginleştirmek ve Amerika’yı yeniden büyük yapmakla ilgili olduğunu ” söyledi: “Bu gerçekleşiyor ve oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşecek.”
Gerçekten de çok hızlı bir şekilde. Trump dün Kanada ve Meksika’dan ABD’ye ithal edilen mallara %25, Çin’den ithal edilen mallara ise %10 ek gümrük vergisi getirerek Amerika’nın en büyük üç ticaret ortağını önemli ölçüde daha yüksek bariyerlerle karşı karşıya bıraktı. Bu hamleler Pekin’in hemen tepkisini çekti ve Pekin 10 Mart’tan itibaren soya fasulyesi ve sığır etinden mısır ve buğdaya kadar ABD tarım ürünlerine %10-15 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Kanada da 107 milyar dolarlık ABD ithalatına, 21 milyar dolarlık ithalattan başlamak üzere, derhal gümrük vergisi getireceğini açıkladı. Başbakan Justin Trudeau, “Kanada bu haksız kararın cevapsız kalmasına izin vermeyecektir,” dedi. Ottawa’ya karşı uygulanan vergiler, %10’luk bir tarifeyle karşı karşıya olan Kanada petrol ve enerji ürünleri hariç %25 olarak belirlendi. Kanada, ABD’nin ham petrol ithalatının yaklaşık %60’ını gerçekleştiriyor.
Çin ayrıca ABD şirketlerini de hedef alarak on şirketi ulusal güvenlik kara listesine aldı ve diğer 15 şirkete ihracat kontrolü getirdi. Ayrıca ABD’li biyoteknoloji şirketi Illumina’nın gen dizileme ekipmanlarını Çin’e ihraç etmesini yasakladı. Pekin, Trump’ın ilk gümrük vergileri saldırısına yanıt olarak Illumina’yı geçen ay “güvenilmez kuruluşlar” listesine eklemişti.
Planlanan tüm gümrük vergileri ABD’nin gümrük vergisi oranını birkaç hafta içinde %20’nin üzerine çıkaracak ve bu oran Birinci Dünya Savaşı öncesinden bu yana görülen en yüksek oran olacak. Joseph Politano’nun da belirttiği gibi, ABD’nin 1,3 trilyon dolarlık ithalatını ya da ABD’ye getirilen tüm malların yaklaşık %42’sini kapsayan bu eylemlerin maliyeti muazzam ya da yaklaşık bir asır önceki meşhur Smoot-Hawley Yasası’ndan bu yana tek başına en büyük tarife artışı.
Gümrük vergileri ABD’de benzin, gübre, çelik, alüminyum, ahşap, plastik ve dahası gibi temel hammaddelerin fiyatlarını artıracak. Özellikle Meksika’dan gelen taze meyve ve sebzeler olmak üzere, bakkaliye ürünlerini bulmak zorlaşacak. Karmaşık entegre Kuzey Amerika tedarik zincirlerine –araçlar, bilgisayarlar, kimyasallar, uçaklar ve daha fazlası– dayanan imalat sektörleri, bu bağlantıların zorla koparılması halinde durma noktasına gelebilir. Üretimin özellikle Çin ve Meksika’da yoğunlaştığı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar ve beyaz eşyalar için maliyetler artabilir. İhracatçılar artan hammadde maliyetleri, para biriminin değer kazanması ve yaklaşan misilleme gümrük vergileri nedeniyle zarar görecek ve bunların hepsi ABD iktisadi faaliyetlerini azaltacaktır.
Bu tarifelerin toplam maliyeti, ABD’li tüketicilerin ve işletmelerin ithal mal alımları için daha fazla ödeme yapmalarıyla 160 milyar doları bulacak ve daha fazlası da gelecek. Trump’ın salı günü aldığı önlemler, önerdiği önlemlerin yalnızca %40’ını oluşturuyor. Bir sonraki parti uygulamaya konulursa, ithalat maliyetini 600 milyar doların üzerine ya da GSYİH’nin %1,6’sına çıkaracak.
İthal mallara gümrük vergisi koymanın iktisadi argümanlarından biri yerli şirketleri yabancı rekabetten korumak. İthalatın vergilendirilmesiyle yurtiçi fiyatlar nispeten ucuzlar ve vatandaşlar harcamalarını yabancı mallardan yerli mallara kaydırarak yerli sanayiyi genişletir. Fakat bu argümanın çok az ampirik dayanağı vardır. New York Fed yakın zamanda artan gümrük vergilerinin yerli firmalar üzerindeki etkisini analiz etti. Çalışmada şu sonuca varıldı: “Küresel tedarik zincirlerinin karmaşık olması ve yabancı ülkelerin misilleme yapması nedeniyle gümrük tarifelerinin uygulanmasından kazanç elde etmek zordur. Ticaret savaşının açıklandığı günlerde borsa getirilerini kullanarak elde ettiğimiz sonuçlar, firmaların beklenen nakit akışlarında ve reel sonuçlarda büyük kayıplar yaşadığını gösteriyor. Bu kayıplar geniş tabanlı olup, Çin’e maruz kalan firmalar en büyük kayıpları yaşadı.”
Dahası, Danimarkalı iktisatçı Jesper Rangvid’in de gösterdiği gibi, Trump sadece iki taraflı mal ticaretine bakıyor; hizmet ticaretini ve sermaye ile emekten elde edilen kazançları göz ardı ediyor. Öyle ki, ABD’nin en azından Avro bölgesine yaptığı hizmet ihracatından elde ettiği gelir ve bu bölgeye ihraç ettiği sermaye ve işgücü ücretlerinden elde ettiği getiri, mal ticaretindeki iki taraflı açığını telafi etmektedir. Avro bölgesinin ABD ile olan toplam ikili cari işlemler dengesi sıfıra yakındır.
Trump’ın gümrük vergisi yaylım ateşi ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmak’ bir yana, ABD ekonomisini ve onunla birlikte diğer büyük ekonomileri resesyona sürükleme ihtimaline sahip. Kiel Enstitüsü, AB’nin ABD’ye ihracatının %15-17 oranında düşeceğini, bunun da AB ekonomisinde %0,4 oranında “önemli” bir daralmaya yol açacağını, ABD GSYİH’sinin ise %0,17 oranında küçüleceğini hesaplıyor. AB’nin misilleme gümrük vergileri uygulaması halinde, bu ekonomik zararı iki katına çıkaracak ve enflasyonu 1,5 puan artıracak. Almanya’nın ABD’ye mamul mal ihracatı neredeyse %20 oranında düşerek en kötü darbeyi alacak. Zaman içinde kaybedilen ihracatın tam büyüklüğü belirsiz olsa da (tedarik zincirlerinin yeniden kurulması zaman alacağından), bu vergilerin devam etmesi halinde ABD ile ticaret yapan büyük ekonomilerin GSYİH’lerinde önemli bir düşüş yaratması muhtemel.
ABD imalatı üzerindeki genel etki, ihracat kaybında GSYİH’nin yaklaşık %1’ini bulabilir.
Bu tahminlerden biri. Yale Üniversitesi iktisatçıları daha da ileri gidiyor. Planlanan %25’lik Kanada ve Meksika tarifeleri ile %10’luk Çin tarifelerinin yanı sıra halihazırda yürürlükte olan %10’luk Çin tarifelerinin etkisini modellediler. Bu tarifelerin, efektif ortalama tarife oranını 1943’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkaracağını hesapladılar. Yurtiçi fiyatlar mevcut enflasyon oranına göre %1’in üzerinde artacak ki bu da 2024 yılında hane başına ortalama 1.600-2.000 dolar tüketici kaybına eşdeğerdir. ABD’nin reel GSYİH büyümesini bu yıl %0,6 puan düşürecek ve gelecekteki yıllık büyüme oranlarından %0,3-0,4 puan azaltarak yapay zeka infüzyonundan beklenen verimlilik kazanımlarını silecek.
ABD’deki Uluslararası Ticaret Odası [ICC] o kadar endişeli ki, Trump planlarından geri adım atmazsa dünya ekonomisinin 1930’lardaki Büyük Buhran’a benzer bir çöküşle karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. ICC Genel Sekreter Yardımcısı Andrew Wilson, “Derin endişemiz, bunun bizi 1930’ların ticaret savaşı bölgesine sokan aşağı doğru bir sarmalın başlangıcı olabileceği,” diyor. Dolayısıyla Trump’ın önlemleri “küçük bir rahatsızlığın” çok ötesine geçebilir .
Yeni gümrük tarifelerinin açıklanmasından önce bile ABD ekonomisinin bir miktar yavaşladığına dair önemli işaretler vardı. Artan ithalat tarifelerinin etkisi resesyon için bir kırılma noktası olabilir. Wall Street de böyle düşünüyordu. Trump gümrük vergisi önlemlerini açıkladığında, Trump’ın seçim zaferinden bu yana ABD borsasında elde edilen tüm kazançlar silindi.
Birkaç hafta içinde ABD ekonomisine ilişkin söylem, ABD ekonomisinin “istisnailiğinden” büyümede ani bir gerilemeye ilişkin endişeye dönüştü. Perakende satışlar, imalat, reel tüketici harcamaları, konut satışları ve tüketici güveni göstergelerinin hepsi son bir iki ay içinde düşüş gösterdi. 2025’in ilk çeyreği için reel GSYİH büyümesine ilişkin konsensüs tahminleri artık sadece yıllık %1,2.
Atlanta Fed’in yakından takip edilen mevcut GSYİH ŞİMDİ izleyicisi ise tam bir daralma öngörüyor.
ABD imalatı bir yıl ya da daha uzun bir süredir durgunluk içinde fakat imalat faaliyetlerine ilişkin son göstergelerde endişe verici olan bir diğer husus da maliyetlerdeki önemli artış. ISM Başkanı Timothy Fiore, “Şirketler yeni yönetimin tarife politikasının ilk operasyonel şokunu yaşarken talep azaldı, üretim dengelendi ve personel çıkarma devam etti. Tarifeler nedeniyle hızlanan fiyat artışı, yeni siparişlerin birikmesine, tedarikçi teslimatlarının durmasına ve imalat envanterinin etkilenmesine neden oldu,” diyor. Yeni siparişler Mart 2022’den bu yana en büyük düşüşü göstererek daralma bölgesine girdi ve üretim keskin bir şekilde yavaşladı. Buna ek olarak, fiyat baskıları Haziran 2022’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı.
Fakat pandeminin sona ermesinden bu yana ABD ekonomisinin sözümona istisnailiği her zaman istatistiksel bir yanılsamaydı. Bir çalışma, birçok Amerikan hanesi için istihdam, ücretler ve enflasyonla ilgili gerçek hikayeyi ortaya koyuyor. İlk olarak, resmi rakamlara göre neredeyse rekor düzeyde düşük olan işsizlik oranı sadece %4,2. Fakat bu rakam, ara sıra iş yapan evsiz insanları da istihdam edilmiş olarak kabul ediyor. İşsizlere yarı zamanlı iş dışında bir iş bulamayanlar ya da yoksulluk ücreti (kabaca 25.000 dolar) alanlar da dahil edilirse, bu oran aslında %23,7. Başka bir deyişle, bugün Amerika’da neredeyse her dört çalışandan biri işlevsel olarak işsizdir. Resmi medyan ücret 61.900 dolar. Fakat işgücündeki herkesi takip ederseniz, yani yarı zamanlı çalışanları ve işsiz iş arayanları dahil ederseniz, medyan ücret aslında yılda 52.300 dolardan biraz fazla. “Medyan ücretle çalışan Amerikalı işçiler, geçerli istatistiklerin gösterdiğinden %16 daha az kazanıyor.” 2023 yılında resmi enflasyon oranı %4,1 idi. Fakat gerçek yaşam maliyeti bunun iki katından daha fazla arttı: tam %9,4. Bu da 2023 yılında satın alma gücünün medyan olarak %4,3 düştüğü anlamına geliyor.
Avrupalı liderlerin Trump’ın gümrük vergisi hamlelerine ve Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’yı desteklemekten açıkça geri çekilmesine cevabı, daha fazla savaş hazırlığı gibi görünüyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsüne göre, küresel savunma harcamaları geçen yıl 2,2 milyar dolara ulaşarak rekor kırarken, Avrupa’da ise 388 milyar dolara yükselerek ‘soğuk savaş’tan bu yana görülmemiş seviyelere ulaştı. Financial Times’ın liberal Keynesyen iktisat gurusu Martin Wolf, “Savunma harcamalarının önemli ölçüde artması gerekecek,” diyor. “Bu harcamanın 1970’lerde ve 1980’lerde Birleşik Krallık GSYİH’sinin %5’i ya da daha fazlası olduğunu unutmayın. Uzun vadede bu seviyelerde olması gerekmeyebilir: modern Rusya Sovyetler Birliği değil. Yine de, özellikle ABD’nin çekilmesi durumunda, inşa sırasında bu kadar yüksek olması gerekebilir.”
Bunun bedeli nasıl ödenecek? “Eğer savunma harcamaları kalıcı olarak artırılacaksa, hükümet yeterli harcama kesintisi bulamazsa, ki bu da şüpheli, vergilerin arttırılması gerekir.” Fakat endişelenmeyin, tanklara, askerlere ve füzelere yapılan harcamalar aslında bir ekonomi için faydalıdır, diyor Wolf. “Birleşik Krallık gerçekçi bir şekilde savunma yatırımlarının ekonomik getirilerini de bekleyebilir. Tarihsel olarak savaşlar inovasyonun anası olmuştur.” Wolf daha sonra İsrail ve Ukrayna’nın savaştan elde ettiği kazanımlara ilişkin harika örneklerden bahsediyor: “İsrail’in “startup ekonomisi’ ordusunda başladı. Ukraynalılar şimdi dron savaşında devrim yarattılar.” Savaşın getirdiği yeniliklerin insani maliyetinden bahsetmiyor Wolf: ”Ancak asıl önemli olan nokta, savunmaya önemli ölçüde daha fazla harcama yapma ihtiyacının, her ikisi de doğru olsa da, sadece bir gereklilikten ve sadece bir maliyetten daha fazlası olarak görülmesi gerektiği. Eğer doğru şekilde yapılırsa, bu aynı zamanda iktisadi bir fırsattır.” Yani savaş iktisadi durgunluktan çıkış yolu.
Almanya’nın müstakbel Şansölyesi Friedrich Merz de (son seçimleri kazandıktan sonra) aynı hikayeyi benimsedi. Hükümetin hesaplarını ‘dengelemek’ için herhangi bir ekstra mali harcamaya karşı çıktığı seçim kampanyasından tam bir dönüş yaparak, şimdi Avrupa’nın en büyük ekonomisini canlandırmak ve yeniden silahlandırmak için Almanya’nın ordusuna ve altyapısına yüz milyarlarca dolarlık ekstra fon enjekte etme planını destekliyor. Yeni bir düzenleme ile GSYİH’nin %1’inin üzerindeki savunma harcamaları, hükümetin borçlanmasını sınırlayan “borç freninden” muaf tutularak Almanya’nın silahlı kuvvetlerini finanse etmek ve Ukrayna’ya askeri yardım sağlamak için sınırsız miktarda borçlanmasına izin verilecek. Ayrıca, altyapı için on yıl boyunca sürecek 500 milyar avroluk bir fon oluşturmak üzere bir anayasa değişikliği yapmayı planlıyor. Birdenbire silahlanma ve askeri girişimler için bol miktarda nakit ve borçlanma imkanı ortaya çıktı.
İngiltere’nin planı, dünyanın yoksul ülkelerine yönelik yardım programını keserek ‘savunma’ harcamalarını iki katına çıkarmak. Trump ayrıca ABD’nin dış yardımlarını da dondurdu. Küresel borç 2024 yılında 7 trilyon dolar artışla 318 trilyon dolara ulaştı. Küresel borcun küresel GSYİH’ye oranı son dört yılda ilk kez yükseldi; yani borç nominal GSYİH’den daha hızlı artarak GSYİH’nin %328’ine ulaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), borç yükleri artmaya devam eden yoksul ülkelerin büyük bir baskı altında olduğu uyarısında bulundu. Bu ekonomilerdeki toplam borç 2024 yılında 4,5 trilyon dolar artarak, gelişmekte olan piyasaların toplam borcunu tüm zamanların en yüksek seviyesi olan GSYİH’nin %245’ine çıkardı. Bu yoksul ekonomilerin birçoğu bu yıl 8,2 trilyon dolarlık rekor bir borcu çevirmek zorunda ve bunun yaklaşık %10’u yabancı para cinsinden; bu da finansmanın kesilmesi halinde hızla tehlikeli bir hal alabilecek bir durum. Yani önümüzde daha fazla savaş ve daha fazla yoksulluk var.

Alman partilerinin ‘savaş’ anlaşması borsayı uçurdu

Almanya’da Siemens yöneticileri Kırım’a türbin sevkiyatı nedeniyle yargılanacak

G7 bildirisinin hedefinde İran var

NATO Genel Sekreteri Rutte: Savaş sonrası Rusya ile ilişkiler yeniden kurulmalı

İtalya, Ukrayna konusunda Trump ile ortak zemin arıyor
Çok Okunanlar
-
AVRUPA3 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
AMERİKA2 hafta önce
Palantir CEO’su Karp’tan Silikon Vadisi’ne: Silah başına!
-
DÜNYA BASINI4 gün önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Gazze’de tatil hayali mi, kriz tarifi mi?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump’ın Silikon Vadisi’ndeki adamı Thiel’in antidemokratik distopyası
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 4
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Doğu Almanya’da neofaşizmin yükselişine Batı Almanya’nın katkısı
-
GÖRÜŞ6 gün önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi