Bizi Takip Edin

Ortadoğu

Suriye’deki Rus hava üssüne İHA saldırısı

Yayınlanma

Suriye’deki Hmeymim hava üssü, 18 Şubat gecesi insansız hava araçlarıyla saldırıya uğradı. Saldırının arkasında HTŞ’nin olabileceği belirtilirken, Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı ve yeni rejimle ilişkileri de gündemde.

18 Şubat gecesi, Suriye’deki Rusya Hava ve Uzay Kuvvetleri’ne bağlı bir hava grubunun konuşlu olduğu Hmeymim hava üssü, insansız hava araçlarıyla saldırıya uğradı.

Rus savaş muhabiri Oleg Blohin’e göre, üste yerel saatle 02.30’da (Türkiye saatiyle aynı) savaş alarmı verildi.

Blohin, “Olay ‘karadan düşman saldırısı’ olarak sayıldı. Pantsir derhal harekete geçti. Ateş ve patlama sesleri duyuldu,” diye yazdı.

Bir saat sonra ateş kesildi, ancak alarm uzun süre iptal edilmedi. Rusya Savunma Bakanlığı’ndan konuya ilişkin henüz bir açıklama yapılmadı.

Blohin, “Bu olay bir kez daha Suriye’deki üslerimizin normal şekilde çalışmasına izin verilmeyeceğini kanıtlıyor,” dedi.

Blohin, provokasyonun ülkede iktidarı ele geçiren Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütünün olabileceğini belirtti.

12 Şubat’ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriye’nin geçici Devlet Başkanı Ahmed eş-Şaraa ilk telefon görüşmesini gerçekleştirdi.

Putin, Rusya’nın “Suriye’deki sosyo-ekonomik durumun iyileştirilmesine yardımcı olmaya tereddütsüz hazır olduğunu” yineledi. Bundan iki gün sonra, yüz milyarlarca Suriye lirası taşıyan bir uçak Şam havaalanına indi.

Reuters‘e göre bu para, Beşar Esad döneminde Suriye için para basan Rusya’dan geliyordu. Ajansın kaynakları, paranın gönderilme nedenini açıkça belirtmedi ancak Moskova’nın bu yolla yeni Suriye rejimine mali yardım sağlama girişimi olabileceği belirtildi.

Daha önce Bloomberg’in kaynakları, Rusya’nın HTŞ yetkilileriyle askeri birliklerinin bir kısmını ülkede tutma konusunda anlaşmaya yakın olduğunu bildirmişti.

Habere göre Moskova, bu askeri varlığın karşılığında yeni Suriye yönetimine ülkenin doğusunda etkin olan IŞİD örgütüne karşı mücadelede yardımcı olabilir. Ayrıca Rus askerlerinin yardımıyla yeni yetkililer, Türkiye’nin artan etkisini dengeleyebilecek. Moskova aynı zamanda Suriye’den bazı askeri teçhizatını da çekmiş durumda.

Ortadoğu

İran’dan Tel Aviv’e füze saldırısı: Hedefte Birim 8200 vardı

Yayınlanma

İran, Tel Aviv yakınlarındaki Glilot Üssü’ne düzenlediği balistik füze saldırısında Mossad ve Birim 8200 gibi İsrail istihbaratının merkezlerini hedef aldığını açıkladı.

Devrim Muhafızları Ordusu’ndan yapılan açıklamada, “Bugün sabah saatlerinde, İran Hava-Uzay Kuvvetleri, yüksek gelişmiş savunma sistemlerine rağmen, Siyonist rejime ait askeri istihbarat merkezi Aman ile terör operasyonları planlama merkezi Mossad’a yönelik etkili bir saldırı düzenledi; söz konusu merkez şu anda yanıyor” ifadelerine yer verildi.

Ynet’in haberine göre, Tel Aviv bölgesindeki Herzliya çevresinde birden fazla füze isabet etti, bir otobüs yandı ve sekiz katlı bir bina hasar gördü. Füzelerin düşme anına ilişkin videolar, büyük patlamaların yaşandığı bu bölgeyi gösteriyor.

İsrail basını, Glilot bölgesindeki İran füzelerinin etkilediği alanla ilgili askeri sansür uygulandığını; konuyla ilgili haber ve görüntülerin sansüre tabi tutulduğunu duyurdu.

Bu bölgede, Mossad ve Birim 8200 gibi önemli istihbarat merkezleri yer alıyor. Bazı kaynaklar, Birim 8200’e ait lojistik veya depo tesislerinin hedef alındığını belirtiyor. Uydu ve dar açı görüntülerinin analizi, füzelerin Mossad tesislerine yakın noktalara düştüğünü doğruluyor.

İsrail yönetimi, İran füzelerin verdiği zararla ilgili bilgilerin paylaşımını engellemiş durumda.

İsrail’in elit istihbarat birimlerinden olan Birim 8200, İsrail Askeri İstihbarat Teşkilatı Aman’a bağlı olarak faaliyet gösteriyor. Elektronik dinleme, siber istihbarat, sinyal kesme, veri toplama ve analiz alanlarında çalışan bu birim, İsrail’in dijital casusluk operasyonlarının bel kemiği olarak kabul ediliyor. Pek çok yorumcuya göre Birim 8200 İsrail’in “siber savaş beyni.”

İran bu sabah “Gerçek Vaat 3”ün dokuzuncu aşamasının başladığını ve İsrail’e yönelik saldırıların artacağını duyurmuştu.

İsrail’in İran’a düzenlediği saldırılara misilleme olarak İran’ın ateşlediği balistik füzeler Tel Aviv ve Hayfa’da benzeri görülmemiş tahribata yol açarken onlarca kişi öldü, yüzlercesi yaralandı.

İsrail, buna karşılık İran’a yönelik hava saldırılarını sürdürüyor. Aralarında kadınlar ve çocukların da bulunduğu 224’ten fazla İranlı İsrail saldırılarında öldü. Tahran’ın kuzeybatısındaki Tebriz’de sabah saatlerinde yaşanan patlama sonucu yoğun duman yükseldi.

Dün akşam İsrail hava kuvvetleri, İran devlet televizyonunun merkezine canlı yayın sırasında saldırmıştı.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

İran’ın nükleer programı hakkında neler biliniyor?

Yayınlanma

13 Haziran’da İsrail, Yükselen Aslan Operasyonu’nu başlattı ve bu çerçevede İran’ın nükleer tesislerine ve önde gelen fizikçilerin konutlarına yoğun saldırılar düzenledi.

İran’ın nükleer programı nasıl başladı?

İran, nükleer projesini 1950’lerde Şah Muhammed Rıza Pehlevi döneminde başlattı. Proje, ABD’nin desteğiyle ve Dwight Eisenhower yönetiminin “Barış için Atom” adlı sivil atom enerjisi geliştirme programı kapsamında hayata geçirildi. 1967’de, ülkede nükleer enerjiyi geliştirmek amacıyla Tahran Nükleer Araştırma Merkezi kuruldu. ABD, merkeze GA Technologies tarafından üretilen 5 MW gücünde ilk reaktörü, yaklaşık 6 kg uranyum ve 112 g plütonyum tedarik etti.

Başlangıçta çalışmalar sıkı bir dış denetim altında yürütüldü. İran, 1958’de resmen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) üyesi oldu ve ardından düzenli olarak kurumun denetimlerini kabul etti. 1968-1970 yıllarında, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı (NPT) imzalayıp onaylayarak bu ölümcül teknolojinin kullanımını gönüllü olarak sınırlandırdı.

1974’te İran, UAEA ile kapsamlı bir güvence denetimi anlaşması imzalayarak yalnızca barışçıl atomla ilgilendiğini bir kez daha teyit etti. Aynı yıl Tahran, ülke genelinde toplamda yaklaşık 20 GW kapasiteye sahip 22 nükleer reaktör inşa etmeyi öngören nükleer enerji geliştirme planını ilk kez yayımladı.

1974’te İran, 1 milyar dolar karşılığında uluslararası Eurodif konsorsiyumunun sahip olduğu Tricastin’deki (Fransa) uranyum zenginleştirme tesisinin yüzde 10’luk hissesini satın aldı. İlk güç üniteleri üzerinde Alman Kraftwerk Union ve Fransız Framatome şirketlerinden uzmanlar çalıştı. Basında yer alan haberlere göre ABD, İran topraklarında altı ila sekiz, Almanya dört ve Fransa sekiz reaktör inşa etmeyi planlıyordu.

Nükleer enerji altyapısıyla birlikte, ülkede istenildiğinde nükleer silah üretimi için kullanılabilecek bir bilimsel ve teknik potansiyel de oluşturuldu. Kısa süre sonra Batılı istihbarat servisleri ve UAEA uzmanları, İran’ı silah kalitesinde uranyum üretmenin eşiğinde duran bir “eşik devlet” olarak tanıdı. UAEA’nın hesaplamalarına göre İran’ın zenginleştirilmiş uranyum stokları altı atom bombası yapmaya yetecek düzeyde.

Batı, İran’ın nükleer programından neden endişe duydu?

1979’da İran’da Şah rejimi devrildi. Bunun neticesinde Batılı fizikçi ve mühendisler İran’ı terk etti ve nükleer proje askıya alındı.

Bu dönemin en belirgin örneği, 1975’te İran’ın güneyinde bir Alman şirketinin gücüyle inşasına başlanan Buşehr Nükleer Santrali’nin hikayesi. Şirketin uzmanları işin yaklaşık yüzde 85’ini tamamlamıştı. Ancak proje, İslam Devrimi’nden sonra durdu ve yaklaşık 30 yıl boyunca yarım kaldı. 1992’de İran, inşaatın yeniden başlatılması için Rusya ile anlaşma imzaladı. Eylül 2011’de Buşehr Nükleer Santrali’nin ilk güç ünitesi şebekeye bağlandı. Kasım 2014’te ülkeler, VVER-1000 reaktörlerine sahip ikinci ve üçüncü güç ünitelerinin inşası için bir sözleşme daha imzaladı.

1980’lerde İran, Pakistan ve Çin’den gelen teknolojilerle nükleer programını yeniden başlattı. Buna paralel olarak Batılı ülkeler, İslami yönetimin kendilerine tedarik edilen ekipmanı silah üretimi için kullanacağından endişe etmeye başladı. 1992-1993 yıllarında ABD ve İsrail, İran’ı ilk kez askeri bir nükleer programa sahip olmakla suçladı.

Örneğin, Bonab’daki Atom Enerjisi Araştırma Merkezi şüphe altına girdi. İran’ın açıklamasına göre merkez, tarımsal amaçlı araştırmalar yürütüyordu. Ancak Batılı uzmanlar, oradaki çalışmaların barışçıl programın sınırlarını aştığına inanıyordu. 1997’de dönemin UAEA Genel Direktörü Hans Blix, merkezi denetlemek üzere ziyaret etti ancak beyan edilmemiş faaliyet bulamadı.

2003 yılında İran’da, UAEA’ya kayıtlı olmayan uranyum zenginleştirme santrifüjleri bulundu. Kurum temsilcileri, ülkedeki tesislerin kapasitesinin barışçıl amaçlar için gerekenin üzerinde olduğunu belirtti. Daha sonra İran, santrifüj ve lazerle zenginleştirme faaliyetlerinde bulunduğunu kabul etti.

Örneğin, füze ve patlayıcıların geliştirilip üretildiği Parçin’deki askeri kompleks soruşturma altına alındı. 2004 yılında basında, Parçin’de hidrodinamik deneyler için konteynerler inşa edildiği yazıldı. UAEA, bu tür deneylerin silah geliştirme belirtisi olarak kabul edilebileceğini değerlendirdi. 2015 yılında müfettişler Parçin’deki askeri kompleksi denetledi ve basında yer alan haberlere göre tesisin arazisinde nükleer malzeme izlerine rastladı.

Nükleer anlaşma müzakereleri nasıl ilerledi?

İran’da zenginleştirilmiş uranyum izlerinin bulunmasının ardından Tahran ile derhal müzakerelere başlandı. 2003 yılında uluslararası baskı altında Tahran, NPT’ye ek bir protokol imzaladı ve UAEA’nın tavsiyeleri üzerine ağır su üretimini ve zenginleştirme tesislerini durdurdu.

2005’te İran’da yapılan seçimleri muhafazakâr Mahmud Ahmedinejad kazandı. Zaferinin ardından nükleer projeyi yeniden başlattı ve müzakereleri neredeyse tamamen durdurdu. Sonuç olarak UAEA, İran’ın yükümlülüklerini ihlal ettiğini ayrı bir karar metniyle kayda geçirdi. Bunun ardından Birleşmiş Milletler, 2006-2010 yılları arasında silah ihracatını, nükleer malzeme ve nükleer sanayi ekipmanı ithalatını yasakladı.

Buna paralel olarak ABD ve AB, İran’a karşı ticaret, finans, teknoloji ve yakıt-enerji kompleksleri gibi ekonomisinin neredeyse tüm sektörlerini etkileyen yaptırımlar uyguladı. 2022’deki Rusya’nın Ukrayna’ya dönük askeri müdahalesinden önce İran, yaptırım uygulanan şirket ve kişi sayısı bakımından dünya lideri olarak kabul ediliyordu.

Tüm kısıtlamalara rağmen İran, tam nükleer yakıt döngüsünü oluşturmayı tamamladı ve ardından Batılı ülkelerle müzakerelere yeniden başladı. 2015 yılında Tahran, uluslararası arabulucular olan Rusya, Çin, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya ile birlikte Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı hazırladı. Plan, atom enerjisi üzerinde sürekli dış denetim ve nükleer silahlardan vazgeçme karşılığında yaptırımların kaldırılmasını öngörüyordu. Basında bu belge kısaca nükleer anlaşma olarak adlandırıldı. Anlaşma 14 Temmuz 2015’te imzalandı ve ardından 2231 sayılı BM kararıyla güvence altına alındı.

Mayıs 2018’de ABD, Başkan Donald Trump’ın girişimiyle anlaşmadan çekildi ve yaptırımları yeniden uygulamaya koydu. Bunun ardından İran, yaklaşık bir yıl daha anlaşmalara uydu. Ancak daha sonra nükleer deneylere yeniden başladı. Mayıs 2019’da Tahran, başlangıçtaki stratejisine geri döndü ve nükleer anlaşmanın imzalanmasından sonra yeniden yapılandırdığı Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesisleri, Arak’taki reaktör ve Fordo’daki yeraltı tesisi gibi işletmelerin kapasitelerini yeniden artırdı.

Arak’taki kompleks, İran’ın en büyük nükleer tesislerinden biri olarak kabul ediliyor. Kompleks, silah kalitesinde plütonyum üretimine olanak tanıyan 40 MW gücünde bir nükleer reaktör (IR-40) ve bu reaktör için yılda 100 tona kadar ağır su üreten bir tesisi içeriyor.

Reaktörün inşasına 2004’te başlandı ancak müzakereler sırasında çalışmalar durduruldu. 2016’da İran, reaktörün kalbini çıkarıp betonla doldurdu. Tesis ise bu süreçte döteryum ve oksijen-18 izotop gazı kullanarak tıbbi ürünlere odaklandı. Nükleer anlaşmanın bozulması nedeniyle Mayıs 2019’da Arak’taki kompleks başlangıçtaki planlarına geri döndü.

Tahran, Natanz’daki tesislerin varlığını 2003 yılında dönemin UAEA Genel Direktörü Muhammed el-Baradei’nin ziyareti sırasında resmen doğruladı. Kompleks, en az 50 bin santrifüj için tasarlanmış altı yer üstü ve üç yeraltı binasından oluşuyor. Müzakereler sayesinde İran, santrifüjlerin üçte ikisini durdurmuş ve uranyum zenginleştirmesini yüzde 3,67 ile sınırlamıştı (silah üretimi en az yüzde 20 gerektiriyor).

Nükleer anlaşmanın bozulmasının ardından Natanz’daki tesisler kapasitelerini artırdı ve Nisan 2021’de uranyumuyüzde 60’a kadar zenginleştirebilecek duruma geldi. Kasım 2024’te Tahran, UAEA’yı tesise 6 bin santrifüj daha kurma planı hakkında bilgilendirdi.

Fordo’daki yeraltı uranyum zenginleştirme tesisi 80-90 metre derinlikte bulunuyor. Tesis 2012’de faaliyete geçti. Resmi açıklamaya göre, tesisteki 3 bin santrifüj tıp, tarım, sanayi ve bilim ihtiyaçları için uranyumu yüzde 20’ye kadar zenginleştiriyordu. Bozulan anlaşmanın sonucunda 2023’te UAEA uzmanları, tesiste neredeyse yüzde 84’e kadar zenginleştirilmiş uranyum parçacıkları tespit etti. Haziran 2025’te İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami, Tahran’ın tesise yeni ve verimli IR-6 santrifüjleri yerleştirdiğini açıkladı.

Şubat 2021’e gelindiğinde İran, UAEA’nın tesislerine erişimini önemli ölçüde kısıtladı ve denetimleri fiilen durdurdu. Sonuç olarak, Joe Biden yönetimi altında ABD, nükleer anlaşmaya geri dönmeye çalıştı. Bu kapsamda Viyana’da Rusya, Çin, Fransa, İngiltere ve Almanya ile dolaylı müzakereler yürüttü ancak bunlar sonuç vermedi.

Mayıs 2025’te Umman’da nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması amacıyla yeni ABD-İran müzakereleri yapıldı. Müzakerelerin ardından Donald Trump, Tahran’ın tekliflerinin kabul edilemez olduğunu belirtti. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney ise ABD’nin tekliflerinin ülkesinin çıkarlarına aykırı olduğunu belirtti.

İran’da kaç nükleer tesis var?

Ülkede toplamda 18 nükleer altyapı tesisi bulunuyor. Örneğin, merkezdeki İsfahan eyaletinde 3 bin uzmanın çalıştığı bir araştırma merkezi, uranyum işleme tesisleri ve IR-40 reaktörü için yakıt peletleri üreten fabrikalar yer alıyor. Erdekan’daki tesis, Sagand uranyum madeninden çıkarılan cevherleri sarı pastaya dönüştürüyor. Maden yatağının toplam rezervi 1,55 milyon tonu buluyor. Bu malzeme hem atom enerjisi hem de silahlar için kullanılıyor.

Bunun yanı sıra İran iki yeni nükleer santral daha inşa ediyor: güneydeki Hürmüzgan eyaletinde 5000 MW kapasiteli Sirik Nükleer Santrali ve güneybatıdaki Huzistan eyaletinde 300 MW kapasiteli Karun Nükleer Santrali. Ülke, 2041’e kadar toplam 20 GW kapasiteli beş nükleer santral inşa etmeyi planlıyor.

İran’daki birçok nükleer tesis düzenli olarak saldırılara maruz kalıyor. 2024 yılında Amerikan haber portalı Axios, İsrail’in İran’a yönelik hava saldırıları sonucunda Parçin’de nükleer silah geliştirmeye yönelik gizli bir merkezin imha edilmiş olabileceğini bildirdi.

Natanz’daki kompleks de defalarca saldırıya uğradı. 2009-2010 yıllarında, Stuxnet virüsü bulaşması da dahil olmak üzere birkaç siber saldırıya dayandı. 2021’de bir patlama sonucu tesisin elektrik dağıtım şebekesinde arıza meydana geldi ve İranlı yetkililer bu olayı İsrail’in bir provokasyonu olarak değerlendirdi.

UAEA Genel Direktörü Rafael Grossi, İsrail’in Yükselen Aslan Operasyonu sırasında Natanz’daki pilot tesisin yer üstü kısmının ve tesisin elektrik altyapısının hedef alındığını bildirdi.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Netanyahu, Hamaney’e suikast düzenleyebileceklerini söyledi

Yayınlanma

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’i hedef alma planlarını reddetmedi. İsrail lideri böyle bir suikastin, İslam Cumhuriyeti ile “çatışmayı sona erdirmek” için kesin bir yol olacağını öne sürdü.

ABC‘ye verdiği röportajda, ABD Başkanı Donald Trump’ın iki ülke arasındaki çatışmayı daha da tırmandıracağı endişesiyle İran’ın dini liderini öldürme planını veto ettiği yönündeki haberler sorulan Netanyahu, bu iddiayı reddetti.

Netanyahu, “Bu çatışmayı tırmandırmayacak, çatışmayı sona erdirecek. Bu rejim, Ortadoğu’daki herkesi terörize ederek yarım asırdır çatışmayı yayıyor. İran’ın istediği şey ‘sonsuz savaş’ ve bizi nükleer savaşın eşiğine getiriyorlar. Aslında İsrail’in yaptığı şey bunu önlemek, bu saldırganlığa son vermek ve bunu ancak kötülüğün güçlerine karşı durarak yapabiliriz,” dedi.

Netanyahu, İsrail’in Hamaney’i hedef alıp almayacağını açıklamadı ve sadece “yapmaları gerekeni yaptıklarını” söyledi.

Pazar günü, birkaç büyük haber ajansı İsrail’in cuma günü Hamaney’e suikast için bir fırsat penceresi olduğunu, fakat ABD Başkanı Donald Trump’ın bu hamleyi veto ettiğini bildirdi. İsrailli yetkililer, bu haberleri o sırada “yalan haber” olarak nitelendirdi.

Netanyahu pazartesi günü, Amerikalıların hem Tahran’ın nükleer silah elde etme çabaları hem de giderek güçlenen balistik füze kabiliyetinden derin endişe duymaları gerektiğini savundu.

Netanyahu, ülkenin daha izolasyonist politika yapıcılarına yönelik bir çağrı gibi görünen sözleriyle, “Bugün Tel Aviv, yarın New York” dedi.

“Önce Amerika’yı anladığını, Amerika Ölsün’ü anlamadığını” savunan İsrailli, “Sadece düşmanımızla savaşmıyoruz. Sizin düşmanınızla savaşıyoruz. Tanrı aşkına, ‘İsrail’e ölüm, Amerika’ya ölüm’ diye bağırıyorlar. Biz sadece onların yolunda duruyoruz. Ve bu yakında Amerika’ya da ulaşabilir,” ifadelerini kullandı.

Pazartesi günü daha sonra düzenlenen İbranice basın toplantısında, başbakan, cuma günü erken saatlerde başlayan İran’ın nükleer ve füze programlarına karşı yürütülen saldırılarda İsrail’in bugüne kadar elde ettiği başarıları anlattı.

İsrail’in şu ana kadar 10 üst düzey nükleer bilim adamını öldürdüğünü söyledi ve “Kolumuz hâlâ uzanmış durumda. Sayıları az, onlara ulaşacağız,” dedi.

İsrail’in “Natanz uranyum zenginleştirme tesisine çok ağır bir darbe vurduğunu” ve “ santrifüj üretim fabrikalarını yok ettiğini” savunan Netanyahu, nükleer hedefleri sistematik olarak yok etmeye devam ettiklerini söyledi.

Netanyahu daha sonra İran’ın balistik füzelerine geçti. Elindeki listeden okuduğu konuşmasında, “Üretim fabrikalarını birbiri ardına vurmaya devam ediyoruz,” dedi ve İsrail’in “yüzlerce balistik füzeyi” imha ettiğini ve fırlatıcıları “tek tek” yok ettiğini de sözlerine ekledi.

İsrail başbakanı ‘İran nüfusunu tahliye etmekle’ övündü

İsrail’in “üç genelkurmay başkanı da dahil olmak üzere İran’ın güvenlik liderliğini ortadan kaldırdığını” söyleyen Netanyahu, İsrail’in Tahran semalarını kontrol altına aldığını ve “Tahran’a hava yolu açtığını” ileri sürdü.

Başbakan, İsrail’in İran’ın batısındaki ve ülkenin diğer yerlerindeki hava savunma ağını “basitçe ortadan kaldırdığını” savundu. Netanyahu, İran’ın insansız hava araçlarının yarısının İsrail tarafından imha edildiğini ve önemli radar sistemlerinin de vurulduğunu söyledi.

Netanyahu İsrail ordusunun “rejim tesislerini, karargahlarını”, devlet televizyonunu ve “yakında duyacağınız diğer yerleri” vurduğunu da ekledi.

“Nüfusu tahliye ediyoruz” diye vurgulayan Netanyahu, “Nüfus ülkeyi terk ediyor. Zafer yolundayız. İran da bunu anlıyor,” iddiasında bulundu.

İsrail’in üç hedefini açıkladı

İsrail’in İran’daki saldırısının hedeflerini sıralayan Netanyahu, “üç temel sonuç” üzerinde ısrar ettiklerini belirtti: “Nükleer programın yok edilmesi, balistik füze üretim kapasitesinin yok edilmesi ve terör ekseninin yok edilmesi.”

Netanyahu, İsrail’in geçen hafta çatışmanın ilk salvosunu ateşledikten sonra halka ilk kez hitap ettiğinde, İran’ın “vekil ağının” yok edilmesinden bahsetmemişti. O zaman hedeflerin yalnızca İran’ın nükleer ve balistik füze programlarını ortadan kaldırmak olduğunu söylemişti.

Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi cumartesi günü, kabine tarafından onaylanan İran’a karşı operasyonun dört hedefini şöyle açıklamıştı: “İran’ın nükleer programını vurmak, balistik füze kabiliyetlerini vurmak, kara saldırısı yoluyla İsrail’i yok etme kapasitesini vurmak ve diplomatik yollarla İran’ın nükleer programını uzun vadede engellemek için gerekli koşulları yaratmak.”

Pazartesi günü sıraladığı üç hedefe ilişkin olarak ise başbakan, “Hepsini gerçekleştirmek için gerekli olanı yapacağız. Ve ABD ile koordinasyon içindeyiz,” dedi.

Netanyahu, bu sonuçların İran rejiminin düşmesine yol açabileceğini kabul ederek, İsrail’in Orta Doğu’nun “çehresini değiştirdiğini” ekledi.

‘Trump ile neredeyse her gün görüşüyoruz’

Basının sorularını yanıtlayan Netanyahu, İran’ın İsrail’in saldırılarını sona erdirmek için müzakere çağrısı yaptığına “şaşırmadığını” çünkü “ölüm silahlarını üretmeye geri dönmek istediklerini” söyledi.

Netanyahu, İran’ın nükleer ve balistik silah programlarının bir şekilde yok edileceğini, fakat bunu kendilerinin yapmalarının da hoş olduğunu belirtti.

İsrail’in müttefiklerinin İran’ın füze saldırılarını engelleme konusunda desteğinin eksik olduğu yönündeki sorulara Netanyahu, “yardım etmeye hazırız” yanıtını verdi.

Ayrıca, diğer müttefiklerin de perde arkasında destek verdiğini, buna Amerikan halkının geniş desteğinin de dahil olduğunu söyledi.

Netanyahu, çatışmanın başlamasından bu yana ABD Başkanı Donald Trump ile neredeyse her gün görüştüğünü de açıkladı. Trump’ın “Amerika için neyin iyi olduğuna karar vereceğini, ancak her türlü yardımı kabul edeceklerini” söyledi.

Trump’ın “İran’ın nükleer silaha sahip olmaması, zenginleştirme kapasitesine sahip olmaması hedefini paylaştığını, çünkü zenginleştirme kapasitesi varsa nükleer kapasite de vardır ve bu hedefe ulaşılacağını” belirtti.

İran’ın nükleer programına ‘kanser’ benzetmesi

İran’ın “3.500 yıllık Yahudi tarihini yok etmesine” izin vermeyeceğini de ileri süren Netanyahu, “Yok edilecek olan onların hikayesidir,” dedi.

İsrail’in Fordo tesisine saldırmadan ve ABD’nin daha aktif desteği olmadan İran’ın nükleer programını yok edip edemeyeceği sorusuna Netanyahu, İsrail’in “varoluşsal” bir tehlike olarak nitelendirdiği İran’ın nükleer tehdidini “ortadan kaldırmaya kararlı” olduğunu yineledi.

İsrail’in İran’ın nükleer silaha ulaşma sürecini ne kadar geciktirebildiği sorusuna Netanyahu, “Onları çok geriye attık… ve durmayacağız,” yanıtını verdi.

İran’ın nükleer programını “kanser”e benzeten Netanyahu, “Sizi öldürme tehlikesi olan bir kanseriniz varsa, onu kesip çıkarırsınız. Başka tedaviler de yaparsınız ve bir gün tekrar ortaya çıkabilir… Biz gerçekten kök kanal tedavisi yapıyoruz,” dedi.

Pazartesi günü erken saatlerde İran’ın devlet yayın binasına saldırmanın gerekçesi ve bunun İsrail medyasını olası misillemelere maruz bırakıp bırakmayacağı sorulduğunda Netanyahu, İsrail’in “rejim hedeflerine karşı hareket ettiğini” söyledi ve “Bu bir yayın kanalı değil. Bir haber kanalı değil. Tahran ve İran vatandaşlarından gerçekleri gizleyen totaliter bir rejimin aracı. Bu propaganda kanalını engellemek ve İranlıların doğru bilgiye ulaşmasını sağlamak yapıcı bir adımdır,” dedi.

Gazze-Tahran bağlantısı

İran çatışmasını Gazze ile ilişkilendiren Netanyahu, İsrail’in İran’a yönelik saldırısının, Hamas’ın elinde tutulan kalan rehinelerin serbest bırakılması için hâlâ çıkmaza giren müzakerelere yardımcı olabileceğini savundu.

İsrail’in rehinelerle ilgili mevcut tutumuna Hamas’ın yanıtını beklediğini söyleyen Netanyahu, ayrıntılara girmeden, İsrail müzakerecilerine “daha geniş bir yetki” verdiğini açıkladı.

Netanyahu, Hamas’a atıfta bulunarak, “Açıkçası, İran düşerse —ya da en azından bu tehdit ortadan kalkarsa— dünyanın değişeceğini düşünüyorum, ama kesinlikle komşumuzdaki [İran] vekillerinin durumu değişecektir,” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English