Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı

Yayınlanma

Trump

Filistin topraklarını ele geçirmek, ABD’nin savaş suçlarına karışması ve bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.

Steven A. Cook / Foreign Policy

Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmanın özel ayrıcalıklarından biri, ne kadar çılgınca olursa olsun söylediklerinizin ciddiye alınmasıdır. ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’un Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yapmasını ve ardından bu topraklara sahip olmasını önerirken de durum böyledir. İsrail-Filistin çatışması yeni fikirlere ihtiyaç duyuyor ve özellikle Gazze, son derece zorlayıcı sorunlar barındırıyor. Ancak Trump’ın önerisi sadece ahlaki niteliklerden yoksun bir plan değil tam anlamıyla delilik.

Nereden başlamalı?

Başkan dünya liderlerinin ve hatta bölgedeki liderlerin böyle bir planı desteklediğinde ısrar ediyor. Kimler destekliyor? Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra Suudiler bir açıklama yayınlayarak iki devletli çözüme desteklerini yinelediler. Mısır ve Ürdün hükümetleri, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmesi fikrini kesin bir dille reddediyor, hatta bu tutumları nedeniyle ABD’nin mali yardımlarını kaybetmeyi göze alıyorlar. İsrailli yerleşimciler bile bu planı desteklemeyecektir, çünkü onlar dini-milliyetçi ideolojileri gereği Gazze’ye yeniden yerleşmek istiyorlar, Amerikalı müteahhitlerin orada lüks oteller inşa etmesini değil. Yine de Trump ısrarla “insanların” planını desteklediğini söylüyor. Mar-a-Lago’daki dostlarıyla gece geç saatlerde yaptığı bir telefon görüşmesini aktarıyor olabilir. Buradaki tehlike, Trump’ın kendisine yönelik haklı eleştiri fırtınasına karşı koymak adına herkesi haksız çıkarmaya çalışması ve böylece Orta Doğu’da etnik temizliği ve yeni-sömürgeciliği ABD politikası haline getirmesi olur.

Tabii bir de uygulanabilirlik meselesi var. ABD silahlı kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ni ele geçirebileceğine şüphe yok, ancak bu kesinlikle Amerikan askerlerinin hayatına mal olacaktır. srail’in yıllardır süren çabalarına rağmen Hamas hâlâ iyi silahlanmış ve ölümcül bir güç olmaya devam ediyor. Trump, Hamas savaşçılarının sessizce Sina Yarımadası’na gitmesini mi bekliyor? Bu sorunun cevabı belli.

Trump aylarca süren sefaletin ardından Filistinli sivillerin Gazze Şeridi’ni terk ederek hayalindeki yeni ve güzel yerlerde yaşamaya razı olacaklarını düşünüyor. Bilmeyenler için bu makul gelebilir. İsrail’in askeri operasyonları Gazze’nin önemli bir bölümünü yerle bir etti ve savaşın kalıntıları her yerde. Ancak Başkan ve ona danışmanlık yapan her kimse, Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları Filistinlilerin çoğunu Gazze’de mülteci haline getiren tarihi trajedinin nasıl derin bir yara açtığını anlamıyorlar. Filistinliler bir kez daha sürgüne zorlanmayı kabul etmeyecekler. Gazze Şeridi’nde yaşam ne kadar zor olursa olsun, burası onlar için Filistin’de bir dayanak noktası ve İsrail’in kuruluşunun diğer yüzü olan tarihi adaletsizliğin keskin bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyor. Trump bu gerçeği inkâr edebilir, ancak Filistinli nüfusu göç ettirmek istiyorsa bunu zorla yapması için ABD ordusuna emir vermesi gerekecektir. Umarız ki ABD’li komutanlar, bunun yasa dışı ve insanlığa karşı bir suç olduğu gerekçesiyle böyle bir emre itaat etmeyi reddederler.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Trump’ın planını bu kadar irrasyonel kılan bir diğer unsur da kendi Orta Doğu hedefleriyle tamamen çelişmesi. 2 milyon Filistinliyi Gazze’den çıkarmak ve bölgeyi ABD’nin kontrolüne almak;

-Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme şansını sona erdirecek,

-Trump’ın ilk dönem dış politika başarısı olan İbrahim Anlaşmalarını bozacak,

– ABD’nin bölgesel politikalarının temel taşları olan Mısır-İsrail ve Ürdün-İsrail barış anlaşmalarını zayıflatacak,

– İran’ı savunmasız olduğu bir anda yeniden güçlendirecektir.

Ayrıca ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekecektir ki bu da kimsenin, özellikle de Trump’ın istemediği bir sonuç ya da en azından sadık takipçilerinden oluşan lejyonuna söylediği bu. Başkan şu anki megalomani krizinde, ABD’nin yurtdışındaki maceralarına karşı olmanın, Beyaz Saray’a giden üç seçim kampanyasının da ana temalarından biri olduğunu unutmuş gibi görünüyor.

Eğer gerçekten “düzeni sarsan” bir lider olmak istiyorsa, bunu yapmanın doğru yolları var. Bu plan kesinlikle onlardan biri değil. Sadece tek bir basın toplantısıyla Trump, ABD’nin güvenilirliğini zedeledi ve zaten fazlasıyla istikrarsız olan bir bölgeye daha fazla belirsizlik ve kaos kattı.

DÜNYA BASINI

Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.

Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.

Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.

Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.

Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor

Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.

Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.

Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.

Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.

Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.

Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı

Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.

“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.

Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.

Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti

Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.

Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.

Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.

‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.

Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.

Yazıda şunlar söyleniyor:

“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”

Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.

‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’

Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.

AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.

Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.

Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.

Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.

Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.

Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.

Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.

Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor

Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.

Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.

Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.

Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor. 

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.

Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı

The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.

The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.

Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.

Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.

El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.

Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.

Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.

Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.

Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Zelenskiy’in Batı’ya başarısız yolculuğu

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Wu Cheng’en’in klasik eseri Batıya Yolculuk ile Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’in fiyaskoyla sonuçlanan Washington ziyareti arasında nüktedan bir karşılaştırma yaparak başlıyor. Bireyin ruhani olgunlaşma sürecini anlatan derin bir alegori olan Batıya Yolculuk, keşiş Tang Seng ve yoldaşlarının zorluklarla dolu serüveninin, yalnızca fiziksel bir yolculuk değil, aynı zamanda bilgelik ve hakikatin keşfiyle sonuçlanan bir içsel dönüşüm olduğunu anlatıyordu. Ukrayna’nın “Batı’ya yolculuğu” ise Tang Seng’in hakikati bulma çabasına hiç benzemiyor, zira onunki emperyalizmin çizdiği rotaya hapsolmuş bir figürün yola çıkması daha çok. Nitekim Washington’un kapılarında yapılan görüşmeler, Batı’nın stratejik hesaplarına mahkûm edilmiş bir devletin, efendisinden daha fazla silah, daha fazla destek dilenme çabasından ibaret. Bu hazin hikâye, yalnızca Ukrayna’ya değil, Batı’nın “müttefiklik” söyleminin ardında yatan gerçekleri görmek istemeyen herkese ders niteliğinde.


Başarısız bir “Batıya Yolculuk”

Andrey Kortunov
Russian International Affairs Council
4 Mart 2025
Çev. Leman Meral Ünal

Ming hanedanlığı döneminde Wu Cheng’en tarafından yazılmış, ünlü Batıya Yolculuk, Çin edebiyatının klasik romanlarından biri olmaktan çok daha fazlasıdır. Bu eser, aynı zamanda ruhani aydınlanma ve kendini yetiştirmenin, iç şeytanlarla savaşmanın ve kişinin kaderini keşfetmesinin büyülü bir sembolüdür; dönüşüm ve kefaret, gurur ve tevazu, öfke ve sakinlik gibi kavramlar hakkında bir hikayedir bir nevi. Tam da buradan hareketle, Volodimir Zelenskiy’in Washington’a gerçekleştirdiği son seyahatin onun için başarısız bir Batıya Yolculuk olduğu söylenebilir. Bu, Zelenskiy’in sadece tüm siyasi kariyeri boyunca yaşadığı en büyük aksiliklerden biri değil, modern dünya ve bilhassa Amerika Birleşik Devletleri’ne bakışını sarsması gereken bir şok olmuştur. Beyaz Saray’da 28 Şubat’ta yapılan görüşmenin olası yansımaları sadece ABD-Ukrayna ilişkileri üzerinde değil, muhtemelen tüm küresel siyaset üzerinde kalıcı etkiler bırakacak.

Görev tamamlandı

Ziyaretin arifesinde Moskova’daki pek çok kişi sadece endişeli değil, aynı zamanda olası sonuçları hakkında da ciddi kaygılar taşıyor olmalıydı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Zelenskiy’in Beyaz Saray’a giden yolunu özenle döşemişlerdi; her ikisi de Ukraynalı mevkidaşlarından önce Donald Trump’ı ziyaret etmiş ve ABD liderini, önceki açıklamalarında Vladimir Putin ile bir “anlaşma” yapma niyetini dile getirmesine rağmen, Kiev’e azami desteği sürdürmesi için ikna etmeye çalışmışlardı. Peki ya, yetenekli bir aktör ve profesyonel bir iletişimci olan Zelenskiy, Trump’ı Ukrayna’ya güçlü Amerikan güvenlik garantileri sağlama gerekliliği konusunda ikna edebilseydi? Ya Beyaz Saray Moskova’ya daha fazla baskı uygulayabilmek için Kiev’e 2025 yılında daha fazla askeri ve siyasi destek sözü verseydi? Ya da öngörülemez ve tutarsız ABD Başkanı nihayet çok da uzak olmayan bir gelecekte Ukrayna’nın NATO üyeliğinin önünü açmaya karar verseydi?

Neyse ki tüm bu kaygı ve endişelerin yersiz olduğu ortaya çıktı. Macron ve Starmer’ın Washington’daki çabaları tamamen boşa çıktı. Oval Ofis’te her iki tarafın da nezaketli protokol sözleriyle başlayan Trump-Zelenskiy görüşmesi, nihayetinde şikâyetler ve karşılıklı serzenişlerin hâkim olduğu sert ve duygusal bir tartışmaya dönüştü. Beyaz Saray, daha önce hiç bu kadar açık bir diplomatik nezaketsizliğe sahne olmamıştı. ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, konuşmanın başında Ukraynalı misafirin Ukrayna’daki duruma ilişkin değerlendirmesinin samimiyetini ve güvenilirliğini açıkça sorgulayarak görüşmenin tonunu belirledi. Trump ise Zelenskiy’in karşı karşıya olduğu durumu son derece açık bir dille özetliyordu: “İyi bir konumda değilsiniz. Şu anda elinizde kartlar yok.”

Batılı mevkidaşlarının sevgilisi olmaya alışmış Ukrayna Devlet Başkanı’nın böylesine sert bir yaklaşım karşısında afalladığı açıktı; karşı atağa geçmeye çalışsa da pek başarılı olamadı. İtirazları, ABD liderliğine ve genel olarak Amerika’ya yönelik bir saygısızlık göstergesi olarak yorumlandı. Sonuç olarak, Zelenskiy’in son üç yıldır Amerikan liderlerine yönelik giderek artan taleplerde bulunma stratejisi ters tepti. Trump, Ukrayna’nın baskısına boyun eğmeye niyeti olmadığını iç kamuoyuna göstermek zorundaydı.

Planlanan basın toplantısı iptal edildi ve Zelenskiy Beyaz Saray’dan eli boş, durumu hafifletmeye yönelik herhangi bir strateji geliştirme imkânı bile olmadan ayrıldı. ABD ile Ukrayna arasındaki ikili ilişkilerin geleceği belirsizliğini koruyor; nitekim aynı şey Rusya-Ukrayna anlaşmazlığının çözümünde ABD’nin angajmanının geleceği için de söylenebilir. Görüşmenin tam olarak hangi noktada kontrolden çıktığı ve titizlikle hazırlanan etkinliğin resmi protokolden sapmasını neyin tetiklediği psikologlara kalmıştır, ancak toplantının sonuçlarının Ukraynalı lider açısından beklenmedik ve son derece yıkıcı olduğu açık.

Hasar sınırlaması mümkün mü?

Elbette ABD’nin Kiev’e yönelik askeri ve siyasi desteğinin aniden ve geri dönülmez şekilde sonlandırılacağını iddia etmek yanlış olur. Bu türden yardım programlarında kurumsal ataletten kaynaklanan bir süreklilik söz konusudur ve Biden yönetimi, Ukrayna liderliğinin tam da bu tür beklenmedik durumlarla başa çıkmasına yardımcı olabilmek adına Kiev’e mümkün olduğunca fazla yardımı önceden tahsis etmişti. Aynı şekilde, Trump’ın aniden ve kesin bir biçimde Rusya yanlısı bir tutum benimsediği sonucuna varmak da hatalı olacaktır; zira, Amerikan Başkanı Kremlin ile gelecekte yapılacak müzakerelerde daha fazla manevra alanına sahip olabilmek için Rusya karşıtı yaptırımlarını 2026 başına kadar uzatmıştı. Ve elbette ABD genelinde Zelenskiy’e desteğini sürdüren birçok aktör hâlâ mevcut; bu gruplar yalnızca siyasal açıdan etkili olan Ukrayna diasporasıyla sınırlı kalmayıp, Washington’daki nüfuz sahibi bir dizi siyasetçiyi de içeriyor. Dolayısıyla, ABD-Ukrayna stratejik ortaklığının herkesin gözü önünde çözülmesini izlemeyecek birçok kişi olduğu açık. ABD’nin Ukrayna eksenindeki iç siyasi savaşları hiç şüphesiz devam edecek ve şu aşamada bunların nasıl neticeleneceğini tahmin etmek biraz zor.

Diğer küresel aktörlerin olası hamleleri açısından top şimdilik Avrupa’nın sahasında gibi gözüküyor. Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık liderleri şu anda zorlu bir seçimle karşı karşıyalar: Ya Trump’ın yanında yer alarak Ukrayna’ya verdikleri desteği azaltmayı ve ABD ile birlikte Zelenskiy’e baskı yapmayı tercih edecekler ya da tam tersi, Washington’un muhtemelen 2025’ten itibaren bırakacağı boşluğu doldurmak adına Kiev’e yönelik askeri ve mali yardımlarını artırarak ABD Başkanı’na meydan okuyacaklar.

Tarihsel olarak, Avrupa devletlerinin Washington’da alınan kararları olduğu gibi takip etme eğiliminde olduğu bilinir, ancak mevcut koşullar altında bu eğilim Avrupa hükümetlerinin sadece küçük bir azınlığında karşılığını buluyor. Gerçekten de, Trump’ın ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki tutumundaki ani değişikliğine uyum sağlamak, Avrupa Birliği (AB) açısından yalnızca bir aşağılanma anlamına gelmeyecek, aynı zamanda AB’nin bir jeopolitik aktör olarak varlık göstermediğinin de açık bir ilanı olacaktır. Bazıları şimdiden Transatlantik ittifakının 1956’daki Süveyş Krizi’nden bu yana benzeri görülmemiş bir baskı altında olduğunu ileri sürüyor; zira o dönemde ABD, Fransa, Birleşik Krallık ve İsrail’i Mısır’a karşı yürüttükleri savaşı durdurmaya zorlamıştı. Şimdilik Avrupa’da, Ukrayna’ya yönelik desteğin süreceğine dair bir hava esmeye devam etse de bu söylemin modern askeri teçhizat ve yüz milyarlarca avroya tekabül edecek somut yardımlara dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek. Kaldı ki mesele yalnızca para da değil; şu anda Washington tarafından Kiev’e tedarik edilen sofistike ABD yapımı silah sistemlerinden bazılarının Avrupa’da tam anlamıyla eşdeğer bir karşılığı yok ve yakın vadede de bu tür benzerler ortaya çıkmayacağa benziyor.

Avrupa ülkelerinin bütçe öncelikleri arasında birçok başka kalemin yer aldığı ve Euro Bölgesi’nin ekonomik durumunun pek de iç açıcı olmadığı dikkate alındığında, kıtadaki hükümetler bu belirsizlik ortamında hareket etmek zorundalar. Avrupa ülkeleri, ABD ile bir ticaret savaşı ihtimaliyle karşı karşıya olmalarının yanı sıra, Washington ile Çin’e yönelik politikalar konusunda da görüş ayrılıkları mevcut. Tüm bu manzara, Ukrayna konusunda Trump ile yaşanacak olası bir krizi ve mevcut gerilimleri daha da derinleştirebilir. Sadece Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ve Slovakya Başbakanı Robert Fico değil, kendisini AB’nin doğal lideri olarak konumlandırmaya çalışan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni için dahi Brüksel ile Washington arasında net bir tercih yapmak neredeyse imkânsız. Bu tercih yapma konusundaki yetersizlik, Avrupa’nın ABD’den “stratejik özerklik” yönündeki çabalarını kaçınılmaz biçimde zayıflatacaktır.

Kremlin için bir fırsat mı?

Her halükârda, Zelenskiy’in Batı’ya Yolculuğu’nun başarısızlığı, zaten hızla değişen ABD-Rusya ilişkilerine yeni bir ivme kazandırıyor. Zelenskiy’in Beyaz Saray’daki beceriksiz ve hayal kırıklığı yaratan performansı, Rus tarafına çatışmanın sürdürülmesine dair tüm sorumluluğu Kiev’e yükleme imkânı tanıyor. Başkan Trump, Ukraynalı liderle yaptığı görüşme sırasında, Putin’e yönelik aşağılayıcı ya da küçümseyici olarak yorumlanabilecek herhangi bir ifadeden bilhassa kaçınmıştır. Yine, Zelenskiy’in Putin’in barışçıl bir çözüme gerçekten ilgi duymadığı ve aksine Ukrayna devletini tamamen yok etmeye takıntılı olduğu yönündeki tezlerini kabul etmeyi de net bir biçimde reddetmiştir. Dahası, Trump bir kez daha Putin’in “kardeş kavgası” niteliğindeki bu çatışmayı mümkün olan en kısa sürede sona erdirmeye içtenlikle bağlı olduğunu söyledi. Zelenskiy’in Batı’ya Yolculuğu’nun fiyaskoyla sonuçlanması, ABD Başkanı’nı Rus liderle devam eden temaslarına daha fazla ağırlık vermeye sevk edebilir.

Zelenskiy’in Washington ziyaretinden hemen önce, ABD ve Rusya diplomatlarının İstanbul’da, iki ülke arasındaki neredeyse tamamen kopmuş diplomatik iletişim kanallarını yeniden tesis etmeye yönelik önemli bir toplantı gerçekleştirdiği de not edilmelidir. Bu görüşme oldukça verimli geçmiş, yeni temaslara dair planlar belirlenmiş ve değişen ikili ilişkilerin dinamiklerini pekiştirecek bir ABD-Rusya zirvesi ufukta belirmeye başlamıştır.

Yine de Rusya’da ABD ile esaslı bir diyaloğun yeniden başlatılmasının arzu edildiği konusunda geniş bir fikir birliği olduğunu söylemek abartılı olur. Uzman çevrelerin ve Rus kamuoyunun büyük bir kısmı, Donald Trump’a, tıpkı diğer ABD liderleri gibi, güvenilemeyeceğine ve güvenilmemesi gerektiğine ve Beyaz Saray’da hangi yönetim kalırsa kalsın Rusya-ABD ilişkilerinin çatışmacı olmaya mahkûm olduğuna kesin olarak inanıyor. Amerikan karşıtı söylemlerin güçlü şekilde yankılandığı Moskova’da, hâkim tutumları değiştirmek kolay olmayacaktır. Aslına bakılırsa, son haftalarda uluslararası gelişmeler, Rusya’nın yerleşik dış politika anlatısını kökten sorgulamaya açtı. Bu anlatıya göre, “Anglosakson” ittifakının başını çektiği sözde “kolektif Batı” Rusya’ya varoluşsal bir meydan okuma sunuyor ve onu tamamen yok etmeye değilse bile stratejik bir yenilgiye uğratmaya kararlı. Ancak bugün gelinen noktada, “Anglo-Sakson” ittifakının çökmekte olduğu ve Rusya karşıtı direncin Atlantik Okyanusu’nun doğu kıyısında [Avrupa] batı kıyısından [ABD] çok daha güçlü olduğu ortaya serilmiştir. Bu değişimin Rusya’da doğru bir şekilde özümsenmesi ve sindirilmesi gerekiyor belki de.

Her halükârda, Rus halkının çoğunluğu Moskova ve Washington arasındaki bitmek bilmeyen çatışmalardan bıkmış durumda; bu yüzden de ikili ilişkilerin temelden sıfırlanmasını değilse dahi en azından gerginliklerin bir nebze olsun azaltılmasını memnuniyetle karşılayacaktır. ABD’nin, Zelenskiy’i şahsen ikna edemese bile, en azından Ukrayna siyasal elitini Moskova ile barışçıl bir çözüm için daha gerçekçi bir tutum benimsemeye yönlendirme potansiyeline sahip olduğu yönünde umutlar ise geçerliliğini koruyor.

Ya ABD Avrupa’yı terk ederse?

Beyaz Saray’daki Trump-Zelenskiy görüşmesinin kötü sonuçlanması, sabırsız ve öngörülemez yapısıyla bilinen ABD Başkanı’nı Rusya-Ukrayna çatışmasını çözme çabasından uzaklaştırabilir. Nitekim, Trump’ın, daha önce büyük bir önem atfettiği “nadir toprak elementleri anlaşması”na olan ilgisini de kaybettiği öne sürülüyor. Bu anlaşma, Beyaz Saray’daki görüşme esnasında resmen imzalanacaktı; ancak Trump, son aşamada bunun çabaya değmeyeceğine karar vermis olsa gerek. Belki de bunun yerine, dikkatini Orta Doğu’ya, Çin ile ilişkilere ya da ABD’nin Batı Yarımküre’deki hegemonik konumunu pekiştirmeye yönlendirecek. Trump, siyasi yatırımlarından hızlı geri dönüşler elde etmek isteyen bir lider; Rusya-Ukrayna savaşının böyle bir getiri sunmadığı durumda, “anlaşmaları” başka yerlerde arayabilir.

Avrupa’daki krizin ABD’nin aktif katılımı olmadan çözülmesi daha mı kolay olur? Rusya’daki bazı çevreler, Washington’un Avrupa meselelerine ne kadar az burnunu sokarsa kıtanın güvenliğinin o kadar iyi olacağını savunuyor. Ancak, böylesi bir varsayımın kesin doğruluğunu kabul etmek mümkün değil. ABD’nin Avrupa’dan tamamen çekilmesi, Avrupa’nın genel stratejik istikrarı üzerinde olumsuz etki yaratabilir- en azından kısa vadede, birçok yeni güvenlik tehdidi ve belirsizlik yaratabilir ve hatta yeni bir dünya savaşı riski doğurabilir. Şayet Transatlantik ittifakı zamanla ortadan kalkacaksa, etrafındaki herkesin bunun mümkün olduğunca düzenli ve sorunsuz şekilde çözülmesiyle meşgul olması gerekir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English