Bizi Takip Edin

Amerika

Trumpizmin iktisadi aklı – 1: Stephen Miran ve doların devalüasyonu planı

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump’ın yeni bir ticaret savaşı başlatarak tüm küresel ekonomiyi vuran gümrük vergileri uygulaması, Türkiye’de de zamanında çok duyduğumuz “rasyonel olmayan iktisat politikaları” çığlıklarının atılmasına neden oldu.

Buna göre Trump çılgın bir otokrat olduğu için bilgisizlikten bu tarifeleri bu şekilde uygulamayı istemişti. Veya “yeni Keynesçi” ünlü iktisatçı Paul Krugman’ın dediği gibi, Trump ticaret söz konusu olduğunda “çıldırmıştı” ve “habis aptallık” dünya ekonomisini öldürebilirdi.

Trump’a geniş bir bilgi ve büyük bir akıl atfediyor değilim, zaten yazının geri kalanında buna işaret edeceğim. Üstelik tarifelerin belirlenme usulünde basbayağı “çocukça” bir taraf var, buna daha önce değinmiştik. Dahası, dizinin ilerleyen bölümlerinde, “Trumponomics”e getirilen ciddi itirazları ve stratejinin çelişkilerini de vurgulayacağız.

Ne var ki, Trump’ın aklının ermeyeceği şeyler var ve bunları için de “danışman” takımı devreye giriyor. Trump, çılgın bir otokrata değilse de züccaciye dükkanına giren cahil ve kör bir file benzetilse daha doğru olur; ona bu yüzden ihtiyaç var: kırıp dökmesi için.

Dolayısıyla bir haftada trilyonlarca dolar paranın hisse senedi piyasalarından buhar olup uçmasının arkasında, kısmen bir “akıl” olduğunu düşündürecek işaretler buluyoruz. Tarihte benzer örnekler de yok değil. Büyük Buhran’daki Başkan Herbert Hoover anılarında, kendi Hazine Bakanı Andrew Mellon’un şöyle dediğini aktarıyordu:

“İşgücünü tasfiye edin, hisse senetlerini tasfiye edin, çiftçileri tasfiye edin, gayrimenkulleri tasfiye edin. . . . [Buhran] sistemdeki çürümüşlüğü temizleyecek. Yüksek yaşam maliyetleri ve yüksek yaşam seviyesi düşecek. İnsanlar daha çok çalışacak, daha ahlaklı bir hayat yaşayacak. Değerler ayarlanacak ve girişimci insanlar işinde daha az ehil olan insanların enkazlarını kaldıracak.”

Başdanışman Miran ve doların aşırı değerli olması sorunsalı

Küresel tarifeleri resmi olarak duyuran Beyaz Saray özetinden çıkan sonuç, aslında sık sık dile getirilen, görünürdeki politika setine işaret ediyordu: Adına küreselleşme denen süreç, özellikle imalat sanayisi söz konusu olduğunda artık ABD’nin ve Amerikan işçilerinin çıkarlarına hizmet etmiyordu. Üretimin yeniden ülke içine taşınması (reshoring) ve içeride vergi indirimleri için bunlar yapılıyordu.

Bu da elbette işin görünen kısmı. Görünenin yüzeyini kazımak istediğimizde, Trump’ın Beyaz Saray’ında esas olarak üç isim “iktisadi akıl” bağlamında öne çıkıyor: Beyaz Saray Ekonomik Danışmanlar Konseyi Başkanı Stephen Miran, Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Temsilcisi Peter Navarro.

Bu yazıda, 30 milyar dolarlık hedge fonu yöneticisi Hudson Bay Capital’de stratejist olarak çalışan Miran’ın, kasım ayında Trump seçildikten hemen sonra yayınlanan 41 sayfalık bir rapordan bahsedeceğim.

“Küresel Ticaret Sisteminin Yeniden Yapılandırılması için Kılavuz” başlıklı memorandumda Miran, “piyasaları” gümrük tarifelerinin uygulanabilir olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.

“Küresel ticaret sisteminde reform yapma” ve “Amerikan sanayisini dünyanın geri kalanı karşısında daha adil bir zemine oturtma arzusu”nun, Trump için on yıllardır “tutarlı bir tema” olduğunu hatırlatarak giriş yapan Miran, “Uluslararası ticaret ve finans sistemlerinde kuşaklar boyu sürecek bir değişimin eşiğinde olabiliriz,” sözleri ile bugünlerin sinyallerini veriyor.

Stratejist, “Bu politikaların önemli olumsuz sonuçlar doğurmadan uygulanabileceği bir yol var, fakat bu yol dar,” diyerek işlerinin kolay olmadığını kabul ederek başlıyor.

Fakat dananın kuyruğunun koptuğu yer şurası:

“İktisadi dengesizliklerin temelinde uluslararası ticaretin dengelenmesini engelleyen doların aşırı değerlenmesi yatmaktadır ve bu aşırı değerlenme rezerv varlıklara yönelik esnek olmayan talepten kaynaklanmaktadır. Küresel GSYİH büyüdükçe, ABD için rezerv varlıkların ve savunma şemsiyesinin finansmanı giderek daha külfetli hale gelmekte, imalat ve ticarete konu olan sektörler maliyetlerin yükünü taşımaktadır.”

Bu tür bir aşırı değerlenme ABD ihracatını daha az rekabetçi kılıyor, ithalatı daha ucuz hale getiriyor ve Amerikan imalatını baltalıyor. Temel argüman seti bu.

Dolara ilişkin bu değerlendirmenin zannedildiğinden daha yaygın olduğunu not edip geçiyorum, bu konuyu yakın zamanda iktisatçı Radhika Desai ile konuşmuştuk. Başkan Yardımcısı JD Vance’in de benzer düşüncelere sahip olduğunu, doların bu aşırı değerli olma halinin de küresel rezerv para olma niteliğinden kaynaklandığını düşündüğünü okumuştuk.

Zaten tarifelerin tek başına uygulanmasının pek bir işe yaramayacağına dair Miran ve Bessent gibi isimler arasında bir konsensüs olduğunu göreceğiz. Nitekim Miran, dolar ile yabancı para birimleri arasında da bir “ayarlama”, kur düzenlemesi istediğini yazıyor:

“Para birimi telafisi [currency offset] ticaret akışlarındaki uyumluluğu engelleyebilse de, tarifelerin nihai olarak gerçek satın alma gücü ve refahı azalan tarifeye tabi ülke tarafından finanse edildiğini ve elde edilen gelirin rezerv varlık sağlanması için yük paylaşımını iyileştirdiğini göstermektedir.”

Dolayısıyla tarifelerin olumsuz yanları ile döviz paritesinin ayarlanmasının olumlu yanları birbirini götürecek. Harvard’da iktisat doktorası yapan Miran’a bakılırsa, böylece Amerikalı tüketicilerin satın alma gücü etkilenmeyecek; fakat Amerikan tarifeleri ile boğuşan ihracatçı ülkelerin vatandaşları para birimlerindeki hareketin bir sonucu olarak daha yoksul hale geldiğinden, ihracatçı ülke verginin ‘bedelini’ ödeyecek ya da yükünü taşıyacak, ABD Hazinesi ise geliri toplayacak.

Sorunun kaynağı: Doların rezerv para olması musibeti

Miran, “ticaret perspektifinden bakıldığında”, doların aşırı değerlenmesinin nedeni olarak “büyük ölçüde dolar varlıklarının dünyanın rezerv para birimi olarak işlev görmesini” gösteriyor. JD Vance’in argümanıyla uyumlu.

ABD dünyaya rezerv varlıklar sağladığı için, dolar ve ABD Hazine tahvillerine, ticareti dengelemek veya riske göre ayarlanmış getirileri optimize etmekten kaynaklanmayan bir talep oluyor. Bu rezerv işlevleri uluslararası ticareti kolaylaştırmaya hizmet ediyor ve getiri maksimizasyonundan ziyade genellikle “politika nedenleriyle” (örneğin rezerv veya para birimi yönetimi veya varlık fonları) tutulan büyük tasarruf havuzları için bir araç sağlıyor.

Dolayısıyla dolar ve Amerikan tahvillerine yönelik rezerv talebinin büyük bir kısmı iktisadi veya yatırım temellerine göre esnek değil. Miran şöyle bir örnek veriyor: Mikronezya ve Polinezya arasındaki ticareti teminat altına almak için satın alınan Hazine tahvilleri, ABD’nin ticaret dengesinden, son istihdam raporundan veya Hazine tahvillerinin Alman Bund’larına [devlet tahvilleri] kıyasla göreceli getirisinden bağımsız olarak satın alınıyor.

Bu tür olgular, diyor danışman, Belçikalı iktisatçı Robert Triffin’e atfen “Triffin dünyası” olarak tanımlanabilecek bir durumu yansıtıyor: Triffin dünyasında rezerv varlıklar küresel para arzının bir biçimi ve bunlara olan talep, rezerv sağlayan ülkenin iç ticaret dengesi ya da kâr getirme özelliklerinin değil, küresel ticaret ve tasarrufların bir fonksiyonu olarak beliriyor.

Bu modelde Amerika çok fazla ithalat yaptığı için büyük cari açıklar vermiyor, fakat rezerv varlık sağlamak ve küresel büyümeyi kolaylaştırmak amacıyla Amerikan devlet tahvili ihraç etmek zorunda olduğu için çok fazla ithalat yapıyor.

Saadet ve ızdırap: Finansın yükselişi, imalatın çöküşü

Miran’a göre rezerv ülke statüsünün üç önemli sonucu var: Bir miktar daha ucuz borçlanma, daha pahalı para birimi ve finansal sistem aracılığıyla güvenlik hedeflerini takip etme yeteneği.

Bu aşırı değerlenme, diye devam ediyor Miran, Amerikan imalat sektörüne ağır bir yük getirirken, ekonominin finansallaşmış sektörlerine zengin Amerikalıların yararına olacak şekilde fayda sağlıyor. Hedge fonu yöneticisi, kapitalizmin son 40 yılına damga vuran finansallaşma eğilimini bir solcuymuşçasına topa tutar gibi görünüyor.

Daha sonra, meselenin bir “krize yanıt” olduğu anlaşılıyor. Doların rezerv olma niteliği, kriz anlarında imalat ve ihracat sektörlerini daha da zorluyor. Rezerv varlık “güvenli” olduğu için dolar resesyonlar sırasında değer kazanıyor. Buna karşın, diğer ülkelerin para birimleri iktisadi gerileme dönemlerinde değer kaybetme eğiliminde.

Bu da toplam talepte bir düşüş yaşandığında, ihracat sektörlerindeki acının rekabet gücünün keskin bir şekilde erozyona uğramasıyla daha da arttığı anlamına geliyor. Bu nedenle ABD’deki resesyonlar sırasında imalat sektöründeki istihdam hızla düşüyor ve sonrasında da önemli ölçüde toparlanamıyor.

Rezerv para olmanın ikilemi

Fakat bir sorun var: Başkan Trump doların rezerv statüsünden memnun ve hatta doları rezerv amaçlı kullanmayı bırakma eğilimi gösteren ülkeleri, bilhassa da BRICS grubunu, cezalandırmakla tehdit etti.

Bu gerilim nasıl çözülecek? Miran’a göre “ticaret ve güvenlik ortakları arasında yük paylaşımını artırmaya yönelik bir dizi politika” ile çözülecek. Biraz uzun olsa da olduğu gibi aktarıyorum:

“Trump Yönetimi, doların küresel rezerv para birimi olarak kullanılmasına son vermeye çalışmak yerine, diğer ülkelerin rezerv konumumuzdan elde ettikleri faydaların bir kısmını geri almanın yollarını bulmaya çalışabilir. Toplam talebin diğer ülkelerden Amerika’ya yeniden yönlendirilmesi, ABD Hazinesi’ne gelir artışı ya da bunların bir kombinasyonu, Amerika’nın büyüyen küresel ekonomi için rezerv varlık sağlamanın artan maliyetini karşılamasına yardımcı olabilir. Trump Yönetimi’nin ticaret politikası ile güvenlik politikasını giderek daha fazla iç içe geçirmesi, rezerv varlıkların sağlanması ile güvenlik şemsiyesini birbirine bağlı görmesi ve bunlar için yük paylaşımına birlikte yaklaşması muhtemeldir.”

Yukarıda rezerv ülke statüsünde olmanın üç unsuruna değinmiştik. Bunlardan biri de finansal akışları kontrol edebilme kapasitesiydi. Miran’a göre, imalar ve ihracat kapasitesindeki düşüşün yarattığı olumsuzluklar, ABD’nin küresel finans dünyasını kontrol etmesinin getirdiği olumluluklarla dengeleniyordu. Finansal kontrol, ABD’ye ulusal güvenlik hedeflerine minimum maliyetle ulaşmasını sağlayan bir “jeopolitik avantaj” sağlıyordu. Amerika “liberal demokrasilere” küresel bir savunma kalkanı sağlıyor ve bunun karşılığında rezerv statüsünün faydalarını elde ediyordu. Yani rezerv statüsü, zaten öteden beri ulusal güvenlik meselesi ile iç içe geçmişti.

İşte Trump, bu avantajların külfete dönüştüğü (veya öyle görüldüğü) bir döneme yanıt Miran’a göre. Danışman iktisatçı, “Bu bağlantı, Başkan Trump’ın neden diğer ülkelerin aynı anda hem savunma hem de ticarette Amerika’dan faydalandığını düşündüğünü açıklamaya yardımcı oluyor: savunma şemsiyesi ve ticaret açıklarımız para birimi aracılığıyla birbirine bağlı,” diye yazıyor ve devam ediyor:

“Triffin dünyasında, Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel GSYİH ve askeri güç içindeki payı küçüldükçe bu [küresel] düzenleme daha da zorlaşmaktadır. Küresel GSYİH’nin Amerikan GSYİH’sini geçmesiyle birlikte Amerika’nın üzerindeki iktisadi yükler arttıkça, Amerika’nın küresel güvenliği finanse etmesi daha da zorlaşır, çünkü cari açık büyür ve ekipman üretme kabiliyetimizin altı oyulur. Büyüyen uluslararası açık, Amerikan ihracat sektörü üzerindeki artan baskı ve bunun sonucunda ortaya çıkan sosyo-iktisadi sorunlar nedeniyle bir sorundur.”

İki kez ölmek mümkün mü?

ABD statükoyu artık omuzlayamıyor veya omuzlamak istemiyor, dolayısıyla onu değiştirmek istiyor. Miran’ın ilk tespiti bu.

ABD doları büyük ölçüde rezerv varlıktır çünkü Amerika “istikrar, likidite, piyasa derinliği ve hukukun üstünlüğünü” sağlıyor. Tüm bunlar, Amerika’yı dünya çapında fiziksel güç uygulayabilecek kadar güçlü kılan ve küresel uluslararası düzeni şekillendirmesine ve savunmasına olanak tanıyan özelliklerle ilgili. İkinci tespiti de bu.

Rezerv para statüsü ile ulusal güvenlik arasındaki iç içe geçmişliğin tarihi çok eskilere dayanıyor. Dolayısıyla Trump yönetimi küresel ticaret sistemini yeniden şekillendirdikçe bu bağlantılar daha da belirgin hale gelecek. Tespitlerin üçüncüsü ise bu. Dolayısıyla yaşadığımız şey basitçe doları (ve ABD’yi) içe kapatma olmaz, olamaz.

Hem gümrük tarifeleri hem de kur politikası, Amerikan imalatının rekabet gücünü artırmayı ve böylece sanayi tabanını güçlendirmeyi ve dünyanın geri kalanından gelen toplam talebi ve istihdamı ABD’ye tahsis etmeyi amaçlıyor.

Miran, tekstil gibi emek-yoğun sektörlerin Bangladeş gibi ülkelerden geri gelmeyeceğinin altını çiziyor. Tarifeler yüksek katma değerli mamüllerde Amerikan egemenliğini korumayı, imalatın ülke dışına çıkmaya devam etmesini engellemeyi ve pazarlarını Amerikan ihracatına açmak veya Amerikan fikri mülkiyet haklarını korumak için diğer ülkelerden anlaşmalar sağlamak için müzakere kozu elde etmeyi hedefliyor. Ulusal güvenlikle iç içe geçmiş sektörler arasında ise yarı iletkenler ve farmasötikler yer alıyor.

Ama çelişki ortada duruyor. Miran her şeye rağmen Trump yönetimine güveniyor. Çelişkiyi kabul edecek cesareti gösteriyor ve şöyle yazıyor:

“Doların ABD imalat sektörü üzerindeki ağırlığına rağmen, Başkan Trump doların küresel rezerv para birimi olma statüsüne verdiği değeri vurgulamış ve dolardan uzaklaşan ülkeleri cezalandırmakla tehdit etmiştir. Bu gerilimin, doların statüsünü korumayı amaçlayan ama ticaret ortaklarımızla yük paylaşımını iyileştiren politikalarla çözülmesini bekliyorum. Uluslararası ticaret politikası, rezerv konumumuzun ticaret ortaklarına sağladığı faydaların bir kısmını yeniden elde etmeye ve bu iktisadi yük paylaşımını savunma yükü paylaşımıyla ilişkilendirmeye çalışacaktır. Her ne kadar Triffin etkileri imalat sektörünü olumsuz etkilese de, Amerika’nın sistem içindeki konumunu sistemi tahrip etmeden iyileştirmeye yönelik girişimler olacaktır.”

Yeniden yapılandırmanın yük paylaşımı ayağı

Stephen Miran, Beyaz Saray Ekonomik Danışmanlar Konseyi Başkanı olarak yaptığı ilk konuşmasında da kasım ayında yazdığı makaledeki temaları işledi.

Miran’ın işlediği yeni tema ise yük paylaşımında hangi kalemlerin yer alacağıydı. Miran, ABD’nin onlarca yıldır sağladığı küresel “kamu mallarının” maliyetini diğer ülkelerin daha fazla üstlenmesini istiyordu.

Miran tarafından dile getirilen Trumpizmin iktisadi zihin dünyasında ABD, dünyanın geri kalanı tarafından yeterli bir karşılık almadan küresel rezerv para birimi ve dünya çapında bir savunma şemsiyesi sağladığı için bir “enayi” olagelmişti.

Başkan Miran, Hudson Enstitüsü’nde yaptığı konuşmada, “Başkan Trump, ister ulusal güvenlik ister ticaret alanında olsun, diğer ulusların bizim kanımız, terimiz ve gözyaşımız üzerinden bedavacılık yapmasına artık göz yummayacağını açıkça ortaya koydu,” diyor.

Daha önce değindiğimiz gibi, Amerikalı diplomatlar ve iktisatçılar tarafından uzun zamandır bir güç kaynağı olarak görülen ABD dolarının küresel finans ve ticaretteki üstünlüğünün olumsuz yanları olduğunu da savunan Miran, “Dolara olan talebin borçlanma oranlarımızı düşük tuttuğu doğru olsa da, aynı zamanda döviz piyasalarını da çarpıttı. Bu süreç şirketlerimize ve işçilerimize gereksiz yükler getirerek ürünlerini ve emeklerini küresel sahnede rekabet edemez hale getirdi,” ifadelerini kullanıyor.

Finansal hegemonya iyi ama bize yükü çok fazla, diyor. Başka ülkelerin Amerikan varlıklarına yatırım yapıp kendi para birimlerini manipüle ettiğini ve bu sayede ihracat mallarını ucuzlattıklarını öne sürüyor. Hatta daha da ileri gidiyor ve 2008 krizinden önce Çin’in mortgage piyasasındaki borçlarını artırarak balonun oluşmasına odun taşıdığını söyleyerek, finansal çöküşten Pekin’i sorumlu tutuyor.

Miran, yük paylaşımı için beş seçenek öne sürüyor:

  • Birincisi, diğer ülkeler misilleme yapmadan ABD’ye ihracatlarında gümrük vergilerini kabul eder ve ABD Hazinesi’ne kamu mallarının finansmanı için gelir sağlar.
  • İkinci olarak, pazarlarını açarak ve Amerika’dan daha fazla alım yaparak adil olmayan ve zararlı ticaret uygulamalarını durdururlar.
  • Üçüncüsü, savunma harcamalarını ve ABD’den tedariklerini artırır, daha fazla ABD malı satın alarak Amerikan askerlerinin yükünü hafifletebilir ve ABD’de istihdam yaratırlar.
  • Dördüncüsü, Amerika’da yatırım yapıp fabrikalar kurarlar. Mallarını bu ülkede üretirlerse gümrük vergileriyle karşılaşmazlar.
  • Beşincisi, Hazine’ye “çek yazarak” ABD’nin küresel kamu mallarını finanse etmesine yardımcı olurlar.

Miran konuşmasını şöyle bitiriyor:

“Yük paylaşımı Amerika Birleşik Devletleri’nin onlarca yıl boyunca özgür dünyaya liderlik etmeye devam etmesini sağlayabilir. Bu sadece adalet için değil, aynı zamanda uygulanabilirlik için de bir zorunluluktur. İmalat sektörümüzü yeniden inşa etmezsek, güvenliğimiz ve mali piyasalarımızı desteklemek için ihtiyaç duyduğumuz güvenliği sağlamakta zorlanacağız.  Dünya hâlâ Amerikan savunma şemsiyesine ve ticaret sistemine sahip olabilir, fakat bunlar için adil payını ödemeye başlamalıdır.”

Meali: Dünya kapitalist sistemindeki tıkanıklığın aşılması, ABD’nin sermaye birikimini garanti altına almadaki jandarma rolüne devam edebilmesi ve tek tek ülkelerdeki mülk sahibi sınıfların çıkarlarını koruyabilmesi için, Amerikan ekonomisinin yeniden inşasına dünyanın tamamı –diğer tüm kapitalistler de!– dahil olmalı.

Bir sonraki yazıda, Hazine Bakanı Scott Bessent’in neler dediğine bakacağız.

Amerika

Trump, Signal skandalını ortaya çıkaran Goldberg ile görüşecek

Yayınlanma

ABD Başkanı Donald Trump, Signal sohbet skandalının ardından The Atlantic’in genel yayın yönetmeni Jeffrey Goldberg ile röportaj yapmak üzere bir araya geleceğini söyledi.

Goldberg, üst düzey Beyaz Saray yetkililerinin yer aldığı grup sohbetine yanlışlıkla eklendiğini ortaya çıkardıktan sonra, Trump yönetiminin hassas bilgileri ele alma yeteneğinin sorgulanmasına yol açtı.

Trump, Truth Social’da yaptığı paylaşımda, “Bu röportajı meraktan ve kendimle rekabet etmek için yapıyorum, sadece The Atlantic’in ‘doğru’ olup olmadığını görmek için,” dedi.

The Atlantic muhabirleri Michael Scherer ve Ashley Parker da röportaja katılacak. Parker ve Scherer, Trump yönetimi hakkındaki haberleri derinleştirmek için Ocak ayında The Atlantic’e katıldı. İkisi de daha önce Washington Post’ta çalışıyordu.

ABD’de ‘Signalgate’ skandalı büyüyor

Trump, röportajın “Bu yüzyılın en önemli başkanı” başlığını taşıyacağını söyledi. Başkan, “Benim bakış açıma göre, ne kadar kötü olabilir ki, ben KAZANDIM!” diye yazdı.

Goldberg, mart ayında Trump yönetiminin üst düzey yetkililerinin Yemen’deki hava saldırılarını tartıştığı ve planladığı bir sohbet grubuna eklenmişti.

Beyaz Saray, mesajların gerçekliğini doğrulamış, fakat Goldberg’in haberinin doğru olduğunu reddetmişti.

Goldberg, ulusal güvenlik gerekçesiyle başlangıçta mesaj dizisindeki bazı ayrıntıları açıklamakta tereddüt etmişti, fakat Beyaz Saray, mesajların gizli bilgi veya savaş planları içermediğini açıkladıktan sonra sohbetin tamamını yayınladı.

Olay, Savunma Bakanı Pete Hegseth’e yönelik eleştirileri ateşledi, özellikle de Hegseth’in Yemen’deki saldırılarla ilgili bilgileri ayrı bir Signal sohbetinde eşi, kardeşi ve kişisel avukatıyla da paylaştığı haberler çıktıktan sonra.

Okumaya Devam Et

Amerika

Pentagon, transseksüel askerleri tespit edecek

Yayınlanma

ABD ordusu ve Pentagon, transseksüel askerleri nasıl bulup tespit edeceklerini ve ordudan uzaklaştırmak için nasıl bir yol izleyeceklerini 30 gün içinde belirlemek zorunda.

Bu zorlu görev, askerlerin kendi kendilerini ihbar etmelerine veya meslektaşlarını ispiyonlamalarına bağlı olabilir.

Pentagon’un Çarşamba günü geç saatlerde bir davaya yanıt olarak sunduğu bir notun ardından perşembe günü Savunma Bakanlığı yetkililerine gönderilen bir memoranda, ordunun 26 Mart’a kadar “cinsiyet disforisi” (cinsel kimlik bozukluğu) teşhisi konulan veya tedavi gören askerleri tespit etmek için prosedürler oluşturması emredildi.

Ardından, bu askerleri ordudan uzaklaştırmaya başlamak için 30 gün süreleri olacak.

Bu emir, Başkan Donald Trump’un göreve başladıktan kısa bir süre sonra imzaladığı, transseksüel bireylerin orduda hizmet etmesini yasaklamaya yönelik adımları belirleyen başkanlık kararnamesini genişletiyor. Bu kararname mahkemede itiraz edilmişti.

Üst düzey bir savunma yetkilisi perşembe günü, şu anda aktif görevde, Ulusal Muhafız ve Yedek Kuvvetlerde “cinsiyet disforisi” teşhisi konulan yaklaşık 4.200 asker olduğunu düşündüklerini söyledi.

Personel meselelerini tartışmak için ismini vermek istemeyen yetkili, 2015 ile 2024 yılları arasında psikoterapi, cinsiyet kimliğini doğrulayan hormon tedavisi, cinsiyet kimliğini doğrulayan ameliyatlar ve diğer tedaviler için toplam maliyetin yaklaşık 52 milyon dolar olduğunu söyledi.

Amerikan ordusunda yaklaşık 2,1 milyon asker görev yapıyor.

Trump ve Savunma Bakanı Pete Hegseth, tıbbi durumlarının askeri standartlara uymadığını savunarak onları ortadan kaldırmak için çalışıyor.

Personel müsteşarı Darin Selnick, yeni notunda, “Cinsiyet disforisi tanısı almış, geçmişi olan veya buna uygun semptomlar gösteren bireylerin tıbbi, cerrahi ve ruh sağlığı kısıtlamaları, askerlik hizmeti için gerekli olan yüksek zihinsel ve fiziksel standartlarla bağdaşmamaktadır,” dedi.

Memorandumda, “ordunun ölümcüllüğü ve bütünlüğünün”, transseksüel personelin kendilerini tanımladıkları cinsiyete geçiş sürecinde yaşadıklarıyla “uyumsuz” olduğu iddia ediliyor ve cinsiyetin “değişmez, bir kişinin hayatı boyunca sabit” olduğu belirtiliyor.

Trump’ın başkanlık kararnamesine karşı dava açan altı transseksüel askerin avukatları, mahkeme dosyalarında, bu kararnamenin transseksüel kişilere karşı açıkça “düşmanlık” ifade ettiğini ve onları “eşit olmayan ve gereksiz” olarak nitelendirerek, diğer askerlerin ve halkın gözünde onları aşağıladığını savundu.

İnsan Hakları Kampanyası’nın hukuk işlerinden sorumlu başkan yardımcısı Sarah Warbelow, yeni politikanın askerleri zor durumda bıraktığını ve transseksüel askerleri kendilerini ifşa etmeye zorladığını söyledi.

Warbellow, “Birdenbire kendinizi ifşa etmek zorunda kalacaksınız. Diğer insanlar sizi ifşa etmek zorunda kalacak. Eğer orduda transseksüel olduğunuzu bilen bir en iyi arkadaşınız varsa, bu yeni yönergeye göre, o arkadaşınız, eğer transseksüel bir kadınsanız, bugünden itibaren size [erkek kişi zamiri] ‘o’ ve ‘efendim’ diye hitap etmek zorunda kalacak,” dedi.

Askerler, “arkadaşlarının güvenliği ile doğrudan emirlere uymamak arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyor” diyen Warbelow, transseksüel askerlerin, kendilerini ifşa etmemeleri halinde cezalandırılabileceklerini bildikleri için kendilerini ifşa etme baskısı hissedebileceklerini de sözlerine ekledi.

Perşembe günü, ABD yetkilileri, ilk rakamlara göre Donanmada yaklaşık 600, Kara Kuvvetlerinde 300 ila 500 ve Deniz Piyadelerinde 50’den az transseksüel askerin hızlı bir şekilde tespit edilebileceğini söyledi. Yetkililer, bireylerin örneğin belgelenmiş tıbbi tedavilerle tespit edilebileceğini ve bu sayının muhtemelen artacağını kabul etti.

Fakat yetkililer, bazı askerlerin geçiş sürecinden sonra orduya katılmış olabileceği ve kendilerini tanımlayabilecek tıbbi veya cerrahi işlemlerden geçmemiş olabileceği için ilk rakamların gerçek toplam rakamların altında olabileceğini belirtti.

Yetkililer ayrıca, kayıtlardan neyi ayırt edebilecekleri ve neyi rapor edebilecekleri konusunda sağlık gizliliği yasalarıyla sınırlı olabilecekleri konusunda uyarıda bulundu.

LGBT konularını araştıran Palm Center tarafından 2018 yılında yapılan bağımsız bir araştırmada, 2 milyondan fazla askerin arasında tahmini 14.000 transseksüel asker olduğu tahmin edildi.

Pentagon’un yeni politikası iki istisna öngörüyor: Askere alınmak isteyen transseksüel personel, savaş faaliyetlerini doğrudan desteklediğini vaka bazında kanıtlayabilirse veya cinsiyet disforisi teşhisi konmuş mevcut bir asker, belirli bir savaş ihtiyacını desteklediğini ve kimlikle özdeşleştirdiği cinsiyete geçiş yapmadığını kanıtlayabilir ve 36 ay boyunca “klinik olarak önemli bir sıkıntı yaşamadan” biyolojik cinsiyetinde istikrarlı olduğunu kanıtlayabilirse.

Cinsiyet disforisi, bir kişinin biyolojik cinsiyeti ile cinsiyet kimliği uyuşmadığında ortaya çıkıyor.

Muafiyet verilmesi durumunda, başvuru sahibi tuvaletler, yatakhaneler ve hatta “efendim” veya “hanımefendi” gibi resmi hitaplarda sadece biyolojik cinsiyetinin tanınması gibi bir durumla karşı karşıya kalacak.

Warbelow, transseksüel askerlerin, askerlik hizmetlerini etkileyebilecek herhangi bir adım atmadan önce, ordudan ve komutanlarından ek açıklama beklemeleri gerektiğini söyledi ve devam eden davaların bu politikayı etkileyebileceğini de belirtti.

Okumaya Devam Et

Amerika

Kokainin yasallaşmasını savunan Kolombiya liderine bağımlılık suçlaması

Yayınlanma

Kolombiya eski Dışişleri Bakanı Álvaro Leyva, ülkenin Devlet Başkanı Gustavo Petro’yu uyuşturucu bağımlısı olmakla suçladı. Leyva, suçlamasını Petro’nun Haziran 2023’teki Paris ziyareti sırasında iki gün boyunca ‘kaybolmasına’ dayandırırken, Petro daha önce yaptığı açıklamada tek bağımlılığının kahve olduğunu belirtmişti.

Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, ülkenin eski Dışişleri Bakanı Álvaro Leyva tarafından uyuşturucu bağımlısı olmakla suçlandı.

Leyva’nın suçlaması, Petro’nun kısa süre önce kokain satışının yasallaştırılması çağrısı yapmasının ardından geldi.

Petro, kokainin “viskiden daha kötü olmadığını” ve “şarap gibi” talep göreceğini savunmuştu.

Petro’nun kendisi ise daha önce tek bağımlılığının kahve olduğunu söylemişti.

Levya’ya göre, bu suçlamanın temelinde Petro’nun Haziran 2023’te Kolombiya heyetinin Fransa’ya yaptığı resmi ziyaret sırasında Paris’te iki gün boyunca “kaybolması” yatıyor.

Financial Times gazetesinin aktardığına göre eski Dışişleri Bakanı, X platformunda yayımladığı açık mektupta, “İşte Paris’te uyuşturucu sorunlarınız olduğunu doğrulayabildim. Maalesef iyileşmeniz gerçekleşmedi,” diye yazdı.

Hangi uyuşturucudan bahsettiğini belirtmeyen Leyva, Ağustos 2022’den itibaren yaklaşık iki yıl boyunca Petro’nun ilk dışişleri bakanı olarak görev yapmıştı.

Mektubunda, “Çok sık yalnızlık, endişe, depresyon ve üstesinden gelmesi zor diğer durumlar yaşadığınız iyi biliniyor,” ifadelerini kullandı.

Daha önce, Kasım 2023’te araştırmacı gazeteci María Jimena Duzán, Petro’nun “sık sık ortadan kaybolmasının” gizli tutmak istediği bir bağımlılıktan kaynaklandığını yazmıştı.

Petro, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, “Tek bağımlılığım sabahları içtiğim kahve,” diye yanıt vermişti.

Devlet Başkanı, önemli toplantılara sık sık geç kalması veya katılmaması, hatta bazen günlerce kamuoyunun gözünden kaybolmasıyla biliniyor.

Şubat ayında Petro, ülkede kokain satışının yasallaştırılması çağrısı yaparak, kokainin “viskiden hiçbir farkı olmadığını” ve “şarap gibi” talep göreceğini belirtmişti.

Bundan önce, Kolombiya İçişleri Bakanı Armando Benedetti de kendi uyuşturucu bağımlılığıyla mücadelesini anlatmıştı.

Kolombiya, dünyanın en büyük kokain üreticisi ve Petro’nun devlet başkanlığı döneminde bu uyuşturucunun üretim hacimleri son yirmi yılın en yüksek seviyesine ulaştı.

Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi istatistiklerine göre, 2023 yılında Kolombiya’da 2 bin 664 ton saf kokain üretildi (bir önceki yıla göre yüzde 53 artış).

Ülkede kokain yapımında kullanılan koka bitkisinin ekim alanı 253 bin hektara yükselerek neredeyse Lüksemburg’un yüzölçümüne ulaştı.

Petro, Ağustos 2022’de devlet başkanlığı görevine başladı. Sol ve merkez sol siyasi güçleri bir araya getiren “Kolombiya İçin Tarihi Pakt” ittifakından aday olan Petro, ikinci tur seçimlerini az farkla kazanmıştı.

Kolombiya’da yerel seçimlerde Başkan Petro’ya darbe

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English