Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Ucuz silahlar, yeni savaşlar

Yayınlanma

Çevirmenin notu: İsrail son yıllarda Orta Doğu’nun Silikon Vadisi olduğu şeklinde yakıştırmalar alıyor. Apartheid uygulamaları, Güney Afrika’daki muadiline kıyasla çok daha alengirli, yüksek teknoloji araçlarla taçlandırılıyor. 7 Ekim’de Aksa Tufanı saldırısı bunun söylendiği kadar olmadığının, hatta bütünüyle başarısız ve beyhude bir girişim olduğunu ispatlar nitelikteydi.


Ucuz silahlar, yeni savaşlar

Savaş giderek yüksek teknolojili silahlarla değil düşük teknolojili silahlarla ilgili hale geliyor ve ABD bunun gerisinde kalıyor.

Malcom Kyeyune

New Statesman

27 Kasım 2023

ABD hem iktisadi hem de askeri krizlerle boğuşurken ve İsrail bir yandan Gazze’de Hamas’ı yenmeye çalışırken bir yandan da kuzeyinde Hizbullah’ın ve güneyinde Husi isyancıların saldırılarını savuşturmaya çalışırken, Orta Doğu’daki mevcut durum ile Orta Avrupa’da yaklaşık 600 yıl önce yaşanan bir çatışma arasında bir dizi benzerlik ortaya çıkıyor. 1419-1431 yılları arasında gerçekleşen Hussit Devrimi sadece dinsel bir çatışma değildi; bugün hala devam eden askeri bir devrimin erken bir örneğiydi.

Orta Avrupa 15. yüzyılın başında bir kargaşa dönemine girdi. Bu, Bohemya Krallığı merkezli dini bir anlaşmazlık olarak başladı; Çek teolog ve Hıristiyan reformcu Jan Hus’un sözleri Prag ve civarında yayılmaya başladı ve tam anlamıyla bir devrimi ateşledi. Jan Hus’un 1415 yılında sapkınlık suçundan idam edilmesi savaş ve felaketi durdurmak için çok az şey yaptı; Hus’un kendilerini Hussitler olarak adlandıran takipçileri yeni bir hükümdar seçmeyi reddettiler ve Hıristiyan inancının reformist yorumunda ısrar ettiler. Bu durum onları art arda beş papalık haçlı seferinin hedefi haline getirdi. Bohemya, komşularının pek çoğu tarafından kuşatılmış küçük bir ülke olduğundan, sonuç kaçınılmaz gibi görünüyordu; devrimci Hussitler savaşı daha başlamadan kaybetmiş gibi görünüyordu.

Ama Hussitler kaybetmedi. Sayıca az olmalarına ve askerlerinin Orta Avrupa’nın en iyi askeri seçkinleriyle karşı karşıya gelen köylüler olmasına rağmen Hussitler, erken dönemde muhteşem zaferler kazandılar ve kazanmaya devam ettiler. Mükemmel komutanlara sahip olmalarının yanı sıra —Jan Žižka, genelde tarihteki en iyi askeri komutanlardan biri olarak kabul edilir ve en meşhurudur— Hussitler savaş tarihinin dönüm noktasında yaşadıkları için şanslıydılar.

Toplar ve tabancalar 1419’da yeni değildi ama sistemli bir şekilde kullanılmamışlardı ve savaşta kullanılmaları için henüz taktikler geliştirilmemişti. Böylece Žižka, düşmanlarının daha önce hiç görmediği ve karşı koymanın etkili bir yolunu bulamadıkları yeni stratejilere öncülük ederek gerçek bir avantaj elde etti. Nispeten ucuz seri üretim silahlarla donanmış köylüler, profesyonel askerlerden oluşan çok daha büyük güçleri yenememeliydi, fakat tam olarak böyle oldu. Žižka’nın yenilikçi savunma stratejileri (mobil, kolayca savunulabilir güçlü noktalar oluşturabilen Çek “savaş vagonları” etrafında inşa edilmiş) yeni barutlu silahları daha önce olmadığı şekilde bütünleyici hale getirdi. Vagon kalenin göreli güvenliği içinde, zaman alan yeniden doldurma işlemi o kadar da sorun değildi ve seçkin Alman şövalyelerinin ağır süvari hücumları kolayca geri püskürtülebiliyordu.

Hem İsrail hem de ABD, geleneksel olarak rakiplerinden çok daha güçlü ordulara sahip. İsrail’in binlerce tankı ve dünyanın en büyük hava kuvvetlerinden biri (on milyondan az nüfusa sahip küçük, kaynak yoksulu bir ülke olduğu düşünüldüğünde bu oldukça kayda değer), ABD’nin ise bir düzine uçak gemisi, 10 binden fazla savaş uçağı ve büyük (ancak küçülmekte olan) bir ordusu var. Karşılarında ise çoğunlukla hava kuvvetleri, donanmaları ya da büyük tank ordularına sahip olmayan devlet dışı aktörler var. O halde 2023’teki uluslararası durum neden 20 ya da 30 yıl öncesine göre çok daha içinden çıkılmaz görünüyor?

1419’un (ve giderek 2020’lerin) dinamiğini anlamak açısından faydalı çerçevelerden biri, platformlar ve silahlar arasındaki güç dengesinde süregelen bir değişim olduğudur. Askeri platformlar kaynak ve işgücü açısından pahalı olma eğilimindedir. Genelde karmaşıktırlar ve bu karmaşıklık onlara kimin erişebileceğini sınırlar. Bir tank ya da modern bir savaş uçağı “platforma” iyi bir örnektir. Bunların üretilmesi için son derece karmaşık bir endüstriyel zincir gerekir. Bir savaş uçağı eğitimli bir pilot (ve eğitim masrafları on milyonlarca doları bulabilir), hava üssü altyapısı, yakıt, yedek parça, silah, mekanik ve bakım için diğer destek personeli gerektirir.

Alman ağır süvarileri 1419’un savaş uçağıydı. Atlı, ağır zırhlı bir şövalyeyi ayakta tutmak için bol miktarda servet ve işgücü gerekiyordu; savaş atları özel olarak yetiştiriliyordu ve ucuz da değildi; yüksek kaliteli silahlar ve zırhlar üretmek için çok fazla zaman ve vasıflı iş gerekiyordu, vb. Bugün (biraz anakronik bir şekilde) “feodalizm” olarak adlandırdığımız sistem, bu pahalı tam zamanlı savaşçıları üretmek ve sürdürmek üzere kurulduğu için öyle görünüyordu. İsveç’te soyluluk için kullanılan eski kelime —frälse— “muaf” anlamına gelir: soyluluk, tam anlamıyla monarşiye eğitimli, atlı ve iyi silahlanmış savaşçılar sağladığı için sıradan vergilerden muaf olma statüsüydü.

Bu şövalyeler köylü askerlerle karşılaştıklarında her zaman kazanırlardı. Fakat Hussit savaşları sırasında, Alman şövalyeleri aniden yeni ve nispeten ucuz silahların —zayıflıklarını telafi edecek şekilde kullanıldığında— nispeten eğitimsiz ellerde bile çok fazla hasar verebileceği bir hakikatle karşı karşıya kaldı. Sonraki on yıllar ve yüzyıllarda, ağır süvariler Orta Çağ boyunca sahip oldukları avantajlardan giderek daha fazlasını kaybetti.

Batı askeri teçhizatının ne kadar eski olduğunu unutmak kolay. Tek tek tanklar ya da uçaklar genellikle onlarca yıldır kullanılıyor ve modellerin çoğu 1970’lerden ya da 1980’lerin başından kalma. Bir an için ABD’nin Apollo uzay programının emrinde 72 kilobaytlık salt okunur belleğe sahip bir kılavuz bilgisayar olduğunu düşünün. Bugün, sıradan bir telefon bundan milyonlarca kat daha fazla hesaplama gücüne sahip ve maliyeti de dünyanın dört bir yanındaki çoğu kişi tarafından karşılanabilecek kadar düşük.

Pek çok hava kuvvetinin beygirleri olmaya devam eden F-15 ve F-16 savaş uçakları ilk uçuşlarını 1970’lerin başında gerçekleştirdi. Zaman içinde daha iyi sensörler ve bilgisayarlarla geliştirilmiş olsalar da insanlı savaş uçağı konsepti hala elektroniğin ilkel ve “bilgisayarların” akıl almaz derecede sermaye yoğun olduğu bir zamanda tasarlandı. Havadan bomba atmanın tek yolu oraya uçmak ve bunu bizzat yapmaktı; başka bir deyişle, son derece karmaşık ve pahalı bir platforma yatırım yapmaktı. Uzun zamandır ham askeri gücün sembolü olarak görülen modern uçak gemisi de aynı mantığı izler; temelde elektronik öncesi bir askeri platformdur ve o zamandan beri üzerine elektronik eklenmiştir.

Gerçekten ucuz, ev yapımı silahların ortaya çıkmasının ne kadar devrimci olacağını anlamak için bir savaş uçağından bomba atmanın maliyetini düşünün. Bir F-35 hayalet savaş uçağının maliyeti yaklaşık 90 milyon dolar. Uçağı uçuracak bir pilotu eğitmek kolaylıkla 10 milyon dolara daha mal olabilir. Uçağın hizmette olduğu her yıl için idame masrafları da yaklaşık 10 milyon dolar. Bu da bir uçak, bir pilot ve bir yıllık kullanım için yaklaşık 110 milyon dolar eder. Elbette silahlar ve bu uçakları kullanmak için gereken hava üsleri ya da uçak gemileri de ekstra. Buna karşın İran yapımı yeni Şahid-136 intihar insansız hava aracının fiyatı 20 bin dolar civarında. Bir silah olarak sınırlamaları yok değil (örneğin savaş başlığı yaklaşık 50 kilogram) ama saf maliyet açısından büyük bir avantaja sahip. Sadece bir F-35 pilotunun eğitim maliyetine karşılık bir hava kuvveti bu intihar insansız hava araçlarından 500 tane edinebilir ki bunun ek faydası da çalıştırmak için çok daha az üs altyapısı ya da eğitimli personel gerektirmesidir.

Başka bir örnek vermek gerekirse; tek bir Javelin tanksavar füzesinin fiyatı yaklaşık 200 bin dolar. 2022’deki Ukrayna savaşının başlangıcında, bu silah sistemi etrafında çok fazla abartı vardı: askeri modernitenin ve Batı’nın yoksul ve geri kalmış Rusya’ya karşı yüksek teknoloji üstünlüğünün zirvesiydi. Övgüyle bahsedilen “Azize Javelin”in Ukrayna’yı zafere taşıması bekleniyordu. Fakat Javelin’ler, gösterinin gerçek yıldızları olan ucuz FPV (birinci şahıs görüşü) insansız hava araçları ile karşılaştırıldığında modası geçmiş ve oldukça önemsiz kaldı. Eski, ucuz tanksavar savaş başlıkları bile uzaktan kumandalı küçük bir helikoptere bağlandığında büyük bir hassasiyetle ve operatör için neredeyse hiç risk oluşturmadan kullanılabilir; operatörün tek yapması gereken aracı bir tankın zayıf noktasına ya da askerlerle dolu bir sipere yönlendirmektir.

Yirmi yıl önce, İsrail askerlerine havadan saldıran bir “Hamas hava gücü” fikri gülünç karşılanırdı. Bugün Hamas’ın tam da bunu yaptığına —hem İsrail askerlerine hem de tanklara el bombası atmak için bu ucuz, kamera donanımlı araçların kullanıldığına— dair videolar var. Sıradan tüketiciler bugün 1000 dolar gibi düşük bir fiyata bir FPV drone satın alabiliyor; organize bir ordu için maliyet muhtemelen daha düşük olacaktır. Rusya ordusu, başlangıçta bu araçların faydasına şüpheyle yaklaşsa da potansiyellerini görmeye başladı; artık oldukça basit garaj tarzı atölyelerde, önceden üretilmiş bileşenler ve basit el aletleri kullanarak bu araçlardan günde binlerce üretiyor.

Ucuz elektronik, ucuz roketçilik, ucuz patlayıcılar; savaşta etkinliği büyük, pahalı, karmaşık ve sermaye yoğun platformlardan ucuz ve bol silahlara doğru itiyor. Tek bir Javelin füzesi, bir insansız hava aracına takılan eski bir yüksek patlayıcılı tanksavar savaş başlığından iki kat, hatta on kat daha etkili olabilir, ama 200 kat daha etkili olmadığı gibi, kullanımı da o kadar güvenli ve kolay değildir. 12 yaşındaki bir çocuk, aslında bir video oyunu kumandası olan FPV drone ile bir tankı tek başına imha edebilir. Taşınabilir bir füze rampasını bırakın kullanmayı, kaldırmayı bile beceremezler.

Bu, savaş uçaklarının artık bir anlamının kalmadığı ya da İsrail Apache helikopterlerinin değersizleştiği anlamına mı geliyor? Trajik bir anlamda, İkinci Dünya Savaşı’nın arifesindeki savaş gemileri gibi, bu eskimiş ve fevkalade pahalı silahlar artık hayal gücü büyük ölçüde tükenmiş, dünyaya bakışı zaman içinde donmuş bir Batı’yı temsil ediyor.

Tıpkı 1419’da olduğu gibi 2023’te de Batı dünyası, askerî açıdan baskın durumda. Ya da en azından kendimize böyle söylüyoruz. Uçak gemilerimiz giderek eskimiş olabilir, silahlarımız onları ateşleyen askerlerden iki hatta üç kat daha yaşlı olabilir ve uçaklarımız pas ve metal yorgunluğu nedeniyle yavaş yavaş gökyüzünden düşüyor olabilir. Bununla birlikte, 100 yıllık geleneksel bilgeliğe göre, en pahalı ve karmaşık silahlara sahip olan taraf kazanacaktır. Oysa Ukrayna ve Orta Doğu’da Batı, bizim gibi düşünmeyen düşmanlarla karşı karşıya. Yemen’deki Husilerden Lübnan’daki Hizbullah’a ve Irak’taki Haşdi Şabi’ye kadar, bize sorun çıkarmaması gereken dinci ve milliyetçi ordularla karşı karşıyayız. Aynı şey Rusya için de geçerli: GSYİH’si Belçika’nınkinden daha küçük olan bir ülkenin aylar önce yenilmesi, üstün silahlar ve büyük ekonomiler tarafından yerle bir edilmesi gerekirdi ama olmadı.

Geçtiğimiz birkaç on yıl içinde bir noktada dünya anlayışımız demode oldu. İsrail, savunma bütçesinin çok küçük bir kısmıyla gerçek zararlar verebilen devlet dışı aktörlere karşı giderek daha fazla zorlanırken, füzeler ve insansız hava araçları bölgedeki ABD askeri üsleri el-Esad ve et-Tanf’a giderek daha fazla yağarken, yeni bir Orta Doğu Hussit isyanının parıltısı görülebilir. Ne yazık ki burada biz Çekler değil, Almanlarız.

DÜNYA BASINI

“İsrail siyaseti o kadar sağa kaydı ki Netanyahu nispeten ılımlı görülüyor”

Yayınlanma

Yazar

Ahmed Maher tarafından kaleme alınan ve Majalla’da yayımlanan bu makale, İsrail siyasetinin sağa kayışını ve merkez-solun neredeyse yok oluşunu derinlemesine inceliyor. Makale, Ben Gvir ve Smotrich gibi aşırıcıların Overton Penceresi’ni sağa iterek Netanyahu’yu ılımlı gibi gösterdiğini, İsrail kamuoyunun ise giderek daha militarize olduğunu vurguluyor. Filistin devletine verilen destekteki dramatik düşüşe ve Netanyahu’nun sert politikalarına artan desteğe dikkat çeken yazı, İsrail’in geleceğine dair distopik bir tablo çiziyor.

***

Tek boynuzlu atlardan distopiklere: İsrail merkezinin yok oluşu

Ben Gvir ve Smotrich gibi aşırılık yanlıları Overton penceresini* o kadar sağa itti ki Netanyahu nispeten ılımlı görünüyor.

Ahmed Maher

Gazze savaşının üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen İsrail kamuoyu, mevcut hükümetin Filistinlilere, Lübnan’a ve can çekişen iki devletli çözüme yönelik aşırı ve sert politikalarından o kadar etkilendi ki mevcut sağcı politikacıların pozisyonları giderek daha merkezci görünmeye ve ortalama İsrail vatandaşından daha fazla destek almaya başladı.

Bu eğilim, geçen ay yapılan ve Başbakan Binyamin Netanyahu ve sağcı Likud partisinin diğer partilere karşı avantaj elde ettiğini gösteren son seçim anketlerine de yansımış durumda. İsrail’in merkezi yok.

Netanyahu, 120 koltuklu İsrail Knesset’inde 64 üyeden oluşan bir koalisyon kurarak Aralık 2022’de iktidara geldi; bu koalisyonun çoğunluğunu 32 koltuğu olan Likud partisi ve 14 koltuğu olan Dini Siyonistler oluşturuyordu. Netanyahu’nun 7 Ekim 2023 sonrası aylardır düşüşte olan popülaritesi, Gazze savaşının başlangıcından bu yana ilk kez yükselmeye başladı.

En azından mayıs ayından bu yana peş peşe yapılan anketler bu oranın istikrarlı bir şekilde yükseldiğini gösteriyor. İsrail’in şu anda tarihindeki en uzun süreli savaşın içinde olduğu ve Lübnan’da Hizbullah ile giderek tırmanan çatışmaya ve muhtemelen İran ile doğrudan bir savaşa doğru ilerlediği göz önüne alındığında bu dikkate değer bir geri dönüş.

İsrail saldırdıkça Netanyahu’ya destek artıyor

Netanyahu’nun popülaritesi, İsrail’in kurulduğu 1948’den bu yana en büyük hükümet karşıtı gösterilere yol açan tartışmalı yargı ‘reformlarına’, gözetimi altındaki büyük güvenlik başarısızlıklarına, Hamas’ın esaretinden henüz kurtarılmamış düzinelerce rehineye ve Gazze’nin bazı bölgelerini (en azından şimdilik) yeniden işgal etme ısrarına rağmen artıyor.

Bu nasıl açıklanabilir? Öncelikle, İsrail kamuoyunun aşırı söylemlere doyması, ılımlı muhalefet partilerini daha da kenara itti. Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotritch gibi radikal isimler, Filistinlilere yönelik ırkçı politikaların ve suç teşkil eden eylemlerin başlıca savunucuları oldular- hatta birincisi bir terör örgütünü desteklemekten hüküm giydi.

Overton penceresi kaydı

Overton penceresini bu kadar sağa iten böylesi aşırılık yanlıları varken, Netanyahu olarak nispeten ılımlı görünüyor. Ancak bunun tek nedeni sol muhalefetin gölgede kalması değil, İsrail’deki merkezci laik figürler de yaklaşan parlamento seçimlerinde oy toplamak için giderek daha sağcı pozisyonlar benimsiyor.

Uzun süredir merkezde yer alan lider Yair Lapid’i ele alalım. Geçen aralık ayında Knesset’te kendisiyle röportaj yaptığımda, o dönemde iki devletli bir çözüme destek verdiğini ifade etmiş, ancak Gazze’deki savaş ve sonrasında yaşananlar göz önüne alındığında bunun “önemli ölçüde gecikebileceğini” söylemişti.

Birkaç ay sonra İrlanda, Norveç ve İspanya’nın Filistin devletini tek taraflı olarak tanıma kararını eleştirerek bunu “utanç verici” olarak nitelendirdi. Ayrıca BM’nin en üst mahkemesi olan Uluslararası Adalet Divanı’nı (UAD) da İsrail’in Refah’taki askeri saldırısını derhal durdurmasını öngören bir karar aldığı için eleştirdi.

Baldwin’in 45 yıl öncesinden seslenen mektubu: İsrail devleti Yahudilerin kurtuluşu için kurulmadı

7 Ekim’den önce Lapid’in en önemli özelliği seçmenleri ‘merkezde’ olduğuna, yani ne sol bloğa ne de sağa meyletmediğine ikna edebilmesiydi. Ancak giderek İsrail’in merkez solu merkez sağa kayarken, gerçek solu da neredeyse tamamen yok oldu.

7 Ekim’de yaşananlar İsrail kamuoyunu militarize etti, politikalarını daha da sağa itti ve ülkenin ahlaki sınırlarını zorladı.

İsrailli Yahudilerin %71’i 2010’da Filistin devleti kurulmasını desteklerken bu destek 2020’de yaklaşık %20’ye düştü, Filistinlilerin eşit haklara sahip olmadığı tek devlet çözümüne veirlen destek ise iki katına çıkarak %42’ye ulaştı. Her iki anket de Ramallah’taki Filistin Politika ve Anket Araştırmaları Merkezi ile Tel Aviv Üniversitesi’ndeki Uluslararası Çatışma Çözümü ve Arabuluculuk Programı tarafından yapıldı.

İsrailliler Netanyahu’yu kişisel olarak sevmeseler de genel olarak onun sağcı güvenlik politikalarını destekliyorlar. Ancak merkezciler de sağ ile neredeyse aynı pozisyonları benimserken (İsrail askerlerinin Gazze’de işledikleri iddia edilen savaş suçları nedeniyle yargılanmaması, Filistin devletinin kurulmaması, Gazze’den yakın zamanda çekilmemesi ve şimdi de Lübnan’da yaklaşmakta olan yakıp yıkma politikası) seçmenlerin şu aşamada Netanyahu’yu gözden çıkarması için çok bir neden yok.

Mevcut siyasi iklimde, işgal altındaki Doğu Kudüs’ün Filistin devletinin başkenti olmasını savunan herkes tek boynuzlu at gibi görünüyor. Bu arada, kamuoyundaki tartışmalara egemen distopik radikallerin öngörülebilir gelecekte kararları vereceği tahmin ediliyor.

***

*Overton penceresi, toplumda belirli bir dönemde kabul edilebilir veya tartışılabilir sayılan politik fikirler ve politikaların yelpazesini tanımlayan bir kavramdır. Bu pencere, hangi fikirlerin “meşru” ya da “makul” olarak kabul edildiğini ve dolayısıyla kamuoyunda tartışılabilir olduğunu gösterir. Overton penceresi, zamanla toplumdaki değişen normlar, olaylar veya liderler tarafından kaydırılabilir. Örneğin, bir politika veya fikir başlangıçta radikal ya da kabul edilemez görülürken, zaman içinde pencerede meydana gelen kaymalar sonucu toplum tarafından kabul edilebilir hale gelebilir. Bu kavram, genellikle aşırı uçtaki fikirlerin zamanla nasıl ana akım hale gelebileceğini açıklamak için kullanılır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Hizbullah’la olası topyekûn savaş İsrail ekonomisini nasıl etkileyecek?

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağını makale İsrail ekonomisinin 7 Ekim’den sonraki durumuna ve Hizbullah’la olası bir topyekûn savaştan nasıl etkileneceğine odaklanıyor. Makaleye göre savaşın etkisiyle sermaye kaçışları, enflasyonun yükselmesi ve inşaat sektörünün daralması, ülke ekonomisini zor durumda bırakıyor. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in savurgan politikaları ve bütçe açığının hızla artması yatırımcıları endişelendirirken, gelecekte daha geniş çaplı bir savaş senaryosu ekonomiyi daha da derin bir krize sürükleyebilir.

***

İsrail ekonomisi Hizbullah’la topyekûn bir savaşın yükünü kaldırabilir mi?

The Economist

Ülke bankaları sermaye kaçışı yaşıyor.

İsrail ekonomisi toparlanma yolunda ilerliyor olmalıydı. Ne de olsa, savaşmak için işlerini terk eden 300 bin işçinin çoğu şimdi ofislere, fabrikalara ve çiftliklere geri döndü. Ancak aksine durum giderek daha da kötüleşiyor. Bloomberg’e göre nisan ve haziran ayları arasında GSYİH büyümesi yıllık bazda sadece %0,7 oldu. Bu rakam ekonomistlerin beklentilerinin yaklaşık 5,2 puan altında. 16 Eylül’de İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, milletvekillerinden bütçe artışını acil olarak onaylamalarını istemek zorunda kaldı. Bu yıl ikinci kez böyle bir talepte bulundu.

Smotrich’in savurganlığı yatırımcıları endişelendiriyor. Çatışmaların daha da şiddetlenmesi ihtimali de öyle. 23 Eylül’de İsrail, Lübnan sınırı üzerinden hava saldırıları başlatarak yerel yetkililere göre 558 kişiyi öldürdü. Bu saldırılar, Hizbullah tarafından kullanılan çağrı cihazları ve telsizlerin patlaması sonucu 39 kişinin ölmesinin ve Lübnanlı milis grubun aylardır İsrail yerleşimlerine roket saldırıları düzenlemesinin ardından geldi.

Ülkeden para çıkışı başlamış durumda. Mayıs ve temmuz ayları arasında İsrail bankalarından yabancı kurumlara para çıkışı geçen yılın aynı dönemine kıyasla iki katına çıkarak 2 milyar dolara ulaştı. Ülkenin ekonomi politikalarını belirleyenler çatışmanın başlangıcından bu yana hiç olmadıkları kadar endişeli.

Her savaş dönemi ekonomisi bıçak sırtındadır: Hükümet bir yandan silahlı kuvvetlerini genellikle bütçe açığı harcamalarıyla finanse ederken, diğer yandan da barış geldiğinde borçlarını temizleyebilecek kadar sağlam kalmasını sağlamalıdır. İsrail için kâbus senaryosu, çatışmaların ülkenin ticari merkezleri olan (Batı) Kudüs ve Tel Aviv’e yayılmasıdır. Ancak çatışmaların sadece ülkenin kuzeyinde sınırlı kaldığı yoğunluğu daha az bir savaş bile, İsrail ekonomisini çöküşün eşiğine getirebilir.

İsrail’in bol keseden harcayan hükümeti de durumu daha da kötüleştiriyor. Mart ayında, silahlı kuvvetler temmuz ayına kadar bir ateşkes umarken, generaller normal bütçelerine ek olarak 60 milyar şekele (16 milyar dolar ya da İsrail GSMH’sinin %3’ü) ve ardından yeni güvenlik durumuyla başa çıkmak için yılda 30 milyar şekellik kalıcı bir artışa ihtiyaç duyacaklarını hesapladılar. O zamandan bu yana çatışmalar devam ettikçe bütçe açığı tahminleri de yükselmeye devam etti. Açığın bu yıl GSYH’nin %8,1’ine ulaşması bekleniyor; bu, savaş öncesi tahmin edilen miktarın neredeyse üç katı. Çatışmaların daha da yayılmasıyla birlikte bu oran muhtemelen daha da büyüyecek.

Bu durum İsrailli politikacılar için ne anlama geliyor? Ocak ayında ülkenin borçları GSMH’nin %62’sine ulaştı, bu oran çoğunlukla zengin ülkelerden oluşan OECD ortalamasının oldukça altında kaldı. Bu nedenle Smotrich’in biraz nefes alanı var. Ama yalnız biraz. Çatışmalar gelecek yıl da devam ederse mali durum daha da kötüleşecek. Tahvil sahipleri daha fazla savaş harcaması için imkân olduğuna dair güvence istiyor, benzer ülkelerle karşılaştırıldığında, İsrail’deki tahvil sahipleri için kabul edilebilir borçlanma düzeyi daha düşük bir sınırda. Derecelendirme kuruluşları da tedirgin olmaya başladı. Fitch ve Moody’s bu yıl zaten bir kez düşürdükleri İsrail’in notunu muhtemelen yeniden düşüreceklerini söylüyor.

Partisi İsrail’in aşırı sağında yer alan bir Batı Şeria yerleşimcisi olan Smotrich sorunu daha da kötüleştiriyor. Kimse onun ordudan maliyetleri düşük tutmasını isteyeceğine inanmıyor. Ayrıca bütçe açığını dizginlemek için diğer harcamaları kısarak ya da vergileri artırarak başka önlemler almayı da reddetti. İsrail’in refah devletine dokunulmadı. Smotrich’in müttefikleri olan ultra-Ortodoks nüfus ve yerleşimciler, erkekleri evde tutmak için daha fazla sübvansiyon ve yardımdan yararlandılar. Smotrich, gelecek yıl 35 milyar dolarlık tasarruf sözü veriyor, ancak bunun büyük kısmının nereden geleceğini henüz açıklamadı.

Daha güçlü bir ekonomik büyüme, sıkıntıları hafifletebilir. Yedek askerler işlerine geri dönmüş ve tüketim savaş öncesi seviyelere dönmüş olsa da İsrail ekonomisi hâlâ savaş öncesine göre daha küçük. Smotrich, toplumun en az verimli kesimlerini desteklerken, sanayiye kaynak ayırmayı ihmal etti. İşgücü piyasası son derece sıkı, işsizlik oranı sadece %2,7. Firmalar boş pozisyonlarını doldurmakta zorlanıyor ve İsrail’in küçük yüksek teknoloji şirketleri baskı altında. Düşünce kuruluşu Startup Nation, savaş nedeniyle bu şirketlerin finansman kaynaklarını kaybettikleri uyarısında bulunuyor.

Yaklaşık 80.000 Filistinli işçiye 7 Ekim’den sonra çalışma izin verilmedi ve bu işçilerin yerine yenileri alınmadı. Sonuç olarak, inşaat sektörü geçen yıla göre %40 daha küçük ve bu da ev yapımını ve onarımını büyük ölçüde engelliyor. Şimdilik en büyük etki enflasyon üzerinde görülüyor; ağustos ayında yıllık %3,6’ya ulaşan enflasyon, yaz boyunca hızlandı. Eğer Hizbullah saldırılarının boyutu artarsa, inşaat işçilerinin eksikliği daha büyük bir sorun haline gelebilir.

Yatırımcılar İsrail’in toparlanma kabiliyetinden emin değil. Şekel dalgalı seyrediyor, İsrail bankaları sermaye kaçışı yaşıyor ve en büyük üç banka tasarruflarını başka ülkelere transfer etmek ya da dolara endekslemek isteyen müşterilerin sayısında ciddi bir artış olduğunu bildiriyor. Enflasyon hedefin üzerinde seyretmesine rağmen, Merkez Bankası toparlanmayı rayından çıkarma korkusuyla ağustos ayındaki para politikası toplantısında önceki politika faizine bağlı kalmayı tercih etti.

Bir de kâbus senaryosu var.  Az sayıda yatırımcı, Hizbullah böyle bir saldırı başlatabilecek kapasitede olsa bile (Batı) Kudüs veya Tel Aviv dahil tüm İsrail’i içine alacak bir savaşa hazırlık yapıyor. Böyle bir senaryoda ekonomik büyüme büyük darbe alır, belki de 7 Ekim sonrasından bile daha ağır. Ordunun giderleri artar. Kaçan yatırımcılar muhtemelen bankaları sarsar ve şekelin değerini düşürür, bu da İsrail Merkez Bankası’nı müdahale etmeye ve rezervlerini kullanmaya zorlar.

Ne olursa olsun, İsrailli ekonomistler durumun daha da kötüleşeceğini kabullenmiş durumda. Genellikle iyimser olan Smotrich bile şimdi yorgun bir hava yayıyor: “İsrail tarihindeki en uzun ve en pahalı savaşın içindeyiz.” Önceki çatışmalar, İsrail için ekonomik felaketle sonuçlanmıştı. Bu sefer de aynı olursa şaşırmayın.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

ABD seçimleri, Ukrayna için ne anlama geliyor?

Yayınlanma

Emekli Yarbay ve ABD’nin eski Ulusal Güvenlik Konseyi Avrupa İşleri Direktörü Alexander Vindman, Foreign Affairs dergisi için kaleme aldığı makalesinde, yaklaşan ABD başkanlık seçimlerinin Ukrayna’nın Rusya ile savaşının geleceğini ciddi şekilde etkileyebileceği uyarısında bulunuyor.

Vindman, seçim sonuçlarının Ukrayna’nın zafer şansını artırabileceğini ya da kimin göreve geleceğine bağlı olarak ülkeyi tehlikeli bir duruma sokabileceğini vurguluyor.

Vindman, savaşta tutarlı bir stratejinin önemini vurgulayarak başlıyor ve Rusya’nın 2022’deki askeri müdahalesinden bu yana Ukrayna’nın topraklarını başarıyla savunduğunu, ancak kalıcı bir zafer için savunma taktiklerinden fazlasının gerektiğini belirtiyor.

“Taktikler strateji değildir,” diyen Vindman, Ukrayna’nın yıpratma savaşına—yani Rus güçlerini yavaş yavaş tüketmeye—bel bağlamasının savaşı hızlı veya olumlu bir sonuca ulaştırmayacağını ifade ediyor. Bunun yerine, Ukrayna’nın 2025’te yeniden saldırıya geçmesi gerektiğini, ancak bunu başarmak için Batı’dan daha fazla destek alması gerektiğini savunuyor.

Bu desteğin gelip gelmeyeceğini belirleyecek kritik faktör ise Kasım 2024’teki ABD seçimlerinin sonucu. Vindman iki olası senaryo sunuyor: Birincisi, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in başkanlığı kazanması, ikincisi ise eski Başkan Donald Trump’ın yeniden iktidara gelmesi. Harris’in zaferi durumunda, yönetimin Biden politikalarını sürdürerek Ukrayna’ya desteği devam ettireceğini ve hatta artıracağını öngörüyor. Vindman’a göre, “ABD’nin, Rusya’nın yenilgiye uğratılmasını ve Avrupa’ya yönelik daha fazla saldırganlıktan caydırılmasını istemesi,” Washington’un Ukrayna’nın 2025’teki olası bir saldırısını desteklemesini sağlayacak. Bu süreçte, savunma harcamalarını artıran NATO da önemli bir rol oynayacak.

Ukrayna’nın bu desteği elde edebilmesi için ise net bir askeri stratejiye sadık kalması gerektiğini vurgulayan Vindman, “Ukrayna’nın elindeki kaynaklarla küçük ama anlamlı zaferler kazanması gerekecek,” diyor. Batılı müttefiklerine 2025’e kadar başarıya ulaşabilecek bir plan sunmanın önemini belirten Vindman, bu planın toprak kazanımları sağlamayı, Rus güçlerine sürekli kayıplar verdirmeyi ve güçlü bir savunma sürdürmeyi içermesi gerektiğini ifade ediyor.

Öte yandan, Trump’ın zaferinin ABD politikasını köklü şekilde değiştireceği ve ‘Ukrayna için son derece tehlikeli2 olacağı uyarısında bulunan Vindman, Trump’ın Ohio Senatörü J.D. Vance ile muhtemelen izolasyonist bir yönetim yürüteceğini, ABD’nin Ukrayna’ya yönelik askeri ve mali desteğini keseceğini ve Avrupa güvenliğinden uzaklaşacağını belirtiyor.

Bu durumda, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in cesaretlenebileceğini, ABD desteği olmadan Kiev’in Avrupalı ortaklarının yeterli yardımı sağlamada zorlanacağını ve Ukrayna’nın sınırlı kaynaklarla uzun süren bir savaşa terk edilebileceğini de ekliyor. En kötü senaryoda, ABD’nin çekilmesi Avrupa’da daha geniş çaplı bir çatışmaya bile yol açabilir.

Vindman, böyle bir ihtimale karşı hazırlık yapılması gerektiğini belirterek, Kiev ve Avrupalı ortaklarının ABD desteğinin artık garanti olmadığı bir geleceğe yönelik planlar yapmaya başlamalarını tavsiye ediyor. “Brüksel ve Kiev’in bugün atacağı adımlar, Trump yönetiminin olası etkisini hafifletebilir,” diyor. Avrupa ülkelerinin, çatışmanın Avrupa’nın diğer bölgelerine yayılmasını engellemek için Ukrayna’ya daha fazla maddi destek vermek zorunda kalabileceğini ve hatta asker göndermeyi düşünmeleri gerekebileceğini öngörüyor.

Her ne kadar Trump yönetimi Ukrayna için zorluklar yaratsa da Vindman, Ukrayna’nın 2025 stratejisinin seçim sonuçlarından bağımsız olarak uygulanması gerektiğini vurguluyor. Önümüzdeki aylarda Ukrayna’ya ‘tut, inşa et ve vur’ stratejisini öneren Vindman, bu stratejinin Rus saldırılarını engellemeyi, askeri kapasiteyi artırmayı ve 2025’te saldırıya hazırlanmayı içerdiğini belirtiyor. Ayrıca, Batı’nın Ukrayna’ya daha gelişmiş silahlar, zırh ve mali destek sağlamasını hızlandırması gerektiğini de vurguluyor. “Yeterli mali destek sağlanırsa, Ukrayna askeri-endüstriyel tabanını savaşa uygun şekilde harekete geçirebilir,” diyor.

Maddi yardımın yanı sıra, Vindman Ukrayna’nın daha fazla askeri seferberlik yapması gerektiğini savunuyor. Ukrayna’nın 300 bin askerlik potansiyeli olduğunu ve bu askerlerin savaşın kaderini değiştirebileceğini öne sürüyor. Ancak, bu askerlerin başarılı olabilmesi için daha iyi askeri eğitime ihtiyaç duyulduğunun altını çiziyor. NATO personelinin yöneteceği kapsamlı bir birleşik silahlı eğitim programının, Ukrayna’nın savaş kabiliyetini artırabileceğini söylüyor.

Batı’nın, özellikle de ABD’nin rolü, Ukrayna’nın başarısında kilit olmaya devam ediyor. Vindman, Biden yönetiminin ve Harris’in ulusal güvenlik ekibinin başkanlığı kazanması halinde Ukrayna’nın 2025 askeri stratejisini desteklemeyi taahhüt etmesi gerektiğini savunuyor. Öte yandan, Ukrayna’nın da askeri kapasitesini artırarak, insan gücünü ve sanayi tabanını harekete geçirerek savaşı kazanma kararlılığını göstermeye devam etmesi gerektiğini belirtiyor.

Trump’ın ikinci döneminin olası etkilerine gelindiğinde Vindman, Ukrayna’nın ciddi şekilde zayıflayabileceğini ifade ediyor. Trump’ın dış politikasının, kişisel çıkarlar ve uzun vadeli sonuçlara dair sınırlı bir anlayışla şekilleneceğini ve ABD’nin desteğini keserek Kiev’i Moskova’ya karşı taviz vermek zorunda bırakabileceğini düşünüyor. Trump’ın ilk başkanlık döneminde Putin’i övmesi ve Ukrayna’yı zayıflatma çabaları, ikinci döneminde ne yapabileceğinin işaretleri olarak görülüyor.

Savaşın bir sonraki aşamasının ve Ukrayna’nın zafer şansının büyük ölçüde ABD seçimlerinin sonucuna bağlı olacağını savunan Vindman, “Ukrayna’nın askerî harekâtının bir sonraki aşamasının Putin’le müzakere masasında güçlü bir pozisyona mı yoksa yıpratıcı bir savaşa mı—hatta tehlikeli bir tırmanışa mı—yol açacağı, nihayetinde Amerikalı seçmenlerin kasım ayındaki tercihine bağlı olabilir,” diyor.

Lavrov: Rusya zaferle çıkacak, Batı başka dilden anlamıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English