DÜNYA BASINI
Ukrayna, yeşil dönüşüm ve göç krizi: Almanya’da AfD’nin yükselişi
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse
“AfD’nin başarısına katkıda bulunan faktörler arasında halkın mevcut hükümetten memnuniyetsizliği ve Ukrayna savaşı ile enflasyon, iklim ve göç krizlerinin üst üste binen sonuçları yer alıyor.”
Çevirmenin notu: Almanya’da uzun soluklu Şansölye Angela Merkel ve CDU-CSU iktidarının ardından görevi 2021 federal seçimlerinde SPD-Yeşiller-FDP koalisyonu devraldı. Bu, Alman siyasetinde turbo-Amerikancılık dönemine işaret ediyordu; nitekim Ukrayna savaşı sırasında pasifist siyasetin temsilcisi Yeşiller, en savaş çığırtkanı tavrı aldı. Trafik lambası koalisyonu, Rusya’ya yaptırımlar nedeniyle petrol ve doğalgaz arzındaki azalma, “yeşil dönüşüm” kapsamında geleneksel hidrokarbonların terk edilmesi ve bu pahalı sürecin maliyetinin sıradan yurttaşa yüklenmesi gibi toplumsal ölçekte büyük tepkilere neden olan hamlelere girişti. Bu ortamda, söz konusu politikaların tam zıttı bir siyasi tavrın temsilcisi olan sağ parti Almanya için Alternatif (AfD) gözle görülür bir yükseliş yakaladı. AfD’nin yükselişi, özellikle ülkenin doğu eyaletlerinde hissediliyor. Aşağıda tercümesi verilen makale, Polonya hükümetinin fonladığı think-tank kuruluşu Doğu Araştırmaları Merkezi’nde [Ośrodek Studiów Wschodnich — OSW] Almanya ve Kuzey Avrupa Departmanı araştırmacısı olarak görev yapan Kamil Frymark tarafından kaleme alındı.
Çok yeşil, çok hızlı, çok pahalı: AfD Almanya’da popülerlik kazanıyor
Kamil Frymark, Centre for Eastern Studies (OSW)
20 Haziran 2023
Almanya için Alternatif’in (Alternative für Deutschland, AfD) popülaritesi, son kamuoyu yoklamalarında ikinci sıraya yerleşerek Şansölye Olaf Scholz’un SDP’si ile aynı seviyeye gelmesinin de teyit ettiği üzere artıyor ve bu durum Almanya’da büyük endişe yaratıyor. AfD’nin başarısına katkıda bulunan faktörler arasında halkın mevcut hükümetten memnuniyetsizliği ve Ukrayna savaşı ile enflasyon, iklim ve göç krizlerinin üst üste binen sonuçları yer alıyor. SPD-Yeşiller-FDP hükümet koalisyonu bu zorluklara karşı farklı ve çoğu zaman tutarsız yaklaşımlar sergiledi. Bu durum Scholz’un, popülaritesini artırmak amacıyla koalisyon içindeki tartışmalardan kaçınmasındaki kasıtlı edilgenlikle birleşti. Bu strateji belli bir noktaya kadar başarılı oldu ama şu anda başarısız oluyor ve sonuç olarak koalisyondaki durumdan Şansölye sorumlu tutuluyor. AfD bundan faydalanırken aynı zamanda Almanların çoğunun hükümetin iklim politikasının bir parçası olarak uygulanan değişikliklerin hızına ilişkin korkularından da istifade ediyor. Parti, bunun yanında Almanya’ya dönük aşırı göçmen akınına ve Ukrayna’ya daha fazla destek verilmesine karşı çıkan seçmenlerin de savunucusu konumunda. AfD’nin yüzde 30’un üzerinde bir oy oranıyla anketlerde başı çektiği ve basit marjinal bir hareket olarak değil, “herkesi kucaklayan” ya da kitlesel bir parti olarak görüldüğü doğu eyaletlerinde yaşayanlar bu konulara bilhassa duyarlı. Bu durum Saksonya, Brandenburg ve Thüringen’de 2024 sonbaharında yapılması planlanan ve 2025’teki Federal Meclis seçimlerinden önceki son seçim sınavı olacak parlamento seçimleri göz önüne alındığında özellikle önemli.
Oy kullanma hakkına sahip Almanların yüzde 20’si federal seçimlerde AfD’yi desteklemeye hazır olduklarını beyan ettiler. Partiye yönelik onay oranları bir yılı aşkın süredir yükseliyor. Anketlere göre şu anki destek seviyesi yüzde 20 (2021 federal seçimlerinde yüzde 10,3 idi), yani görevdeki Şansölye’nin partisini yakalıyor ve hatta bazı anketlere göre tarihte ilk kez onun önünde yer alıyor. AfD 2017’den bu yana Federal Meclis’te yer alıyor ve bu oranlar AfD’ye desteğin yüzde 18’e ulaştığı Ekim 2018’den bu yana elde ettiği en yüksek oranlar. O dönemde AfD, ülkeyi yöneten Hıristiyan Demokrat partiler, Şansölye Angela Merkel’in CDU’su ve CSU arasındaki göç politikası konusundaki anlaşmazlığın bir sonucu olarak popülerlik kazanmıştı.[1]
AfD’ye verilen destekteki mevcut artış, ayrıca hükümet koalisyonu içindeki anlaşmazlıkların da bir sonucu ve bazı seçmenlerin hükümetin göç ve iklim krizleri sırasındaki politikasını ve Ukrayna’ya yardım konusundaki yaklaşımını protesto etme arzusunun tezahürü. Bir diğer önemli faktör de Almanların çoğunun CDU’nun SPD-Yeşiller-FDP koalisyonuna gerçek bir alternatif sunmadığı yönündeki inancı. Katılımcıların sadece yüzde 22’si Hıristiyan Demokratların bu koşullarda daha iyi bir performans sergileyebileceğine inanırken, yüzde 25’i daha kötü bir performans sergileyebileceğini düşünüyor. Almanların yüzde 48’i mevcut koalisyonun yönetimi ile CDU’nun yer alacağı olası bir kabinenin yönetimi arasında herhangi bir fark görmüyor (Forschungsgruppe Wahlen tarafından ZDF televizyonu için 26 Mayıs’ta yapılan bir anketten).
Görevdeki hükümeti destekleyenler de dahil olmak üzere Almanlar, Şansölye Scholz’un kabinesi hakkında oldukça kötü düşünüyor. Rusya’nın hamlelerinden kaynaklanan enerji krizi çözülmüş, Ukrayna’dan gelen yaklaşık 1 milyon mülteci kabul edilmiş ve onlarla ilgilenilmiş ve enflasyondaki kontrolsüz artış önlenmiş olmasına rağmen (geçen kasım ayında yıllık yüzde 8,8 ile zirve yaptıktan sonra bu yıl mayıs ayında yıllık yüzde 6,1 oldu), katılımcıların yüzde 79’u kabinenin çalışmaları hakkında kötü düşünüyor (1 Haziran’da ARD için yapılan Infratest dimap anketinden). Yüksek enerji fiyatlarının etkilerini hafifletmek için yardım paketlerinin uygulamaya konulması ve asgari ücretin saat başına 12 avroya ve temel ödeneğin 502 avroya yükseltilmesi gibi sosyal güvenlik sistemindeki değişiklikler de bir ölçüde yardımcı oldu. Bu tedbirlerin bir sonucu olarak koalisyona yönelik hayal kırıklığı, insanların elektrik ve ısıdan tasarruf etmek zorunda kaldığı kış kemer sıkma döneminde ortaya çıkmadı, fakat daha sonra koalisyon hükümetinin yaptığı hatalar nedeniyle yeniden canlandı. Buna ek olarak Almanların çoğu (yüzde 84) Scholz’un koalisyon içindeki anlaşmazlıkların çözümünü hızlandırma konusunda daha kararlı adımlar atmasını talep ediyor. Scholz SPD’nin adayı olarak başbakanlık için yarışırken bu konuda söz vermişti ve bu sözünü yerine getirmemesi zayıflık olarak görülüyor. Bu görüş, SPD destekçilerinin yüzde 85’i tarafından da paylaşılıyor.
Hükümetin görev süresinin yarısı: Koalisyon zayıf
Koalisyonun performans notlarını etkileyen yapısal sorunlardan biri, ideolojileri ve siyasi ajandaları açısından önemli ölçüde farklılık gösteren ve dolayısıyla farklı seçmenlere hitap eden üç partiden oluşması. Böylesine heterojen bir koalisyonu yönetmek önceki kabinelerde olduğundan daha zor. Aynı zamanda, parlamentodaki bazı partiler gençleşti ve radikalleşti. SPD’nin 206 milletvekilinden 49’u gençlik kanadı Jusos’tan geliyor ve Yeşiller’in parlamento grubunun 118 üyesinden 22’si seçildiklerinde 30 yaşından gençti. Bu durum (mesela iklim ve göç politikaları konusunda) aşırı taleplerin dile getirilmesine yol açıyor ve koalisyon ortaklarının karşılıklı müzakerelerde daha az esnek olmalarına neden oluyor. Bunun da ötesinde Yeşiller, düşen destek (bir yıl önceki yüzde 23’e kıyasla şu anda yüzde 15 civarında seyrediyor), diğer yerel seçimlerde (Berlin ve Bremen dahil) alınan kötü sonuçlar ve parti içindeki hararetli politika tartışmalarıyla baş etmek zorunda. Yeşiller Partisi liderliği, parlamento grubu içindeki çeşitli gruplar arasındaki anlaşmazlıkları hasıraltı etmeye çalışıyor ama uyumsuzluğun boyutu giderek daha belirgin hale geliyor[2] ve bu anlaşmazlıklar bir sonraki seçimler yaklaştıkça daha da artacak.
Kamuoyunda koalisyona dönük algı bu iç anlaşmazlıklardan olumsuz etkileniyor. Bunlar genelde FDP tarafından başlatılıyor, zira söz konusu parti (ve seçmenleri) hükümetin pratikte Yeşillerin siyasi ajandasına öncelik verdiğine inanıyor. FDP, Yeşiller’in iklim politikasına yönelik ideolojik yaklaşımına karşı çıkıyor. Bu çatışmanın en iyi örneği, FDP’nin 2035’ten sonra Avrupa Birliği’nde içten yanmalı motorlu yeni otomobillerin tescil edilmesine ilişkin yasağa istisna getirilmesi talebiydi.[3] Koalisyon ortakları arasındaki iç çatışma böylece AB düzeyine taşındı ve hükümetin eşgüdümünü zayıflatırken aynı zamanda FDP’nin anketlerdeki oranlarını da yükseltti. Bu durum, parti temsilcilerini Yeşiller’in gündemine meydan okumanın kendileri için faydalı ve kendi konumlarını güçlendirmek için iyi bir yöntem olduğuna daha da ikna etti. Bu sadece iklim politikası için değil, diğer koalisyon üyelerinin mali ve göç politikaları için de geçerli.
İktidardaki koalisyonun hüsrana uğrattığı seçmenler büyük ölçüde AfD tarafından devşiriliyor. Forsa tarafından yapılan bir ankete göre, şu anda AfD’yi destekleyen katılımcıların yüzde 32’si 2021’de öbür partilere oy vermişti. 14’ü şimdiye kadar oy kullanmamış olanlardan oluşurken, yüzde 54’ü bu partinin düzenli destekçileri.[4] Diğer partilerden devşirilen seçmenler arasındaki en büyük grup, daha önce koalisyon partilerini destekleyenler: SPD (yüzde 16), FDP (yüzde 15) ve Yeşiller (yüzde 2), toplamda yüzde 33. Yüzde 24’lük bir kesim ise AfD’ye oy vermeye hazır olan eski Hıristiyan Demokrat seçmenlerden oluşuyor. AfD’nin artan popülaritesi CDU açısından uzun vadede en büyük zorluk. Hıristiyan Demokratların lideri Friedrich Merz, 2018’de partinin genel başkanlığına seçilmek istediğinde, Angela Merkel’in politikalarından hayal kırıklığına uğrayan seçmenlerin önemli bir kısmını kazanabileceğine söz vermişti. CDU şu anda kamuoyu yoklamalarında önde gittiği ve federal düzeydeki desteği yüzde 30 civarında sabitlendiği için Hıristiyan Demokratlar bazı başarılar elde etti. Ancak CDU’nun doğudaki yapıları, partinin koalisyonla aşırı yakın işbirliğini (Hıristiyan Demokratlar hükümetin 188 yasama girişiminden 108’ini desteklemişti)[5] ve doğuda CDU’nun başlıca siyasi rakipleri olarak görülen Yeşiller’e yönelik hoşgörüsünü giderek daha fazla eleştiriyor.
Alternatif yok
Çoğu Almanın önümüzdeki yılların en ciddi sorunu olarak gördüğü iklim politikası, AfD’nin iktidardaki koalisyona dönük eleştirilerinin odak noktasını oluşturuyor. AfD’nin destekçilerinin büyük bir kısmı (ARD DeutschlandTrend’in bu haziran ayında yaptığı bir ankete göre yüzde 47) bu grubu tam da hükümetin iklim ve enerji politikalarını yürütme biçimi nedeniyle desteklediklerini açıkladı. Bu durum, AfD’nin parlamentoda, insan faaliyetlerinin iklim değişikliğini körüklediğini reddeden tek parti olmasıyla alakalı. Buna ek olarak parti, Almanya’da iklim reformlarının uygulanma şekli ve hızı konusunda kamuoyunda giderek artan şüpheciliği ustalıkla kullanıyor. Bu, özellikle içten yanmalı motorlu araçların AB’de tescilinin yasaklanması ve yeni binalarda doğalgaz ve petrol kazanlarının kurulması gibi, görevdeki hükümetin amiral gemisi niteliğindeki bazı projelerinde açıkça görülüyor. Pek çok yurttaş bu durumu, devletin Alman toplumu için son derece önemli olan iki “sütuna” —araba ve ev— doğrudan müdahalesi olarak değerlendiriyor. Forsa tarafından yapılan bir ankete göre, Almanların kayda değer bir azınlığı (yüzde 26) AB’de içten yanmalı motorlu araçların tescilinin yasaklanmasından yana. Bu çözüm Yeşiller’in seçmenleri arasında en büyük desteğe sahipken (yüzde 65), AfD destekçilerinin sadece yüzde 4’ü bunu onaylıyor. Benzer bir orantısızlık diğer iklim politikası konularında da görülebilir.
AfD’nin koalisyon hükümetinin iklim politikasına dönük temel itirazı alternatiflerin sunulmamış olması. Parti, bu durumun Başbakan Merkel’in Avro Bölgesi krizi sırasında aldığı tedbirlere benzediğini, mesela hükümetin Almanya’nın Yunanistan’a yardım etmekten başka çaresi olmadığını savunduğunu ileri sürüyor. AfD ayrıca SPD-Yeşiller-FDP koalisyonu tarafından benimsenen çözümlerin yasaklardan ibaret olduğunu, bunun da olası yeni teknoloji arayışlarını olumsuz etkilediğini ve reformların uygulanması için öngörülen zaman diliminin oldukça dar olduğunu belirtiyor. AfD’nin koalisyonun iklim politikasına ilişkin diğer ciddi suçlamaları, özellikle mevcut enflasyon seviyeleri göz önüne alındığında, dönüşümün uçuk maliyetleri ve yurttaşların hane halkı bütçelerine aşırı yük bindirmesiyle alakalı. Bu husus, Almanların yüzde 67’si tarafından eleştiriliyor (ARD DeutschlandTrend).
Göç krizi 2.0
AfD, kamuoyunda hükümetin göç politikasına yönelik artan huzursuzluk nedeniyle de popülerlik kazanıyor. Göçe engel olma talebi AfD’nin en önemli siyasi projesi ve partinin popülaritesini defalarca artırdı. Dahası, seçmenler AfD’li siyasetçilerin tam da bu konuda en yetkin kişiler olduklarına inanıyorlar. Bu, Almanya’da birkaç aydır gözlemlenen göç krizinin yeni versiyonu açısından bilhassa önemli: Ukrayna’dan bir milyondan fazla mülteci kabul edilmekle kalmadı, başka yerlerden gelen insanlara da barınma imkânı sunuldu. 2022 yılında Almanya’ya 244 bin iltica başvurusu yapıldı; bu rakam bir önceki yıla göre yüzde 47 daha fazla. İlerleyen aylarda durum daha da kötüye gitti, 2023’ün ocak ve nisan ayları arasında 80 bin 978 başvuru daha kaydedildi; bu da yıldan yıla yüzde 80’lik bir artış anlamına geliyor. En fazla sığınma talebinde bulunanlar Suriyeliler (22 bin 702; yıllık artı yüzde 73,5), Afganlar (15 bin 980; artı yüzde 89,9) ve başvuru sayısı en hızlı artan Türkler (10 bin 267; artı yüzde 279,7) oldu.[6]
Farklı mülteci gruplarının üst üste gelmesi göç krizinin dinamiklerini değiştirdi. Bu, özellikle sığınmacılara gerekli bakımı sağlamakla yükümlü olan yerel yönetimlerin tepkilerinde göze çarpıyor. Örneğin, yerel politikacılar yeni gelenler için yer sıkıntısından, mali kısıtlamalardan ve yeni gelenlerin etkili bir şekilde entegre edilmesindeki zorluklardan şikayet ediyor. Yerel hükümet yetkililerinden gelen çağrılar arasında, geleneksel olarak yeni göçmenleri kabul etmeye en açık olan Yeşiller Partisi temsilcilerinin de yer alması, sorunun ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.[7] Mültecilerin barınmasıyla ilgili sorunlar halkın duyarlılığını da etkiliyor ve AfD bundan yararlanıyor. Almanların çoğunluğu (ARD DeutschlandTrend’in bu mayıs ayında yaptığı bir ankete göre yüzde 54) Almanya’ya gelen göçmenlerin kârdan çok zarar getirdiğine inanıyor ve katılımcıların yüzde 52’si bu akının sınırlandırılmasını talep ediyor (katılımcıların yüzde 33’ü mevcut seviyede kalmasını istiyor). Daha da önemlisi, katılımcıların yüzde 77’si politikacıların yabancıların Almanya’ya yerleşmesinden kaynaklanan sorunlara yeterince ilgi göstermediğini iddia ediyor.
Önce Rusya
Savaşın çıktılarının kamuoyunda yarattığı yorgunluk ve Ukrayna’ya yapılan askeri yardımlara verilen desteğin giderek azalması da AfD’nin işine geliyor. Parti, Ukrayna karşıtı ve Rusya taraftarı görüşlere sahip seçmenleri temsil ederken, Federal Meclis’teki diğer tüm partiler Ukrayna’yı desteklemeye devam etmek istiyor.[8] Ankete katılanların yüzde 43’ü Almanya’nın Kiev’e yaptığı silah yardımının doğru düzeyde olduğunu düşünüyor ve yüzde 84’ü savaştan kaçanlara barınma sağlanmasını destekliyor (yukarıda bahsedilen ARD DeutschlandTrend anketi bu yıl mayıs ayında yapıldı). Fakat katılımcıların yüzde 37’si askeri desteğin aşırı olduğuna inanıyor ve sadece yüzde 14’ü bu desteğin genişletilmesini istiyor. Anketler bu destekte belirgin bir düşüş eğilimi olduğunu gösteriyor. Ayrıca Almanların yüzde 64’ü, Ukrayna’ya Alman savaş uçakları tedarik edilmesi olasılığına karşı çıkıyor. Bu konudaki olumsuz görüşler CDU/CSU (yüzde 59), SPD (yüzde 56) ve FDP (yüzde 54) destekçileri tarafından da dile getirilse de en büyük direnç AfD (yüzde 90) destekçileri arasında görülüyor. Aynı zamanda, katılımcıların yüzde 55’i Alman hükümetinin savaşı sona erdirmek adına çok az diplomatik çaba sarf ettiğini iddia ediyor.
AfD politikacıları, Ukrayna’ya yardım gönderilmesine karşı çağrılar ve gösteriler de dahil olmak üzere çeşitli “barış yanlısı” talepleri destekleme ve başlatma konusunda son derece aktifler. Söz konusu parti, 2023’e girerken hükümetin politikasına karşı (çoğunlukla doğu Almanya’da) protesto gösterileri düzenledi. Gösterilere beklenenden daha az kişi katılmış olsa da zaman zaman on binlere varan sayıda kişi katıldı. AfD’nin hamleleri, çoğu bu partiye oy veren Rusça konuşan Almanlar arasında epey hoş karşılandı.[9] Ayrıca, Ukrayna işgalinin başlangıcından bu yana AfD’li politikacılar, örneğin Rus propaganda yayınlarında Alman hükümetini eleştirerek, işgal altındaki bölgelere turlar düzenleyerek ve Rus büyükelçiliğindeki resepsiyonlara katılarak kendilerini defalarca Moskova’nın savunucuları olarak sundular. Ayrıca sosyal medyada Ukrayna karşıtı (aynı zamanda Amerikan ve Polonya karşıtı) hisleri körüklemenin yanı sıra AfD ile bağlantılı olan ve Alman karşı istihbaratı tarafından yakından izlenen COMPACT dergisi aracılığıyla geniş bir okur kitlesini etkilemeye çalıştılar.
Düzen karşıtı parti
Ancak, AfD destekçilerinin yüzde 67’sinin beyan ettiği üzere, hükümetin bu alanlardaki politikalarından duyulan hayal kırıklığı ve buna karşı muhalefet gösterme arzusu, partinin popülerliğinin tek nedeni değil. Düzen karşıtı yaklaşımı da önemli bir faktör. Bu tür hisler, kısmen Almanya’daki kamu medyasının durumu hakkında ortaya atılan sorular, kitle iletişim araçlarında sunulan anlatı ile sesi gazete ve televizyonlarda temsil edilmeyen toplumun önemli bir kesimi tarafından paylaşılan görüşler arasındaki uyumsuzluk nedeniyle giderek yaygınlaşıyor.[10]
Buna ek olarak bazı Alman köşe yazarları, tartışmaya katılanların Berlin’de ana akım olanlardan (dolaylı olarak koalisyonun sol eğilimli çevreleri ve medyanın önemli bir kısmı) farklı görüşler sunmaları halinde aşırı sağcı olarak damgalandıklarına dikkat çekti.[11] Ayrıca bazı AfD destekçileri, kamusal tartışmanın ve politikacıların odaklandığı konuların çoğu yurttaşın karşılaştığı gerçek sorunlarla temastan uzak olduğunu öne sürüyor; buna bir örnek, Alman dilinde feminatiflerin kullanımına ilişkin dil tartışması.[12]
Partiye desteğin kalesi olarak doğu
Siyasi ajanda ve kimlik argümanları özellikle AfD’ye desteğin yüzde 32’ye ulaştığı (CDU’ya yüzde 23, SPD’ye yüzde 16, Yeşiller’e yüzde 6) doğu eyaletlerindeki seçmenler arasında güçlü bir yankı bulurken, batı eyaletlerinde bu oran sadece yüzde 13 (CDU’ya yüzde 30, SPD’ye yüzde 19 ve Yeşiller’e yüzde 16’ya karşılık).[13] AfD’nin doğu Almanya’daki popülaritesi bölgesel seçimlerde defalarca teyit edildi ve AfD, tüm doğu eyaletlerindeki en güçlü muhalefet partisi.
AfD’nin ülkenin doğusundaki popülaritesinin hem yapısal hem de siyasi temelleri var. AfD’nin başarısının nedenlerinden biri, seçmenlerin Batı’daki seçmenler kadar belirli partilere bağlı olmaması. Ülkenin bu bölgesinde sosyal statü, bir meslek grubuna aidiyet ya da aile gelenekleri, insanların oy verme tercihlerini çok fazla etkilemiyor. Buna ek olarak, bu bölgede yaşayanlar seçmen desteğini değiştirmeye daha hazır; bu şekilde siyasi partileri kampanya sırasında verdikleri sözleri yerine getirmekle sorumlu tutabilirler.
Bunun da ötesinde AfD, Doğu Almanya’da yalnızca bir protesto partisi olarak değil (ve bu nedenle bir bakıma Die Linke’nin yerini alıyor), her şeyden evvel geniş bir seçmen grubunun çıkarlarını en geniş ölçüde temsil eden, herkesi kapsayan bir parti olarak görülüyor.[14] Aynı zamanda AfD liderleri, seçmenlerin hem mevcut hem de önceki federal hükümetlerin işleyişine ilişkin hayal kırıklıklarını ustaca kullandılar ve mevcut durumu 1989’dan sonraki dönüşümün bir sonucu olarak sundular. Almanya’nın yeniden birleşmesinin sonuçları üzerine hala hararetli bir şekilde devam eden tartışmalarda AfD, kendisini, o zamandan bu yana meydana gelen değişikliklerden ötürü hayal kırıklığına uğrayan insanların sorunlarına duyarlı olan tek parti olarak konumlandırıyor. Ayrıca Doğu Almanya dönemine ait “ekolojik diktatörlük” (Ökodiktatur), “ısıtma Stasi’si” (Heizungs-Stasi) ve “planlı ısıtma ekonomisi” (Wärmeplanwirtschaft) gibi dilsel taklitleri de ustalıkla kullanıyor.[15] Bu şekilde mevcut hükümet yetkilileri ile eski Doğu Alman siyasi sisteminin parti görevlileri arasında bir benzerlik kurulması amaçlanıyor. AfD, bu stratejiyi daha önce de kullanmış ve ülkenin doğusundaki Landtage’da yapılan önceki seçimlerde başarılı olduğunu ispatladı.[16]
AfD’nin doğu eyaletlerindeki güçlü konumu, bölgesel liderler etrafında konsolide olan yapısına ve ideolojik ayrışmaların ve şahsi anlaşmazlıkların batı Almanya’ya kıyasla daha düşük yoğunlukta olmasına da dayanıyor. Karşı istihbarat tarafından yakından izlenen Björn Höcke, Thüringen’deki AfD parti yapılarının başkanı ve partinin ülkenin doğusundaki tartışmasız lideri. Fakat onun etkisi AfD’nin yerel yapılarının ötesine geçiyor. Geçtiğimiz haziran ayında yeni parti yönetiminin seçilmesinden bu yana, kayda değer sayıda aktivist onu AfD’nin federal başkanlık kurulunun lideri olarak görmeye başladı. Onun desteğini alamayan adayların başkanlık divanı üyeliği yarışını kaybetmesi Höcke’nin gücünün bir başka ispatı. Höcke, ayrıca AfD’nin tüzüğünde değişiklik yapılmasını öngören ve partinin eskiden olduğu gibi aynı anda iki kişi tarafından yönetilmesi yerine gelecekte tek bir başkan tarafından yönetilmesine olanak tanıyan bir öneriyi de kabul ettirdi.[17]
AfD’nin seçim beklentileri
AfD açısından risk faktörleri arasında, şimdiye dek defalarca daha büyük bir seçim başarısı elde etmesine engel olan şahsi çatışmalar ve siyasi ajandasına ilişkin anlaşmazlıklar yer alıyor. Dolayısıyla AfD’nin seçimlerde elde edeceği sonuç büyük ölçüde kampanya sırasında bu çatışmaları nasıl çözeceğine ya da bastıracağına bağlı olacak. Buna ek olarak, AfD daha da radikalleşirse, Alman karşı istihbaratı parti üzerindeki baskısını artıracaktır; halihazırda hem AfD’ye hem de gençlik kanadına (Junge Alternative) karşı seçilmiş gözetim tedbirlerine başvuruyorlar.
Ancak seçim takvimi AfD’nin lehine işliyor. Parti, bu yılın en önemli yerel seçimleri olan Hessen ve Bavyera’da (her iki seçim de bu yıl 8 Ekim’de yapılacak) önde gitmiyor. Bununla birlikte, bu eyaletlerde bir önceki seçimlerden bu yana oy oranlarını önemli ölçüde artırdı ve bu da muhtemelen Hıristiyan Demokratların kalesi olan bu eyaletlerde (her iki eyalet de uzun yıllardır CDU ve CSU tarafından yönetiliyor) sonbaharda yapılacak seçimlerde iyi bir sonuca dönüşecek. Buna karşılık AfD, 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa karşıtlığı kartını oynamaktan, özellikle de Almanların giderek artan bir yüzdesinin AB’nin Almanya’ya giderek daha fazla zarar verdiğini iddia ettiği hakikati göz önüne alındığında, fayda sağlayabilir. Katılımcıların yüzde 27’si bu görüşü paylaşıyor (Temmuz 2020’den bu yana artı yüzde 12).[18] Bununla birlikte, AfD’nin kazanabileceği üç doğu federal eyaletindeki seçimler en önemlisi olacak ve burada elde edilecek sonuç, 2025 sonbaharında yapılacak Federal Meclis seçimleri öncesinde partiyi güçlendirecektir.
Brandenburg, Saksonya ve Thüringen Eyalet Meclisleri için 2024’te yapılması planlanan seçimler, 2025’teki Federal Meclis seçimlerinden önce siyasi partiler için son sınav olacak. AfD, Brandenburg’da yüzde 23 (CDU ile eşit) ve Saksonya’da (CDU’nun yüzde 25’e sahip olduğu) ve Thüringen’de (Die Linke’nin yüzde 22 ile ikinci olduğu) yüzde 28’er destekle üç eyalette de anketlerde önde gidiyor. Fakat AfD’nin bu eyaletlerdeki olası zaferi hükümet kurmasını garanti etmeyecektir. Diğer partiler, şu anda CDU’nun komünizm sonrası Die Linke ile işbirliği yaptığı Thüringen’de olduğu gibi, AfD’ye karşı resmi ya da gayri resmi bir koalisyon arayışına girecektir. Bu taktik şimdiye dek AfD’yi iktidarın dışında bırakmış olsa da, siyasi ajandalarında en düşük ortak paydayı aramak zorunda kaldıkları için bu hareket tarzını seçen partiler için büyük bir siyasi maliyet getirdi; pratikte bu, seçmenlerini giderek daha fazla hayal kırıklığına uğrattı ve sonuç olarak hükümete verilen desteğin düşmesine ve AfD’nin popülaritesinin artmasına neden oldu.[19]
[1] K. Frymark, A. Kwiatkowska, ‘Serious clash between CDU and CSU on migration policy. European implications’, OSW, 20 Haziran 2018, osw.waw.pl.
[2] Politika tartışmalarında Yeşiller her zaman iki grup arasında bir denge kurmaya çalıştı: gerçekçiler (Realo’lar) ve radikaller (Fundi’ler). Söz konusu kamplar arasındaki derin çatışma, partinin faaliyete geçtiği günden bu yana devam ediyor. Gerçekçiler uzlaşmaya daha yatkın ve bazı taleplerini geri çekme pahasına da olsa federal düzeyde diğer partilerle koalisyon arayışında. Radikaller ise tam tersi bir yaklaşım benimsiyorlar, zira seçmenlerin gözünde güvenilir olmak ve kendi ideallerine bağlı kalmak onlar için en önemli şey oldu.
[3] Liberaller, 2035’ten sonra da AB’de belirli tipte içten yanmalı motorlara sahip yeni araçların tescil edilmesinin mümkün olmasında ısrarcı olmuştu. Daha fazla bilgi için bkz. M. Kędzierski, ‘Niemcy wobec przyszłości samochodów spalinowych – wewnątrzpolityczny kontekst zmiany’, OSW, 17 Mart 2023, osw.waw.pl.
[4] M. Güllner, ‘Das Comeback der AfD’, The Pioneer, 2 Haziran 2023, thepioneer.de.
[5] M. Bröcker, G. Repinski, ‘Die Ost-CDU und das AfD-Problem’, The Pioneer, 7 Haziran 2023, thepioneer.de.
[6] Aktuelle Zahlen, Bundesamt Für Migration und Flüchtlinge, Nisan 2023, bamf.de.
[7] J. Hermann, ‘«Wir schaffen das nicht»: Ein grüner Landrat ruft in der Asylkrise um Hilfe’, Neue Zürcher Zeitung, 2 Şubat 2023, nzz.ch.
[8] Die Linke bir istisna, ancak parti içi çatışmalar ve düşük kamuoyu desteği nedeniyle AfD’ye karşı ciddi bir rakip olarak görülmüyor.
[9] K. Frymark, Prorosyjskie demonstracje w Niemczech, OSW, 21 Nisan 2022, youtube.com. Ayrıca bkz. N. Friedrichs, J. Graf, Integration gelungen? Lebenswelten und gesellschaftliche Teilhabe von (Spät)Aussiedlerinnen und (Spät)Aussiedlern, Bundesamt Für Migration und Flüchtlinge, SVRStudie 2022-1, bamf.de.
[10] Bu bağlamda, Alman medyasının durumu ve bazı gazetecilerin haberlerini aşırı basitleştirme eğilimi konusundaki endişelerini dile getiren Başbakanlık Özel Kalemi Wolfgang Schmidt’ten alıntı yapmakta fayda var. Bkz. ‘Das Late-Night-Memo für die Hauptstadt’, Berlin.Table #69, 5 Haziran 2023, table.media/berlin.
[11] R. Haubrich, ‘Ausgewogene Berichterstattung? 92 Prozent der ARD-Volontäre wählen grün-rot-rot’, Die Welt, 3 Kasım 2020, welt.de.
[12] E. Gujer, ‘Ein bärtiges Wesen in der Frauen-Sauna: In Gender-Fragen scheint es keine Grenzen mehr zu geben’, Neue Zürcher Zeitung, 2 Haziran 2023, nzz.ch.
[13] ‘AfD ist in Ostdeutschland deutlich die stärkste Kraft’, Handelsblatt, 7 Haziran 2023, handelsblatt.com.
[14] Herkesi kapsayan parti (Volkspartei), farklı sosyal katmanlardan gelen geniş bir seçmen kitlesine sahip, çok çeşitli görüşleri temsil eden ve fraksiyonlara bölünmüş bir partilere verilen isim.
[15] ‘Alice Weidel: Umfaller-FDP liefert die Bürger an Heizungs-Stasi und Wärmeplanwirtschaft aus’, AfD – Fraktion im Bundestag, 31 Mayıs 2023, afdbundestag.de.
[16] K. Frymark, ‘Alternatywa dla wschodnich Niemiec. Saksonia i Brandenburgia przed wyborami landowymi’, Komentarze OSW, no. 307, 28 Ağustos 2019, osw.waw.pl.
[17] Idem, ‘Nowe władze AfD: w kierunku regionalnej partii protestu’, OSW, 27 Haziran 2022, osw.waw.pl.
[18] Aynı zamanda anketler, katılımcıların yüzde 38’inin Almanya’nın Avrupa’da daha fazla tek taraflı hareket etmesini, yüzde 14’ünün ise AB’den ayrılmasını istediğini gösteriyor. Bkz. ‘ARD-DeutschlandTREND Juni Extra 2023’, Haziran 2023, infratest-dimap.de.
[19] Saksonya-Anhalt bir istisna. Epey popüler ve deneyimli CDU lideri Reiner Haseloff, bu eyalette 2021 seçimlerini kazandı ve daha önce AfD’ye oy vermiş 16 binden fazla seçmeni Hıristiyan Demokratlara çekti.
İlginizi Çekebilir
-
Allianz CEO’su Alman işçilerin hastalık izinlerine göz dikti
-
Almanya’da yeni seçim anketi
-
Alman düşünce kuruluşu SWP’den, Suriye’de Türkiye ile işbirliği çağrısı
-
Trump’ın Gazzelileri tehcir planına Avrupa’dan tepkiler
-
Rus milyarderler Fridman ve Aven, yaptırımların kaldırılması için Alfa Bank’taki hisselerinden vazgeçti
-
Merkel’den Merz’e bir AfD eleştirisi daha
DÜNYA BASINI
Et, süt ve yumurta reklamlarının sattığı fanteziler
Yayınlanma
5 saat önce08/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz makale, Carol J. Adams’ın kavramsal çerçevesi ve Jo-Anne McArthur’un saha deneyimlerinden hareketle et, süt ve yumurta endüstrisinin pazarlama stratejilerinin tüketici algısını nasıl manipüle ettiğini gözler önüne seriyor. Endüstriyel tarım ve hayvancılık mevzubahis olduğunda, pastoral çiftlik imajları, mutlu hayvan illüstrasyonları ve yemyeşil meralar bu yoğun gıda üretim modellerinin sert gerçeklerini örtbas eden birer fanteziden ibaret. Reklamların sunduğu bu sahte anlatı, hayvanların maruz kaldığı sömürüyü görünmez kılmakla kalmayıp, aynı zamanda etik kaygılarımızı körelterek tüketim alışkanlıklarını sorgulamamızı engelleyen bir ideolojik aygıt işlevi de görüyor.
Oysa kapitalist gıda üretimi, yalnızca hayvanları değil, doğayı ve insanları da aynı sistematik sömürü düzeninin içine hapsediyor. Fabrikalaşmış tarım ve hayvancılığın ardında, sadece hayvanların çektiği acılar değil, ekolojik yıkım, güvencesiz işçilik ve gıda emperyalizmi gibi geniş çaplı sömürü biçimleri de yatıyor. Bu bağlamda, endüstriyel tarım ve hayvancılığı eleştirel bir perspektiften ele alan hemen her çalışma, kapitalizmin farklı boyutlarda ürettiği yanılsamaları teşhir etmek ve hem insanın hem de hayvanın sömürüsüne dayalı üretim ilişkilerine karşı kolektif bir duruşu güçlendirmesi bakımından büyük bir değer taşıyor.
Et, Süt ve Yumurta Reklamları Size Fantezi Satıyor
Jessica Scott-Reid
Sentient Food
27 Ocak 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Görsel imgeler, gıda pazarlamasının temel taşlarından biri. Peynirin üzerindeki gülen ineği düşünün, böylesi hamleler tüketicilerin satın alma tercihlerinde büyük rol oynar. Ancak söz konusu et, süt ürünleri ve yumurta pazarlaması olduğunda, markaların kullandıkları imajlar gerçeği çoğunlukla ve pek tabii kasti olarak ıskalar. Beynin duygusal kısmına hitap eden bu görseller, sepetinizdeki et veya süt hakkında şeffaf veriler sağlamak için değil, anlattığı hikâye vasıtasıyla tüketicilerle “bağ kurmak” için vardır.
Yazar, akademisyen ve aktivist Carol J. Adams’ın¹ Sentient’e verdiği demeçte söylediği gibi, “İmaj temelli bir dünyadayız” ve “imajlar, mantığı baypas ederek doğrudan duygulara hitap ediyor”. Nihayetinde de tüketicilerin zihninde, çiftlik hayvanlarının nasıl yetiştirildiğine dair sahtelik barındıran bu imajlar kalıyor.
Gerçekten de kırmızı ahırlar, yemyeşil meralar, parlak güneş ışığı ve mutlu hayvanlar gibi semboller et ve süt ürünleri etiketlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Peki, bu yaygın görsel temsiller gerçeği ne kadar yansıtıyor? Sentient, Etin Cinsel Politikası ve The Pornography of Meat² [Etin Pornografisi] gibi kitapların yazarı Adams ile [insan-hayvan ilişkilerini belgeleyen bir fotoğraf projesi olan] We Animals kurucusu foto muhabir Jo-Anne McArthur’a danışarak, reklamlarda kullanılan yaygın imgeleri günümüz endüstriyel hayvancılık gerçekliğiyle karşılaştırdı.
Yanıltıcı reklam varan #1: Geleneksel kırmızı ahırlar
Kırmızı veya geleneksel ahır görseli, et, süt ve yumurta pazarlamasında yaygın olarak kullanılan önemli bir semboldür. Kökleri çocukluk tekerlemelerine, masallara ve filmlere dayanan ahır imajı, çiftçiliğin sağlıklı ve pastoral bir faaliyet olarak resmedilmesine yardımcı olur. “Yaşlı MacDonald’ın Çiftliği”nden Charlotte’un Sevgi Ağı’na ve Babe’e kadar çeşitli eserler aracılığıyla, çiftliklerin hayvanların özgürce dolaştığı huzurlu yerler olduğunu henüz küçük yaşlarda öğreniriz.
Yetişkin olduğumuzda ise, benzer ahır imgelerini bu kez et, süt ürünleri ve yumurta etiketlerinde buluruz. Adams, bu imgelerin rahatlık, aşinalık ve güven duyguları uyandırmak için yerleştirildiğini ve güçlü bir pazarlama aracı olduğunun altını çiziyor. Ayrıca, “Ahır kavramını bu [modern] kurumlara uygulamak için gerçekten esnetmek gerekir” diye de ekliyor.
Tarımsal tesisleri belgelemek için 60’tan fazla ülke gezen fotoğrafçı McArthur, bu ülkelerin tamamında gördüğü ahırların aslında çok büyük depolardan başka bir şey olmadığını söylüyor: “Küçük kırmızı ahırların olduğu o günler mazide kaldı.”
ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre, ABD’deki 56,265 çiftlikte yaklaşık 74,5 milyon domuz ve yaban domuzu yetiştiriliyor. Bu da ortalama bir binada çiftlik başına 1.300’den fazla hayvan bulunduğu anlamına geliyor. Herhalde ortada küçük kırmızı bir ahır falan olmadığı görülüyordur. Nitekim çoğu çiftlik hayvanı, konsantre hayvancılık tesisleri olan “Konsantre Hayvan Besleme Operasyonları” ve “Hayvan Besleme Operasyonları” sistemlerinde yetiştirilmekte olup bu tesisler tarımsal alanlardan ziyade fabrika tesislerini andırmaktadır.
Yanıltıcı reklam varan #2: Yeşil meralar
Et, süt ürünleri ve yumurtanın pazarlamasında yaygın olarak kullanılan bir diğer imaj ise yeşil meralar ve çimenli tepeler olarak karşımıza çıkar. Bazen parlak güneş ışığı, mavi gökyüzü ve berrak suların da eşlik ettiği bu semboller, zihinlerde çiftçiliğin doğal bir faaliyet olduğu izlenimini uyandırır.
Oysa tarım, nasıl tasvir edilirse edilsin, doğanın bir ürünü değil, insanlığın kendisini daha verimli şekilde beslemek için geliştirdiği bir insan icadıdır – hem de bütünüyle. Günümüzde çoğu çiftlik hayvanı, geleneksel otlaklarda değil, fabrika tipi çiftliklerde yetiştirilir. Bilhassa da tavukların bu tesislerdeki yaşam alanları oldukça sıkışıktır.
McArthur, “Yumurta bırakmak üzere yetiştirilen tavuklar güneşi hiç görmezler” diyor. Penceresiz depolarda tutulurlar ve yumurtlama döngülerini manipüle etmek için yapay aydınlatma kullanılır. ABD yumurta endüstrisindeki tavukların yaklaşık yüzde 60’ı, yasaların izin verdiği en küçük boyuttaki kapatma alanları olan pil kafeslere hapsedilir. Kanada’da ise bu oran yüzde 80’in üzerinde seyreder.
“Etlik piliçler” olarak da bilinen kümes hayvanlarına gelince, etiketlerde “organik” veya “gezen” ifadesi yer almadığı sürece, USDA standartlarına göre dış mekâna erişim sağlanması zorunluluğu bulunmuyor. Ancak ve ancak bu ifadeler yer aldığında, USDA yönergeleri gereği dış mekâna erişim zorunlu. Ulusal Tavuk Konseyi’nin asgari yönergelerine göre ise, sanayi çiftliklerinde – ki bu çiftlikler 50.000’e kadar piliç barındırabiliyor – her bir tavuk için yalnızca 100 inç kare kadarlık bir alan sağlanabiliyor.
Sertifikalı Hayvan Refahı Onaylı ve USDA Organik gibi tavukların açık havaya “erişimini” gerektiren bazı programlar var, ancak bunun pratikte ne anlama geldiği değişiklik gösterebiliyor. Örneğin Sertifikalı İnsancıl Standartları (Certified Humane), “gezen” veya “merada yetiştirilen” olarak belirtilmediği sürece tavukların açık havaya erişmesini gerektirmez.
Kısacası, yeşil alanlara ve güneş ışığına bu sınırlı erişim ne yumurtlayan tavuklar ne de ABD’de yetiştirilen etlik piliçlerin çoğunluğu için yaygın bir uygulamadır.
Ve yanıltıcı reklamcılığın bir sonraki örneğinde göreceğimiz gibi, meralarda otlama yalnızca sığırlar için yaygın olup, bu durum çiftliğe bağlı olarak artıp azalır; ortalama olarak ise dört ila altı ay sürer.
Yanıltıcı reklam varan #3: Neden kahverengi değil de yeşil?
Bir etikette yeşil renk bulunması, tüketicilerin zihninde genellikle sağlıklı olmaya ve doğallığa dair bir çağrışım yapar. “Yeşil, olumlu bir renktir ve yeşil tarlalar pastoral bir ortamı ima eder” diyor Adams. Ancak, et etiketlerinde kullanılan yeşil mera görüntüleri çoğu kez gerçeği yansıtmaz. Nitekim gerçek daha çok kahverengidir.
“Peki ya gübreler nerede?” diye soruyor Adams. “Ya bu devasa gübre tarlalarından akan kirli sular?” Günümüz tarım işletmeleri her yıl yaklaşık 1,4 milyar ton gibi muazzam bir oranda gübre üretiyor. Bu gübre atıklarının ekinlerin büyümesine yardımcı olmak için tarlalara yayılması gerekse de atık miktarının büyüklüğü, kazalar veya değişen iklim koşulları nedeniyle oluşan sızıntılar, birçok istisnaya yol açıyor.
Tarım işletmelerinin sebep olduğu gübre, yüzey ve yeraltı sularındaki fosfor ve azot kirliliğinin başlıca nedeni olup, Iowa ve Kuzey Carolina gibi eyaletlerdeki büyük ölçekli çiftliklerin yakınında yaşayan topluluklar için su kaynaklarının içilemezliği gibi bir sonuç doğuruyor.
ABD’deki ineklerin yaşamlarının en azından ilk kısmını merada geçirdikleri kısmen doğru. Ancak bunların yarısından fazlası, kesime gönderilmeden önce kilo almaları için besi çiftliklerine yerleştiriliyor. Ocak 2024 itibarıyla ABD’de 14,4 milyon inek ve buzağı besi çiftliklerinde bulunuyordu.
McArthur, ABD ve Kanada da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki endüstriyel besi çiftliklerine gittiğini ve buraların hayvanlara “hareket etmeleri, keşfetmeleri ya da doğal davranışlar sergilemeleri için pek fazla alan tanınmayan dar ve kirli alanlar” olduğunu söylüyor. Yine, aşırı miktardaki hayvan atıkları nedeniyle buraların oldukça kaygan zeminli olduğunu belirtiyor: “Burası hayvanların üzerinde özgürce koşup oynayabileceği yerler değil.”
Yanıltıcı reklam varan #4: Mutlu inekler ve diğer çizgi karakterler
Markalarında hayvanlara yer veren et, süt ve yumurta şirketleri genellikle hayvanların gerçek görüntüleri yerine çizgi tasvirlerini ya da basit siluetlerini kullanmayı tercih ederler.
Bu kulağa zararsız gelebilir, ancak vegan-feminist eleştirel teorinin öncülerinden olan Adams’a göre, bu taktiğin arkasında daha kasıtlı bir niyet var. Et pazarlamacıları gerçek görüntülerden uzak durma eğilimindeler çünkü “gerçek hayvan fotoğrafları kullanmak, hayvanların bizim yiyeceğimiz olmak istediği yalanını sürdürmek demek olacaktır. Bu yüzden de farklı kültürel mecazlara ihtiyaçları var. İşte çizgi tasvirler de bunlardan biri. Daha büyük bir yalanın içinde hapsetse de çizgi tercihi onları özgürleştiriyor.”
McArthur, çiftlik hayvanlarını fotoğraflama deneyiminden yola çıkarak, “(pazarlama amacıyla) güzel görünecek bir hayvanın fotoğrafını çekmek neredeyse imkânsızdır,” diyor ve ekliyor: “Çünkü bulundukları koşullar nedeniyle çok ama çok kirliler ve aynı koşullar sebebiyle kendilerini temizleme becerisi geliştiremezler”; “Böyle bir tesise girip de, bu hayvanları yemeyi istememize sebep olacak güzellikte bir fotoğraf çekmek pek mümkün değil.”
“Gülen inek” türünden çizgi tasvirlerin kullanılması, çiftlik hayvanlarının mutlu ve temiz olduğu algısını güçlendirmeye yardımcı oluyor. Refah standartlarıyla övünen çiftçilerin sıklıkla dile getirdiği gibi, bu hayvanların yaşadığı sadece “tek bir kötü gün” [kesildikleri gün] vardır, bu tasvirler de bu düşünceyi pekiştirmek için tercih edilir. Fakat, artık hepimiz biliyoruz ki, hayvanların büyük çoğunluğu bu tür çiftliklerde yetiştirilmezler.
“Pazarlamacılar, gerçeği tehdit edici buldukları için onu sterilize etmeye, duygusallaştırmaya çalışırlar,” diyor Adams. “Mutlu bir inek imgesi kullanmak, tüketicilerin sorgulamadan kabullenmesini sağlamak için etkili bir yöntemdir.”
Sonuç yerine
Et, süt ve yumurta pazarlaması, tüketici algılarını şekillendirmek için büyük ölçüde imgelere dayanır; kırmızı ahırlar ve yeşil otlaklar gibi semboller pastoral çiftçilik koşullarını akla getirse de gerçekte durum tamamen farklıdır. Çiftlik hayvanlarının çoğu etiketlerde tasvir edilen huzurlu ortamlardan çok uzakta, endüstriyel ve aşırı kalabalık ortamlarda tutularak hapsedilmiştir. İtinayla ve kasti olarak oluşturulmuş bu görseller, fabrika çiftliklerinin acımasız koşullarını maskelemekte ve endüstriyel hayvan tarımının gerçek doğasını sterilize eden yanıltıcı anlatıyı sürdürmektedir.
¹ Feminist teori, ekofeminizm ve hayvan çalışmaları alanlarında önemli katkılar sunan akademisyen ve yazar. Çalışmaları, özellikle vegan-feminist teori çerçevesinde, et tüketimi, toplumsal cinsiyet ve ataerkil tahakküm arasındaki kesişimselliklere odaklanır. Türkçe’ye Etin Cinsel Politikası olarak çevrilen The Sexual Politics of Meat (1990) adlı eseri, kültürel söylem ve temsil biçimleri üzerinden et yemenin cinsiyetlendirilmiş ve ideolojik boyutlarını analiz eden öncü bir çalışma olarak kabul edilir. Adams, eleştirel teori, etik ve görsel kültür incelemeleri gibi çeşitli disiplinlerle kesişen bir literatür içinde konumlanarak, hayvan hakları ve feminist eleştiriyi bir araya getiren özgün bir perspektif geliştirmiştir. (ç.n.)
² Etin Cinsel Politikası’nın tamamlayıcısı ve devamı niteliğinde Ekim 2020’de yayımlanan Carol J. Adams’ın bu kitabı henüz Türkçe’ye çevrilmedi.
DÜNYA BASINI
“ABD’nin Gazze’ye asker göndermesi direnişi tetikleyebilir”
Yayınlanma
2 gün önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Amerikan güçleri hızla kayıplar verebilir ve kamuoyu bunu uzun süre tolere etmeyecektir.
Askeri uzmanlar, ABD’nin Amerikan güçlerinin yardımıyla Gazze’yi ele geçirme ve yeniden inşa etme girişiminin büyük operasyonel zorluklarla karşılaşacağını söylüyor. Bu da direniş riskini ve Başkan Donald Trump’ın dış çatışmalardan kaçınma arzusuyla çelişen sürekli asker konuşlandırma ihtiyacını artıracaktır.
Gazze’deki mevcut durum, yüz binlerce sivil ve asker hayatını kaybettiği ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde yaşadığı türden, yıllarca sürebilecek ve maliyeti trilyonlarca doları bulabilecek bir çatışma riskini barındırıyor.
Trump, Filistin bölgesini tüm Filistinlilerden arındırma vizyonunu açıklamış olsa da bölgeyi “Orta Doğu’nun Riviera”sına dönüştürmek için büyük bir yeniden inşa projesine başlamayı ve ABD birliklerini bölgeye göndermeyi henüz taahhüt etmiş değil.
Ancak salı günü yaptığı açıklamada, “gerekirse” ABD askerlerini Gazze’ye göndereceğini söyledi. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de çarşamba günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlarken bu ihtimali vurguladı.
Hegseth gazetecilere yaptığı kısa açıklamada “Gazze konusuna gelince deliliğin tanımı aynı şeyi tekrar tekrar yapmaya çalışmaktır” dedi: “Hem diplomatik hem de askerî açıdan tüm seçenekleri değerlendirmek üzere müttefiklerimizle, muhataplarımızla birlikte çalışmayı dört gözle bekliyoruz.”
Trump’ın söylediği pek çok şeyde olduğu gibi, sözleri de bir müzakerede taviz koparmaya yönelik maksimalist bir pazarlık manevrası olarak görülebilir. Ancak, gerçek değerine bakıldığında, sözleri müttefikleri ve gözlemcileri tedirgin etti. Uzmanlar The National’a Gazze’de olası bir askeri varlığın, Hamas’ın teslim olduğu en iyi senaryoda bile karmaşık olacağını söylüyor.
Atlantik Konseyi’nin Terörle Mücadele Projesi Başkanı ve Savunma Bakanlığı’nda özel operasyonlar ve terörle mücadeleden sorumlu eski bir yetkili olan Alex Plitsas, Trump’ın ABD’nin Gazze’yi bir şekilde temizleyip yeniden inşa etme önerisinin büyük bir askeri ve ekonomik katılım gerektirdiğini söyledi. Ancak Başkan’ın bu çabanın bedelini kimin ödeyeceğini belirtmediğini de sözlerine ekledi.
Ayrıca olası bir ABD askeri varlığı durumunda ABD birlikleri hızla kayıplar verebilir ki Trump’ın izolasyonist destekçileri bunu uzun süre tolere etmeyecektir. Zira zorunlu göçün ardından Gazze’de kalan Filistinliler neredeyse kesin olarak işgalci güce karşı silahlanacaktır.
Plitsas, “Irak’tan çok net bir şekilde öğrendik ki bir karşı direniş operasyonu hem can kaybı hem de maddi kaynaklar açısından son derece maliyetlidir. Ayrıca çatışmanın ortasında kalan siviller büyük kayıplar yaşar” dedi ve böyle bir müdahalenin uzun vadeli stratejik bir taahhüt gerektirdiğini ve bu süreçte büyük acılar yaşanacağını belirtti.
Trump’ın uyumlu Cumhuriyetçi Parti’sinin bazı üyeleri bile Gazze önerisine ilişkin endişelerini dile getirdiler.
Cumhuriyetçi senatör Rand Paul X kanalında “Önce Amerika için oy verdiğimizi sanıyordum” dedi ve ekledi: “Hazinemizi mahvedecek ve askerlerimizin kanını dökecek yeni bir işgali düşünmeye hakkımız yok.”
Plitsas, Gazze’yi ele geçirmek, güvenliği sağlamak ve bölgeyi yeniden inşa etmek için yaklaşık 100.000 askerden oluşan birkaç askerî tümenin konuşlandırılması gerektiğini belirtti ve “Ve bu sadece güvenlik kısmı. Yeniden inşa süreci, yönetim ve devlet inşası da işin içinde olacak. Bu da ABD hükümetinin diğer kurumlarını devreye sokmayı gerektirecektir” dedi.
ABD Askeri Akademisi Modern Savaş Enstitüsü’nde Kentsel Savaş Çalışmaları Başkanı olan John Spencer da Hamas’ın ne ölçüde ortadan kaldırıldığına ya da silah bıraktığına bağlı olarak uzun zaman alacak bir görev için on binlerce askerin karadan ve denizden gelmesini gerektireceğini söyledi.
İsrail ordusuyla birlikte 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’yi dört kez gezen Spencer, “Düşmanın da bir sözü var” dedi ve ekledi: “Eğer aktif bir savaş söz konusu olursa bu uzun zaman alır. Bunun kabul edilmesi gerekir.”
Spencer, İsrail birliklerinin ağırlıklı olarak kentsel alanları temizlediğini ve sonra tekrar çekildiğini hatırlattı. ABD’nin görevi de bu bölgeleri temizlemek, güvenliği sağlamak ve Hamas’ın bıraktığı patlamamış bombaları ya da tuzakları etkisiz hale getirmek olacaktır.
Spencer herhangi bir bölgeyi yeniden inşa için güvenli hale getirmenin son derece karmaşık bir girişim olacağını, çünkü binalar ve molozların yanı sıra Hamas tünellerinin de temizlenmesi gerekeceğini söyledi.
Irak’ın Musul kentinin IŞİD militanlarından temizlenmesinden sonra patlayıcıların temizlenmesi yaklaşık beş yıl sürmüştü ve bu sadece bir şehirdi.
Spencer, “Bence İnsanlar bu savaşın enkaz ve yıkım gibi benzersiz özelliklerini ve yapılması gereken gerçek iş miktarını hafife alıyorlar” dedi.
Ancak ABD’nin Gazze’de askerî bir operasyon düzenlemesinin lojistiğini bile düşünmek, Arap ülkelerinin bu plana destek vereceğini varsaymayı gerektiriyor ve böyle bir destek olduğuna dair hiçbir işaret yok.
Ürdün ve Mısır, Gazze veya işgal altındaki Batı Şeria’dan Filistinlilerin kısa veya uzun vadede yerlerinden edilmesini kesin bir dille reddetti.
Plitsas, “Çünkü bu, Filistin devletinin sona ermesi halinde geri dönüş hakkının ortadan kalkması anlamına gelir ki bu da onların asla kabul etmeyeceği bir şey” dedi.
DÜNYA BASINI
FP: Trump’ın Gazze’yi ele geçirme planının saçmalığı
Yayınlanma
2 gün önce06/02/2025
Yazar
Harici.com.tr
Filistin topraklarını ele geçirmek, ABD’nin savaş suçlarına karışması ve bölgenin tamamen kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.
Steven A. Cook / Foreign Policy
Amerika Birleşik Devletleri başkanı olmanın özel ayrıcalıklarından biri, ne kadar çılgınca olursa olsun söylediklerinizin ciddiye alınmasıdır. ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’un Gazze Şeridi’nde etnik temizlik yapmasını ve ardından bu topraklara sahip olmasını önerirken de durum böyledir. İsrail-Filistin çatışması yeni fikirlere ihtiyaç duyuyor ve özellikle Gazze, son derece zorlayıcı sorunlar barındırıyor. Ancak Trump’ın önerisi sadece ahlaki niteliklerden yoksun bir plan değil tam anlamıyla delilik.
Nereden başlamalı?
Başkan dünya liderlerinin ve hatta bölgedeki liderlerin böyle bir planı desteklediğinde ısrar ediyor. Kimler destekliyor? Trump’ın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile görüşmesinden kısa bir süre sonra Suudiler bir açıklama yayınlayarak iki devletli çözüme desteklerini yinelediler. Mısır ve Ürdün hükümetleri, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmesi fikrini kesin bir dille reddediyor, hatta bu tutumları nedeniyle ABD’nin mali yardımlarını kaybetmeyi göze alıyorlar. İsrailli yerleşimciler bile bu planı desteklemeyecektir, çünkü onlar dini-milliyetçi ideolojileri gereği Gazze’ye yeniden yerleşmek istiyorlar, Amerikalı müteahhitlerin orada lüks oteller inşa etmesini değil. Yine de Trump ısrarla “insanların” planını desteklediğini söylüyor. Mar-a-Lago’daki dostlarıyla gece geç saatlerde yaptığı bir telefon görüşmesini aktarıyor olabilir. Buradaki tehlike, Trump’ın kendisine yönelik haklı eleştiri fırtınasına karşı koymak adına herkesi haksız çıkarmaya çalışması ve böylece Orta Doğu’da etnik temizliği ve yeni-sömürgeciliği ABD politikası haline getirmesi olur.
Tabii bir de uygulanabilirlik meselesi var. ABD silahlı kuvvetlerinin Gazze Şeridi’ni ele geçirebileceğine şüphe yok, ancak bu kesinlikle Amerikan askerlerinin hayatına mal olacaktır. srail’in yıllardır süren çabalarına rağmen Hamas hâlâ iyi silahlanmış ve ölümcül bir güç olmaya devam ediyor. Trump, Hamas savaşçılarının sessizce Sina Yarımadası’na gitmesini mi bekliyor? Bu sorunun cevabı belli.
Trump aylarca süren sefaletin ardından Filistinli sivillerin Gazze Şeridi’ni terk ederek hayalindeki yeni ve güzel yerlerde yaşamaya razı olacaklarını düşünüyor. Bilmeyenler için bu makul gelebilir. İsrail’in askeri operasyonları Gazze’nin önemli bir bölümünü yerle bir etti ve savaşın kalıntıları her yerde. Ancak Başkan ve ona danışmanlık yapan her kimse, Filistinlilerin Nakba olarak adlandırdıkları Filistinlilerin çoğunu Gazze’de mülteci haline getiren tarihi trajedinin nasıl derin bir yara açtığını anlamıyorlar. Filistinliler bir kez daha sürgüne zorlanmayı kabul etmeyecekler. Gazze Şeridi’nde yaşam ne kadar zor olursa olsun, burası onlar için Filistin’de bir dayanak noktası ve İsrail’in kuruluşunun diğer yüzü olan tarihi adaletsizliğin keskin bir hatırlatıcısı olmaya devam ediyor. Trump bu gerçeği inkâr edebilir, ancak Filistinli nüfusu göç ettirmek istiyorsa bunu zorla yapması için ABD ordusuna emir vermesi gerekecektir. Umarız ki ABD’li komutanlar, bunun yasa dışı ve insanlığa karşı bir suç olduğu gerekçesiyle böyle bir emre itaat etmeyi reddederler.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Trump’ın planını bu kadar irrasyonel kılan bir diğer unsur da kendi Orta Doğu hedefleriyle tamamen çelişmesi. 2 milyon Filistinliyi Gazze’den çıkarmak ve bölgeyi ABD’nin kontrolüne almak;
-Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki normalleşme şansını sona erdirecek,
-Trump’ın ilk dönem dış politika başarısı olan İbrahim Anlaşmalarını bozacak,
– ABD’nin bölgesel politikalarının temel taşları olan Mısır-İsrail ve Ürdün-İsrail barış anlaşmalarını zayıflatacak,
– İran’ı savunmasız olduğu bir anda yeniden güçlendirecektir.
Ayrıca ABD’yi bölgesel bir çatışmanın içine çekecektir ki bu da kimsenin, özellikle de Trump’ın istemediği bir sonuç ya da en azından sadık takipçilerinden oluşan lejyonuna söylediği bu. Başkan şu anki megalomani krizinde, ABD’nin yurtdışındaki maceralarına karşı olmanın, Beyaz Saray’a giden üç seçim kampanyasının da ana temalarından biri olduğunu unutmuş gibi görünüyor.
Eğer gerçekten “düzeni sarsan” bir lider olmak istiyorsa, bunu yapmanın doğru yolları var. Bu plan kesinlikle onlardan biri değil. Sadece tek bir basın toplantısıyla Trump, ABD’nin güvenilirliğini zedeledi ve zaten fazlasıyla istikrarsız olan bir bölgeye daha fazla belirsizlik ve kaos kattı.

Et, süt ve yumurta reklamlarının sattığı fanteziler

Çin ordusu Tayvan Boğazı’nda ortak hava tatbikatı gerçekleştirdi

Bangladeş Hindistan’dan eski Başbakan Hasina’nın ‘yalan beyanlarda’ bulunmasını engellemesini istedi

HTŞ yönetiminden Rusya’ya askeri üsler için Esad’ın iadesi şartı

Rusya, en büyük petrol çıkarma ekipmanı üreticisi Borets’i devletleştiriyor
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
BRICS ailesinin genişlemesi ve Brezilya Zirvesi
-
GÖRÜŞ7 gün önce
Abhazya’nın yeni lideri Türkiye ile daha yakın işbirliğine giden yolu açabilir
-
ASYA1 hafta önce
Çin, DeepSeek ile yapay zekâ yarışında ABD’yi sollayacak mı?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
İktidarda kalmanın yolları
-
SÖYLEŞİ6 gün önce
Krizdeki kapitalizmin aracı faşizm ve Trump
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
Gazze’de bir çadırda yazılan Filistin yemek kitabı
-
AMERİKA2 hafta önce
Trump, Kennedy ve King suikast dosyalarının gizliliğinin kaldırılmasını emretti
-
DÜNYA BASINI5 gün önce
SDG-HTŞ çıkmazında 3 senaryo