Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Ukrayna’nın özelleştirilen tarımı: Küresel gıda güvenliğinin aç garantörü

Yayınlanma

Çevirmenin notu: 2014 yılındaki Maydan darbesi, ulusötesi şirketlerin Ukrayna kaynaklarından yararlanmaları için en ideal ortamı yaratmış oldu. Talanın başlangıcı, şüpheye mahal yok ki 1992’de aranmalı. 30 yıldır ulusötesi tarım ve biyoteknoloji firmaları, Ukrayna’nın tarım ve hayvancılık yasalarına sürekli olarak müdahale ediyor. Ukrayna’nın yakın tarihine dair çalışmalarıyla tanınan yazar Peter Korataev, Batı’nın Ukrayna’nın tarım sektöründe uyguladığı talanı anlattığı yazı dizisinin ilk bölümünde özelleştirme sürecinin nasıl işlediğini anlatıyor.


Ukrayna’nın özelleştirilen tarımı: Küresel gıda güvenliğinin aç garantörü

Peter Korotaev
The Canada Files
17 Mayıs 2023

Editörün notu: Bu yazı, Kanada ve daha geniş anlamda Batı’nın, Maydan darbesi sonrası sadık bir hükümeti, sıradan Ukraynalıların ciddi zararına olacak şekilde tarımı özelleştirmek için nasıl kullandığına dair üç bölümlük yazı dizisinin birinci bölümü. Bu bölüm, genel özelleştirmenin nasıl taşa oturtulduğuna ve şu an nasıl işlediğine odaklanıyor.

Kanada’nın eski Kiev Büyükelçisi Roman Waschuk, Ukrayna’nın IMF’nin “ekonomik deneyler” yaptığı bir ülke olduğunu söyledi. Ukrayna, sıradan Ukraynalıların bu politikalardan görecekleri zarara bakmaksızın, radikal neoliberal politikaların test edildiği bir laboratuvar.

Ukrayna’nın 60 milyon hektarlık arazisinin yüzde 55’i (33 milyon hektar) tarıma elverişli olarak kabul ediliyor ki bu Avrupa’daki en yüksek rakam. Bazı daha iyimser tahminlere göre bu rakam yüzde 74. Dünya ortalaması ise yüzde 12,6. Dünyadaki ekilebilir arazinin yüzde 2,3’ü Ukrayna’da bulunuyor. Ukrayna’dan sık sık “Avrupa’nın ekmek sepeti” olarak bahsedilir; hakikaten de Ukrayna’nın ekilebilir arazileri Avrupa’nınkinin yüzde 25’ini oluşturuyor.

Ukrayna’nın kapitalist, özelleştirilmiş tarımı söz konusu olduğunda işler o kadar da güllük gülistanlık değil. Bol miktarda ayçiçek yağı ve mısır ihraç etmesine rağmen gıda üretimi on yıllardır düşüyor, topraklar büyük tarım işletmelerinin tekelinde, sürdürülebilir olmayan tarım uygulamaları nedeniyle toprağın kalitesi hızla düşüyor ve nüfus Latin Amerika ülkeleriyle aynı veya daha ağır düzeyde açlık çekiyor.

Büyük tarım holdinglerinin gücü; Ukrayna’nın tarımsal ilişkileri

1990’larda Sovyet kolektif çiftlik sisteminin özelleştirilmesi söz konusuydu. Ancak 2001 yılında tarım arazilerinin alım satımı konusunda bir moratoryum ilan edildi. Sonuç olarak Ukrayna’daki tarım arazilerinin çoğu hala küçük çiftçilere ait. Bu küçük çiftçilerin sayısı 2019 yılında yaklaşık 7 milyon, yani nüfusun altıda biri kadardı. Geri kalan tarım arazileri ise kamuya ait.

Moratoryum, pek çok Ukraynalı köylünün topraklarını büyük şirketlere, özellikle de yabancılara kaptırmaktan kaygı duyması nedeniyle uygulamaya konmuştu. Yerli ve yabancı “piyasa reformcularının” ısrarlarının aksine Ukraynalı köylülerin çoğu topraklarını özelleştirmeye istekli değil. 2005 yılında yapılan bir anket, Ukraynalı çiftçilerin yüzde 96’sının bireysel çiftçiliğe başlamak istemediğini gösterdi. USAID tarafından 2015 yılında yapılan bir anket, moratoryumun kaldırılmasından sonraki ilk yıl içinde toprak sahiplerinin sadece yüzde sekizinin topraklarını satmak istediğini, 2017 yılında Tarım Ekonomisi Enstitüsü tarafından yapılan bir anket ise toprak sahiplerinin sadece yüzde 10’unun topraklarını satmak istediğini gösterdi.

1 Temmuz 2021’e kadar Ukrayna toprakları satın alınamıyor, sadece kiralanabiliyordu. Ukraynalı köylülerin yoksulluğu nedeniyle, çoğu (yüzde 56) küçük arazilerini özel şirketlere kiralamak zorunda kalıyor. Yüzde 29’u arazilerini kendileri işliyor, yüzde 8’i devlete kiralıyor ve yüzde 7’si de arazileriyle hiçbir şey yapmıyor. Birçoğu daha büyük şirketlere kiralıyor. Devlete ait araziler de genellikle büyük tarım holdinglerine kiralanıyor. Sonuç olarak bu tarım holdingleri Ukrayna’nın kapitalist tarımında baskın bir rol oynuyor.

Tarım holdinglerinin ölçeği

Ukrayna’nın önde gelen tarım ticareti web portalı makul olarak “Latifundist” gösteriliyor. Ukrayna’daki tarımsal ilişkiler sıklıkla Latin Amerika’dakilerle kıyas edilmekle kalmıyor, Ukrayna bu konuda dünya rakamlarının da üstünde yer alıyor.

Ukrayna’nın en büyük tarım holdingleri son derece güçlü. 2017 yılında Ukrayna’nın iki tarım holdingi kontrol edilen arazi miktarına göre sıralanan küresel ilk 20 listesinde yer aldı. Rusya ve Ukrayna’daki arazilerini eşit olarak dağıtan NCH Capital ilk 10’da yer alıyor. Ukrayna’nın en büyük tarım holdingi olan Kernel, 2021 yılında 510 bin hektar araziyi elinde tutuyordu. Kernel, Zelenskiy’in 2020’de tarım arazisi satışına ilişkin moratoryumu kaldırmasıyla ilgili “iyi haberin” ardından bu rakamı 700 bine çıkarmayı planlıyordu. Kernel, 2021 mali yılında 643 milyon dolar brüt kar elde ederek bir önceki yıla göre 5,2 kat daha fazla kar elde etti. Bu şirket tek başına Ukrayna’nın ayçiçek yağı ihracatının yüzde 22’sinden, tahıl ihracatının yüzde 20’sinden ve Ukrayna’nın toplam tahıl ihracatının yaklaşık yüzde 10’undan sorumlu. Tarım holdingleri 2017 yılında Ukrayna’nın toplam tarımsal üretiminin yüzde 22’sinden sorumluydu, ancak daha sonra göreceğimiz gibi, Ukrayna’nın gıda güvenliğiyle çok az hemhal oluyorlar.

Hem bu kiralama yollu sahiplik ilişkilerinin şeffaf olmaması (moratoryumun kaldırılmasından bu yana nispeten az Ukrayna toprağı satıldı) hem de sektörün hızla değişen durumu nedeniyle, Ukrayna topraklarının ne kadarının büyük tarım işletmeleri tarafından kontrol edildiğini söylemek zor. Land Matrix, 2020 raporunda Ukrayna’da 242 arazi anlaşması (buna kiralama ve kira anlaşmaları da dahil) kaydederek, tarım holdingleri tarafından sözleşmeye dayalı kontrol altında tutulan toplam 3,24 milyon hektarlık bir büyüklüğe ulaştığını yazdı. Bu, tüm tarım arazilerinin yüzde 7,6’sına ve tüm ekilebilir arazilerin yüzde 10’una denk geliyor.

Fakat Land Matrix’in de kabul ettiği üzere, sadece şeffaf anlaşmalar dikkate alındığı için bu eksik bir tahmin.

Latifundist’e göre, 2021 yılında Ukrayna’daki en büyük 117 tarım holdingi 6,45 milyon hektar araziyi doğrudan kontrol ediyordu ki bu da tüm tarım arazilerinin yüzde 16’sı ve ekilebilir arazilerin yüzde 20’si anlamına geliyordu. “Eco-action” ve Ukrayna Coğrafya Enstitüsü’ne göre 2020 yılında sadece ilk 10 tarım holdingi 2,66 milyon hektar ekilebilir araziyi kontrol ediyordu. Etkili tarım ticareti haber portalı Landlord’a göre, 45 tarım işletmesi 4,1 milyon hektar ekilebilir araziyi kontrol ediyor ve toplam gelirleri 10,8 milyar Amerikan doları.

Buna kıyasla Romanya (tesadüfen AB’nin en yoksul üyelerinden biri) dışında hiçbir AB ülkesi büyük tarım arazilerine sahip değil. Almanya gibi çoğu ülkede tek bir kişi ya da şirket 30 bin hektardan fazla araziye sahip değilken, tarım arazilerinin ortalama büyüklüğü 20 hektar. Tarımın büyük tarım holdingleri tarafından domine edilmesinin olumsuz sosyal, iktisadi ve ekolojik etkileri nedeniyle sadece Güney Amerika, Asya ve Afrika’daki yoksul, sömürgeleşmiş ülkeler Ukrayna’dakilerle mukayese edilebilir tarım holdinglerine sahip.1

Yabancı tarım holdingleri ne kadar araziyi elinde tutuyor?

Land Matrix’in 2021 tarihli raporuna göre Ukrayna, yabancıların sahip olduğu arazi miktarı — üç milyon hektar — açısından küresel listede ikinci sırada yer alıyor. Sadece Endonezya tarafından geçilen Ukrayna’yı Rusya, Papua Yeni Gine ve Brezilya takip ediyor. Bir başka araştırmaya göre Ukrayna’daki tarım arazilerinin yüzde 15’i, yani ekilebilir arazilerin neredeyse yüzde 20’si yabancılara ait.

Ancak bu rakamlar muhtemelen düşük tahminler. Latifundist sadece 10 yabancı tarım şirketinin iki ila üç milyon hektarlık alanı elinde tuttuğunu yazıyor. En büyükleri ABD’li şirketlerdi; en büyük ikisi 300 bin ve 195 bin hektarı kontrol ediyordu. Yabancı işletmelerin Ukrayna’da arazi sahibi olma konusundaki kısıtlamaları aşma yollarından biri de araziyi bir Ukrayna bankasından teminat olarak satın almak. Bu yöntem aynı zamanda son makalemizde detaylandıracağımız Batı programı “ProZorro”nun kullanımı yoluyla Ukrayna topraklarını büyük ölçüde indirimli hale getirdi.

Yabancıların göründüğünden daha fazlasına sahip olmasının bir başka nedeni de Ukraynalı ekonomi muhabiri Roman Gubriyenko. Gubriyenko, tarım holdingleri tarafından kontrol edilen arazilerin yüzde 60 ila 70’inin aslında yabancılara ait olduğunu yazıyor; her ne kadar göstermelik bir Ukrayna paravanı olsa da. Ukrayna tarımı üzerine hazırlanan 2023 tarihki raporuna göre Kernel’in en büyük on hissedarından dokuzu Avrupalı ya da Amerikalı. Ukrayna’nın 2020’deki en büyük dördüncü yatırımcısı hem Kernel’de hem de rakibi tarım holdingi MHP’de hissesi bulunan Norveç’in varlık fonuydu. Blackrock ve Goldman Sachs, Ukrayna tarımına yoğun bir şekilde dahil olan diğer büyük küresel finans gruplarından bazıları.

Tarım holdinglerinin dolaylı sahiplik ilişkileri

Sadece kira sözleşmeleri üzerinden arazi üzerindeki doğrudan hukuki sahipliği dikkate almak da yanıltıcı. Bu, tarımsal sermaye malları üzerinde büyük tarım holdinglerinin hakimiyetinden etkilenen tarımsal ürünler üzerindeki dolaylı sahipliği hesaba katmaz. Ukrayna topraklarının çoğuna nominal olarak sahip olan yoksul çiftçilerin finansal olarak ulaşamayacağı büyük tarım holdingleri; işleme, lojistik, asansör ve depolama ekipmanlarının çoğuna sahip. Uygun ekipman olmadan köylüler ürünlerini çok düşük fiyatlara satmak zorunda kalıyor. Ticaret şirketleri ve tarım holdingleri tüm tarımsal elevatör ekipmanlarının üçte ikisine sahip olduklarından, küçük köylüleri ürünlerini düşük fiyatlara satmaya zorlayabiliyor ve daha sonra daha yüksek fiyatlarla yurt dışına satabiliyorlar.

Kernel yalnızca en büyük tarım holdingi değil, aynı zamanda en büyük tarımsal ürün tüccarı; 2019-20’de Ukrayna’nın tüm tahıl ihracatının yüzde 13’ünden sorumluydu. İlk üç tüccar Ukrayna’nın ihracatının yüzde 30’unu gerçekleştirmekten sorumluydu. Elevatörlerin ilk beş özel sahibi, tüm asansörlerin üçte birini kontrol ediyor. Kernel aynı zamanda elevatörlerin en büyük özel sahibi. Bu da bazı bölgelerde Kernel gibi tarım holdinglerinin elevatörler üzerinde tekel sahibi olduğu anlamına geliyor.

Sonuç olarak tarım holdingleri küçük köylülere fiyatları dikte edebiliyor ve gerçekte, hukuki olarak kontrol ettikleri arazinin gösterdiğinden çok daha fazla tarım endüstrisini kontrol ediyorlar. Bu dolaylı sahiplik yöntemleri, konu üzerinde uzmanlaşmış akademisyenlerden Natalya Mamonova’nın 2015 yılında Ukrayna tarım arazilerinin yüzde 60’ının büyük tarım holdingleri tarafından kontrol edildiğini yazmasının nedeni.

İmtiyazlı devler

Tarım holdingleri ekonomik güçlerine denk bir siyasi güce sahipler. Lobileri olan “Ukrayna Tarım İşletmeleri Kulübü” (UCAB) aracılığıyla, küçük çiftçiler üzerindeki vergileri artıran yasaları savunuyorlar. Benzer 3131 sayılı yasa parlamentodan (Verhovna Rada – VR) geçemezken, 5600 sayılı yasa Aralık 2021’de Devlet Başkanı Zelenskiy tarafından onaylandı. Bu yasa, küçük ve orta ölçekli çiftçiler üzerindeki vergi yükünün artırılmasını içeriyordu. VR uzman komisyonu, çeşitli tarım türlerinin mevsimsel özelliklerini göz ardı ettiğini ve küçük çiftçilerin vergi ödemekten kaçındığı yönündeki kanıtlanmamış varsayıma dayandığını savunarak yasayı eleştirdi.

VR uzman komisyonuna göre:

“[…] küçük üreticiler üzerindeki vergi baskısının artması, bu üreticilerin arazilerini satmalarına veya kiralamalarına yol açabilir [bu, projenin kabul edilmesinin olumsuz sonuçlarından biri olabilir] ve kırsal alanlarda işsizliğin artmasına, iş gücünün kentlere ve yurt dışına göç etmesine, rekabetin azalmasına ve tarımsal üretimin tekelleşmesine, tarımsal üretimin yapısının değişmesine, ihracat-ithalatın emtia yapısının değişmesine, iç tarım-gıda piyasasında fiyat teklifinin artmasına vs. yol açabilir.”

Hükümet tarımda liberalleşmeyi en önemli önceliği haline getirdi ve 2020’de arazi özelleştirilmesini düzenli olarak en büyük başarılarından biri olarak tanımladı. Zelenskiy’in 2020’de çiftçilere yaptığı (cüzi krediler vaat ettiği) acıklı bir konuşmada belirttiği üzere, “toprak reformu olmadan Avrupa’nın ekmek sepeti olma şansımız yok”. Halkın Hizmetkarı partisinin başkanı David Arahamya, 5600 sayılı yasaya övgüler yağdırdı ve uzmanların eleştirilerine rağmen yasanın bir an önce onaylanması için parlamentoya baskı yaptı. İktisadi Kalkınma, Ticaret ve Tarım Bakan Yardımcısı ve piyasa reformlarının önde gelen savunucularından olan Taras Vısotskiy, 2019 yılına kadar UCAB’ın genel müdürlüğünü yaptı.

Dolayısıyla hükümetin Ukrayna’nın 2,3 milyon küçük ve orta ölçekli çiftçisini yoksullaştıran yasaları uygularken, büyük tarım holdingleri için devasa teşvikleri onaylaması şaşırtıcı değil. Ocak-Eylül 2017 döneminde Ukrayna’nın en büyük kümes hayvanı işletmesi ve üçüncü büyük toprak sahibi MHP (Yuriy Kosyuk’a ait), Ukrayna bütçesinden 1,25 milyar grivna “tarımsal destek” teşviği aldı. Karşılaştırmak gerekirse 2017 bütçesinde 1 trilyon grivna harcama yapılmıştı. Kosyuk aynı zamanda dönemin Devlet Başkanı Poroşenko’nun danışmanı ve Ukrayna’nın en zengin altıncı kişisiydi (900 milyon dolar). Bağımsız gazeteciler ayrıca Kosyuk’un ABD’li diplomat Kurt Volker ve Poroşenko’yu birbirine bağlayan Donbass’taki muazzam kaçakçılık planlarında kilit bir aracı figür olduğunu da ortaya çıkardı. Şirket, tüm tarım holdingleri ve Ukraynalı büyük şirketlerin çoğu gibi, merkezi Kıbrıs’ta (daha önce Lüksemburg’daydı) bulunuyor. Bu da şirketin sadece muazzam bütçe teşvikleri almakla kalmayıp aynı zamanda vergi kaçırdığı anlamına geliyor. Şirket, 2019 yılında Ukrayna yerine Balkanlar ve Suudi Arabistan’da yeni yatırımlar yapacağını açıkladı.

MHP, 2017 yılında 230 milyon Amerikan doları (6,2 milyar grivna) saf kar elde etti. Kosyuk’un şirketi 2018 yılında tüm devletin tarım teşviklerinin yüzde 25’ini, yani 970 milyon grivna aldı. 2018 yılında hükümet, büyük tarım işletmelerine (daha önce bu sadece küçük çiftçiler için mümkündü) kredi faizi için devletten tazminat alma hakkı veren yasayı onayladı.

En imtiyazlı ikinci şirket ise 444 milyon grivna ile Kernel’den sonra en fazla tarım arazisine sahip olan UkrLandFarming oldu. Bu şirket ve MHP’nin toplamı 2017 yılında tüm tarım teşviklerinin yarısını aldı. Devlet istatistiklerine göre aynı yıl MHP 1,8 milyar grivna teşvik aldı. Poroşenko’nun parlamentodaki blokunun üyelerine ait iki şirket toplam 3,5 milyon grivna aldı; bu miktar tüm Hmelnytskiy kentinin sokak lambalarının yenilenmesi için harcanan parayla aynı. 60 milyon grivna da parlamentonun Tarım Komisyonuna mensup bir milletvekilinin tarım işleri için alındı. Bu soruşturmayı yürüten Batı yanlısı “Radio Svoboda” bile gerçek rakamların daha yüksek olmasının mümkün olduğunu bildirdi.

Kosyuk gibi Poroşenko’nun müttefiklerine verilen devlet teşviklerinin yanı sıra, vergi kaçırmanın kendisi de bir tür teşvik. Zelenskiy’in 2021 yılında yasalaştırdığı ve tarımın gözde ürünleri mısır, ayçiçeği ve buğdayın da aralarında bulunduğu çeşitli tarım ürünlerinin ithalat ve ihracatında katma değer vergisinin yüzde 20’den yüzde 14’e indirilmesini öngören düzenleme de tam olarak bunu ifade ediyor.

Ukrayna’nın tarım sektörü, ülkenin en büyük vergi mükellefleri listesinde oldukça alt sıralarda yer alıyor. En çok tarım vergisi ödeyen şirket, 2020 yılında 147. sırada yer alan Kernel. Şirket, 2018 yılında sadece 18 milyon dolar vergi ödedi. Aynı yıl Kernel 513 milyon dolar kâr elde etti ve sahibi Ukrayna’nın en zengin 20 kişisi arasında yer aldı. MHP daha da az vergi ödedi.

Ukrayna Tarım Derneği adlı STK’ya göre, 2018 yılında küçük ölçekli çiftçilere verilmesi öngörülen kamu yardımının sadece beşte biri, toplamda sadece 7,4 milyon Amerikan doları hedefine ulaştı. Dünya Bankası, Ukraynalı küçük çiftçilere yalnızca 5,4 milyon dolar destek verdi. Bu küçük miktar bile, büyük tarım işletmelerine verdiği kredilerde olduğu gibi DB’nin kendisinden gelmedi, ancak küçük çiftçilerin sermaye almak için gelecekteki hasatlarını teminat olarak kullanmalarını şart koştu. DB ve diğer Batılı finans kuruluşları, küçük çiftçileri yok eden ve büyük tarım holdinglerinin büyümesini teşvik eden tarımda liberalleşmeyi desteklemeyi çok daha önemli buldular. Bu dizinin son makalesinde Batılı finans kuruluşlarının küçük çiftçilerin aleyhine büyük tarım holdinglerinin yükselişini teşvik etmedeki rolüne daha yakından bakacağız.

Ukrayna’nın tarım ilişkilerini inceleyen analistler de küçük çiftçilerin kredi almasının ne denli zor olduğundan söz ediyor. Bankalar çoğunlukla 500 hektardan fazla arazisi olan müşterilerle çalışıyor ve kapsamlı evrak işlerinin yanı sıra genellikle kısa vadeli ve yüksek faiz oranları şart koşuyor.

Tarımda istihdamın azalması

Sovyet sonrası dönemde, aile çiftçiler tarafından kontrol edilen tarım arazisi miktarında daimî bir düşüş görüldü. Bunun nedeni, dağılan Sovyetler Birliği’nin köylülere büyük teşvikler sağlaması, ürünlerinin çoğunu satın alması ve üretimin diğer yönlerini organize etmesiydi. Dünya Bankası ise Ukrayna tarımının özelleştirme yoluyla kalkınmasının anahtarının “daha yüksek verimliliğe sahip üreticilerin genişlemesi ve düşük verimliliğe sahip üreticilerin arazi fiyatı yükseldikçe gelişmeleri ya da çıkmaları için teşvik edilmesi” olduğunu belirtti.

Tarımsal ilişkiler ne kadar serbestleştirildiyse, kırsal istihdam da o kadar azaldı. 2012-13’te hafif bir artış gösteren istihdam, 2013-14’te 3,3 milyondan 3 milyona düştü. O zamandan bu yana her yıl azalarak 2021 yılına gelindiğinde tarımda sadece 2,69 milyon kişi istihdam ediliyordu. Bu nedenle Ukraynalı çiftçilerin çoğunun bireysel, kapitalist çiftçiler olmak istemediklerini sürekli olarak ifade etmeleri şaşırtıcı değil.

Ukrayna’nın en büyük tarım holdingi olan Kernel, Ukrayna’nın ekilebilir arazisinin yaklaşık yüzde 1,5’ine denk gelen 500 bin hektarlık bir alanı elinde tutuyor ama sadece 15 bin işçi çalıştırıyor. Bu da Ukrayna’nın ekilebilir arazilerinin tamamının Kernel benzeri tarım holdingleri tarafından kullanılması halinde sadece 990 bin işçiye ihtiyaç duyulacağı anlamına geliyor. Tarımsal işletmelerin oldukça az sayıda kişiyi istihdam ettiği göz önüne alındığında, tarım istihdamındaki düşüş kesinlikle bireysel çiftçiler arasında işsizliğin artmasından kaynaklanıyor. Toplam istihdam düşerken, Ukrayna 2014’ten 2021’e kadar tarım holdinglerinin gözdesi olan ay çiçek yağının yıllık ihracatını 12 milyon tondan 16 milyon tona çıkardı.

Tarım arazilerinin özelleştirilmesinde ihtilaflar; kamuoyundan destek görmeyen reformlar

Ukrayna tarımının piyasalaştırılması kamuoyunda her zaman çok destek bulmadı. 2020’deki bir ankete göre Ukraynalıların sadece yüzde 15’i tarım arazilerinin özelleştirilmesini destekliyordu. Yine de Zelenskiy, Kovid karantinasının kamuya açık toplantılara getirdiği kısıtlamaları bahane ederek aynı yıl içinde tarım arazilerinin alım satımı üzerindeki moratoryumu kaldırdı. Zelenskiy, “serbest piyasa demokrasisinin savunucusu” olduğunu ispat etmek için Batılı devletlilere bu eylemini hatırlatmaktan asla vazgeçmiyor. Moratoryumun kaldırılmasının IMF’nin baskısından kaynaklandığı özelleştirme taraftarı Ukraynalı yayın organları tarafından çok iyi biliniyor ve kolayca itiraf ediliyor.

Yukarıda bahsedilenler, moratoryumun kaldırılmasını özellikle “demokratik” olarak tanımlamayı zorlaştırıyor. Demokrasi konusunda Kernel, küçük çiftçileri tehdit ederek ya da başka yollarla arazilerinin haklarını devretmeye zorlayarak arazilerini “yağmalamakla” suçlanıyor. 2016 yılında 7 bin 150 tarım arazisinin yağmacılar tarafından ele geçirildiği vaka kaydedildi.

Tarım ve Gıda Politikaları Bakanı Roman Leşçenko’nun toprak reformunun gerekli olduğuna dair söyleyecek çok şeyi vardı. Ukraynalıların tarım arazilerinin özelleştirilmesine karşı çıkmaları için “korkutulduğunu ve yanlış yönlendirildiğini” iddia ederken, 2020’de arazilerin özelleştirilmesine yönelik “tarihi” karardan çok hoşnuttu. Fakat bu yasanın “son derece muhafazakâr” kalmasından yakındı. Bununla kastettiği, 2020 yasasının yabancıların toprak satın almasına izin vermemesiydi; bu meseleye 2024’ten önce karar verilmeyecekti.

Ancak Ukraynalı gazeteci Roman Gubriyenko, birkaç ay sonra yabancıların araziyi banka teminatı olarak kullanarak satın almalarına imkân veren bir yasa değişikliği yapıldığını gündeme getirdi. Tarımda toprak reformunun en sevilmeyen kısmı bile — yabancıların toprak satın almasına Ukraynalıların yüzde 81’i karşı çıkıyor — böylece Leşçenko’nun korkularına rağmen oldukça kolay bir şekilde geçti. Bu boşluk olmasa bile yabancıların toprağa erişimi oldukça kolaydı; ABD’li, Suudi ve Avrupalı şirketler milyonlarca dönüm araziyi elinde tutuyor.

Arazi bedeli

2020 yılında Ukrayna Ekonomi Bakanı Taras Vısotskiy, Ukrayna’nın arazisinin hektar başına ortalama fiyatının 1480 ila 2224 dolar arasında olacağını öngörmüştü. Fakat çeşitli hükümet yetkililerinden hektar başına 1000 ila 2500 dolar arasında değişen oldukça farklı tahminler çıktı. Vısotskiy ayrıca, Ukraynalı gazeteci Gubriyenko’nun ifadesiyle, özelleştirme sürecinde sahip başına düşen arazi büyüklüğü ya da yabancı yatırımcılar gibi “kısıtlamalar” olması halinde arazi fiyatının 2200 dolardan 1500 dolara düşeceği “tahmininde” ya da tehdidinde bulundu. Bu arada tüm bu tahminler, Ukraynalı çiftçileri özelleştirmeyi kabul etmeye ikna etmek için yıllardır kullanılan Polonya arazisinin hektar başına minimum fiyatı olan 8000 bin 10,000 dolardan çok uzak. Batı Avrupa ülkelerinde arazinin hektarı 30,000 ila 64,000 dolar arasında değişiyor.

Ocak 2020’de Gubriyenko, arazilerin daha da ucuza satılacağını öngördü. Bunu da Ukrayna’da arazilerin sahiplerine genellikle ayda yaklaşık 130 dolar kazandırdığını gösteren 2019 tarihli anket sonuçlarına dayandırdı. Netice olarak hektar başına en iyi ihtimalle 1000 ila 1200 dolar fiyat öngördü. Gubriyenko, arazi arzındaki artışın fiyatı daha da aşağı çekeceğini öngördü. Devlet de 7-10 milyon hektar tarım arazisine sahip ve 2020 yılında arazi satışlarından 1 milyar doların üzerinde gelir elde etmeyi planladığını belirtti. IMF’nin sert bankacılık reformları nedeniyle Ukrayna’da kredi bulmanın zorluğu, arazi bedellerini düşüren bir diğer faktör olarak gösteriliyor. Ukrayna topraklarının kalitesinin düşük olması da bir başka etken ve bu da tarım holdinglerinin yoğun mono ürün ekiminin bir sonucu.

Arazi piyasasının açılmasından sonraki ilk üç ayda hektar başına ortalama fiyat 1690 dolardı. En düşük ortalama ise sadece 830 dolarla Herson oblastındaydı. Ancak süreç şeffaf değildi; bu ortalamalar satışların sadece yüzde 54’ünü dikkate alıyor.

Liberal yayın Liga, fiyatların ileride yükseleceğini vaat ediyor. AB destekli bir düşünce kuruluşu olan “Land Transparency” tarafından bir Dünya Bankası yetkilisiyle işbirliği içinde yapılan hesaplamalara da yer verilen haberde, toprak mülkiyetinin yoğunlaşmasına ya da toprak üzerindeki yabancıların sahipliğine getirilecek herhangi bir kısıtlamanın Ukrayna GSYİH’sinin daha yavaş büyümesine ve toprak fiyatlarının daha yavaş artmasına yol açacağı belirtiliyor. En düzensiz senaryoda Ukrayna’nın 10 milyar dolar kazanacağı varsayılıyor. Devlet Başkanlığı makamının neoliberal danışmanlarından Timofey Mılovanov, arazi özelleştirmelerinin GSYİH’yi yılda yüzde 1,5 oranında artıracağını vaat etti.

Aynı Liga, üç ay sonra (Ocak 2022) ortalama arazi fiyatının hektar başına 1500 dolara düştüğünü kaydediyor. Haberde bundan bahsedilmese de savaş tehdidinin burada bir rol oynamış olması muhtemel. Bununla birlikte savaş beklentisi devam ederken (Aralık 2021) Ekonomi Bakanı, Ukrayna topraklarının fiyatının 2-3 yıl içinde 2200 dolara yükseleceği sözünü verdi. Piyasaya olan inanç sınır tanımıyor.

AB ile tarımsal ticaret

Batılı ülkeler ve yerli tarım latifundist’leri, tarım arazilerinin alım satımına ilişkin moratoryumun kaldırılması için Ukrayna hükümetine durmaksızın baskı yaptı. Bu hamle büyük tarım holdinglerine güç verdi. Neye yatırım yapacaklarına AB gibi en önemli ihracat pazarlarındaki fiyat eğilimlerine göre karar veren bu şirketler, Ukrayna’nın AB ile neo-kolonyal ticari ilişkiyi derinleştirmeye başladı. AB, Ukrayna’ya tarımsal üretim araçları ve işlenmiş gıda ürünleri satarken Ukrayna da ucuz tarımsal hammaddeleri geri satıyor.

“Avrupa ile bütünleşmenin” yanılsamaları ve gerçekleri

Ukrayna’nın modern tarihi, AB ile bir serbest ticaret anlaşması (STA) imzalanması meselesiyle değişime uğradı. Bu, destekçileri tarafından genellikle AB’ye katılmakla eşdeğer olarak yanlış anlatıldı.

STA’nın sihirli sonuçları hakkında her türlü vaatte bulunuldu. Maydan’ın (Victoria Nuland’ın telefon görüşmesiyle meşhur olan) başbakanı Yatsenyuk gibi destekçileri tarafından STA’nın anında ekonomik refah getireceği söylendi. AB kapitalistlerine Ukrayna pazarına erişim sağlamanın sanayisizleştirici etkilerine ve anlaşmanın tabiatı gereği eşitsiz koşullarına işaret eden “Avrupa ile bütünleşmeye” şüpheyle yaklaşan herkesi baştan sona çürütmek için sık sık Almanya’nın emeklilik ve ücret seviyelerine atıfta bulunurlardı. Yatsenyuk ve diğer “Avrupa ile bütünleşmenin ilkeli destekçileri” (genellikle Batı’dan burs alan ve bir fabrikaya adım atmamış kentli gazeteciler) “AB ile bütünleşmenin Ukraynalı ihracatçılara dünyanın en büyük pazarına erişim sağlayacağından” bahsetmeye bayılırlardı.

Sorun şu ki, bu durum 2016 yılında uygulamaya giren STA ile her daim bariz biçimde çelişiyordu. Bu anlaşma Ukrayna’nın en önemli ihracat kalemleri için sert kotalar içeriyor. Bu da Ukrayna’nın ihracatının sadece nispeten küçük bir kısmının gümrük vergisi ödemeden AB’ye ulaşabileceği, çok daha güçlü (ve yüksek oranda devlet destekli) Avrupalı üreticilerin ise Ukrayna pazarını istila etmekte serbest olduğu anlamına geliyor.

2019, Maydan sonrası Ukrayna’nın en iyi ticaret yılıydı2 ancak AB’ye ihracat sadece yüzde 3 arttı. 2020 Kovid salgını sırasında AB, pazarlarına erişimi sıkılaştırırken Ukrayna’nın pazarlarını korumak için herhangi bir adım atmasını yasakladı. Sonuç olarak AB’ye yapılan ihracat yüzde 13,2 oranında düştü.

Dünya Bankası’na göre Ukrayna’nın 2019’daki toplam ihracatı sadece 63,5 milyar dolardı. 2012’de ise bu rakam 86,5 milyar dolardı. Hatta AB’ye yapılan sanayi ihracatı yüzde 2,3 oranında azaldı. Ukrayna’nın toplam sebze ihracatı 2010 ve 2020 yılları arasında 6,6 milyar dolardan 17,6 milyar dolara yükselirken makine ve nakliye ekipmanı ihracatı 9,1 milyar dolardan 5,4 milyar dolara geriledi. Avrupa’ya yapılan ihracat, sebze ihracatındaki artışın yalnızca 3 milyar dolarını oluşturuyor; Çin ve hegemonik Maydan sonrası Ukrayna söyleminde çok aşağılanan “barbar Doğu’nun” diğer ülkeleri, ihracat artışının çoğundan sorumlu. AB’ye yapılan ihracattaki yavaş büyüme, sanayi malları için Rusya pazarının kaybını ve STA kaynaklı sanayisizleşme nedeniyle ihracattaki genel düşüşü telafi etmeye yetmedi.

AB Serbest Ticaret Anlaşmasının programlanmış eşitsizliği

2021 yılında, Ukrayna’nın AB serbest ticaret anlaşmasını yeniden müzakere etme hakkına sahip olduğu beş yıllık süre yaklaştı. Konuyla ilgili müzakerelere yaklaşan bir şey gerçekleşti. AB her zamanki gibi Ukrayna Brüksel’in talep ettiği reformları daha sıkı bir şekilde uygulamaya çalışana kadar ticari ilişkilerde bu türden bir gevşeme olamayacağı yanıtını verdi. AB’nin talep ettiği reformlar, örneğin “yolsuzlukla mücadele”, her zaman Ukrayna sanayisine verilen desteğin çekilmesini içeriyor.

AB temsilcisi, Ukrayna’nın ne AB’nin devlet alımları pazarına tam erişim sağlayacağını ne de kota rejiminde gevşeme olacağını açıkladı. İşler ancak 2022’de, Ukrayna sanayisi savaş nedeniyle büyük ölçüde tahrip olduğunda değişti; o sırada AB, Ukrayna’nın sınırlı bir süre için AB pazarlarına gümrük vergisiz erişim sağlayabileceğini açıkladı.

Bu gümrük kotaları nedir? 2016’daki serbest ticaret anlaşması 36 (+4 ekstra) Ukrayna ihracat grubuna tarifesiz erişim sağladı. Sadece tarım ihracatı bu imtiyaza sahipti. Ukrayna sanayi mallarına gümrüksüz erişim konusunda zaman zaman çıkan gürültüler 2022’ye kadar hiçbir sonuca ulaşmadı. STA, zaman içinde bu kotaların bazılarında ufak bir artış içeriyordu. Şuradaki tablo, sadece yıllık hacmi 10 bin tonu aşan ihracatlar için bu gümrüksüz kotaların zaman içindeki değişimini gösteriyor.

Bu kotalar son derece kısıtlayıcı. Ukrayna 2021 yılında tüm dünyaya AB kotalarının izin verdiğinden 42 kat, AB kotalarının ise 21 kat daha fazla buğday ihraç etti. AB, Ukrayna’dan kotaların izin verdiğinden 18,5 kat daha fazla mısır ithal etti. Bu durum, Ukrayna’nın AB için çok önemli bir tahıl kaynağı olmasına ve AB’nin toplam mısır, buğday ve diğer tahıl ithalatının yüzde 14’ünü gerçekleştirerek Fransa’dan sonra ikinci en büyük kaynak olmasına rağmen gerçekleşti.

Ukrayna 2020 yılında 81 bin ton bal ihraç ederken, 2021 kotaları sadece 6 bin tona izin veriyor. STAn’ın izin verdiği süt kotaları toplam Ukrayna üretiminin sadece yüzde 0,007’sini oluştururken Ukrayna, 2015 yılında kotaların izin verdiğinden 66 kat daha fazla et üretti. Ukrayna, 2019 yılında 414 bin ton tavuk eti ihraç ederken AB’ye sadece 19 bin 200 ton gümrüksüz ihracat yapmasına izin verildi. Ukraynalı tavuk üreticisi patron Yuriy Kosyuk’un söylediği gibi:

“[AB] pazarında herhangi bir açılma olmadı. Bilirsiniz, tekerlekte jant teli denilen bir mekanizma vardır. Bir şeyin bir yöne geçmesine izin verir, ancak diğer yöne geçmesine izin vermez. Avrupa pazarlarında şu anda yaşadığımız durum yaklaşık olarak budur. Avrupa Ukrayna ile serbest ticaret bölgesinden bahsediyor ama aynı zamanda Ukrayna mallarının ihracatı için bir dizi istisna ve kısıtlama getirilmiş durumda… 2016 yılında 1,2 milyon ton tavuk eti üretmiş olmamıza rağmen, 16 bin tonluk kotayı aşan her ürüne ton başına 1000 avrodan fazla gümrük vergisi uygulanıyor… Ukrayna bu ‘serbest ticaret anlaşması’ ile kandırılmıştır.”

Kısıtlayıcı kotaların hikayesi kapsamlı bir şekilde devam ettirilebilir. Ukrayna ayrıca meyve suyu, domates ve tahıl kotalarını da düzenli olarak aşıyor.

Bu cüzi avantajlar da sadece ilkel tarım ürünlerine veriliyor. Ukrayna’nın sanayi malları için bu tür ayrıcalıklar elde etme şansı olmadı. Ekonomi Bakanlığının, yerli sanayiye devlet desteği sağlamaya yönelik (daha sonra AB tarafından engellenen) talihsiz teşebbüsün bir parçası olarak hazırladığı 2020 raporunda ortaya koyduğu bazı çarpıcı rakamlardan bahsetmekte yarar var:

“2019’da motorlu taşıt üretimi 2012 seviyesinin yalnızca yüzde 31,0’ına, vagon endüstrisi ürünleri yüzde 29,7’sine, takım tezgâhı üretimi yüzde 68,2’sine, metalürji ürünleri yüzde 70,8’ine, ziraat mühendisliği ürünleri yüzde 68,4’üne ulaştı. […]

2013-2019 yılları arasında havacılık ve uzay ürünleri ihracatı 4,8 kat (1,86 dolardan 0,38 milyar dolara), vagon ürünleri üretimi 7,5 kat (4,1 dolardan 0,5 milyar dolara), metalürji sektöründeki üretim 1,7 kat (17,6’dan 10,3 milyar dolara), kimyasal ürünler 2,1 kat (4’ten 1,9 milyar dolara) azaldı.”

Öte yandan, üç yıllık bir geçiş döneminin ardından Ukrayna, STA gereği 2019 yılında AB’ye bir dizi ithalat kaleminde gümrük vergilerini kaldırmakla yükümlü. Ukrayna hükümeti 2016 yılında, AB’den ithal edilen ürünlerin çoğunda üç ila 10 yıl içinde ithalat tarifelerini tamamen kaldırmayı ya da azaltmayı kabul etmişti. AB 2017 yılında Ukrayna’ya sadece bir ihracat kotasını aştı; tavuk eti. Domuz eti ihracat kotasının sadece yüzde 5’ini, şeker kotasının ise yüzde 0,5’ini kullandı.

AB’nin tarımsal korumacılığının diğer tezahürleri

Kotaların yanı sıra AB STA’sı Ukrayna ve AB’yi ihracat için “herhangi bir devlet teşviğinden kaçınmakla” da yükümlü kılıyor. Ukrayna tarımının AB’den çok daha zayıf olduğu, AB’nin ise ikiyüzlü bir şekilde kendi çiftçilerine muazzam teşvikler verdiği koşullarda bu durum doğal olarak AB’nin ithalatının hakimiyetine ve Ukrayna üretiminin gerilemesine yol açtı.

Gizli korumacılığın bir başka tezahürü de AB’nin gıda ithalatına getirdiği katı kısıtlamalar. Çeşitli ekolojik ve kalite kontrolleri nedeniyle Ukrayna’nın ihraç ettiği pek çok ürün AB’ye giremiyor. Bu durum, ufak kotalarla birlikte Ukrayna’nın tarım ihracatının Asya ve Afrika’ya yönelmek zorunda kalmasının başlıca nedenlerinden biri.

Neo-kolonyal ticaret ilişkileri

Büyük bir ticaret açığının yanı sıra AB, Ukrayna’ya işlenmiş mallar satarken Ukrayna ucuz hammadde ihraç ediyor. Ukrayna’nın tarım sektörünün ilkel doğasına Ukrayna’nın traktör ticareti iyi bir örnek. Ukrayna, 2020 yılında 4,7 milyon dolar değerinde traktör ihraç ederken 456 milyon dolarlık traktör ithal etti. Bu traktörlerin yüzde 59’u AB’den, yüzde 12’si ise ABD ve Britanya’dan ithal edildi. Müreffeh birinci dünya, Ukrayna’dan ucuz gıda ürünleri ithal ederek bu süreçte büyük gümrük vergisi gelirleri elde ediyor ve Ukrayna’ya bu tarım için gereken endüstriyel makineleri satıyor.

Mesela Ukrayna’nın 2021 yılında AB’ye başlıca ihracatı demir ve çelik (toplam ihracatın yüzde 20,8’i), cevherler, geyik ve kül (yüzde 12,5), hayvansal ve bitkisel katı ve sıvı yağlar (yüzde 8,5); özellikle ayçiçeği tohumu yağı, elektrikli makineler (yüzde 7,8) ve tahıllar (yüzde 7,3) oldu. “Elektrikli makineler” aslında çoğunlukla Avrupalı otomobil üretim zincirlerinin bir parçası olarak küçük atölyelerde kabloların elle vidalanmasından ibaret. AB’nin Ukrayna’ya başlıca ihracatı makine (tüm ihracatın yüzde 14,8’i), ulaşım ekipmanları ve araçları (yüzde 10,2), mineral yakıtlar (yüzde 9,4), elektrikli makineler (yüzde 9,3) ve eczacılık ürünleri (yüzde 5,9).

Avrupalı ihracatçılar Ukrayna pazarına aktif olarak girdi ve bu pazarda uzmanlaştı. 2019 yılında Ukrayna, Avrupa gıda ihracatında büyüme rekoru kırdı. Ukrayna, Avrupa Birliği’nden gelen tarım ürünleri tüketicileri sıralamasında üçüncü sırada yer aldı. AB, 2019’un ilk yarısında tarımsal ihracatını 2018’e kıyasla yüzde 15 artırarak 2,26 milyar avroya ulaştı. 2020 yılında Ukrayna, AB’den ihraç ettiğinden 1000 kat daha fazla tereyağı ithal etti. 2021 yılında Ukrayna’nın AB ile toplam ticaret açığı 4 milyar avronun üzerindeydi.

Yerli üreticiler rekabeti ve rafları Avrupalı üreticilere kaptırıyor. Ukrayna’nın aksine Avrupa’daki üreticiler yüksek gümrük vergileri ve sıkı kotalarla korunuyor ve Avrupa Birliği genel bütçesinden büyük teşvikler alıyor. Ukraynalı ekonomi muhabiri Roman Gubriyenko, konuyla ilgili makalelerinde ithal gıda ürünlerinin hızlı artmasının sadece pazarın ele geçirilmesine ve Ukrayna’nın tarım sektörünün yerinden edilmesine yol açmadığını, aynı zamanda bir sonraki makalenin konusu olan yerli gıda üretiminin temelini de yavaş yavaş yok ettiğini savunuyor.

DÜNYA BASINI

İran’da anketler seçimin 3 aday arasında geçeceğini gösteriyor

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağız haber-analizde 28 Haziran’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin ülkede yapılan son anketlerin sonuçları ve bu sonuçların daha önceki anket sonuçları ile karşılaştırılması yer alıyor:

***

Anketler İran’da cumhurbaşkanlığı yarışının 3 aday arasında olacağını öngörüyor

Amwaj.media

İran’da yapılan bir dizi anket, cumhurbaşkanlığı yarışında sıkı bir üçlü rekabet öngörüyor. Anketlerin çoğu muhafazakâr Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf’ın en çok oyu alacağını, ancak ilk turda zafer elde etmek için gerekli çoğunluğu sağlayamayacağını öngörüyor. Reformist Milletvekili Mesud Pezeşkiyan ve şahin kanattan eski nükleer müzakereci Said Celili başa baş gidiyor. Katılım açısından bazı anketler, 2021 seçimlerindeki %48,8’lik rekor düşük seçmen katılımına kıyasla hafif bir artış öngörüyor.

Muhafazakarların düşük katılımdan fayda sağladığı düşünüldüğünde, bazı gözlemciler boykot çağrısı yapan muhalifleri aslında baş düşmanlarının yanında yer almakla suçluyor.

En son anket Meclis Araştırma Merkezi tarafından yapıldı. Yanıtlar 18-20 Haziran tarihlerinde toplandı ve sonuçlar 22 Haziran’da yayınlandı.

Ankete katılanların %45,5’i kesinlikle oy kullanacağını, %2,7’si ise boş oy kullanacağını söyledi.

Kalibaf %20,7 oy oranıyla ilk sırada yer aldı; bu oran 10-13 Haziran’da yapılan ankette katılımcıların %27,9’unun desteğini almasına kıyasla önemli bir düşüşe işaret ediyor.

Pezeşkiyan ise %17,4 olan oy oranını %18,9’a çıkararak ikinci sırada yer aldı.

En büyük düşüş ise Celili’nin oylarında görüldü. 10-13 Haziran’da yapılan son ankette %28 iken 22 Haziran’daki ankette %18,2’ye geriledi.

Tahran İmam Sadık Üniversitesi merkezli bir anket merkezi olan Meta da sonuçlarını 20 Haziran’da yayınladığı bir anket düzenledi. Şahin kanaatten Celili’nin, birçok muhafazakar devlet yetkilisinin eğitim gördüğü bu üniversiteyle güçlü bağları olduğu söyleniyor.

– 18-19 Haziran tarihlerinde yapılan ankette seçmen katılımının %50,5’e ulaşacağı öngörülüyor.

-Ankete göre Pezeşkiyan 15 Haziran’da %23,1 olan oy oranını %30’a çıkararak ilk sırada yer aldı. Bir önceki ankette %24,8 oy oranıyla lider olan Kalibaf ise 20 Haziran’da oyların %29,3’ünü aldı.

-Celili’nin 15 Haziran’da %24,7 olan oy oranının 20 Haziran’da %23,5’e düşmesi dikkat çekti.

Devlete bağlı İranlı Öğrenciler Anket Ajansı (ISPA), 18-19 Haziran tarihlerinde toplanan yanıtları içeren en son anketini 19 Haziran’da yayınladı.

-ISPA, katılımcıların %42,5’inin oy kullanacağından emin olduğunu, %7,7’sinin ise muhtemelen oy kullanacağını belirtti. Shenaakht gibi ISPA da cumhurbaşkanlığı yarışının ikinci tura kalacağını öngördü.

-Ankete göre Celili, 11-13 Haziran tarihlerinde yapılan son ankette %23,7 olan oy oranını %26,2’ye yükselterek birinci sırada yer aldı. Pezeşkiyan %19,8 oy oranıyla ikinci sırada yer alırken, %19 oy alan Kalibaf’ı geride bıraktı.

-ISPA’nın bir önceki anketinde oyların sadece %13,7’sini alan Pezeşkiyan en büyük artışı kaydetti. Kalibaf da 11-13 Haziran tarihlerinde %15,3 olarak kaydedilen desteğini artırdı.

Devlet tarafından işletilen Akademik Eğitim, Kültür ve Araştırma Merkezi’ne (ACECR) bağlı ISPA tarafından yapılan anket, Celili’nin yarışı önde götürdüğünü gösteren tek anket.

-ACECR başkan yardımcısı Hasan Farsi 23 Haziran’da devlet televizyonunda Celili’yi temsilen kampanyayla ilgili bir programa katıldı.

-Farsi’nin televizyona çıkmasına atıfta bulunan bazı gözlemciler ISPA’nın anketlerinin Celili lehine manipüle edildiğini iddia etti.

Kendisini Meşhed’deki Firdevsi Üniversitesi’ne bağlı “özel bir kuruluş” olarak tanımlayan Shenaakht ise 16 Haziran’da son anketinin sonuçlarını yayınladı. Anketin 13-15 Haziran tarihlerinde yapıldığı belirtiliyor.

-Anket 28 Haziran seçimlerine katılım oranını %52,03 olarak öngörüyor ve yarışın 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tura kalacağını tahmin ediyordu.

-Oy kullanacağını söyleyen katılımcılar arasında Kalibaf %34 ile en çok tercih edilen aday olurken, Celili ve Pezeşkiyan %21’er oy ile ikinci sırada yer aldı. Yaklaşık %4’lük bir kesim ise boş oy kullanacağını söyledi.

-Hem kesin seçmenlerin hem de katılıp katılmayacağından emin olmayanların yanıtları toplandığında, Kalibaf ve Celili’nin oy oranları sırasıyla %5 ve %3 oranında düşerek %29 ve %18’e geriledi. Pezeşkiyan’ın desteği değişmezken boş oylar %9’a yükseldi.

-Şenaakht’ın Mart 2024’te yapılacak parlamento seçimlerine katılım oranına ilişkin tahmini, resmi sayımdan yalnızca %0,2 oranında sapma gösterdi.

Pezeşkiyan’ın kampanyası, özellikle eski dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif’in (2013-2021) etkili bir şekilde yardımcı olarak ortaya çıkmasıyla ivme kazandı. Bu süreçte, birçok önemli reform yanlısı figür davaya katıldı. Aynı zamanda hem ülke içindeki hem de yurtdışındaki bazı İranlı muhalifler seçimlerin boykot edilmesi çağrısında bulunuyor.

-Üç yılı aşkın süredir parmaklıklar ardında kaldıktan sonra 10 Haziran’da serbest bırakılan siyasi aktivist Hüseyin Razzagh, 22 Haziran’da sandığı boykot etmenin “özgür seçimlere ulaşmak için bir tür sivil direniş” olduğunu belirtti.

-İran merkezli belgesel yapımcısı ve hak savunucusu Müjgan Ilanlou, 19 Haziran’da seçimlerden uzak durmanın “yetkilileri değişim yapmaya zorlamak için bir tür barışçıl sivil protesto” olduğunu söyledi.

-ABD merkezli muhalif isim Masih Ali Nejat 23 Haziran’da Joe Biden yönetimine İran’ın ABD topraklarında oy kullanma istasyonları kurmasını yasaklama çağrısında bulundu.

Bağlam/analiz

İran’da 2020’den bu yana yapılan tüm büyük seçimlerde rekor düşük seçmen katılımı görüldü. Bu eğilim, reform yanlısı adayların diskalifiye edilmesi ve halkın değişim olasılığı konusunda hayal kırıklığına uğramasının birleşiminden kaynaklanıyor.

-Muhafazakarların parlamentoyu ılımlılardan ve Reformculardan geri aldığı 2020 parlamento seçimlerinde seçmenlerin %42’den biraz fazlası oy kullandı.

-Merhum cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’yi göreve getiren 2021 seçimlerinde, oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin %49’undan azı sandık başına gitti; bu, bir cumhurbaşkanlığı seçimindeki en düşük katılımdı.

– Bu yıl Mart ayında yapılan parlamento seçimlerinin ilk turunda, oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin yaklaşık %41’i oy kullandı. İkinci tura ilişkin resmi rakamlar henüz açıklanmadı, ancak Tahran’daki katılımın yaklaşık %8 olduğu bildiriliyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Amerikan muhafazakârları AP seçimlerine bakıyor

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, 2000’lerin başındaki yeni muhafazakâr (neo-con) Bush yönetimine karşı “paleo-muhafazakârlık” olarak bilinen akımı savunan (öyle ki, dergi 2006 seçimlerinde Bush’a karşı Demokratlara oy verilmesi çağrısında bulunmuştu) The American Conservative (TAC) dergisinde yayınlandı. Yazar David Goldman, TAC’nin Avrupa’daki “milli-muhafazakâr” akımların muhabiri gibi davranmaktadır. Makale esas olarak AfD’nin performansına ve Almanya’nın geleceğine odaklansa da, bir bütün olarak Avrupa’daki “milli-muhafazakâr” akımın iktidar olanaklarını da araştırmakta. Esas olarak Ukrayna savaşının AP seçimlerindeki seçmen davranışını etkilediğini düşünen Goldman, “müesses nizam” karşıtı AfD ve BSW’nin eylül ayındaki eyalet seçimlerinde de iktidara gelebilecek gücü elde edebileceğine inanıyor. Goldman’ın, AfD hakkında Elon Musk’ın attığı bir tweeti hatırlatması da ayrıca manidar. Son olarak metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Avrupa, Ukrayna savaşına karşı oy verdi

David P. Goldman
The American Conservative
12 Haziran 2024

Seçmenlerin 9 Haziran Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Müesses Nizam partilerine çarpıcı bir yanıt vermesinden hemen önce, Alternative für Deutschland’ın (Almanya için Alternatif) iç anketörleri, Ukrayna savaşının Alman seçmenler için en önemli endişe kaynağı olduğunu bildirdi. AfD’nin iç belgesine göre, ankete katılanların yüzde 26’sı “barışı güvence altına almanın” bir numaralı kaygıları olduğunu söylerken, bunu yüzde 23 ile sosyal güvenlik ve yüzde 17 ile göç takip ediyor.

Almanya’nın barış partileri AfD ve solcu Sahra Wagenknecht İttifakı oyların sırasıyla yüzde 16 ve yüzde 6’sını alırken, iktidardaki Sosyal Demokratlar sadece yüzde 14 oy alabildi. 2019 seçimlerinde yüzde 20,5 oy alan Yeşiller ise –şimdi Ukrayna Savaşı’nın en ateşli destekçisi– yüzde 12’ye geriledi.

Ukrayna’ya asker gönderme konusunda en istekli Avrupalı lider olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise sürpriz bir şekilde küçük düştü. Macron’un partisi yüzde 15’in altında oy alırken, sağcı Ulusal Birlik yüzde 31 oy aldı. Barış partilerinin en büyük kazananlar olduğu Almanya’nın aksine, Fransız sağı Ukrayna Savaşı konusundaki tutumunu değiştirdi. Fakat Avrupa’nın Batı askerlerini göndermeye en istekli liderinin reddedilmesi, savaş karşıtı duyguların bir göstergesi.

Pazar günkü oylama bir protestoydu ama henüz bir devrim değildi. Batı Avrupa’nın milli-muhafazakâr partileri tek meseleden, göçmen karşıtı kalıptan çıktılar, fakat henüz kendi ülkelerini yönetmeye hazır değiller. Doğu Avrupa’da Macaristan, Slovakya ve Sırbistan, muhtemelen Ekim 2025 seçimlerinden sonra Çek Cumhuriyeti’nin de katılacağı savaş karşıtı bir blok oluşturuyor.

Yine de pazar günü Avrupa’yı sarsan siyasi depremin bu yıl bitmeden geniş kapsamlı sonuçları olabilir.

Avrupa’nın milli muhafazakârları için bir sonraki dönüm noktası eylül ayında Almanya’nın üç eyaletinde (Saksonya, Brandenburg ve Thüringen) yapılacak ve AfD’nin açık ara önde olduğu eyalet seçimleri olacak. Almanya’nın Müesses Nizam partileri AfD ile hiçbir koşulda koalisyon kurmayacaklarını açıklasalar da AfD’nin üç eyalette alacağı olası bir çoğunluk bu ablukayı kırabilir.

Ana akım yorumcular Avrupa’daki milli muhafazakâr yükselişi göçe karşı bir tepki olarak değerlendiriyor ama veriler bunun aksini gösteriyor: Pazar günkü seçim depremi, seçmenlerin Ukrayna savaşının bir Avrupa çatışmasına dönüşmesi tehlikesine ilişkin endişelerine bir yanıttı.

Avrupa Parlamentosu’nun yetkileri sınırlı ve Müesses Nizam siyasetçisi Alman Ursula van der Leyen popülist yükselişe rağmen çoğunluğu elinde tutacak. Avrupa Parlamentosu’ndan daha da önemlisi, Avrupa’nın en büyük iki ülkesi Almanya ve Fransa’nın ulusal politikalarındaki tektonik değişim. 

Almanların sadece yüzde 30’u iktidar koalisyonunu oluşturan Sosyal Demokratlar, Yeşiller ya da Hür Demokratlara oy verdi. En kötü performansı gösteren parti ise yüzde 12 oy oranıyla Yeşiller oldu. 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bu oran yaklaşık yüzde 20’ydi. Bir zamanlar Almanya’nın en büyük partisi olan Sosyal Demokratlar ise sadece yüzde 14 oy alabildi. SPD’nin eski solcu lideri Oskar LaFontaine’in eşi Sara Wagenknecht tarafından kurulan yeni parti yüzde 6 oy aldı. Küçük Hür Demokrat Parti ise sadece yüzde 5 ile parlamentoda temsil edilme eşiğinde kaldı.

Bu rakamlar Almanya’da Ekim 2025’te yapılacak bir sonraki ulusal seçime kadar devam ederse, Müesses Nizam partilerinin parlamentoda çoğunluğu elde edebilecekleri bir siyasi aritmetik yok. Eski Blackrock yöneticisi Friedrich Merz’in liderliğindeki Hıristiyan Demokratlar, Ukrayna’ya “eğitmen” göndermeyi ya da Almanya’nın Taurus seyir füzesinin Rusya içindeki hedefleri vurmasına izin vermeyi reddeden iktidardaki Sosyal Demokratlara göre Ukrayna konusunda daha şahin bir tutum sergiliyor. Fakat Yeşiller ile kurulacak bir CDU/CSU koalisyonu parlamentonun yalnızca yüzde 42’sine sahip olacaktır. Hür Demokratlar yüzde 5’i geçemeyebilir ve Federal Meclis’ten düşebilir. Yıpranmış ana akım partilerin salt çoğunlukla bir hükümet kurması teorik olarak mümkün olsa da ülke her açıdan yönetilemez hale gelecektir.

İşte bu nedenle Eylül ayındaki bölgesel seçimler Alman siyasetinde bir dönüm noktası olabilir. Doğu Almanya’nın en büyük eyaleti Saksonya’da AfD yüzde 31,8 oy oranıyla Avrupa Parlamentosu seçimlerinde birinci olurken, Hıristiyan Demokratlar yüzde 21,8 ile ikinci sırada yer aldı. Thüringen’de AfD yüzde 30, Sahra Wagenknecht İttifakı yüzde 16 oy alırken, Hıristiyan Demokratlar yüzde 20, SPD ise yüzde 7 oy aldı. Brandenburg’da da AfD yüzde 25 oy oranıyla önde gidiyor. AfD ve Wagenknecht’in partisinin bu üç eyaletten birini ya da birkaçını yönetmeye yetecek oy oranına sahip olması oldukça olası. Büyük partilerden birinin blokajı kırması ve AfD ile bir hükümet koalisyonu kurması daha muhtemel.

AfD’nin pazar günü yapılan seçimlerde elde ettiği başarı, Almanya’nın ana akım basını ve güvenlik kurumları tarafından aylarca karalandıktan sonra daha da dikkat çekici hale geldi. FBI’ın ülkedeki muadili olan Federal Anayasa Koruma Teşkilatı, bu yılın başlarında AfD’yi “aşırı sağcı örgüt” olarak etiketledi. AfD bu devlet kurumuna dava açmış ancak 13 Mayıs’taki mahkeme kararıyla davayı kaybetmişti. AfD’nin Avrupa Parlamentosu adayı Maximilian Krah (geçtiğimiz ekim ayında bu yayında kendisiyle yapılan röportaj), Donald Trump dışındaki tüm siyasi figürlerden daha fazla eleştiri aldı. 23 Nisan’da Krah’ın parlamento ofisinde çalışan bir kişi Çin için casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklandı; daha sonra Bild-Zeitung, Çin kökenli Alman vatandaşlığına geçmiş olan söz konusu casusun uzun süredir Alman güvenlik servislerinin muhbiri olduğunu ortaya çıkardı.

Almanya’nın en önemli haber dergisi Der Spiegel, 26 Nisan’da AfD ile ilgili kapak haberine “Vatana İhanet” başlığını atarak, Moskova ve Pekin’den –kanıt olmaksızın– ödemeler yapıldığını iddia etti. Spiegel, “AfD kendisini vatansever olarak sunuyor,” diyordu, “fakat Rusya’dan ve Çinli olduğu iddia edilen bir casustan aldıkları olası ödemeler onları vatan haini olarak ifşa ediyor.”

AfD’nin yıpratılması, seçimden bir ay önce Alman medyasının birbirini tekrarlayan görüşleri aracılığıyla güçlendirilen Trump’ın Russiagate’inin tanıdık senaryosunu takip etti. Yine de AfD pazar günkü seçimlerde liderliğinin beklediğinden daha iyi bir sonuç elde etti. En önemlisi, AfD’ye Hıristiyan Demokratlar kadar çok sayıda genç Alman oy verdi. Sandık çıkış anketlerine göre gençlerin oylarının yüzde 30’u, genç Almanlar arasındaki derin hoşnutsuzluğu yansıtıyor. Ukrayna için savaşa girmek istemiyorlar. Günlük yaşamlarında saldırgan göçmen çeteleriyle karşı karşıyalar. Ve hükümetlerinin dört kişilik bir aileye verdiği aylık 3.000 avroluk Bürgergeld ya da sosyal yardım ödemesinden şikayetçiler; bu miktar, tipik bir üniversite mezununun vergilerden sonra eve götürdüğünden daha fazla. Bürgergeld alanların dörtte üçü yabancılardan oluşuyor.

Elon Musk 9 Haziran’da, “AfD hakkında neden bu kadar olumsuz bir tepki var?” diye tweet attı. “Sürekli ‘aşırı sağ’ diyorlar ama AfD’nin politikaları hakkında okuduklarım bana aşırı gelmiyor. Belki de ben bir şeyleri gözden kaçırıyorum.” AfD’nin suçu aşırı sağcılık değil, Atlantikçi bir gündem yerine Alman egemenliğini desteklemesi.

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, Ağustos 2023’te Tucker Carlson ile yaptığı bir söyleşide, Almanya’nın Kuzey Akım doğalgaz boru hattının bombalanması konusunda ABD’ye karşı çıkmamasının “aslında egemenlik eksikliğinin bir kanıtı” olduğunu gözlemlemiştii. Macar başbakanı isabetli konuşuyordu: Amerikan derin devleti Almanya’nın güvenlik servisleri, medyası, düşünce kuruluşları ve kamusal yaşamın diğer kurumları üzerinde aşırı bir etkiye sahiptir. Amerika Birleşik Devletleri’nin ülkede Soğuk Savaş’ın zirvesindeki 200.000 askerden sadece 38.000 askeri var, fakat sanal işgal devam ediyor. 

AfD’nin politikaları Batı yanlısı ya da karşıtı kategorilerine sokulamaz. Liderleri Ukrayna savaşının yararsızlığı konusunda Macaristan lideri Orbán ile hemfikir. Orbán gibi AfD de Gazze çatışması boyunca İsrail’e güçlü destek verdi. AfD, Çin ile ticaret ve yatırıma açık – ama nisan ortasında bir düzine Alman CEO’yu Pekin’e götüren Sosyal Demokrat Şansölye Olaf Scholz da öyle.

AfD liderlerinin çoğu, ülkenin yeniden birleşmesine başkanlık eden ve pek de önemsenmeyen Şansölye Helmut Kohl’ün partisiyle özdeşleşen eski Hıristiyan Demokratlardan oluşuyor. Angela Merkel’in 16 yıllık iktidarında CDU sola kaymış, 2016’daki “Yapabiliriz” [siyaseti] kitlesel göçü desteklemiş ve Yeşilleri yatıştırmak için Almanya’nın nükleer enerji endüstrisini kapatmıştı.

AfD, Hıristiyan Demokratların olması gereken parti olmak istiyor. Partinin bazı üst düzey liderleri henüz hükümet edebilecek liderlik derinliğine sahip olmadıklarını kabul ediyor. Bir AfD lideri bana, “Bu bir maraton, koşu değil,” dedi. Fakat Eylül ayında oylama yapılacak üç eyaletteki muhtemel seçim zaferleri, AfD’ye eyalet düzeyinde güç sahibi olmak için ilk şansını verecek. AfD liderleri bunun partiyi ulusal düzeyde yönetime hazırlayacağını umuyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Fico suikastından çıkarılan dersler

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Slovakya Başbakanı Robert Fico’ya yönelik suikast girişiminde pek çok şaibe var. Yine de Ukrayna’da Kiev’i eleştirenlerin yer aldığı “vurulacaklar” listeleri pek gündemde yer işgal etmiyor. Fico da bir süredir bu listelerde yer aldığından, Batı medyasının suikast girişimiyle ilgili olarak, Ukrayna yanlısı bir aktivistin açıkça erişilebilen vurulacaklar listelerinde yer alan bir ismi hedef aldığına işaret etmemesi dikkate değer. Batılı düşünce kuruluşları ve mecraların tam da bu listeleri hazırlayanlarla olan yakın bağları, durumu izah etmeye yetiyor.


Suikast yoluyla “dezenformasyonla mücadele”: Fico’ya yönelik saldırıdan çıkarılan dersler

EIR News

24 Mayıs 2024

Tetiği kim çekmiş olursa olsun, 15 Mayıs’ta Slovakya Başbakanı Robert Fico’ya yönelik suikast girişimi ülkenin kendi iç meselesi değil. Acilen cevaplanması gereken stratejik sorular şunlar: Saldırıyı kim tertip etti? Emri kim verdi? Cui bono?

Bu kritik konulara dair soruşturmalar, Ukrayna Dezenformasyonla Mücadele Merkezi’nin (CCD) Robert Fico’yu en azından 2022’nin nisan ayından beri susturulması gereken düşmanlar listesinde tuttuğu hakikatini dikkate almalı. O dönemde muhalif bir figür olan Fico, aynı yılın 9 Nisan’ında kötü şöhretli CCD tarafından alenen “enformasyon teröristi” olarak yaftalandı ve “en azından son sekiz yıldır” Rusya propagandasına hizmet etmekle suçlandı. CCD, Temmuz 2022’de sözüm ona “Kremlin propagandacılarının” merkezi bir listesini ilk kez kamuoyuna açıkladığında, listede Fico’nun adı da yer alıyordu.

CCD bağlantısını soruşturmak, bu acil stratejik soruların cevaplarının yattığı daha büyük bir aygıtı gözler önüne seriyor. CCD, Ukrayna hükümetinin ana “enformasyon savaşı” birimi olup, Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi bünyesinde faaliyet gösteriyor ve hedeflerin isimlerini Ukrayna güvenlik aygıtına ve ülkenin “uluslararası ortaklarına” iletmekle görevli. Birim, Ukrayna’nın ulusal kahramanı ve Hitler’in müttefiki Stepan Bandera’nın (1909-1959) gururlu savunucuları olan fanatik neo-Nazilerden oluşuyor. Bununla birlikte, CCD sadece bir Ukrayna’yla sınırlı değil. Mart 2021’deki kuruluşundan bu yana CCD, ABD ve Birleşik Krallık hükümetleri, NATO ve AB tarafından finanse ediliyor ve yönetiliyor.

Temmuz 2022’de CCD, “düşmanlar” listesini ilk kez yayımladığında, listedeki isimlerin neredeyse yarısı ya Schiller Enstitüsü yöneticileri ya da enstitünün düzenlediği bir veya daha fazla konferansa katılmış isimlerdi. Schiller Enstitüsü’nün kurucusu Helga Zepp-LaRouche haklı çıktı, ki EIR, öncesinde “Kiev’in ‘enformasyon terörü listesi’: ‘Küresel NATO’ barış savunucularına saldırı talimatı verdi,” başlıklı bir dosya hazırlamıştı. Bu dosyada CCD’nin uluslararası kontrolü ve amacı belgelendi. 2 Eylül 2022’de yayımlanan dosyada, ABD Kongresi de dahil olmak üzere “hızlı ve kararlı uluslararası önlemler” alınması talep edildi. Bu önlemler, CCD’yi ve arkasındaki yapıyı etkisiz hale getirmek için tüm uluslararası finansman ve desteğin kesilmesini, hedef aldığı kişilerin hayatlarını korumayı ve Batı’da düşünce ve ifade özgürlüğünü, özellikle barışı teşvik etmeyi yeniden sağlamayı içeriyordu.

Bu olmadı ve Slovakya Başbakanı Fico, hastanede yaşam mücadelesi veriyor. Ukrayna Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, Washington ve Londra tarafından himaye edilmekle kalmadı, aşağıda daha detaylı olarak izah edeceğimiz üzere, CCD ile çalışan NATO tarafları şimdi Ukrayna’daki çoklu kamu ve özel “dezenformasyonla mücadele” teşkilatlanma modelinin Avrupa’nın geri kalanında —ve daha sonra ABD’de— acilen tekrarlanması gerektiği konusunda ısrar ediyorlar. Bu teşkilatlanmalar, Anglo-Amerikan Rusya’yı [ve ardından Çin’i] parçalama girişiminin muhaliflerini tespit etmek ve bu muhalifleri şu ya da bu şekilde susturmak için koordineli bir şekilde çalışıyor.

Diğer Avrupalı liderler de bu operasyonun hedefinde. Fico’nun CCD tarafından ilk kez alenen hedef alınmasından kısa bir süre önce Macaristan Başbakanı Viktor Orbán da barışı savunmak gibi aynı “suçla” itham edilmişti. CCD, 7 Nisan 2022’de “uzmanlarının” Orbán’ın Rusya’ya karşı savaş sürecine katılmayı reddetmesini “analiz etmek” üzere bir araya geldiğini bildirdi. Bu haberden bir gün önce, 6 Nisan’da Orbán “Rusyaı savaş suçlularının suç ortağı” olarak yaftalandı ve Ukrayna’da Mirotvorets [“barışsever”] adlı neo-Naziler tarafından saldırı gerektiğinde “Mirotvorets gönüllülerini” ve “kolluk kuvvetleri ile istihbarat kurumlarına” bilgilendirmek üzere tutulan kamuya açık veri tabanına eklendi. O zamandan beri CCD, Orbán’ı “Kremlin yanlısı dezenformasyon sisteminin AB’yi ‘sarsmak’ için kullandığı ana silah” olarak nitelendirdi ve defalarca başka biçimlerde karaladı.

Ancak Orbán hedef alınan isimler ve hükümetler arasında sadece en görünür olanı. Araştırmacılar “dezenformasyonla mücadelenin” aynı zamanda Slovakya, Macaristan, Gürcistan, Sırbistan, Bulgaristan, Slovenya, Moldova ve diğer pek çok ülkede renkli devrimleri ve rejim değişikliğini teşvik etmek üzere ABD Dışişleri Bakanlığı ve diğer Amerikan devlet kurumları tarafından finanse edilen STK’ların çoğunun resmi olarak belirtilen misyonu olduğunu belirtiyor. Bu aynı zamanda, yine ABD ve İngiliz hükümetleri tarafından finanse edilen, CCD çevresinde konuşlanmış Ukraynalı “karşı dezenformasyon” vurucu timlerinin toplamının belirtilen misyonu.

Şunu açıklığa kavuşturalım: STK’ların öncülüğündeki istikrarsızlaştırma aygıtı ve “karşı dezenformasyon” vurucu timleri ABD, Birleşik Krallık ve AB tarafından finanse edilen tek bir operasyon. Her biri diğerinin harekete geçmesi için gerekli koşulları yaratıyor. AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olivér Várhelyi, 23 Mayıs’ta Gürcistan Başbakanı İrakli Kobahidze ile yaptığı telefon görüşmesinde “Slovakya’daki son trajik hadisenin”, yabancı hükümetlerden önemli miktarda fon alan bu tür STK’ların yabancı acenta olarak kayıt altına alınmasını zorunlu kılan yeni yasayı uygulamakta ısrar etmesi halinde Gürcistan’da neler olabileceğinin bir örneği olduğunu “hatırlattığını” yüzsüzce itiraf ettiğinde bu husus şok edici bir şekilde netleşti.

AB Komiseri, Başbakan Kobahidze’nin basına yaptığı açıklamada “bir AB komiserinden” “korkunç bir tehdit” aldığını söylemesiyle bunu kamuoyuna açıklamak zorunda kaldı. Kobahidze, “Robert Fico’ya yönelik suikast girişimiyle olan paralellik bize Gürcistan’a kaos getirmek için her şeyi yapabilecek Küresel Savaş Partisi gibi son derece tehlikeli bir güçle karşı karşıya olduğumuzu hatırlatıyor,” dedi.

EIR şunu savunuyor: Ukrayna’daki bu “dezenformasyon karşıtı” muharebe harekâtı ve onu yaratan Anglo-Amerikan, AB-NATO savaş partisi aygıtı, NATO-Ukrayna listelerindeki yüzlerce Avrupalı ve Amerikalı siyasi, askeri ve sivil lider “Fico’ya yapılan muamelenin” aynısıyla karşı karşıya kalmadan önce sona erdirilmeli.

Bu çabayı ilerletmek için EIR, NATO’nun Ukrayna’daki sözüm ona “dezenformasyonla mücadele” aygıtına ilişkin daha önce hazırladığı çığır açıcı dosyayı güncelleyerek, uluslararası soruşturmacılar için bir rehber olarak aşağıdaki yol haritasını sunuyor. Buna, Ukrayna’daki “dezenformasyonla mücadele” aygıtının her Avrupa ülkesinde nasıl kopyalanması gerektiği ve Batı’nın Ukrayna’daki hedef listesi aygıtının bir diğer kilit aktörü olan Molfar-OSINT adlı “özel” istihbarat biriminin ayrıntılı bir profili olmak üzere iki yeni unsur eklendi.

Stratejik ortam

Fico’nun, Orbán ile birlikte Rusya’yı ezmek adına tüm Avrupa’yı militarize etme çabalarının önünde bir engel olarak görüldüğü kimse için sır değil. Fico, 30 Eylül 2023 seçimleri için yürüttüğü kampanya sırasında Londra merkezli The Telegraph’a şunları söylemişti:

“Ukraynalıların ve Rusyalıların sonuçsuz bir on yıl daha birbirlerini öldürmelerine olanak sunmaktansa on yıl boyunca barış müzakereleri yapmak ve askeri operasyonları durdurmak daha iyidir.”

Böylelikle partisi seçimi kazandı ve 25 Ekim’de başbakan olarak yaptığı yemin töreni konuşmasında Fico, Slovakya’nın gelecekte Ukrayna’ya yalnızca sivil ve insani yardım göndereceğini ve askeri yardımın sona ereceğini duyurdu.

Başbakan olarak, diğerlerini de bu politikanın nereye varacağını düşünmeye çağırdı. Ocak 2024’te Ukraynalı mevkidaşı Denis Şmigal ile yaptığı görüşmeden önce Slovak radyo istasyonu RTVS’ye verdiği demeçte, Şmigal’a Slovakya’nın Ukrayna’nın NATO başvurusunu veto edeceğini ve engelleyeceğini söyleyeceğini belirterek “Zira bu tam olarak Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcıdır, ötesi değil,” dedi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un NATO birliklerini Ukrayna’ya gönderme yönündeki skandal teklifini ilk ifşa eden Fico olmuştu. Gözle görülür bir şekilde rahatsız olan Fico, Macron’un 26 Şubat’ta Paris’te düzenlediği Ukrayna konulu özel Avrupa zirvesine gitmeden önce basına yaptığı açıklamada, toplantıdan önce dolaşıma sokulan “gizli bir belgenin” “bazı NATO ve AB üyesi ülkelerin Ukrayna’ya çift taraflı olarak asker göndermeyi düşündüğünü” gösterdiğini dile getirdi. Bunun “insanın tüylerini diken diken eden” bir fikir olduğunu yüksek sesle dile getirdi. Zirveden ayrılırken tartışmalara hâkim olan “bütünüyle kavgacı atmosferi” kınadı ve bu sırada “bir barış planı hakkında tek bir kelime bile edilmediğini” ifade etti.

Anglo-Amerikan basınının önde gelen yayın organları Fico’nun suikasta uğramak üzere olduğu haberini, CCD’nin ona yönelik karalamalarıyla neredeyse aynı şekilde verdi. Hem “muhafazakâr” hem de “liberal” İngiliz basınının verdiği mesaj, Fico’nun NATO’nun savaşına karşı çıkarak ülkeyi “kutuplaştırmakla” hak ettiğini bulduğu yönündeydi. Hiç kimse bir sonraki nefeste Orbán’ın adını anma fırsatını kaçırmadı.

The Telegraph’ın 15 Mayıs tarihli manşeti “Slovak Başbakan Robert Fico ülkesini nasıl Rusya’nın tek müttefiklerinden birine dönüştürdü?” başlığını taşıyordu. Makalede, “çarşamba günü vurulan Slovakya Başbakanı, geçtiğimiz eylül ayındaki seçim zaferinden bu yana Batı yanlısı değerlerden Rusya’ya artan bir sempatiye geçiş yaptı. […] Ukrayna’nın işgal edilmesinden bu yana, Macaristan’ın giderek daha fazla Putin yanlısı olan lideri Viktor Orbán’a çok daha fazla yaklaştı,” denildi. The Guardian aynı gün “çarşamba günü vurulan deneyimli siyasetçi, Viktor Orbán’ın hayranıydı ve iktidarda kalmak için giderek daha aşırı tutumlar aldı,” diye yazdı. Guardian makalesine “‘Trump’tan ödünç alıyor’: Slovakya’nın popülist lideri Robert Fico’nun yükselişi,” şeklinde kışkırtıcı bir başlık attı.

Anglo-Amerikan gazeteleri genel olarak Fico ve Orbán’ı birleşik bir Avrupa’da “çatlak” sesler olarak göstermeye çalıştı. Times of London, “Avrupa Parlamentosu seçimlerine sadece haftalar kala Amerika, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ndeki yeni hükümetlerin Slovakya ve Macaristan’ı tekrar bir araya getirerek NATO’nun temmuz ayında Washington’da yapılacak 75. yıldönümü zirvesinde bir tür siyasi birlik oluşturmasını umuyor,” diye yazdı. Fakat Times daha temkinli davranıyor ve kapsamlı bir AB-NATO deklarasyonu söz konusu olduğunda bazı ülkelerde görülen “vetoculuğa” işaret ediyor. Slovakya ve Macaristan’ın yanı sıra Gürcistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Moldova endişe merkezleri olarak gösteriliyor. Times, Fico’nun vurulmasıyla birlikte “savaşın başladığını” duyuruyor.

Pek çok güvenlik ve istihbarat uzmanı bu işin nereye varacağı konusunda giderek daha fazla endişeli. Çifte standart politikası tüm dünya için bu kadar açık hale geldikçe, tüm Batı sisteminin meşruiyeti sorgulanmaya başlıyor. Ve tarih, meşruiyetini yitiren bir sistemin hızla sona erdiğini ispat ediyor.

CCD nedir? Kime karşı sorumludur?

EIR’nin 2022’deki “Kiev’in ‘enformasyon terörü listesi’: ‘Küresel NATO’ barış savunucularına saldırı talimatı verdi,” başlıklı dosyasına göre CCD;

  • ABD ve Birleşik Krallık hükümetleri, NATO ve AB bürokrasisinin tamamen sahip olduğu, ABD Dışişleri Bakanlığı, Birleşik Krallık istihbaratı ve NATO tarafından finanse edilen ve her hareketi yakinen teşvik edilen bir oluşumdur;
  • Şu ya da bu şekilde susturulmak üzere saldırıya uğrayacak uluslararası şahsiyetlerin listesini hazırlamakla görevlendirilmiştir. Kiev’e daha fazla silah tedarik etmek yerine Ukrayna-Rusya ihtilafını diplomatik yollarla sona erdirmeyi önerenler, Ukrayna’nın Rusya’yı stratejik bir yenilgiye uğratmayı başarıp başaramayacağını sorgulayanlar ve hatta bunu yapmaya kalkışmanın muhtemelen küresel bir nükleer savaşa ve insan türünün sonuna yol açacağı endişesini dile getirenler hedef alınıyor;
  • “Enformasyon terörünün” uluslararası bir “insanlığa karşı suç” olarak sınıflandırılması çağrısında bulunur. Enformasyon terörü, Rusya’nın yok edilmesi gerektiği tezinden sapma olarak tanımlanır. Bu listede yer alan isimler “enformasyon teröristleri” ve “savaş suçluları” olarak suçlanabilecek, yargılanabilecek ve cezalandırılabilecektir, ayrıca:
  • Derlediği listeleri Ukrayna istihbarat teşkilatı SBU’ya, Mirotvorets’e ve Ukrayna’nın müttefik ve ortaklarına ileterek bu isimler karşı fiziksel saldırı ve suikast gibi karşı tedbirler alınmasını sağlar.

2014 yılında neo-Nazi Yevromaydan darbesinin aktivistleri tarafından kurulan Mirotvorets, yurt içinde ve yurt dışında “düşmanları” tanımlaması ve ardından bu “düşmanlardan” biri bombalı araç saldırıları ve açık sokak suikastları da dahil olmak üzere “tasfiye edildikten” sonraki övünmeleriyle biliniyor. Ukrayna’daki çok sayıdaki vurulacaklar listeleri arasında en iyi bilineni budur, zira CCD ve Ukrayna’daki Anglo-Amerikan savaş partisi tarafından tutulan ve birbiriyle örtüşen vurulacaklar listelerinin aksine, BM İnsan Hakları Komisyonu (2017) ve Alman Dışişleri Bakanlığı (2018) gibi uluslararası kurumlar ölümcül operasyonlarının soruşturulması çağrısında bulunmuş ve Fransız Mültecileri ve Vatansız Kişileri Koruma Kurumu (OFPRA) Dokümantasyon ve Soruşturma Dairesi, 2018 yılında Mirotvorets Operasyonu hakkında 11 sayfalık bir rapor yayımlamıştı.

EIR’nin 2022 tarihli dosyası, İngiliz ve Amerikan hükümetlerinin Ukrayna’daki tüm “siber güvenlik” aygıtının inşası, eğitimi ve yönlendirilmesindeki rolüne ilişkin gerekli genel bakışı sunuyor. Karşı dezenformasyon operasyonları ve vurulacaklar listeleri bu aygıt tarafından denetleniyor. İngiliz Hükümeti İletişim Merkezi (GCHQ) ve istihbarat kurumları, bu tür siber operasyonların “beyni” olarak bilinirken [örneğin Dürüstlük Girişimi (Integrity Initiative), İngiliz ordusunun 77. Tugayı, vs], “kas gücünü” sağlayanlar her zamanki gibi Amerikalılar. NATO’nun Ukrayna’daki dezenformasyon aygıtının önde gelen kamusal yüzleri, ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) ve uluslararası güvenlik ve lojistikle ilgilenen ABD merkezli bir Anglo-Amerikan “quango”su[1] olan Sivil Araştırma ve Geliştirme Vakfı-Global (CRDF-Global) olmaya devam ediyor. Aşağıda tanımladığımız Molfar-OSINT de her iki kuruluş tarafından destekleniyor [CRDF-Global’in Ukrayna’nın ulusal siber güvenlik stratejisinin geliştirilmesindeki merkezi rolü hakkındaki özete bakınız].

Hedef listelerinin tek elde toplanması, genişletilmiş bir savaşa hazırlık

8 Şubat 2024 tarihinde Ukrayna Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (CCD), yeni başkanı Teğmen Andrey Kovalenko’nun, Londra merkezli The Independent gazetesindeki destekçileri tarafından “Ukrayna’nın en büyük özel istihbarat teşkilatı” olarak tanımlanan açık kaynaklı istihbarat kurumu Molfar-OSINT’in CEO’su Artyom Starosyek ile bir iş birliği anlaşması imzaladığını duyurdu. CCD’nin açıklamasına göre, iki kuruluş güçlerini birleştirmeye karar verdi, zira “dezenformasyonla mücadeleyi güçlendirmek için” devlet yetkililerinin sivil toplumla birlikte çalışmasının önemini kabul ettiler. Aynı gün Molfar, aralarında ABD Senatörü Rand Paul’un da bulunduğu 28 ismi kamuoyuna açık “Rusya propagandacıları” listesine ekledi [Eke bakınız].

9 Şubat’ta, USAID’in “karşı dezenformasyon” operasyonları ağının bir parçası olan VoxUkraine’in “doğruluk kontrol” projesi VoxCheck, faaliyetleri “tehlike” arz eden 26 “Batılı uzmandan” oluşan bir “Rusya yanlısı dezenformasyon uygulayıcıları şebekesini” tespit ettiğini iddia eden bir akış şemasıyla birlikte bir makale yayımladı. Bu sözde “şebekede” adı geçen uzmanların her birine, VoxCheck ve CCD’nin ortak bir projesi tarafından Ekim ve Kasım 2023’te Ukraynaca olarak hazırlanan 26 videoluk bir seride ayrı ayrı işaret edilmişti. İngilizce olarak 9 Şubat’ta yayımlanan makalede, CCD/VoxCheck ekibinin Batı’da ve Ukrayna’da seslerini “kısmak” amacıyla bu isimler arasındaki sözüm ona “ilişkileri” ortaya çıkardığı iddia ediliyor.

VoxCheck, Molfar-OSINT ve CCD tarafından hedef alınan isimlerin listeleri ciddi ölçüde örtüşüyor. Bu üç listede yer alan pek çok kişi aynı zamanda Mirotvorets’in vurulacaklar listesinde de yer alıyor. Schiller Enstitüsü’nün kurucusu Helga Zepp-LaRouche, Enstitü’nün diğer bazı önde gelenleri gibi bu listelerin tamamında belirgin bir şekilde yer alıyor.

Savaş politikasının yabancı muhaliflerine karşı çeşitli Ukrayna güçlerinin merkezileşmesinin, NATO’nun Rusya ile kaçınılmaz olarak gördüğü savaşa hazırlık olarak Avrupa toplumunun ve hükümetlerinin artan militarize edilmesiyle aynı zamanda gerçekleşmesi dikkat çekici. Bu, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un NATO ülkelerinin Ukrayna’ya “çift taraflı” olarak asker göndermesi teklifinin Slovakya Başbakanı Fico’nun “tüylerini diken diken ettiği” dönem.

Aynı dönemde, 7 ve 8 Şubat 2024 tarihlerinde Ukrayna’da “tüm bu çetenin” katıldığı 2024 Birinci Uluslararası Kiev Siber Dayanıklılık Forumu gerçekleştirildi. Ukrayna Dışişleri Bakanlığı’na göre forum, Ukrayna Siber Güvenlik Ulusal Koordinasyon Merkezi [aynı zamanda Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi’ne bağlı] ve CRDF-Global tarafından ortaklaşa başlatıldı. Ukrayna Dışişleri Bakanlığı, Ukrayna istihbarat teşkilatı SBU ve savunma ve dijital dönüşüm bakanlıkları tarafından ortaklaşa organize edildi ve ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından “desteklendi”, yani finanse edildi.

Yüksek kalibreli uluslararası konuşmacılar arasında şunlar vardı:

  • NATO İş birliği Siber Savunma Mükemmeliyet Merkezi (CCDCOE) Direktörü Mart Noorma;
  • ABD Siber Güvenlik ve Altyapı Güvenliği (CISA) Direktörü Jen Easterly ve yardımcısı, Dışişleri Bakanlığı’nın “siber elçisi” Nathaniel Fick;
  • Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası Dış Eylem Servisi Direktörü Joanneke Balfoort ve;
  • Avrupa Birliği Siber Güvenlik Ajansı (ENISA) İcra Direktörü Juhan Lepassaar.

Forumun gündeminde NATO’nun Ukrayna’daki siber güvenlik pilot projesinin Avrupa’nın geri kalanına ve daha sonra diğer ülkelere genişletilmesi yoluyla siber savaş alanındaki uluslararası çabaların pekiştirilmesi vardı. Davetiyede “Ukrayna’nın dünyanın ilk siber savaşındaki eşsiz deneyimi” ve “OSINT araçları yardımıyla dezenformasyonla mücadele” konularının ana başlıklar arasında yer alacağı duyuruldu. Molfar’dan Starosyek, ikinci konuyla ilgili bir panelin konuşmacılarından biriydi. Bir CCD yetkilisi de başka bir panelde konuştu.

NATO’dan Noorma, forum için hazırlanan raporun [“Siber Savaş Siperlerinde On Yıl”] giriş kısmında dünyanın “tarihin son derece önemli bir noktasında” olduğunu ve “Ukrayna’nın siber çatışma konusundaki benzersiz deneyiminin küresel savunma stratejileri için paha biçilmez bilgiler sunduğunu” belirtti: “Bir iş birliği merkezi olan bu forum önemli ölçüde CCDCOE’nun [NATO] katkılarıyla şekillenmiştir”.

Zar zor gizlenen saldırı planları tartışıldı. SBU’nun siber güvenlik dairesi başkanı İlya Vityuk, “siber yöntemlerle toplanan bilgilerin SBU’nun ‘savaş suçlularını ortadan kaldırmak’ gibi benzersiz özel operasyonlar yürütmesine nasıl yardımcı olduğu” hakkında agresif bir şekilde konuştu. Ulusal Güvenlik ve Savunma Konseyi Başkan Yardımcısı Sergey Demedyuk, “yeni bir uluslararası çatışma ve siber direniş düzeninin” dünya çapında “siber korumayı” uygulamak için uluslararası “ortak müdahale ekipleri” gerektirdiğini vurguladı.

Vaka çalışması: Almanya

CCD’nin nisan ayının başında Almanya’da gerçekleştirilen operasyonlarından biri, devam eden operasyonlara bir örnek teşkil ediyor. CCD, 8 Nisan 2024 tarihinde, Almanya’da yürütüldüğü iddia edilen “geniş çaplı bir Rusya dezenformasyon kampanyası” hakkında yeni bir “analitik rapor” yayımladı. EIR’in o tarihte bildirdiği üzere CCD raporu, “Helga Zepp-LaRouche liderliğindeki Schiller Enstitüsü’nün Rusya propagandası ile tutarlı anlatıları teşvik eden bir platform olduğunu tespit ettiğini” ve “anlatılarının” “sözde barış kampını” desteklediğini iddia etti. Aynı derecede zayıf gerekçelerle CCD, ZDF, Berliner Zeitung ve Anti-Spiegel’in yanı sıra Thomas Röper, Kim Dotcom, Alina Lipp ve Armin Körper gibi gazeteci ve blog yazarlarını da Rusya’nın hedefleri doğrultusunda çalıştıkları iddiasıyla yaftaladı.

Hemen ertesi gün (!), 9 ve 10 Nisan tarihlerinde CCD, raporunu “medya okuryazarlığı ve ‘dezenformasyonla mücadeleden’ sorumlu hükümet temsilcilerine sunmak üzere AB Ukrayna Danışma Misyonunun desteğiyle Federal Almanya Cumhuriyeti’ne bir ekip gönderdi. “Alman İçişleri Bakanlığı ve Federal Yurttaşlık Eğitimi Ajansı temsilcileriyle bir araya gelen heyet, Alman enformasyon alanında Ukrayna’ya ilişkin ‘dezenformasyonla mücadele’ konusunda daha fazla ortak çalışma yapılması konusunu görüştü. Bilginin izlenmesi ve analizine yönelik uluslararası standartlar ile dezenformasyon ve zararlı enformasyon etkisine karşı mücadelede hukuki destek ele alındı”.

“Mevcut tehditlere yanıt verme hızını arttırmaya ve düşmanca bilgi etkilerine karşı ortak mekanizmalar geliştirmeye yardımcı olacak” operasyonel düzeyde istişareler yapılması kararlaştırıldı. Tüm bunlara CCD’nin kendisi tarafından 17 Nisan 2024 tarihinde internet sitesinde “etkinlikler” başlığı altında yer verildi.

NATO, Ukrayna’nın hedef listelerini Avrupa için bir model olarak sunuyor

CCD’nin bu tür hamleleri tam da NATO tarafından teşvik edilen eylem türü. Ocak 2024’te Avrupa Hibrit Tehditlerle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi (kısaca Hybrid COE) “Ukrayna Rus dezenformasyonuyla nasıl mücadele ediyor: Arı kovanına karşı mamut,” başlıklı özel bir rapor yayımladı. Rapor, Hybrid COE’nin Hibrit Etki İlgi Grubu Direktör Yardımcısı Jakub Kalenský ve ABD Atlantik Konseyi Dijital Adli Araştırma Laboratuvarı’ndan (DFRLab) Roman Osadçuk tarafından ortaklaşa kaleme alındı ve Avrupalı ve Amerikalı “dezenformasyonla mücadele uzmanlarına” Ukrayna’nın yaklaşımını incelemeleri ve taklit etmeleri için ilham vermeyi amaçlıyor.

Hybrid COE iddia ettiği üzere “özerk” bir kuruluş değil. Merkezi Letonya’nın Riga kentinde ve “NATO Stratejik Komutanlıkları ile işlevsel ilişkiler sürdüren [ve] ayrıca muharebe geliştirme ajandasını destekleyen faaliyetler yoluyla NATO’nun muharebe konseptinin uygulanmasına yardımcı olan” 29 “NATO tarafından akredite edilmiş Mükemmeliyet Merkezinden” biri.

Başka bir deyişle Hybrid COE, NATO’nun savaş makinesinin bir kolu.

Ocak ayındaki rapor, “Batı’nın eşsiz Ukrayna deneyiminden öğrenebileceği on ders” içeriyor. Hükümet veya sivil toplumda çalışan yirmi Ukraynalı “enformasyon savaşçısı” ile görüşüldü [raporda çoğunun ismi geçiyor]. Mirotvorets’in vurulacaklar listesiyle bağlantısı olduğu bilinen ünlü neo-Nazi, eski içişleri bakanlığı danışmanı ve bakan yardımcısı Anton Geraşçenko da dahil olmak üzere CCD ve Ukrayna istihbaratıyla “çeşitli görüşmeler” yapıldı.

Rapora göre Ukrayna’dan çıkarılması gereken ilk ve en önemli ders, herkesin ve her iletişimin mümkün olduğunca çok sayıda kurum tarafından izlenmesi ve tespit edilen her türlü “dezenformasyon” üzerine harekete geçilmesi gerektiği. Raporda “barış zamanında bile kapsamlı gözetim” savunuluyor ve Batılı uzmanların Ukrayna’nın ne yaptığını anlamadığı, “tereddüt etmek yerine harekete geçmek gerektiği” uyarısında bulunuluyor.

6. ders anahtar niteliğinde. Kör bir başlık taşıyor: “Cezalandırıcı tedbirler şarttır”.

“Dezenformasyonla mücadele” sadece farklı bir politika lehine tartışanları “hedef göstermek ve utandırmaktan” ibaret değil. Ukrayna, “faaliyetlerini cezalandırma ve caydırma çabalarının” dezenformasyonla mücadelede muhtemelen “en önemli” çalışma olduğunu gösteriyor. İster hükümet ister sivil olsun, “görüşülen her bir isim”, 2014 darbesinden bu yana birbirini izleyen Ukrayna hükümetlerinin, “doğrudan Rusya devletine ait olmayan ancak yine de aynı mesajları yayanlar da dahil olmak üzere” giderek daha fazla sayıda televizyon kanalını, internet sitesini, sosyal medya kanalını ve muhabiri yasaklama kararını güçlü bir şekilde destekledi. CCD, “Rusya propagandasını güçlendiren uluslararası etkileyicilerin bir listesini” derliyor.

10. derse göre “Batı, Ukrayna’nın son yıllarda yaptığını yapmalı”. Batı, Rus dezenformasyon ve propaganda kanallarına ve “bunları kendi ülkelerinde yaymalarına yardımcı olan bilerek ya da bilmeyerek çalışan casuslara” karşı agresif tedbirler almalı.

Ukraynalı “enformasyon savaşçıları” Ukrayna’yı “enformasyon alanında” desteklemek üzere Ramstein Grubu olarak bilinen Ukrayna Savunma Temas Grubu’nu örnek alan bir “enformasyon Ramstein’ı” kurulmasını talep ediyorlar [Bu fikrin halihazırda Brüksel ile görüşüldüğü bildiriliyor]. “Rusya’nın etki ajanlarına” yönelik soruşturmalara ihtiyaç olduğunu, “dezenformasyonu bir silah olarak kullanan ya da kullanmaya teşebbüs eden herkesi ifşa etmek” gerektiğini iddia ediyorlar. Önerdikleri bir diğer tedbir ise “önde gelen Rusya propagandacıları” için “özel bir ceza mahkemesi” kurulması.

Rapor, Avrupa ve ABD’ye yönelik mesajı özetliyor: Ukrayna’nın izinden gitmenin ve “kötücül etkinin” tüm kanallarını kapatmak için uzun bir süre boyunca “ciddi kaynaklar” kullanmanın ve bunu Rusya ile olası bir savaştan çok sonra yapmaya hazırlanmanın zamanı geldi. Ne kadar erken, o kadar iyi.

Ekler

I. Molfar-OSINT nedir? Özetleyici bir profil

Molfar-OSINT, Ukrayna ile Rusya arasındaki ihtilafa barışçıl bir çözüm bulunması çağrısında bulunan veya NATO’nun bu ihtilafı desteklemesine karşı çıkan Batı’daki önde gelen isimleri karşı özel ve kamuya açık hedef listeleri tutan bir Anglo-Amerikan “açık kaynak istihbarat” (OSINT) yapılanması. Ukrayna’da faaliyet gösteriyor ancak merkezi Londra’da bulunuyor. Molfar-OSINT, yukarıda bahsi geçen diğer suikast timlerine kıyasla, Batı müesses nizamına derinlemesine yerleşmiş olmasıyla öne çıkıyor.

Yabancı “ortakların” listesi şunları içeriyor:

  • İngiliz monarşisinin önde gelen savunma düşünce kuruluşu olan Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü (RUSI);
  • USAID ve CRDF-Global, USAID’in Molfar ile seminerler düzenlemesi ve CRDF-Global’in Molfar’ın Ukraynalı kamu görevlilerini ve Ukrayna istihbarat teşkilatı SBU’yu OSINT yöntemleri konusunda eğitmesi için ödeme yapması ve;
  • European Endowment for Democracy (EED), adını ABD’deki meşhur National Endowment for Democracy’den alan ve AB Komisyonu ile AB üye ülkeleri tarafından finanse edilen bir kuruluş. Bu kuruluş 2013 yılında, skandal derecesinde Anglofil olan Polonya Dışişleri Bakanı Radoslaw Sikorski’nin girişimiyle kuruldu.

Molfar’ın internet sitesinde müşterileri ve istihbarat raporlarının alıcıları olarak Batı’daki ana akım medyanın en seçkin isimleri listeleniyor: The Times of London, Reuters, The Economist, Financial Times, The Guardian, The Wall Street Journal, The New York Times, PBS, CNN, Foreign Policy, Newsweek, Forbes, Deutsche Welle, Kanadalı Globe and Mail ve İsrail’deki iş dünyası gazetesi Globes bunlardan birkaçı.

Molfar’ın CEO’su Starosyek Ukraynalı yayın kuruluşu Detector Media’ya yaptığı açıklamada, Molfar’ın savaş araştırmalarını Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşla ilgili güvenilir bir kaynak olarak yayımlayan ilk medya kuruluşunun Times of London olduğunu söyledi. Molfar’a göre Times’ın 22 Mart 2022 tarihli makalesinde bahsettiği “operasyonel soruşturma” aslında “dünyanın en saygın yayınlarından biri” olan thetimes.co.uk tarafından yaptırılmıştı [Times, Molfar’a Amerikalı araştırmacı gazeteci Max Blumenthal’in Ukrayna’nın savaş propagandasını çürüten bir makalesini çürütmesi için başvurmuştu].

Avrupa medya dergisi The Fix, Molfar’ın “kuruluş tarafından sağlanan bilgilere dayanarak Ukrayna hakkında yazılar yayımlayan dünyanın dört bir yanından yaklaşık bin gazeteciden oluşan bir tabana sahip olduğunu” bildiriyor. Gazetecilerin çoğu kuruluşun raporlarını kendi materyalleri için kaynak olarak kullanıyor. “Ancak medya kuruluşlarıyla ortak araştırmalar da yapılıyor”. Bir örnek: Molfar-OSINT raporuna atıfta bulunan 16 Ocak 2024 tarihli bir makalede Newsweek, “Ukrayna’daki savaşı yakından analiz eden Molfar’ın düzenli olarak savaş hakkında uydu fotoğraflarının yanı sıra derinlemesine raporlar sunduğunu” belirtmişti.

II. Şahısların ve askeri tesislerin hedef alınması

Molfar’ın internet sitesi, CCD gibi ekibinin de Ukrayna’daki sıkı Banderacı ve neo-Nazi aygıtının bir parçası olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum, 2014 yılında Azak Taburu olarak kurulan ve aynı yıl Ukrayna İçişleri Bakanlığı bünyesine dahil edilen, açıkça neo-Nazi olan örgütün “yüksek motivasyonlu vatanseverler” olarak savunulduğu iki gönderide açıkça görülüyor. Ağustos 2022 tarihli bir yazıda küstahça “Azak neden terörist değil kahramandır?” deniyor; benzer bir yazıda ise Azak’ın kendini neo-Nazi olarak gururla tanımlamasına dikkat çeken herkes “Rusya propagandacısı” olarak nitelendiriliyor [Daha fazla arka plan için EIR’nin “Ukrayna’daki İngiliz imparatorluk projesi: Şiddetli darbe, faşist aksiyomlar” başlıklı makalesine bakınız].

Molfar, müfettişlerinin bazı soruşturmalarında Mirotvorets’in vurulacaklar listesini başlangıç noktası olarak kullandıklarını gizlemiyor [örneğin Herson’daki “hain” hikayesi].

Şubat 2022’den bu yana Molfar’ın savaşla ilgili askeri soruşturmaları çalışmalarının ana odağı haline geldi. Kendi ifadesine göre Molfar, Ukrayna devlet ve askeri kurumlarının yanı sıra Batılı medya ve istihbarat kurumları tarafından da soruşturmalar yürütmek üzere görevlendiriliyor. Foreign Policy’nin 2 Mart 2023 tarihli sayısında askeri hedeflere ulaşmadaki “öncü rolü” ile ilgili olarak Molfar’ın “Ukrayna istihbaratına ayda ortalama 15 eyleme geçirilebilir istihbarat raporu sağladığını iddia ettiği” belirtiliyor. Batı medya ağındaki diğer makalelerde olduğu gibi bu makalede de Molfar, Ukrayna ordusunun Rusya içinde ve yeni topraklarında saldırması için net hedefler geliştirmede mükemmel olarak tasvir ediliyor.

Buna paralel olarak Molfar, sözüm ona “Ukrayna’nın düşmanlarına” karşı hedef listeleri oluşturuyor. Hedefleri ve aileleri, nerede yaşadıkları, kimlerle sosyalleştikleri vs. hakkında kişisel bilgiler derliyor ve bunların sadece bir kısmını yayımlıyor.

Bugüne dek bu türden on bir liste yayımlandı. Bu listeler Rusya’daki güvenlik personelinin [FSB, GRU, vs.] listelerinden, ülkenin stratejik bombardıman uçaklarının üslendiği Saratov civarındaki Engels-2 hava üssünden uçan Rusyalı pilotların listelerine, “‘Şahid’ ve ‘Lancet’ insansız hava araçlarının üretiminde yer alan şahısların listesine” ve Rusya’ya karşı yaptırımları ihlal eden anlaşmalarda “muhtemelen” aracı olarak hizmet ettiği iddia edilen dünya çapındaki şirketlere kadar uzanıyor.

Molfar’ın Ukrayna’nın düşmanlarından hazırladığı bir diğer liste ise Ukrayna Ortodoks Kilisesinin üst düzey din adamlarından oluşuyor. Bu kilisenin yasaklanması çağrısında bulunurken, X hesabında paylaştığı, bu kilisenin dövülmüş bir din adamının fotoğrafı, başka yöntemlerin de kullanılacağını gösteriyor. Molfar CEO’su Starosyek, Detector Media’ya yaptığı açıklamada “İnsanlara intikam umudu veriyoruz,” dedi. Ukraynalılar suçluların “yakın gelecekte her şeyin bedelini ödeyeceklerini görüyorlar,” diye övündü.

III. “Yabancı propagandacılar”

On bir listeden biri “Rusya Federasyonu terör rejiminin yabancı propagandacıları” iddiasını içeriyor. Molfar’ın kamuya açık “Yabancı Rusya propagandacıları sicili”, aralarında Devlet Başkanları Luiz Inácio Lula da Silva [Brezilya] ve Cyril Ramaphosa [Güney Afrika], Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, Amerikalı senatörler Rand Paul ve U. Thomas Massie’nin de bulunduğu 153 önde gelen siyasetçi, gazeteci, iş insanı ve analisti listeliyor. Thomas Massie, Almanya vatandaşı ve Schiller Enstitüsü’nün kurucusu Helga Zepp-LaRouche, eski Slovakya Başbakanı Jan Carnogursky, Amerikalı gazeteciler Tucker Carlson, Jimmy Dore ve Max Blumenthal, eski BM silah denetçisi Scott Ritter ve 27 yıl CIA için çalışmış analist Ray McGovern ve diğerleri. Bu isimlerden 73’ü çeşitli gruplar halinde sadece 2024’e dahil edildi [Tam liste için bakınız].

Molfar, “Bizim işimiz, delilleri kullanmak ve yetkililerin dikkatini bu isimlerin faaliyetlerine çekmek,” diyor. Liste İngilizce olarak hazırlandı ve “yabancı Rusya propagandacılarının” çoğunun geldiği AB, ABD, Kanada veya diğer Batılı ülkelerin “yetkili makamlarına” iletilecek. Molfar, “uluslararası toplumun onların [güya propagandacıların] faaliyetlerine uygun şekilde yanıt vermediğinden” şikâyet ediyor ve yazılana göre, “kamu görevinden alınmalarını, yaptırım uygulanmasını ve suçlara kişisel katılımlarının soruşturulmasını” gerektiriyor.

Molfar, ayrıca hedefleri hakkındaki iftiraları geniş medya ağına da iletiyor. İngiliz Morning Star gazetesi 28 Temmuz 2022 tarihli bir haberinde muhabirinin “toplu e-posta” olarak gönderilen ve Max Blumenthal’in Kremlin tarafından finanse edildiği iddiasına ilişkin arka plan bilgilerini içeren bir basın bülteni aldığını açıkladı.

Molfar’ın 9 Şubat 2024’te Tucker Carlson’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile gerçekleştirdiği mülakata cevaben yaptığı Telegram paylaşımı, örgütün daha da kötü niyetli bir hedef peşinde olduğunu gösterdi: Tucker Carlson’ın çocuklarının fotoğraflarına ve kişisel bilgilerine bağlantılar yayımlandı.

Yeni hedefler geliştirilme aşamasında. 23 Şubat 2024’te Molfar, o dönemde Ukrayna’dan buğday ithalatına karşı başlatılan Polonyalı kamyoncu ablukasının liderlerinden Rafal Mekler ve mensubu olduğu Konfederacja partisine karşı bir başyazı yayımladı. Makalede, “Rafal Mekler ve Konfederacja partisinin çok sayıda üyesi Mirotvorets listesine çoktan dahil edildi,” deniyor. Meklar ve Konfederacja partisi, Hitler’in Waffen SS’lerinde görev yapan Ukraynalı kendini “milliyetçi” ilan edenler tarafından Volin’de Polonyalılara karşı gerçekleştirilen katliamı dünyaya hatırlatmaya cesaret ettikleri için “nefret vaizleri” olarak tasvir ediliyor.

Molfar bununla da kalmadı. Meklar’ın eşi ve çocuklarının isimlerinin yanı sıra özgeçmişi ve adresi de internet sitesinde yayımlanmakla kalmadı, bu profili Polonya basınına da göndererek onu Rusya casusu olmakla suçladı. Meklar kendisini savundu ve Polonya televizyon kanalı MN’ye şunları söyledi: “Benim ya da diğer siyasetçilerin yürüttüğü siyasi faaliyetler benim tek alanımdır. Ailemi baskı aracı olarak kullanmak terörist bir harekettir […] Çocuklarımın hangi okullara gittikleri, hangi ödülleri kimden aldıkları da dahil olmak üzere tüm detaylarını vermek tam bir barbarlıktır”.


[1] Yarı-otonom hükümet dışı örgüt. (ç.n.)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English