Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

“Ukrayna’ya 1 trilyon dolar gönderin, yine de savaşın sonucunu değiştirmeyecek!”

Yayınlanma

Emekli CIA analisti Larry C. Johnson, Filistin-İsrail savaşından ABD’nin Ukrayna’ya yardım paketine ve Batı’nın Rusya’ya karşı tutumuna kadar diplomasiyi meşgul eden konularda açıklamalarda bulundu.

Emekli CIA analisti olan Larry C. Johnson, ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesindeki terörle mücadele ofisi başkan yardımcılığı da yaptı. Terör, uçuş güvenliği kriz ve risk yönetimi konularında uzmanlığı olan Johnson, CIA’de çalıştığı dönemde iki üstün hizmet madalyası kazandı. Temmuz 1996’da Viyana’daki terörle mücadele konferansında ABD’yi temsil etti. 1988 Pan am 103 uçağına yapılan terör saldırısının soruşturmasında yer aldı. Hükümetlere ve şirketlere kara para aklama ve terör tehditleri konusunda danışmanlık sağlayan Berg Associates isimli bir şirket kurdu.

Nisan 2024’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne Kuzey Akımı 2 boru hattına yapılan saldırıyla ilgili bir konuşma yapan Johnson, ABC, NBC, Fox News ve CNN gibi büyük medya kuruluşlarında terör olaylarıyla ilgili yorumlar da yaptı.

Emekli CIA analisti Larry C. Johnson, Filistin-İsrail savaşı, İsrail’in geleceği, ABD’nin Ukrayna’ya yardım paketi ve Batı’nın Rusya’ya karşı tutumlarına dair Harici’nin sorularını yanıtladı.

‘İsrail akıl dışı davranan aşırı Siyonistlerin eline geçmiş durumda’

  • Uluslararası toplumda ciddi bir baskı oluştu, özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi İsrail’e Gazze’de ateşkes yapması için baskı yapıyor. Hamas ateşkes anlaşmasını kabul etti ama hemen ardından, hatta belki birkaç saat sonra İsrail, Refah’a saldırmaya başladı. Peki İsrail’in ne tür sonuçlarla karşılaşacağını düşünüyorsunuz?

Özellikle Orta Doğu’daki Arap ve Müslüman ülkeler bir araya gelerek bu artık duracak demedikçe herhangi bir şeyle karşılaşacaklarını sanmıyorum. Biliyorsunuz, Türkiye sonunda İsrail’le ticareti askıya aldı… Buna petrol de dahil mi bilmiyorum. Eğer petrol hâlâ Türkiye üzerinden İsrail’e akıyorsa, Türkiye bu anlamda Filistinlilerin öldürülmesine olanak sağlıyor demektir. İsrailliler kadar bu da suça ortaklık. Aynı şey Ürdün’le, Suudi Arabistan’la, Mısır’la da geçerli. Arkanıza yaslanıp öfkenizi dile getirmek başka bir şey ama etkili bir şekilde bir araya gelerek “bakın buna izin verilemez” demek ve Suriye’yi ve Lübnan’ı da işin içine katmamak başka.

Gerçekte, bu noktaya kadar, Filistin halkı adına ayağa kalkıp savaşan tek ülke Yemen ve Husiler’dir. Herkes iyi bir mücadeleden bahsediyor ama pek bir şey yapmıyor. Bilirsiniz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nihayet öne çıkıp bir şeyler yapması için Türkiye’de bir seçimi kaybetmesi gerekti, üstelik o konuşmakta çok iyidir. Peki icraata ne dersiniz?

Bence insanların İsrail’in müzakere yoluyla bir çözüm aramadığını anlaması gerekiyor. Müzakere yoluyla bir çözüme ulaşmanın tek yolu, İsrail’in mevcut direnişinin tehdit altında olmasıdır. Çünkü İsrail’in Filistinlileri Gazze’den yok etme niyeti var. Onları zorla dışarı atacaklar. Batı Şeria’da da durum aynı. BM’nin tüm kararlarına rağmen, yasadışı işgal olduğu yönündeki tüm suçlamalara rağmen İsrail, akıl dışı olan bu aşırı Siyonistlerin eline geçmiş durumda. Tarih boyunca acımasız otoriterlerde gördüğümüz zihniyetin aynısı bunlar. Bu yüzden müzakere edilmiş bir çıkış yolu aramıyorlar. Yani Hamas askeri olarak galip gelemediği sürece ki bunu yapabileceklerini sanmıyorum çünkü hava güçleri ve hava savunma sistemleri yok, sahip oldukları tek şey küçük silahlar ve bazı tanksavar güdümlü füzeler, belki de birkaç roket daha ateşlenebilecek füzeler var ama bunlar aslında önemli değil. Dışarıdan müdahale gerekecek. Şimdi Biden yönetiminin güya İsrail’e silah sevkiyatını askıya aldığına dair bir rapor var ama bunu bir ceza olarak ya da İsrail’in yaptıklarından duyulan hoşnutsuzluğu ifade etmenin bir yolu olarak gösteriyorlar. Bu doğru olabilir ya da Amerika Birleşik Devletleri’nin gönderecek silahı da kalmamış olabilir. Sonra da bu silah yokluğunu İsrail’e baskı yapmak için bir şeyler yaptıkları izlenimini yaratmak için kullanıyorlar.

‘ABD’nin Ukrayna ve İsrail için mühimmat sıkıntısı var’

  • ABD’nin İsrail’e yönelik cephanesinin tükendiğini söylüyorsunuz, ancak şu anda Ukrayna’da farklı türde bir savaşın yürütüldüğü göz önüne alındığında, ABD’nin Ukrayna’da İsrail’e faydalı olabilecek aynı türde mühimmat kullandığını düşünüyor musunuz?

Evet. Demek istediğim, bir Patriot füze bataryasından bahsediyorsanız, elinizde gerçek araçlar ve bu araçların üzerinde bulunan fırlatıcılar var, aynı zamanda bunların içinde bulunan füzeler de var. Ukrayna’ya gönderilen Patriotların büyük kısmı yok edildi. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’nden Ukrayna’ya gönderilebilecek yeni Patriot bataryaları mevcut değil çünkü bunları biz yapmadık ve kimse de yapmayacak. Oturup bir fabrikaya şunu yapmaya başla diyemezsiniz. İki hafta içinde onları almayı bekleyemezsiniz. Kullanılan füzeler veya roketler için de aynı şey geçerli, o Patriot füze bataryaları fırlatıcılardan ateşleniyor. Şu anda bunların da eksikliği var.

Amerika Birleşik Devletleri’nin geçmişte Patriot sistemlerini satın alan diğer ülkelere onları alıp Ukrayna’ya göndermeleri için yalvardığını gördünüz. Tabii artık Patriot İsraillileri rahatsız etmiyor. Demir Kubbeleri var ama Demir Kubbe’de de aynı sorunu yaşıyorlar. İran’ın yeni bir saldırısı durumunda konuşlandırabilecekleri sınırsız sayıda önleme füzesi veya roketleri yok. 155 milimetrelik top mermileri, bunların ciddi bir sıkıntısı var. ABD, Ukrayna’nın ihtiyaç duyduğu şeye ayak uyduramadı ve bu, 7 Ekim’de savaşın başlamasından önceydi. Yani bu tür mühimmat sıkıntısı var. İsraillilerin bir noktada ABD’den savaş tüfekleri, otomatik tüfekler satmalarını talep ettiklerini fark ettim; bu bana mantıklı gelmiyordu çünkü İsrail silah endüstrisi oldukça iyi ve çok sayıda savaş tüfeği üretiyor. Yani, neden bunları kendinizden almıyorsunuz? Neden bir ABD ürünü almak istiyorsunuz? Bu, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne gelip bize pompalı tüfek sat demesi gibi bir şey olur. Demek istediğim, sizin yaptığınız pompalı tüfekler Amerika’nın her yerinde satılıyor.

‘Siyonist devletin varlığını sürdürmeyi hak ettiğinden emin değilim’

  • ABD’nin İsrail’i nasıl desteklediğine ve İsrail’in Refah’taki operasyonuna gelince, Hamas’ın İsrail tarafından tamamen yenilgiye uğratılabileceğini düşünüyor musunuz? Çünkü biz en az yedi ay, sekiz ay süren bir çatışma gördük. Pek çok Amerikalı uzmanın Hamas’ın İsrail tarafından mağlup edilemeyeceğine dair endişeleri var.

Evet, İsrail her Filistinliyi tamamen yok etmeye kendini adamadığı sürece askerî açıdan Hamas’ı yenilgiye uğratamaz. Nazilerin Yahudilere yaptıkları açısından İsrail’in zaten Nazilerle eşit tutulabileceğini düşünüyorum. Ve şimdi burada aynı şeyleri Filistinlilere yapan Yahudiler var ki, dürüst olalım, Tevrat’a inanıyorsanız, Kuran’a inanıyorsanız, İncil’in Eski Ahit’ine inanıyorsanız, Filistinliler ve Yahudiler uzak akrabadır… Aynı soydan geliyorlar. İbrahim’den geliyorlar. Ve işte buradalar, kardeş kardeşi öldürüyor. Bu ölümcül bir günahtır. Ama yine de İsrail bunda ısrar ediyor. Böylece bu durumdan öldürerek kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Yapamazlar. Ve diyelim ki, bir şekilde Hamas’ın tüm gerilla saldırılarını ve isyancı saldırılarını tamamen durdurmayı başarmış olsalar bile, bu ülkelerini daha güvenli hale getirmeyecek çünkü hala Hizbullah var. İsrail’in askerî açıdan Hizbullah’ı yenebilecek kadar güçlü olduğunu düşünmüyorum. Hamas başka bir mesele çünkü Hamas, her ne kadar eğitimli savaşçıları olsa da aslında bir ordu olarak organize değil. Ve şunu da kabul edelim ki, Hamas’ın ilk başlangıç ​​tarihi olan 1979’a kadar uzanan tüm tarihi boyunca, herhangi bir çatışmada bu kadar çok Filistinlinin öldürüldüğünü hiç duymamışlardı. İsrail, Filistinlileri benzeri görülmemiş bir düzeyde katlediyor. Biliyorsunuz sayı 40.000’e yaklaşıyor. Özellikle mide bulandırıcı olan ise yakılan, parçalara ayrılan ve vurulan çocuklar. İsrail’in bu tavrını tamamen iğrenç buluyorum. Biliyorsunuz, eğer bana iki yıl önce sormuş olsaydınız, muhtemelen İsrail’i desteklediğimi söylerdim.

Geldikleri noktanın insanlık adına bir utanç olduğunu düşünüyorum. Siyonist devletin insan hayatını hiçe sayarak hareket etmesi nedeniyle varlığını sürdürmeyi hak ettiğinden bile emin değilim. Ve onlar Hamas’ın berbat, korkunç bir terörist grup olduğunu söylediklerinde aslında gidip rakamlara baktım. Rakamlar çok üzücü bir hikâye anlatıyor. 2000’den Nisan 2024’e kadar Hamas’ın terörist saldırıları en fazla 1455 İsrailliyi öldürdü; bunların çoğunluğu Filistinlilere saldıran askerler, polisler ve yerleşimcilerdi. Tabii bunlar silahsız insanlar değildi. 24 yıl boyunca yılda 60 kişi demek bu. İsrail’in şimdi yaptığına bakın, 40.000 ölü erkek, kadın ve çocuğa yaklaşıyoruz. Ölen çocukların sayısı ise 15.000’i aştı. Bu bir dehşettir ve buna izin verilmemelidir.

Ama yine de görüyoruz, gördük, bunu daha önce de gördük. Ruanda’da Hutular ve Tutsiler birbirlerini öldürürken dünya sessiz kaldı. Yahudiler Naziler tarafından katledildiğinde dünya yine sessiz kaldı. Ve şimdi bu durum Filistinlilere de yapılıyor ve orada burada bazı protestolar oluyor. Belki de tek umut, dünya çapında yeterince öğrenci protestosunun olması ve bunların hükümetler üzerinde, sonunda onları aksi yönde hareket etmeye zorlayacak kadar baskı oluşturmasıdır. İsrail’in Filistinlileri öldürmeye devam edeceğini düşünüyorum.

‘Hamas, bir ulusal kurtuluş örgütüdür’

  • İki yıl önce size İsrail’in durumunu sorsaydım. Ülkenin destekçisi olacağınızı söylüyorsunuz. Peki bu İsrail’in Gazze’de ilk katliamı mı? Yani bunu zaten pek çok kez yapmadılar mı?

Bu ölçekte değil. Bu aslında her üç ayda bir dışarı çıkıp iki veya üç silahsız insanı vurmak demek. Yani bu çok çirkin. Normalleştirmek istemiyorum ama bu katlanılabilir hale gelir. Böyle durumları belki sadece bir sapkınlık olarak açıklayabilirsiniz. Kontrolden çıkan birkaç asker ya da belirli bir birlikti. Ama şimdi son yedi aydır görüyoruz ki, farklı bir şey var. Bu İsrailliler açısından bir hastalıktır, psikolojik bir hastalıktır. Başlangıç ​​olarak Filistinlileri insan olarak görmüyorlar. Onları, üzerine basılması gereken, öldürülmesi, yok edilmesi gereken insanlık dışı varlıklar, hamam böcekleri olarak görüyorlar. Ve birçok İsraillinin hem hükümet içindeki hem de hükümet dışı yetkililerin, her Filistinlinin bir Hamas savaşçısı olduğunu söylediğini duydunuz. Üç aylık bebekler Hamas savaşçılarıdır.

Ve baktığınızda bu dilimiz hakkında ilginç şeylerden biri: IŞİD ya da El Kaide gibi davrandıklarını ima ederek, onların bir terörist grup olduğunu söyleriz. IŞİD ve El Kaide, uluslararası terör örgütü olarak adlandıracağım iki örgüt; bu da onların belirli bir coğrafi bölgenin dışında operasyonlar yürütmeyi arzuladıkları anlamına geliyordu ve saldırı gerçekleştirebilecek kadar uluslararası bir örgütlenmeye sahiptiler. Ama Hamas öyle değil. Hamas ulusal bir kurtuluş örgütüdür. Müslüman Kardeşler’e bağlı değiller, her ne kadar İslam’a bağlı olsalar da hatırladığım kadarıyla, Filistin’de yaşamak için İslam’a geçmeniz gerektiği konusunda ısrar eden İslamcı radikaller değiller. Dolayısıyla Hamas, medyanın popüler uluslararası İslamcı terörist tasvirinden farklı bir meseledir. Ve son dönemde gördüğümüz gibi, neredeyse 20 yıla yaklaşırken IŞİD Şii Müslümanlara saldırıyor. Ve biliyorsunuz, IŞİD’in en büyük hedeflerinden biri İran’dı ve bu da kısmen Batı’nın neden IŞİD’in destekçisi olarak görülebileceğini açıklıyor çünkü Batılılar IŞİD’i İran’a saldırmak için bir araç olarak görüyorlar. Ve IŞİD’in motivasyonu tamamen İslam’ı bozmak, yani İslam’ın ilkelerini ve ilkelerini ihlal etmektir.

‘ABD’nin Ukrayna yardım paketi savaşın sonucunu değiştirmeyecek’

  • Savaşın başladığı 2022’den bu yana Batılı analistlerin Rusya’nın cephanesinin çok yakında tükeneceği yönünde yorumlarını gördük ve duyduk. Mermileri bitecek, mekanize araçları bitecek ve çöküş çok yakında ifadeleri sıkça kullanılmıştı. Öte yandan Rus analistlerde de benzer bir düşünce hakimdi. Ukrayna’nın şimdiye kadar gösterdiği direnişi göstermesini beklemiyorlardı. Şimdi ABD Kongresi’nden 60 milyar dolarlık bir paket geçti., CIA direktörü Bay Burns, bunun Ukrayna’nın 2025’e kadar hayatta kalmasına yardımcı olacağını söyledi. Peki Ukrayna’daki savaş alanındaki durumu nasıl analiz ediyorsunuz?

Hayır, Burns yanılıyor. Ukrayna’nın yaz sonundan ağustos ayına kadar hayatta kalabileceği için şanslı olacağını düşünüyorum. 60 milyar dolar gönder. Lanet olsun, onlara 300 milyar gönder. Onlara bir trilyon dolar gönderin. Bu savaşın sonucunu değiştirmeyecek çünkü biliyor musun? Bir trilyon dolarla yeni bir asker satın alamazsınız. Ya da belki bir yerden bir paralı asker satın alabilirsin, tamam, askere yazılacağım, bana 2 milyon dolar söz ver, gelip senin için savaşacağım diyecek kadar aptal birini. Ve sonra da cephede harcanıp gidecekler. Rusya sonuçta hala Rusya. Yaptıklarında hata yapmadılar. Bunu, başlangıçta Ukrayna’yı müzakere masasına getirmeye yetecek bir kuvvet oluşturacağımız ve müzakere yoluyla bir anlaşmaya varacağımız varsayımıyla ilerlediklerini düşünüyorum.

Aslında bu strateji işe yaradı çünkü hatırlayacağınız gibi Türkiye’deki barış müzakereleri, sanırım Ankara’da gerçekleşti ve başarılı oldu. Ruslar ve Ukraynalılar ilk anlaşmaya vardılar. Ana hatların hâlâ üzerinde çalışılması gerekiyordu. Ayrıntıların üzerinde çalışılması gerekiyordu ama ilk başta bir anlaşmaya varacaklardı. Ama sonra Lloyd Austin, Savunma Bakanı Anthony Blinken, Joe Biden ve sonra da Boris Johnson bu karışıma dahil oldu ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’yi anlaşmadan çekilmeye ikna etti. Tam o gün, sanırım 31 Mart’tı, Başkan Putin Rus ordusuna geri çekilme emri verdi.

Unutmayın, yaklaşık 40 kilometrelik tank konvoyları, zırhlı konvoyları vardı. Aslında Kiev’in kuzey kısmını işgal ettiler. Putin iyi niyetin bir işareti olarak geri çekilmelerini emretti. Bu müzakerelerin doğru yönde ilerlediğini göstermek için iki gün sonra 1 Nisan’da geri çekildiler. 2 Nisan’da Bucha’da bir grup Ukraynalı sivilin öldürüldüğü ve cesetlerin sokaklara atıldığı zulmü gördük. Batı ise aceleyle Rusya’yı suçladı. Bu bir Rus savaş suçuydu dediler. Aslında bu bir yalandı. Bu koca bir yalandı çünkü Rus kuvvetleri günler önce çekilmişti. O insanlar öldü. Ukrayna güçleri tarafından öldürüldüler. Bu, Rusya’yı karalamak ve Ukrayna’nın gücünü artırmak için tasarlanmış, Batı destekli bir istihbarat operasyonuydu. Ruslar daha sonra yıpratma savaşı dediğimiz şeye geçtiler. Onların stratejisi yıpratma stratejisiydi, bu da bölgeyi korumak için savaşmadığınız anlamına geliyor. Diğer tarafta mümkün olduğu kadar çok kayıp vermek için savaşıyorsunuz.

Taktiksel olarak çekilmeniz gerekiyorsa taktiksel olarak çekilirsiniz. Orada oturup kuma bir çizgi çekmeyeceksiniz. “Ne pahasına olursa olsun bu bölgeyi elimizde tutmalı ve mümkün olduğunca çok adam kaybetmeliyiz” dememelisiniz. İşte bu yüzden çekildiler, önce Kharkiv’den çekildiler, sonra da Kherson’da Dinyeper nehrinin batı kıyısında oturan birlikler ve o sırada General Surovikin onların geri çekilmesini emretti. Tabii ki, Shoigu veya Gerasimov’la genelkurmay başkanının izniyle geri çekilme emrini verdi. Bunun üzerine Ruslar nehrin doğu yakasına gelip mevzilerini alıyorlar. Bu arada üç savunma hattı inşa ediyorlar. Sanırım ne olacağına dair oldukça iyi bir fikirleri var. İşte tam bu noktada Batı, tüm bu süreç boyunca Rusya’nın askeri kabiliyetine dair hiçbir anlayışa sahip değildi. Batı, 1990’lı yıllara dayanan, yanlış varsayımlara dayalı bir anlatının içine hapsolmuştu. Ve bazı durumlarda, sanırım Rusları hala Sovyet komünistleri olarak nitelendirdiler ki bu tamamen saçmalık. İşte her şey burada. Ah, Rusların füzeleri bitiyordu.

Görünüşe Batı’daki hiç kimse dünyadaki tüm ülkeler arasında uranyum, alüminyum, domuz demiri, demir cevheri, gaz, petrol gibi doğal kaynaklar bakımından bir numaralı ülkenin Rusya olduğunu fark edemedi. Nikel, nadir mineraller, bilirsiniz, listeyi aşağıya doğru inersiniz. Rusya’nın hayatta kalabilmesi, sanayiyi sürdürebilmesi için kendi madenleri yeterli, ihtiyaç duyduğu şeyleri üretmek için başka bir yere gitmesine gerek yok. Batı, Rusya’nın Batı gibi endüstriyel kapasitesini yok etmediğini gördü. Batı ihtiyaçlarının çoğunu Asya’ya, Güney Amerika ve Meksika’ya gönderdi. Ve böylece Rusya birdenbire bir düğmeye basıp sanayisini harekete geçirebildi ve birdenbire füzeler, roketler, top namluları, toplar, tanklar, uçaklar üretmeye başladılar. Bilirsiniz, insanlar Çin’in çok büyük bir sanayi devi olduğundan bahsediyor. Evet doğru. Ancak Çin kendi ticari uçağını üretemiyor, Rusya üretiyor. Rusya, Rusya’nın etrafında uçacak ve %100 Rus parçalarıyla inşa edilmiş ticari uçak üretebilir ve üretti. Yani Batı Rusya’nın zayıf bir taraf olmadığını anlamada başarısız oldu. Eski senatör John McCain, Rusya’yı bir ülke ya da ülke görünümüne bürünmüş bir benzin istasyonu olarak tanımlamıştı. Sadece aptal. Aptal ve kibirli. Ama o öyleydi, aptal ve kibirli.

‘Almanya ABD ona ne yapmasını söylerse onu yapacak’

  • Geçen günlerde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde bir konuşma yaptınız. Kuzey Akımı boru hattına yapılan saldırıdan bahsettiniz ve durum açıkça tüm dünyada tartışılan bir konuydu. Gördüğümüz kadarıyla, ABD ne kadar Ukrayna’yı parmakla gösterse de bu konuyla ilgili küresel fikir birliği, ABD’nin sorumlu olduğu yönünde. Ancak operasyonun kapsamı göz önüne alındığında Ukrayna’nın bunu başarması beklenmiyor. Yani Almanya bu tartışmanın merkezinde ama aslında konuyu halının altına süpürüyorlar. Konu hakkında konuşmaktan hiç keyif almıyorlar. Ancak kapalı kapılar ardında Alman karar vericilerin konuyu ABD ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmek için bir neden olarak gördüğünü düşünüyor musunuz?

Hayır, talihsiz olan da bu. Amerika Birleşik Devletleri’nin kurbanı oldular ve bu konuda hiçbir şey yapmıyorlar. Birine benim için Olaf Scholz’u boynunda bir tasma ve Joe Biden’ın elinde bir köpek tasması ile gösteren siyasi bir karikatür yaptırmaya çalışıyordum, çünkü öyleydi. Onlar tasmanın ucundaki bir köpek ve sahibi ABD onları nereye sürüklemek isterse oraya gidecekler. ABD onlara ne yapmalarını söylerse onu yapacaklar. Biz onlara yemelerini söylediğimiz şeyleri yiyecekler. Biliyorsunuz bu bir ülke için aşağılanmadır. Bunda onur yok. Ama bunun kendilerine yapılmasına izin veriyorlar. Hangi sebeple bilmiyorum. Çünkü Almanya’ya yapılan bu saldırının ekonomik sonuçları derin oldu. Almanya sözde uluslararası kurallara dayalı düzeni koruma konusunda ısrarcı değil. Mesela Türkiye’den kaç tane boru hattı geçiyor biliyor musunuz? En az üç, belki daha fazla olduğunu düşünüyorum. Birisi boru hatlarınızdan birini havaya uçurursa, arkanıza yaslanıp “Bunu kimin yaptığını bilmiyorum dostum” mu diyeceksiniz. Bu korkunç. Siz de haklı olarak öfkelenirsiniz ve bunu kimin yaptığını bulmak ve bunu yapanlardan hesap sormak istersiniz.

Nord Stream’de göremediğimiz şey de bu. Yani batıdaki çılgınlar bununla Rusya’ya zarar vereceğimizi sandılar. Boru hattını havaya uçuruyorlar. Yani boru hattının tamamı Rusya’nın Avrupa’ya ucuz gaz sağlayabileceği bir dağıtım mekanizmasıdır. Boru hattı artık orada değil. Rusya gazı hâlâ topraktan üretiyor. Sadece farklı şekillerde göndermeleri gerekiyor. Bu da nakliyeyi yapan kişilerin daha fazla para kazandıkları için zenginleşecekleri anlamına geliyor. Ve hattın sonundaki tüketiciler, ulaşım maliyetleri arttığı için daha fazla ödeyecekler. Bu ileri düzey matematik yapmak zorunda kalmaya benzemiyor. Bu basit toplama ve çıkarma işleminin bir parçasıdır. Ve bu anlamda, Rusya’ya ekonomik olarak zarar vermedi ama sadece Almanya’ya değil, tüm Avrupa’ya zarar verdi çünkü gaza daha fazla para ödüyorlar. Ve fiyatlar yükseldiğinde, bu durum tedarik hattını etkiliyor, işleri etkiliyor. Almanya’da kapanan ve ülke dışına taşınan çok sayıda fabrikanız oldu. Asıl şok edici olan Almanların bunu kabul etmeye bu kadar istekli olmaları. Biliyor musun, bu gerçekten utanç verici.

‘Herkes aklını mı kaçırdı? Tayvan bir ülke değil, Çin’in parçasıdır!’

  • Avrupa’nın ABD ne isterse yaptığını söylediniz. Çin devlet başkanı Bay Xi Jinping Avrupa’ya bir gezi düzenledi. Çin’in Tayvan meselesiyle ilgili de beklentileri var. ABD’nin Çin’den ekonomik olarak kopmak istediğini biliyoruz. Kendi çıkarları da göz önünde bulundurulduğunda Avrupa’nın bu kopuşta ABD’yi takip edeceğini düşünüyor musunuz?

Herkes aklını mı kaçırdı? Alzheimer hastalarının hafızası mı kalmadı? Tayvan Çin’in bir parçasıdır. ABD’nin 1972’de desteklemeyi kabul ettiği tek Çin politikası buydu. Bunun sonucunda Tayvan artık Birleşmiş Milletler’de masaya oturabilecek bir ülke olarak tanınmıyordu. Tayvan bir ülke değil Çin’in bir parçasıdır. Bunu kabul etmek zorundalar. Ya da Batı hayır demek isterse “artık bunu kabul etmeyeceğiz.” “Çin’le savaşa girmek istiyoruz” mu diyorsunuz? Tamam, devam edin. Gerçek şu ki Çin, dünyayı fethetmeye hevesli emperyal bir güç olarak gösterilmeye devam ediliyor. Son 45 yılda kendi sınırları dışında yürüttükleri tek askeri operasyon Vietnam’a saldırıydı o zaman da Vietnam Kamboçya’ya saldırıyordu. Yani Çin, Fransızlar gibi, Amerikalılar gibi, İngilizler gibi Afrika’da, Sahel’de Çin askeri üsleri kurarak dünyayı dolaşan saldırgan bir seferi askeri güç olmadı, yani sömürgeci sorunu olan Batı’dır Çin değil.

Çin’in Avrupa ziyareti, birincisi, Macron’la konuşmak, Macron’u tekrar gemiye alıp Avrupalıları Rusya ile ciddi bir müzakere başlatmaya ikna edecek bir şeyler yapıp yapamayacağımızı görmek amacıyla gerçekleşiyor. Ama sonra Macarlar ve Hırvatlarla buluştu. Temelde Rusların yanında yer aldılar. Sanırım bir nevi bu devletlere, Rusya’nın tutumuna verdikleri destek nedeniyle Avrupa kıtası içinde kendinizi izole edilmiş hissedebilecekleri için güvence sağlıyor. Sanırım gönderdiği mesajlardan biri bu. Bence Tayvan’la ilgili ortaya çıkan bu histerinin çoğu, Batı’nın bir düşman yaratma ihtiyacından kaynaklanıyor; böylece ABD’nin yılda bir trilyon dolara yaklaşan savunma bütçesini haklı gösterebilirler. Bence geriye dönüp gerçeklerle yüzleşelim. Biz anlaştık, ulusumuzun liderleri 52 yıl önce Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğu konusunda hemfikirdi. Dolayısıyla tek Çin politikası. Anlaşmalara uyalım.

‘Birleşik Krallık solan bir güç.’

  • Bildiğimiz gibi Süveyş krizinden bu yana küresel sahnede nüfuz açısından Birleşik Krallık’ın ABD’nin ardından ikinci sırada yer aldığını görüyoruz. Ancak Birleşik Krallık’ın küresel siyaseti etkileme konusunda göründüğünden çok daha güçlü olduğu iddiası hep dile getiriliyor. Suriye iç savaşıyla birlikte Rusya ile İngiltere arasında ciddi bir istihbarat savaşı gördük. Ve şimdi Ukrayna’da, Ukrayna operasyonlarının istihbarat alanında CIA’den çok MI6 ile bağlantılı olduğuna dair raporlar bile var. Peki Londra’daki ekonomik gücü ve MI6 nüfuzu ile Birleşik Krallık’ın dünya çapında düşündüğümüzden çok daha fazla etkiye sahip olduğu fikirlerine katılıyor musunuz?

Benim görüşüme göre İngilizler, pis, küçük bir Chihuahua’ya, küçük minnacık bir köpeğe benziyor. Gerçekten huysuz, kimseyle anlaşamıyor ve konu söz konusu olduğunda gerçekten ilgisiz, bilirsiniz, bazı kargaşaları yaratma yeteneğine sahip. İngilizler hâlâ kendilerini küresel sömürgeci güç olarak görüyorlar. Artık değiller. Bir şakadan ibaretler. Donanmaları uçak gemilerini bile çalıştıramıyor. Mayın tarama gemilerinden biri başka bir mayın tarama gemisine çarptı. Biliyor musun, araba kullanmayı bile bilmiyorlar. Artık teknelerini, gemilerini nasıl satacaklarını bilmiyorlar. Zamanında kendisini küresel bir deniz gücü olarak kabul ettiren ülke. Burada Rusya’ya saldırmak ve onu kışkırtmak için ellerinden geleni yapıyorlar ve bunu hiçbir kontrol duygusu olmadan yapıyorlar. Ama çok fazla güçleri yok. Ekonomik bir güç değiller. Son baktığımda GSYH açısından dünyada ilk 10’da bile değillerdi. Birleşik Krallık solan bir güç. Ve solan tüm güçler gibi onlar da debeleniyorlar. Birilerini yakalayıp yanlarına çekebilirler ama Britanya durumu tersine çeviremeyecek. 70.000 kişilik bir orduları var. Bu hiçbir şey değil. Tankları, sanırım askeri güçlerinin en iyi göstergesi, rakip tanklarından biri çamura batmıştı, bilirsiniz, dışarı çıktı, çamura battı. Çıkaramadılar. Bu Britanya’yı anlatıyor. Bu yüzden Ukraynalılara karşı çok agresif olacaklarından şüphem yok ama biliyorsunuz, çeklerin çoğunu onlar yazmıyorlar. Her zaman prensibe inanın. Para konuşur, biliyorsun veya altın kural altına sahip olanlar kuralları koyar. Ve bu durumda ABD altın kuralın kralıdır. Paranın büyük kısmını biz sağlıyoruz. Ukraynalılar İngilizleri dinlemeden önce bizi dinleyecekler, çünkü biz daha iyi para ödüyoruz.

‘MI6’in ve CIA’in devrinin geçtiğini düşünüyorum’

  • Evet ama onların istihbaratı ne olacak? Etki açısından onların istihbaratının CIA ile aynı seviyede olduğunu düşünüyor musunuz?

MI6 ve CIA genellikle açık kaynak istihbaratı kullanır. İnsan kaynağı istihbaratı genellikle saçmalıktır. Yapmıyorlar. Her iki tarafın da Rus hükümeti ve Rus ordusu içinde iyi bir nüfuzu veya varlığı yok. Ve bunun nedeni oldukça basit. Rusya’da aklı başında kim İngilizler ya da Amerikalılar adına casusluk yapmak için hayatını riske atmak ister ki? Hiç mantıklı değil. Her iki ülke de pek çok açıdan Rusya’dan daha az özgürlüğe sahip. Her iki taraf da siyasi muhaliflere yönelik siyasi zulümle meşgul; Rusya’yı sık sık bunu yapmakla suçluyorlar. Yani biliyorsunuz, Britanya gibi. Britanya da bir nevi polis devletidir. Kürtaj kliniğinin önünde dua ettiğiniz için tutuklanabilirsiniz. Dua etmek, yüksek sesle bile konuşmamak, sessizce dua etmek. Düşünce suçundan tutuklanıyorsun. Üst düzey Rus yetkililer bu şekilde kendilerini riske atacaklar. Yani istihbarat açısından bakıldığında, CIA ve MI6’in büyük ölçüde önemsizler. Kötü niyetle etkili oldukları nokta, Ukraynalıların Rusya içindeki hedeflerine karşı saldırılar düzenledikleri gizli eylemler planlamasına yardımcı olmaktır. Bunlar yine savaşı değiştirmiyor. Yaptıkları tek şey Rusları fena halde kızdırmak ve Rusların Ukraynalıları yok etme konusunda daha kararlı olmalarını sağlamak. Ama MI6’in ve CIA’in devrinin geçtiğini düşünüyorum.

‘Trump gelirse Ukrayna savaşını bitirir.’

  • Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşan seçimlerle ilgili. Gazze’de savaş devam ederken Biden yönetiminin anketlerinin her zamankinden daha düşük gittiğini gördük. Dolayısıyla dünyada Donald Trump’ın Kasım seçimlerinde geri dönüş yapacağı yönünde genel bir beklenti var. Peki olası yeni bir Trump yönetiminde ABD’nin dış politikası için ne öngörüyorsunuz? İsrail’le ilişkilerinin değişeceğini, güçleneceğini düşünüyor musunuz? Sizce Trump Ukrayna’daki savaşı bir günde bitirmek için söz verdiği şeyi yapacak mı?

Evet, Ukrayna’daki savaşı bitireceğini düşünüyorum. NATO’nun çok güçlü bir şekilde yeniden değerlendirilmesi için baskı yapacağını düşünüyorum. Ancak İsrail politikasının pek değişeceğini düşünmüyorum. Belki farklı bir bakış açısı getirecektir. Mesela Türkiye’yle, Ürdün’le, Suudi Arabistan’la, Mısır’la müzakereler yapmaya daha istekli olacak ve nasıl bir çözüm bulunabileceğini görmeye çalışacak. Netanyahu’nun hayranı değil, bu da Netanyahu’nun muhtemelen o noktada terk edilip gideceği anlamına geliyor. Ancak İsraillilerin çoğunluğu hâlâ Netanyahu’nun izlediği temel politikaları destekliyor. Dolayısıyla Trump gelse bile ABD’nin İsrail politikasında pek bir değişiklik olacağını görmüyorum. Aksine, Cumhuriyetçiler İsrail’in, Siyonist hareketin Demokratlara göre daha cesur destekçileridir. İsrail’i Cumhuriyetçilerle aynı coşkuyla desteklemekte tereddüt eden Demokratların sayısı daha fazla. Çin’e yönelik politikada bir değişiklik göreceğinizi düşünüyorum. Daha az hakaret edici olacaktır. ABD’nin şu anda yaptığı şey Çinlilere hakaret etmek. Çin bundan bıktı ve yoruldu. “Bize bu şekilde davranılmayacak” diyorlar.

SÖYLEŞİ

‘Emperyalizm petrolünü çalmak için Venezuela’ya boyun eğdirmek istiyor’

Yayınlanma

10 ve 11 Eylül tarihlerinde Venezuela’nın başkenti Caracas’ta Faşizm, Neo-Faşizm ve Benzer Tezahürlere Karşı 1. Dünya Kongresi düzenlendi. Devlet başkanlığı seçimlerinin yapıldığı 28 Temmuz’u takip eden günlerde darbe girişimine maruz kalan ülkede, o günlerde bir tür faşizm ya da neo-faşizmin ortaya çıktığını gösteren durumlar yaşandı ve bu durum alarm zillerinin çalmasına neden oldu; öyle ki hükümet ve toplumsal tabanlar, faşizme ve onun çeşitli tezahürlerine karşı uluslararası bir savunma cephesi oluşturmak ve her şeyden önce tartışmak üzere dünyanın dört bir yanından binlerce sosyal aktivisti örgütlemeye ve kabul etmeye karar verdi.

Bu bağlamda Arjantinli iktisatçı ve insan hakları aktivisti Claudio Katz ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Katz, çağdaş kapitalizmi ve küresel iktisadi krizi yorumlayan çok sayıda metnin yazarı. Katz, serbest ticaret, dış borç ve militarizasyona karşı çıkan kıtasal forumlara aktif olarak katılıyor. Sosyalizmin Geleceği (2004) ve Latin Amerika’da Solun İkilemleri (2008) adlı kitaplarıyla Libertador Eleştirel Düşünce Ödülü’nden teklif aldı.

Venezuelalı siyaset bilimci Micaela Ovelar ve Claudio Katz

Arjantin faşizm tehlikesiyle nasıl yüzleşiyor?

Ben Arjantin’den bu önemli Anti-Faşist Kongreye katılmak üzere gelen delegasyonun bir parçasıyım ve Buenos Aires’ten gelen bizler için özellikle şok edici, zira geçen hafta Arjantin’de Javier Milei’nin, Santiago Abascal’ın (İspanya), José Antonio Kast’ın (Şili) ve Latin Amerika’daki en sağcı akımın tüm liderlerinin hazır bulunduğu bir aşırı sağ kongresi düzenlendi.

Ve bunun etkisi son derece güçlü, zira burada Venezuela’da, geçen hafta Buenos Aires’te medyada gördüğümün tam tersini yaşıyoruz. Onların bir ajandası var, bizim ise tam tersi bir ajandamız var. Her şeyden önce bizim anti-faşist bir ajandamız var, onların ise faşizme karşı farklı yaklaşımları var. Bunlar farklı ülkelerdeki faşist süreçlerin kabul edilmesi, farklı şiddet türlerinin kolaylaştırılması, terör örgütlerinin eylemlerinin kolaylaştırılması anlamında yaklaşımlar.

Örneğin, eski Devlet Başkanı Cristina Fernández de Kirchner’e dönük suikast girişimi, bu örgütlerin ağları tarafından aktarılan nefret söylemi ve şiddetle motive edildi. Buenos Aires’teki aşırı sağ, İsrail’in Gazze’deki katliamı için özür diliyordu. Aşırı sağ, şu anda Gazze’de görülen barbarlığı, o tarifsiz bombardıman sahnesini, çocukların katledilmesini, hastanelerin yıkılmasını savunuyor.

Ve aşırı sağ tüm bunları sahipleniyor. Biz burada, Venezuela’da, Filistin halkına yönelik soykırımı kınıyor, Filistin halkını destekliyor, Güney Afrika’da apartheid’a karşı yürütülen kampanyaya benzer bir kampanya yürütüyor, Filistinlilerin etnik temizliğine karşı küresel intifadanın büyük öfke hareketini destekliyoruz. Yani nereden bakarsanız bakın, farklı gündemlerimiz var. Onlar Avrupa’nın militarizasyonundan, Ukrayna’daki savaşın devamından yanalar. Biz ise bir tür pasifikasyon, bir tür arabuluculuk, bu NATO varlığını sona erdirmenin bir yolu, eski kıta boyunca füzeleri hareket ettirmek istiyoruz.

Onların, yani aşırı sağın ise gerici bir otoriterlik programı var. Tehlikeli neo-faşizm, yarı-faşizm, proto-faşizm biçimlerine yaklaştıkları yöntem budur. Örneğin Trump, tüm güçlerin mutlak kontrolünü elinde tutmayı, yargı ve yasama organlarının özerkliğini ortadan kaldırmayı, basını kontrol etmeyi, güvenlik kurumlarını kontrol etmeyi, yani Arjantin’de Milei’nin sahip olduğu Anayasa’yı ihlal programının aynısını uygulamayı amaçlıyor.

Esasında, anayasal reformlar yapmadan ulusal anayasaları değiştirmeye çalışıyorlar. Esasen otoriter yeni bir siyasi rejim dayatmak ve kampanyalarını geliştirdikleri araç haline gelen sosyal ağların muazzam gücünü kullanmak istiyorlar. Trump, Bolsonaro, Milei ekonomik güçlerini siyasi güce dönüştürmek ve bu güçle nefret söylemlerini sosyal ağlar üzerinden sürdürmek istiyorlar. X paltformu üzerinden tamamen kontrolsüz bir düzeyde sözlü şiddete başvurdular.

Biz de bu konuda tam tersi bir istikametteyiz. Biz sosyal ağların düzenlenmesini ve bu evrenin hegemonik güçlerin keyfine göre yönetilen bir arenaya dönüşmemesini istiyoruz. Bu anlamda kayda değer bir hedefe -asın özgürlüğünü etkin bir şekilde kullanmış olan Julian Assange’ın özgürlüğüne- ulaştık. Bu bizim alanımızda, demokrasi alanında, özgürlük alanında yer alıyor.

Faşizm dünyanın diğer bölgelerinde nasıl ifade ediliyor?

Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, açık açık sosyal eşitliğin bir sapma olduğunu söylüyor. Biz sosyal eşitliğin, sosyal adaletin elde edilmesi gereken bir hak olduğunu düşünüyoruz. Milei, zenginlerden vergi alınmamasını istiyor. Biz büyük servetlerden alınan vergilerle eşitsizlik uçurumunu azaltmak istiyoruz.

Eski gerici milliyetçiliğe geri dönmek ve her bir ülkenin şanlı geçmişini tanrılaştırmak istiyorlar. Trump ‘Yeniden Büyük Amerika’ diyor; Brexit’in destekçileri ‘Viktorya dönemine geri dönelim’ diyor; İspanyollar yerli halkların haklarına karşı ‘Latin Amerika’da İspanyol egemenliğini yeniden inşa edelim’ diyor. ‘Irk Günü’nü geri getirmek istiyorlar. Esasen halkın boyunduruk altına alınmasını ve neoliberalizm dönemi boyunca en çok etkilenen kesimlerin baskı altına alınmasını istiyorlar.

Yoksul işçilere şöyle dediler: “Başınıza gelenlerden rekabet etmediğiniz, yeterince çalışmadığınız ve verimli olmadığınız için siz sorumlusunuz. İşsizsiniz çünkü iş aramıyorsunuz”. Şimdi, bu neoliberal söylem gücünü yitirdi. Ve şimdi yeni sağ, aşırı sağ geliyor ve diyor ki: “Hayır, siz yoksulsunuz, zira hata sizin altınızdakinde, üstünüzdekinde değil, sizi sömürende değil, sizi ezende değil, sizin çabanız ve çalışmanızla zenginleşen kapitalistte değil. Bu sizin altınızdakinin hatasıdır”.

Peki göçmenler kim? Meksikalılar, Araplar, Avrupa’daki Afrikalılar, Latin Amerika’daki çaresizler. Onlara karşı ‘cezalandırmacılık’, ‘demir yumruk’ El Salvador’da Bukele ve Arjantin’de Milei veya Bullrich.

Venezuela’da ABD için tehdit oluşturan ne gördüğünüzü analatabilir misiniz?

Venezuela’da gördüğüm şey bir direniş ruhu, direnme kararlılığı, emperyal boyunduruk karşısında sağlam durma kararlılığı. Venezuela’nın petrolü tehlikede. Asıl mesele bu. Emperyalizmin istediği şey petrol. Onlar için seçim tutanakları olsun ya da hiç olmasın, bu tür şeyler onlar için çok az önemli.

Irak’ta yaptıklarını, Libya’da yaptıklarını Venezuela’da da yapmak istiyorlar, gerilim yaşadıkları hükümetleri yıkmak ve bir ülkeyi harap etmek istiyorlar. Ne için? Petrole el koymak için. Trump’ın tüm harflerle, samimiyetle söylediği şey buydu: “Venezuela petrolünün sahibi olmalıydık”. Onların istediği de bu.

Yani basında sürekli bir çifte standart var. Venezuela’nın seçim sistemlerinde sorun olan tek ülke gibi göründüğünü söylüyorlar. Ama Bukele’nin tutanakları nerede? Yüzde 70 ile kazandığını söylüyor. Doğrulama nedir? ABD’de oyların çoğunluğunu alan adaya zafer kazandırmak zorunda olmayan bir seçim kurulu var. Peki orada demokrasinin ihlal edildiğini düşünen oldu mu? Aday olmak için para toplamak zorunda olduğunuz bir ülkede. Buna plütokrasi denir. Sadece parası olanlar aday olabiliyor, paranız yoksa hiçbir şey, medyada tek bir kelime bile yok.

Fransa’da Macron parlamento seçimlerini kaybetti. Seçimleri kim kazanırsa onunla yaşamak zorunda ve halkın iradesine saygı duymadı. İspanya’da bir monarşi var. Peki bu monarşi bize Latin Amerika ülkelerine demokrasi ve cumhuriyet hakkında ders verecek mi? Büyük Britanya’daki, Fransa’daki seçim bölgesi oylama sistemi oyların orantılılığını bozuyor. Sorusu olan var mı? Yok.

O zaman sorunların arka planına inmek zorundasınız. Emperyalizm Venezuela’ya boyun eğdirmek istiyor, Çin ile bir anlaşmazlık geliştirmek için Latin Amerika’ya boyun eğdirmek istiyor, sözde ‘arka bahçesinin’ mutlak kontrolünü yeniden elde etmek istiyor. Ve işte burada direniş var, mücadele var, savaş var.

Bolivya’da gerçekleşen ve sağın mağlup olduğu, Bolsonaro’nun darbesinin yenilgisine yol açan, Fransa’da Le Pen’in zaferini engelleyen savaşın aynısı. İşte gidilecek yol budur. İşte bu nedenle Venezuela’da, öncesi ve sonrasıyla bir dönüm noktası olacağına emin olduğum bu Kongre’de bulunmaktan memnuniyet duyuyorum.

Faşizme Karşı Birinci Dünya Toplantısı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu, sağcı dalgayı durdurmak, faşist dalgayı durdurmak ve idealimiz için, burada bulunan birçoğumuzun ideali için mücadele etmek üzere bölgemizdeki halk hareketlerinin daha fazla eklemlenmesinin bir başlangıcı. Zira sağın ideali, ajandası kapitalizmdir. İşte bu yüzden sosyalizm hakkında bu kadar kötü konuşuyorlar. Ve bu konuda haksız da sayılmazlar. Onların düşmanı sosyalizmdir, zira sosyalizm eşitlik projesidir, demokrasi projesidir, adalet projesidir.

Ve size daha fazlasını söyleyebilirim: Bizim sosyalist projemiz, Milei, Trump, Le Pen, Meloni ve dünyadaki tüm aşırı sağcıların sahip olduğu piyasa idealizasyonundan ve kapitalist refah hayalinden sonsuz derecede daha az ütopiktir. Birlikte kazanacağız!

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Hedef Finlandiya’nın NATO içinde yerini sağlamlaştırmak’

Yayınlanma

Eski Finlandiya Savunma Bakanlığı Araştırmacısı Dr. Matti Pesu sorularımızı yanıtladı: “NATO ve Rusya arasında tam ölçekli bir savaşın tırmanma riski düşük kalmaya devam ediyor, çünkü hiçbir taraf askeri çatışma istemiyor.”

Finlandiya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (FIIA) Finlandiya dış politikası, Kuzey Avrupa güvenliği ve NATO araştırma programında Kıdemli Araştırma Görevlisi olan Matti Pesu,  Mayıs 2022’den Nisan 2023’e kadar Finlandiya’nın yeni oluşmakta olan NATO politikasını ve ülkenin Avrupa-Atlantik güvenliğinde değişen rolünü analiz eden bir araştırma projesini yönetmiştir. Finlandiya dış, güvenlik ve savunma politikası, savunma işbirliği, Baltık Denizi güvenliği ve Avrupa-Atlantik güvenliği konularında kapsamlı yayınları bulunmaktadır.

Matti, Rusya-Ukrayna savaşı ve Baltık ülkelerinin dış politikası ile ilgili gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

NATO’nun doğu kanadını güçlendirmek, özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinden sonra, İttifak için önemli bir gündem maddesi haline geldi. Son olarak, ABD’nin Almanya’ya uzun vadeli olarak hipersonik füzeler konuşlandırma kararı Moskova’dan misilleme gördü. Bu tırmanış riskleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

NATO ve Rusya arasında tam ölçekli bir savaşın tırmanma riski düşük kalmaya devam ediyor, çünkü hiçbir taraf askeri çatışma istemiyor. ABD’nin yeni bir silah sistemi konuşlandırma kararı, Rusya’nın Orta Menzilli Nükleer Güç Antlaşması’nı ihlal ederek orta menzilli füzeler konuşlandırmasına ölçülü bir yanıt olarak, caydırıcılığı güçlendirmek ve ABD’nin müttefiklerine güvenlik taahhüdünü pekiştirmek amacıyla alınmıştır.

NATO için tehlike, Suwalki koridorunun istikrarsızlaştırılması, çünkü bu, tüm Baltık devletlerini Polonya’dan koparabilir ve NATO’nun Litvanya, Letonya ve Estonya’ya karadan tek ulaşım rotasını kesintiye uğratabilir. Moskova’nın Ukrayna’dan sonra Estonya, Letonya, Litvanya veya Polonya’yı işgal edeceğine dair iddiaları gerçekçi buluyor musunuz? Putin veya kabinesinden bu yönde bir açıklama gelmedi daha önce.

Rusya aslında NATO ile doğrudan askeri çatışma riskini önemli ölçüde artıracak eylemlerden kaçındı. Ancak, Ukrayna çökerse, bu komşu NATO müttefiklerine karşı Rus saldırganlığı için potansiyel bir sıçrama tahtası olarak hizmet edebilir. Bu senaryo bölgesel güvenliği bozacaktır ve bu da Baltık devletleri ve Polonya’nın Ukrayna’yı güçlü destekçilerinden biri olmasının nedenlerinden biri.

Son aylarda Rusya, Belarus ile askeri işbirliğini artırdı ve ortak nükleer tatbikatlara başladı. Bu bağlamda “nükleer savaş” riskleri ne kadar gerçekçi?

Nükleer savaş riski çok düşük kalmaya devam ediyor. Ancak, Rusya’nın Belarus ile nükleer işbirliği, Batılı destekçileri Ukrayna’ya daha güçlü askeri yardım sağlamaktan caydırmak ve sindirmek stratejisinin bir parçasıdır.

Finlandiya NATO’ya katılarak uzun vadeli tarafsız pozisyonundan vazgeçti. NATO’nun geri kalanını küçük Baltık ülkeleri için feda etmeyeceğini tartışan uzmanlar göz önüne alındığında, bunun Rusya’yı Finlandiya’ya karşı herhangi bir eylemden caydıracağını düşünüyor musunuz?

NATO’nun tarihine bakıldığında, uzmanlar ve politika yapıcılar, ABD ve müttefik güvenlik garantilerinin güvenilirliğini tartışmışlardır; bu, “genişletilmiş caydırıcılık” kavramının içsel bir parçasıdır. Bu tartışmalara rağmen, ABD ve diğer NATO müttefikleri kolektif savunmaya bağlılıklarını sürekli olarak göstermektedir. Finlandiya’da düzenli olarak tatbikatlar yapıyorlar, ülkeyi savunmak için uygulanabilir operasyonel planlar geliştiriyorlar ve askeri ekipmanları Finlandiya topraklarına önceden yerleştirme isteklerini belirtiyorlar. Bu eylemler, müttefiklerin karşılıklı savunmaya olan bağlılıklarını güçlü bir şekilde göstermektedir.

Macaristan Dışişleri Bakanı Péter Szijjártó, Baltık ülkelerini Macaristan’a karşı bir “yalan kampanyası” başlatmakla suçladı. Güvenlik kontrollerine ilişkin kararın Macaristan’ın sıkı güvenlik önlemlerini zayıflatmadığını vurguladı. Bu iddialara cevap vermek için Güvenlik Politikası Devlet Sekreteri Péter Sztáray, Estonya, Letonya ve Litvanya büyükelçiliklerine ilk elden bilgi sağladı ve “yanlış bilgilendirme kampanyasını sona erdirmeyi umuyoruz” dedi. Finlandiya, Macaristan’ın tutumu hakkında ne düşünüyor? Budapeşte Finlandiya’nın NATO üyeliğini onayladıktan sonra ilişkiler nasıl gelişti?

Macaristan ile çoğu AB ve NATO ortağı arasındaki ilişki son zamanlarda dibe vurdu. Ayrıca, Finli politikacılar Macaristan’ın Moskova’ya yaptığı ziyaret ve Ruslara vize verme kararı gibi son eylemlerini sert bir şekilde eleştirdi. Macaristan’ın Finlandiya’nın ve özellikle İsveç’in NATO üyeliği üzerindeki engelleyici tutumu, birçok Finliyi kızdırdı. Macaristan’ın bu eylemlerinden ne kazandığını görmek zor, itibarının zarar görmesi dışında…

Rusya ile diyalogda kalmanın onu düşman yapmaktan daha güvenli olduğu tartışmalarına ne diyorsunuz?

İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan 2022 Şubat’ında Rusya’nın Ukrayna’ya tam ölçekli işgaline kadar Moskova ile diyalog sürdürmek, Finlandiya dış politikasının temel bir unsuru idi. Bu diyalogun yoğunluğu zamanla değişti. Ancak, son Rus saldırganlığı nedeniyle, şimdi tartışılacak çok az şey var, çünkü Finlandiya ve daha geniş Batı’nın Ukrayna’daki savaş ve Avrupa güvenliği konusundaki görüşleri Moskova’nın konumuyla büyük ölçüde farklılık gösteriyor. Bu durum, Rusya’nın kendi zararlı eylemlerinin doğrudan bir sonucudur. Finlandiya gibi bir cephe ülkesi için, Rusya’nın saldırganlığının başarısız olması ve Batı’nın bu tür eylemleri kınamada birleşik kalması, varoluşsal bir çıkar meselesidir.

Finlandiya’nın NATO’ya katılımı Türkiye’nin desteği ile oldu, bu süreçten sonra Helsinki-Ankara ilişkilerinde neler değişti?

Finlandiya’nın NATO üyelik süreci sırasında Finlandiya-Türkiye diplomasisinin yoğunluğu önemli ölçüde arttı ve terörizm gibi konular üzerine çalışma grupları kuruldu. Ancak bildiğim kadarıyla, bu çalışma grupları son zamanlarda pek aktif değildi ve kamuoyunda büyük ilgi çekmedi. İkili ilişki yoğunluğu doğal olarak azaldı. Finlandiya’da Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelik süreçlerini kendi amaçları için kullanmasının her iki ülkenin ulusal güvenliğini tehlikeye attığı yönünde bir duygu var. Bununla birlikte, Finlandiya ve Türkiye’nin – her ikisi de önemli kara kuvvetlerine sahip olan ülkeler – ittifak içinde önemli çıkarları paylaşabileceği de kabul ediliyor.

Finlandiya’nın şu anda ana dış politika ve güvenlik gündemi nedir?

Mevcut gündem, Finlandiya’nın NATO içinde yerini sağlamlaştırmak ve NATO’nun planlama, komuta yapısı ve kuvvet yapısına entegrasyonunu sağlamak üzerine odaklanıyor. Helsinki ayrıca ABD, İngiltere, Norveç ve İsveç gibi önemli müttefiklerle ilişkilerini yoğunlaştırıyor. Ayrıca, Ukrayna’yı desteklemek yüksek derecede bir öncelik.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Kendimizi ilk günden itibaren savaşmaya hazır hale getiriyoruz’

Yayınlanma

Estonya Savunma Bakanlığı’nın eski Washington Temsilcisi Nele Loorents Harici’ye konuştu:  “Hükümetin önümüzdeki dört yıl boyunca savunmaya en az %3’ten fazla harcama yapma taahhüdü var. Estonya şu anda Avrupa’da en büyük mühimmat tedarikçilerinden biri. Bölgedeki olası çatışmalara karşı hazırlıklı olmak için kendimizi ilk günden itibaren savaşmaya hazır hale getirmek istiyoruz.”

Estonya Savunma Bakanlığı’nda uzun süreli bir kariyere sahip olan Nele Loorents, 2017-2021 yılları arasında da Estonya’nın NATO Daimi Temsilciliği’nde Savunma Müşavir Yardımcısı olarak görev yapmıştır. Devlet görevlerinin ardından savunma uzmanı olarak kariyerine devam eden Loorents, savunma yatırımları, savunma politikası ve planlaması alanlarında uzmanlık ve danışmanlık yapmaktadır. Loorents alanındaki çalışmalarına 2023’ten beri Estonya merkezli Uluslararası Savunma ve Güvenlik Merkezi (ICDS) adlı düşünce kuruluşunda devam etmektedir.

Nele Loorents, Estonya’da ICDS ofisinde gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘Rusya’dan tamamen kopup Batı’ta entegre olabilmek için çok çalıştık’

Savunma bakanlığında 23 yıldır çalışıyorsunuz ve Sovyet sonrası dönemi ve şu anki durumu kıyaslayabiliyorsunuz. Tüm bu yıllar boyunca Estonya’nın savunma politikasında tanık olduğunuz dönüşümün özetini kısaca anlatabilir misiniz? Diğer Baltık ülkeleri hakkında da konuşabilirsiniz çünkü komşularınızla benzer deneyimlere sahipsiniz.

Bence bizim perspektifimizden gerçekten önemli olan şey, bağımsızlığımızı kazandığımızda, Rus mirasından tamamen kopmamızın çok önemli olduğuydu. Her şeye sıfırdan başladık. Savunmamızı tamamen Batı ordularına daha uygun olacak şekilde yeniden yapılandırdık. Elbette ilk günden itibaren hem NATO’ya hem de AB’ye katılma konusunda büyük bir kararlılığımız vardı, çünkü Estonya gibi küçük bir ulus için ve diğer Baltık devletleri için daha büyük organizasyonlara üyelik kazanmanın hayati ve varoluşsal olduğunu anladık. Bu yüzden bağımsızlığımızın ilk yıllarında NATO ve AB’ye katılabilmek için çok çalıştık. Tüm işlerimizde oldukça muhafazakardık. Farklı organizasyonların belirlediği tüm gereklilikleri ve kuralları takip etmeye çalıştık. Ekonomik olarak, bağımsızlığımızın ilk yılları en kolay yıllar değildi, özellikle her şeye sıfırdan başladığımız için. Ama aynı zamanda üniversitelerden yeni mezun olmuş ve zaten Batı zihniyetine sahip olan genç bir nesli liderliğe getirmek için büyük bir fırsatımız vardı. Bu yüzden, mevcut sistemi değiştirmek zorunda kalmamamız ve toplumu, geleceğimiz ve uzun vadeli bağımsızlık çabalarımız için en faydalı olacağını düşündüğümüz şekilde inşa edebilmemiz bize çok yardımcı oldu.

‘Hükümetin savunmaya önümüzdeki dört yıl boyunca en az %3’ten fazla harcama yapma taahhüdü var’

Orta Avrupa ülkeleri ve ötesinde, Rusya ile sınırı olan Avrupa ülkeleri mecazi olarak bir tür tampon bölge konumunda kalıyor. Bu durum, uzun yıllar savunma danışmanı olarak sizi kişisel olarak nasıl hissettiriyor? Ve politikalarınızı nasıl etkiliyor?

Tampon bölge derken ne demek istiyorsunuz?

Örneğin Ukrayna bu pozisyonda çünkü Rusya Ukrayna’ya NATO’ya yaklaşmamasını söyledi. Ukrayna bunu dinlemedi ve şimdi durum bu. Avrupa ve Rusya arasında tampon bölge olmak gibi. Aynı anda hem korkuyorsunuz hem de cesur olmak istiyorsunuz ama sonucu bilmiyorsunuz.

Bu doğu kanadını tampon bölge olarak adlandırmanın doğru kelime olup olmadığından emin değilim. Ama neyse, Rusya her zaman komşumuz oldu. Ve Rusya’nın hırsları veya genel olarak tarihi olarak iddia edilen bölgelerine yönelik politikaları konusunda herhangi olumlu bir şey hissetmedik. Şimdi ve sonra, Rus politikacılar Baltık devletlerini hala büyük Rus imparatorluğunun tarihi bir parçası olarak gördüklerini söylüyorlar. Ve Rusya’nın Baltık devletlerini kendi etki alanında tutma ilgisi her zaman oldu. Bu her zaman böyleydi. Rusya’nın bize karşı tutumunda herhangi bir değişiklik olacağını hiç düşünmedik. Ve savunmamızı, ülkemizi bağımsız olarak savunmaya hazırlıklı olacak şekilde geliştirdik. Örneğin Estonya’nın savunmaya ne kadar yatırım yaptığı yıllar boyunca çok belirgin oldu. Estonya 2015’ten beri savunmaya NATO kriterlerine tam olarak uyan %2’den fazla yatırım yaptı. Ama bu, Kırım olayından sonraki yıldı. Bu yüzden duruma çok ilgili terimlerle hemen tepki vermeye başladık.

Ve bu, Başbakan Kallas döneminde gerçekten arttı. Evet. Ve şimdi, Ukrayna’nın tam ölçekli işgalinin son iki buçuk yılı içinde, savunma bütçemizi daha da artırma kararı aldık. Şu anda seviye %3.2 civarında. Hükümetin önümüzdeki dört yıl boyunca en az %3’ten fazla harcama yapma taahhüdü var. Ve bence daha da önemli olan şey, bu parayla ne yaptığınız.

Bu bütçeyi nasıl dağıtıyorsunuz?

Biz, savunma bütçesinin neredeyse yarısını tedarik ve yeni yetenekler geliştirmeye harcıyoruz, bu bence NATO terimleriyle muhtemelen en yüksek yüzde.

‘Estonya şu anda Avrupa’da en büyük mühimmat tedarikçilerinden biri’

Savunma malzemelerini temin ettiğiniz başlıca ülkeler hangileri?

Birçok farklı ortak var. Daha büyük yetenekler, orta ve uzun menzilli ateşler gibi şeyler hakkında konuşursak, o zaman elbette ABD’den HIMARS sistemlerini, Almanya’dan IRIS-T sistemlerini temin ediyoruz. Tüm Avrupa genelinde mühimmat temin etmek için oldukça fazla ortak var. Estonya şu anda Avrupa’da en büyük mühimmat tedarikçilerinden biri, bu bizim ne kadar küçük olduğumuzu göz önünde bulundurursak şaşırtıcı gelebilir. Ama dediğim gibi, gerçekten hazırlıklı olmak istiyoruz ve kolektif savunmaya ve 5. Maddeye gerçekten inanıyoruz. Ama aynı zamanda, en kötü senaryoda, bir zaman faktörü olduğunu anlıyoruz. Temelde, Müttefik kuvvetlerin herhangi bir türden takviyesi biraz zaman alır. Bu yüzden, bölgedeki olası çatışmalara karşı hazırlıklı olmak için kendimizi ilk günden itibaren savaşmaya hazır hale getirmek istiyoruz. Bölgesel savunmamıza çok yatırım yapıyoruz. Ayrıca son yıl boyunca savaş zamanı hazırlığımızı oldukça önemli ölçüde artırdık. Şu anda yaklaşık 40.000 asker rezervi var. Çok sayıda tatbikat devam ediyor, çok sayıda ani vergi tatbikatı devam ediyor. Toplumun direncini artırmak için genel toplumsal yaklaşıma çok fazla çaba sarf ediliyor. Bu yüzden, bölgemizde bir şey olursa hazırlıklı olmak için şu anda gerçekten önemli bir çaba var.

‘Sovyet döneminden hatıra eski anıtları kaldırdık, bazı etnik Ruslar hala özel günleri kutlamak için bu yerlere gidiyordu’

Nüfusunuzun yüzde kaçı Rus? Sorum, Rusya ile olası bir çatışmaya nasıl tepki verecekleri. Çünkü onların kökeni Rusya ve diğer tüm ülkelerde olduğu gibi Ruslar var. Bu politikayı nasıl yönetiyorsunuz? Onlar Estonya vatandaşı ama Rus, yani tatbikatlara katılıyorlar mı? Rus kökenli vatandaşların yükselen tansiyona tepkisi hakkında halka açık bir anketiniz var mı?

Sanırım şu anda nüfusumuzun yaklaşık %30’u etnik Rus. Birçoğu Estonya toplumuna çok iyi entegre olmuş durumda, bu yüzden bu soru etnik Rusların çoğunluğu için geçerli değil. Ancak, hala Rusya yanlısı mentalitesi olan bazı bölgeler var.

Evet, örneğin Estonya’nın kuzeydoğu kesiminde, nüfusun çoğunluğunun Rus olduğu bir bölge var. Hükümetin son iki yılda yaptığı pek çok farklı adım, etnik Rus nüfusumuz üzerindeki olası Rus hibrit etkisini azaltmak içindi. Rus ve Sovyet dönemlerinin hatırası olan bazı eski anıtları kaldırdık ve bazı insanlar hala özel günleri kutlamak için bu yerlere gidiyordu.

Ve görünen o ki, nüfusun veya etnik Rus nüfusun tepkisi beklenenden daha az oldu. Daha fazla huzursuzluk bekleniyordu, ancak çok az oldu. Bunun nedenleri hakkında spekülasyon yapabiliriz. Ama sanırım nedenlerden biri, özellikle genç neslin, gerçekten Moskova yaklaşımını takip ediyorlarsa bununla etkilenebileceklerini anlamasıdır. Ukrayna’da savaşanlar arasında olabilirler veya Avrupa’da eğitim veya çalışma fırsatları sınırlı ya da tamamen kesilebilir.

Dolayısıyla, genç nesil daha çok Batı’ya yöneliyor ve bu Rus siyasi yaklaşımından daha fazla kopmaya çalışıyor. Ve sanırım yaşlı nesil artık seslerinin pek duyulmadığı bir yaşa geliyor. Muhtemelen bu durumlardan biridir.

‘Nüfusumuzun %5’inden fazlası Ukrayna’dan gelen mülteciler’

Önceki soruya dönersek, bütçenizin dağılımını sormak istiyorum ve çeşitli farklı kaynaklara sahip olduğunuzu söylediniz. Türkiye bunlardan biri. Baykar ile İHA’lar konusunda çalışıyordunuz. Baykar, Ukrayna’da çok etkili oldu, Zelenski hükümetine İHA sağlayarak destekleri övüldü. Baykar ile olan ilişkinizin seviyesi nedir?

Şu anda tam olarak tedarik yetkilisi olmadığım için, farklı işletmelerle ilişkilerin ne kadar yakın olduğunu gerçekten bilmiyorum. Ama biliyorum ki, Savunma Bakanlığımızda ve tedarik organizasyonumuzda, tüm NATO müttefikleri ile gerçekten yakın ilişkiler var. Türkiye de kesinlikle daha fazla işbirliği fırsatı bulmaya çalıştığımız ülkelerden biri.

Estonya nüfus dağılımı açısından şu anda Ukraynalı mültecilerin seviyesi de oldukça önemli, çünkü nüfusumuzun %5’inden fazlası Ukrayna’dan gelen mülteciler. Sokaklarda, mağazalarda ve okullarda yürürken de görülebileceği gibi, Estonya şu anda bu insanları toplumumuza entegre etmek için oldukça fazla çalışma yapıyor, çünkü Ukrayna’daki bu korkunç durumun nasıl sonuçlanacağını gerçekten bilmiyoruz.

‘NATO kuvvetleri Suwalki’de herhangi bir senaryoya hazırlıklı’

Suwalki Koridoru hakkında konuşmak istiyorum. Baltık ülkeleri için, sizin için, Litvanya ve Letonya için de bu kritik bir konu. Kaliningrad yakınlarındaki Suwalki’yi Politico dergisi “dünyanın en tehlikeli yeri” olarak nitelendirmişti. Rus yetkililer Suwalki’den bahsetmiyorlar. Sadece Belarus’tan Lukashenko bir kez Suwalki Koridoru hakkında bir şeyler ima etti. Ama Rusya’dan bir şey duymuyoruz. Neden Baltık ülkeleri için bu konu gündemin en üstünde? Evet, bir gerçek var, ama bununla ilgili bir argüman yok. Bu tartışma nereden geliyor?

Estonya için belki de bu Suwalki problemi, Litvanya ve Polonya’daki kadar her zaman daha az önemli olmuştur çünkü gerçekten onların sınır çizgisindedir. Ve elbette, Suwalki problemi veya bu zorluk, Belarus’un dahlini de içerir. Bu, gerçekten Rusya’nın Belarus işbirliğinden veya kaynaklarından yararlanması gerektiği anlamına gelir.

Bu konuda bazı sorular olabilir. Ancak son iki yılda bu sorunda önemli değişiklikler oldu çünkü NATO önemli kararlar aldı, aynı zamanda ulusal gelişmeler de bu sorunu ele alıyor. Bu zorluğu hafifletmek için çok önemli olduğunu düşündüğüm birkaç şeyi belirtmek istiyorum.

Her şeyden önce, müttefik varlığı meselesi. Madrid’de, NATO’nun gerekli tüm devletlerde, tugay seviyesine kadar varlığını artıracağına karar verildi. Ve şimdi, Litvanya’da bir tugay, Letonya’da bir tugay olacağına karar verildi ve elbette daha fazla varlık, hemen tepki verebilmek için daha fazla güç anlamına gelir. Bu nedenle, Suwalki Koridorundan geçecek kadar kara kuvvetlerini güçlendirmenize gerek yoktur, eğer sadece muharebe gruplarınız varsa. Bu ilk şey.

Kararlaştırılan ikinci şey, tüm Baltık devletlerinde bu yeni NATO komuta yapısının kurulması ve komuta yapısı seviyesinin bölgesel boyuttaki komuta yapı karargahına indirilmesiydi. Bu, temelde, tüm kuvvetlerin ilk günden itibaren yerinde olmasına gerek olmadığı, ancak kriz durumunda tüm gerekli kuvvetleri güçlendirebilen çalışır bir komuta yapısının yerinde olduğu anlamına gelir. Ve üçüncü şey, belki de en kritik şey, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılımıdır. Bu, temelde Baltık Denizi’nin daha çok bir iç NATO denizi gibi kapanmasını sağlar.

Ve NATO’nun hava ve deniz varlıklarıyla Baltık bölgelerine hızla hareket etmemizi sağlar, eğer ihtiyaç duyulursa. Bu nedenle, kara kuvvetlerini Suwalki Koridoru’ndan geçirmek için bir sıçrama olsa bile, bu boşluğu hava kuvvetleri, deniz kuvvetleri gibi diğer varlıklarla kapatabilirsiniz ve bu muhtemelen azaltır…

Bence bunlar en önemli üç karar. Ve dördüncü şey, NATO unsuru ile doğrudan ilişkili olan yeni bölgesel planlar. Ve planların kendileri kısıtlı ve orada neyin kararlaştırıldığı konusunda tam görünürlüğümüz yoksa da, Suwalki senaryosunun da oynandığından oldukça eminim.

Ve gerçekten, Suwalki’de bir sorun durumunda harekete geçmek için yerinde yapılar var, bu tür bir yaklaşma olursa. Yani bunlar NATO terimleriyle dört şey. Ancak, dediğim gibi, ulusal bir yaklaşım da var ve Estonya şu anda kendi savunmamıza çok yatırım yapıyor.

Uzun menzilli ateşlere; füzeler ve roketlere yoğun yatırım yapıyoruz. Ve amaç aslında düşmanı ülkemizin dışında tutmak, sınırı geçme fırsatı vermemek..

Rusya ile onaylanmamış bir sınır anlaşmanız da var, değil mi? Bu konuda konuşabilir misiniz?

Anlatacak çok şey yok. Henüz imzalamadığımız bazı detaylar var. Ancak bence önemli olan şey, geçen yıl Estonya ve diğer tüm Baltık devletlerinin sınır hattını güvence altına almak için çok çaba sarf ettiğidir. Bu yüzden gerçekten Rusya ile olan sınırımızı çitle çevirmekteyiz. Sınırda çitler inşa ediyoruz, herhangi bir durumda hazırlıklı olmak için. Ve bence gerçekten önemli olan bu.

Yani evraklar önemli değil. Sınır orada zaten. Onaylanmadı, ama uyguluyoruz. Hala uyguluyoruz ve sınırın nerede olduğu konusunda net bir anlayış var.

Suwalki ve sınır meselesi dışında, Estonya risk veya tehlike olarak neyi görüyor?

Yani, Rusya açıkça bir tehlike. Rusya tehdit edebilir. Bu konuda hiçbir tartışma yok. Ve Estonya’nın durumunda, elbette Rusya ile olan kara hattı diğer Baltık devletlerinden çok daha kısa, çünkü sınırda Peipus gölü var. Finlandiya kuzeyde ve arada büyük bir deniz var. Ancak doğu sınırında bu büyük gölün olması, birliklerin nasıl hareket ettiğini görmemize daha fazla olanak sağlıyor. Dolayısıyla, gerçekten Rusların kara terimleriyle sınırı geçebileceği sadece birkaç yer var. Ve bu açıdan bakıldığında, bu noktaları sınırımız boyunca kara hattına sahip olmaktan daha fazla kontrol etme fırsatı veriyor.

Eski Başbakan Kaja Kallas’ın Avrupa Birliği’nde dış politika yönünü veya bu önlemleri, tedbirleri nasıl değiştireceğini düşünüyorsunuz? Tüm bu tehditlerle ve Rusya deneyimi ile, Estonya için uluslararası alanda bu çok önemli bir rol. Sizce bu yeni görev ne getirecek?

Gerçekten, bu benim kişisel görüşüm, bu görevden dolayı Avrupa Birliği’nde büyük bir değişiklik olmayacak. Çünkü Kaja Kallas ve onun yaklaşımı, Başbakan olduğu yıllar boyunca çok net ve belirgin oldu. Uluslararası alanda, onun durum değerlendirmesi çok yüksek bir değere sahip oldu.

Dolayısıyla, Avrupa Birliği’nin seyrini herhangi bir şekilde değiştirmesi gerektiğini düşünmüyorum çünkü zaten Avrupa Birliği’nde uygulanmakta olan birçok Estonya girişimi var. Bu girişimler birçok açıdan uygulanma aşamasında.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English