Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Xi’nin üçüncü dönemi ve Çin modeli

Yayınlanma

Batılı analistler, Çin’in yüksek tasarruflu ve yatırımlı, ihracata yönelik bir ekonomiden, büyük kapitalistlerin çoğunda, özellikle ABD ve İngiltere’de var olan geleneksel tüketici odaklı bir kapitalist ekonomiye geçmediği sürece, bundan sonra makul bir hızda büyüyemeyeceğini iddia ediyor. (…) Bu görüşler Keynes’in bir ekonomiyi tüketimle birlikte büyüten şeyin yatırım olduğu, görüşünü bile görmezden gelen kaba bir Keynesçi analizdir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale iktisatçı Michael Roberts’ın kişisel blogunda yayımlandı. Roberts, yalnızca İngiltere’nin değil, belki de dünyanın finans merkezi sayılabilecek City of London’da uzun yıllar iktisatçı olarak çalışan ve dünya ekonomisinin 2007-8’den beri içinde bulunduğu krizi Marksist ‘kâr oranlarının düşme eğilimi yasası’ ile açıklayan bir isim. Roberts, dünyanın belli başlı kapitalist ekonomilerinin 2007-8 krizinden bu yana ‘Uzun Bunalım’ içerisinde yer aldığını düşünüyor. Aşağıdaki makalesinden de anlaşılacağı üzere, Roberts, Çin için bu türden bir bunalım beklemiyor; aksine, Xi yönetimindeki Çin’in, mali sermayeye yönelik ihtiyatlı tutumunun ve devlet müdahalesinden vazgeçmeyişinin Çin için iyi haber olduğunu düşünüyor. Metindeki köşeli parantezler bana aittir.

Çin: Xi’nin üçüncü dönemi – birinci bölüm: büyüme, yatırım ve tüketim

Michael Roberts
16 Ekim 2022

Çin’de Komünist Parti kongresi bu hafta gerçekleşiyor. Bu yalnızca Çin için değil, küresel olarak da önemli bir olay. Batı medyası, mevcut parti lideri Xi Jinping’in, daha önce görülmemiş bir şekilde, üçüncü dönem parti lideri olarak tasdik edileceği ve bu nedenle önümüzdeki Mart ayında yapılacak Ulusal Kongre toplantısında Çin Devlet Başkanı olmaya devam edeceği gerçeğine odaklandı.

Doğal olarak Batılı uzmanlar Xi’nin üçüncü dönemini geçirmesine şiddetle muhalifler. FT’nin [Financial Times] Keynesçi gurusu Martin Wolf, Xi’nin iktidarda kalmasının Çin ve dünya için ‘tehlikeli’ olacağına hükmetti. “Her ikisi için de tehlikeli. Eşsiz liyakata sahip bir yönetici olduğunu kanıtlamış olsa bile bu tehlikeli olurdu. Ama öyle yapmadı. Şu haliyle riskler, yurt içinde katılaşma ve yurt dışında artan ihtilaf riskleridir… On yıl her zaman yeterlidir… Xi’nin önümüzdeki 10 yılının bir öncekinden daha kötü olmasını beklemek tamamen gerçekçidir.” Ve görünüşe göre önceki on yıl da yeterince kötüydü.

Xi’ye ve mevcut liderliğe karşı düşmanlık, Çin’deki demokrasi eksikliği ve tek parti yönetimiyle pek ilgili değil. Batılı uzmanlar ve uluslararası ajanslar, Xi’nin iktidarı devralmasından önceki Çin’e ilişkin geçmiş analizlerinde bundan nadiren bahsettiler. Şimdiki şiddetli husumet aslında iki şeyle ilgili: 1) Xi yönetiminde Çin’in ekonomi siyaseti devlet kontrolünün artması ve kapitalist sektörün nüfuzunun azaltılması üzerinde durdu; ve 2) Xi yönetiminde Çin; ticaret, teknoloji ve küresel nüfuzda büyük bir rakip olarak Çin’in ilerlemesini durdurmaya yönelik artan girişiminde ABD emperyalizmi tarafından kontrol altına alınmaya ve sıkıştırılmaya direniyor.

Çin ekonomisinin güncel durumu ve gelecekteki beklentileri söz konusu olduğunda, Batılı analistler (ve özellikle Hong Kong, Tayvan vs. dolaylarında yerleşik olanlar), Çin ekonomisinin rekor seviyede borcun ve emlak krizinin ağırlığı altında patlamak üzere olduğu hesabından; demografi, talep eksikliği ve verimliliğin yavaşlaması nedeniyle (Xi’nin piyasaya karşı devletin yanında taraf oluşundan kaynaklı) uzun vadeli durgunluk hesabına doğru yön değiştiriyorlar.

Batılı araştırmacılar on yıllardır, artan borç ve devlet kontrolünün ağırlığı altında Çin’in batışını ve çöküşünü öngörmekteler. Bu gerçekleşmedi. Şimdi asıl vurgu, Çin’in milli hasılasını artık makul bir hızda artıramayacağını ve ‘orta gelir tuzağı’ denilen şeyden kurtulamayacağını ve böylece kentleşmiş bir nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamayacağını –devlet odaklı ekonomisinden kopmadığı ve kapitalist sektörün gelişen orta sınıfın tüketim taleplerini karşılamak için gelişmesine izin vermediği sürece – iddia ediyor.

Fakat Çin’in ekonomik geleceğine ilişkin bu görüş, son yirmi yılda benimsenen Çin’in patlamak üzere olduğu görüşünden daha mı doğru? Öncelikle, ekonominin güncel durumu nedir? 1990’lardan bu yana ilk kez Çin’in reel GSYİH büyümesi bu yıl ve gelecek yıl büyük ihtimalle Doğu Asya bölgesinin ortalamasından daha az olacak. Bu yıl, ekonomik büyüme muhtemelen %3’ün altında olacak ve gelecek yıl %4,5 civarına yükselecek. Bu, yıllık yaklaşık %5’lik uzun vadeli hedefin oldukça altında.

Neden böyle? İki nedeni var. Birincisi, Kovid’in ve Çin’in sıfır Kovid siyasetinin etkisi. Batı hiçbir zaman böyle bir siyaset izlemedi, nihayetinde yaşam ve sağlık üzerindeki en kötü Covid etkilerinin üstesinden gelmek için yalnızca aşılamaya yaslandı. Ancak virüs çeşitli biçimlerde ekonomiler arasında yayılmaya devam ediyor, daha fazla ölüme ve hepsinden önemlisi milyonların çalışmasını engelleyen kalıcı “uzun süreli Kovid” hastalıklarına neden oluyor. Çin, bu ‘ekonomiyi açma’ yaklaşımını reddetti. Bunun yerine, enfeksiyonun yayılmasına dair ilk işarette katı ve sert karantinalar uyguladı, hâlâ da uyguluyor. Hükümet, Wuhan’daki ilk patlamanın felaketini tekrarlamaya hazır değildi. Sonuç itibariyle, Çin dünyadaki en düşük Kovid ölüm oranına sahip.

Çin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi, ülkenin Birleşik Krallık ve ABD gibi ülkeler tarafından kabul edilen dışa açılma stratejilerini izlemesi halinde, salgının toplumun büyük kısmına yayılması durumunda, bunun günde yüz binlerce vakaya neden olacağı ve vakaların 10 binden fazlasının ciddi semptomlar göstereceği konusunda uyardı. Merkez, “Yalnızca belirli batılı ülkeleri tarafından savunulan, aşılamanın sağladığı sürü bağışıklığı hipotezine dayanan ‘açılma’ stratejilerini benimsemeye hazır değiliz” diye yazdı.

Çin’in Kovid’i frenlemek için aşıların yanı sıra kapanmayı benimsemesinin temel nedenlerinden biri, nispeten zayıf halk sağlığı hizmetleri ve en etkili son teknoloji MRNA aşılarının olmayışıydı. Çin, kaynakları yetersiz hastanelerden oluşan düzensiz bir şebekeye, ağır hastalık riski yüksek olan büyük bir yaşlı nüfusa ve ayrıca etkinliği nispeten düşük yerli üretim aşılara sahip. Çin’de kişi başına düşen hastane yatağı ABD ve Birleşik Krallık’takinden daha fazla olsa da, mevcut yoğun bakım yatağı sayısı –Covid-19 ile enfekte hastaları hayatta tutmak için çok önemli– OECD ortalamasının dörtte biri. Kaynaklar özellikle büyük kentlerin dışında seyrekleşiyor; kırsal alanlar, kentsel alanlara göre kişi başına düşen doktor ve yatak sayısının ancak yarısına sahip.

Çin, ilk aşı dalgasını baş döndürücü bir hızla başlattı. Günde 22 milyondan fazla insanı aşılayarak zirveye ulaştı. Yurt içinde, ülkedeki bir milyar 400 milyon insana 3 milyar doz aşı uygulandı. Çin, gelişmekte olan ülkelere yaklaşık 1milyar 600 milyon doz aşı gönderdi ve bu da onu dünyanın en büyük aşı ihracatçısı haline getirdi. Çinli sağlık yetkilileri ve uzmanları, en az 200 milyon enfeksiyon ve 3 milyon ölümü önlediklerine inanıyor.

Bununla birlikte –patojenin öldürüldüğü veya kopyalanamayacak şekilde değiştirildiği– geleneksel inaktif aşıyı kullanan yerli aşıların, Moderna ve BioNTech/Pfizer’de kullanılan daha yeni haberci RNA aşılarına ve Johnson & Johnson ve AstraZeneca’daki viral vektör teknolojisine göre Kovid-19 virüsüne karşı kazandırdığı bağışıklığın daha zayıf olduğuna dair belirtiler var. Son 12 ayda, son derece bulaşıcı Delta ve Omicron varyantlarının yayılması, bu aşıların azalan etkinliğine dikkat çekti. Kapanmalar bu yıl boyunca aralıklarla devam etti ve bu, ekonomik iyileşmeyi sonuç olarak daha kesintili ve daha zayıf hale getirdi.

Fakat Çin, hayat kurtarmayı, ekonomik büyümeye tercih etti. Tabii ki Batılı analistler Çin’in kapanmacı ‘sıfır Kovid’ siyasetinin daha ziyade nüfusun otokratik bir rejim tarafından kontrolüyle ilgili olduğunu iddia ediyorlar. Her ne kadar ‘karantina yorgunluğunun’ etkide bulunmaya başladığı doğru olsa da, bunun başlıca nedeni, sadece yukarıdan dayatılan sağlık politikası üzerinde demokratik bir karar alma mekanizmasının olmamasıdır. Ancak geçmişteki çoğu kamuoyu anketi, halk arasında bu siyasete geniş destek olduğunu gösterdi.

Çin’in ekonomik büyümesinin bu yıl gerilemesinin diğer nedeni, dünyanın geri kalanında ekonomik durguluğa doğru genel yavaşlamadır. Belli başlı kapitalist ekonomiler tedarik zinciri tıkanıklığına, düşük yatırım oranlarına ve şimdi de yükselen faiz oranlarına ve kesin küresel resesyonla tehdit eden enflasyona saplandı.

Dünya ticaretindeki büyüme geriledi. Dünya Ticaret Örgütü, toplam mal ihracat ve ithalatının 2023’te sadece %1 oranında büyüyeceğini tahmin ediyor. En son Dünya Bankası tahminleri, Çin’in bu yılki GSYİH büyümesini, başlangıçtaki %5’lik tahmininden %2,8’e, Asya’nın geri kalanının oldukça altına çekti.

Fakat Çin, G7 ekonomileri gibi bir ekonomik durgunluğa doğru ilerlemiyor. Aslında, hem Dünya Bankası hem de IMF, Çin’in reel GSYİH’sinin gelecek yıl %4’ün üzerinde artmasını beklerken, çoğu G7 ekonomisi küçülecek veya sıfıra yakın bir büyüme gösterecek.

Daha uzun vadeli bakıldığında, Batılı analistler Çin’in çok daha yavaş bir büyümeye doğru gittiğini ve bunun Xi’nin geleceğini tehdit edeceğini düşünüyorlar. Çin’in benzeri görülmemiş ekonomik büyüme rekoru, şimdiye kadar yüksek yatırım oranlarına ve dünyanın geri kalanına mamul mal ihracına dayanıyordu.

Fakat Kovid bunalımı ve darbe alan küresel ekonomik toparlanma, ihracat büyümesini sert bir şekilde vurdu. İhracat, Kovid bunalımı yılında dolar cinsinden %1 düştü ve sonrasında küresel toparlanma yılı 2021’de %21’le kesin şekilde arttı. Fakat bu yılın (2022) ilk sekiz ayında ihracat, bir önceki yılın aynı dönemine göre %7,1 düştü. Bunun sonucunda, endüstriyel üretim yalnızca %3,6 yükseldi ve perakende satışlar yalnızca %0,5 arttı. Sabit varlık yatırımı bir önceki yıla göre, artan altyapı yatırımlarına (yol, demiryolu, köprü ve kamu hizmetleri) bağlı olarak yaklaşık %6 yükselişle güçlü kalmaya devam etti.

Bu noktadan sonra Batılı analistler, Çin’in düşük büyüme dönemine gireceğini ve pek çok sözde yükselen ekonominin içine düştüğü ‘orta gelir tuzağı’ndan kurtulamayacağını iddia ediyorlar. Çin, daha önce beklendiği şekilde ABD’nin GSYİH düzeyine bile yetişemeyecektir.

Bu iddia iki varsayıma dayanıyor. Birincisi, Çin’in yaşlanan nüfusu ve azalan çalışma çağındaki kesimi, büyüme oranlarını düşürecek ve ikincisi, Çin büyümesinin yüksek tasarruf ve yatırıma dayanan modeli artık işe yaramayacak.

 

Çalışan nüfus azaldıkça Çin eskisi kadar hızlı büyüyemeyecek ve bunu telafi etmek için artırılacak işgücü verimliliği yetersiz kalacak. Batılı uzmanların, Çin’in azalan çalışma çağındaki nüfusu ve yavaşlayan verimlilik artış hızının, onun başarısız olmaya başlayacağı anlamına geldiği yönündeki bu iddialarını önceki yazılarımda uzun uzadıya tartıştım. Argümanlar zayıf ve kusurlu. Gerçekte, Kovid dönemi esnasındaki düzeltilmiş (A) [adjusted] Batılı işgücü verimliliği artışı ölçüleriyle bile Çin, ‘dinamik’ ABD’den çok daha iyisini yaptı.

Daha uzun vadede IMF, Çin’in yılda %5 gibi düşük bir oranda büyüyeceğini tahmin ediyor. Fakat bu oran yine de ABD’nin iki katından ve G7’nin geri kalanının dört katından daha hızlı olacaktır – ve bu, önümüzdeki beş yıl içinde G7 ekonomilerinde herhangi bir ekonomik bunalım olmayacağını varsayıyor.

Batılı analistlerin diğer argümanı, Çin’in yüksek tasarruflu ve yatırımlı, ihracata yönelik bir ekonomiden, büyük kapitalistlerin çoğunda, özellikle ABD ve İngiltere’de var olan geleneksel tüketici odaklı bir kapitalist ekonomiye geçmediği sürece, bundan sonra makul bir hızda büyüyemeyeceğidir. Bu görüşün alışageldik dayanağı, Çin’de kişisel tüketim oranlarının çok düşük olması ve bunun talep kaynaklı büyümeyi engelleyeceğidir.

Örneğin, Hong Kong Üniversitesinde Çin finansı ve ekonomisi profesörü Chen Zhiwu’nun şu görüşünü alalım. Chen, Xi yönetiminde özel sektöre, tüketici odaklı ekonomilere yönelik büyük reformların kenara itildiğini iddia ediyor. “60 reform, tüketimin ve özel girişimlerin rolünü büyük ölçüde genişletecekti” diyor. “Fakat piyasa odaklı reform gündemi büyük oranda bir kenara bırakıldı… bu devletin daha büyük rol oynaması ve özel sektörün rolünün daralması sonucunu doğurdu.” Chen’e göre bu, bundan böyle Çin ekonomisinin durgunlaşacağı anlamına gelmektedir.

Bir diğer önde gelen ve geniş çapta takip edilen Batılı analist, Şanghay’da yaşayan Michael Pettis de benzer bir iddiada bulunuyor. Yani, Çin’i Japon tarzı durgunluğa itecek olan, artan borçlar yoluyla kişisel tüketimi ve yatırımları genişletmeye devam etmedeki başarısızlıktır. Bana göre bu iki analistin de finans sektöründen gelmesi tesadüf değil.

Yine de, G7’nin olgun “tüketici odaklı’ ekonomilerinin istikrarlı ve hızlı ekonomik büyüme sağlamada başarılı olduğunu veya orada reel ücretlerin ve tüketimde büyümenin daha güçlü olduğunu nasıl iddia edebilir? Gerçekten de, G7 kapitalist ekonomilerinde tüketim ekonomik büyümeyi sağlamada başarısız oldu ve ücretler son on yılda reel olarak durağanlaşırken, Çin’de reel ücretler fırladı.

Esas mesele bu. Yatırım daha yüksek olduğu için Çin’de tüketim, G7’ye göre daha hızlı artıyor. Biri, diğerini takip eder; bu sıfır toplamlı bir oyun değildir. Pettis’in görüşü, Keynes’in bir ekonomiyi tüketimle birlikte büyüten şeyin yatırım olduğu, görüşünü bile görmezden gelen kaba bir Keynesçi analizdir.

Ve bütün tüketim ‘kişisel’ olmak zorunda değildir; daha önemlisi ‘toplumsal tüketim’dir; yani, sağlık, eğitim, ulaşım, iletişim ve konut gibi kamu hizmetleridir; sadece otomobil ve ıvır zıvır değil. Temel toplumsal hizmetlerin artan tüketimi, kişisel tüketim oranlarına dahil edilmemektedir. Çin’in toplumsal tüketimde de kat etmesi gereken uzun bir yol var, fakat birçok toplumsal alanda yükselen piyasa emsallerinden çok ileride ve 100 yıldan fazla bir süre önce yola çıkan lider G7 ekonomilerinin çok da gerisinde değil.

Çin ekonomisine ilişkin son geniş kapsamlı araştırmalarında Citibank iktisatçılarını kabul ediyorum. “Bir başka deyişle, Çin ekonomisinin, politikasında tüketim özel bir hedef olmasa da tüketim için daha büyük fırsatlar sunması oldukça mümkündür.” “Hanehalkı harcanabilir geliri, son birkaç yılda (2016 hariç) reel olarak GSYİH’den daha hızlı büyüyor ve bu eğilimin geleceğe yayılması muhtemel. Aynı zamanda, refah etkisinin[1] ortaya çıkması da tüketiciye yardımcı olacaktır.

Çin’in ekonomik geleceğindeki asıl zorluk, yatırımlarının çoğunun, şu anda ciddi sorunlara yol açan finans ve emlak gibi verimsiz alanlara gitmesinden nasıl kaçınılacağıdır. Ve bir de, Çin’de devlet ve kapitalist sektörleri arasında artan çelişkilerin Xi’nin üçüncü döneminde nasıl ele alınacağıdır.

İkinci bölümde, bu meseleleri ele alacağım.

[1] Refah etkisi (wealth effect): Algılanabilir refahtaki artışa eşlik eden harcamalardaki artış. Davranışsal iktisadın bu terimi, bireylerin varlıklarının değerinin artması durumunda harcamalarının da artacağını anlatır. (ç.n.)

Çeviren: Erman Çete

DİPLOMASİ

ŞİÖ mesajı: Ayrışmaya karşı dayanışma

Yayınlanma

Global Times, 5 Temmuz 2024

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, yerel saatle 4 Temmuz sabahı Kazakistan’ın başkenti Astana’daki Bağımsızlık Sarayı’nda düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) 24. Devlet Başkanları Konseyi Toplantısı’na katıldı. Zirve ilk kez “ŞİÖ Devlet Başkanları Konseyi Toplantısı” ve “ŞİÖ Artı” toplantısı şeklinde gerçekleştirildi. Toplantıya Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’in yanı sıra BDT, OECD, CICA, CSTO ve EAEC gibi uluslararası örgütlerin başkanları da davet edildi. Bu durum ŞİÖ ailesinin “akraba” ve “tanıdıklarının” arttığını ve “Şanghay Ruhunun” daha fazla tanınmaya başladığını göstermektedir. İniş ve çıkışlarla geçen 23 yıl boyunca ŞİÖ, kademeli olarak bölgesel bir örgütten küresel etkiye sahip bir güce dönüştü.

Çeşitli güvensizlikler, istikrarsızlıklar ve belirsizliklerle karşı karşıya olan bir dünyada, ŞİÖ daha fazla dost ve yeni ortakla yoluna nasıl istikrarlı bir şekilde devam etmelidir? Başkan Xi, “Şanghay İşbirliği Örgütü Artı” Toplantısında yaptığı konuşmada dayanışma ve karşılıklı güven, barış ve huzur, refah ve kalkınma, iyi komşuluk ve dostluk ile hakkaniyet ve adaleti vurgulayan beş öneri sundu. Bu öneriler sadece geçmişteki başarılı deneyimlerin bir özeti değil, aynı zamanda gelecekteki çeşitli değişikliklere yanıt vermek için gerekli bir seçimdir.

Başkan Xi’nin konuşması ayrıca mevcut uluslararası durumda ŞİÖ’nün önemli stratejik konumunun ve özel tarihi misyonunun altını çizdi. Güvenlik açısından ŞİÖ, Avrasya kıtasında barış ve istikrarın çıpası olarak hareket ederek diyalog, koordinasyon ve kazan-kazan işbirliği zihniyetiyle güvenlik sorunlarına yanıt verecektir. Ekonomik olarak, teknolojik yenilik ve kapsayıcılık yoluyla ticaret hegemonyasını kıracak ve üye devletlerin içsel ekonomik dinamizmini teşvik edecektir. Siyasi olarak, karşılıklı destek ve konsensüs oluşturma yoluyla müdahaleciliğe direnecek ve çok taraflılığın uluslararası düzenini birlikte inşa edecektir.

ŞİÖ tarafından sunulan değer kavramı da buna karşılık gelmektedir. Devlet Başkanları Konseyi’nin 24. Toplantısı “Astana Deklarasyonu”nu ve dünya adaletini, uyumunu ve kalkınmasını teşvik etmek için ülkeler arasında dayanışma çağrısında bulunan bir girişimi de içeren belgeleri kabul etmiştir. ŞİÖ’nün kapsamlı barış, güvenlik ve istikrarı teşvik etme ve pekiştirme ve demokrasi ve adaletle karakterize edilen yeni bir uluslararası siyasi ve ekonomik düzen inşa etme taahhüdünde kararlı olduğuna ve bu süreçte giderek daha önemli bir rol oynadığına dair derin bir his var. Başkan Xi’nin konuşmasında da belirttiği gibi ŞİÖ tarihin, hakkaniyetin ve adaletin doğru tarafında durmaktadır ve dünya için büyük önem taşımaktadır.

ŞİÖ’nün kolektif sesi aynı zamanda ortak bir tercihtir ve mevcut uluslararası ortamda önemli bir anlam taşımaktadır. Birkaç ülke bloklar arası çatışmayı teşvik edip “ayrışmayı” savunurken, ŞİÖ üyesi devletler de dış müdahale ve nifak tohumları ekme girişimleriyle karşı karşıyadır. Bu durum, hem ŞİÖ’nün genişlemesine karşı sert bir tutum sergileyen hem de “uyumsuz sesler” ve “iç çatışmalar” söylemlerini öne çıkarma eğilimi gösteren Batı medyasının son yıllardaki çelişkili tutumundan da anlaşılmaktadır. Buna karşılık, ülkeler arasında dayanışma, dünyada adaletin sağlanması, uyum ve kalkınma çağrısında bulunan ve yeni bir güvenlik sistemi, adil bir ekonomik ortam ve temiz bir dünya kurulması çağrısı yapan girişim, sadece Soğuk Savaş zihniyetinin açık bir reddini temsil etmekle kalmıyor, aynı zamanda jeopolitiği aşan daha yüksek bir vizyonu ve daha büyük bir aklı da gösteriyor.

Bu yılki toplantının bir diğer önemli özelliği de Belarus’un ŞİÖ’ye resmen katılmasıdır. Pek çok kişi Avrupa’nın coğrafi merkezinde yer alan Belarus’un daha önce ağırlıklı olarak Güney Asya ve Orta Asya’dan gelen üyelerden ayrıldığını belirtmiştir. Bu durum, etki alanı genişlemiş ve daha çeşitlenmiş bir ŞİÖ’ye işaret ediyor. Çin’in Suudi Arabistan (bir ŞİÖ diyalog ortağı) ve İran (o zamanlar bir ŞİÖ gözlemcisi) arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasını kolaylaştırma çabalarının ardından, 2023’te İran ŞİÖ’ye resmen katıldı. Genellikle bölgesel kargaşa ve güvensizliği beraberinde getiren NATO’nun genişlemesinin aksine, ŞİÖ’nün genişlemesi bölgesel barış güçlerinde bir büyüme anlamına geliyor. Yüzölçümü, nüfusu ve potansiyeli itibariyle dünyanın en büyük bölgesel örgütü olan ŞİÖ, bu nedenle benzersiz bir çekiciliğe ve etkiye sahiptir.

Xi’nin, Kuşak ve Yol Girişimi’nin (KYG önemli bir bileşeni olan İpek Yolu Ekonomik Kuşağı’nı inşa etme girişimini ilk kez Astana’da önerdiğini de belirtmek gerekir. Başkan Xi 2013 yılında bu önemli girişimi Astana’da önermiş ve uluslararası toplumdan güçlü bir tepki almıştır. Birçok ŞİÖ üyesi ülke, kalkınma stratejilerini proaktif bir şekilde KYG ile uyumlu hale getirerek, ilgili tüm ülkelere somut avantajlar sağlayan dostane bir işbirliği ve karşılıklı fayda atmosferini teşvik etti. Örneğin, kısa süre önce onaylanan Çin-Kırgızistan-Özbekistan demiryolu projesi, Orta Asya’nın denize erişimi olmaması kısıtlamasını tamamen ortadan kaldıracak ve Orta Asya’ya Avrasya kıtasında önemli bir ulaşım merkezi olma fırsatı sunacaktır.

Karşılıklı güven, karşılıklı fayda, eşitlik, istişare, farklı medeniyetlere saygı ve ortak kalkınma arayışından oluşan “Şanghay Ruhu”, ŞİÖ’nün sürekli büyümesi ve güçlenmesi için temel ilke haline gelmiştir. Aynı zamanda yeni bir tür uluslararası ilişkilerin inşasını teşvik etmek için bir bayrak görevi görmektedir. Astana Zirvesi’nden sonra Çin, 2024-2025 yılları için ŞİÖ dönem başkanlığını devralmıştır ve ŞİÖ’nün gelişimine yeni katkılar sağlamak için kesinlikle çok çalışacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Moskova ve Pekin, Sibirya’nın Gücü-2 boru hattında neden anlaşmaya varamadı?

Yayınlanma

Yazar

Denis Morohın
Novaya Gazeta Europe
1 Temmuz 2024

Mayıs ayında Pekin’e gerçekleştirdiği bir başka resmi ziyarette Kremlin’in Çin ile “sınır tanımayan” ortaklığını iyimser bir şekilde dile getirmesine rağmen Vladimir Putin, Çin’e yeni bir boru hattı üzerinden gaz ihracatı için uzun süredir beklenen sözleşmenin imzalanmasına yaklaşılamaması nedeniyle gezisinden bir kez daha eli boş döndü.

Moskova ile Pekin’in Sibirya’nın Gücü doğalgaz boru hatlarından ikincisi konusunda son 20 yıldır içine düştükleri çıkmaz, büyük ölçüde Çin’in kendisine büyük avantajlar sağlamayan bir anlaşma yapma konusundaki isteksizliğine bağlanabilir. Pekin, bu dev altyapı projesini ilerletmek yerine, Moskova tarafından sunulan her yeni imtiyazı, bazen tüm teşebbüsü kasıtlı olarak sabote ediyormuş gibi görünse bile geri çevirmekten hoşnut görünüyor.

Moskova, Pekin’in bitmek bilmeyen talepleri karşısında ne kadar hayal kırıklığına uğramış olsa da çok farklı bir konumda; doğalgaz ithal etmek için birden fazla kaynağa sahip olan Çin’in aksine Rusya, yakın zamana kadar ana alıcısı olan Avrupa’yı neredeyse tamamen kaybetti ve yerine henüz benzer büyüklükte bir alıcı koyamadı. Tüm bunlar Çin’e kendi koşullarını dikte etme ve utanmadan Moskova’ya uç talepler sunma imkânı sağlıyor.

Rusya’nın enerji devi Gazprom ve Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC), Putin’in ikinci devlet başkanlığı döneminin ortalarında, 2006 yılında önerilen boru hatları için çerçeve belgeleri imzaladı. Proje, iki boru hattı inşa edilmesini öngörüyordu; bunlardan ilki Rusya’nın Uzak Doğusundan doğu rotasını izleyerek Habarovsk’tan Vladivostok üzerinden Çin’e uzanacaktı ve Sibirya’nın Gücü olarak adlandırılmıştı. İkinci boru hattı ise Batı Sibirya’yı Çin’e bağlayacaktı ve başlangıçta Altay boru hattı olarak adlandırılmış olsa da 2010’ların ortalarında adı Sibirya’nın Gücü-2 olarak değiştirildi. Sibirya’nın Gücü 2019’da faaliyete geçerken Sibirya’nın Gücü-2’nin inşaat çalışmaları, şartlar ve koşullar hala müzakere edildiği için henüz başlamadı. Karşılaşılan engellerden bazıları şunlar:

Birinci şart: Çin’e Rusya’nın yerel fiyatlarından gaz satmak

İlk çerçeve belgelerinin imzalanmasından kısa bir süre sonra Pekin, Moskova’ya gazını Avrupa’ya sattığı fiyatın yarısına hatta üçte birine satması için baskı yapmaya başladı. Hatta Çin’in Rus gazını ülkenin iç pazarı için kullanılandan daha da düşük bir fiyattan satın almak istediğine dair haberler çıktı.

CNPC başlangıçta 1000 metreküp için 70 dolar fiyat talep ettiyse de daha sonra bu rakamı yükseltti ve 100 dolar fiyatta anlaştı. Yine de bu fiyat, Gazprom’un Avrupa’ya sattığı 250 ila 300 dolardan üç kat daha düşüktü.

Böylesine mantıksız talepler karşısında Moskova, müzakereleri tamamen kesmeyi ve bunun yerine yurt içi gaz satışlarını artırmaya odaklanmayı tercih etti. Putin ile Çin yönetimi arasında birkaç tur süren müzakerelerin ardından Altay projesi 2009 yılında süresiz olarak askıya alındı.

Fakat Moskova, anlaşmaya varamaması halinde devasa ve hızla büyüyen Çin pazarına erişimini tamamen kaybedebileceğinden ve Çin’in doğalgaz tedariki için kısa sürede alternatif kaynaklar bulacağından endişe ediyordu. Ayrıca, Rusya’nın güçlü inşaat ve metalürji lobileri yeni boru hatlarının inşası için yoğun lobi faaliyetleri yürütürken Avrupa pazarında rekabet, ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) sevkiyatındaki artış ve Azerbaycan’dan artan gaz ihracatı nedeniyle şiddetleniyordu.

Bu baskılar Rusya’yı 2011 yılında tekrar müzakere masasına oturtmaya yetti ama taraflar bir kez daha ihracat fiyatı konusunda anlaşmaya varamadı. Rusya, Çin’in Avrupa’ya uyguladığı fiyat olan 1000 metreküp başına yaklaşık 350 doları kabul etmesini umarken Pekin, Rusya’ya sadece Türkmenistan’a ödediği kadar —yaklaşık 250 dolar— ödemeye hazırdı, bu nedenle müzakerelerde yine ilerleme kaydedilemedi.

Ancak Financial Times’ın mayıs ayındaki haberine göre Çin, Sibirya’nın Gücü-2’den Rusyalı yetkililer tarafından düzenlenen yerel fiyatları üzerinden gaz satın almasına izin verilmesi yönündeki ilk talebine geri döndü. Şu anda, bölgeye bağlı olarak bu fiyat, 1000 metreküp için yaklaşık 62 dolar.

Bu durum özellikle 2023 yılında Çin’in orijinal Sibirya’nın Gücü hattından satın aldığı gazın fiyatının 1000 metreküp için 287 dolara yükselmesiyle dikkat çekici —2021 yılında sadece 159 dolar ödedikten sonra— Avrupa’nın Rus gazı ithalatı için ödediği fiyatı bile aştı.

Ancak Reuters tarafından elde edilen gizli belgelere göre, fiyat 2027 yılına kadar 157 dolara düşebilir ve bu da sadece geçen yıl 6,3 milyar avroluk rekor bir zarar açıklayan Gazprom için ek mali kayıplara neden olur. Gazprom, 2023 yılında toplam 12 milyar avro zarar etti, ancak bu zarar kârlı petrol ve elektrik satışlarıyla kısmen telafi edildi.

İkinci şart: Fiyatın pahalı yakıtlara sabitlenmemesi

Bir diğer önemli engel de doğalgaz satış fiyatının hesaplanmasında kullanılan fiyat formülü oldu; bu formül, oranı dünya piyasalarında toplu olarak kıyaslama ölçütü olarak bilinen çeşitli yakıt türlerinin fiyatına bağladı.

Uluslararası gaz alım sözleşmeleri genelde Japonya Crude Cocktail (JCC), ABD’deki Henry Hub ve AB ve Birleşik Krallık’taki yakıt borsa kotasyonları gibi çeşitli endekslere bağlı. 2000’li yılların sonlarında Çin, Gazprom’un gaz ihracat fiyatlarını oldukça yüksek olan JCC kriterine bağlama önerisini reddederek şirketin projeyi bir kez daha birkaç yıllığına rafa kaldırmasına neden oldu.

Esasında Çinliler, 2013 yılında her iki boru hattı üzerinden gaz sevkiyatı için o dönemde ABD pazarındaki arz fazlası nedeniyle düşük olan ABD’deki kaya gazı fiyatlarına dayalı sabit bir fiyat üzerinde anlaşmayı önermişti. Fakat Ruslar Pekin’in önerisine itiraz ederek fiyat üzerinde zaten anlaşmaya varılmış olduğunu vurguladı. Bu durum müzakereleri bir kez daha rayından çıkardı.

Moskova ya da Pekin’den bu sözleşmenin herhangi bir kritere bağlanması yönünde bir talep gelip gelmediği bilinmiyor, ancak analistler Çin’in güçlü müzakere pozisyonunun avantajlı bir fiyat bağı için direnmesini sağladığına inanıyor. Novaya Gazeta’ya konuşan Enerji ve Temiz Hava Araştırma Merkezi analisti Petras Katinas, “Çin istediği formülü sözleşmeye dahil edebilecek güce sahip,” dedi.

Üçüncü şart: Boru hattının gazın gerekli olduğu yere yeniden yönlendirilmesi

2000’li yılların ortalarından bu yana, Pekin’in Sibirya’nın Gücü-2’ye yönelik bir diğer önemli itirazı da Moskova’nın başlangıçta “batı rotası” olarak adlandırdığı ve doğrudan Rusya’nın dağlık Altay bölgesinden geçerek Çin’in batısına ulaşması öngörülen boru hattının güzergahı oldu.

Bir dağ silsilesi üzerinden boru hattı inşa etmenin zorluklarına ve Rus çevrecilerin planladığı protestolara rağmen Altay rotası, Gazprom’un kesin tercihi, zira bu rota, Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki gaz sahaları ile Çin sınırı arasındaki en doğrudan rota.

Belki daha da önemlisi Gazprom, boru hattını Moğolistan ya da Kazakistan üzerinden geçirmekten imtina ediyor, zira bu durumda transit ücreti ödemek zorunda kalacak ve bu da kârını azaltacak. Önerilen güzergahla ilgili temel sorun, Batı Çin’in gaz talebinin, Sibirya’nın Gücü-2’nin nihai olarak sağlayabileceği 30 milyar metreküplük gaz kadar yüksek olmaması.

13 yıl süren müzakerelerin ardından Kremlin, nihayet Pekin’in taleplerine boyun eğdi ve Sibirya’nın Gücü-2’yi doğuya yönlendirmeyi kabul etti; bu da artık Çin’in endüstriyel olarak çok daha gelişmiş bölgelerine gaz ulaştıracağı anlamına geliyor. Fakat şimdi Rusya’ya düşen, transit bir ülkeyle anlaşmaya varmak.

Dördüncü şart: Çin’in yılda 30 milyar metreküp gaz almasını beklemeyin

Gazprom, 2006’daki müzakerelerin en başından itibaren Altay boru hattı üzerinden Çin’e yılda 30 milyar metreküp doğalgaz sevk etmeyi planlıyordu. Fakat proje müzakerelerinden 10 yıl sonra, Kremlin’i dehşete düşüren bir şekilde, CNPC’nin o dönemki başkanı Vang Yilin basın mensuplarına verdiği demeçte 30 milyarlık rakamın sadece basın tarafından dile getirildiğini ifade etti. Sibirya’nın Gücü-2 üzerinden yapılacak nihai gaz sevkiyatının gerçek hacminin hala müzakere edilmeyi beklediğini söyleyen Vang, tek bir yorumla müzakereleri en başa döndürdü.

Rus gazetesi Kommersant’a göre Çinliler, 2000’li yılların ortalarında Gazprom’un boru hattının yılda 30 milyar metreküp gaz taşıma kapasitesine sahip olmasını şart koşmuş, ancak sadece yılda 10 milyar metreküp gaz satın almayı garanti etmişti.

Dahası, geçen yıl Çinli yetkililer Türkmenistan’dan gelen ve Sibirya’nın Gücü-2 ile aynı kapasiteye sahip bir doğalgaz boru hattı olan D Hattını ülkenin başlıca enerji altyapısı önceliği olarak belirledi.

Columbia Üniversitesi’nden enerji araştırmacısı Erica Downs, Çin’in 2030’dan önce Sibirya’nın Gücü-2 gazına ihtiyaç duymasının muhtemel olmadığını söylerken CREA’dan Petras Katinas, Çin’in 2030’ların ortalarına kadar Rusya’dan bu ölçekte gaz sevkiyatına ihtiyaç duymayacağını öngördü.

Beşinci şart: Çin’in Rusya’nın iç enerji pazarına erişimine izin verilmesi

Putin’in görevde olduğu süre boyunca yılda birkaç kez üst düzey Çinli yetkililerle bir araya gelerek Pekin yönetimini etkilemeye çalışmasına rağmen, iki ülke arasındaki sınırsız karşılıklı güven ve dostluk iddiaları ne kadar sık dile getirilirse getirilsin, herhangi bir gerçekliği yok gibi görünüyor.

Esasında konu gaz sevkiyatını tartışmaya geldiğinde, Moskova ile Pekin’in birbirlerinin gaz işinin en kutsalları olan üretim ve satışa erişimini defalarca reddetmesi nedeniyle ortada hiç güven olmadığı ortaya çıkıyor.

CNPC, Doğu Sibirya’daki yeni sahalarda gaz üretimine dahil olmayı, sadece yakıt üretmeyi değil, aynı zamanda Gazprom ile birlikte Rusya’da bir yerel gaz boru hattı inşa etmeyi ve yönetmeyi umuyordu. CNPC’nin Rusya’nın yerel gaz işine girme arzusu ve Rusya’nın yabancıların kendi iç pazarına girmesine izin verme konusundaki isteksizliği, Sibirya’nın Gücü-2’nin daha fazla gecikmesi anlamına geliyordu.

Rusya da Çin’de kendine bir yer edinmeye çalıştı. 2013 yılında dönemin başbakan yardımcısı Arkadiy Dvorkoviç, Altay boru hattının inşasının Çin’in iç gaz piyasasının liberalleşmesine bağlı olduğunu ve Çin’deki fiyat düzenlemesinin zayıflaması halinde Gazprom’un bir zamanlar Avrupa’da yaptığı gibi kendi yakıtını kendisinin pazarlamayı tercih edeceğini açıkladı. Fakat çok geçmeden Pekin’in yabancı bir aktörün pazarlarına girmesine izin vermeye niyeti olmadığı ortaya çıktı.

Altıncı şart: Pekin’den kredi alın

Çin’in Rusya’nın iç gaz işine müdahil olması konusu gündeme gelirken aynı zamanda Çinli bankaların Gazprom’a yeni boru hattını inşa etmesi için borç vermesi ve bu borcun ne kadar olabileceği de tartışılıyordu.

Gazprom, 2014 yılına kadar yeni boru hattının inşasını kendi yatırım programını kullanarak finanse edeceğini söylüyordu, ancak Rusya hükümetinin Gazprom’a Rusya Ulusal Varlık Fonu’ndan kredi verilmesini onayladığı da konuşuluyordu.

Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve Gazprom’un bir anda dış borç piyasalarının kendisine kapalı olduğunu fark etmesiyle her şey bir gecede değişti. İşte bu noktada her iki boru hattı projesini finanse etmek için bir Çin kredisi gündeme geldi.

Gazprom’un mali zorluklarından sonuna kadar faydalanan Çin, Altay projesinde ilerlemeyi şirketin boru hattının Rusya bölümünü inşa etmek için “ortağından” kredi almayı kabul etmesi koşuluna bağladı. Bir Çin bankasının finansmanını kabul etmesi için Moskova’da lobi faaliyeti yürüten Pekin, 8 milyar ila 15 milyar dolar arasında bir gelir elde etmek üzere kendi bankacılık sektörünü kurmuş oldu.

Ancak Rusya ve Çin’in faiz oranı ve kredinin diğer koşulları üzerinde anlaşamaması, iki tarafı bir kez daha çıkmaza sürükledi. Gazprom’dan bir kaynağın 2015 yılında Reuters’a verdiği demeçte şirketin inşaatı finanse etmek için kendi mali kaynaklarından yoksun olduğunu söylediği bildirildi.

Yedinci şart: Çin’e esnek hacimlerde gaz teslimatı yapılması

Aşılamayan bir başka mali engel de gaz sözleşmelerinde standart bir madde olan ve alıcı teslim edilen her şeyi satın almasa bile ödenmesi gereken minimum hacmi belirleyen al ya da öde koşulu oldu.

Novaya Gazeta’nın kaynaklarına göre Gazprom, orijinal Sibirya’nın Gücü boru hattı sözleşmesinde belirlenen standart olan yüzde 80’in altında bir al ya da öde seviyesini kabul etmeyecek, ancak Pekin bu koşulları kabul etmeyecek.

Petras Katinas, Novaya Gazeta’ya verdiği demeçte, Pekin şu anda al ya da öde şartlarıyla yeni bir sözleşme imzalama niyetinde olmasının pek mümkün olmadığını söyledi ve Pekin’in muhtemelen teslimatlar için sabit bir fiyatta ısrar edeceğini ya da esnek hacimler talep edeceğini, böylece ihtiyacı olmayan gazı satın almak zorunda kalmayacağını da sözlerine ekledi. Katinas, aynı zamanda Çin’in, şirketin mali durumunun kötü olduğunun bilincinde olarak, boru hattının inşasını finanse etmek için Gazprom’un Çin’den kredi almasında ısrar edebileceğini düşünüyor.

Boş umutlar

Birkaç yıl içinde Gazprom, batı güzergahında bir boru hattı inşası için Çin ile yakında bir sözleşme imzalayacağını duyurmasının 20. yıldönümünü kutlayacak.

Çin’in devasa inşaat projesini durdurmak için kullandığı tüm araçlar hala elinin altında ve bu süre zarfındaki tek önemli gelişme boru hattının doğuya kaydırılmış olması.

Çin coğrafi konumu itibariyle şanslı ve etrafı gaz tedarikçileriyle çevrili; Türkmenistan ve Myanmar’dan boru hattıyla yakıt almanın yanı sıra Orta Doğu ve Avustralya’dan da LNG sevkiyatı yapıyor. Bunun da ötesinde Gazprom tarafından Sahalin adasında ve Novatek tarafından Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki Yamal Yarımadası’nda üretilen Yamal LNG de var. Sonuç olarak Pekin, Sibirya’nın Gücü-2 konusunda acele etmeyebilir.

Ancak neredeyse 20 yıldır Çin’in şartlarını kabul edemeyen ve kendi şartlarını belirleme çabalarında başarısız olan Gazprom’un artık kaçacak bir yeri kalmadı. Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinden bu yana Avrupa pazarının neredeyse tamamını kaybetmesi, gaz üretiminin 1983’ten bu yana görülmemiş seviyelere inmesi anlamına geliyor ve şirketin hala Batı Sibirya gazını gönderecek bir yere ihtiyacı var. Sonuç olarak Çin, Moskova’nın zayıf bir pazarlık pozisyonunda olduğunu ve sözleşme yapmak için giderek daha fazla çaresiz kaldığını çok iyi bilerek neredeyse her türlü taviz için bastırabilir.

Columbia Üniversitesi araştırmacıları Erica Downs, Akos Losz ve Tatiana Mitrova tarafından hazırlanan raporda, “Proje inşa edilirse ve edildiğinde, muhtemelen Çin’in şartlarına göre olacaktır,” denildi. Novaya Gazeta’ya konuşan Downs’a göre Çin hangi tür yakıt bağımlılığının —Rusya’dan boru hattı gazı mı LNG teslimatları mı— daha riskli olduğuna karar vermeli. Downs’a göre Çin’in LNG ile ilgili sorunu, LNG taşıyan bazı tankerlerin uzun deniz yollarını kullanmak zorunda kalması olabilir ki bu da Pekin’in “ABD tarafından kesintiye uğratılmaya açık olarak algıladığı” bir durum.

Katinas, “Çin’in enerji güvenliğine odaklandığı göz önüne alındığında, ülkenin Rus gazına olan bağımlılığını kayda değer ölçüde artırmak isteyip istemediği epey şüpheli. Ancak ithalat için ek bir seçeneğe sahip olmak, küresel gaz piyasasında aksaklıklar yaşanması durumunda avantaj sağlayabilir,” diye konuştu.

Çin’in sahip olduğu çok sayıda etki aracına rağmen, Sibirya’nın Gücü-2’nin akıbeti belirsizliğini koruyor. Ukrayna’da savaşın patlak vermesinden bu yana Pekin’in yeni sınır ötesi enerji altyapı projeleri ve Rusya’nın enerji sektörüne yatırım yapma konusunda temkinli davrandığını belirten Downs, “Dolayısıyla Çin’in bu boru hattıyla ilgili karar verme konusunda zaman lüksü var,” dedi.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Pezeşkiyan’ın hedefi sandığa gitmeyenler, silahı ise “korku”

Yayınlanma

İran’da 14. dönem Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin ikinci turuna kalan adayların seçim kampanya süreci yeniden başladı.

İran devlet televizyonuna göre, 5 Temmuz’da yapılacak cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turu için yarışacak reformistlerin adayı Mesud Pezeşkiyan ile muhafazakarların adayı Said Celili’nin kampanya süreci 3 Temmuz’da sona erecek.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz adayların birbirlerine yönelik suçlamalarına ve seçim kampanyalarında kullandıkları argümanlara odaklanıyor:

***

İran’da reformcuların cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak için sosyal yardım ve korku faktörüne güveniyor

Amwaj.media

Reformist Mesud Pezeşkiyan ve muhafazakâr Said Celili, 28 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçiminde hiçbir aday oyların çoğunluğunu alamadığı için ikinci turda karşı karşıya gelecek.

Pezeşkiyan’ın kampanyası şimdi ilk turu boykot eden seçmenlerle iletişim kurmaya ve katılımı artırmak için olası muhafazakâr yönetimin tehlikelerini vurgulamaya hazırlanıyor. Celili’nin ekibi ise reformist rakibini plansız olarak göstermeye çalışıyor.

Sonuçlar: 28 Haziran seçimleri, muhafazakâr eski Cumhurbaşkanı Reisi’nin geçen ay bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesiyle tetiklendi. İran anayasasına göre erken seçimlerin 50 gün içinde yapılması gerekiyor.

Milletvekili Pezeşkiyan ve eski nükleer baş müzakereci Celili, İran’da 28 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yeterli oyu alamadıkları için 5 Temmuz’da karşı karşıya gelecekler.

-Pezeşkiyan 10,5 milyon (yüzde 42,5) oy alırken, Celili 9,5 milyon (yüzde 38,6) oy aldı.

-Başlangıçta seçimin favorisi olarak görülen muhafazakâr Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ise 3.4 milyondan az (yüzde 13.8) oy alarak üçüncü oldu.

-Muhafazakâr eski adalet bakanı Mustafa Purmuhammedi ise kullanılan oyların yüzde 1’inden azını alarak (yaklaşık 200.000) sonuncu oldu.

Katılım oranı: Kamuoyu yoklamaları, 2021 seçimlerinde seçmen katılımının bir önceki rekor düşük seviye olan yüzde 48,8’den daha yüksek olacağını öngörmesine rağmen, seçime katılım sadece yüzde 39,9 oldu.

Rekor düşük katılım oranı, 2020’de başlayan ulusal seçimlere düşük katılım eğilimini tersine çeviremedi. Seçmen ilgisizliği ve reform yanlısı adayların neredeyse tamamının seçime katılımının engellenmesi bu eğilimi tetikledi.

-Muhafazakârların parlamentoyu ılımlılardan ve Reformistlerden geri aldığı 2020 yasama seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin yüzde 42’sinden biraz fazlası oy kullandı.

-Reisi’nin genel olarak “tek atlı yarış” olarak görülen seçimi kazandığı 2021 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenlerin yüzde 48,8’i oy kullandı ki bu o zamana kadar bir cumhurbaşkanlığı oylaması için en düşük katılım oranıydı.

-Bu yıl mart ayında yapılan parlamento seçimlerinin ilk turunda da seçmenlerin yaklaşık %41’i oy kullanmıştı.

Yankıları: Pezeşkiyan için kampanya yürüten eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif (2013-21) katılımın düşük olmasını halkın “yönetim şeklimizden memnun olmamasına” bağladı ve geçmişteki eksiklikler için özür diledi.

-Siyaset sosyoloğu Mehran Solati, 30 Haziran’da reform yanlısı Hammihan gazetesine verdiği demeçte, özellikle etnik azınlıkların çoğunlukta olduğu sınır illerindeki düşük katılımın, ülkenin seçimler konusunda “derinleşen öfke ve artan bir hayal kırıklığı” ile karşı karşıya olduğunu gösterdiğini söyledi.

Muhafazakâr Kayhan gazetesi ise katılımın düşük olmasından ılımlı Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani (2013-21) hükümetinin ekonomik performansını sorumlu tuttu.

-Kayhan, ekonominin durumu nedeniyle halkın hayal kırıklığına uğradığını ve Ruhani’nin halefi, son cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin (2021-24) Ruhani’nin kendisine bıraktığı ekonomiyi düzeltmek için yeterli zamanı olmadığını iddia etti.

-Muhafazakâr gazete 28 Mayıs’ta Reisi’nin çabaları sayesinde seçime katılımın “gözle görülür şekilde yüksek” olacağını öngörmüştü.

Pezeşkiyan’ın ekibi, 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde kampanya çalışmalarına başlarken, ilk turda sandığa gitmeyenlere ulaşmaya çalışıyor.

-Zarif, Reformcu kampa bağlı kampanyacılara yaptığı bir konuşmada, halkın “yalan bombardımanına” tutulduğu için “doğrudan insanlarla konuşmalarını” önerdi. Pezeşkiyan için kampanya yürütenler 30 Haziran’da Tahran’ın farklı bölgelerinde bir araya gelerek sıradan İranlıların sorularını yanıtladılar.

Pezeşkiyan 30 Haziran’da, 5 Temmuz’daki zaferinin mecazi bir tren kazasını önlemek için gerekli olduğunu ima ederek dikkatleri üzerine çekti.

-Reformist aday, bir çiftçinin, rayları tıkayan kayalara çarpmadan önce gelen trenin sürücüsünü durdurmak için kıyafetlerini ateşe verdiği bilinen bir grafiği paylaştı. “Fedakâr çiftçi” hikayesi -1961 yılının bir Kasım gecesi yaşanan Rizali Khajavi’nin gerçek eylemlerini konu alıyor- İran ilkokullarında vatanseverlik ve görev bilinci örneği olarak öğretiliyor.

-İran’ı trene ve 28 Haziran seçimlerini boykot eden seçmenleri de yolcularına benzeten Pezeşkiyan, ülkenin “İran’ın geleceği tehlikede olduğu için” yolcuları uyarmak amacıyla “fedakâr çiftçi” gibi insanlara ihtiyaç duyduğunu söyledi.

-Pezeşkiyan’ın paylaşımına tepki olarak Khajavi’nin oğullarından biri internette bir video yayınlayarak kendisinin ve ailesinin Celili’ye oy vereceğini söyledi.

Reformcu adayın destekçileri de muhafazakâr bir cumhurbaşkanının iktidara gelmesinin kötü sonuçlar doğurabileceği korkusundan faydalanarak destek toplamaya çalışıyor.

-Eski Bilgi ve İletişim Teknolojileri Bakanı (2017-21) ve Pezeşkiyan’ın kampanyasının destekçisi olan Muhammad Cevad Azar Cahromi 29 Haziran’da olası bir Celili yönetimini Taliban tarafından yönetilen bir hükümete benzetti.

-Siyasi yorumcu Muhammed Ali Ahangaran 29 Haziran’da Pezeşkiyan’a oy vermenin işleri “mutlaka” daha iyi hale getirmeyeceğini, ancak “seçimi boykot etmenin ya da Celili’ye oy vermenin kesinlikle felaket getireceğini” yazdı.

Bu arada Celili’nin destekçileri 69 yaşındaki Pezeşkiyan’ın sağlığını ve cumhurbaşkanı olmak için gereken özelliklere sahip olup olmadığını sorguladı.

-Muhafazakâr milletvekili ve Celili’nin destekçisi Hamid Rasaee 30 Haziran’da “söylentilere” dayanarak Pezeşkiyan’ın hastalığı nedeniyle Celili ile televizyonda yapılacak bir tartışmaya katılmayacağını söyledi ve Pezeşkiyan’ın dört yıl boyunca ülkeyi yönetecek kadar sağlıklı olup olmadığını sordu. Pezeşkiyan’ın tartışmadan çekildiğine dair resmi bir açıklama yapılmadı.

-Muhafazakâr bir milletvekili ve eski bir televizyon sunucusu olan Emirhüseyin Sabeti, Pezeşkiyan’ı ülkenin sorunlarını ele alacak bir “planı olmamakla” suçladı. Sabeti ayrıca reformist adayın yarışı kazanması halinde benzin fiyatlarının sekiz kattan fazla artacağını iddia etti.

Adaylar: Eğitimli bir kalp cerrahı olan Pezeşkiyan, Batı ile ilişki kurma ve temel sosyal ve kültürel özgürlükleri güvence altına almak için mücadele etme mottosuyla yarışıyor.

– Tecrübeli milletvekili, yolsuzlukla mücadele etme sözü verdi ve İran’ı yıllardır kara listesinde tutan hükümetler arası kara para aklama karşıtı bir kuruluş olan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) ile işbirliğinden yana konuştu.

-Pezeşkiyan, Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney tarafından belirlenen politikalardan övgüyle bahsetti. Bu nokta, İslam Cumhuriyeti’ni eleştirenler tarafından Pezeşkiyan ve muhafazakâr rakibi Celili’nin birbirinden farkı olmadığı iddia etmek için sıklıkla referans gösteriliyor.

Celili aşırı muhafazakârlar arasında popüler ve Reisi yönetimindeki pek çok kişinin desteğine sahip.

-Muhafazakâr Celili 2007-2013 yılları arasında Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi (YGK) sekreteri olarak görev yaptı ve bu dönemde Batı ile nükleer müzakereleri de yürüttü. Müzakereler hiçbir yere varmadı.

-Batı ile ilişkilerin geliştirilmesine karşı olan ve 2015 nükleer anlaşmasına da şiddetle karşı çıkan Celili şu anda Hamaney’in YGK’deki kişisel temsilcisi olarak görev yapıyor.

Öngörü: İki cumhurbaşkanı adayı 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde televizyonda yayınlanacak iki münazarada karşı karşıya gelecek.

-Celili, Kalibaf’ın oylarının kendi lehine döneceğini umuyor ancak meclis başkanının destekçilerinin Celili’nin davasına ne kadar bağlı olduğu konusunda soru işaretleri var. Şimdiden, en azından bazı oyların Pezeşkiyan’a gideceğine dair işaretler söz konusu

-İkinci turu kazanmak için Pezeşkiyan’ın katılımı artırmak için elinden gelen her şeyi yapması gerekiyor. Kampanyası, kısmen kullanılmayan her oyun Celili’ye oy vermek anlamına geldiğini savunarak ilk turu boykot edenleri kazanmaya odaklanacak.

-Sosyal medyadaki söylem, Reformist adayın Celili gibi muhafazakâr birinin cumhurbaşkanı olmasından endişe duyan seçmenlerden fayda sağlayacağını gösteriyor. Ancak bu korku faktörünün seçmen ilgisizliğini yenmeye yetip yetmeyeceğini zaman gösterecek.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English