Bizi Takip Edin

AMERİKA

Yeniden yapılanma başlıyor: Trump ve yandaşları milyarlar kazanacak

Yayınlanma

Editörün notu: Donald Trump, ikinci başkanlık dönemine yönelik planlarında ABD’nin mevcut siyasi ve ekonomik sistemini köklü bir şekilde değiştirmeyi hedefliyor. “Önce Amerika” sloganıyla, devletin küçültülmesi, bürokrasinin azaltılması ve federal bütçe açığının giderilmesi öncelikli hedefler arasında yer alıyor. Ve bu politikalar, Trump ve yakın çevresi için büyük kazanç fırsatları sunma potansiyeline sahip. Trump, Elon Musk ve Vivek Ramaswamy gibi iş dünyasından isimleri yeni oluşturulan Hükümet Verimliliği Departmanı’na atayarak kamu kaynaklarının israfını önlemeyi hedefliyor. Bu süreçte, özel şirketler ve Trump’ın destekçileri için ciddi ekonomik avantajlar oluşuyor. Özellikle Musk’ın girişimleri hem devlet teşviklerinden hem de kripto para gibi spekülatif alanlardan büyük kazanç sağlayabilir. Göç politikaları, sınır güvenliği ve devleti küçültme gibi girişimler, Trump ekibine finansal fırsatlar sunarken, istihbarat kurumlarının dizginlenmesi ve medya kontrolü gibi stratejilerle muhalefetin etkisi azaltılmaya çalışılacak. Özelleştirme, büyük bütçe projeleri ve uluslararası ilişkilerde ekonomik spekülasyonlar, bu dönemin belirleyici unsurları arasında.


Yeniden yapılanma başlıyor: Trump ve yandaşları nasıl inanılmaz paralar kazanacak?

Michael Maier, Berliner Zeitung

Trump, ABD’nin mevcut siyasi sistemini köklü bir şekilde değiştirme niyetinde. Seçim kampanyaları boyunca, daha küçük ve verimli bir devlet inşa etmek istediğini defalarca vurgulamıştı. ABD’nin bir şekilde müdahil olduğu savaşları bitirme sözü vermişti. Onun “Önce Amerika” sloganı, ABD hükümetinin öncelikli olarak kendi vatandaşlarının çıkarlarını gözetmesi gerektiği anlamına geliyor. Fakat bu yaklaşım, aynı zamanda bilgiye herkesten önce ulaşabilenler için, yani Trump ve çevresi için büyük bir kazanç fırsatı. Gordon Gekko (film karakteri), bu durumu görse kıskançlıktan çatlayabilirdi.

Trump’ın, federal bütçenin taşıma kapasitesine ulaştığını belirterek odaklanmayı vadetmesi dikkat çekiyor. Ancak siyasi değişimlerin her biri, Trump ekibi açısından altın madeni olabilir. Bu ekip, spekülasyonun ustası; finansal işlemlerde uzman ve bilgiyi paraya çevirmekte oldukça yetenekli. Ayrıca, hiç şüphesiz ki vicdan azabı çekmiyorlar ve yeterince kaynakları var. Trump’ın en yakın dostları ya milyoner ya da milyarder. Büyük paralarla riske girebilirler; üstelik hükümete yükseldiklerinde kumarhanenin “kasası” da onlar oluyor.

Bu tür etik sorunları inceleyen Birmingham Üniversitesi, politikacıların ellerindeki ayrıcalıklı bilgilerle bahis oynamasının getirdiği ahlaki ikilemleri analiz ediyor. Etik mi? Trump’ın yaklaşımı daha ziyade, “Grab them by the p****” tarzında özetleniyor.

Trump’ın seçimi kazanmasının sonrasında borsalardan gelen coşkulu tepkiler, gelecekte yaşanacakların bir ön izlemesi gibi. Eski Trump yetkilisi John Bolton’ın öngörüsü, tamamen yanlış çıktı. Bolton, Trump’ın sadece bir dönem görev yapacağını ve etkisiz bir başkan olacağını iddia etmişti. Fakat gerçek şu ki, Trump, tıpkı altın yumurtlayan bir tavuk gibi, etrafındakiler için büyük kazançlar sağlayacak.

Trump’ın ekibi, sağlam bir stratejiyle işe koyuluyor; bu yaklaşım, finans çevrelerinden büyük alkış alacak gibi görünüyor. Zira planı anlayan ve kararlılıkla uygulayan herkes, bu süreçten kazanç sağlayabilir. İlginç olan, bu planın gerçek bir soruna dayandırılmış olması: Trump’ın ekibi, bu sorunu çözmek için ciddi bir çaba gösterebilir.

ABD’nin trilyon dolarlık bütçe açığı, Trump yönetimi için ciddi bir risk oluşturuyor. Ülkenin en büyük alacaklılarından biri olan Çin, ABD’nin bu devasa açığındaki rolüyle dikkat çekiyor. Çin, yükselen bir dünya gücü olarak Trump’ın odağındaki önemli bir faktör. Trump’ın ilk atamaları, başkanın hedeflerine ulaşmak için farklı düzeylerde hamleler yapacağını gösteriyor. İlk olarak, devletin küçültülmesi hedefleniyor. Trump, bürokrasiyi ve aşırı düzenlemeleri gereksiz buluyor. İş dünyasından gelen bir isim olarak, özel şirketlerin devlet kurumlarından daha etkin çalışacağına inanıyor.

Bu doğrultuda Trump, salı günü yaptığı açıklamada, Tesla ve SpaceX CEO’su Elon Musk ile girişimci Vivek Ramaswamy’nin, yeni oluşturulan Hükümet Verimliliği Departmanı’na (DOGE) başına getirileceğini duyurdu.

Musk, bu atamayla ilgili yaptığı açıklamada, “Bu karar, sistemde ve kamu kaynaklarını israf eden herkes üzerinde şok etkisi yaratacak. Ve bu ‘herkes’ oldukça geniş bir kitleyi kapsıyor!” ifadelerini kullandı. Musk’ın, kamu kaynaklarına erişim sayesinde düzenli gelir elde edeceği de bir gerçek. New York Times‘a göre, SpaceX son on yılda federal hükümetten 10 milyar dolardan fazla değerinde ihale almış durumda.

Trump’ın açıklamalarına göre Musk ve Ramaswamy, “devlet bürokrasisini azaltmak, gereksiz düzenlemeleri ortadan kaldırmak, israfı kesmek ve federal kurumları yeniden yapılandırmak” için çalışmalar yürütecek. Departmanın, “hükümet dışından” tavsiyeler sunacağı belirtiliyor. Bu dışarılıklı konum, Musk ve Ramaswamy’nin daha radikal fikirlerle gelmesine olanak tanırken, aynı zamanda özel işlerinden ayrılmalarını ya da mali durumlarını açıklamalarını gereksiz kılıyor.

Bu görev büyük ölçüde kamuya yönelik bir vitrin niteliğinde olabilir. Musk’ın X (eski adıyla Twitter) üzerinden yaptığı ilk açıklama da bunu destekliyor: Departman, “maksimum şeffaflık” sağlayarak, internet üzerinden çalışacak ve “vergi paralarınızın en aptalca şekilde harcandığı” örnekleri listeleyen bir sıralama yayınlayacak. Musk, bu girişimin “hem trajik hem de son derece eğlenceli” olacağını ifade etti.

Fakat bu adım, bazı gelişmelere karşı bahisler açılmasını ve büyük kazançlar sağlanmasını mümkün kılabilir. Brexit sürecinde, Nigel Farage ve etrafındakiler de buna benzer bir yol izlemişti. O dönemde, milyarlarca poundluk bahisler, çoğunlukla şaibeli posta kutusu şirketleri aracılığıyla yürütüldü. Farage’ın Brexit zaferi için bahis oynadığı ve sonuç açıklanmadan kısa bir süre önce halka yenileceğini söylediği biliniyor. The Guardian‘ın haberine göre, Farage o gece sterline karşı bahisler açmış olabilir. Farage bu iddiaları reddediyor ama Trump’ın seçim kampanyasında onun yanında yer aldığı ve notlar aldığı kesin gibi görünüyor.

Trump yönetiminin planladığı (ve belki de gerekli olan) devleti kapsamlı olarak küçültme operasyonu, Elon Musk için bazı “hoş yan etkiler” getirecek gibi görünüyor. Musk, hazırlanan veri ve listeleri kendi platformu X üzerinde paylaşarak, bu platformu Trump yönetiminin bir tür merkezi iletişim organı haline getirebilir. Bu hamle, Musk’ın platformunun değerini artıracak ve bu değer artışı, kamu teşvikleri sayesinde gerçekleşeceği için Musk bunu bir kazan-kazan fırsatı olarak görüyor. Aynı zamanda Musk, bu plan sayesinde geleneksel medyaya olan mesafesini artırarak onlara daha fazla zarar verebilecek.

Bu durum yalnızca X platformuna değil, Musk’ın diğer yatırımlarına da yarar sağlayabilir. Özellikle Musk’ın hayranı olduğu ve sık sık desteklediği bir kripto para birimi olan Dogecoin (borsa kodu DOGE), bu süreçte büyük bir değer artışı yaşadı. Trump’ın seçilmesinden bu yana Dogecoin’in değeri neredeyse yüzde 100 arttı. Geçtiğimiz hafta DOGE’nin değer kazanacağını bilenler, yatırımlarını birkaç gün içinde ikiye katladı. Trump’ın birkaç ay önce kripto paralara duyduğu ani ilgiyi bu bağlamda anlamak zor olmasa gerek.

Ancak, federal bütçede gerçek anlamda tasarruf yapmak, spekülasyon yoluyla kazanılan hızlı kazançlar kadar kolay olmayabilir. Vivek Ramaswamy, yakın zamanda Lex Fridman ile yaptığı bir podcast röportajında, devlet memurlarının yaklaşık yüzde 99’unun hukuken işten çıkarılamaz olduğunu ifade etti. Ramaswamy’ye göre seçilmiş temsilciler, bürokrasi üzerinde gerçek bir otorite kuramıyor. Bunun yerine, politikacılar genellikle memurlara hizmet etmek zorunda kalıyor. Harvard’da biyoloji ve Yale’de hukuk eğitimi almış olan Ramaswamy, genç Cumhuriyetçiler arasında en parlak zihinlerden biri olarak gösteriliyor. Bu sorun için bir çözüm önerisi de geliştirmiş durumda: Tekil işten çıkarmalar mümkün olmasa da toplu işten çıkarmalar hukuken gerçekleştirilebilir.

Federal bütçeyi azaltmanın bir diğer yolu ise Trump’ın temel seçim vaatlerinden biri olan yasa dışı göçmenlerin kitlesel sınır dışı edilmesi. Trump, bu planın uygulanmasında kilit rol oynaması için Güney Dakota Valisi Kristi Noem’i, ABD İç Güvenlik Bakanı olarak atamak istediğini açıkladı. Noem, Trump’a göre, sınır güvenliği konusunda büyük çaba göstermiş bir isim. İlk kadın vali olarak Teksas sınırına Ulusal Muhafız birliklerini göndermiş olması, bu konudaki kararlılığının altını çiziyor. İç Güvenlik Bakanlığı’nın, Trump’ın bu planı gerçekleştirmek için kullanmayı planladığı 107 milyar dolarlık bütçesi bulunuyor.

Göç ve sınır güvenliği politikalarının uygulanmasında tanıdık isimler de sahneye çıkıyor. Trump’ın ilk başkanlık döneminde göçmenlere yönelik sert politikalarıyla tanınan Stephen Miller, yeni dönemde Beyaz Saray’da koltuk kazanacak. Miller, Trump’ın kampanya etkinliklerinde, yasa dışı göçmenlerin, kartellerin ve suç çetelerinin ülkeden çıkarılacağına dair sert mesajlar verdi. Ayrıca, Trump ekibinde, kitlesel sınır dışı işlemlerini denetlemek üzere “Sınır Çarı” olarak adlandırılan Tom Homan da yer alıyor.

Trump yönetimi, devleti küçültürken, bazı hizmetlerin devam etmesi gerektiğinden, pek çok alanda özelleştirmeye gitmek zorunda kalacak gibi görünüyor. Ancak burada asıl dikkati çeken nokta, Trump, Elon Musk ve diğerlerinin, iktidarda olmanın sağladığı yasal zor kullanma avantajını sonuna kadar değerlendirecek olmaları. Bu durum, özellikle gazeteciler ve eleştirmenler gibi muhalif sesleri hedef alabilir.

Toplumu kontrol altında tutma konusunda Trump ekibinin elindeki gizli silah ise, Palantir adlı gözetim şirketinin kurucusu Peter Thiel. Palantir, halihazırda geniş çaplı bir veri havuzuna sahip ve bu veriler, neredeyse kusursuz bir gözetim sistemi sunuyor. Thiel’in şirketleri ile Elon Musk’ın girişimleri arasındaki sıkı bağlar, bu sistemin etkisini artırabilir. Trump, bu teknolojiyi, özellikle istihbarat örgütlerini dizginlemek için kullanmak istiyor. Trump’ın, medyadan bile daha fazla nefret ettiği bu kurumların, son yıllarda Demokratlarla işbirliği yaparak Trump ve ailesine karşı hareket ettiği iddia ediliyor.

Vivek Ramaswamy, bir süre önce yaptığı bir açıklamada, yeni yönetimin ilk adımının FBI’ın kaldırılması olması gerektiğini belirtmişti. Bu iddia, Trump’a yakın gazeteci Tucker Carlson tarafından da destekleniyor. Carlson, seçim sonrası katıldığı iki programda, Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattını havaya uçuranın ABD olduğunu öne sürdü. Bu iddia, ilk olarak gazeteci Seymour Hersh tarafından ortaya atılmıştı. Ancak CIA, bu suçlamaları kesin bir dille reddetti.

Trump’ın ekibi, “rejim değişikliği operasyonlarının” Amerikan kurumlarının işi olmadığını savunuyor. İstihbarat kurumlarını itibarsızlaştırarak, kendilerini “iyi taraf” olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Ancak, bu taktik, müttefiklere karşı şiddet kullanımı gibi konularda kendi dostlarının bile dokunulmaz kalmasını sağlayabilir. Kuzey Akım-2’ye kimin esasen sabotaj düzenlediği ise hâlâ bilinmiyor.

Bu süreçte, CIA’nin yeni başkanlığına yapılacak atama, Trump’ın planlarının merkezinde yer alıyor. Trump’a göre, bu pozisyona eski ABD Ulusal İstihbarat Direktörü John Ratcliffe getirilecek. Ratcliffe, Trump’ın ilk başkanlık döneminde aynı görevi yürütmüştü. Trump, Ratcliffe’i Truth Social’da “Amerikan halkına karşı dürüstlük ve gerçeklerin savunucusu” olarak tanımladı.

Trump, ikinci başkanlık dönemi için kurduğu ekibi hem sadakat hem de mali avantajları maksimize edecek biçimde şekillendiriyor. Bu ekipte, her biri Trump’a bağlılıklarıyla bilinen isimler kritik pozisyonlara yerleştiriliyor. John Ratcliffe, Trump’ın CIA Başkanı adayı olarak dikkat çekiyor. New York Times’a göre, Ratcliffe Kongre üyesiyken Trump’ı desteklemek için büyük çaba sarf etmiş, Hunter Biden soruşturmalarında yardımcı olmuş ve 2016’daki Trump kampanyası ile Rusya arasındaki bağlantılarla ilgili soruşturmaları tekrar tekrar eleştirmişti.

Ratcliffe’in, özellikle Çin ile ilgili istihbarat analizlerine dönük sert eleştirileri dikkat çekiyor. Ona göre, ABD’nin istihbarat kurumları, Çin’in etkisini değerlendirirken Rusya’ya kıyasla daha yumuşak bir yaklaşım benimsiyordu. Bu görüş, Trump’ın Çin’i odak noktası haline getiren politikalarıyla uyumlu.

Trump’ın Çin politikası, sadece ulusal güvenlikten ziyade, aynı zamanda ekonomik spekülasyon için de büyük fırsatlar sunuyor. Yeni Dışişleri Bakanı olarak belirlenen Marco Rubio, uzun süredir TikTok gibi Çinli teknoloji şirketlerini yasaklama taraftarıydı. Bu tür girişimler, Çin merkezli diğer şirketlerin de potansiyel hedef haline gelmesine yol açabilir ve finans piyasalarında spekülatif dalgalanmalara neden olabilir. Trump’ın ekibi açısından Çin, Rusya’dan çok daha kazançlı bir oyun alanı gibi görünüyor.

Trump, Savunma Bakanlığı için Pete Hegseth’i seçti. Hem ordu geçmişi hem de Fox News’teki güçlü duruşuyla bilinen Hegseth, politik bir acemi olsa da Trump için sadık bir müttefik. Trump, Hegseth’in atamasıyla ilgili olarak, “Amerika’nın düşmanlarına uyarı niteliğinde bir adım,” yorumunu yaptı. Hegseth’in bu görevi, Trump’ın daha agresif bir dış politika ve askeri strateji izleyeceğinin sinyalini veriyor.

Trump, çevre düzenlemelerini gevşetmek ve ABD’yi petrol ve doğalgaz üretiminde tekrar lider yapma hedefi doğrultusunda, Lee Zeldin’i Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) başına getirmeyi planlıyor. 44 yaşındaki Zeldin, çevre düzenlemelerini hızlı bir şekilde kaldırmayı ve enerji sektörünü serbest bırakmayı vadediyor. Trump’ın mitinglerinde sıkça kullandığı “Drill, Baby, Drill!” sloganı, bu politikaların popülaritesini artırmayı hedefliyor. Fakat bu politikanın başarılı mı yoksa bir fiyasko mu olacağı, Trump’ın başkanlık döneminin sonunda belli olacak.

Trump’ın bu yeni dönemi, bir kumarhane işletmecisinin bakış açısını yansıtıyor: “Her zaman kasa kazanır”. Bu anlayışla, Trump ve ekibinin atacağı her adımın ardında, yalnızca politik değil, aynı zamanda ekonomik çıkarların da olduğu aşikâr. Spekülasyon ve piyasaları yönlendirme, Trump’ın yönetim anlayışında belirleyici bir rol oynayacak gibi görünüyor.

Yeni ticaret savaşları yolda: Trump, “korumacı” Lighthizer’a teklif götürdü

AMERİKA

Trump’tan bir kez daha Ukrayna’daki savaşı bitime sözü

Yayınlanma

ABD seçimlerinden galip çıkan Donald Trump, bir kez daha yönetiminin öncelikli hedeflerinden birinin Ukrayna’daki savaşı sona erdirmek olacağını duyurdu.

Trump, Florida’daki Mar-a-Lago malikanesinde düzenlenen galada şu açıklamalarda bulundu: “Rusya ve Ukrayna konusunda çok sıkı çalışacağız. Bu savaş sona ermeli. Üç gün içinde binlerce insanın, çoğu asker, hayatını kaybettiğine dair haberler gördüm. Ancak ister asker olsun ister şehirlerdeki insanlar, bu konuda çaba sarf edeceğiz.”

Trump’ın sözcüsü Karoline Leavitt, daha önce yaptığı bir açıklamada Trump’ın, 20 Ocak 2025’teki yemin töreninin ardından “ilk gün” Rusya ve Ukrayna temsilcilerini müzakere masasına oturtmayı planladığını belirtmişti.

Bloomberg‘in kaynakları, Trump’ın Ukrayna politikasını, göreve başlamadan iki ay önce şekillendirmeye başladığını söyledi.

Trump, seçim kampanyası sırasında defalarca, göreve geldikten kısa bir süre sonra Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşı sona erdireceğini iddia etmişti. Hatta bu savaşı “bir gün içinde” bitirebileceğini söylemişti.

Ancak Trump, Kiev’i barışçıl diyaloğu reddetmesi durumunda askeri yardımı kesmekle tehdit etmek ve Moskova’yı, çatışmayı çözmek istemediği takdirde Ukrayna’yı daha fazla silahlandırmakla uyarmak gibi çifte ültimatomların ötesinde somut bir plan sunmadı.

Trump’ın danışmanları, mevcut cephe hattındaki askeri çatışmanı dondurmayı ve Ukrayna’nın NATO’ya üye olmasını en az 20 yıl boyunca reddetmesini önerdi. Fakat Trump, henüz Ukrayna’daki savaşı sona erdirecek somut bir planı onaylamadı.

Ukrayna’da müzakere gündemi: Toprak mı güvenlik garantisi mi?

Okumaya Devam Et

AMERİKA

FT: Şirketler ABD tahvil piyasasına hücum ediyor

Yayınlanma

Donald Trump’ın seçim zaferinin ardından şirketler ABD tahvil piyasasına girmek için yarışıyor.

Financial Times’ın (FT) LSEG verilerinden aktardığına göre aralarında ağır makine üreticisi Caterpillar, biyofarma şirketi Gilead Sciences ve yatırım bankası Goldman Sachs’ın da bulunduğu şirketler bu hafta 50 milyar dolardan fazla borçlandı.

Bu toplam bankacıların beklentilerinin çok üzerinde ve şirketlerin genellikle yaz durgunluğunun ardından piyasaya döndüğü eylül ayındaki faaliyet patlamasından bu yana en yoğun hafta.

Trump’ın geçen haftaki zaferinden bu yana kredi ve hisse senedi piyasaları yükseldi ve yatırımcıların vergi indirimlerinin kârları artıracağına dair beklentileri, ABD Hazine tahvillerine göre kurumsal borçlanma maliyetlerini on yılların en düşük seviyesine itti.

Citigroup’un Kuzey Amerika borç sermaye piyasaları başkanı John McAuley, şirketlerin “demir sıcakken dövmeyi tercih ettiklerini ve şu anda demirin gerçekten sıcak olduğunu” söyledi.

McAuley, “Geçen haftaki seçimlerle ilgili belirsizliğin piyasa üzerinde bir ağırlık oluşturduğuna şüphe yok,” dedi.

Yüksek dereceli şirketlerin devlete göre borçlanmak için ödedikleri prim olan ABD yatırım sınıfı tahvil spreadleri perşembe günü geç saatlerde 0,8 yüzde puanı ile 1998’den bu yana en düşük seviyesine yakındı.

Ice BofA verilerine göre, yüksek getirili ya da “önemsiz” tahvillerdeki spreadler 2,6 yüzde puan ile 2007 ortasından bu yana en dar noktadaydı.

Spread, bir yatırımcının bir finansal enstrümanı satın almak veya satmak istediğinde karşılaştığı mali farka verilen ad.

“Spreadler göz kamaştırıcı derecede dar seviyelerde,” diyen üst düzey bir borçlanma bankacısı, düşük borçlanma primlerinin birçok şirketi gelecek yılın başlarında planladıkları tahvil ihraçlarını “öne çekmeye” teşvik ettiğini sözlerine ekledi.

Genellikle daha dar spreadlerden yararlanmak için en hızlı hareket eden bankalar, bu haftaki borçlanma çılgınlığında yoğun bir şekilde yer aldı. Morgan Stanley’de yatırım sınıfı borç sermaye piyasaları küresel eş başkanı Teddy Hodgson, faaliyetin “defterin finansal tarafına doğru çok çarpık” olduğunu söyledi ve “Seçim sonrası fonlama yapmayı planlamayan, [ancak] spreadlerin nerede işlem gördüğü açısından bunu göz ardı edilemeyecek kadar iyi gören çok sayıda hızlı hareket faaliyeti var,” dedi.

Seçim gününden bu yana ABD hisse senedi fiyatlarındaki artış, özel sermaye şirketleri ve diğer yatırımcıların borsada işlem gören şirketlerdeki hisselerini satmasıyla birlikte öz sermaye piyasalarında da bir hareketlilik yarattı.

Dealogic verilerine göre, bu devam satışları seçimden bu yana yaklaşık 6 milyar dolar topladı.

Bu toplam, Boeing’in ekim ayı sonunda tarihteki en büyük anlaşmalardan birini tamamladığı oylamadan kısa bir süre önceki dönemin altında, fakat işlem sayısı hızlandı ve 7 Kasım ve 12 Kasım, mart ayından bu yana devam satışları için en yoğun iki gün oldu.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

Marco Rubio’nun Çin hakkındaki görüşleri neler?

Yayınlanma

2011’den bu yana Florida’dan Senato üyesi olan Marco Rubio, yeni Donald Trump hükümetinde Dışişleri Bakanlığı görevine getirildi.

İran, Küba ve Venezuela’ya karşı sert tutumuyla bilinen senatör, Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı da her zaman önde gelen “şahinlerden” biri olarak öne çıktı.

Örneğin, ABD Başkanı Donald Trump’ın görevdeki ilk döneminde Hong Kong veya Sincan’da Çinli yetkililer tarafından alınan önlemleri cezalandırma bahanesiyle, Çinli politikacılara ve şirketlere karşı yaptırımlar getiren ABD yasalarının kabul edilmesi için bastıran Rubio, şu anda yaklaşık 40 parlamentodan milletvekillerinin oluşturduğu ve tüm kıtalarda Çin karşıtı yasa tekliflerini koordine eden küresel ağ Parlamentolar Arası Çin İttifakının (IPAC) ilk aktivistlerinden biriydi.

ABD Dışişleri Bakanı adayı bunların yanı sıra Pekin’i, “iktidar hırsını tatmin etmek” için “dünyanın tüm kurumlarını ve tüm normlarını baltalamak” istemekle suçluyor.

Jamestown Vakfı Başkanı Peter Mattis, Rubio’nun “Çin ile ilgili konuları ele alma” konusunda seleflerinden daha istekli olacağını öngörüyor.

Pekin ise, Halk Cumhuriyeti’ne karşı agresif politikası nedeniyle 2020’de Rubio’ya giriş yasağı da dahil olmak üzere yaptırımlar uyguladı.

Ulusal güvenlik, kapitalist verimliliğe karşı

2020 yılında The Wire China’ya kapsamlı bir mülakat veren Rubio, Çin’in Amerika’nın stratejik rakibi olduğunu ve şirketlerinin de Amerika’nın sermaye piyasalarını “sömürdüğünü” öne sürüyor ve sonuç olarak da Amerikalıların “totaliter bir rejimi finanse ettiğini” söylüyordu.

COVID-19 ile birlikte tedarik zincirindeki “kırılganlığı” hatırladıklarını kaydeden Rubio, “Kritik endüstrilerin ne olduğunu yeniden tanımlayacağız ve pandemiden sonra dünya genelinde bu endüstriler etrafında bir miktar korumacılık olacak,” diyordu.

Aynı mülakatta Florida Senatörü daha da ileri gidiyor. Kendisinin “büyük bir kapitalizm destekçisi” olduğu bilgisini verdikten sonra, kapitalizmi dünyadaki en iyi ekonomik model yapan şeylerden birinin, sermayeyi en verimli şekilde kullanacak şekilde tahsis etmesi ve her zaman en verimli sonucu elde etmesi olduğunu savunuyor.

Ama sonrasında şunları ekliyor ve “Bununla birlikte, en verimli sonucun ulusal çıkarlarımıza uygun olmadığı durumlar da vardır,” diyor.

Rubio, bu tip durumlara örnek olarak, jenerik ilaçlardaki etken maddelerin üretimini veriyor. Bu maddelerin üretimi Çin’de daha ucuz olsa da, Rubio’ya göre, ABD’nin ulusal çıkarlarına aykırı çünkü “Bir kriz anında bu ya da bir dizi başka emtia ya da ürüne erişimimizi engelleyebilmek bir ülke üzerinde muazzam bir kozdur.”

Çin ile silahlı çatışma ihtimali: Japonya ile Pasifik savaşları örneği

Daha sonra Japonya’nın Aralık 1941’de ABD’yi hedef almasını tetikleyen şeyin ne olduğunu hatırlatan Rubio, “ABD’nin Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı öncesindeki saldırgan davranışlarıyla, onların petrole ve enerji kaynaklarına erişimini engelleyerek başa çıkma kararına” işaret ediyor.

Rubio, “Herhangi bir ülkeye bizim üzerimizde bu tür bir baskı gücü vermek, silahlı çatışma ihtimalini doğurur; silahlı çatışmanın korkunç sonuçlarının ortaya çıkma ihtimalini artırır,” iddiasında bulundu.

Rubio, Çinli şirketler söz konusu olduğunda ise “ulusal güvenliğe” ilişkin olanlarla olmayanlar arasında bir ayrım yapıyor. Ulusal güvenliği ilgilendiren alanlar arasında telekomünikasyon, biyoteknoloji, yapay zeka ve kuantum hesaplama gibi sektörler yer alıyor. Senatör, bu sektörlerde Çin’e bağımlı olmayan Amerikan şirketlerinin olması gerektiğini savunuyor.

“Yirmi birinci yüzyılı ABD-Çin ilişkisi belirleyecek”

Tedarik zincirleri söz konusu olduğunda üretimin tekrar ülke içine dönmesi (onshoring) için çaba sarf etmek gerektiğini ileri sürüyor. Rubio’ya göre eğer Çin’den ABD’ye bir üretim kayması olmazsa, bunu Orta Amerika ülkelerinde de yapabilirler. Örneğin El Salvador, Guatemala, Honduras, hatta Haiti bu iş için uygun görünüyor.

“Kapitalizmin Çin’i değiştireceğini düşündük; Çin’in kapitalizmi değiştirmeye çalışacağını fark etmedik,” diyen Rubio, Xi Jinping’in de 2008-9 krizini Batının ve kapitalizmin çöküşünün başlangıcı olarak gördüğünü, bu nedenle “agresif” politikaları ivmelendirdiğini söylüyor.

Yirmi birinci yüzyılı ABD ile Çin arasındaki ilişkinin belirleyeceğini düşünen yeni bakan, “Asıl soru şu: Aşırıya kaçmanın sonuçları nedeniyle her iki tarafın da yapabileceklerinin kısıtlandığı dengeli bir ilişki olmasını istiyor muyuz? Ulusal güvenliğimizin ve iktisadi çıkarlarımızın korunduğu dengeli bir ilişki mi istiyoruz? Yoksa bizi şu ya da bu şekilde agresif karşılıklar vererek arayı kapatmaya çalışmaya zorlayan, giderek dengesizleşen bir ilişki mi istiyoruz?” diye soruyor.

Eylül 2024 raporu: “Çin ekonomisi çöküyor” tezlerine itiraz 

Marco Rubio’nun Eylül 2024 tarihli “The World China Made” (“Çin’in Oluşturduğu Dünya”) başlıklı rapor, Çin’in yüksek teknoloji endüstrisi ve küresel ticaret alanındaki başarılarına ilişkin olarak son yıllarda ABD’de hazırlanmış en kapsamlı raporlar arasında yer alıyor.

Rubio, Çin ekonomisinin “genellikle derin sorunlu, hatta belki de çöküşün eşiğinde” olarak tasvir edilmesine itiraz ediyor.

ABD’de uzmanların ve düşünce kuruluşlarının Soğuk Savaş’ta SSCB’ye karşı elde edilen zaferin etkisiyle Çin’e yönelik benzer düşüncelerle oyalandığını savunan Rubio, “Çin’in ihracat ve imalat odaklı kalkınma modeli kısa vadede Çin’i teknoloji sınırına taşıyacak kadar başarılı olmuş, fakat uzun vadede ülkenin yapısal sorunlarını aşmasına yardımcı olacak kadar başarılı olamamış olabilir … Fakat kişinin kendi başarısına olan yenilmez inancı, rehavet için bir reçetedir. Ve giderek artan bir şekilde, bu inanç önümüzde duran kanıtlarla çelişmektedir. Eğer bu raporun verdiği bir mesaj varsa, o da ABD’nin Komünist Çin konusunda kayıtsız kalamayacağıdır,” uyarısında bulunuyor.

Bugünün Çin’inin gücünün doruk noktasında olduğu varsayılsa bile, Rubio’ya göre, Çin Komünist Partisi önümüzdeki yıllarda “Amerikan sanayisi ve işçileri için gerçek ve varoluşsal bir tehdit oluşturmaya devam edecek.”

Çin ile mücadelede “Küresel Güney” stratejisi kritik

Rubio’nun raporu, Çin’in “Küresel Güney”de ABD’ye ihracat yapan fabrikalar kurarak ABD gümrük vergilerini nasıl aştığına dair analizleri aktarıyor.

Raporda, “Sanayileşmiş dünyada Çin ürünlerine karşı ticari engeller arttıkça, Çinli firmalar ihracat pazarı ve denizaşırı üretim üssü olarak Küresel Güney’i hedeflemiştir,” deniyor. Rubio, ABD’nin Çin’den ithalatının azalmasına rağmen, Çin’in “Küresel Güney”e ihracatı ile ABD’nin “Küresel Güney”den ithalatının çok benzer yükseliş eğrileri çizdiğine işaret ediyor.

Dolayısıyla Çin’in “Küresel Güney” stratejisine karşı strateji geliştirmek, Rubio’nun önerdiği Çin’le mücadele paketinin olmazsa olmazı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English