Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

2023 değerlendirmesi: Batı merkezli neoliberal paradigmanın kırılma alametleri

Yayınlanma

2023; Batı merkezli neoliberal paradigmanın kırılma alametlerinin, belki de en güçlü biçimde belirdiği yıl oldu. Batı’nın siyasi, ekonomik ve askeri hegemonyasını sürdürmek yolunda üretmiş olduğu ‘kabul ve rıza mekanizmaları’ ile dengelerin dünya çapında görülmemiş düzeyde sarsıldığını söylemek abartı olmaz.

Yıl boyunca Avrupa’dan Ortadoğu’ya, Asya’dan Afrika’ya ve Latin Amerika’ya pek çok bölgede bu durumun tezahürleri görüldü. Rusya Federasyonu ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin gelişmekte olan ülkeleri giderek daha fazla yanlarında görerek Batı hegemonyasını zorladıkları, BRICS ve Yeni Kalkınma Bankası’nın şimdilik heyecan yarattığı ‘çok kutuplu dünya düzenine yönelim’ ana temayı teşkil etti. Batı’nın buna karşılık koyduğu ‘demokrasi-otoriterlik’ dikatomisi ağır darbeler aldı. 2023’ün; neoliberal ekonomik model ile bu modelin liberal siyasi anlatısı ve ‘değerler’ illüzyonu açısından hayli talihsiz geçtiği söylenebilir.

2023’ün uluslararası ilişkilerde öne çıkan temaları ve kriz başlıklarına bakmak yeterli…

UKRAYNA ÇATIŞMASI VE LİBERALLERİN BÜYÜK YANILGISI

2022; ABD’nin Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası tesis ettiği ve Sovyetler Birliği’ni ekarte ettikten sonra giriştiği yayılmacılığın en ciddi meydan okumasıyla karşılaştığı yıl olmuştu. BM Güvenlik Konseyi’nin 2202 sayılı kararını ihlalle geçen 8 yılın ardından Rusya Federasyonu’nun Aralık 2021’de ABD ve NATO’ya sunduğu anlaşma önerilerinin de reddiyle, Ukrayna çatışmasının ateşi yakılmıştı. Batı; çatışmanın daha başında Mart 2022’de İstanbul’da beliren anlaşma fırsatını da bloke etmişti. Ne ki, 2023; NATO’nun vekil güce çevirdiği Ukrayna’yı kullanarak Rusya Federasyonu’nu mağlup etme girişiminin hüsrana uğradığı yıl oldu. Rusya’nın kısa sürede çökeceğine inanan liberal cephenin yanılgısı büyük oldu.

ABD öncülüğündeki Batı, 2023’ü Kiev’in taarruz seferberliğiyle açtı. Ukrayna Temas Grubu’nda önce ‘tank krizi’ çıktı. Almanya Savunma Bakanı Christine Lambrecht istifa ederken, yerini bir zamanların Almanya-Rusya Dostluk grubu üyesi Boris Pistorius alıyordu. Ancak Olaf Scholz yönetimi ABD’nin kendi Abrams tanklarını vereceğini sadece duyurması karşılığında yelkenleri indirerek kendi savunma sanayisinin gözbebeği Leopard tanklarını cepheye sürmeye ikna oldu. Art arda askeri yardım paketleri, Batı’nın gelişmiş silah sistemleri ve mühimmatları ile Kiev’in taarruzu planlandı. AB’nin neocon’ları ‘Avrupa Barış Fonu’ aracılığıyla ölüm saçan silahlar sundular. Beklenen bahar taarruzu bir türlü gelmezken, Kiev için darbe 20 Mayıs’ta Donbass’taki Bakhmut/Artyomovsk cephesi düşüverdi. Bu kayıp Batı kamuoyundan saklanmaya çalışıldı. Kiev’in taarruzu 4 Haziran’da başladı. Kısa sürede Rusya ordusunun Donbass’ın güneyinde tesis ettiği çok katmanlı savunma hatlarına tosladı. Ve sonrasında yoğunlaştırılan yıpratma savaşı Ukrayna ordusuna pahalıya mal oldu. Cephede ABD’nin Abrams’ları yoktu ama Alman Leopard’ları cayır cayır yanıyordu. İngilizler sessizce Challenger’larını geri cepheye çekiyordu. Batı medyası taarruz fiyaskosunu ancak yıl sonuna doğru teslim etmek zorunda kaldı.

Mağlubiyet, Batı blokunun savaşın finansmanı tartışmalarını kızıştırdı, siyasi bölünmüşlüğe yol açtı. 2023 sonu itibarıyla ABD Kongresi, Biden yönetiminin 61 milyar dolarlık ek paketine onay vermezken, AB de başta Macaristan ve Slovakya gibi ülkelerin itirazlarıyla 50 milyar euro’luk yardımı çıkaramadı.

Bu arada Rusya Federasyonu’na karşı 12 yaptırım paketi büyük ölçüde etkisiz kaldı, petrole konan 60 dolarlık tavan fiyat çöktü. 2023 sonunda ucuz Rusya enerjisinden olmuş Avrupa’da başta Almanya olmak üzere öne çıkan gündem, ekonomik kriz oldu. Almanya’nın 2023 büyüme beklentisi yüzde 0.4, Rusya’nın ise onca yaptırıma rağmen yüzde 3.5 ile ifade ediliyor. Rusya’nın Çin ve Hindistan’la ticareti katlanırken, Batı’nın tecrit iddiasının altı boşaldı. Yeni yılda BRICS’in dönem başkanlığını devralacak olan Rusya Federasyonu, ulusal para birimleriyle ticareti artırmak, ortak para birimi mekanizmaları için hazırlık ve verili uluslararası mali kurumlarda dengeleme için kolları sıvayacak.

2023’de Batı’nın Ukrayna anlatısının ‘değerler’ ayağı da sarsıldı. Kiev’de 2014’deki darbeyi, dünyaya ‘Avrupa demokrasisi arzusu’ diye sunanlar, bu süreçte İkinci Dünya Savaşı’nın nazi işbirlikçisi Banderacılığı devletin resmi ideolojisi kılmış siyasi yapıyı ‘aklamaya’ çalışmıştı. 21’inci yüzyılda ‘azınlık hakları’ şampiyonluğunu kimselere bırakmayan, dünyaya ‘özerklik’ ve ‘ana dil hakkı’ pazarlayan Batı, Ukrayna’nın Rusları ve Rusça konuşan nüfusunu ‘silivermiş’, bir anda ‘egemenlik’ alanına çekilivermişti. Liberal Batı’da etkili ve yetkili şahsiyetler dahil ‘Rusya ve kültürüne’ yönelik aleni ırkçılık sıradanlaştırılmaya çalışılmıştı.

Anlatı 2023 Eylül sonlarında Kanada’da patladı. 22 Eylül’de Banderacılığı maskelemekte işlevsel kılınmış Yahudi asıllı Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’nin Kanada parlamentosunu ziyaretinde… Tarihe kanlı katliamlarıyla mal olmuş Galiçya Tümeni’nde (14. SS Waffen) görev yapmış 98 yaşındaki Yaroslav Hunka özel davetli olarak boy gösterdi. Hatta bu nazi, ‘Ruslara karşı Ukrayna’nın bağımsızlığı için savaştığı’ iddiasıyla övüldü! Yahudi Zelensky, Hunka’yı selamladı. Olay büyük yankı yaratınca Kanada Parlamento Başkanı Anthony Rota özür dileyerek istifa etmek zorunda kaldı. Liberal Başbakan Justin Trudeau tarih cehaletine sığınarak “Bilmiyorduk” diyordu. Bu vesileyle ABD ile birlikte Kanada’nın eski Nazi savaş suçlularına vaktiyle nasıl kucak açtığı, haklarındaki davaları nasıl sümen altı ettiği bir süre yazılıp çizildi. Tüm nazi sembolleriyle liberal kanatlar altına alınmış Kiev’in resmi devlet ideolojisi deşifre oldu.

2023 sonu itibarıyla Ukrayna; büyük asker kaybına karşın ABD Başkanı Joe Biden ve neocon’larının Rusya’yı ezme saplantısına dönüşmüş durumda. Sıradaki ‘mucize silah’ F-16’lar. Banderacı yönetim engelliler ve kadınlar dahil tüm nüfusu cepheye sürecekleri bir seferberliğe soyundu. Gündem bir yandan ‘savunmaya geçme’ diğer yandan ‘krizi dondurma’ arayışı. Son 30 seneyi Rusya Federasyonu sınırına yığılarak çevrelemekle geçirenler “Rusya Avrupa’ya saldıracak” paniği yaymaya çalışıyor.

Diğer yandan Biden yönetimi geri tepmiş ekonomik yaptırım savaşı karşısında Rusya’nın dondurulmuş 300 milyar dolar civarındaki varlığını çalarak Kiev’i finanse etme derdine düştü. Ancak bu varlığın yaklaşık yüzde 3’ünün ABD kontrolünde olduğu belirtilirken, büyük kısmının bulunduğu Avrupa kanadının bu hırsızlık için seferber edilmesi gerekiyor. Nobel ödüllü ekonomistler ve finans çevrelerinin Amerikan küresel mali hegemonyasının yüzü suyu hürmetine bundan vazgeçilmesi ikazları eşliğinde hangi adımların atılacağını 2024’te göreceğiz.

ÇİN DIŞ POLİTİKASI; ABD, RUSYA VE ORTADOĞU

2023’te Batılı elitlerin Rusya obsesyonu mütemadiyen Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlandı. ‘Rusya yenerse asıl hasım Çin cesaretlenecek’ teması işlendi. Çin’i Rusya karşıtı tavır alması için baskılama çabaları sonuçsuz kalmış, Pekin yönetimi Ukrayna çatışmasının ‘karmaşık siyasi ve tarihsel koşullarını’ sürekli vurgulamıştı. Zaten eski ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Ağustos 2022’deki ‘korsan Tayvan ziyareti’ Çin’in gardını yükseltmesine yol açmıştı. Çin, bu eylem sonrasında ABD ile askeri iletişimi tümden kesmişti. 14 Kasım 2022’de Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in ABD Başkanı Joe Biden ile görüştüğü Bali zirvesini izleyen temkinli yumuşama havası çok kısa sürdü.

2023 yılı, Amerikan semalarındaki ‘casus balon’ kriziyle açıldı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Pekin’de ağırlanması beklenirken, 28 Ocak-4 Şubat tarihlerinde Çin’in ısrarla sürüklendiğini belirttiği bir meteoroloji balonu üzerinden koparılan fırtınaya aklı başında herkes şaşırdı! ABD Hava Kuvvetleri, sonunda Biden’ın ‘vurun’ talimatıyla meteoroloji balonunu Atlantik kıyılarında pahalı füzelerle imha etti. Amerikan kamuoyunda ‘Çinliler tepemizde’ paniği estirilirken, Blinken Pekin ziyaretini iptal etti. ABD, bunun gerçekten meteoroloji balonu olduğunu ancak yaz başında sessiz sedasız teslim etti. Ancak ‘balondan yalanlar’ Çin’e Trump sonrası Biden yönetimiyle sıkıntıların bitemeyeceğini bir kez daha gösterdi.

Şi Jinping, Mart sonunda Moskova’daki tarihi zirvede bambaşka bir portre çiziyordu. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 21 Mart’taki iki ortak bildiriyle dünyanın önüne siyasi, ekonomik, askeri ve ideolojik planda ittifak ilişkilerini somutlayan bir alternatif koydular. Şi’nin, Putin’e veda ederken, “Yüzyıldır gerçekleşmeyen bir değişim geliyor. Ve bu değişimi birlikte yönlendiriyoruz” sözleri yankılanıyordu. Öyle ki ABD yönetimi sözcülerinin dilinden bir süre ‘Dünyanın lideri biziz’ söylemi eksik olmadı.

Bu arada Çin-Rusya ilişkileri 2023’te ekonomik, siyasi ve askeri açıdan görülmemiş düzeyde bir yoğunluk kazandı. Şi, 17 Ekim’de Kuşak ve Yol Forumu’nda bu kez Putin’i ağırladı. Rusya lideri Çin’i Avrupa pazarına en kısa yoldan bağlayan Kuzey Denizi rotasını vurguluyordu. Yıl sonunda Pekin’de Rusya Başbakanı Mişustin ağırlanırken, Rusya Çin’in bir numaralı petrol tedarikçisi haline gelmiş, iki ülke ticaret hacmi hedeflenen 200 milyar doları aşarak 218 milyar dolara çıkmıştı. 2023 aynı zamanda Rusya ile Çin arasında askeri stratejik ilişkilerin, ortak tatbikatlar ve devriyelerle derinleştiği yıl oldu.

Yine 2023; Çin diplomasinin küresel çapta ağırlığını koymaya başladığı ve dinamizm kazandığı yıl oldu. İran ile Suudi Arabistan 10 Mart’ta yedi yıl sonra ilk kez diplomatik ilişkileri tesis eden anlaşmaya vardıklarında arabulucuları Çin’di. Pekin, iki ülke temsilcilerini gizli görüşmelerde buluşturmuş, ve bu iş sızmamıştı! Çin yönetimi Körfez bölgesiyle enerji ilişkilerinin ötesinde Ortadoğu diplomasisinde adeta ABD’ye ‘nanik yapıyordu’.

Ulusal paralarla ticaret ve dolara alternatif arayışında Rusya ile birlikte Çin odak haline gelirken, Ağustos sonunda Güney Afrika’da toplanan BRICS zirvesinde de grubun genişlemesi ilan edildi. Yeni üyeler arasında Ortadoğu’dan İran ile birlikte Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ile Etiyopya da vardı.

Amerikan diplomasisi balon olayının ardından yeniden Çin’le daha yakın iştigale girişirken Blinken’ın Pekin ziyareti 18 Haziran’da yapılabildi. Bunu temmuz başında Hazine Bakanı Jenet Yellen izledi. Onun derdi Amerikan devlet tahvilleriydi. Bu arada Amerikan teknoloji şirketlerinin yöneticileri, Henry Kissinger gibi ilişkilerin mimarı olmuş isimlerin ziyaretlerinin katkısıyla bir yıl sonra yeni bir zirve mümkün oldu. Şi, Biden ile APEC zirvesi marjında 15 Kasım’da San Francisco’da görüştü. Tarafların açıklamalarında yeni bir şey yoktu, Tayvan başta olmak üzere pek çok konuda makas kapanmış değildi. Biden görüşme sonrası bir soru üzerine dayanamayıp Şi’ye yeniden ‘diktatör’ dedi. Şi ise Amerikan işadamlarının yemeğinde ayakta alkışlanarak ‘şovunu’ yaptı. San Francisco zirvesinin tek somut sonucu, askeri iletişimin yeniden tesisi oldu. ABD Genelkurmay Başkanı General Charles Brown 21 Aralık’ta Çin Halk Kurtuluş Ordusu’ndan mevkidaşı General Liu Zhenli’yle görüştü. Çin Dışişleri Sözcüsü Wu Qian, ‘samimi ve derinlemesine görüş alışverişinden’ söz etse de, ilişkilerin gelişmesi için ‘eşitlik temelinde somut adım atılması beklentisinin’ altını çiziyordu.

Biden yönetiminin son dönemde Filipinler’i odağına alan askeri hamlelerinin Çin’i tetikte tuttuğu aşikar. Tıpkı geçen yıl gibi 2024’ün ilk ayları riskli. Zira Tayvan’da 13 Ocak’ta seçimler var ve ABD yanlısı Demokratik İlerleme Partisi (DPP) ile Çin anakarasıyla yakın ilişkilere sahip Kuomintang arasındaki kapışmanın sonuçları ‘balondan yalanlardan’ daha önemli kırılmalara yol açabilir.

2023’te teknoloji cephesi de doğrusu Biden yönetimi için pek iç açıcı geçmedi. Biden yönetimi Çin’i özellikle gelişmiş çip teknolojisinden men etmek için uğraşıp didinmişti. Pelosi’nin Tayvan ziyaretinin bir teması da adadaki gelişmiş çip teknolojisini ABD’ye kanalize etmekti. Biden Tayvan çip üreticisi TSMC’yi Arizona’ya davet edip teşvik sunmayı vaad etmişti. Ancak bu proje işgücü ile ilgili sorunlarla sıkıntıya düşmüş görünüyor. Büyük sürprizi ise yaptırımlarla kolu kanadı kırıldı diye düşünülürken, eylülde 7 nanometrelik çiplerin yer aldığı akıllı telefonla sahneye çıkan Çin’in Huawei şirketi yaptı. Batı medyası hararetle dikkatten kaçırılan Çin’in yerli çip üreticisi Semiconductor Manufacturing International Corp’u (SMIC) tartışmaya başladı. Yine yıl sonunda Batılılar Çin’in elektrikli otomobil piyasasındaki yükselişine bakıp hayıflanmaktaydılar.

‘ŞAPKADAN ÇIKAN KRİZ: ORTADOĞU’

Bu yıl Biden yönetimi belki de en büyük darbeyi ‘en çalışmadığı yerden’ aldı: Ortadoğu. Rusya ve Çin ile mücadele için çarşaf çarşaf stratejim planlamaları bulunan Biden yönetimi açısından Hamas’ın 7 Ekim’deki İsrail baskınının tetiklediği savaş, 2023’ü daha da zorlu hale getirdi. İsrail bir günde 1200 insanını yitirerek tarihinin en ölümcül saldırısını yaşadı. Daha sonra 100 kadarı 24 Kasım-1 Aralık’taki insani mola ile bırakılan 240 kişi de rehin alındı. İsrail’in Hamas’ı yok etmek hedefli ağır misillemesi büyük bir insani dram yarattı.

Oysa 7 Ekim’den sadece 8 gün önce Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan The Atlantic etkinliğinde konuşmuş ve “Orta Doğu bölgesi bugün son 20 yılda olduğundan daha sakin” diyerek iyimserliğini dile getirmişti. Dünyada yılın son çeyreğine damgasını vururken, ABD’nin askeri gücüne yönelik meydan okumalara eşlik eden diplomatik tecrit hali ve değerler sunumunu altüst eden bir krizle baş başa kaldılar.

Ortadoğu’da liberal müdahaleciliğin gözde aygıtı siyasal İslam, İhvancılığın Filistin kolu üzerinden dönüp dolaşıp ABD’nin vazgeçilmez müttefiki İsrail’i vurmuş durumda. Kriz büyük. Ve Biden yönetimi 2023 boyunca İsrail’de çıkan ‘yargı reformu’ krizinde ters düştüğü Başbakan Benyamin Netanyahu ile aşırı sağcı ve dincilerden oluşan koalisyonuna siper olmak durumunda. İsrail, Gazze Şeridi’ne ekim ortalarında başlattığı kara harekatı ve ağır bombardımanlarla üç ayda 22 binden fazla insanın ölümüne, 55 binden fazlasının yaralanmasına yol açtı. Okullar, hastaneler, BM tesisleri göstere göstere vuruldu. Kent savaşının koşullarında İsrail ordusu da ağır kayıplar verdi. İsrail önce sivil nüfusu Gazze’nin güneyine sürmeye çalıştı. Ardından Gazze’nin güneyine de operasyonları yoğunlaştırdı. İsrail hükümeti ve kamuoyu yılı açık açık Filistin nüfusunun Mısır’a tehcirini konuşarak kapattı.

Bu koşullarda Biden yönetiminin ‘insan hakları ve özgürlüklerin savunucusu’ görüntüsü büyük bir darbe yedi. İsrail yönetimi Hamas’ı ‘sivilleri canlı kalkan’ olarak kullanmakla suçluyor. Ancak Netanyahu’nun bakanları Gazze’ye nükleer bomba atmaktan söz eder, İsrail askerleri ‘öldürecek bebek aradıklarını’ söyledikleri videoları tiktok’a yüklerken, dünyayı ikna edemiyorlar. ABD, BM Güvenlik Konseyi’nde ateşkesi veto ederken, kısmen ‘insani yardım’ temalı tasarılarla denge kurmaya çalıştı. BM Genel Kurulu’ndaki oylamalar ise dünyadaki eğilimi yansıtıyor. Ve Güvenlik Konseyi’nin eğilimi de aleyhte değişiyor. Biden yönetimi diplomatik açıdan dünya örgütünde tecrit oldu. ABD medyasına, Biden’ın Netanyahu’dan Gazze’deki ‘işini bir an önce bitirmesini istediği’ iddiaları yansıdı.

Ancak çatışmanın 2024 başında durdurulması bir tarafa, Lübnan ile ABD’nin askeri varlıklarının da hedef olduğu Irak ve Suriye sahalarında alevlenmesi riski yabana atılır gibi değil. Nitekim ABD yönetimi 7 Ekim’in hemen ardından Ortadoğu’ya iki uçak gemisi grubu konuşlandırdı. Kasım ayı ortasında ise asıl sürprizi Yemen’deki Ensarullah hareketi yaptı. Şiiliğin Zeydi kolundan Husiler, Gazze’ye destek için İsrail gemilerini ve İsrail limanlarına uğrayacak gemileri Bab-ül Mendeb boğazında hedef alarak kriz başka bir boyuta taşıdı. Uluslararası deniz nakliye şirketlerini Kızıldeniz rotasından eden bu gelişme küresel ticareti etkiler hale geldi. Bu koşullar altında Biden yönetimi 18 Aralık’ta ‘Refah Muhafızı Operasyonu’nu duyurdu. Ancak katılımı açıklanan 20 ülkenin yarısı bilinmezken, Avrupa kanadında İspanya, İtalya ve Fransa ‘gönülsüz’. Husiler Rusya gemilerine geçit verirken, bölgede Cibuti’de donanma güçleri bulunan Çin İsrail gemilerinin yardım çağrılarını yanıtsız bıraktı. Biden yönetimi ise doğrudan Yemen’i hedef almaktan kaçınarak ticari gemilere eskortluk yaparak Husilerin fırlattığı İHA ve roketleri pahalı füzelerle avlıyor. ABD’de Husilerin arkasındaki aktör olarak gösterilen İran’a saldırı çağrıları yükseliyor.

‘YÜRÜRKEN SAKIZ ÇİĞNEYEBİLEN ABD’

2023; ‘Amerikan liderliği’ iddiasının, NATO’nun askeri üstünlüğünün, ABD ve Avrupa’nın ‘Batılı değerler’ başlığının giderek daha tartışmalı hale geldiği bir yıl oldu. BM hukukunun yerine ikame edilen ‘kurallara dayalı dünya düzeni’ argümanının iyice sırıttığı manzara netleşti. Buna karşılık Çin ve Rusya; uluslararası ilişkiler sistemini ‘demokratikleştirmek’ hedefiyle, ‘egemen ulusların çatışmadan kaçınarak ticaret yapması, eşit ve saygılı işbirliği tesis etmesi ve kültürel etkileşim kurması’ çerçevesi konmuş durumda.

2023’te öne çıkan başka başlıkları da var elbette. En başta Batı dünyasında yine yükselen ‘sığınmacı’ teması. ABD’nin güney sınırı sığınmacı akınına uğrarken, bu sorun iç siyasette belirleyici hale geldi. Britanya sığınmacıları Ruanda’ya sürme planlarını verili sığınmacı hukukunu alt üst edecek biçimde tartışırken, AB yeni göç yasasıyla sığınmacı akınına set çekmeyi hedefliyor. Kültürel uyumsuzluk ve ekonomik sorunlar karşısında yükselen göçmen düşmanlığı ve aşırı sağ en büyük kaygı. Ne ki liberal anlatının eski temaları realiteye tozluyor.

2023’te Afrika kıtasındaki en çarpıcı gelişme ise Fransız sömürgeciliğine veda oldu. Resmen sömürgecilik bitmiş görünse de yeni vasıtalarla altın, değerli madenler ve enerji kaynakları sömürülen Batı Afrika’da Fransa’ya dur diyen Burkina Faso, Nijer ve Mali oldu. Batı bağlantılı yolsuz siyaset sınıfını ekarte eden askeri yönetimler kendi kaynaklarını kontrol ederek aralarında dayanışmaya yöneldi. Bölgede altyapı yatırımları bilinen Çin’in yanı sıra Afrika zirvesine ev sahipliği yapan ve en yoksul Afrika ülkelerine bedava tahıl ile gübre gönderen Rusya Federasyonu’nun da etkisini artırma çabası öne çıktı.

Kafkasya’da ise Azerbaycan 30 yıl sonra Ermenistan’la toprak anlaşmazlığında 2020 savaşında sağladığı kazanımları Eylül 2023’teki kısa süreli askeri hamlesiyle pekiştirdi. Dağlık Karabağ meselesine Ermenistan’ın ‘gönüllü feragati’ eşliğinde nokta kondu. Azerbaycan uluslararası planda tanınmış topraklarına kavuştu. 2024’e nihai barış umuduyla giriliyor.

2024 yılı; Rusya, Avrupa ve ABD’deki kritik seçimlerin gidişatı etkileyeceği bir yıl olacak. Batı’nın hegemonya yitimine bu kez ayna tutan kriz alanlarında kolay çözümler görünmüyor. Biden yönetimi yetkililerinin son dönemde ‘ortak ve müttefiklerine’ atfen sıkça tekrarladığı ‘yürürken sakız çiğneyebilen ABD’ asıl 2024’te görülecek. Gelen yılın gideni aratmaması umuduyla tüm okurlara iyi seneler…

GÖRÜŞ

Küresel spor gücü olarak Rusya

Yayınlanma

İlber Vasfi Sel

Rusya Federasyonu’nun, dünya sahnesinde politik, diplomatik ve ekonomik olarak bir süper güç olduğu herkesin malumu. Öte yandan kültür, sanat ve spor alanındaki büyüklüğüne de kimse karşı çıkmaz sanırım.

Tam da bu bağlamda büyük gelişmeler yaşanıyor. Rusya Federasyonu’na bağlı Başkurtistan Cumhuriyeti’nin Başkenti Ufa’da 17 ile 19 Ekim tarihleri arasında 12. Uluslararası “Rusya – Bir Spor Gücü” Forum’u düzenlenecek.

Başkurtistan Cumhuriyeti’nin başında bulunan ve ülkemizin saygın eğitim kurumlarından Bilkent Üniversitesi’nden mezun Radi Habirov, ilgili etkinlik hakkında basın mensuplarına açıklamalarda bulundu. Habirov: “… Rusya’nın önde gelen spor bölgelerinden biri olan Başkurtistan, uzun yıllardır büyük yarışmalara başarıyla ev sahipliği yapıyor. Başkurtistan Cumhuriyeti, Dünya Gençler Güreş Şampiyonası, İşitme Engelliler Yaz Olimpiyat Oyunları ve Ulusal ve Olimpiyatdışı Sporların Birinci Uluslararası Oyunları olan Avrasya Oyunları’na ev sahipliği yaptı…

Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, daha fazla Rus vatandaşını spora dahil etmek ve sporcuların rekabetçi aktivitesini artırmak için bir dizi resmi devlet programını başlattı. Bu kapsamda değerlendirilen ilgili forum programında yuvarlak masa toplantıları, genel oturumlar, konferanslar, seminerler ve tartışma programları yer alacak.

Ek olarak çeşitli tiyatro gösterileri, sergiler ve eğlence programları da dahil olmak üzere 15 farklı kültürel etkinliğin de düzenlenmesi planlanıyor. Katılımcılar ayrıca güvenlik, sağlık ve iletişim konularını da tartışacaklar.

Sporun popülerleştirilmesinin önemi, Türkiye’de de anlaşılıyor. Bu yaz gerçekleştirilen 2024 Paris Olimpiyatları’nın en parlak sembollerinden birisi Türk atıcı Yusuf Dikeç’ti. Dikeç, kendi alanındaki alışılmadık yaklaşımıyla herkesin dikkatini çekti. Kulaklık ve özel gözlükler olmadan atış poligonuna giden Dikeç’in eli cebindeki atışları artık herkes tarafından biliniyor. Rakiplerinin aksine bir stilde yaptığı atış sonrası Türkiye, Olimpiyatlarda bir madalya daha kazandı.

Herkesin malumu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da gençlik yıllarında aktif olarak futbolla ilgilendi. Bu nedenle sporun gelişimi de Cumhurbaşkanının özel ilgi alanlarından biri olmaya devam ediyor. Alman Milli Futbol Takımı’nın efsane isimlerinden biri olan Türk kökenli futbolcu Mesut Özil’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkisi ve samimiyeti de biliniyor. Buna ek olarak sosyal medya ve konvansiyonel medyada sıklıkla Erdoğan’ı ilerleyen yaşına rağmen basketbol oynarken görüyoruz.

Sporun gelişmesinin toplum sağlığını güçlendirdiği ve uluslararası arenada ülkenin imajı açısından oldukça önemli olduğu gerçeğini tartışmak anlamsız. Antik çağlardan bu yana spor müsabakaları, uluslararası ilişkilerin güçlü bir enstrümanı olarak kullanılıyor. Şehir devletleri arasındaki çatışmalar genellikle savaşçıların Olimpiyat Oyunlarına katılımı uğruna sona ererdi.

O zamandan beri yerküre üzerinde gerçekleşen tüm siyasi süreçlerin bugün daha da karmaşık hale geldiğini söyleyebiliriz. Ancak buna rağmen bugün sporun sahip olduğu önemli kültürel ve insani işlevini yok sayamayız. En iyilerin en iyileri arasındaki müsabakalar izleyenleri cezbediyor ve şu çalkantılı zamanlarımızda hepimize olumlu birer gündem oluşturuyor.

İşte gelecek günlerde Ufa’da tertip edilecek olan 12. Uluslararası “Rusya – Bir Spor Gücü” Forumu, uluslararası spor adına yeni yarışma formatları oluşturmak konusunda alanında küresel çapta uzmanlıkları bulunanlar için benzersiz bir fırsat sunuyor. Etkinliğin en önemli kısmı ise Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de şahsi katılımı gibi görünüyor. Ufa’daki bu etkinliğin uluslararası spor adına yeni bir dönüm noktası yaratması ve bir başlangıç olması bekleniyor.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

İran misillemesi şaka değildi: Artık her şey olabilir

Yayınlanma

Yazar

İran’ın beklenen misillemesi 1 Ekim günü beklenmedik bir şekil ve içerikle geldi. Türk medyasının ve özellikle siyasal/selefi İslamcıların alay ederek ciddiye almadıkları, adeta dalga geçtikleri misillemede İran İsrail’i Fettah adını verdiği hipersonik füzelerle vurdu. Bu yazının kaleme alındığı an itibariyle gerek Amerikan ve Batı basını gerekse İsrail Tahran’ın misillemesinin İsrail’e ciddi zarar verdiği konusunda hemfikir görünüyorlardı.

 SİYASAL/SELEFİ İSLAMCILARI MEMNUN ETMEK MÜMKÜN DEĞİL

Türkiye’de ise durum farklı. Özellikle siyasal/selefi İslamcılar hala her şeyin Tahran ile Tel Aviv arasındaki bir danışıklı dövüş olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Orta Çağ mezhepçiliğinin yüzyılımızda o zamandan hiç de az olmayacak derecede etkin olabildiğini görmek gerçekten çok şaşırtıcı. Hamas için yanıp tutuşuyor gibi görünen bu mezhepçi siyasal/selefi İslamcı gruplar kullandıkları ifadelerde Hamas liderlerinden İsmail Heniye için şehit olarak bahsetmeye özen gösterirken Hizbullah lideri Nasrallah’ın adını ya anmamayı veya en kibarından öldürüldüğünü veya ‘elimine edildiğini’ söylemeyi tercih ediyorlar.

Hatta pek çok siyasal/selefi İslamcı Nasrallah için ‘Müslüman katili’ demeye varacak kadar ağır ifadelerden sakınmıyorlar. Aynı çevrelere göre Tahran’ın misillemesi laf ve propagandadan ibaret ve aslında İran içi boş füzeleri fırlatarak İsrail’e yardım ediyor; çünkü yaptıklarına meşruiyet kazandırıyor ve bu devletin önünü açıyor.

Uluslararası ilişkiler tahlilleri açısından tam bir kafa karışıklığının yansıması olarak değerlendirebileceğimiz bu çarpık düşüncelerin normalde hiçbir değeri yok; ama bu hezeyanvari laf kalabalığının gözleri önünde örneğin Hamas ile Hizbullah’ın yakın işbirliği içinde olduğunu dahi görmemesi inanılmaz bir durum. Örneğin şehit sıfatı verdikleri Heniye’nin Tahran yani İran yönetimiyle yakın bir işbirliği yürüttüğünü görmezden gelmeleri gibi… İran’ın misillemesi konusunda Atatürkçülüğü sadece kıyafet ve yiyip-içme laikliği olarak gören/anlayan bir grubun da İran’ın ‘başarılı’ olmasından/görülmesinden memnun olmadıkları hatta rahatsızlık duydukları sonucunu çıkarmak mümkün.

İSRAİL’İN YENİLMEZLİK ALGISI BÜYÜK DARBELER ALIYOR

Bu ideolojik ve kafası karışık grupları bir kenara bırakacak olursak, olayları yalın bir gözle takip eden herkesin ilk gördüğü şey İsrail’in yenilmezlik algısının hızla yıpranması olsa gerek. Bir güvenlik devleti olan İsrail’in toprakları bugüne kadar neredeyse hiç bombalanmamıştı. Örneğin Hayfa veya Tel Aviv gibi önemli şehir merkezleri… İsrail her zaman çatışmalar/savaşlar içinde olur, silahlı kuvvetlerini sıklıkla kullanır ama her defasında karşı tarafları topraklarından sürerek atar ve elde ettiği yerlere de yeni yerleşimciler yerleştirirdi. Araplar mülteci olurlar, komşu ülkelerde önce çadırlarda ve sonra onlara yapılan kamplarda perişan bir şekilde yaşarlar ve böylece nesiller boyu mülteciler olarak hayata tutunmaya çalışırlardı.

Oysa şimdi ilk defa İsrail vatandaşları kendi evlerini terk ederek güvenli bölgelere kaçmak zorunda kaldılar. Önce 7 Ekim 2023 Hamas saldırısının hemen ardından başlayan çatışmalar ve İsrail güçlerinin gerçekleştirdiği soykırım sırasında Gazze’ye komşu yerleşim yerlerinde yaşayan İsrailliler hızla kendi bölgelerinden tahliye edilerek daha güvenli bölgelere nakledilmişlerdi. Hizbullah ile başlayan çatışmalar sonucunda ise İsrail’in resmi açıklamalarına göre altmış bin kişi güvenli olmayan kuzey bölgelerinden hızla tahliye edildiler. Hizbullah’ın son iki haftadır İsrail’e karşı giriştiği etkili füze yağmurlarında yavaş yavaş yerleşim yerlerini de vurmaya başlaması bu rakamları daha da yukarılara itmiş olabilir.

Bütün bunlar şunu gösteriyor: İsrail toprakları artık güvenli değil. Oysa koca koca Arap devletlerine karşı giriştiği büyük savaşlarda İsrail onların hava kuvvetlerini havalanmadan etkisiz hale getirip (1967, Altı Gün Savaşı) sonra da başkentleri başta olmak üzere bütün yerleşim yerlerini hava bombardımanına tabi tutabilmişti. Şimdilerde bu algının neredeyse toptan yok olması İsrail’i en zayıf noktasından vurabilir; insan kaynağı eksikliği.

Gazze’de 7 Ekim Hamas saldırısı ile başlayan çatışmalardan bu yana ciddi sayıda İsrail vatandaşının ülkeyi terk etmiş olduğu anlaşılıyor. Meselenin bir başka tarafı da İsrail’e Yahudi göçü yıllar içinde zaten azalmış olsa da bunu iyice azaltıp tamamen durdurabilir; çünkü güvenli olmayan bir bölgeye/ülkeye insanlar canları pahasına gidip yerleşmezler, hatta tam tersine oradan kaçarlar.

Bölgesel politikalar ve algılar açısından da İsrail ciddi bir darbe yemiş durumda. Şöyle ki, Hamas’a karşı yürüttüğü mücadelede savaş amaçlarının (Rehineleri kurtarmak, Hamas’ı tamamen yok etmek vd.) hiçbirisine ulaşamazken sadece sivilleri topluca katletmek suretiyle bir soykırım yapmış olması öte yandan Hizbullah ve İran’a karşı ciddi bir askeri başarı kazanamaması İsrail’in yenilmezliği algısının yok olmasına giden süreci hızlandırıyor. Tereyağından kıl çeker gibi operasyon yapan (Entebbe operasyonu gibi) bir İsrail algısı hızla ortadan kalkıyor.

Örneğin bugüne kadar Hizbullah’a karşı giriştiği hiçbir savaşta zaten başarılı olamayıp sonuçta geri çekilmek zorunda kalan İsrail 17 Eylül’den bu yana Hizbullah’a karşı müthiş psikolojik operasyonlar yapmış (çağrı cihazları ve telsizlerin patlatılması, Nasrallah dahil lider kadrosunun öldürülmesi gibi) olmakla birlikte alanda başarılı görünmüyor. Örneğin Lübnan’a daha doğrusu Hizbullah’a yönelik kara savaşı kelimenin tam anlamıyla başarısız durumda. Şu ana kadar düzenlediği bütün komanda operasyonları Hizbullah tarafından püskürtüldüğü gibi İsrail’in askeri ve toplumsal olarak kaldıramayacağı büyük kayıplara sebep oluyor.

Hizbullah’a karşı Lübnanlı diğer grupları özellikle Hristiyanları kışkırtma girişimleri de şu an itibariyle sonuç vermiş veya verecekmiş gibi görünmüyor. İsrail’in sıklıkla başvurduğu bu yöntem 2006’da da sonuçsuz kalmıştı. O günden bu yana özellikle Suriye savaşında yaşananlar, Hizbullah’ın savaşa aktif bir şekilde katılarak Suriye yönetiminin ayakta kalmasına yardımcı olması bir manada Hristiyan nüfusu da IŞİD ve benzeri cihatçı terör örgütlerinden kurtarmış oldu. Dolayısıyla İsrail bugünlerde aynı kartı oynayarak Hizbullah’ı bir Lübnan iç savaşına çekmek için ciddi gayretler sarf etmesine rağmen başarılı olamayabileceğine işaret ediyor.

İRAN’IN FÜZE SALDIRISI

İran’ın 1 Ekim günü 180 ila 250 füze fırlatarak İsrail’in önemli hava alanlarını, Mossad karargahını vd. ve önemli hedeflerini vurması Hizbullah ve Direniş Ekseni güçlerine büyük moral verirken İsrail’i de büyük bir ev ödevi ile karşı karşıya bıraktı. İran’ın kağıttan kaplan olmadığı ve elindeki hipersonik füze stoklarıyla İsrail’e büyük zararlar verebileceği ortaya çıktı. Geçtiğimiz hafta Kavir çölünde İran’ın bir nükleer bomba denemesi yaptığı haberleri de İsrail açısından üzerinde dikkatle düşünmesi gereken başlık bir daha oluşturmuş gibi duruyor.

Öncelikle İran’ın hipersonik füzeler yapabilmiş olması kendisi açısından büyük bir başarı. En başarılı modelleri Rusya tarafından geliştirilen (Sarmat, Kinjal vd.) ve Çin’in de güçlü modellerini geliştirdiği bu füze türlerini İran da yapmış görünüyor. Batı dünyasında henüz test aşamasında kalan bu çok süratli füzelerden büyük bir stok oluşturmuş durumdaki İran’a karşı yapılacak bir misilleme kolay olmayacaktır; çünkü İsrail’in Jericho III füzeleriyle yapacağı saldırılara İran misliyle karşılık verebilir ve bu defa daha güçlü savaş başlıklarıyla göndereceği füzelerle örneğin bütün havaalanlarını yerle bir edebilir. İsrail’in nükleer silah kullanma tehdidine aynı şekilde karşılık verebilir. Türkiye’nin iki misli yüzölçümüne sahip İran’ın bütün bu açılardan İsrail’e karşı oldukça avantajlı olacağını söylemeye bile gerek yok gibi.

AMERİKA DEVREYE GİRMEDEN İSRAİL FAZLA BİR ŞEY YAPAMAZ

İsrail’in Amerika tam olarak devreye girmeden İran’a karşı öldürücü darbeler vurabilmesi hemen hemen imkansız gibi. Birbirinden yaklaşık olarak iki bin kilometre uzaklıktaki iki ülke arasında zaten doğru dürüst bir savaş da olamaz. Kara ve deniz kuvvetlerinin hemen hemen hiç işe yaramayacağı ve İsrail’in güçlü yanı olan hava kuvvetlerinin kolaylıkla operasyon yapamayacağı bir savaş…

Örneğin İsrail hava kuvvetleri tanker uçaklarıyla harekete geçse, bunu anında Rusya gelişmiş radarlarıyla tespit ederek İran’a bildirecektir. İsrail hava kuvvetleri İran’a varmadan en az yarım saat önce İran’ın hipersonik füzeleri İsrail’i bu defa feci şekilde vurup, operasyondaki uçaklara dönüşte ineceği hava alanı bırakmayabilir. Kaldı o kadar uzun bir mesafeyi kat ederek İran’a ulaşacak İsrail uçaklarının hiçbir hava savunmasıyla karşılaşmadan işlerini görüp geri dönecekleri beklenmemelidir. Kısacası Amerika savaşa tam olarak katılmadan İsrail’in mevcut şartlarda İran’a ciddi darbeler vurması beklenmemelidir. Psikolojik ve kısmen de askeri değeri olan suikastler vb. operasyonlara devam etmesi mevcut dengeyi büyük ölçüde değiştirmeyebilir.

Rejim değiştirme amaçlı savaşlardan istediğini alamayan, sadece girdiği ülkeleri yakıp yıkan ve milyonlarca insanı öldüren/ölümüne sebep olan Amerika’nın İran gibi güçlü bir devlete karşı savaşı hem de çok kutuplu bir dünyada göze alması düşünülemez. Bu tür savaşlar Amerikan kamuoyundan destek görmezken, rakibin İran olması da ayrıca düşündürücü olacaktır.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen yenilmezlik efsanesi büyük yara almış olan İsrail’in İran’a karşı hiçbir şey yapmadan yediği darbeleri sineye çekmesini beklemek de çok gerçekçi olmayabilir. Seçimlere kadar mevcut Demokrat yönetimden tam destek alması zor görünüyor. Sonrasında tam destek yine kolay olmayabilir. Sınırlı bir operasyon bu durumda daha mantıklı görünüyor ki, savaş istemeyen ve zamanın kendi lehlerine olduğunu düşünen İran ve Direniş Ekseni açısından da böyle bir durum kabullenilebilir; ancak Hizbullah-İsrail savaşının nasıl sona ereceğini öngörmek pek kolay değil.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

İsrail, İran ile vekâlet savaşı yerine doğrudan çatışmaya mı gidecek?

Yayınlanma

Yazar

4 Ekim’de İsrail ve ABD, 1 Ekim’de İran’ın gerçekleştirdiği ikinci füze saldırısına nasıl karşılık vereceklerini tartışıyordu. Özellikle İran’ın petrol tesislerine saldırı yapılması gündemdeydi. İran ise ABD ve İsrail’e, artık “tek taraflı itidalle” sınırlı kalmayacaklarını ve herhangi bir İsrail saldırısının “olağanüstü bir şekilde misilleme” göreceğini açıkça belirtti. Bunun etkisiyle, uluslararası petrol fiyatları üst üste üç gün artarak Brent petrolünün varil fiyatı 75 dolara, Texas petrolü ise 71 dolara yükseldi; bu durum, ağustos ayından bu yana en uzun süren artış olarak kaydedildi.

İsrail’in askeri araçları artık hızla ilerliyor ve ABD Başkanı Biden’ın öneri ve endişelerini umursamıyor, Orta Doğu’daki durumu sürekli tırmandırarak krizi büyütüyor. Hatta dünya enerji arzını tehlikeye atarak küresel ekonomi için büyük bir bedel ödetmekten çekinmiyor. İsrail, İran ile 45 yıldır süregelen vekâlet savaşını sonlandırıp doğrudan çatışmaya girmeye dahi karar verebilir.

Bu yeni dönemde, bir yıllık barışın eşiğindeki Filistin-İsrail çatışmasında, İran, İsrail’e 200 orta menzilli füze fırlattı ve bu, Doğu Akdeniz’den Basra Körfezi’ne uzanan potansiyel bir bölgesel krizi yeniden gündeme getirdi. İran, büyük bir hava saldırısının, Lübnan Hizbullahı lideri Hasan Nasrallah ile İran İslam Devrim Muhafızları (IRGC) Kudüs Gücü Başkan Yardımcısı Abbas Nilfrushan’ın intikamını almak için yapıldığını iddia etti. 28 Eylül’de İsrail Hava Kuvvetleri, Beyrut’un güneyindeki Hizbullah karargâhına en az 80 adet yer altı bombası atarak birkaç binayı anında yerle bir etti ve Nasrallah ile Nilfrushan’ı öldürdü.

Sonrasında yapılan açıklamalarda, Nasrallah’ın cesedinin sağlam ve belirgin bir yara olmadan bulunduğu, büyük patlamanın yarattığı şok dalgaları nedeniyle hayatını kaybettiği görüldü. Bu durum, İsrail istihbaratının Nasrallah’ın yerini ve hareketlerini son derece doğru bir şekilde bildiğini ve hedefe yönelik yoğun bir bombardıman uygulandığını gösteriyor.

2 Ekim’de Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Habib, CNN’e yaptığı açıklamada, Nasrallah’ın ölümünün ateşkese olumlu yaklaşmasından sonra gerçekleştiğini belirtti. Habib, ABD Başkanı Biden ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki çağrılarının ardından Lübnan hükümetinin Hizbullah ile ateşkesi müzakere ettiğini, Nasrallah’ın 21 gün boyunca ateşkesi kabul ettiğini ve bu durumun ABD ile Fransa’ya bildirildiğini aktardı. İran ise Nilfrushan’ın Nasrallah’a riskten kaçınması için Tahran’a gitmesi gerektiğini söyleyerek öldüğünü iddia etti.

Ağaçlar sessiz olmak istiyor ama rüzgar durmuyor. Eğer Lübnan yukarıdaki açıklamayı doğrularsa, Netanyahu hükümetinin Hizbullah’ın ateşkesi kabul ettiğini ilan ettiğini görmek istemediğini, Hizbullah’a karşı başlattığı “Kuzey Seferi”ni durdurmaya niyeti olmadığını ve bu çatışmayı İran’ı da hedef alacak şekilde daha da tırmandırmaya kararlı olduğunu gösteriyor. Hatta savaş Lübnan, Suriye ve İran’ı da kapsayan topyekûn bir savaşa dönüşebilir. 2 Ekim’de İsrail’in Şam’da bir eve düzenlediği hava saldırısında Nasrallah’ın damadı Hassan Karsi öldürüldü. Nasrallah’ın üst düzey Hamas yetkilileriyle evli iki kızı var ve Nasrallah’ın diğer damadının da er ya da geç İsrail’in ölüm listesinde olması muhtemel, çünkü Netanyahu hükümeti Hizbullah’la ölümüne savaşmaya kararlı.

Hizbullah ateşkes teklifini kabul etti ve Nasrallah öldürüldü. Bu garip bir durum mu? Hayır. 31 Temmuz’da Tahran’da İsrail askeri istihbaratı tarafından öldürülen Hamas lideri İsmail Haniye de bir barış lideriydi ve Gazze’de ateşkes istiyordu. Müzakere ortaklarını ortadan kaldırmak, barış görüşmelerinin yolunu kesmek, süper askeri araçlarla savaşmak, ABD’den sonsuz ekonomik ve askeri yardım ithal ederek sıfır toplamlı bir son elde etmek Netanyahu hükümetinin temel mantığı ve formülüdür.

İran’ın saldırısında stratejik vuruş silahları kullandığı ve İsrail’in Demir Kubbe savunma sistemini kısmen deldiği için, her ne kadar kasıtlı olarak zayiat vermekten kaçınsa da, sonuçta İsrail’in stratejik savunma ve caydırıcılık sistemini kırmış ve İran’ın stratejik sürpriz ve caydırıcılık kapasitesini artırmıştır. Bu durum, İsrail’in büyük bir misilleme yapma olasılığını artırıyor.  İsrail’in dinlenmeyeceği ve misillemenin 18 Nisan sembolik saldırısını aşacağı, İranlı siyasi ve askeri liderlerin, hükümet ve askeri birimlerin, nükleer ve petrol tesislerinin, önemli liman ve havaalanlarının vb. saldırının hedefi haline gelebileceği ve hatta saldırıyı gerçekleştirmek için savaş uçaklarının İran hinterlandının derinliklerine gönderilmesini göz ardı etmemesi bekleniyor. Kısacası, güç gösterisi topu bir kez daha İsrail’in yarı sahasına atılmıştır ve bu karsr Netanyahu ve savaş kabinesine kalmıştır.

Netanyahu hükümeti, “Korkunç İvan” ve “Çılgın İvan”ın bir bileşimi olan gerçek bir savaş kabinesine dönüştü. “Korkunç İvan”, güvensizlik nedeniyle, yaşlı Veliaht Prens de dahil olmak üzere tehdit olarak algıladığı herkesi öldüren Rus İmparatorluğu’nun 4. İvan’ına atıfta bulunur; “Çılgın İvan” ise Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği denizaltılarının, takip edilme riskini atlatmak için ani manevralar yaparak denizde çarpışma riskini göze aldığı taktikleri ifade eder.

Netanyahu hükümeti Gazze’de ateşkes yerine Direniş Ekseni’nin şartlarını reddediyor ve saldırılarını genişleterek, Hamas’tan daha güçlü ve daha esnek olan Hizbullah’ı yok etmeye çalışıyor. Bu durum, bölgesel çatışmayı Üçüncü Lübnan Savaşı’na veya Altıncı Ortadoğu Savaşı’na taşıma riskini göze alarak, İsrail’i uzun süreli bir savaş durumuna sokmak ve ABD ile İran arasında bir savaşı kışkırtmak pahasına gerçekleştiriliyor.

Amerikan siyasetinin haber ağı “Politico” 2 Ekim’de Biden hükümetinin Netanyahu hükümetine karşı etkisiz hale geldiğini, sadece İran’ın nükleer tesislerine doğrudan saldırmaması için Netanyahu’yu ikna etmeye çalıştığını ancak kararlarını etkileme konusunda pek fazla alanlarının kalmadığını açıkladı. Haberde, iki Amerikalı anonim yetkiliye atıfta bulunarak, Biden hükümetinin Orta Doğu’daki etkisinin giderek azaldığı ve geçen bir yılın ardından, durdurmak için çaba gösterdiği durumu—bölgesel savaşı—artık engelleyemediğini kabul ettiğine dikkat çekildi. Şu anki seçenek, İsrail’in yanıtını sınırlamak, ancak eylemlerini tamamen durdurmak değil.

Haberde ayrıca, Netanyahu hükümetinin defalarca Amerikan önerilerini görmezden gelerek Gazze’deki savaş hedeflerini genişlettiği, bu durumun giderek artan insani kriz nedeniyle Biden hükümetine ciddi iç siyasi baskılar yarattığı belirtildi. Bu da Biden’ın Netanyahu’dan uzak durması için yapılan çağrıların daha da güçlenmesine yol açtı. Biden’ın Netanyahu üzerindeki etkisinin zayıflamasıyla birlikte öfkesinin de arttığı, telefon görüşmelerinin giderek daha fazla “yüksek sesli tartışmalara” dönüşmeye başladığı ifade edildi. Biden, yakın arkadaşlarına Netanyahu’nun ateşkese ulaşma niyetinin olmadığını, aksine çatışmayı uzatarak kendi siyasi geleceğini kurtarmaya çalıştığını ve aynı zamanda Kasım’daki seçimlerde Cumhuriyetçi aday Trump’a yardımcı olmaya çalıştığını söyledi.

Netanyahu’nun Trump ve Yahudi damadı Kushner ile güçlü kişisel bağları ve çıkar ilişkisi olduğu biliniyor. Bazı haberlere göre, Netanyahu, Amerika’da eğitim aldığı dönemde Kushner ailesinin evinde kalmıştı. Trump, 2017’de Beyaz Saray’a girdiğinde, İsrail’e ilk resmi ziyaretini gerçekleştirdi; 20 yılı aşkın süredir iki partili hükümetin kabul ettiği politikaları kırarak, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı; İsrail sağının nefret ettiği İran nükleer anlaşmasını (JCPOA) feshetti; Filistin’in temel çıkarlarını feda eden “Yüzyılın Anlaşması”nı sundu ve dört Arap ülkesini “toprak karşılığında barış” ilkesini bir kenara bırakarak İsrail ile ilişki normalleştirmeye ikna etti.

Buna karşılık, Netanyahu’nun Amerikan Demokrat Partisi ile ilişkisi oldukça hassas ve çalkantılıdır. Biden kişisel olarak İsrail’e ve Yahudi halkına yakın olsa da, Obama hükümeti Filistin-İsrail arasında denge kurmaya çalışmış, Suudi Arabistan ile İran arasında uzlaşıyı teşvik etmiş, İsrail sağının karşı çıkmasına rağmen İran ile nükleer anlaşmaya varmış ve “Şii hilali”ni İran’ın etki alanı olarak görmüş, 2016’nın sonunda görev süresini tamamlamadan İsrail’in yasa dışı yerleşimlerini kınayan 2334 sayılı kararı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde kabul ettirmişti.

Amerikan seçimlerine bir ay kala, Netanyahu hükümeti Orta Doğu savaşının ölçeğini genişletmeye karar veriyor ve bu durum Biden hükümetini ve Demokratları zor durumda bırakıyor, aynı zamanda Trump ve Cumhuriyetçi Parti’ye oy kazandırma şüphesi doğuruyor. Sorun şu ki, Netanyahu bu kadar ileri gitmeye devam ettikçe, Biden ekibi durmak istese de duramıyor; İsrail’in savaş politikalarını bağımlı bir şekilde takip ediyor, sürekli olarak ona silah sağlıyor ve stratejik destek sunmaya devam ediyor. Amerika’nın İsrail’e güvenlik taahhüdünü sürdürdüğü söylenebilir, ancak aslında Amerika’nın Orta Doğu politikası ve ulusal çıkarları tamamen İsrail’in etkisi altına girmiş durumda.

Netanyahu hükümeti, Biden ekibine biraz saygı gösterip İran’ın nükleer tesislerine saldırmayı engellerse nükleer silahlanma riskini azaltmış olur, ama İran’ın petrol tesislerine saldırmayı, petrol gelirlerini kısıtlamayı ve İran halkı ile hükümetinin arasını açma fırsatını kaçırır mı? İran, dünyada önde gelen petrol üreticisi ülkelerden biridir, ABD yaptırımları ve ambargoları altında olmasına rağmen, günlük gerçek üretimi ve gri ihracatının yaklaşık 2 milyon varil civarında olduğu tahmin edilmektedir. Şu an dünya petrol piyasasında arz fazlası durumu oldukça istikrarlı olsa da, İran’ın petrol tesislerinin tahrip edilmesi, gelecekteki enerji arzında büyük bir daralmaya yol açabilir, özellikle de Rusya’nın birkaç yıl içinde normal petrol ve gaz ihracatına yeniden başlaması beklenmiyor.

Daha da önemlisi, İran İsrail’e karşı tekrar nasıl misilleme yapacaktır? Haniye olayından sonra, İran İsrail’den intikam alacağını açıklamıştı, hatta Macaristan aracılığıyla İsrail’e önceden belirlenmiş hedefleri bildirmişti, fakat ikinci hamle hala gerçekleşmedi. Nasrallah ve Nilfrushan’ın öldürülmesi, İran için eski öcün ödenmeden yeni bir nefretin eklenmesi anlamına geliyordu ve İsrail’in bir adım daha ileri gitmesi, İran için büyük bir aşağılamaydı. Bu nedenle, geri çekilmeye hiç şansı kalmayan Tahran, sert bir şekilde yanıt vermek zorunda kaldı ve ilk kez savunması zor ve siyasi anlamı büyük orta menzilli füzeleri kullandı.

Tabii ki, intikamın gerçek olup olmadığına bakmaksızın, propaganda yerine etkilerine bakmak gerekir. Bu kadar büyük ve sarsıcı bir cezalandırıcı hava saldırısı, İsrail’e hiçbir ciddi zarar vermemiş gibi görünüyor, tek onaylanan ölüm ise İran füzelerinin enkazından ölen Batı Şeria’daki bir Filistinli sivildi. Bu, ne kadar büyük bir ironidir!

İran, İsrail ile askeri mücadelesinin sona erdiğini açıklamış durumda, bu da “barış teklifini” yüksek sesle sunduklarını gösteriyor. Soru şu ki, Netanyahu, İran’ın işi büyütmek istemediğini ve Amerika’nın her halükârda İsrail’i destekleyeceğini artık anlamış durumda, bu nedenle ne zaman saldırılacağı ne kadar küçük ya da büyük olacağı tamamen onun kararına bağlıdır. İsrail ile İran arasındaki çatışma ve düşmanlık yapısal ve uzun vadeli bir sorundur. Ya İsrail, Arap topraklarındaki yasa dışı işgalini sonlandırır, ya da İran “İslam Devrimi”nin ihraç edilmesinden vazgeçer; başka bir barış yolu yoktur.

Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English