Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘2024’ün en büyük jeopolitik riski Trump’

Yayınlanma

İngiliz ekonomist ve Bluebay Varlık Yönetimi Gelişen Piyasalar Kıdemli Stratejisti Timothy Ash, Harici’ye konuştu. Türkiye’nin Ortodoks politikalara geri dönmesinin iyi olduğunu savunan Ash, “Batı sermayesi Türkiye’ye geri dönecek. Türkiye’nin doğal yeri sonuçta Batı İttifakı’dır” dedi. 

Gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan ünlü ekonomist Ash, Türk ekonomisinin geleceği ve küresel ekonomik durum hakkında değerlendirmelerde ve öngörülerde bulundu.

‘Ortodoksluğa dönüşün devam edeceğini düşünüyorum’

Ağustos ayında Mehmet Şimşek ve ekibinin uluslararası piyasalara güven vermesi için henüz erken olduğunu, Mart 2024 seçimlerine işaret ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın düşük faiz-ekonomik büyüme politikalarını (‘Ağbal Faktörü’) yeniden bozabileceğini söylemiştiniz. Tam tersi oldu. 2023 yılı sona ererken Türkiye ekonomisinin geleceği hakkında neler söylemek istersiniz?

Biz iyimseriz. Kurumsal yatırımcıların Naci Ağbal’ın gönderilmesiyle çok kötü bir deneyim yaşadığını düşünüyorum, dolayısıyla bu ekibin bir süredir orada olduklarını görmeleri gerekiyor. Aslında Merkez Bankası’ndaki bazı değişiklikler beni cesaretlendirdi. Sadece Bakan Şimşek’in, Başkan Hafize Gaye Erkan’ın atanması değil, önemli görevleri çok iyi insanlarla üstlenebildiklerini gördük. Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay’ı çok iyi tanıyoruz. Ayrıca Hatice Karahan yine çok iyi ve çok saygın bir ekonomist. Dolayısıyla Mehmet Şimşek’e çok güçlü bir yetki verilmesi bizi teşvik ediyor. Dolayısıyla, aslında yerel seçimler etrafında pek fazla politika ılımlılığı göremeyeceğimiz konusunda artık iyimserim ve makro Ortodoksluğa dönüşün devam edeceğini düşünüyorum. Gelecek yıl için iyimseriz. Türk itibarına yatırım yapıyoruz. Yani şirketlerin ve bankaların euro tahvilleri… Soru, lira varlıklarına yatırım yapıp yapmadığımızdır. Bu farklı bir konu. Önemli olan sadece ekipteki Ortodoks politikasının dayanıklılığı değil, aynı zamanda Türk devlet tahvilleri cinsinden yeterince ödeme alıp almadığınızdır. Yüzde 20 ödüyorlar. Enflasyonu dengelemek için bu yeterli mi? Kurumsal yatırımcılar şu anda bu soruyu soruyor.

‘Piyasa Mehmet Şimşek’e güveniyor’

Türk iktisatçılardan bazıları yüksek faizlerin Türkiye ekonomisini toparlamaya yetmediğini söylüyor. Katılıyor musunuz katılmıyor musunuz?

Bu aynı zamanda güvenilirlikle de alakalı. Mehmet Şimşek’in itibarı var. Piyasa ona güveniyor. Ekibi yine çok saygı görüyor. Mesele daha yüksek oranlarla ilgili. Bu aynı zamanda makro-finansal politikayla da ilgili. Şimşek, Avrupa Birliği ile yeni bir gümrük düzenlemesi olasılığından bahsetti. Bu, Türkiye’nin geleceğe dair yönelimi açısından iyi bir güven veriyor. Yani aslında işler iyi görünüyor. Belki geçen mayıs ya da haziran ayında hayal ettiğimizden çok daha iyi bir yerdeyiz. Artık 2024 yılının Türkiye için çok daha iyi bir yıl olması gerektiğini düşünüyorum.

‘Körfez artık yatırımlarının karşılığını istiyor’

Şimşek, Merkez Bankası Başkanı Erkan ve ekibinin vaatlerinden biri de Körfez yatırımlarını Türkiye’ye çekmekti. 2023 yılının sonuna yaklaşırken, Türkiye’nin Körfez’den beklenen yatırımları henüz çekemediği görülüyor. Bu durum Türkiye ile mi alakalı, yoksa küresel olarak doğrudan yabancı yatırımlarda genel bir düşüş mü var?

Küresel anlamda Körfez yatırımlarında gerçekten ilginç bir değişim görüyoruz. Eski yıllarda Suudiler, dünya çapındaki dost rejimleri desteklemek amacıyla dostlarına büyük çekler yazardı. Şimdi paralarının geri ödenmesini istiyorlar. İyi yatırımlar istiyorlar. Yani, Suudilerin Mısır’a ya da Pakistan’a verdiği kredilerle, belirli projeler istediklerini, iyi bir makro politika istediklerini ve sonuçta kendilerine geri ödeme yapılmasını istediklerini görüyorsunuz. Hayırseverlik değil bu iş. Türkiye’de iyi makro politika görmek istiyorlar. Şimşek bunu yayıyor. Türkiye’de çok sayıda ilgi çekici proje var, bence çok sayıda cazip iş fırsatı var. Dolayısıyla Körfez’den gelecek bu uzun vadeli yatırımın geleceğini düşünüyorum çünkü sonuçta Türkiye’nin yatırımcıları cezbeden pek çok olumlu yönü olduğunu düşünüyorum. Körfez parasının eninde sonunda geleceğini düşünüyorum. Evet. Yeter ki Şimşek’in uygulamaya koyduğu çok iyi politika değişikliklerine devam etmesine izin verilsin.

‘Türkiye Körfez’e kendini kanıtlamalı’

Ama elimizde bir takvim yok. Buna ne dersiniz?

Kesinlikle, önümüzdeki yıl içerisinde BAE ile 51 milyar dolarlık bir anlaşmanın yapıldığını düşünüyorum. Bu çok para. Bu paranın orta ve uzun vadede, yani 5 yıllık bir zaman diliminde yatırılacağını düşünüyorum. Gelecek yıl içinde bir miktar alacağımıza eminim. Projelerin üzerinde çalışılması zaman alır. Ayrıca Türkiye’nin o ülkelere de kendini kanıtlaması gerektiğini düşünüyorum. Belki BAE, 51 milyar dolarlık bir çek yazıp koşulsuz şartsız Türkiye’ye vermiş olsaydı, Türkiye’nin gördüğümüz politika değişikliklerine geri dönme ihtimali olabileceğine dair bir endişe olurdu. Aptal değiller. Körfez rejimlerinin yöneticileri çok mantıklı ve pratiktir. Bu onların parası, bunu kazandılar. Faydasıyla birlikte geri almak istiyorlar. Doğru yere, doğru politikalarla yatırım yaptıklarından emin olmak istiyorlar. Dolayısıyla onların dikkatli olmalarını ve parayı belki uzun bir süreye yaymalarını anlayabilirsiniz.

‘Çin için en önemli ilişki ABD ile olan ilişkisi’

Ekonomileri jeopolitik gerilimlerin belirlediği bir dönemde miyiz? Ukrayna savaşı Avrupa’nın enerji politikalarını altüst etti; ABD-Çin gerilimleri Afrika, Latin Amerika ve Asya’da kalkınma işbirliğini yeniden şekillendiriyor. Bu durumda Avrasya ile işbirliği içinde olan Batılı bir Türkiye’nin önümüzdeki yıllardaki ekonomik göstergelerini nasıl öngörüyorsunuz?

Jeopolitik bir karmaşadır. Dünyayı anlamayı zorlaştırıyor. Jeopolitik gerilimler genellikle olur, genellikle beklenmedik anda olurlar; Gazze, Gazze Krizi gibi. Bir yerden çıkıverirler. Ama aslında aklımdaki bazı şeyler cesaret verici. Birincisi, San Francisco Zirvesi’nden sonra Çin ilişkilerinin aslında daha iyi bir noktaya gelmesi. Doların düşüşüyle ilgili çok fazla konuşma var. Durumun böyle olduğunu düşünmüyorum. Yaptırımların başarısına ve Batı İttifakı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımların uygulanmasında birlik olduğu ve çok az ülkenin yaptırımlara karşı çıkmaya istekli olduğu gerçeğine bakarsanız, ABD dolarının hala güçlü olduğunu görürsünüz. Çin, Ukrayna’daki krize karşı nasıl davrandıysa Rusya’yı desteklemek için yoldan çıkıp Rusya’yı desteklememeye de çok dikkat etti. Rusya’nın mühimmat ve askeri malzeme bulmak için Kuzey Kore ve İran’a gittiği gerçeği ortada. Bu, Çin’in bunu yapmadığı anlamına geliyor. Çin için en önemli ilişkinin ABD ile olduğunu düşünüyorum. ABD hâlâ dünyanın en büyük ekonomisi. Çin’in kendi ekonomik sorunları var. Çin’in eninde sonunda ekonomik hegemonyayı ele geçireceği, dünyanın bir numaralı ekonomisi olacağı fikrinin artık o kadar kesin olduğunu düşünmüyorum. Çin yönetimi emlak, sağlık sektörü ve Kovid konusunda hatalar yaptı. Onlar da bizim gibi yanılabilirler. ABD ekonomisi inanılmaz derecede dirençliydi. İnsanlar bir durgunluk bekliyor. Pek olacak gibi görünmüyor.

‘Batı sermayesi Türkiye’ye geri dönecek’

ABD’nin ekonomik güç merkezi olmadığı yeni, çok kutuplu bir dünyadan bahsetmek güzel bir fikir. Ancak ABD’nin önümüzdeki on yılda da hâlâ baskın küresel ekonomik oyuncu olacağını söyleyebilirim. Ortadoğu gibi, Çin gibi bazı iş ve sermaye havuzları var. Ama sonuçta son 5 yılda, 10 yılda yaşanan ticaret savaşlarından, korumacılıktan, jeopolitik yaptırımlardan öğrendiklerimiz şunu gösteriyor; ABD hâlâ çok güçlü bir konumda. Bunun bir sonraki ABD seçimlerinden sonra da sürüp sürmeyeceği tartışmaya açık. Ama Türkiye’ye yatırım ticaretinin ve finansmanının üçte ikisi  batıdan, Avrupa’dan, ABD’den geliyor. Türkiye, çoğu işi batılı ülkelerle yapıyor, finansmanının büyük bir kısmı oradan geliyor. Türkiye’nin bir tür Ortodoks politikalara geri dönmesinin iyi olduğunu düşünüyorum. Batı parası Türkiye’ye geri dönecek. Türkiye’nin doğal yeri sonuçta Batı İttifakı’dır. Evet, Afrika’yla, Orta Doğu’yla vs. daha fazla ticaret yaparak ticaretini çeşitlendirebilir ve kırılganlıklarını azaltabilir. Bu iyi. Neden olmasın? Ama sonuçta paranın ve finansmanın çoğu Batı’dan geliyor. Gerçek bu. Körfez parasının yavaş geldiğini söylemiştiniz. Doğru politikalarla kurumsal para çok hızlı bir şekilde Türkiye’ye dönecek. Politika faizlerinin düşmesiyle birlikte enflasyonun tek haneli rakamlara geri döndüğünü görürsek, Batı’dan Türkiye’ye 20 milyar dolarlık kurumsal paranın geri geldiğini görebilirsiniz. Bu mümkün. Türkiye bunu elde ediyordu. 2007, 2008, 2009, 2010, 2011’e bakın; Türkiye’de AKP iktidarının altın yılları. Bunun kesinlikle mümkün olduğunu düşünüyorum.

‘Dolar hala kral’

Az önce de-dolarizasyondan bahsettiniz; bu büyük bir soru. Asya dünyasında, Çin’de, Rusya’da, hatta petrolünü sadece kendi ulusal para birimiyle satan bazı Arap ülkelerinde bile tartışılıyor. De-dolarizasyon tartışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir gün bunun gerçekleşebileceğini düşünüyor musunuz?

Dolar hala kral. İnsanların cebinizde bir dolar yerine bir paranın olmasını özellikle isteyeceğini sanmıyorum. Yani sonuçta mesele kurumlara güvenmektir. Sonuçta uluslararası oyuncular Batılı kurumlara güveniyor. Dolara güveniyorlar. FED’e güveniyorlar. Avrupa Merkez Bankası’na güveniyorlar. Gerçek bu. Özellikle gelişmekte olan piyasa para birimlerine pek güvenmediklerini düşünüyorum. Ve Çin’in hala gelişmekte olan bir piyasa para birimi var. Dolar ve avroya karşı gerçek rakiplere sahip olmaktan çok uzakta olduğumuzu düşünüyorum.

‘Amaç küresel etkisi olan Rus ekonomisini çökertmek değil’

Bahsettiğiniz yaptırımlara gelirsek, günün sonunda Rusya’ya gittiğinizde Rusya ekonomisinin rakamlarına bakıyorsunuz, evet yaptırımlar var. Uluslararası bankacılık sisteminin dışındalar vs. Birtakım şeyleri ihraç edemiyorlar ama görüyorsunuz ki Batı’nın yaptırımları Rus ekonomisine istedikleri kadar zarar verememiş. Neden?

Yaptırımlar karmaşık bir iştir. Yaptırım uyguladığınızda ülkeye zarar vermek istiyorsunuz, kendinize daha fazla yaptırım uyguluyorsunuz. Küresel bir ekonominin içindeyiz. Rusya küresel pazarlara entegre olmuş durumda. Batı, küresel pazarlara aşırı zarar vermemek konusunda çok dikkatliydi. Yani amaç Rusya’yı çökertmek değil, küresel etkisi olan Rus ekonomisini çökertmek değil. Bu yüzden bu şeyleri nasıl ortaya çıkaracağınıza çok dikkat etmelisiniz. Sonuç olarak yaptırımların Rusya’yı zayıflattığını düşünüyorum. Sermaye çıkışlarını gördünüz. İnsan beyninin Rusya’dan çekildiğini gördünüz. Rusya döviz rezervlerinin yaklaşık 300 milyarını kaybetti. Ruble zayıfladı. Türkiye şunu bilir; bir para birimi zayıflar çünkü sonuçta ödemeler dengeniz sürdürülebilir değildir. Ruble 50’den 100’e çıktı, bu bana aslında Rusya’nın kazanmadığını gösteriyor. Demek istediğim, güçlü ülkelerin güçlü para birimleri vardır. Rublesi güçlü değil. Ayrıca Rusya’nın (AB takımının) yaptırımları konusunda lobi çalışmalarına bu kadar çok zaman harcaması da bunun işe yaramadığını gösteriyor.

İran, Irak, Kuzey Kore, Venezuela, Küba gibi yaptırım uygulanan ülkeler hayatta kalıyorlar. Yani ülkelerin ekonomileri durmuyor. Yaptırımların üstesinden nasıl gelineceğini öğreniyorlar. Ve yaptırımlar sürekli tekrarlanıyor. Hedef, sürekli olarak onları atlatmak için bir şeyler yapmaktır. Onları sıkılaştırmanız gerekiyor. Durum bu. Peki sonuçta Rusya iş yapmak için iyi bir yer mi? Rusya uluslararası iş dünyasının yatırım yapmak istediği bir yer mi? Hayır. Bu ne anlama geliyor? Sonuçta daha düşük uzun vadeli büyüme ve düşüş. Rusya, Batı’nın yaptırımları nedeniyle askeri makinesini istediği kadar hızlı yenileyemeyecek. Dolayısıyla yaptırımlar sihirli bir çözüm değil. Bunlar Batının cephaneliğindeki bir araçtır. Bence Batı’nın Rusya’yı zayıflatmasında çıkarı var çünkü Rusya Ukrayna’yı işgal ederek bir tehdit oluşturuyor. Kötü bir küresel oyuncu oldu, Suriye’ye müdahale etti, Gürcistan’a ve birçok yere müdahale etti. Bunun durmasını istiyoruz. Bu bizim için bir tehdit. Bu, Batı sistemine ve Batı liberal piyasasına ve demokrasisine yönelik bir tehdittir. Yaptırımların yürürlükte kalması için Rusya’nın askeri sanayi kompleksini zayıflatmamız gerekiyor. Gerçek bu.

‘Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteğin daha güçlü olmaması üzücü’

David Cameron’un Washington’da söyledikleri aslında İngiltere ve ABD gibi Batılı ülkelerin Rusya’dan daha zalim hale geldiğine işaret ediyor çünkü -başka bir ifadeyle söylüyorum- “savunma bütçemizin sadece %10’unu harcıyoruz ve Ukraynalıların cesaretini kullanıyoruz” dedi. Ve ekledi: “Rusya’nın insan gücüne ve silahlı gücüne zarar veriyoruz ve bunları savaş öncesi duruma kıyasla %50 oranında azaltıyoruz.” Bu çok korkunçtu.

Yani Ukraynalılar biz onlara para verdiğimiz için ya da Rusya’ya yaptırım uyguladığımız için savaşmıyorlar. Kendi ülkelerini savunmak için savaşıyorlar. Çünkü Rusya işgal etti. Rusya Kırım’ı çaldı. Kırım Rus değildir. Eğer Ukraynalılar isterse, eğer Ukraynalılar Rusya’nın hâkimiyetinden ve yönetiminden memnun olurlarsa, silahlarını bırakırlar ve savaşmazlar. Rusya işgal ettiği için, kendi ülkeleri için savaşıyorlar. Gerçek bu. Elbette Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteğin daha güçlü olmaması üzücü. Bence daha önce silah sağlasaydık Ukraynalılar, Rusya’yı daha erken geri püskürtebilirdi. Bu bizim hatamız.

‘Ukraynalılar bizi savunmak için ölüyorlar’

Ama Cameron’un söylediği başka bir şey. ‘Sadece Ukraynalıları kullanıyorsunuz. ABD ve Britanya’nın çıkarları için savaşmalarına ve ölmelerine izin veriyorsunuz’ diyor.

Onun söylediklerine yorum yapamam. İfadesini duymadım. Ama bakın, gerçek şu ki Ukraynalılar bizi savunmak için ölüyorlar. Bu bir gerçek. Kendilerini, kendi ülkelerini savunmak için savaşıyorlar. Ancak Ukrayna, Polonya’nın, Baltık devletlerinin ve Batı Avrupa’nın ön cephesidir. Putin Ukrayna’da kazanırsa daha da ileri gidecek. Daha çok şey yapacak. Yani haklısınız. Bence Cameron’un demek istediği Ukraynalıları desteklemek için daha fazlasını yapmamız gerektiğiydi çünkü onlar sadece kendilerini savunmuyorlar, bizi de savunuyorlar. Bu bir gerçek.

‘Batı’nın ve Türkiye’nin Putin’i durdurma konusunda çıkarı var’

Cameron ayrıca cümlelerinin sonunda “Bu büyük bir yatırım” dedi. Ne düşünüyorsunuz?

Onunla aynı fikirdeyim. Savunmamıza yapılacak en iyi yatırım bu. Ukraynalıların Rusları durdurmasına yardım ediyoruz. Türkiye açısından bakıldığında, Rusya’nın Ukrayna’daki zaferi, Rusya’nın Ukrayna’nın tamamını ele geçirmesi ve Karadeniz’in daha büyük bir kısmına hâkim olması iyi bir şey midir? Bu durumda Rusya’nın Karadeniz çevresindeki bölgenizde saldırgan bir güç olmaktan vazgeçeceğini düşünmüyorum. Putin küresel bir oyuncu olmadığını kanıtladı. Kurallara göre oynamıyor. Rusya’nın sınırlarını genişletmek istiyor. Dolayısıyla Batı’nın ve Türkiye’nin Putin’i durdurma konusunda çıkarı olduğunu düşünüyorum ve Ukraynalılar da bize bu konuda yardımcı oluyor.

‘Irak işgali bir hataydı’

Yani, size ABD’nin Afganistan’ı, Irak’ı işgal ettiğini falan sormayacağım. Ama büyük küresel oyuncuların dünyaya yaptığı şey bu.

Ben kişisel olarak ABD’yi desteklemedim. ABD’nin 2003’te Irak’ı işgalini desteklemedim. Bu ters etki yarattı. Bu benim kişisel görüşüm. Bu bir hataydı. Pek çok İngiliz bunu desteklemedi. Birçok Avrupa ülkesi bunu desteklemedi. Bu Tony Blair ve George Bush’un kararıydı. Bu bir hataydı. Afganistan… Usame Bin Ladin 11 Eylül’de ABD’ye terör saldırısı düzenledi. ABD’nin Afganistan’da El Kaide’yi yenmek için Afganistan’a gitmesinin bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Doğru. Irak tamamen farklı bir hikayeydi. Artık Batı küresel anlamda pek çok hata yaptı. ABD’nin 2003’te Irak’ı işgal etmesini eleştirdiğimi söyledim. Batı’nın Gazze’deki krizi yönetmek şekline katılmıyorum. Ateşkes olmalı. Siyasi bir çözüm bulunması gerekiyor. Filistinliler İsraillilerle aynı haklara sahiptir. Buna katılıyorum. Ancak bu, Ukrayna’nın 30 yıldır bağımsız bir devlet olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Rusya Ukrayna’yı işgal etti. Rusya’nın olmayan Ukrayna topraklarını ele geçirdi. Gazze’de de ölen Filistinlililer gibi binlerce sivili katletti. Unutmayın, Putin Suriye’de de aynısını yaptı. Rusya ve Esad, Suriye’de Rus bombalarıyla çok sayıda Suriyeli sivili öldürdü. Batının hatası bizim bu konuda hiçbir şey yapmamamızdı. Obama’nın meşhur kırmızı çizgileri… Bilmeliydik, çoktan öğrenmeliydik. Grozni’de, kendi ülkesinde, Çeçenistan’da da aynısını yaptı. Bu kötü bir adam. Bunu kabul etmeliyiz. Nihayet Batı, bu adamı durdurmamız gerektiği gerçeğinin farkına varmalı, Türkiye de bunu yapmalıdır. Yani Batı’nın Irak’ta hatalar yapmış olması ve şimdi de Gazze’de hatalar yapıyor olması, Ukraynalıların kendi ülkelerini savunma haklarının olmadığı ve Rusya’nın Ukrayna’yı alma hakkına sahip olduğu anlamına gelmiyor. Yani bu durmamız gerektiği anlamına gelmiyor.

‘BRICS’in somut bir başarısı yok’

Peki. Ekonomiye geri dönelim. BRICS ve küresel güney hakkında yorum yapabilir misiniz? Hindistan’ın yükselişi, Çin’in yükselişi nedeniyle yakın gelecekte küresel ekonomiye hakim olacaklar mı? ABD dünya ekonomisinin %75’ine sahipti ama biz artık o dengeye sahip değil. İşler değişiyor. Ekonomi, küresel ekonomi de değişiyor. BRICS ve Küresel Güney’in rolünü değerlendirebilir misiniz?

BRICS… Yani somut olarak neyi başardı? Ne kadar süredir var olduğunu bilmiyorum. 10 yıldır falan mı? Aslında nedir bu? BRICS varlığı nedir? Genişletildi. BRICS’i İran’ı da kapsayacak şekilde genişletmek iyi bir fikir mi? Ben aslında öyle düşünmüyorum. Hindistan listeye eklenen bazı ülkelerden pek memnun değildi. Bana BRICS’in gerçekte ne olduğunu açıklayın. Türkiye bile buna üye değil. Sanırım küresel bir büyüme gördük. Enerji piyasaları çok hızlı büyüyor. Ekonomik gücün ve çeşitliliğin yeni anlamlarını gördük. Buraya kadar sorun yok. Küresel çeşitlendirme iyi bir fikirdir. ABD’de çok fazla güç ya da daha dengeli bir küresel hikaye her neyse, kesinlikle iyi bir fikir. Son yıllarda Çin’in bu kadar iyi durumda olmadığını öğrendik. Yani Kovid ile ilgili kötü bir karar almış durumda, gayrimenkul konusunda da kötü kararlar veriyor artık, büyüme modeli soru işaretleriyle dolu. Yani, emin değilim. Nihayetinde ABD ekonomisi çok daha dayanıklı olduğunu kanıtladı, durgunluk olmadığını gösterdi.

‘Kuşak Yol’un artı ve eksileri var’

Kuşak ve Yol projesini değerlendirebilir misiniz? Aslında Çin, her ne kadar süper performans göstermiyor deseniz de bu projeyle bölgede karşılıklı bağımlılığı sağlıyor. Ve bu projeyi kendi ekonomisini büyütmek için bir kaldıraç olarak kullanıyor. Bu Çin açısından olumlu bir şey. Uzun vadede bunun Çin ekonomisinin küresel anlamda büyümesine yardımcı olup olmayacağını yorumlayabilir misiniz?

Kuşak ve Yol’un olumlu ve olumsuz yanları var. Açıkçası, fakir ülkelere altyapı geliştirebilmeleri için sermaye veriliyor. Bu iyi. Sorun şu ki, birçok ülkeye borç yükleniyor. Son dönemde Zambiya, Sri Lanka gibi Çin’den borç alan birçok ülke borç sorununa sürüklendi. Pakistan başka bir örnek. Ne yazık ki, Kuşak ve Yol modeli, Çin pazarına erişim bedeli karşılığında ülkeye borç olarak veriliyor. Demek istediğim bu işin bedeli bu. Soru, Çin mallarının gelip çoğu zaman yerli sanayiyi yok edip etmediğidir. Bu, ülkelerin ihracat potansiyelinin yok edildiğine dair bir veri var. Çok fazla borçları var ama geri ödeyemiyorlar çünkü Çin malları gelip yerel malları rekabet edemez hale getirdi. Pakistan gayet iyi bir örnek. Pakistan çok fazla borç aldı, bir miktar altyapı aldı, bir şeyler inşa etti, bir miktar enerji üretimiyle ilgili şeyler inşa etti. Ama aslında Çin malları geldi ve mesela eskiden büyük bir ihracat olan Pakistan ayakkabı endüstrisini yok etti. Ve artık rekabet edemiyorlar. Yani zorluklar var. Orada uygulanma şekli muhtemelen olabilecek en iyisi değildi. Çin şimdi Zambiya, Sri Lanka ve muhtemelen Pakistan gibi ülkelerde yarattığı borç sorunlarını çözmek zorunda. Artıları ve eksileri olduğunu söylemiştim.

‘2050 için oldukça endişeliyim’

Son olarak 2050 yılına dair kısa öngörülerinizi aktarabilir misiniz? Küresel ekonomilerin resmini nasıl görüyorsunuz? Kim nerede ve nasıl olacak?

Vay canına, 2050… Oldukça endişeliyim. Yani iklim değişikliğine dair yapılacakların eksikliğini görüyoruz… Çevre uzmanı değilim ama özellikle bunu herkes anlamış olmalı. İklim değişikliği, iklim krizi her geçen yıl daha da zorlaşıyor. ABD başkanlık seçimleri var. Trump geliyor. Muhtemelen en büyük risk bu. Twitter hesabımda bir anket yaptım. Gelecek yılın en büyük jeopolitik riski bu. Bence en fazla oy gelen şık, Trump’ın başkanlığıydı. Bu ne demek? ABD… Ben İngilizim. ABD’nin büyük bir hayranı değilim. Peki izolasyoncu bir ABD’nin uluslararası diplomasiden çekilmesi dünya iyi bir şey mi? Bu iyi bir şey mi, gerçekten iyi bir şey mi? ABD’yi Ortadoğu gibi pek çok yerde politika açısından eleştirebiliriz muhtemelen. Ancak geri adım atarsa çok taraflılık azalır. İklim değişikliği çok taraflı bir yaklaşıma ihtiyaç duyuyor. Trump bunların hiçbirine inanmıyor. Bu iyi olacak mı? Yoksa ABD, Trump’ın başkanlığı altında daha korumacı mı oluyor? Bu iyi bir şey mi? Bilmiyorum. Yani dünya oldukça endişe verici görünüyor. Söylemek zorundayım. 2050 yılı oldukça uzak ama iklim değişikliği nedeniyle şu anda çocuklarımız için endişe verici görünüyor diye düşünüyorum.

SÖYLEŞİ

‘İkinci Trump döneminin en büyük zorluklarından biri Çin olacak’

Yayınlanma

Trump hükümetinin en etkili isimlerinden, eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı ve NATO eski Genel Sekreter Yardımcısı Guy B. Roberts Harici’ye konuştu: “Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum. Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.”

Önceki Başkan Donald Trump döneminde ABD’nin Nükleer, Kimyasal ve Biyolojik Savunma Programları’ndan sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı olarak görev yürüten Guy B. Roberts, ayrıca NATO’nun kitle imha silahları politikasından sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı ve Nükleer Politika Planlama Direktörlüğü görevlerini de yürüttü.

Guy B. Roberts, ikinci Trump döneminde izlenmesi beklenen iç ve dış politikalara ilişkin Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

‘Öncelik göç ve vergi politikası olacak’

Donald Trump’ın önceki kabinesinde Savunma Bakan Yardımcısı olarak yakın çalıştığınızı biliyorum. Onun politikalarını önceden nasıl yürüttüğünü biliyorsunuz ve ocak ayından itibaren nasıl devam edeceğini öngörebilirsiniz. Şu anki birincil beklentiniz nedir?

Aslında bu oldukça heyecan verici çünkü Başkan Trump’ın, seçim vaatlerinin hepsini yerine getirme konusunda kararlı olduğunu açıkça ifade ettiğini düşünüyorum. Muhtemelen ilk odaklanacağı konu, ABD’ye yasa dışı göç ve bunun yanı sıra vergi yapısını yeniden düzenleyerek orta sınıf Amerikalılar için vergi indirimlerini maksimize etmek olacak. Uluslararası alanda ise müttefikler ve ortaklara daha fazlasını yapmaları için baskı uygulamasını ve savunma harcamaları için taahhüt ettikleri, GSYİH’lerinin %2’si veya daha fazlasını harcama sözlerini yerine getirmelerini bekliyorum. Bu, ilk yönetiminde de kilit bir unsurdu ve ben de NATO karargahında onunla birlikteydim. Orada müttefiklerimizin bu konuda adım atması gerektiği üzerine uzun uzun konuştuk. Ekibini kurduktan sonra bu konuların öncelikli olarak ele alınacağını düşünüyorum. Tabii ki ABD sistemi gereği bunun gerçekleşmesi yaklaşık altı ay sürecektir.

‘Trump’ın Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum’

Ukrayna hakkında konuşalım. Trump, Ukrayna savaşını 24 saat içinde bitirme sözü verdi. Ekibi bugün bile bu iddiayı tekrarlıyor. Son aylarda savaş Ukrayna için olumsuz bir seyir izlerken, Trump Ukrayna’ya barış getirebilir mi? Ayrıca, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir ateşkesi veya barış anlaşmasını kabul eder mi sizce?

Bu gerçek bir mesele. Trump’ın iddia ettiği gibi bu sorunu 24 saat içinde çözmesinin gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Bu çok daha karmaşık bir durum. Ancak, Başkan Putin ile doğrudan temas kuracağını düşünüyorum. Bunu yapacağını öngörebiliyorum; Putin üzerinde bir ateşkesi kabul etmesi ve bu sorunun çözümüne yönelik adımlar atması için baskı yapacaktır. Ukrayna, toprak vermek konusunda hevesli olmayabilir, ancak yeni silah sistemlerinin devreye girmesi gibi mevcut durumu göz önünde bulundurduğumuzda, Rusların Ukrayna’ya attığı son orta menzilli balistik füzeler ve Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine saldırıları, tarafların birbirine taviz verdiği bir tür müzakere için zemin hazırlayabilir. Bu müzakereler başlangıçta en azından bir ateşkes karşılığında bir şeylerden feragat etmeyi içerebilir. Barışın ise 24 saatten çok daha uzun süreceğine inanıyorum.

Görev süresinin sonlarına yaklaşan Başkan Biden, Trump için işleri zorlaştırabilecek bazı önemli hamlelerde bulundu. Örneğin, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı ABD yapımı uzun menzilli füzeler kullanmasına izin veren bir yasa tasarısını imzaladı. İkincisi, Rusya’nın uluslararası para transferleri ve enerji ticareti için kritik öneme sahip olan Gazprombank’a yaptırımlar uyguladı. Birkaç diğer banka da yaptırım listesine alındı. Biden, görevinden ayrılmadan hemen önce ne yapmaya çalışıyor? Trump’ın eline bazı “bombalar” mı bırakıyor?

Bunun kesinlikle aklının bir köşesinde olduğunu düşünüyorum. Müzakereler için başarılı bir zemin hazırlıyor, Trump’a bu krediyi vermek istese de istemese de. Yönetimi muhtemelen bunu inkâr edecektir. Ancak, Biden’ın şimdi yetkilendirdiği uzun menzilli ateş gücü, onayladığı askeri teçhizat artışları ve diğer müttefiklere aynı şeyi yapmaları için verdiği cesaretin, başarılı bir ateşkes müzakeresine ulaşmada yardımcı olduğunu ve yardımcı olacağını düşünüyorum.

Trump’ın yaklaşan ikinci dönem başkanlığı hakkında konuşalım, Avrupa liderleri gerçekten hevesli değildi ve bazıları Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönecek olmasından mutlu değil. Yeni bir Trump dönemi için Avrupa’dan nasıl bir yeniden yapılanma bekliyorsunuz?

Bir ittifak perspektifinden bakıldığında, Genel Sekreter Rutte, selefi Genel Sekreter Jens Stoltenberg gibi, müttefiklerin daha fazlasını yapması gerektiği konusunda çok hevesli bir destekçi ve kampanyacı oldu. Genel olarak daha fazlasını yaptıklarını düşünüyorum. Örneğin, şimdi 21’den fazla ülkenin askeri harcamalarının GSYİH’nin %2’sini karşıladığını ve diğer ülkelerin de bu hedefe doğru ilerlediğini söyleyebilirim. Yeni müttefikler, Finlandiya ve İsveç gibi ülkeler, savunma ve eğitim harcamalarında çok sağlam bir tutum sergilediler; hatta nüfusun olası bir savaş durumunda belirli faaliyetlerde bulunması için kılavuzlar hazırlamaya kadar gittiler. Bu, bence, caydırıcılık değeri taşıyor. İttifakın gönderdiği mesaj şu: Biz bir ittifakız ve herhangi birimize saldırırsanız, hepimize karşı koymak zorunda kalırsınız.

Benzer şekilde, Hint-Pasifik bölgesinde Avustralya ve Yeni Zelanda’nın yanı sıra Vietnam gibi bölgedeki ortaklarla bir koalisyon oluşturma çabalarını gördük. Kısa süre önce onlara bazı eğitim jetleri sattık ve diğer ülkelere de satışlar gerçekleştirdik. Trump yönetimi muhtemelen ittifak oluşturma konusuna daha az, savunma açısından kendi kendine destek sağlayan birebir ilişkilere daha fazla odaklanacaktır. Bu, Trump ve Biden yönetimleri arasında göreceğimiz değişimlerden biri olabilir.

‘Çin’e karşı caydırıcılık için ortaklık stratejisi’

Trump’ın kurumsal diplomasi yerine kişisel diplomasi tercih edeceğini mi söylüyorsunuz?

Evet, bence Biden yönetiminin koalisyon oluşturma konusuna odaklandığını görebiliyoruz. Örneğin, Beş Göz, NATO ittifakını taklit etmeye çalışan Güneydoğu Asya Antlaşması Örgütü (SETO) gibi 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarındaki benzer bir girişimi andırıyor. Birçok nedenden dolayı SETO işe yaramadı ve dağıldı. Ancak şimdi, Çin’in saldırgan davranışları, Güney Çin Denizi ve diğer bölgelerdeki iddiaları, Tayvan’a karşı saldırgan tutumu ve uluslararası adalet divanının deniz hukuku konusundaki görüşlerini kabul etmeyi reddetmesi, Filipinler ile olan düşmanca ilişkileri ve sınır adaları gibi konular, bu bölgeyi potansiyel bir sıcak nokta haline getiriyor. Çin’in bu şekilde hareket etmeye devam etmesini engellemenin ve caydırmanın tek yolunun bu ilişkileri inşa etmek olduğunun farkında. Bunu yapma konusunda çok fazla istek göreceğimizi düşünüyorum.

Kişisel diplomasi ve kişisel ilişkiler hakkında konuşacak olursak, Trump ve Xi Jinping, Trump ve Macron, Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında potansiyel ilişkileri nasıl tanımlarsınız?

Bu çok önemli bir konu ve Trump Yönetimi’nin tam olarak nasıl ilerleyeceğinden emin değilim. Ancak, Başkan Trump’ın ulusal liderlerle kişisel ilişkilere çok değer verdiğine inanıyorum. Bu yüzden büyük ortaklıklar kurmak yerine birebir ilişkiler kurma konusunda daha rahat ve bu konuda daha istekli olduğunu düşünüyorum.

Trump’ın, stratejik istikrarı sağlamak için önemli gördüğü Güneydoğu Asya, ittifak ortaklıkları, Akdeniz veya başka bir bölgede, çeşitli devlet başkanları ve başbakanlarla birebir görüşmeler yapacağı bir yaklaşımı çok daha fazla göreceğimizi düşünüyorum. Biden Yönetimi’nden daha proaktif bir şekilde kişisel ilişkiler kurmasını bekleyebiliriz.

Trump ve Erdoğan’dan, ABD ile Türkiye arasındaki işbirliği ve zorluklardan bahsedelim. Özellikle Türkiye için önemli bir konu olan PYD meselesi üzerinden: ABD, bir terör grubunu başka bir terör grubunu kullanarak yenmeye çalışıyor. Özellikle Türkiye bir NATO müttefiki olmasına rağmen, ABD hala Ankara’nın PYD konusundaki endişelerini göz ardı ediyor. Bu, Türkiye’nin bir numaralı meselesi. Diğer yandan F-35 meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye yeniden F-35 programına katılabilir mi? Son olarak, Türkiye’nin Orta Doğu’da, özellikle Filistin’de barışı sağlamada ve İsrail ile savaşı sona erdirmede kolaylaştırıcı bir rol üstlenebileceğini düşünüyor musunuz?

Bana tüm günü alabilecek bir soru sordunuz. Türkiye ile olan ilişkilere ve liderliğine baktığımızda, Türkiye’nin bölgedeki barış ve istikrarı sağlamak için kritik bir ortak olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda çok fazla karmaşa var. Önemli bir mesele, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile uzun vadede görülen ilişkilerinin güçlenmesi, bu da NATO’nun Ukrayna’ya yönelik Rus saldırganlığı ve İran’ın Rusya’ya insansız hava araçları ve füzeler sağlayarak destek vermesi konusundaki pozisyonuyla tutarlı değil.

Aynı zamanda, şu anda Türkiye içinde önemli siyasi kargaşalar var, bunu benden daha iyi biliyorsunuz. Çözülmemiş konulardan biri, bölgede çeşitli savaşlar sonucunda yerinden edilmiş iki milyon insanla ne yapılacağıdır. Sanırım Başkan Trump, Erdoğan ile bir araya gelerek Suriye sorununu çözmeyi görüşmekten çok ilgilenecektir. Trump, ABD güçlerinin Orta Doğu’nun o bölgesinden çekilmesine olanak tanıyacak bir çıkış stratejisi arıyor gibi görünüyor. Kampanya sırasında bu tür bölgeleri, ABD’nin askeri olarak küresel ölçekte yer aldığı “Sonsuz Savaşlar” olarak nitelendirmişti.

Hamas, Hizbullah ve diğer terörist gruplara gelince, bunlar büyük zorluklar. Abraham Anlaşmaları’nın, tüm bölgenin benimseyeceği bir yaklaşım olacağını umuyordum. Bu da yine Trump’ın ilk döneminde İsrail, BAE, Sudan ve sanırım Fas gibi ülkeleri içeren bir girişimiydi. Bu ülkeler, ekonomik, bilimsel ve mühendislik alanlarında işbirliği yapmak ve bölgede terörist faaliyetlerden ve geçmişte yaşanan nefretin izlerinden arınmış bir barış ve güvenlik ortamını sürdürmek ve yaratmak için bir barış anlaşması imzaladılar. Hatta bu sürece katılmayı düşünen Suudi Arabistan gibi bir ülke bile gördüm; ancak şimdi bu süreç, Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in buna verdiği yanıt nedeniyle tamamen durdu. Pek çok kişi İsrail’in tepkisinin olanlara kıyasla oldukça aşırı olduğunu düşünüyor.

Bu gerçekten çok ilginç. Daha önce Ankara’da sizi röportaj için ağırlamıştım, hatırlarsanız. Bir saatlik bir röportajdı ve bu konuyu tartışmıştık. Aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum; belki izleyicilerimiz o bölümü tekrar izleyebilir. Ancak yine, Batı söylemleri her şeyi 7 Ekim’de Hamas saldırısıyla başlamış gibi tekrarlıyor. Kimse 1948’den beri neler olduğunu konuşmuyor. Tamam, moderatör ve sunucuyum ama bu tartışmaya katkıda bulunmak istiyorum. Gerçekten anlamıyorum. ABD hükümeti Abraham Anlaşmaları ile bölgede barışı sağlamayı ve herkesin barış içinde bir dönem için bir araya gelmesini istiyorsa, Filistin’in BM kararlarına göre özgürlüğe sahip olma gereğini kabul etmesi lazım. 1948’den beri devam eden bu baskılar altında Filistin’e bu özgürlük verilmedi. İki devletli çözüm hâlâ beklemede. 7 Ekim’de kaç kişi yaralandı veya öldü? Tam sayıyı bilmiyorum. Ancak uluslararası kuruluşların raporlarına göre şu anda Gazze’de, Batı Şeria da dahil olmak üzere yaklaşık 100.000 kişi öldü. Batı Şeria hâlâ çok sayıda yerleşime tanık oluyor. Yerleşim yerleri ne anlama geliyor? İnsanların topraklarını ve evlerini almak, barışın var olamayacağı bir durum yaratmak anlamına geliyor. ABD, Orta Doğu’ya barış getirmek için iki devletli çözümü uygulaması için İsrail’e neden baskı yapmıyor?

Bu gerçekten çok iyi bir soru ve ele alınması gerekiyor. Zorluk şu ki, ben 1948’e değil, 1917’ye ve bugünkü ortamı yaratan Balfour Deklarasyonu’na geri dönerdim. Bu deklarasyon bir Yahudi yurdunu garanti etti. Sorun şu ki, Hamas, Filistin Yönetimi ve diğerlerinin, İsrail’i yok etmeyi amaçladıklarını belirten tüzükleri var. Bu birincil hedef olduğunda, barış anlaşması müzakere etmek için masaya oturmak çok zor. Bunun ötesine geçip bölgedeki tüm aktörler İsrail’in var olma hakkını kabul etseydi, şahsen inanıyorum ki bahsettiğiniz tüm sorunlar müzakere konusu olabilirdi. İsraillilerin, topraklarına yüzlerce roketin ateşlenmeyeceği ve sürekli terör saldırıları olmayacağı garantisine sahip olmak için oldukça fazla taviz vereceğini düşünüyorum.

İsrail’in meşru bir devlet olarak tanınması ve var olma hakkının kabul edilmesi müzakerelerin kapısını açacaktır. Bence diğer her şey müzakere konusu olabilir ve İsrailliler çok şeyden vazgeçebilir. Ama bu noktada, insan hakları ihlallerinde bulunan gruplar olduğunda—ve açıkça her iki tarafın da savaş hukuku veya insani ihlaller işlediğini söylemekten çekinmiyorum—insanların nefretle dolduğu bir ortam oluşuyor. Sonuç olarak, bu tutum bir sonraki nesle aktarılıyor ve 10 yıl içinde başka bir intifada ya da benzeri bir durumla karşılaşıyoruz; insanlar birbirlerinin boğazına sarılıyor. Burada oturup “Bir çözüm bulabiliriz” demek kesinlikle doğru—bir çözüm bulabiliriz. Ama kimsenin oturup “Tamam, iyi bir anlaşma yapalım” demeye istekli olduğu görünmüyor. Ve bu da gerçekleşiyor gibi görünmüyor. Keşke gerçekleşseydi.

Bence Trump yönetimi, Başkan Trump’ın kişisel müdahalesiyle, herkesin masaya gelmesini teşvik etmek için belirttiğiniz şeylerin bir kısmını müzakere etmek için büyük bir fırsata sahip. Daha önce de insanları masaya getirdik. Geçmişte, Orta Doğu’da kitle imha silahları veya silah kontrolüyle ilgili anlaşmalar yapmaya çalıştık. Harika fikirler bulduk—hepsi orada duruyor. Bunları uygulamak için sadece siyasi irade gerekiyor. Maalesef, bunu yapacak siyasi irade yok. Bu yüzden, sadece denemeye devam etmeli ve bölgedeki liderler arasında, insanların ve kendi çıkarları için oturup kalıcı bir barış tasarlamanın en iyisi olduğuna dair bir fikir birliği oluşturmaya çalışmalıyız. Ama bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunda, 40 yıldır bu konuyu inceledikten sonra söylemeliyim ki, 10 yıl içinde başka bir şiddet döngüsüyle karşılaşma olasılığımız var. Bu, o bölgedeki durumun gerçeği.

Fakat Uluslararası Ceza Mahkemesi  gerçeği var; İsrail Başbakanı Netanyahu için savaş suçları nedeniyle bir tutuklama emri çıkardığını duyurdu. Bu gerçek—on binlerce insandan bahsediyoruz. Hep 50.000 kişi deriz, ama bu sayı neredeyse 100.000 kişi, ve bu gerçekten delilik. Eğer bölgede savaş istemiyorsanız, asıl mesele şu: Kiminle savaştasınız? İran’la mı, Lübnan’la mı, Hizbullah’la mı? Müslüman Kardeşler’i sevmiyorsunuz, vs., ama bunların hepsi özgür bir Filistin devleti sorunuyla bağlantılı. Bu şekilde çözüm olmuyor, olmayacak da. Bu tartışmaya derinlemesine girmek istemiyorum çünkü bunun bir sonu yok.

Son beş dakikamızda Trump’ın dış politikasına geri dönmek istiyorum. İlk döneminde İsrail yanlısı bir tutum sergiledi ve elçiliği Kudüs’e taşıdı. Ancak daha sonra Netanyahu ile olumsuz anlar da yaşadı. 2024 kampanyası için ise bu kez daha fazla İsrail desteğini kazanmış durumda. Bu durum İran ve genel olarak Orta Doğu politikalarını nasıl etkileyecek?

Evet, kesinlikle. Şu anda bölgede en önemli oyuncu aslında İran, çünkü uluslararası terörizmin bir numaralı destekçisi olarak tanınıyor. Bu, Körfez İşbirliği Konseyi tarafından da tanınmıştır. Hamas ve Hizbullah’ı destekliyorlar; her ikisi de uluslararası terör örgütleri olarak tanımlanıyor. İran’dan İsrail’e roketlerin ateşlenmesiyle, buna karşılık olarak İsrail’in yanıt vermesiyle şiddet sarmalı devam ediyor. Bu durdurulmalı ve barış içinde bir arada yaşama yolları bulunmalı. Ancak bildiğimiz gibi, İran’ın retoriği “İsrail’e ölüm, Amerika’ya ölüm” şeklinde. Bu tür bir tutum barış müzakerelerini uygun hale getirmiyor. “Çözüm bu ve herkes bunu kabul edecek” diyebileceğim bir cevap vermeyi isterdim. Ancak dediğiniz gibi, Orta Doğu’daki sorunlar ve zorluklar hakkında saatlerce konuşabiliriz.
Örneğin, Lübnan’da olan biteni izliyorum ve aslında 1982’ye geri dönüyorum. O dönem Lübnan’daydım. Çeşitli gruplar arasında barışı sağlama girişimimiz oldu. Ardından İsrailliler Beyrut’a saldırarak kuşatma durumu yarattı, bağlantıları kesti. Bu, adeta bir deja vu gibi hissettiriyor. Şiddet döngüsünü nasıl durdurabiliriz? Gerçekten bunu çözmek benim kapasitemin ötesinde. Bu meseleyle uzun zamandır ilgileniyorum ve her çözüm bulduğumuzda, bu çözümler hızla görmezden gelindi. Sonrasında nefret baskın hale geldi. Bu yüzden sadece denemeye devam etmeliyiz ve umarım bir gün o noktaya ulaşırız.

‘Tayvan en büyük anlaşmazlık noktası’

Peki, umut edelim. Son sorum Çin ile ilişkiler hakkında. Trump’ın kabinesinde Çin’e karşı oldukça sert bir tutum sergileyen isimler var. Trump, Çin’e %60 vergi koymayı vaat etti, bu oldukça büyük bir endişe kaynağı. İkinci Trump döneminde ABD-Çin ilişkilerinin nasıl ilerleyeceğini düşünüyorsunuz?

Bence Çin, ABD için birincil uluslararası sorun olacak. Çin’in uzun vadeli stratejisi çok net ve Başkan Xi, Çin’in 2049 yılına kadar dünyanın hegemonu olma arzusunu açıkça belirtti. Bu doğrultuda açıklamalar yaptılar ve bunu gizlemiyorlar. Birçok ülkeyle ilişkiler kurmak için krediler ve çeşitli ekonomik teşvikler yoluyla çok agresif bir politika izliyorlar. Güney Çin Denizi’ndeki iddialarda bulundular, bu oldukça istikrarsızlaştırıcı. Bu iddialar, uluslararası deniz hukuku ile uyumlu değil. Bölgede birçok ülkeyi deniz toprak iddiaları konusunda taciz etmeye çalıştılar. Bu durum, Vietnam gibi ülkelerin ABD ile güçlü ilişkiler kurmasına yol açtı. Savunma Bakan Yardımcısı olarak yaptığım son gezilerden birinde Hanoi’ye gittim ve Vietnamlıların ABD ile özellikle savunma sektörü konusunda çalışmaya çok istekli olduklarını gördüm. Bölgedeki diğer ülkeler de Çin’in müdahaleci ve zorlayıcı tutumu nedeniyle aynı şekilde hissediyor.

Çin ayrıca Panama Kanalı, Süveyş Kanalı bölgesi, Malakka Boğazı ve diğer stratejik geçiş noktalarında liman tesisleri edinerek güçlü bir küresel ağ kurdu. Düşmanca bir ortamda dünya ekonomisini boğma potansiyeline sahip olabilecek çok güçlü bir varlık oluşturmuş durumdalar. Bu tür şeylerin gerçekleştiğini görüyoruz ve Amerika Birleşik Devletleri içinde, Çin’in ulusal güvenlik ve dünya çapındaki kolektif güvenlik ilişkisi üzerinde olumsuz bir etkisi olan faaliyetlerini tanıyoruz. Bu konularda Çin ile çok daha aktif ve proaktif bir çatışma göreceğimizi düşünüyorum.

Tayvan muhtemelen şu anda en önemli olan büyük anlaşmazlık noktalarından biri. Çin liderliğinin çeşitli açıklamaları, Tayvan’ı tamamen Çin siyasi yapısına entegre etme konusunda güçlü bir baskının devam edeceğini gösteriyor. Bunun Trump yönetiminin ilk yılında karşılaşacağı büyük zorluklardan biri olacağını düşünüyorum.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Yerli halklar, sömürgecilik ve emperyalizme karşı ayakta’

Yayınlanma

Venezuela’da ve beş asırdan uzun bir süre önce İspanyol imparatorluğu tarafından sömürgeleştirilen Latin Amerika’nın büyük bölümünde ekim ayı, atalarının “Abya Yala” olarak adlandırdığı Amerika kıtasının yerli köklerini andığı tarih.

Ancak, Kristof Kolomb’un gelişinden 500 yıl sonra bugün bile İspanya, yerli halkların ve kültürlerinin soykırımını ve bu toprakların zenginliklerinin yağmalanmasını tanımamaya devam ediyor.

Günümüzde imparatorluk bir başka hegemonik güç olan Amerika Birleşik Devletleri ve bir başka sömürgecilik türü olan, daha ziyade bir kâbus gibi görünen “Amerikan Rüyası” kültürü tarafından temsil edilmektedir, ancak yerli halklara ve Venezuela’yı oluşturan Afro-azınlık halklara yönelik tehdit aynı olmaya devam ediyor.

Ve bu emperyal ve sömürgeci tehdit karşısında Venezuela ve diğer Abya Yala ülkeleri mücadele ediyor, direniyor ve savaşı kazanıyor.

Venezuela’da 2002 yılından bu yana her 12 Ekim’de anılan Yerli Direniş Günü çerçevesinde Venezuela Yerli Halklar Bakanı Clara Vidal ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Vidal, aslen Venezuela’nın doğusundaki Sucre eyaletinde yaşayan Kariña yerli halkından ve 2022’den bu yana Yerli Halklar Bakanı olarak görev yapıyor.

Venezuela Yerli Direniş Gününü neden kutluyor?

Bugün bu trajik tarihin önemi üzerine düşünürken, İspanya bugün “Hispanik Günü” adını verdikleri ulusal bir bayramı neşeyle, uçaklarla vs. anıyor. Yani İspanya 90 milyon yerli halkın ölümünü kutluyor, insanlık tarihinin en büyük soykırımını kutluyorlar.

Fakat Venezuela’da bizler, bugüne kadar bir ufuk ve bizi bekleyen muzaffer bir gelecek için savaşan yerli halkların direnişinin başlangıcının 532. yılını anıyoruz.

Bugünün yansıması şudur ki ne İspanyol monarşisi ne de çökmekte olan ABD imparatorluğu, hiçbir şey ve hiç kimse bizi yenemeyecektir, zira 200 yıl önce onları bu topraklardan kovduk, zira artık sömürgecilik ya da emperyalizm istemiyoruz, egemen, hür ve bağımsız olmak istiyoruz.

Bugün Venezuela’daki yerli halkların referansları nelerdir? Ve bunun önemi nedir?

Bugün komutan Hugo Chávez’in, kurtarıcı Simón Bolívar’ın, Büyük Şefler Şefi Cacique Guaicaipuro’nun, yerli halkların direnişinin liderinin topraklarında olduğumuzu söylememe izin verin, zira 532 yıl önce topraklarımız işgal edildi ve neredeyse 90 milyon yerli kardeşimiz bir Avrupa İmparatorluğu tarafından yok edildi.

Tam olarak, yaşadıklarımıza ve atalarımızın yaşadıklarına göre, hür, egemen ve bağımsız bir ülke olduğumuzu, tarihimiz boyunca hiçbir imparatorluğun bizi kontrol etmesine, bize hükmetmesine izin vermeyeceğimizi söyleyebiliriz ve bu nedenle her zaman hatırlamamız gereken temel tarihi referanslarımız arasında:

Yerli Cacique Guaicaipuro’nun, ağabeyimizin mücadelesi, ardından kurtarıcı Simón Bolívar’dan kurtuluşumuz için verilen mücadele ve daha yakın bir zamanda, 4 Şubat 1992’deki “Şimdilik ‘ten sonra 1999’da başkanlığımızı üstlenen ebedi komutanımız Hugo Rafael Chávez Frías’ın özgürlüğümüzü, egemenliğimizi, bugün ve ulusal geleceğimiz için bağımsızlığımızı kurtarması yer alıyor.

Bolivarcı Devrim, yerli halklara nasıl bir rol verdi?

Bolivarcı Devrim bize en önemli şeyi, yani yerli halkların haklarının güvence altına alınmasını sağladı. Devrimin gelişi, yerli halklarımızın her birinin 1999 Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti Anayasasında özel bir maddeye sahip olması için mücadele etti ve bunu sağladı. Yerli halkların haklarının tanınması ve bu haklara saygı gösterilmesine yönelik devrimci sürecimizin büyük takdiri işte burada başlıyor. Buna ek olarak, bize kamu politikaları olarak verdiği binlerce araç: Guaicaipuro Misyonu, Yerli Halklar için Halk Gücü Bakanlığı, ki bu uluslararası düzeyde benzersiz bir deneyim. Venezuela özellikle yerli halklar için bir kuruma sahip olma konusunda öncüdür, diğer ülkelerde de bakanlıklar var, örneğin Brezilya’da, ama yolu biz açtık.

Buna ek olarak, yasa koyucularımız var, belediye meclislerinde meclis üyelerimiz var, yerli olan ulusal milletvekillerimiz var. Ulusal, bölgesel ve yerel yasama organlarında sesimizi duyurabiliyoruz.

ABD’nin Latin Amerika’daki varlığı

Latin Amerika’daki diğer müdahaleci kurumların yanı sıra CIA, DEA veya NATO gibi emperyalizm kurumlarının varlığı, işlevlerinin aşırılığına göre değerlendirilmeli. ABD bir ülke olarak değil, her bir ulusun iç politikasına müdahale eden bir örgüt olarak hareket ediyor.

Birleşik Devletler, ulusların her birinin politikalarına müdahale etmekte, yani halkların egemenliğini ihlal ediyor. Ve en önemlisi de her bir halkın kültürüne ve kendine has özelliklerine saygı duymuyor.

Kesinlikle, sömürgecilikten bahsettiğimizde, emperyalizmden farklı olarak, yerli halkların kültürlerini küçümseyerek, onlara hükmetmek, kontrol etmek ve kültürlerini empoze etmekle alakalı. Şimdi, emperyalizmden bahsettiğimizde, bu, her bir halkın ve ulusun siyasi, sosyal, kültürel, askeri; her açıdan mutlak bir kontrol.

ABD ve Avrupa buradan faşizme, neo-faşizme ve benzer ifadelere denk düşüyor. Venezuela yerli halklar: Topraklarımızdaki ve uluslarımızdaki emperyal varlığa hayır deyin!

Latin Amerika’daki neo-faşist hükümetlerdeki emperyalizm yerli halklara saldırıyor

Yerli halklar cesur halklardır, aşırı sağcı, neo-faşist hükümetlerin olduğu ülkelerde yerli halklar tamamen kriminalize edilmiş ya da tamamen unutulmuş, kendi topraklarında kendi kültürlerini yaşamaları engellenmiştir. Bugün Venezuela’dan size yerli halkların yalnız olmadığını söyleyebilir ve onları hakları için mücadeleye devam etmeye teşvik edebiliriz. Sağcı ve neo-faşist hükümetler yerli halkları asla ama asla sevmeyecekler, çünkü tarihimizi silmek istiyorlar.

Bu hükümetler hiçbir zaman yerli halkların haklarını korumayacaklardır. Venezuela solu, Bolivarcı sosyalizm, başta yerli halklar ve topluluklar olmak üzere tüm bu kesimlerin ve kadim yerli halkların taleplerinin temel bir parçası olmuştur, zira biz aynı halkız, ezilen halklarız. Bu nedenle Abya Yala’nın yerli halklarına, zaferi elde edene kadar mücadelenin devam etmesi gerektiğini söylüyoruz. Venezuelalı kimliğimizi, haklarımızı ve yerli kültürümüzü geri kazanmanın mümkün olduğunun kanıtıdır.

Dünyada emperyalizm ve soykırımcı sömürgecilik: Gazze’de soykırım

Dünyayı, uluslararası toplumu, ulusal ve uluslararası kamuoyunu Gazze’de yaşananlar üzerine düşünmeye çağırıyoruz. Nasıl ki bugün Gazze’de Filistin halkına karşı bir soykırım yaşanıyorsa, 500 yıldan fazla bir süre önce yaşadıklarımızı da hatırlıyoruz. Tıpkı bugün Filistin halkının başına gelenler gibi, dün atalarımızın başına gelenler de bizim atalarımızın başına gelmişti, zira biz bugün hayattayız. Bugün dayanışmamızı ilan ediyor ve Filistin halkına da kazanacaklarını söylüyoruz, zira nefret karşısında, emperyalizm karşısında, sömürgecilik karşısında sevgi ve adalet her zaman kazanacaktır. Dolayısıyla bugünün yansıması, mücadeleye devam etmemizdir; çünkü zafer, kurtuluşları için mücadele eden insanlara aittir.

Bu tarihi insanlık tarihindeki en büyük soykırımın başlangıcı olarak hatırlayacağız ki bir daha asla insanlara karşı kolunu ve nefretini kaldırabilecek, insanın insana köleliğini dayatabilecek bir imparatorluk olmasın, aksine Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nden anayasal başkanımız Nicolás Maduro ile birlikte önerdiğimiz gibi barış ve umut olsun.

Venezuela’nın diğer yerli halklara verdiği mesaj nedir?

Güneydeki kardeş halklara, Bolivya, Peru, Ekvator, Şili, Arjantin, Uruguay ve ayrıca büyük Brezilya’ya, çünkü Brezilya’da da bizim gibi Portekiz tarafından işgal edilen yerli halklar, yerli kardeşlerimiz var; Bugün hepinize diyoruz ki, bu halkın zamanıdır, birleşeceğiz, bir ağlar ağı oluşturacağız. Bu çökmekte olan imparatorluğun ya da ortaya çıkabilecek herhangi bir başkasının bizi bir daha asla yenememesi için gerekli olan tarihsel ittifakı oluşturacağız.

Bugün internetle, yapay zekayla bizi ezmeye çalıştılar ama biz burada yerli halkların atalarından gelen insan zekasıyla kazanamayacaklarını söylüyoruz. İşte biz savaşıyoruz. Kimsenin kuşkusu olmasın, zira Komutan Chavez’in dediği gibi burada bir vatan var. Bugün tüm atalarımız bir arada, emperyalizme ve sömürgeciliğe yeter demek için birleşti. Zafer halkın olacak! Çok yaşa halk! Yaşasın yerli halklar! Yaşasın barış ve yaşasın özgürlük!

Son olarak, Venezuela’daki yerli halklar ve Afro-azınlık halkların birliğinin önemi nedir?

Bu önemli günde Venezuela’, Latin Amerika’nın geri kalan yerli halklarına mücadelesini ve direnişini gösteriyor. Bugün, Abya Yala’daki büyük soykırımdan 532 yıl sonra, işte buradayız, Afro-azınlık halklarının yanında bulunan yerli halklar, genel olarak yerli halklar, direnmeye devam eden kadın ve erkeklerden oluşan Venezuela’ halkı. Bugün güçlü bir sesle, sevgi dolu bir sesle ve sevinç dolu bir sesle direnişe devam ettiğimizi söyleyebiliriz.

Yerli halklarımızın haklarının iadesi için yorulmak bilmeden mücadele etmeye devam ediyoruz. Ve bugün Venezuela’da 54’ten fazla yerli halkımız var, bu da direndiğimiz ve direnmeye ve kazanmaya devam edeceğimiz anlamına geliyor.

Afro-azınlık halklar da hayatta kalmak ve haklarını savunmak için bir savaş verdiler. Ve burada yerli direniş gününe sahip çıkıyoruz, ama aynı zamanda emperyal hırsın nesnesi olan ve onları zorla buraya getiren, ama bugün tam da bizi devrim yapan eli yürümeye yönlendiren Afro-azınlık halkların atalarının tarihi için de savaşıyoruz.

Şimdi yeni bir tarih yazıyoruz, zira İspanyol imparatorluğu gelmeden önce buradaydık, zira yerli halklar bu topraklardaydı, çünkü köleleştirilmiş olarak gelen kadın ve erkeklerin şimdi yeni bir ufku var, tam da tarihi, kökenlerimizi unutmak değil ama kaderimizin kendimizi emperyalizmin boyunduruğundan kesin olarak kurtarmak, zihinlerimizden özgürleşmek ve direnen ve direnmeye devam eden bir halk olduğumuzu bilme vizyonuyla yeni nesillere doğru ilerlemek olduğunu da biliyoruz çünkü bizi kimse keşfetmedi. Biz zaten vardık.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Avrupa’daki politikacıların çoğu savaş yanlısıdır’

Yayınlanma

Macaristan Dışişleri Bakanı Péter Szijjártó, Harici’ye konuştu: “Avrupa Birliği’nde savaşı destekleyen Avrupalı politikacılar çoğunlukta. Biz savaş yanlısı değil, barış yanlısı bir hükümet olduğumuz için, mevcut Avrupa dış politika ana akımına uyum sağlamadığımız açıktır.”

Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Macar Bakan, AB üyesi ülkelerin çoğunluğunu “barışçıl olmayan” politikaları nedeniyle sert bir şekilde eleştirirken, Başkan Biden’ın Ukrayna’ya ABD yapımı balistik füzeleri Rusya’ya karşı kullanma izni verme kararına ve Gazprombank’a uygulanan ABD yaptırımlarına dair de değerlendirmelerde bulundu.

Sayın Bakan, bizimle konuşmak için zaman ayırdınız; çok teşekkür ederim. Avrupa Birliği’nin Macaristan’a yönelik eleştirileriyle başlayalım. Avrupa Birliği’nin ortak dış politikasına uymadığınız iddia ediliyor. Bu eleştirilere yanıtınız nedir ve Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığınız sırasında edindiğiniz deneyim nasıldı?

Ne yazık ki, Avrupa Birliği’nde savaşı destekleyen Avrupalı politikacılar çoğunlukta. Biz savaş yanlısı değil, barış yanlısı bir hükümet olduğumuz için, mevcut Avrupa dış politika ana akımına uyum sağlamadığımız açıktır. Ateşkesin sağlanması ve barış müzakerelerinin başlatılması için çaba gösteriyoruz. Avrupa’daki politikacıların çoğu savaş yanlısıdır. Gittikçe tırmanma riskini artıran önlemler alıyorlar. Bu nedenle kesinlikle onlarla uyum sağlamayacağız. Barış çabalarımıza devam edeceğiz ve önümüzdeki yıl Ocak ayında Başkan Trump Beyaz Saray’a geçtiğinde, uluslararası alanda barış yanlısı politikacıların daha da güç kazanmasını umuyoruz.

Antalya Diplomasi Forumu’nda sizinle yaptığımız röportajda bu konu hakkında konuşmuştuk ve bana Trump’ın seçilmesi durumunda Ukrayna ile Rusya arasında barışın mümkün olduğuna inandığınızı söylemiştiniz. Şimdi Trump seçilmiş başkan ve dediğiniz gibi Ocak ayında görevine başlayacak. Trump Yönetimi ile temas halinde misiniz? Gündeminizde hangi maddeler var ve hangi konuları müzakere ediyorsunuz?

Bakın, Başkan Trump seçildikten sonra, Başbakanımızı arayıp tebrik etti ve önümüzdeki dört yılın ABD-Macaristan ilişkileri açısından altın çağ olacağı konusunda anlaştılar. ABD’de geçiş dönemiyle ilgili çok katı düzenlemeler olduğunu biliyorsunuz, bu yüzden bizimle Trump yönetimi arasındaki ciddi ve esaslı müzakereler, elbette Trump Beyaz Saray’a girdikten hemen sonra başlayacak. Gündemde zaten önceden tartıştığımız bazı konular var, ancak örneğin Demokrat yönetim, Macaristan ile ikili vergi anlaşmasını feshetti. Bunun yeniden yürürlüğe girmesini umuyoruz. ABD Demokrat Yönetimi, Macar vatandaşlarının ESTA vize sistemine veya bir tür vize sistemine erişimini kısıtladı. Trump Yönetiminin iktidara gelmesiyle birlikte, eskiden olduğumuz statüye geri döneceğimizi umuyoruz. Elbette, Başkan Trump’ın genel olarak, Orta Avrupa bölgesine barışın geri dönmesine yardımcı olacak ve Avrupa’da çok daha iyi bir atmosferin oluşmasını sağlayacak bir politika yürüteceğini umuyoruz.

Kırım ve Donbas bölgeleriyle ilgili olarak Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusundaki duruşunuz nedir? Çünkü bu bölgeler, Rusya’nın barış yapması için birinci şart olabilir.

Toprak bütünlüğü ve egemenlik, saygı duyulması gereken prensiplerdir. Öte yandan, sıralamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bir ateşkes sağlanmalı, ardından barış müzakereleri başlatılmalı ve sonrasında bir barış anlaşması yapılmalıdır. 

Enerji konuşacak olursak, İstanbul Enerji Forumu’na katıldınız ve farklı ülkelerden mevkidaşlarınızla ikili görüşmeler yaptınız. Macaristan, TürkAkım boru hattını tam kapasiteyle kullanmak için Gazprom ile ek bir sözleşme imzaladığını da duyurdu. Bu gelişmeden beklentiniz nedir?

Rusya enerji tedariki konusunda güvenilir bir ortak. Türkiye ise transit konusunda çok güvenilir bir ortak. Dolayısıyla, Türkiye ve Rusya ile birlikte çalışarak Macaristan’ın enerji arz güvenliğini garanti edebilmek bizim için bir onurdur. Beklentimiz, artan hacimlerle birlikte fiyatın daha rekabetçi hale gelmesidir. Elbette, Macaristan’da çok önemli bir programımız var ve bu program sayesinde Macar ailelerin ve hanelerinin hizmetler için en düşük fiyatı ödemelerini sağlıyoruz. Gazprom ve gaz ticaret şirketimiz arasında imzalanan bu ek sözleşmeler, Macaristan’daki hizmet maliyetlerini düşük tutma açısından çok önemli.

Enerji konusuna devam edelim. Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üyesi olarak, AB Konseyi başkanlığınızın bu iki bölge arasında bir köprü olmak açısından çok önemli olduğunu biliyorum. Türkmenistan ve Kazakistan çok istekli, aslında AB de bu iki ülkeden enerji satın almak için çok istekli. AB’nin bu bölgeye yatırım yapması beklenen milyarlarca dolarlık altyapı projeleri var. Bu konuda en son gelişmeler ve rakamlar nedir?

Türk bölgesi, Kafkasya ya da Orta Asya bölgesine gelince, bu bölgeleri gelecekteki enerji tedariki için olası kaynaklar olarak değerlendiriyoruz. Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik sağlayacak ve Azerbaycan ile Gürcistan’dan Romanya üzerinden Macaristan’a elektrik taşınmasını içeren “Yeşil Orta Koridor” projesinin başarılı olmasını kesinlikle bekliyoruz. Ayrıca, Azerbaycan’dan gelen gazın ulusal enerji karışımımızda daha büyük bir rol oynamasını bekliyoruz. Bunun için en büyük darboğaz, Güneydoğu Avrupa boru hattı ağının kapasitesidir. Ancak umuyoruz ki kapasiteyi artırarak, Azerbaycan’dan gelen gazın ve Türkiye’den gelen gazın ulusal enerji karışımımızdaki rolünü artırabiliriz. 

Orta Koridor, kuzey rotası şu anda kullanılamadığı için çok daha fazla önem kazandı. Başka bir gelişme; Biden yönetiminin, görev süresinin bitiminden hemen önce Ukrayna’ya Rusya’ya karşı ABD füzeleri kullanma izni vermesi oldu. Rus lider Putin, “Hiçbir şey karşılıksız kalmayacak” dedi. Yakın geleceği nasıl görüyorsunuz?

Bu gerçekten çok tehlikeli. Bu durum, kesinlikle Orta Avrupa’daki insanların çıkarlarına aykırıdır. Bu durum, kesinlikle Amerikan halkının iradesine de aykırıdır, çünkü Amerikan halkı farklı bir yönetim seçti. Barış yanlısı bir başkan seçtiler. Bu nedenle, mevcut Amerikan yönetiminin yaptıklarının gerçekten tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Bu tür adımlar, bir tırmanışa yol açabilir ve umuyoruz ki 20 Ocak’a kadar tırmanıştan bir şekilde kaçınabiliriz. Sonra, Başkan Trump göreve geldiğinde, umarım hâlâ barışı sağlama şansı olur. Mevcut Demokrat yönetimin Ocak ayında barışı tamamen imkânsız hale getirmeyeceğini umuyorum.

Son sorum: İstanbul Enerji Forumu hakkındaki görüşleriniz nedir? Burada gündeminiz neydi ve Macaristan, Türkiye ve diğer ikili görüşmeler yaptığınız muhataplar için beklenen sonuçlar nelerdir?

Şu anki en kısa vadeli görevimiz, ABD yönetiminin Gazprom Bank’ı yaptırım listesine alma kararıyla ortaya çıkan zorlukların üstesinden gelmek. Çünkü bölgemizdeki birçok ülke gibi biz de gaz ödemelerini Gazprom Bank hesaplarına yapıyoruz. Bu nedenle burada bir araya geldik ve bu zorluğun üstesinden nasıl gelineceğini bulmaya çalışıyoruz. Eminim ki bir araya geldiğimiz için bunu aşmanın ve gelecekte de arz güvenliğini sağlamanın bir yolunu bulacağız.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English