Bizi Takip Edin

Ortadoğu

Sudani’nin ABD ve Haşdi Şabi arasındaki denge siyaseti

Yayınlanma

Irak, 2003’teki işgalden bu yana 20 yıldır İran ve ABD arasında yaşanan “bilek güreşi”nin merkezinde yer alıyor. Bölgede etkili iki aktör arasında sıkışan Sudani liderliğindeki son Irak hükümeti iki güç arasındaki çekişmeden en az zararla çıkmanın yollarını arıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri merkezli The Emirates Policy Center’ın (EPC)Irak Çalışmaları Bölümü, Sudani’nin izlediği “denge” siyasetini ve bu siyasetin geleceğine ilişkin senaryoları ele alıyor:

 

Sudani Hükümeti’nin Washington ve Irak’ın Silahlı Şii Grupları Arasındaki Denge Oyunu

Temel Çıkarımlar

  • Irak Başbakanı göreve geldiğinden bu yana Washington’un çıkarlarının İran yanlısı Halk Seferberlik Güçleri’nin (Haşdi Şabi) çıkarlarıyla çeliştiği zorlu meseleleri yönetmekle karşı karşıya kaldı.
  • Bu durum onu dengeli bir strateji ve her iki tarafı da tatmin eden geçici çözümler benimsemeye yöneltti.
  • Koordinasyon Çerçevesi, Başbakan Sudani’yi silahlı grupları kontrol edebilecek, Irak’ın komşularına karşı açıklığını pekiştirebilecek ve Washington ile karşı karşıya gelmekten kaçınabilecek güçlü bir karar mercii olarak sunmanın kendi çıkarına olduğuna inanıyor.
  • Washington, Sudani’yi Şii gruplarla gerilimi azaltacak uygun bir arabulucu olarak görüyor.

Yeni Irak hükümeti Kasım 2022’de Sadr Hareketi’nin siyaset sahnesinden çekilmesinin ardından kuruldu. Bu çekilme, Koordinasyon Çerçevesi’ne, özellikle de radikal unsurlarına, hükümetin eylemlerinin ana hatlarının belirlenmesinde etkili bir rol verdi. Asaib Ehli’l Hak (AAH) örgütü, ekonomik durumunu, mali imkanlarını ve gelecek seçimlerdeki konumunu sağlamlaştırmak için Irak devletinin çekirdek yapısına sızma ve nüfuzunu artırma fırsatını değerlendirme çabalarına başladı.

Buna karşılık Amerikan yönetimi endişeliydi ve bu gelişmeleri Irak’ın İran’ın etkisine daha fazla boyun eğmeye doğru gittiğinin kanıtı olarak görüyordu. Sudani, hükümetinin uluslararası onay alması için desteğine ihtiyaç duyduğu Washington’u yatıştırmaya çalışmak ile İran Devrim Muhafızları’na yakın Halk Seferberlik Güçleri’ne (Haşdi Şabi) karşılık vermek arasında utanç verici bir pozisyonda. Bu sorunla başa çıkmak için merkezci bir strateji seçti ve şu ana kadar göreli istikrar ve bölgesel sükunetten faydalanarak başarı elde etti.

Güvenlik Güçleri

Yeni hükümetin kurulmasından bu yana Çerçeve güçleri ve onlara yakın gruplar güvenlik kurumları üzerinde hâkimiyet kurma yarışına giriştiler. Örneğin AAH, ülkenin güvenlik kurumlarındaki mutlak güç merkezlerinden biri olan Irak Ulusal İstihbarat Servisi’ni (INIS) kontrol etmek istiyor. AAH, Mustafa Kazımi deneyiminin tekrarlanmasını ve INIS’nin başına Amerikalılara ve muhalif gruplara yakın bir ismin gelmesini istemiyor. INIS’nin savaşçılarını tutuklayabileceği ve hareketlerini kısıtlayabileceği konusunda endişeleri var. AAH ayrıca INIS’yi havaalanı operasyonuna katkıda bulunmak, seçimlere hile karıştırmak ve sokak protestolarını alevlendirmekle suçladı.

Washington’un bu gelişmeler karşısında vereceği olası olumsuz tepkileri ilişkin kaygılar giderek artıyor. ABD, 2003’ten sonra kurulmasında rol aldığı INIS’nin, yerel müttefiklerinin yardımıyla Tahran’ın Irak’ın güvenlik ortamına hâkim olma çabalarını baltalayacak kilit araçlardan biri olduğunun farkında. Bu nedenle ABD, INIS’yi intikam almak, mezhepsel mücadeleyi yeniden alevlendirmek ve Amerikan çıkarlarını tehdit etmek için kullanabilecek radikal gruplardan uzak tutmak istiyordu.

Bu zorluğun üstesinden en az kayıpla gelmek için Sudani, INIS’nin başına geçti. Eski muhafızların bir parçası olarak görülen ve silahlı grupların çıkarlarına karşı hareket ettiği söylenen birkaç yetkilinin yerini aldı. Bu tür bir merkezci çözüm, Washington’a güvence verdi ve silahlı grupların tepkilerinin şiddetini azaltırken Sudani’nin INIS ile ilgili kararlarını mercek altında tuttu.

Maliye Bakanlığı Meselesi

Haşdi Şabi’nin, özellikle de AAH’nin Maliye Bakanlığı üzerinde kontrol kurmak istediğine dair işaretler de vardı. Bu konunun Washington’dan ve bu bakanlıkta büyük nüfuza sahip olan Sadr Hareketi ile daha önce bu bakanlığı yönetmiş olan ve bakanlıkla sorunları bulunan Kürdistan Demokrat Partisi de dahil diğer Iraklı taraflardan önemli tepkiler alması bekleniyordu.

Bu durum Sudani’yi, çıkarları çatışan tüm tarafları yatıştırmak için başka bir uzlaşmaya zorladı. Maliye Bakanı olarak, bakanlıkta uzun süre çalışmış bir teknokrat olan Taif Sami’yi seçti. ABD Dışişleri Bakanlığı kısa süre önce kendisine Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülü verdi. Ayrıca ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Alina Romanowski tarafından “Demir Kadın” olarak tanımlandı.

Sami’nin hizip baskısına karşı koyabilecek kararlılığa sahip olduğuna dair bir inanç var. Irak hükümeti ile ABD Hazinesi arasındaki görüşmelere katıldı. İki taraf, dolar ihalesini kontrol etmek için stratejik bir çizelge belirlemek, Irak’ın bankacılık sistemini reforme edecek mekanizmalar ve tutarlı bir para politikası oluşturmak konusunda anlaştı. İki bakanlık arasındaki bu iş birliğinin, fraksiyonlardan büyük baskı görmesi halinde, maliye bakanlığının işlevini korumaya yönelik bir garanti içerdiği konusunda bir anlaşma var gibi görünüyor.

Petrol Kaçakçılığı Sorunu

Washington, yıllardır devam eden petrol kaçakçılığı ve bunun Irak devleti içindeki gruplar için paralel bir ekonomi yaratacağı konusunda giderek daha fazla endişe duyuyor. Bu durum, hükümetin performansını ve bu soruna karşı etkili önlemler alma kabiliyetini değerlendirmek için bir standart haline geldi. Özellikle petrol kaçakçılığı operasyonlarında kullanılan ağ, hükümetteki çeşitli partiler ile silahlı gruplarla bağlantılı petrol kaçakçıları arasındaki gizli anlaşmalar nedeniyle 2017’de genişlemeye başladı.

Birbirini izleyen hükümetlerin bu taraflarla yüzleşmedeki başarısızlığı, aşırı kayıplara neden olduğu için sorunu daha da artırdı. 2019’da ABD istihbarat teşkilatları Irak hükümetine kaçakçılığa karışan taraflar hakkında rapor sundu. ABD’li yetkililer ayrıca Kataib-i Hizbullah, Asaib Ehl’il Hak ve Nuceba Hareketi’nin söz konusu kaçakçılık operasyonlarına karıştığının altını çizdi.

Bazı Cumhuriyetçi Kongre üyeleri, eski Kazımi hükümetinin petrol bakanı üzerinde baskı yapılmasını ve İran’ın uygulanan yaptırımları ihlal etmesini kolaylaştıran petrol kaçakçılığının durdurulmasını isteyen bir mektupla Başkan Biden’a başvurdular. 2022 tarihli bir ABD raporu, bu grupların petrol kaçakçılığından kazandığı paranın yılda yaklaşık 1,4 milyar ABD doları olduğunu ortaya koymuştu.

Sudani kaçakçılık faaliyetlerini engellemek için çeşitli adımlar attı. Göreve geldikten iki ay sonra hükümeti Basra’nın en büyük ham petrol kaçakçılığı ağını çökertmek için büyük bir mücadele başlatarak bu faaliyetlere karışan güvenlik liderlerini ve tüccarları tutukladı. Sudani daha sonra petrol kaçakçılığı çetelerine karşı amansız bir savaş yürüttüğünü de açıkladı. Geçen günlerde de Diyala vilayetinde petrol kaçakçılığının yüzde 30’unun yapıldığı geçitleri kapatarak bir adım daha attı.

Ancak resmi açıklamalar, bilinen grupların bu kaçakçılık operasyonlarına karıştığına değinmekten kaçınıyor. Onları kışkırtmak ya da Sudani’ye verdikleri desteği çekmeye zorlamak istemiyorlar. Hükümetin bazı önemli grupların rolünü gizlemek için adli makamlarla iş birliği yaptığı iddia edilen “Yüzyılın Hırsızlığı” bunun bir örneği. Kazımi hükümeti bu hırsızlıktan münhasıran sorumlu tutuldu. Bu dava şimdi Kazımi’yi Irak’ta siyasi hesaplaşmaya dönmeyi düşünmesi halinde hesap vermekle tehdit etmek için kullanılıyor.

En Kârlı: Koordinasyon Çerçevesi

Irak’taki gelişmeleri, özellikle de Koordinasyon Çerçevesi’nin ülkenin siyasi sahnesine hâkim olmasına yol açanları göz önünde bulunduran blok, Irak hükümetini yönetmek üzere kendi içinden ılımlı liderler çıkarmaya çalıştı. Bunu yapmak ABD-Şii ilişkilerini yeniden şekillendirebilir ve silahlı grupların çıkarları ve İran’la ilişkiler düzeyinde büyük fedakarlıklar yapmadan Washington’la atmosferi sakinleştirebilir. Bu durum Amerikan baskısını absorbe etmeye yardımcı olabilir.

Son aylarda Çerçeve, silahlı grupların ABD elçiliğine ve Irak’taki yabancı çıkarlara yönelik saldırılarına son verilmesi için bastırdı. Medya aygıtı, durumun koşullarıyla pragmatik bir şekilde ilgilenilmesi ve hükümete Irak’taki ABD askeri varlığıyla başa çıkması için yeterli zaman tanınması fikrini öne çıkararak bu silahlı grupların politikasında bu tür bir değişimi teşvik etmeye çalıştı.

Çerçeve ayrıca Sudani’nin Körfez Arap ülkelerine açılma politikalarını, İran, Suudi Arabistan ve Mısır ile ilişkilerin normalleşmesine yönelik çabalarını ve Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönmesini desteklediğini açıkladı. Çerçevedeki bazı unsurlar tarafından desteklenen Sudani, Irak’ı doğu ekseninin bir parçası haline getirme arayışlarında silahlı grupların ilan edilen hedeflerinden ve temel propaganda temalarından biri olan Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ndeki merkezi rolü fikrinden vazgeçmeye başladı. Bunun yerine, bölgedeki Çin varlığına karşı temkinli davranan Washington’u rahatsız etmekten kaçınmak için bir alternatif olarak Kalkınma Yolu projesini destekliyor.

Koordinasyon Çerçevesi Sudani’nin yaklaşımını desteklemenin kendi çıkarına olduğunu gördü. Sudani’yi silahlı gruplar arasında uyumu sağlayabilecek ve Irak’ın komşularına karşı açıklığını artıracak güçlü bir karar mercii olarak sunarak Washington’la karşı karşıya gelmekten kaçınmak istiyor; Şii ittifakının tarafları ise gelecekteki iç gerilimleri öngörerek iktidarlarını güçlendirmekle meşgul. Pek çok gözlemci Amerikan Büyükelçisinin Bağdat’ta Çerçeve liderleriyle yaptığı sayısız görüşmenin Washington’un Irak siyasetindeki bu tür dönüşümleri anladığını gösterdiğine inanıyor. Sonuç olarak ABD, Sadr Hareketi’nin siyaset sahnesinden çekilmesi ve Koordinasyon Çerçevesi’nin artan etkisiyle ortaya çıkan yeni dengeyle gerçekçi bir şekilde ele alacaktır.

Sonuçlar

Başbakan Sudani taraf tutmanın kendisine korkunç bir senaryo sunacağının farkında. Kendisini bu göreve getiren Koordinasyon Çerçevesi’nin önemli bir parçası olan silahlı gruplarla doğrudan askeri çatışmaya girmekten kaçınmak istiyor. Ayrıca Washington’un bu meselelerle ilgili yaklaşımını göz ardı etmenin sonuçlarının da farkında ki bu da onu her iki tarafı da tatmin edecek geçici çözümler üretebileceği orta yol stratejisini benimsemeye sevk etti.

Son birkaç aydaki gelişmelerin de gösterdiği gibi, Washington’da, Irak Başbakanı’nın istihbarat ve maliye bakanlıklarını, silahlı grupların hakimiyetinden uzak tutması ve petrol kaçakçılığını engellemek için attığı adımların desteklenmesi gerektiğine dair bir inanç var. Washington, Sudani’yi gruplar arasındaki gerilimi yatıştırmak ve Irak’taki (ve Suriye’deki) ABD varlığına karşı askeri operasyonların artmasını önlemek için uygun bir arabulucu olarak görüyor gibi.

Bu da Biden yönetiminin Irak’ta yeni bir silahlı çatışmanın içine çekilmeme ve İran’la nükleer konuda anlaşma ihtimaline zarar verebilecek herhangi bir tırmanışı önleme arzusunu yansıtıyor. Ancak yine de grupların Irak devletini ele geçirmek için kullandıkları ekonomik ve mali rollerini genişletmeye devam edeceklerine dair korkular var.

Sudani’nin silahlı grupların kontrolünü kaybetmesi hem siyasi geleceği hem de Irak’ın geleceği için büyük bir sorun olacaktır. Geniş mali ayrıcalıklar karşılığında grupları dikta yönetiminden vazgeçmeye zorlayarak izlediği denge stratejisi, bu gruplardan bazıları ile devlet ve çeşitli organları arasında gelecekte yaşanabilecek bir çatışmayı önlemek için kalıcı bir çözüm ya da garanti olmayacaktır. Ayrıca bu durum, söz konusu grupların Irak devletini ele geçirme yönündeki nihai hedeflerine ulaşmaları için bir geçit işlevi görebilir.

Ortadoğu

ABD ordusu, İsrail için yeni hava üsleri ve cephanelikler inşa ediyor

Yayınlanma

Haaretz gazetesinin 8 Temmuz’da yayımladığı belgelere göre, ABD Ordusu Mühendisler Birliği, İsrail için çeşitli askeri üslerde havaalanları, hangarlar ve mühimmat depoları gibi askeri altyapılar inşa ediyor. Şu anda devam eden projelerin toplam maliyeti 250 milyon doları aşıyor. Haziran ayında yapılması planlanan ancak İsrail’in İran’a karşı savaşı nedeniyle ertelenen ihaleye göre, gelecekteki projelerin değerinin 1 milyar doları aşması bekleniyor.

Belgelerde, ABD’nin İsrail ordusuna ait tesislerde mühimmat depoları, yakıt ikmal istasyonları ve beton yapılar inşa ettirdiği; ayrıca havaalanları dahil çeşitli bakım ve onarım işleri için müteahhit arayışında olduğu belirtiliyor.

Proje kapsamındaki önemli yatırımlardan biri, İsrail’in önümüzdeki yıllarda alması beklenen Boeing KC-46 yakıt ikmal uçakları için yapılacak hangar, bakım ve depo tesislerini kapsıyor ve bu projenin maliyeti 100 milyon doları aşıyor. CH-53K helikopterlerinin konuşlandırılması için inşa edilecek başka bir tesisin maliyetinin ise 250 milyon dolara kadar çıkabileceği belirtiliyor.

ABD ayrıca, 100 milyon dolar değerinde mühimmat depolama binaları için de teklif topluyor. İsrail Savunma Bakanlığı için belirtilmeyen lokasyonlarda yapılacak bakım, onarım, yıkım ve altyapı iyileştirmelerini kapsayan yedi yıllık bir ihale ise 900 milyon dolar tavanıyla açılmış durumda.

Tüm bu projeler, ABD’nin “yabancı askeri finansman” (FMF) programı çerçevesinde finanse ediliyor. Bu sistem kapsamında İsrail her yıl 3,8 milyar dolar askeri yardım alıyor. Harcamalar, büyük ölçüde ABD’li savunma sanayi şirketlerine yönlendiriliyor ve taraflar bu fonun nasıl kullanılacağını birlikte belirliyor.

7 Ekim 2023’te Hamas liderliğinde başlatılan Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bu yana ise Washington, İsrail’e yaklaşık 18 milyar dolarlık ek askeri yardım daha sağladı.

ABD daha önce de askeri yardımları İsrail’in altyapısında kullanmıştı. 2012 yılında, kamu ihale belgeleri Nevatim Hava Üssü’nde ABD tarafından finanse edilen büyük ölçekli çalışmaların yapıldığını ortaya çıkardı. O dönemde Washington Post, ABD’nin burada “911” olarak bilinen gizli bir tesis inşa ettiğini bildirmişti.

Pazartesi günü ayrıntıları açıklanan projeler, İsrail’in Haziran 2025’te İran’a düzenlediği saldırıdan önce planlanmıştı. 2 Temmuz’da Reuters’a konuşan bir İsrailli yetkili, İran’a ait balistik füzelerin 12 günlük çatışma sırasında birkaç İsrail askeri noktasına isabet ettiğini doğruladı.

Haziran ayının başlarında Washington, İsrail için 510 milyon dolarlık yeni bir silah anlaşmasını onayladı. Bu paket kapsamında İsrail’e 7.000’den fazla JDAM kiti ve destek hizmetleri sağlandı. Böylece 2025 yılı itibariyle ABD’nin İsrail’e askeri desteği 9 milyar doları aştı. Tel Aviv yönetimi, 600 gün içinde ABD’den 90 bin tondan fazla silah teslim alındığını açıkladı. Başbakan Binyamin Netanyahu, İsrail’e yapılan silah sevkiyatlarını, “Beyaz Saray’daki en büyük dostumuz” diyerek övdüğü Donald Trump’ın katkısına bağladı.

Aynı dönemde, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Ukrayna’ya yapılması planlanan bazı silah sevkiyatlarını durdurma kararı aldı. İç denetimlerde Ukrayna için acil bir stok sıkıntısı bulunmadığı tespit edilse de İsrail’in İran’a karşı gerçekleştirdiği füze savunmasında ABD’nin aktif rol oynaması ve büyük miktarda mühimmat sağlaması nedeniyle ABD’nin kendi askeri stoklarının tükenmeye başladığına dair endişelerin bu kararda etkili olduğu düşünülüyor. Bu gelişmelerin ardından, ABD’de üst düzey yetkililer, askeri kaynakların artık daha fazla Pasifik bölgesine odaklanması gerektiğini savunmaya başladı.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Trump’ın özel temsilcisi Tom Barrack Lübnan’a Hizbullah’ı ‘silahsızlandırın’ uyarısında bulundu

Yayınlanma

ABD, Lübnan’dan Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve reform konusunda artık somut adımlar bekliyor. Trump yönetimi, bu sürecin 2026’ya sarkmasına tahammül göstermeyeceği mesajını verdi. Tom Barrack, Trump’ın, 1958’de Lübnan’a askeri müdahalede bulunan ABD Başkanı Eisenhower kadar “kararlılıkla harekete geçtiğini” söyledi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın özel temsilcisi Tom Barrack, Lübnan hükümetine reformları hızla hayata geçirme ve Hizbullah’ı silahsızlandırma çağrısında bulundu. Barrack, Trump’ın Lübnan’a güçlü desteğine rağmen sabrının sınırlı olduğunu vurguladı.

ABD’nin aynı zamanda Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olarak görev yapan Barrack, bir ay içinde ikinci kez geldiği Beyrut’tan konuştu. “Dwight Eisenhower’dan bu yana Lübnan için bu denli kararlılıkla harekete geçen bir başkan daha olmadı” diyen Barrack, “Trump’ın cesareti, kararlılığı ve yeteneği var. Ama sabrı yok” ifadelerini kullandı.

1958 yılında dönemin ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır’ın öncülüğünde yükselen Arap milliyetçiliğine ve Sovyet etkisine karşı koymak amacıyla, Lübnan’daki Batı yanlısı hükümeti desteklemek için ülkeye askerî müdahalede bulunmuştu. Bu müdahale, Eisenhower Doktrini kapsamında ABD’nin bölgedeki ilk doğrudan askerî müdahalesi olarak kayda geçti.

Trump’ın özel temsilcisi Tom Barrack’ın, Trump’ı Eisenhower’a benzetmesi dikkat çekti.

Barrack sözlerine şöyle devam etti: “Eğer Lübnan bu işi sürüncemede bırakmaya devam etmek istiyorsa, edebilir… ama seneye mayıs ayında hâlâ bu konuları konuşuyor olmayacağız.”

Bazı haberlerde, Lübnanlı yetkililerin reform sürecini gelecek mayıstaki parlamento seçimlerine kadar geciktirmeyi planladıkları öne sürülmüştü.

Pazartesi günü yaptığı açıklamada, Hizbullah ve diğer silahlı grupların silahsızlandırılmasını, kapsamlı reformları ve bu sürecin takvimlendirilmesini içeren yol haritasına Lübnan’ın verdiği ilk tepkiyi olumlu bulduğunu belirten Barrack, ülkenin siyasi kültürüne ise eleştiriler yöneltti.

“Lübnan’ın siyasi kültürü inkâr, oyalama ve sorumluluktan kaçmadır. 60 yıldır bu böyle. Bu durum değişmeli” diyen Barrack, yine de Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı ile yaptığı görüşmelerde samimi bir yaklaşım gördüğünü belirtti.

Hizbullah’a uyarı: Bizimle uğraşmasınlar

ABD’nin Hizbullah’a bakış açısını hatırlatan Barrack, örgütü “yabancı bir terör örgütü” olarak niteledi ve “Bu, Lübnan’ın sorunu. Tüm dünyanın değil” dedi.

LBCI televizyonuna verdiği röportajda Hizbullah’a daha açık bir uyarıda bulunan Barrack, “Eğer bizimle dünyanın herhangi bir yerinde uğraşırlarsa… bizimle ciddi bir sorun yaşarlar. Bunu istemezler” şeklinde konuştu.

Hizbullah Genel Sekreteri’nin son dönemde yaptığı “asla silah bırakmayacağız” yönündeki açıklamaya da yanıt veren Barrack, bu sözleri “tipik bir Lübnan pazarlığı” olarak değerlendirdi: “Bir pazara gidiyoruz, aynı şey. Herkes gerçekten anlaşmaya varmak isteyene kadar pazarlık devam eder.”

“Bu bir fırsat, ama zaman sınırlı”

ABD’nin Lübnan’ın Suriye ve İsrail ile olan sınırlarının belirlenmesi konusunda destek vereceğini kaydeden Barrack, sürecin hızla ilerlemesi gerektiğini vurguladı: “Zamanlama çok önemli… Bu bir fırsat. Çevremizde ne olup bittiğini hâlâ göremeyenler büyük hata yapıyor. Biz buradayız… bu fırsatın hız kazanması için buradayız. Ama yönlendirme yapamayız, etki edemeyiz. Bu Lübnan’ın kararı.”

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

Prof. Marandi: İran’a yönelik İHA saldırıları Azerbaycan’dan yapıldı

Yayınlanma

Tahran Üniversitesi’nden Profesör Seyyid Muhammed Marandi, Azerbaycan’ın İsrail ile İran’a karşı işbirliği yaptığını iddia etti. Marandi, Rusya ile ilişkilerde İsrail’deki Rus nüfusunun bir engel teşkil ettiğini söylerken, Netanyahu’nun yeni bir saldırı başlatmasının muhtemel olduğunu ve İran’ın bu kez çok daha sert karşılık vermeye hazırlandığını ifade etti.

Tahran Üniversitesi öğretim üyesi ve İran‘ın eski nükleer müzakere heyeti danışmanlarından Profesör Seyyid Muhammed Marandi, Prof. Glenn Diesen’in podcast yayınında Azerbaycan’ın İsrail ile İran’a karşı işbirliği içinde olduğunu savundu.

Marandi, Bakü yönetiminin bu politikalarını sürdürmesi hâlinde Tahran’ın tutumunda bir değişiklik olabileceği ve bunun Aliyev için “tehlikeli” sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulundu.

‘İran’a yönelik İHA’lar Azerbaycan’dan kalkıyor’

Sıradan İranlılar, özellikle de sınıra yakın yaşayanlar arasında, Azerbaycan Cumhuriyeti’nden kalkan insansız hava araçlarının (İHA) İran’a girerek hedefleri vurduğuna dair yaygın bir kanı olduğunu dile getiren Marandi, bu hedeflerin İran’ın Doğu Azerbaycan ve Erdebil eyaletleri ile diğer kuzey vilayetleri ve hatta Tahran’a yakın noktaları içerdiğini söyledi.

İran’ın barışçıl bir Kafkasya istediğini söyleyen Marandi, “Ancak İranlılar, Bakü’nün İsrail ile bu tür bir işbirliğini İran halkının zararına olacak şekilde sürdürmekte ısrar ettiğini hissederse, Tahran’ın Aliyev’e yönelik tutumunda bir değişiklik göreceğiz. Bu da onun için tehlikeli olabilir,” dedi.

Marandi, İran’ın kuzey eyaletlerindeki halkın Aliyev’e karşı son derece öfkeli olduğunu ve Aliyev’in bu durumu hafife aldığını düşündüğünü ekledi.

‘Aliyev dünyadaki durumu yanlış okuyor’

Marandiye göre Aliyev, dünyadaki mevcut durumu yanlış okuyor. 1990’larda ABD ve Avrupalıların baskısıyla İran’dan uzaklaştığı dönemde ABD’nin küresel bir “hiper güç” olduğunu ancak dünyanın artık değiştiğini belirten Marandi, “ABD’nin Aliyev veya Avrupalılar için koruyucu şemsiyesi artık pek etkileyici değil,” ifadelerini kullandı.

Marandi, Aliyev’in ülkesindeki dini liderleri bastırmasının ve Gazze’de, Lübnan’da ve Batı Şeria’da devam eden katliamlar sırasında İsrail rejimiyle ittifak kurmasının halk arasında öfke yarattığını savundu.

‘Suriye’de direniş güçlenecek’

Suriye’deki duruma da değinen Marandi, ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırmasının, Ebu Muhammed el-Colani (Ahmed eş-Şaraa) yönetimindeki Suriye’yi ABD yörüngesine çekme ve politika çıkarlarını hizalama hazırlığı olduğunu söyledi.

Colani’nin Suriye için olumlu bir şey yapma niyetinde olmadığını ve İsrail’e baskı yapmak yerine kendi halkını öldürmekle daha fazla ilgilendiğini ifade eden Marandi, “Colani İsrail’e ne kadar yaklaşırsa, direniş o kadar güçlenir,” diye konuştu.

Marandi, ABD, İsrail ve onların bölgesel müttefiklerinin geçmişte mezhepçiliği kullanarak bölgeyi böldüğünü ancak artık bu stratejinin işe yaramayacağını ve Colani’nin İsrail ile normalleşme adımlarının daha fazla insanı direnişe katılmaya teşvik edeceğini belirtti.

Rusya ile ilişkilerde ‘İsrail’ engeli

İran-Rusya ilişkilerinin Suriye’deki işbirliğiyle geliştiğini ancak bazı konularda görüş ayrılıkları yaşandığını ifade eden Marandi, Rusya’nın İdlib’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir anlaşma yapmak istemesine İran’ın karşı çıktığını ve bu durumun Suriye’deki bugünkü tabloyu yaratan belirleyici bir faktör olduğunu iddia etti.

Marandi, “Bugün İran ile Rusya arasında her alanda ilişkilerin genişlemesinin önündeki en büyük engel, Rusya’nın Filistin’de bulunan 2 milyon Rusça konuşan nüfusla ilgili endişeleridir,” değerlendirmesini yaptı.

Bu durumun bazı alanlarda daha fazla işbirliğini engelleyebileceğini belirten Marandi, yine de iki ülke arasındaki mevcut ilişkinin üç buçuk yıl öncesine göre kıyaslanamayacak kadar iyi olduğunun altını çizdi.

‘Netanyahu’nun yeniden saldırmasını bekliyoruz’

İran’ın 12 günlük savaşın ardından daha güçlü çıktığını ve “kâğıttan kaplan” olduğu mitinin yıkıldığını savunan Marandi, İsrail’in çok sayıda üst düzey komutanı öldürmesine rağmen ülkede bir çöküş yaşanmadığını, aksine halkın devletin ve Devrim Muhafızları’nın arkasında kenetlendiğini söyledi.

Marandi, “İran’da beklenti, bir krize ihtiyacı olan Netanyahu’nun yeniden saldıracağı yönünde. Ancak bu kez İranlılar çok daha hazırlıklı ve plan, İsrail rejimine çok daha sert bir darbe indirmek,” diye ekledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English