Dünya Basını
İsraillinin korkusu 21 dakika, Filistinlinin ölümü 22 saniye

İsrail’in çocuk, yaşlı, hasta demeden yağdırdığı ve yağdırmaya devam ettiği bombaların dumanları Gazze’nin üzerinde sis gibi çökmüşken ABD başta olmak üzere ana akım Batı medyası, yaşanan katliama çanak tutmaya devam ediyor. Çocuklarının cansız bedenlerini dondurma arabasına koymak zorunda kalan Filistinliler bugün vahşi olmakla itham ediliyor. Yıllarca tüm dünyanın gözü önünde İsrail tarafından insan yerine konmayan Filistinlilere bugün barbar gözüyle bakılıyor.
Sömürgecilik, katliam ve soykırımlar üzerinden yükselen Batı medeniyetinin bugün İsrail’in katliamlarını en hafif tabiriyle aklama çabası şaşırtıcı değil. Dün, Rusya-Ukrayna savaşı patlak verdiğinde Dostoyevski’yi yasaklamaya kalkan, Rus kedilerine yaptırım uygulayan bir medeniyetten bahsediyoruz. Afrikalı mülteciyi denizde ölüme iten, beyaz tenli Ukraynalı için kapıyı ardına kadar açan demokrasinin beşiği medeniyet…
Kendi muhabirlerini öldüren, gazetecileri bilerek ve isteyerek hedef alan İsrail’i görmezden gelen Batı basınının tavrı bizler için şaşırtıcı değil, ancak Batı basınındaki İsrail’in kendini savunma hakkı karşısında Filistinlinin harcanabilir ve değersiz olduğu anlatısı Türkiye’de bazı eğilimleri de beslemesi açısından dikkat çekilmesi gereken bir nokta.
Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, ABD ana akım medyasındaki bu tutuma mercek tutuyor. Kullanılan dilden haberlerin içeriğine ve hangi haberin ne kadar süre ekranda kaldığına kadar analizini yapan makale, çarpıcı örneklere de yer veriyor. Yazar makalenin sonunda “Şu anda tanık olduğumuz katliamların bir an önce sona ermesi için pek çok şeyin değişmesi gerekiyor. Bunlardan biri de İsraillilere kederlerini, korkularını ve yaşamlarını dünyayla paylaşmaları için neredeyse 21 dakikalık bir yayın hakkı tanıyan ve Filistinlilere de aynı şeyi yapmaları için 22 saniye veren medya ekosistemi” diyor.
***
Medyaya bir hatırlatma: Filistinlilerin hayatı da önemli
Gazze ve İsrail’de dehşetin yaşandığı geçen hafta boyunca, ABD’deki ana akım haber programları, Filistinlilerin kendileri için gözden çıkarılabilir olduğunu acı bir şekilde açıkça ortaya koydu.
JACK MIRKINSON
Amerika’nın üç büyük gece haber yayını bir zamanlar sahip olduğu etkiyi yaratmıyor ancak ülkedeki en büyük haber kaynaklarından olmaya devam ediyorlar. Geçen hafta ABC’nin World News Tonight programı, kablolu ya da açık tüm televizyon kanallarında en çok izlenen spor dışı program oldu; NBC Nightly News ise en çok izlenen beşinci program oldu. Bu yayınların hangi hikayeleri ele aldıkları ve bunları nasıl işledikleri hâlâ önemli.
Bu hafta, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, gündemde gerçekten tek bir hikâye vardı: Gazze ve İsrail’de giderek artan şiddet. Aslında bu tam olarak doğru değil. Bu programlardaki hikâye neredeyse tamamen İsrail ve yalnızca İsrail ile ilgili.
Örneğin NBC Nightly News’in çarşamba günkü yayınına bir göz atın. Neredeyse 21 dakikalık yayının tamamı İsrail hakkındaydı. Hamas savaşçılarının İsrailli sivillere karşı gerçekleştirdiği katliamla ilgili haberler; Hamas tarafından rehin alındığından korkulan kişilerin aileleriyle yapılan uzun röportajlar; bir kibutza (NBC’nin adını açıklamadığı) yapılan saldırıdan kurtulanlarla yapılan uzun röportajlar; İsrail ve Filistin konusunda üniversite kampüslerinde yaşanan gerginliklerle ilgili bir haber (Larry Summers ile Harvard’ın duruma verdiği tepkiyi eleştirdiği bir röportaj da dahil); ve İsrail’in nasıl “sonsuza kadar değiştiğine” dair bir haber.
Açıkça ifade etmek gerekirse, NBC News, Hamas saldırılarının mağdurlarıyla konuştuğu için haksız değil. Çocuklar da dahil sivillere yönelik acımasız katliamlar korkunçtu ve Hamas’ın gerçekleştirebildiği saldırıların ölçeği daha önce görülmemişti. Bu trajedilerin ardından yaşananlar bu haberin yadsınamaz derecede önemli bir parçası.

Saldırılar sonucu aralarında çocukların da bulunduğu çok sayıda yaralı, tedavi için Şifa Hastanesi’ne getiriliyor. Foto: Ashraf Amra / AA
Ancak İsrailliler nasıl şiddetin etkileriyle baş etmeye çalışıyorsa, Gazze’deki Filistinliler de öyle. İsrail’in şimdiden binlerce sivilin ölümüne neden olan, kıyameti andıran bombardımanına maruz kalıyorlar ve elektrik, gıda, su ve yakıt kaynakları kesilmiş durumda. Cuma sabahı İsrail 1.1 milyon Gazzeliye ya bölgeyi boşaltmalarını ya da daha fazla bombardımanla karşı karşıya kalacaklarını söyledi ki bu dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olarak bilinen yerde yaşayan insanlar için yerine getirilmesi neredeyse imkansız bir talimat. İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’un “[Gazzeli] sivillerin saldırılara dahil olmadığı ve bunun farkında olmadıkları söylemi kesinlikle doğru değil” şeklindeki sözleri, devletin tüm Gazzelileri, Hamas’tan farksız gördüğünün açık bir işareti. Tel Aviv’de insanlar ellerinde “Gazze’ye soykırım ” yazılı pankartlar taşırken fotoğraflandı.
Peki çarşamba günkü NBC haberi, hikâyenin bu kısmını nasıl ele aldı? Sunucu Lester Holt bombardımanı “Hamas üzerindeki baskıyı artırmanın” bir yolu olarak tanımladı ve İsrail kaynaklarının “Hamas teröristlerinin ‘yuvası’ olarak adlandırdıkları bir mahallede bugün 200’den fazla hedefi vurduklarını” söylediğini aktardı. Holt ayrıca, “İsrail’in misilleme saldırıları” olarak tanımladığı saldırılarda oğlu öldürülen bir anneye yaklaşık 22 saniye ayırdı ve “Pek çok kişi kaçacak yerleri olmadığını söylüyor” dedi. (Tüm yayın boyunca başka hiçbir Filistinlinin sesi duyulmadı).
NBC daha sonra muhabir Richard Engel’in şu satırlarını içeren bir haber yayınladı:
“İsrail son beş gündür Hamas’ı zayıflatmak için Gazze’yi bombalıyor, elektriği ve suyu kesiyor. İsrail Savunma Bakanı bundan sonra olacakların Gazze’yi sonsuza dek yeniden şekillendireceğini söylüyor.”
“Bu çatışmanın yeni bir aşaması başlamak üzere ve çok sayıda kayıp olacak. İsrail askerleri için riskler yüksek.”
“Gazze’deki 2 milyon sivil için riskler daha da yüksek. Gazze dünya üzerindeki en yoğun nüfuslu bölgelerden biri. Sokak sokak çatışmalar binlerce kişiyi öldürebilir. Ayrıca Hamas’ın elinde 150 rehine olduğu tahmin ediliyor.”
Engel haberin sonunda şu sonuca varıyor: “Oyunun sonu Hamas’ı devirmek, ancak İsrail Gazze Şeridi’ni yeniden işgal etmeye istekli olmadığı sürece bir kara saldırısının Gazze’de Hamas’ı nasıl devireceğini hayal etmek zor görünüyor. Ve bu konuda istekli değil, bu yüzden çoğunlukla cezalandırıcı.”
Daha sonra yayına devam edildi.
Teknik olarak, NBC’nin hikâyenin “Gazze kısmını” kapsadığını söyleyebilirsiniz. Ancak kanalın, Filistinlilerin çektiği acılara ayırdığı çok dar alanda bile, her satıra ya bir tür aklayıcı sözcük eklediğine ya da mümkün olan en muğlak, en yatıştırıcı terimlerle konuşmaya gösterdiği özene dikkat edin. İsrail mahalleleri 200 kez bombalıyor çünkü buralar, Holt’un İsrail ordusundan aldığı gelişigüzel ırkçı bir tanımla, “teröristlerin yuvası” (Gazzelilerin kaçacak hiçbir yerlerinin olmadığı gerçeği ise Filistinlilerin “söylediği” bir şey olarak tanımlanıyor). Anne oğlunu sivil yaşamı hiçe sayan ve yaygın olarak savaş suçu olarak kabul edilen ayrım gözetmeyen bir bombardımanda değil, bir “misilleme saldırısında” kaybetti, Savunma Bakanı Yoav Gallant’a atıfta bulunuluyor, ancak Gazzelileri “insansı hayvanlar” olarak tanımlamasından bahsedilmiyor ve bölgeyi yok etmeye yönelik açık çağrıları “Gazze’yi sonsuza kadar yeniden şekillendirmek” ifadeleriyle örtbas ediliyor. “Çok sayıda kayıp” olacak -bunu söylemenin bir başka yolu “insanlar ölecek” olabilirdi- ve özel olarak herhangi biri değil, sadece “çok sayıda”. Gazze’deki siviller düşünülmeden önce İsrail askerlerine yönelik risklerden bahsediliyor. Ve (muhabir) Engel, İsrail’in Gazze’ye yapacağı herhangi bir saldırıyı, sanki arkasında kitlesel ölümden başka bir strateji olmadığını kabul ediyormuş gibi, kayıtsızca “cezalandırıcı” olarak nitelendiriyor, ama görünüşe göre bununla bir sorunu yok.
Tüm bunları bu kadar ayrıntılı olarak ele aldım çünkü bu yayın, bu haftaki olayların ve daha genel olarak Filistin’le ilgili haberlerin çoğunun- farkında olmadan da olsa- ortaya attığı temel soruyu yansıtıyor: İnsanlığa kim izin veriyor, kim vermiyor? Kimlerin ölümü üzerinde durulmaya değer trajediler ve kimlerin ölümü birkaç saniyeyle geçiştirilebilir? Kimin çocukları hakkında bir şeyler öğrenmeye değer? Kimin acısı üzerinde durmaya değer? Ve kanı dökülme riski olan hangi insanlar dünyanın her şeyi bir kenara bırakıp onların yanına koşmasını hak eder? Cevap çok açık. Filistinliler barışçıl protesto gösterileri de dahil İsrail tarafından her zaman öldürülüyor. Ancak dünya hiçbir zaman onların acısına tanıklık etmek için kendi işini gücünü askıya almıyor. En iyi haber sunucuları onların hayatlarını anmak için her şeyi bir kenara bırakmıyor. İnsanların onları da önemsemesini hak etmiyorlar mı?
Bu hafta ABD ve diğer ülkelerdeki izleyicilere Filistinlilerin hayatının ucuz olduğu mesajı tekrar tekrar verildi. BBC’nin Newsnight programında sunucu Kirsty Wark, Birleşik Krallık’taki Filistin Misyonu Başkanı Husam Zomlot’un altı aile üyesinin İsrail hava saldırılarında nasıl öldüğünü anlatmasını dinledi. Wark şu şekilde tepki gösterdi: “Kişisel kaybınız için üzgünüm. Yine de açık konuşabilir miyim, İsrail’de sivillerin öldürülmesine göz yumamazsınız, değil mi?”
Marco Rubio, CNN’de Jake Tapper’ın Gazze’deki sivil kayıplarla ilgili sorusuna şu yanıtı verdi: “İsrail’in bu vahşilerle bir arada yaşamasının ya da diplomatik bir çıkış yolu bulmasının beklenebileceğini sanmıyorum… Yok edilmeleri gerekiyor. Ve siz de çok zor bir mücadeleye işaret ettiniz. Bu inanılmaz derecede acı verici olacak. İnanılmaz derecede zor olacak. Ve ödenmesi gereken bedel dehşet verici olacak.” (Tapper herhangi bir takip sorusu sorma gereği duymadı.) Fox News’te Lindsey Graham bunun bir “dini savaş” olduğunu ilan etti ve İsrail’i, Gazze’yi “yerle bir etmeye” çağırdı.
Bunlar Twitter’daki rastgele insanlar değil. Bunlar açıkça soykırımcı söylemler savuran ABD senatörleri. Yayınlar, konukların Rubio ve Graham ya da Gallant ile aralarına mesafe koymaları yönündeki taleplerle dolup taşıyor mu? Hayır, çünkü ABD ve Batı söyleminde İsrail’in ölümleri kayda değer, Filistinlilerin ölümleri ise dünyanın işleyişinin bir parçası ya da haklı görülebilir. (Bu varsayım o kadar derin ki insanlardan bunu hesaba katmaları istendiğinde öfkeye kapılıyorlar. İsrail eski başbakanı Naftali Bennett’in Sky News kanalında Gazze’deki bebeklere yönelik tehditlerle ilgili bir soruya verdiği şu yanıta şahit olun: “Cidden bana Filistinli sivilleri sormaya devam mı ediyorsunuz? Neyiniz var sizin?”)
Bu tür bir insanlıktan çıkma için açıkça ortam sağlamayan yayın organları bile önceliklerini açıkça ortaya koyuyor. New York Times, benim saydığım kadarıyla, son birkaç gün içinde bazı solcuların Hamas hakkında söylediklerine ilişkin iki köşe yazısı ve bir dizi mektup yayınladı. Bu yazı yazıldığı sırada Times, Gazze’deki bir Filistinliden gelen bir köşe yazısı yayınladı. Şu anda birincisinin ikincisinden üç kat daha önemli olduğunu düşünen herkes ahlaki melekelerini kaybetmiş demektir.
İsrail’in 16 yıldır Gazze’yi kuşatma altında tuttuğunu ve Gazze Şeridi’ne erişimi kısıtladığını unutmamak gerek. Ve sahadaki koşullar haberciliği inanılmaz derecede tehlikeli ve zor hale getiriyor, özellikle de İsrail’in elektriği kesmesiyle gazetecilerin dış dünyayla iletişim kurması çok daha zorlaştı. Ancak bu imkânsız değil. Gazze’de her gün akıl almaz koşullarda haber yapan gazeteciler var. İngiltere’deki Channel 4 News, Filistinli bir yardım görevlisi olan Yusuff Hammash’ın bu dikkat çekici haberini yayınladı. Gazeteciler zeki insanlar. Küresel bağlantıları ve geniş kitleleri olan büyük haber kuruluşları Gazze’den daha fazla haber geçmek için çaba sarf edebilirler. Ama yapmıyorlar. Dolayısıyla izleyiciye yapılan çağrı çok açık: Bu çatışmanın sadece bir tarafıyla özdeşleşin.
Bu sadece Filistinlilerin ilgiye değer görülmesiyle ilgili bir mesele değil. Bu temel bir gazetecilik sorumluluğu meselesi. Sık sık tekrarlanan “bu hikâyenin iki tarafı olmadığı” ısrarına rağmen, bu haftaki şiddetin sadece teröristlerin kötü eylemleri olarak açıklanabileceği fikri, İsrail’in içindeki pek çok kişinin de belirttiği gibi, gerçeklerden çok uzak. İsrailli hayatlar -ve İsrailli ölümler- yas tutmak, tanımak ve anlamak için önemli. Ancak Filistinlilerin yaşamları ve ölümleri de öyle. Gazze’deki yaşamın nasıl olduğunu öğrenmek, Filistinlilerin görüşlerini meşru kabul etmek, İsrail’in bir apartheid devleti olduğuna dair giderek artan uluslararası fikir birliğini düşünmek ve hatta olayların neden bu kadar korkunç bir şekilde patladığını ciddi bir şekilde sorgulamak için gerçek bir girişimde bulunulmazsa, izleyicilerine resmin tamamını verdiklerini kim söyleyebilir?
Şu anda tanık olduğumuz katliamların bir an önce sona ermesi için pek çok şeyin değişmesi gerekiyor. Ancak bunlardan biri, İsraillilere kederlerini, korkularını ve yaşamlarını dünyayla paylaşmaları için neredeyse 21 dakikalık bir yayın hakkı tanıyan ve Filistinlilere de aynı şeyi yapmaları için 22 saniye veren medya ekosistemidir.
İsrail’in Gazze’ye hayal edilemeyecek kadar yıkıcı bir saldırı başlatmaya hazırlandığı şu günlerde, medya korkunç bir sınava tabi tutuluyor. İsraillilere davrandığı gibi Filistinlilere de her yönden tam olarak insan muamelesi yapacak mı? Onların acılarına ortak olmamızı, onlarla birlikte yas tutmamızı, ölüleri için yas tutmamızı talep edecek mi? Hem medyamızda hem de dünyanın geri kalanında bu gerçekleşene kadar hepimiz şu anda bulunduğumuz yerde olacağız, görünüşe göre sonu olmayan bir çatışmanın yeni bir aşamasının dehşetini inceleyeceğiz.
Dünya Basını
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor

Çin İran’ı destekliyor, İsrail’i kınıyor. Pekin’in tepkisi eskisinden daha güçlü ve daha doğrudan.
James Palmer, Foreign Policy dergisinin yardımcı editörü
17 Haziran 2025
Çin, devam eden İran-İsrail çatışmasında tavrını ortaya koydu. Cumartesi günü, Dışişleri Bakanı Wang Yi, İsrailli mevkidaşına yaptığı telefon görüşmesinde, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının “kabul edilemez” ve “uluslararası hukuka aykırı” olduğunu söyledi.
Wang, İranlı mevkidaşına “İran’ın ulusal egemenliğini korumak, meşru hak ve çıkarlarını savunmak ve halkının güvenliğini sağlamak” için destek teklif etti. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping salı günü yaptığı açıklamada bu yorumları yineledi. Çin’in tepkisi, geçen sonbaharda İran ile İsrail arasında yaşanan çatışmaya verdiği tepkiden daha sert ve doğrudan.
Çin, İran’ın da üyesi olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) aracılığıyla İsrail’in son saldırılarını kınayan bir bildiri yayınlamak da dahil olmak üzere diplomatik kaynaklarını seferber etti. Bu, İsrail ile güçlü silah ticareti bağları olan ve bildirinin hazırlanmasında danışılmayan ŞİÖ üyesi Hindistan’ın tepkisini çekti.
İran, son yıllarda Çin’e yakınlaştı. İki ülke, askeri tatbikatlarda düzenli olarak işbirliği yapıyor ve 2021’de ekonomik, askeri ve güvenlik işbirliği anlaşması imzaladı. İran’ın petrol ihracatının yüzde 90’ından fazlası Çin’e gidiyor. İran, yaptırımları tetiklememek için Batı bankalarını ve nakliye hizmetlerini atlatmak için bir dizi dolanma yöntemi kullanıyor ve yuan cinsinden işlemler yapıyor.
İsrail, İran’ın petrol endüstrisini bozmayı başarırsa, bu Çin için acı verici olabilir. Ancak İran, Çin’in altıncı en büyük tedarikçisi olduğu için Çin bu darbeyi absorbe edebilecektir.
Çin, güçlü açıklamasına rağmen İran’a retorik destekten öteye geçmesi olası değildir. Çin, Orta Doğu meselelerine daha fazla karışmak istememekte, bunun yerine ABD’nin dikkatinin dağılmasını memnuniyetle karşılamaktadır. Washington’daki şahinler, Çin-İran ilişkilerini olduğundan daha güçlü göstermeye çalışmaktadır; ancak İran, Çin’in temel çıkarları açısından nihayetinde marjinal bir ülkedir.
Çin müdahale ederse, muhtemelen İran’a, Tahran’ın geçmişte tehdit ettiği gibi Hürmüz Boğazı’nı gemilere kapatmaması için baskı yapmak olacaktır. Çin’in ana petrol tedarikçisi Rusya olsa da, Çin’in petrol ithalatının yaklaşık yarısı Körfez ülkelerinden gelmektedir. Boğazın kapatılması ve bunun sonucunda enerji fiyatlarında yaşanacak artış, zaten zor durumda olan Çin ekonomisi için acı verici olacaktır.
Çin, 2023’te İran-Suudi Arabistan uzlaşmasında oynadığı arabuluculuk rolünü temel alarak barış elçisi olarak hareket etme umudunu taşıyor olabilir. Ancak İsrail’in Çin’i tarafsız bir arabulucu olarak kabul etmesi zor görünüyor. Çin-İsrail ilişkileri, hem Çin’in Filistin yanlısı tutumu hem de Çin internetinde antisemitizm patlamaları nedeniyle İsrail-Hamas savaşı sırasında bozuldu. Anlaşma için Çin’e başvurmak, huysuz bir ABD başkanını kendinden uzaklaştırma riskini de beraberinde getirecektir.
Çin için İran-İsrail çatışmasının bir avantajı, savunma teknolojisi için yeni pazarlar olabilir. Pakistan, Hindistan ile son çatışmasında beklentileri aştı. Bu başarı, büyük ölçüde Çin sistemlerinin kullanılmasına bağlanıyor: J-10C savaş uçağı, bu çatışmada ilk kez savaşta test edildi ve hava savunma sistemi de çoğunlukla Çin yapımı.
Şu ana kadar İsrail, İran’ın eski hava savunma sistemleri ve hava kuvvetleri üzerinde hakimiyet kurdu ve bu durumu düzeltmek, Tahran’ın biraz nefes alması halinde gündeminin üst sıralarında yer alacak. Orta Doğulu alıcılar önceden J-10’lara şüpheyle yaklaşıyordu, ancak İran mevcut çatışma öncesinde ilgi gösteriyor gibi görünüyordu.
Çin bir zamanlar İran’ın önemli silah ortağıydı, ancak iki ülke 2005’ten bu yana yeni bir anlaşma imzalamadı. Bu durum şimdi değişebilir.
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
Dünya Basını
INSS: İran dış tehdide karşı kenetlenmiş görünüyor

İsrail’in güvenlik bürokrasisine yakınlığıyla bilinen, Tel Aviv Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren yarı resmî düşünce kuruluşu INSS (Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü), İsrail-İran savaşının gidişatına dair bir değerlendirme yayımladı. İsrail ordusunda 20 yıldan fazla İran uzmanı olarak görev alan, INSS İran ve Şii Ekseni Araştırma Programı Direktörü Dr. Raz Zimmt tarafından kaleme alınan analiz, Tahran’ın savaşta geldiği kritik eşik, İran’ın nükleer altyapısına ve komuta sistemine verilen zarar, İran yönetiminin dayanıklılığı ve önündeki seçeneklere odaklanıyor.
“İran’a Karşı Kampanya: Durum Değerlendirmesi, İkilemler ve Sonuçlar” başlıklı analizde Zimmt, savaşın nasıl sona erebileceğine dair üç olası senaryo üzerinde duruyor. Analiz, hem İran’ın kırılganlıklarını hem de İsrail’in askeri kazanımlarını sürdürme konusunda karşı karşıya olduğu stratejik riskleri ortaya koyarken, ABD’nin pozisyonunun belirleyici rolüne dikkat çekiyor. INSS, savaşın sona erme biçiminden bağımsız olarak İsrail’in uzun vadeli bir “İran tehdidine” karşı hazırlıklı olması gerektiğini vurguluyor.
Makaledeki değerlendirmelerin büyük ölçüde İsrail’in resmî güvenlik bakış açısını yansıttığı ve ülkede uygulanan askeri sansür nedeniyle, İran saldırılarının İsrail’e verdiği zararın kapsamının olduğundan düşük gösterilmiş olabileceği göz önünde bulundurulmalı.
***
İran’a karşı yürütülen savaş: Durum değerlendirmesi, ikilemler ve olası sonuçlar
Dr. Raz Zimmt
İsrail ile İran arasındaki çatışmaların başlamasından üç gün sonra, İran kritik bir dönüm noktasına yaklaşmış durumda. Bu durum, İsrail’in İran’ın stratejik varlık ve kabiliyetlerine ciddi zararlar veren yoğun ve sürekli saldırılarının ardından gelişti. Tahran açısından tablo karmaşık ve çok boyutlu. Bir yandan, İran’ın üst düzey askeri liderliğini hedef alan saldırılarla ciddi bir darbe aldığı görülüyor. Bu saldırı, sadece stratejik bir sürpriz ve ulusal bir aşağılanma olmakla kalmadı, aynı zamanda İsrail’in İran rejiminin güç merkezlerine sızma yeteneğini de bir kez daha gözler önüne serdi. İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) komutanı, istihbarat ve operasyon birimlerinin başkanları ile IRGC Hava-Uzay Kuvvetleri komutanının öldürülmesi, Tahran’ın bu askeri kampanyayı etkin biçimde yönetme kapasitesini geçici olarak sekteye uğrattı.
Son günlerde, İsrail Hava Kuvvetleri İran’ın nükleer programına yönelik saldırılarla operasyonel başarılar elde etmeyi sürdürdü. Bu saldırılar Natanz zenginleştirme tesisine kısmi (tam değil) zarar verirken, nükleer silah geliştirme programıyla bağlantılı olduğu düşünülen ve bu programın gelişiminde kilit rol oynayan ondan fazla bilim insanının hedef alınıp öldürülmesini de kapsıyor. Ayrıca, İran’ın askeri ve güvenlik altyapısı da İsrail tarafından hedef alındı: komuta merkezleri, füze ve hava savunma sistemleri, IRGC’nin istihbarat ağı ve bazı stratejik enerji tesisleri. Saldırıların devam etmesi, İran’ın komuta-kontrol sistemini zayıflatabilir ve rejimin iç sorunları yönetme kabiliyetini giderek aşındırarak genel istikrarını tehdit edebilir.
Öte yandan, İranlı yetkililer sınırlı da olsa bazı kazanımlara işaret edebiliyor. Her ne kadar nükleer program zarar görse de bu zarar henüz kritik düzeyde değil, özellikle de Fordow zenginleştirme tesisinin hâlâ sağlam. Ayrıca rejimin iç istikrarı açısından şu an ciddi ve acil bir tehdit söz konusu değil. İran liderliği dış tehdide karşı birlik, kararlılık ve canlılık mesajı vererek kenetlenmiş görünüyor. Rejime yönelik halkın duyduğu memnuniyetsizlik inkâr edilemez ancak bu aşamada halktan rejime yönelik aktif bir direniş gözlenmiyor. İsrail saldırılarında zarar gören yerleşim bölgelerine ait yıkım görüntüleri ise paradoksal biçimde iç dayanışmayı artırarak milli birlik duygusunu pekiştirmiş görünüyor.
Ayrıca İran, İsrail’in iç cephesine de sınırlı düzeyde zarar vermeyi başardı. Her ne kadar bu zarar kapsam açısından büyük olmasa da İran hükümeti ve medyası bu saldırıların belgelerini kullanarak psikolojik direnç ve uzun vadeli stratejik denge anlatısını güçlendirmeye çalışıyor. Bu söylem, İslam Cumhuriyeti’nin hem direnme hem de zamanla İsrail’e zarar verebilme kapasitesine sahip olduğunu vurguluyor.
İran liderliğinin bu savaş sonrası dönemde bazı temel kazanımları korumayı hedeflediğini değerlendirmek makul olur:
-Rejimin hayatta kalması; iç ve dış tehditlere karşı en öncelikli mesele olarak görülüyor;
-Nükleer programın devamlılığı; rejimin varlığını sürdürmesi için bir tür “sigorta poliçesi” olarak algılanıyor;
-Gelecekteki güvenlik tehditleriyle mücadele edebilmek için gerekli olan füze sistemleri, istihbarat altyapısı ve komuta-kontrol ağları gibi stratejik varlıkların muhafazası.
Tahran’ın bu temel hedefleri sürdürebilme yetisi, önümüzdeki haftalarda savaşın nasıl yönetileceği, ne zaman sona erdirileceği ve savaş sonrası bir düzenlemeye gidilip gidilmeyeceği ya da nükleer stratejide bir değişiklik yapılıp yapılmayacağı gibi kararları belirleyecek.
Şu an itibariyle İran, savaşın yürütülmesine odaklanmış durumda; İsrail saldırılarının etkisini en aza indirirken İsrail’e azami zarar vermeye çalışıyor. Ancak savaş devam edip kayıplar arttıkça, Tahran liderliği önünde birkaç önemli seçenek bulacak:
-Mevcut çatışma biçimini sürdürerek İsrail’i uzun bir yıpratma savaşına çekmek;
-Politik bir düzenlemeyle savaşı sonlandırmaya çalışmak;
-Gerilimi daha da tırmandırarak Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’ndan (NPT) çekilmek ya da gizli bir tesiste nükleer silah geliştirme hamlesine girişerek uluslararası müdahaleyi tetiklemek ve bu yolla savaşı durdurmak.
Savaşı sürdürmek İran’a İsrail’in iç cephesini hedef almaya devam etme fırsatı tanıyabilir, fakat aynı zamanda giderek ağırlaşan bir tahribatı da göğüslemesini gerektirir ki bu da stratejik varlıklar, kritik altyapı ve nükleer kabiliyetlerin başka unsurlarını tehlikeye atabilir. Zamanla bu tür kayıplar, İran’ın savaş sonrası korumak istediği başarıları güvence altına alma kapasitesini zayıflatabilir. Ayrıca İran’ın mevcut füze ateşleme temposunu sürdürebilme kapasitesi belirsizliğini koruyor. Eğer özellikle de İsrail’in operasyonları kabiliyetlerini daha da aşındırdıkça “savaş ekonomisine” geçmeye zorlanırsa İran’ın İsrail’in hava savunma sistemlerine anlamlı bir tehdit oluşturma gücü azalabilir ve bu da yalnızca zaman zaman yapılacak dağınık saldırılara indirgenebilir.
İran’ın savaşı sona erdirme ve müzakerelere dönme yönünde bir karar alması, İsrail’in ateşkese onay vermesine ve muhtemelen ABD’nin Tahran’ın belirli şartlarını kabul etmesine bağlı olacak. Ancak, İran’ın şu anda bu konuda esneklik ve hazırlık gösterme niyetinde olup olmadığı şüpheli. Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi her ne kadar genel bir ateşkes olasılığına açık olduklarını dile getirmiş olsa da İran Dışişleri Bakanlığı ABD ile görüşmelere yeniden başlamanın faydasız olduğunu belirtti; çünkü Tahran, İsrail’in bu saldırıları bağımsız olarak değil, ABD’nin işbirliğiyle ya da en azından Washington’un zımni onayıyla gerçekleştirdiğine inanıyor.
NPT’den çekilmek ki bu adım İran Meclisi’ndeki bazı üyeler tarafından halihazırda önerildi, ya da nükleer bir çıkış girişiminde bulunmak, uluslararası müdahaleyi tetiklemek için baskı taktikleri olarak kullanılabilir. Ancak İran’ın bunu gizlice gerçekleştirme kapasitesi oldukça kuşkulu; çünkü nükleer programına yönelik istihbarat sızıntıları ve İran hava sahasında süren yoğun İsrail saldırıları bu olasılığı sınırlandırıyor. Ayrıca böyle bir hamle büyük riskler taşır: Doğrudan ABD askeri müdahalesini kışkırtabilir ki bu, İran’ın kaçınmaya çalıştığı bir senaryo. Bu ayrıca İsrail’in önleyici saldırısı sonrasında elde ettiği uluslararası meşruiyeti de baltalayabilir.
Dünya Basını
Amerikalı profesör Stephen Walt: İsrail Hegemon Olamaz

Uluslararası İlişkiler teorilerinde realist yaklaşımın öne çıkan isimlerinden, Harvard Üniversitesi Profesörü Stephen M. Walt, Foreign Policy için kaleme aldığı makalede İsrail’in neden bölgesel hegemon olamayacağını tartışıyor.
İsrail’in İran’a yönelik kapsamlı saldırısı, bölgesel rakiplerinin her birini ortadan kaldırma veya zayıflatma kampanyasının son turudur. Ekim 2023’teki Hamas saldırısının ardından, Filistin halkını anlamlı bir siyasi güç olarak yok etmeye yönelik acımasız bir kampanya yürütmüştür; bu çaba, önde gelen insan hakları kuruluşları ve çok sayıda akademik uzman tarafından soykırım olarak tanımlanmıştır. Hava saldırıları, tuzaklı cep telefonları ve diğer yöntemlerle Lübnan’daki Hizbullah liderliğini yok etmiştir. Yemen’deki Husilere saldırmış ve Esad sonrası Suriye’de silah depolarını yok etmek ve tehlikeli gördüğü güçlerin orada siyasi etki kazanmasını engellemek için bombalamalar gerçekleştirmiştir. İran’a yönelik son saldırılar ise yalnızca bu ülkenin nükleer altyapısına zarar vermeyi ya da onu yok etmeyi değil, daha fazlasını amaçlamaktadır. En azından, İsrail İran’ın nükleer programı üzerindeki müzakereleri sona erdirmek; üst düzey İranlı liderleri, askeri yetkilileri, diplomatları ve bilim insanlarını öldürerek İran’ın karşılık verme kapasitesini felç etmek; mümkünse ABD’yi savaşa daha fazla çekmek istemektedir. En uç noktada ise rejimi çöküşe sürükleyecek kadar zayıflatmayı ummaktadır.
Tüm bu eylemler en azından kısa vadede kısmen başarılı olduğuna göre, artık İsrail’i bölgesel bir hegemon olarak mı düşünmeliyiz? Eğer böyle bir devlet, “belirli bir bölgede tek büyük güç” olarak tanımlanıyorsa ve “başka hiçbir devlet (veya devletler kombinasyonu) tümüyle bir askeri güç sınavında ciddi bir savunma yapamayacaksa”, İsrail bu tanıma uyuyor mu? Eğer öyleyse, komşularının da tıpkı diğer hegemonlarla karşı karşıya kalanların yaptığı gibi hareket etmesi mi beklenmelidir: “Üstün gücünü tanıyıp, hegemonun hayati çıkarları konusunda ona boyun eğmek”?
İlk bakışta, bu olasılık gerçek dışı görünüyor. Nüfusu 10 milyondan az olan (ve bunların sadece %75’i Yahudi olan) bir ülke, birkaç yüz milyon çoğunluğu Müslüman Arap ve 90 milyondan fazla Pers’in yaşadığı geniş bir bölgeyi nasıl egemenliği altına alabilir?
Ancak, İsrail’in komşularına kıyasla birçok avantajı olduğunu düşündüğümüzde bu fikir daha makul hale geliyor. Vatandaşları daha iyi eğitimli, son derece vatansever ve genellikle Arap muadillerinden daha etkili liderler tarafından yönetilmiştir. Zengin ve siyasi olarak etkili bir diasporadan cömert ve tutarlı destek alır, geçmişte ise Büyük Britanya ve Fransa gibi büyük güçlerden paha biçilmez yardımlar görmüştür. Çoğu Arap rakibi iç bölünmeler, isyanlar veya darbelerle karşı karşıya kalmış ve Araplar arası rekabetle bölünmüştür.
Ayrıca modern askeri gücün artık sayısal üstünlükten çok teknolojik hakimiyet, eğitim ve yetkin komuta becerilerine dayandığı için, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) daima karşı karşıya kaldığı güçlerden çok daha yetenekli olmuştur. Savaşlar giderek daha pahalı ve sofistike silahlara bağımlı hale geldikçe bu avantaj daha da artmıştır. Hizbullah ve Hamas zamanla daha yetenekli hale gelmiş olsa da, hiçbiri İsrail’in varlığını tehdit edememiş veya İsrail’in onlara verebileceği zararla boy ölçüşememiştir. İsrail’in geniş nükleer silah cephanesi ve övülen istihbarat yetenekleri, konumunu daha da sağlamlaştırmıştır.
En önemlisi, İsrail Amerika Birleşik Devletleri’nden büyük ve büyük ölçüde koşulsuz destek almaktadır. ABD hükümeti ne yaparsa yapsın İsrail’i desteklemekte ve İsrail’in “niteliksel askeri üstünlüğünü” sürdürme konusunda resmen taahhütte bulunmuştur. Bu yardım olmasaydı, yaklaşık 10 milyon İsrailli kendi topraklarını savunabilir—nükleer silahları olduğunu unutmayın—ama çevre bölgeye hükmetme şansları pek olmazdı.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, İsrail’in daha geniş Orta Doğu’yu egemenliği altına alma fikri o kadar da saçma değildir. Ancak İsrail’i gerçek bir bölgesel hegemon olarak görmek bir hata olur.
Birincisi, bölgesel bir hegemon, komşularına kıyasla o kadar güçlüdür ki artık onlardan ciddi bir güvenlik tehdidiyle karşılaşmaz ve yakın zamanda gerçek bir rakibin ortaya çıkacağı konusunda endişelenmesine gerek yoktur. Bu, ABD’nin 20. yüzyılın başında ulaştığı konumdu: Diğer büyük güçler Batı Yarımküre’den çekilmişti ve bölgede hiçbir ülke veya ülke kombinasyonu, Amerika’nın ekonomik gücü ve askeri potansiyelini yakalayamazdı. Küba füze krizi hariç—ki bu da dış bir gücün (Sovyetler Birliği) yarımküreye nükleer başlıklı füzeler göndermesiyle olmuştu—ABD 19. yüzyıl sonundan bu yana yarımküre içinden ciddi bir askeri tehdit yaşamamıştır. Bu ayrıcalıklı konum, Washington’un dış ve savunma politikalarını Avrasya’ya odaklamasını sağlamıştır; amacı başka hiçbir gücün stratejik önemi olan bir bölgede benzer bir konuma gelmesini engellemekti.
Bugün İsrail bu standardı karşılamıyor. Örneğin Husiler hâlâ meydan okuyor ve IDF, Gazze’de büyük bir yıkım gerçekleştirmesine rağmen hâlâ orada bataklığa saplanmış durumda. İsrail, Hizbullah ve Hamas’ı ciddi şekilde zayıflatmıştır ama bunlar devlet dışı aktörlerdi ve hiçbiri İsrail’in varlığına yönelik varoluşsal bir tehdit oluşturmamıştı. Bugün hiçbir Arap devleti ya da koalisyonu İsrail’e denk değil, ancak hem Türkiye hem de İran önemli askeri güçlere ve çok daha büyük nüfuslara sahip; tümüyle bir savaş durumunda kaybetseler bile inandırıcı bir savunma yapabilirler. Bu da İsrail’in onları hesap dışı bırakamayacağı ya da bu devletlerin ona boyun eğeceğini varsayamayacağı anlamına gelir. İran’ın süregelen direnişi bunu açıkça göstermektedir: Son saldırılara karşılık olarak verdiği yanıt maruz kaldığı zarardan az olsa da hiç de önemsiz değildir ve çatışma sona ermemiştir. Tahran’ın, bu son karşılaşmayı kaybetse bile, gönüllü olarak çıkarlarını İsrail’e tabi kılacağına dair hiçbir işaret yoktur. Bu tek başına bile İsrail’in bölgesel hegemon olmadığını gösterir.
Ayrıca, son saldırıların tüm gerekçesi İran’ın bir gün nükleer silah edinme ihtimaliydi. Risk, İran’ın İsrail’e nükleer saldırı düzenlemesi değildi—bu intihar olurdu—ama bir İran bombası, İsrail’in bölgede cezasız güç kullanma kapasitesini sınırlardı. İsrailli liderlerin bu ihtimali—daha temkinli hareket etmeye mecbur kalma ihtimalini—bir tehdit olarak görmesi, ABD’nin uzun süredir sahip olduğu türden “serbest güvenlik”ten yoksun olduklarını gösterir.
İsrail’in son savaş alanı başarıları, İsrail’in kontrol ettiği topraklarda nüfusun yaklaşık yarısını oluşturan Filistinliler sorununu da çözmüş değildir. Üstün askeri ve istihbarat kapasitesi, Hamas’ın 2023 Ekim’inde yüzlerce İsrailliyi öldürmesini engelleyememiştir ve buna karşılık İsrail’in 55.000’den fazla Filistinliyi öldürmesi, bu çatışmaya siyasi bir çözüm getirmeye de yardımcı olmamıştır. Aksine, İsrail’in küresel imajını ciddi şekilde zedelemiş ve uzun süredir müttefik olan çevrelerde bile desteği zayıflatmıştır.
En önemlisi, İsrail hâlâ Amerikan desteğine kritik ölçüde bağımlıdır; komşularına saldırmak için ihtiyaç duyduğu uçakların, bombaların ve füzelerin çoğunu ABD sağlar ve sürekli diplomatik koruma sunar. Gerçek bir bölgesel hegemon, komşularına hükmetmek için başkalarına güvenmek zorunda kalmaz ama İsrail kalıyor. ABD desteği onlarca yıldır sarsılmazdı; bunun sebebi güçlü bir yerli çıkar grubunun etkisidir, ancak bu ilişki son yıllarda bazı gerilim işaretleri göstermiştir ve Amerika’nın küresel güç konumu gerilerken sürdürülmesi daha zor hale gelecektir. Eğer bu son çatışma ABD’yi içine çekerse, Trump’ın barışı koruyacağını düşünen MAGA yanlıları da dahil olmak üzere daha fazla Amerikalı, bu “özel ilişki” için ödenen bedelin ne kadar ağır olduğunu fark edecektir.
Son olarak, kalıcı bölgesel hegemonya, komşu ülkelerin hegemonun baskın konumunu kabul etmesini (ve bazı durumlarda memnuniyetle karşılamasını) gerektirir. Aksi takdirde hegemon, sürekli olarak yeni bir muhalefet doğmasından endişe eder ve bunu önlemek için sürekli eylemlerde bulunmak zorunda kalır. Ayrıcalıklı konumunu başkalarına kabul ettirebilmek için kalıcı bir hegemon, belirli bir hoşgörüyle hareket etmelidir; eski ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in Latin Amerika’ya karşı “iyi komşuluk” politikasını benimsemesi gibi. Napolyon Fransası, Nazi Almanyası veya İmparatorluk Japonya’sı gibi hegemonyaya aday ülkelerin bir süreliğine baskın konum elde ettiklerini ama bu kazanımları pekiştiremediklerini ve sonunda daha güçlü karşı koalisyonlara yenik düştüklerini hatırlamak gerekir.
Komşulara karşı hoşgörüyle davranmak İsrail’in güçlü yönlerinden biri olmamıştır ve ülkedeki sağcı güçlerin ve dini aşırılık yanlılarının artan etkisi bunu daha da olanaksız kılmaktadır. Tüm bunlar bir araya getirildiğinde, İsrail’in bölgesel hegemon olmaktan çok uzak olduğu açıktır. Liderlerinin bu statüyü elde etmeyi istememesi için hiçbir neden yoktur—kim istemez ki—ama bu konum onlara daima ulaşılmaz kalacaktır. Ve bu da İsrail devletinin uzun vadeli güvenliğinin, komşularıyla, özellikle de Filistinlilerle kalıcı bir siyasi anlaşma yapmasına bağlı olduğunu gösteren bir başka hatırlatmadır. Kalıcı güvenliğin yalnızca güçle değil, esasen siyasetle sağlandığını bir kez daha hatırlatır.
-
Görüş6 gün önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Asya2 hafta önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Ortadoğu4 gün önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi7 gün önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Mevcut jeopolitik değişiklikleri anlamak: Sergey Karaganov ile mülakat
-
Görüş2 hafta önce
Avrupa’nın savunma özerkliği ve Almanya’nın askerî rolü dönüm noktasında
-
Avrupa4 gün önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor