Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“ABD de Direniş Ekseni de yıpratma savaşını kendi çıkarlarına uygun buluyor”

Yayınlanma

ABD ve “Direniş Ekseni” diye bilinen İran ve ona yakın silahlı grupların 7 Ekim’den sonra başlattığı karşılıklı saldırılar, ABD’li üç askerin öldüğü Kule 22 saldırısıyla yeni bir boyut kazandı. ABD’li yetkililer saldırıya askeri yanıt vermeye hazırlandıklarını açıkladı. Peki bu saldırının boyutu ne olacak? Washington, İran’ı doğrudan karşısına alabilir mi? Gelişmeler Gazze savaşının bölgeye yayılma olasılığını nasıl etkiliyor. Yakın Doğu Haber Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu ile Kule 22 saldırısını ve sonrasında neler olabileceğini konuştuk.

□ Tanf üssüne 22 km yakınlığındaki bu üssün hedef alınmasının özel bir nedeni var mı?

Bölgede Amerika ve İsrail egemenliğine karşı ‘çeşitli düzeylerde’ mücadele eden ‘Direniş Ekseni’ adlı bir ittifak sistemi var. Direniş Ekseni, hedefini Amerika’nın İsrail liderliğinde bir bölgesel düzen kurma stratejisini etkisiz kılmak olarak açıklıyor. ‘Direniş Ekseni’nin mücadelesinin ‘düzeyleri’ de Amerika’nın İsrail liderliğinde bölgesel düzen kurma stratejisi çerçevesinde uygulamaya koyduğu planlara göre şekilleniyor.

Örneğin Amerika 2003’te Irak’ı işgal ettiğinde söz konusu stratejisi çerçevesinde ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ (BOP) planını açıklamıştı. Hatırlanacağı üzere 8-10 Temmuz 2004 tarihinde Amerika’nın Georgia eyaletine bağlı Sea Island bölgesinde yapılan G8 zirvesinde BOP’un genel olarak benimsendiği resmi bir bildiriyle açıklanmış ve Amerikan müttefiki ülkeler arasında da bu proje doğrultusunda rol dağıtımı yapılmıştı.

İşgal edilen Irak’ta model bir devlet kurulacak ve diğer bölge ülkeleri de bu modele göre yeniden düzenlenecekti. BOP’un özeti buydu.

Amerika’nın Irak’ı işgali BM Güvenlik Konseyi’ne hatta Avrupalı müttefiklerinin itirazlarına rağmen gerçekleşmişti. Yani tüm dünyayı çiğneyerek Irak’ı işgal eden Amerika’nın BOP projesini gerçekleştirmesini önleyebilecek bir güç de gözükmüyordu. Çünkü diğer ülkeler ya projeye destek vererek Amerika tarafından ödüllendirilmek istiyor veya sessiz kalarak Amerikan şerrinden korunmaya çalışıyordu.

Örneğin dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da projenin ilgili kısmında dönemin Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’le birlikte rol almış ve bunu “BOP’un eş başkanıyız” diye açıklamıştı.

Irak’ta 30 Ocak 2005’te başlayıp 17 Aralık 2005’te sonra eren siyasi süreçler sonunda Amerika’nın öngördüğü devlet modeli kurulamadığı için BOP başarısız oldu. Bu yüzden de 2004’te herkesin hararetle tartıştığı BOP, 2005’ten sonra çöp oldu.

BOP neden kurulamadı? Çünkü Direniş Ekseni, İran Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’nin belirlediği çok yönlü bir stratejiyle Amerika’nın Irak’ta öngördüğü model devleti kurmasına izin vermedi.

Direniş Ekseni tıpkı şimdi olduğu gibi o dönemde de ‘yıpratma savaşı’ stratejisi izledi. Yani şimdi nasıl İsrail ve müttefiklerine karşı açık bir savaş ilan edilmediyse o dönemde de Amerika ve müttefiklerine karşı açık bir savaş ilan edilmedi. Ancak hem Irak’taki siyasi gruplar organize edilerek siyasi düzeyde hem de direniş grupları desteklenerek askeri düzeyde mücadele verildi ve Amerikan modeli sabote edildi.

Halbuki Amerika on binlerce askeriyle Irak’ta mutlak hakimdi ve Irak’taki birçok siyasi grup da yeni düzende hâkim rolü kapabilmek için Amerika’yla işbirliğine can atıyordu. Amerikan rejimi 30 Ocak 2005 öncesinde tayin ettiği geçici hükümetle Irak’ta nasıl bir devlet istediğini ortaya koymuştu; ancak 30 Ocak- 17 Aralık 2005 arasındaki 11 aylık siyasi süreçler Irak’ta Amerika’nın değil, General Kasım Süleymani’nin öngördüğü devlet modelini ortaya çıkardı.

Amerikan müttefiki Arap rejimleri de işte bu yüzden Amerika’yı Irak’ı İran’a altın tepside sunmakla, ‘Şii Hilali’ kurulmasına zemin hazırlamakla suçladı. Obama bu yüzden Irak’tan çekilme vaadiyle başkan seçilebildi. Trump bu yüzden “trilyonlarca dolar harcadık ama ne kazandık hiç” diye isyan ediyor.

BOP projesi Direniş Ekseni’nin siyasi ve askeri düzeylerdeki mücadelesiyle çöpe gönderildi; ancak Amerikan rejiminin İsrail liderliğindeki bölge düzeni kurma stratejisi varlığını sürdürüyor.

Bu strateji 2011’deki ‘Arap Baharı’ ile yeniden uygulanma şansı buldu. BOP’a şiddetle tepki gösteren bölge ülkeleri ve halkları da ‘Arap Baharı’nı şiddetle destekledi. Halbuki Arap Baharı, BOP’un yeniden güncellenmesinden başka bir şey değildi.

ABD ve bölgedeki müttefikleri 2011’de devrilen Hüsnü Mübarek ile Zeynelabidin bin Ali’nin yerine Mısır ve Tunus’ta Amerikan yanlısı rejimler kurmak, Bahreyn ve Yemen’deki Amerikan yanlısı rejimleri muhafaza etmek ve Suriye ve Libya gibi Amerikan karşıtı devletleri ise yok etmek için muazzam bir işbirliği yaptı.

Mısır, Tunus, Bahreyn ve Libya’da başarılı oldular; ancak Direniş Ekseni onları Suriye ve Yemen’de bir kez daha hezimete uğrattı.

20 yıllık bu özetin sorunuzla doğrudan ilgili olmadığının farkındayım; ancak İsrail ve Amerikan rejiminin çıkarlarının neden bugünlerde hedef olduğunu, hedef alanların kimler olduğunu ve amaçlarının ne olduğunu açıklayabilmek için bu özet gerekliydi diye düşünüyorum.

Şimdi sorunuza doğrudan cevap vereyim. Hayır bu üssün hedef alınmasının özel bir anlamı yok. İsrail liderliğinde bölgesel düzen kurma stratejisinin sahibi olan Amerika’nın ve Gazze’de soykırım yapan İsrail rejiminin bölgedeki tüm varlıkları Direniş Ekseni bileşenlerinin hedefi.

Irak İslami Direnişi, Irak ve Suriye’deki Amerikan üslerini ve İsrail işgali altındaki hedefleri vuruyor.

Yemen İsrail gemilerini ve İsrail çıkarlarını savunmak için kendisiyle savaşan Amerika ve İngiliz gemilerini vuruyor.

Hizbullah ise Lübnan sınırındaki İsrail askeri altyapısını vuruyor. Bu operasyonlar Gazze savaşı durduruluncaya kadar sürecek; ancak Amerika’nın stratejisi değişmeyeceği için bir başka zaman ve yerde tekrar devam edecek.

Direniş Ekseni, Amerika ve müttefiklerine karşı doğrudan açık bir savaş açamıyor. Çünkü böylesi bir savaşta sadece Batılı ülkelerin değil, bölgedeki ülkelerin de düşmanlığını çekeceğini biliyor. Bu yüzden zamana yayılan yıpratma savaşı veriyor. Gözüken o ki bu savaş Amerikan rejiminin bölgedeki askeri varlığı ve İsrail liderliğindeki bölge düzeni kurma stratejisi devam ettikçe sürecek.

ABD’nin nasıl bir karşılık vermesini bekliyorsunuz İran sınırları içerisine bir misilleme saldırısı öngörüyor musunuz?

Hayır, Direniş Ekseni nasıl kendi potansiyelinin ve gücünün farkında olduğu için Amerika’ya karşı açık ve doğrudan bir savaş açmıyorsa, Amerikan rejimi de kendi potansiyelini ve risklerini bildiği için ‘yıpratma savaşına’ açık ve doğrudan savaş ilan ederek karşılık vermiyor. Yani iki taraf da çatışmaların yıpratma savaşı düzeyinde kalmasını kendi çıkarlarına uygun buluyor.

Bu yüzden de Direniş Ekseni bileşenleri Amerikan ve İsrail hedeflerini vururken Amerikan ve İsrail rejimleri de Direniş Ekseni’nin İran dahil tüm bileşenlerine suikastlar veya noktasal saldırılarla karşılık veriyor.

Geçen hafta Pentagon’un Suriye’den çekilme planı üzerinde çalıştığına dair haberler yayıldı. Yaklaşan seçim nedeniyle savaş karşıtı oylar için sızdırılan bir haber de olabilir ancak Washington’da Suriye’den çekilme yönünde güçlü sesler olduğu biliniyordu. Bu saldırı, Washington’daki çekilmeye yönelik sesleri nasıl etkiler? Daha da güçlendirir mi yoksa tam tersi bir etki mi yapar?

Amerikan rejimi, 2014’ten beri IŞİD bahanesiyle Suriye’de bulunuyor. Ancak Suriye’deki asıl varlık sebebi Direniş Ekseni’nin İran’dan başlayıp Irak ve Suriye üzerinden Lübnan’a ve Lübnan’dan da hiç kimsenin bilmediği kanallarla Gazze’ye ulaşan lojistik ikmal koridorunu kesmek.

3 aylık vahşi bombardımana rağmen Gazze’de herkesi hayretler içerisinde bırakan direniş askeri altyapısı bu koridorun sonucu. Amerika ve müttefikleri ‘Arap Baharı’ sırasında Suriye’de ‘devrim’ yapabilseydi bu koridor yok olacak ve Lübnan da Gazze’nin kaderine mahkûm edilecekti.

Amerika ve müttefikleri Suriye’de Direniş Ekseni’ne yenildiği için Amerika askeri varlığıyla bu koridorun kullanımını engellemeye çalışıyor. Bunu yaparken de hiçbir maddi külfet altına girmediği gibi yağmaladığı Suriye petrolü ve tahılı sayesinde para kazanıyor ve paralı askerlerini finanse ediyor.

Bu şartlar altında Amerikan rejiminin Suriye’den çekilmesini beklemek gerçekçi gözükmüyor. Amerikan rejiminin Suriye’den çekilmesi Irak’taki varlığıyla doğrudan ilişkili. Çekilme konusunun bugünlerde gündeme gelmesi de tamamen Irak’la ilgili bir durum.

Hatırlanacağı üzere Amerikan rejiminin General Kasım Süleymani’ye yönelik terörist saldırısının ardından Irak parlamentosu Amerikan askerlerinin Irak’tan çekilmesini öngören bir karar almıştı. Ancak Irak’taki çok parçalı siyasi yapı ve Irak’ın işgalden bu yana ekonomik olarak Amerika’ya bağımlılığı Irak hükümetinin bu kararı uygulamasına izin vermedi.

Amerikan rejiminin misilleme gerekçesiyle Irak Halk Seferberlik Güçlerine yönelik saldırıları Irak hükümetini içeride zor durumda bırakıyor. Çünkü Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) Irak silahlı kuvvetlerinin bir parçası ve yasal olarak başbakana bağlı. Dolayısıyla Irak başbakanları, kendisine bağlı resmi bir gücün, ülkede sözde terörle mücadele için bulunan yabancı güçler tarafından vurulmasını kendi kamuoyuna izah edemiyor.

Bu yüzden de Irak meclisinin 2020 tarihli kararına atıf yaparak Amerika’ya çekilmesi yönünde baskı yapıyor. Amerikan rejiminin Irak’a karşı kullanacağı kozlar oldukça istediğinde tıpkı Adil Abdülmehdi hükümeti örneğinde olduğu gibi hükümetleri devirebiliyor. Üstelik de bunu “Irak halkının talebi” ile ve İran’ı suçlatarak yapabiliyor.

Irak İslami Direnişi’nin Gazze’ye destek için Amerikan hedeflerine yaptığı saldırılar çekilme konusunu yeniden gündeme getirmiş olsa da Amerikan rejimi henüz Irak’ta, 1983’te Lübnan’dan kaçmasını gerektiren şartlar oluştuğunu düşünmüyor.

Hizbullah’ın 1983’teki operasyonunda yüzlerce deniz piyadesini kaybeden Amerika, Lübnan’dan açıkça kaçmıştı. Ürdün’deki operasyonun Amerika’yı Irak’tan kaçmaya zorlayacağını sanmıyorum. Ayrıca Amerikan rejiminin Irak’tan çekilmedikçe Suriye’den de çekileceğini düşünmüyorum.

□ ABD bir yandan savaşın bölgeye yayılmasını istemediğini söylüyor diğer yandan Husilere yapılan saldırılar gibi adımları, bu riski artırıyor. Özellikle bu saldırı ve ABD’nin vereceği olası yanıt, savaşın yayılmasına yol açabilir mi?

Bir önceki soruda söylediklerim bu soru için de geçerli. İki taraf da çatışmaları ‘yıpratma savaş’ düzeyinde tutmayı kendi çıkarına görüyor. Yemen, Irak Direnişi ve Hizbullah, İsrail rejimi ve yandaşlarına, açık ve doğrudan savaş ilan etmeden onları açık ve doğrudan savaşın etkilerine maruz bırakıyor.

İsrail rejimi ve yandaşları, Direniş Ekseni’nin bileşenlerine açık ve doğrudan savaş başlatarak sonuç alabileceğini düşünseydi bunu şu üç ayı aşkın zaman içerisinde defalarca yapardı. Sadece Yemen’in operasyonları bile kendileri açısından küresel ölçekte ekonomik kayıplara mal oluyor ancak bir koalisyon kurmayı bile başaramıyorlar. Amerikan rejiminin koalisyonuna katılmayan ülkeler Gazze’yi veya Yemen’i destekledikleri için bu kararı alıyor değil. Yemen’e karşı savaşla hiçbir sonuç alamayacaklarını bildikleri ve savaşın kendilerine çok daha pahalıya mal olacağını gördükleri için Amerikan rejiminin koalisyonundan uzak duruyorlar.

Zira Yemen Bab el-Mendeb silahını şu an sadece İsrail’e giden gemiler için kullanıyor. Amerikan rejiminin müttefiki dahi olsa şu an kendi deniz ticaretini ilgilendirmeyen hangi ülke sırf İsrail rejiminin çıkarı için kendi ticaretini Yemenlilere hedef yapmak ister?

Dolayısıyla mevcut şartlarda bariz bir değişim olmadıkça Direniş Ekseni ile ‘soykırım ekseni’ arasındaki savaşın ‘yıpratma savaşı’ düzeyinde kalacağını ve bölgesel savaşa dönüşmeyeceğini düşünüyorum.

Amerikan rejimi blöf yoluyla sonuç alabilmek için ‘bölgesel savaş’ tehdidini gündeme getiriyor olabilir; ancak böyle bir savaşın sonunda, sadece İsrail liderliğindeki bölgesel düzen stratejisini değil, İsrail rejiminin varlığını kaybedebileceğini çok iyi biliyor.

İsrail dışarıdan göçle var olabilen yapay bir devlet, stratejik derinliği yok ve Hayfa’daki kimyasal tesisler ve Dimona’daki nükleer tesis düşünüldüğünde ‘kitle imha silahlarının’ üzerinde oturuyor.

Direniş Ekseni’nin devlet bileşenlerini boş verin, sadece Hizbullah bile İsrail’in üzerinde oturduğu Hayfa’daki kimyasal, Dimona’daki nükleer ‘bombayı’ patlatmaya kadir ve bunu da en iyi İsrailliler biliyor. Amerika, İsrail için Pirus zaferi istemiyor.

ORTADOĞU

ABD’nin ateşkes önerisinden sonra Hamaney’in danışmanı Lübnan’da

Yayınlanma

ABD’nin Hizbullah ile İsrail arasında ateşkes sağlanması için Lübnan’a anlaşma önerisini sunmasından saatler sonra İran lideri Ali Hamaney’in Başdanışmanı ve Lübnan Özel Temsilcisi Ali Laricani, Lübnan’da Başbakan Necib Mikati ve Meclis Başkanı Nebih Berri ile ayrı ayrı görüştü.

Lübnan medyası, ABD’nin Beyrut Büyükelçisi Lisa Johnson’ın, Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri’ye, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla bir anlaşma taslağı teslim ettiğini yazdı.

Trump’a “hediye” mi sahadaki gerçek mi?

El Cedid televizyonunun isimsiz kaynaklardan aktardığına göre Johnson, ABD elçisi Amos Hochstein adına Meclis Başkanı Berri’ye BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına dayanan bir anlaşma taslağı veya çözüm önerisi sundu. Anlaşmanın ayrıntılarına değinmeyen El Cedid kanalı, “Berri’nin Hizbullah ile istişare ettikten sonra öneri hakkında yanıt vereceğini” aktardı.

Anlaşma önerisinin Lübnan’a sunulmasından saatler sonra Hamaney’in danışmanı Beyrut’a geldi.

Lübnan Başbakanı Mikati’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamaya göre Laricani ve beraberindeki heyet, Mikati tarafından kabul edildi. Toplantıda Mikati, “1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararının uygulanması, ulusal birliğin desteklenmesi ve Lübnanlılar arasında hassasiyet oluşturacak ve bir tarafı diğerinin aleyhine olacak şekilde kayıracak pozisyonlar alınmaması bakımından Lübnan devletinin duruşunun desteklenmesi gerektiğini” vurguladı.

Katz’ın “Hizbullah” açıklaması Halevi’yi bile şaşırttı

Laricani ise ülkeye yönelik saldırıların durdurulması, ateşkes sağlanması ve 1701 sayılı BMGK kararının uygulanmasının Lübnan hükümetinin önceliği olduğunu bildiklerini, İran’ın Lübnan hükümeti tarafından alınan her türlü kararı ve Lübnanlıların üzerinde mutabık kaldığı bir cumhurbaşkanının seçilmesini desteklediğini ifade etti.

Lübnan Meclis Başkanı Berri’nin ofisinden yapılan açıklamada ise görüşmede bölgedeki genel durum, İsrail’in Lübnan’a yönelik devam eden saldırganlığı ve mülteciler meselelerinin ele alındığı aktarıldı.

“Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz”

Laricani, görüşme sonrasında basına yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırganlığından kaynaklanan sorunların ortadan kaldırılması için Lübnanlı yetkililerle istişarelerde bulunduğunu belirtti.

İsrail ordusu Lübnan’da savaşmak istemiyor

ABD’nin, İsrail ile Hizbullah arasında ateşkes sağlanması amacıyla BMGK’nın 1701 sayılı kararına dayanan anlaşmanın taslağını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye sunmasının ardından İran’ın bu anlaşmayı bozmak isteyip istemediğinin sorulması üzerine Laricani, “Hiçbir şeyi bozmak istemiyoruz. Çözümler arıyoruz. Lübnan’ı her koşulda destekliyoruz. Durumu bozanlar Netanyahu ve çetesi. Dostlarınızı ve düşmanlarınızı tanıyın” dedi.

Laricani, Lübnanlı yetkililerin ve Hizbullah’ın kabul ettiği her anlaşmayı desteklediklerini belirterek İran lideri Hamaney’in mesajını Lübnan Meclis Başkanı Berri’ye ilettiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

7 bin Haredi’nin askere çağrılmasına onay: “Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etti”

Yayınlanma

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, ordunun 7 bin ultra-Ortodoks Yahudi’yi (Haredi) askere çağırma kararını onayladı. Netanyahu’nun Haredi partilerinden koalisyon ortakları öfkeli.

Savunma Bakanlığından yapılan açıklamada, Bakan Katz’ın, 7 bin Haredi’nin askere çağrılması kararını onayladığı belirtildi. Haredileri askerlik görevine çağıran emirlerin İsrail ordusunca 17 Kasım Pazar gününden itibaren kademeli olarak gönderileceği kaydedildi.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

Eski Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın, görevden alınmadan bir gün önce imzaladığı bu kararın Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından göreve getirilen Katz tarafından uygulamaya konulup konulmayacağı tartışılıyordu.

Yedioth Ahronoth gazetesinin 4 Kasım’da yayımlanan haberinde, Gazze Şeridi ve Lübnan’a saldırılarına devam eden İsrail ordusunun, 7 bin askeri göreve çağırmaya ihtiyacı olduğu aktarılmıştı.

İsrail’de Harediler, zorunlu askere alınmalarına karşı askerlik şubelerinin önünde sık sık protestolar düzenliyor.

Netanyahu’nun ultra-Ortodoks koalisyon ortakları, haziran ayında Yüksek Mahkeme’nin on yıllardır yürürlükte olan muafiyetleri kaldırmasının ardından, Yeşiva öğrencileri ve Haredi topluluğunun diğer üyeleri için askerlik muafiyetlerini düzenleyen bir yasanın çıkarılması için baskı yaptı.

Netanyahu hükümetinde “Haredi” krizinde yeni perde

Haredi partileri Birleşik Tevrat Yahudiliği ve Şas, bu uzun süredir devam eden askerlik muafiyetini yasalaştıracak bir tasarının önündeki en büyük engelin Savunma Bakanı Gallant ve Başsavcı Gali Baharav-Miara olduğunu iddia etti.

Katz’ın, Haredilere askerlik kararını uygulamaya koymasının ardından, Birleşik Tevrat Yahudiliği partisinden üst düzey bir yetkili, “Ortaya çıktı ki mesele başsavcı ya da Gallant değil, Likud, ultra-Ortodokslara savaş ilan etmeye karar verdi” dedi.

Harediler İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor. Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor. Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor.

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Ultra-Ortodoks Yahudilik inancına sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat Kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor. İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanunu geçirerek temsil ettikleri kesimin askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almak istiyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

BM Özel Komitesinden “Gazze” raporu: Soykırım tanımıyla uyuşuyor

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler (BM) Özel Komitesi’nin yayımladığı raporda, İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” belirtildi. Hamas da İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde 41 günde 2 bin Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

İsrail’in, işgali altındaki topraklarda, Filistinli ve diğer Arap halklarına yönelik insan haklarını etkileyen uygulamaları araştıran BM Özel Komitesi raporu yayımlandı.

Ekim 2023-Temmuz 2024 döneminde yapılan incelemelere dayanan raporda, Gazze’deki kitlesel sivil kayıplar ve Filistinlilere “kasıtlı” olarak dayatılan yaşamı tehdit eden koşullara dikkat çekildi. Raporda, söz konusu koşullar göz önüne alındığında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının “soykırım tanımıyla uyuştuğu” kaydedildi.

İsrailli yetkililerin, Filistinlileri, yiyecek ve su gibi yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakan politikaları “açıkça” desteklediği belirtilerek şu ifade kullanıldı: “İnsani yardımın sistematik ve hukuksuz şekilde engellenmesi, İsrail’in, yardımları siyasi ve askeri kazanımlar için araçsallaştırma niyetini açıkça ortaya koymaktadır.”

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bağlayıcı kararlarına rağmen insani yardımların engellendiğinin belirtildiği raporda, “İsrail kasıtlı olarak ölüme ve açlığa neden olmakta, açlığı bir savaş yöntemi olarak kullanmakta ve Filistin halkını toplu olarak cezalandırmaktadır” değerlendirmesi yer aldı.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

Raporda ayrıca, İsrail’in “kapsamlı bombalama” saldırılarının, Gazze’deki temel hizmetleri “yok ettiği” ve insan sağlığına kalıcı etkileri olacak “çevre felaketine” neden olduğu kaydedildi.

İsrail’in yapay zekâ destekli hedef sistemlerine ilişkin endişelerin de yer aldığı raporda, “(Bu durum), İsrail’in sivil ayrımı yapma ve sivil ölümlerini önlemek için yeterli önlemleri alma yükümlülüğünü göz ardı ettiğini göstermektedir” denildi.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaklaşık 17 bin 210’u çocuk, 11 bin 742’si kadın olmak üzere 43 bin 736 Filistinli öldü, 103 bin 370 kişi yaralandı.

Enkaz altında hala binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

“Generallerin Planı” kapsamında 41 günde 2 bin kişi katledildi

Öte yandan Hamas’tan yapılan açıklamada, İsrail ordusunun 41 gündür Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olan Cibaliya, Beyt Hanun ve Beyt Lahiya’ya sürdürdüğü kuşatmasına ilişkin bilgi verildi.

İsrail’in 41 gündür kuşatma uygulayıp kara ve hava saldırıları düzenlediği Gazze’nin kuzeyinde, 2 bin Filistinlinin yaşamını yitirdiği, 6 bin kişinin yaralandığı ve yüzlerce kişinin enkaz altında kaldığı bildirildi.

Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 80 bin Filistinlinin kuşatma altında mahsur kaldığına dikkat çekilen açıklamada, İsrail’in bölgede soykırım ve etnik temizlik gerçekleştirdiği kaydedildi.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

Açıklamada, “İsrail ordusu tüm barınma merkezlerini ve hastaneleri hedef aldı, sağlık personelini alıkoydu, ambulansları imha etti, tıbbi ve insani yardımların girişini engelledi” ifadesi kullanıldı.

Gazze Şeridi’nin kuzey bölgesi olarak bilinen Beyt Lahiya, Beyt Hanun ve Cibaliya’nın nüfusu 200 bin olarak tahmin edilirken, bunların yarısından fazlasının Gazze kentine göçe zorlandığı biliniyor.

Bu adımın, daha önce İsrail basınına yansıyan ve “Generaller Planı” olarak bilinen, İsrailliler için yerleşim yeri hazırlığı yapmak amacıyla Filistinlilerin Gazze’nin kuzeyinden tahliye edilmesi adına atıldığı düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English