Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

‘ABD’nin çözümü Arap yönetimlerinin Filistin ilgisizliğine dayanıyor’

Yayınlanma

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Gazze’deki savaşın bölgeye yayılmasını önleme temel hedefiyle düzenlediği bölge turunun Suudi Arabistan ayağındaki temaslardan sonra İsrail-Arap normalleşmesi için “Gazze’de çatışmaların sona ermesi ve bir Filistin devletine giden uygulanabilir bir yolun” gerekli olduğunu belirtti.

ABC News’ün haberine göre, Blinken, Orta Doğu ziyareti kapsamında, İsrail’e gitmeden önce havalimanında açıklamalarda bulundu. Orta Doğu gezisine işaret eden Blinken, görüşmelerin ortak noktasının; Gazze’nin istikrara kavuşması ve yeniden canlanmasına yardımcı olmak olduğunu vurguladı. Blinken, Suudi Arabistan’la yaptığı görüşmede, İsrail-Arap “normalleşmesi ve entegrasyonu”nun ele alındığını aktararak, bunun için “Gazze’de çatışmaların sona ermesi ve bir Filistin devletine giden uygulanabilir bir yolun” gerekli olduğunu dile getirdi.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Blinken’ın ziyaretinin her ne kadar savaşın yayılmasını önleme hedefine odaklansa da Washington’un daha kalıcı bir plan için hazırlığa başladığını ve ziyaretin bu kapsamda önemli olduğunu vurguluyor.

ABD’nin planının en önemli ayağı ise Suudi-İsrail normalleşmesi. Makalenin yazarı mevcut İsrail hükümetiyle bu planın yürümeyeceğini düşünüyor ancak Netanyahu’nun yaşadığı siyasi zorluklar nedeniyle direnme gücünün zayıfladığını ileri sürüyor. Makaleye göre, planın temel çıkış noktalarından birini Hamas düşmanlığı nedeniyle “Arap dünyasının çoğunun Filistin halkının siyasi geleceğiyle pek ilgilenmemesi” oluşturuyor: “Bu da Suudilerin, Mısırlıların ve diğer Arap devletlerinin büyük yatırımlarla Gazze’nin yeniden inşasına yardım ettiği, ancak siyasi bir çözüm için çok fazla zorlamadığı bir anlaşmaya kapı açabilir- en azından Hamas’a ve gözden düşmüş Filistin Yönetimi’ne karşı uygulanabilir bir alternatif ortaya çıkana kadar.”

***

Biden’ın Orta Doğu Barış Planı Var mı? Sayılır.

ABD Suudi seçeneğini canlandırmayı umuyor ancak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu buna engel.

Michael Hirsh

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken bu hafta Orta Doğu’da bir barış elçisinden ziyade bir itfaiyeci olarak bulunuyor. Blinken’ın dokuz ülkeyi kapsayan turu (Biden yönetiminin daha geniş çaplı bir bölgesel savaşı önlemek için aylardır sürdürdüğü çılgınca mücadelenin en son hamlesi) çoğunlukla Gazze’deki yangını sınırlamak ve ABD’nin daha fazla içine çekilmesini önlemekle ilgili.

Ancak yönetim aynı zamanda daha kalıcı bir Orta Doğu çözümü için bir plan hazırlamaya başlamayı umuyor. Blinken’in İsrail’e gitmeden önce pazartesi günü iniş yaptığı Suudi Arabistan’ın da önemli bir rol oynaması bekleniyor. Özellikle ABD Başkanı Joe Biden, Riyad’ın İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da kısıtlanması ve nihai bir Filistin devleti ya da en azından bir dereceye kadar egemenlik de dahil Filistinlilerin çıkarlarını karşılama sözü vermesi karşılığında İsrail’i tanıma görüşmelerini yeniden başlatmasını istiyor.

ABD’li yetkililer Riyad’ın büyük ölçüde bu yönde hareket ettiğine inanıyor. Aralık ayı sonunda üst düzey bir yönetim yetkilisi “Suudilerle son haftalarda yaptığımız görüşmeler normalleşmeyi ilerletmek istediklerini gösteriyor” dedi.

Blinken, Katar Dışişleri Bakanı ile Doha’da düzenlediği ortak basın toplantısında gazetecilere yaptığı açıklamada, Arapların “ertesi gün” senaryolarını tartışmaya yönelik ilk direncini aşmada bazı başarılar elde ettiğini belirterek şunları söyledi: “Ortaklarımız bu zor konuşmaları yapmaya ve zor kararlar almaya istekli. Hepimiz ileriye dönük bir yol çizilmesinde pay sahibi olduğumuzu hissediyoruz.”

Elbette tüm bunlar henüz başlangıç aşamasında ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetinin Filistin devletini andıran herhangi bir şeye karşı devam eden direnci karşısında bunların çoğu yakın zamanda ilerlemeyecek. İsrail içinde Netanyahu 7 Ekim felaketinin yaşanmasına izin vermekle, hatta yıllarca Filistin Yönetimi’nin zararına Hamas’ı destekleyerek bu felakete yardım ve yataklık etmekle suçlanıyor ve kendisine verilen destek giderek azalıyor. Ancak Hamas’ın korkunç saldırıları İsrail kamuoyunu da sağa kaydırdı ve iki devletli bir müzakere ihtimalini neredeyse imkânsız hale getirdi.

Aralık sonunda İsrail’i ziyaret eden ABD’li Orta Doğu müzakerecisi Dennis Ross, “İsrail’deki siyasi yapı şu anda bunu kaldıramaz” dedi: “Bu olayın duygusal derinliği dikkat çekici. … Herkes güneyde [Gazze sınırı yakınlarında] öldürülen birini, kaçırılan birini, öldürülen ya da yaralanan bir askeri tanıyor.”

Aslında, siyasi olarak zor durumda olan Netanyahu’nun, Biden’ın planlarına karşı çıkmasını, kendisini görevde ve muhtemelen hapisten uzak tutmanın anahtarı olarak gördüğüne dair göstergeler var. (Netanyahu bir dizi yolsuzluk suçlamasıyla karşı karşıya.) İsrail medyasına göre Netanyahu, Likud partisinin üyelerine savaştan sonra Gazze ve Batı Şeria’da bir Filistin devletinin kurulmasını ancak kendisinin önleyebileceğini söylüyor. İsrail’deki kamuoyu, Netanyahu’nun Filistinli bir oluşuma verilecek herhangi bir egemenliğin gelecekte İsrail’e saldırı anlamına geleceği ve şimdi böyle bir sonuçtan bahsetmenin sadece Hamas’a zafer kazandıracağı fikrini giderek daha fazla destekliyor.

Ancak Biden, düşük oy oranlarından muzdarip olduğu bir seçim yılında, özellikle de kendisi ve yönetimi İsrail’in kanlı baskısını desteklediği için Demokrat Parti içinde sert bir şekilde eleştirildiğinden daha fazla baskı yapmak istiyor.

Ve en azından kavramsal olarak, nihai bir barış planının bazı parçaları yerine oturmaya başlıyor olabilir. Bu olasılıkların altında, mevcut İsrail-Filistin çatışmasının en az dikkat çeken boyutlarından biri yatıyor: Hamas yönetimindeki Gazze Sağlık Bakanlığı’na göre, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin 7 Ekim’e misilleme olarak Gazze’de yaklaşık 23.000 Filistinliyi öldüren operasyonlara başlamasından bu yana Arap başkentlerinden gelen öfke ifadelerine rağmen, Arap dünyasının çoğu Filistin halkının siyasi geleceğiyle pek ilgilenmiyor.

Hatta şimdiye kadar olduğundan çok daha az ilgileniyor. Birçok Arap lider de gizliden gizliye Hamas’tan kurtulmaya en az İsrailliler kadar hevesli.

1980’lerin başından bu yana bölgede görev yapan emekli ABD büyükelçisi Ryan Crocker telefonla yapılan mülakatta, “Filistinlilerin en büyük düşmanı İsrailliler değil; diğer Araplar” dedi. Örneklerden biri: Abdülfettah Es-Sisi’nin laik askeri yönetimindeki Mısır hükümeti, Biden yönetimi kendisinden Gazze’nin Refah sınır kapısından Filistinli mültecileri kabul etmesini istediğinde öfkeyle patladı.

Neden mi? İdeolojisi büyük ölçüde Mısır’da doğan radikal Müslüman Kardeşler’e dayanan Hamas’ın İslamcı liderliği neredeyse tüm Arap rejimlerinin nefretini kazanmış durumda. Crocker “Mısır için Hamas neredeyse varoluşsal bir tehdit” diyor. Bu durum, laik Filistinli savaşçıların Lübnan, Suriye ve Libya gibi farklı ülkelerde sığınak ve destek bulduğu ve hatta Ürdün’ün Haşimi Krallığı’nı devirme çabalarında bazı Arap liderlerin desteğini aldığı on yıllar öncesiyle tam bir tezat oluşturuyor.

Bu da Suudilerin, Mısırlıların ve diğer Arap devletlerinin büyük yatırımlarla Gazze’nin yeniden inşasına yardım ettiği, ancak siyasi bir çözüm için çok fazla zorlamadığı bir anlaşmaya kapı açabilir- en azından Hamas’a ve gözden düşmüş Filistin Yönetimi’ne karşı uygulanabilir bir alternatif ortaya çıkana kadar.

Eski İsrail Başbakanı Şimon Peres’in eski kıdemli danışmanı ve İsrail Politika Forumu üyesi Nimrod Novik, Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman’ın artık “Washington’un ‘ertesi sabah’ stratejisine katkıda bulunma konusunda birleşmiş geniş bir Arap koalisyonuna liderlik etmese bile uyumlu göründüğünü” söyledi.

Geçen Ekim ayında yaptığı açıklamalarda Biden, Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarının kısmen ABD’nin müttefiki Suudi Arabistan ile ilişkilerinin potansiyel normalleşmesini raydan çıkarmayı amaçladığını söyledi. Biden bir kampanya etkinliğinde “Suudilerle masaya oturmak üzere olduğumu biliyorlardı” dedi: “Tahmin edin ne oldu? Suudiler İsrail’i tanımak istiyordu.”

Şu anda kilit nokta, Biden ekibinin Filistinlilere kimin liderlik edeceği sorusunun üstesinden gelip gelemeyeceği. ABD, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın aralık ortasındaki İsrail ziyareti sırasında söylediği gibi hem Gazze hem de Batı Şeria’nın yönetiminin “yenilenmiş ve yeniden canlandırılmış bir Filistin Yönetimi altında birleştirilmesi” gerektiği konusunda ısrar etmeye devam ediyor. Netanyahu hükümeti bunu düşünmeyi reddediyor, ancak sonunda devrilirse, daha ılımlı Ulusal Birlik partisine başkanlık eden ve Netanyahu’nun savaş kabinesinin daha merkezci bir üyesi olan emekli general ve popüler bir isim Benny Gantz gibi bir halefin yeniden düşünmesi mümkün. Gantz geçmişte “iki unsurlu bir çözümden” bahsetmiş ancak bir Filistin devletini desteklemekten kaçınmıştı.

Gantz şimdiden başbakanı kamuoyu önünde eleştirmeye başladı ve 4 Ocak’ta Netanyahu’nun müttefiki sağcı bakanların 7 Ekim’e yol açan hatalarla ilgili bir soruşturma başlatma planı nedeniyle IDF Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’ye saldırdığı öfkeli bir kabine tartışmasından Netanyahu’nun sorumlu olduğunu öne sürdü.

Washington ile İsrail arasındaki gerilim, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın 4 Ocak’ta İsrail’in Gazze’nin kuzeyinde daha hedefe yönelik bir stratejiye odaklanan yeni bir aşamaya geçeceğini açıklamasının ardından bir nebze de olsa yatıştı. Gallant, “savaşın hedeflerine ulaşılmasının ardından Gazze Şeridi’nde İsrail’in sivil varlığının olmayacağını”, ancak İsrail’in bölgede operasyon yapma hakkını saklı tutacağını da sözlerine ekledi.

Bu, Biden yönetiminin ısrarla istediği yönde bir adımdı. Ancak Blinken’in Gazze konusunda Netanyahu’nun daha fazla direnişiyle karşılaşacağı kesindi zira ikili arasında sert sözler sarf edilmiş, Bakan İsrail’in sivilleri öldürmeyi bırakması ve Filistinlilerin “koşullar elverdiği anda evlerine dönebilmeleri gerektiğini” söylemişti. Netanyahu ise Hamas ortadan kaldırılana kadar savaşın devam edeceğini söyleyerek, “Bunu hem düşmanlarımıza hem de dostlarımıza söylüyorum” dedi.

Yine de üst düzey yönetim yetkilisi, Netanyahu’nun radikal hükümetinin bile Gazze’de binlerce Filistinliyi öldürmeye devam etmenin jeopolitik maliyetini anladığını söyledi.

Yetkili, “Yüksek yoğunluklu operasyondan daha düşük yoğunluklu operasyona geçme ihtiyacının farkına vardılar” dedi: “Bunun neye benzediği konusunda onlara zor sorular soruyor ve Irak ve Afganistan’dan aldığımız dersleri onlarla paylaşmaya çalışıyoruz.” Yetkili sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunun önemli bir sonraki adım olduğuna inanıyoruz ve çatışmanın sonuna yaklaşmış durumdayız.”

Şimdilik Blinken’in İsrail ve Suudi Arabistan’ın yanı sıra Türkiye, Yunanistan, Ürdün, Katar, Abu Dabi, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’ı da kapsayan turundaki ana görevi İsrail’in Hizbullah’a karşı ikinci bir cephe açmasını önlemek ve İran’a karşı daha geniş bir koalisyon oluşturmak olacak. Yine de bu hükümetlerin bu hedefe yönelik ortak çıkarları ve İran’ın etkisine yönelik ortak kaygıları, gelecekteki barış müzakerelerine de ivme kazandırabilir.

Otuz yıl önce başarısızlıkla sonuçlanan Oslo Anlaşması’nın hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynayan ABD’li müzakereci Ross, 7 Ekim’de yaşanan ulusal travmanın İsraillileri Filistinliler hakkında daha önce hiç yapmadıkları bir tartışmaya zorlayabileceğini söylüyor.

“Burada siyasi bir hesaplaşma ve aynı zamanda Filistinlilerle ilişkilerinin ne olduğu konusunda bir tartışma olacak” dedi: “Oslo’da bunu yapmadılar çünkü Oslo gizli bir anlaşmaydı. Şimdi sanki bütün bir ülke travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor. Her şeyi çözmeleri gerekiyor.”

DİPLOMASİ

Avrupa, Ukrayna’ya barış gücü gönderme planından vazgeçebilir

Yayınlanma

Reuters‘ın haberine göre, Avrupalı ülkeler lojistik kısıtlamalar ve ABD’nin muhalefeti nedeniyle Ukrayna’ya barış gücü askeri gönderme fikrinden uzaklaşıyor. Paris’te düzenlenecek zirvede, Ukrayna’nın askeri kapasitesini artırma ve ateşkesi izleme gibi alternatif destek mekanizmaları ele alınacak. NATO’nun Doğu Avrupa’daki varlığını genişletmesi ve Ukrayna’ya ittifak koruması sağlanması gibi modeller de tartışılıyor.

Reuters‘ın Batılı yetkililere dayandırdığı haberine göre, Avrupalı ülkeler lojistik kısıtlamalar ve ABD’nin muhalefeti nedeniyle Ukrayna’ya barış gücü askeri gönderme fikrinden uzaklaşıyor ve alternatif önlemleri değerlendirmeye başlıyor.

Çözüm arayışında Birleşik Krallık ile yakın işbirliği içinde olan Fransa, 27 Mart Perşembe günü “gönüllüler koalisyonu” olarak adlandırılan yaklaşık 30 ülkeden lider ve heyetleri ağırlayacak.

Toplantının ana amacı, Ukrayna’ya yönelik somut destek mekanizmalarını görüşmek. Ancak diplomatlar, Londra ve Paris’in haftalardır gelecekteki bir ateşkesi güvence altına almak amacıyla Avrupalı askerlerin konuşlandırılmasına yönelik bir plan üzerinde çalışmasına rağmen, bu senaryonun gerçekleşme olasılığının azaldığını kabul ediyor.

İsmi belirtilmeyen Avrupalı bir diplomat, “Kara birliği bulundurma fikrinden uzaklaşıp daha pragmatik seçenekler arıyorlar,” dedi.

Ajansa konuşan başka bir kaynak ise, “Ukrayna daha avantajlı bir konumdayken asker gönderme fikri cazipti. Fakat şu anki cephe durumu ve mevcut ABD yönetimi göz önüne alındığında, bu seçenek artık pek geçerli değil,” diye ekledi.

Paris’teki zirvede yapılacak görüşmelerin, Ukrayna’nın gelecekteki saldırıları önlemek amacıyla askeri potansiyelinin güçlendirilmesine ve enerji tesisleri ile denizdeki ateşkes rejiminin izlenmesine odaklanması bekleniyor.

Üst düzey Avrupalı bir yetkili, “Güvenlik garantileri, birçok olası çözümün bulunduğu bir tür diplomatik ‘açık büfe’ gibidir. Ancak sonuçta her şey olası bir barış anlaşmasının samimiyetine bağlı ve bu konuda şüpheciyim,” değerlendirmesinde bulundu.

Diğer yandan Avrupalı bir ülkenin savunma bakanlığı yetkilisi, Avrupa genelinde bir askeri varlık bulundurma fikrinden vazgeçilmesine rağmen, tek tek ülkelerin eğitim ve diğer destekleri sağlamak amacıyla Ukrayna’ya asker gönderebileceğini vurguladı.

Yetkili, gelecekte güç gönderme olasılığını koruyan planların da geliştirildiğini belirtti. Ajansın incelediği zirvenin konsept belgesine göre, gelecekte “barışçıl bir çözüm çerçevesinde ve ABD’nin desteğiyle” Ukrayna topraklarında güvenlik güçleri oluşturulabilir.

Diplomatlar ayrıca, Avrupa’nın Romanya gibi ülkelerdeki askeri birliklerini artırabileceğini ve NATO’nun Doğu Avrupa’daki ileri mevcudiyet formatını genişletebileceğini düşünüyor.

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, Ukrayna’nın NATO üyesi olmamasına rağmen, bir saldırı durumunda ittifakın kolektif savunma hükümlerine benzer şekilde korunmasına güvenebileceği bir seçenek önerdi.

Trump’ın özel elçisi Steve Witkoff, bu konunun tartışmaya açık olduğunu doğruladı.

Avrupalı bir diplomata göre, böyle bir mekanizma, Ukrayna’da asker konuşlandırmaktan daha düşük maliyetle “en güvenilir güvenlik garantisi” olabilir.

Kiev ise herhangi bir barış anlaşmasının, Rusya’nın tekrar saldırmasını önlemek için Batı’nın net taahhütlerini içermesi gerektiğinde ısrar ediyor.

Şubat ayında Beyaz Saray’ı ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, daha önce ülkelerinin gelecekteki barışı koruma çabaları kapsamında Ukrayna’ya asker gönderebileceğini belirtmişti.

Fakat Moskova, Ukrayna topraklarında NATO askerlerinin bulunması ihtimalini kesin bir dille reddediyor.

Washington’un bu konudaki tutumu da daha ihtiyatlı hale geliyor.

Daha önce Başkan Donald Trump, Rusya’nın kabul edebileceğini öne sürerek İngiliz-Fransız girişimleri hakkında olumlu konuşmuş olsa da, şimdi Amerikalı yetkililer giderek artan bir şüphecilik sergiliyor.

Örneğin, Steve Witkoff, Tucker Carlson’a verdiği röportajda Avrupa’nın önerilerini “gösterişçilik” olarak nitelendirerek eleştirdi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Jeffrey Sachs, ABD’nin Çin’e yönelik ‘kapasite fazlası’ iddialarını reddetti: ‘kesinlikle yanlış’

Yayınlanma

Meşhur Amerikalı ekonomist Jeffrey Sachs, Çin’in kasıtlı olarak endüstriyel kapasite fazlası geliştirdiği iddialarını “kesinlikle yanlış” olarak nitelendirerek, dünyanın yeşil enerji kaynaklarına küresel geçişi sağlamak için Pekin’in üretim gücüne ihtiyacı olduğunu söyledi.

“ABD hükümet yetkilileri Çin’in aşırı kapasiteye sahip olduğunu söyledi. Bu kesinlikle yanlış” diyen Columbia Üniversitesi ekonomi profesörü Jeffrey Sachs, çarşamba günü Asya için Boao Forumu’nun oturum aralarında konuştu. Ünlü ekonomist, “Çin’in büyük bir kapasitesi var ama kapasite fazlası yok. Dünyanın Çin’in kapasitesine ihtiyacı var” ifadelerini kullandı.

Ekonomistin yorumları, Çin’in önde gelen elektrikli araç, güneş paneli ve lityum pil üreticilerine yöneltilen suiistimal suçlamalarının ortasında geldi.

Amerika Birleşik Devletleri ve bazı Avrupa ülkelerindeki politikacılar bu şirketlerin Pekin tarafından ağır bir şekilde sübvanse edildiğini ve bunun da Avrupa Birliği gibi pazarlarda stok fazlası yarattığını söyledi.

Bu iddiayla Çin’in bu ürünlerine çok sayıda gümrük vergisi ve ticari kısıtlama getirilerek AB’deki fiyatları yükseltildi ve ABD pazarına girmeleri tamamen engellendi.

Pekin’in “küresel ticareti bozmak için geniş üretim gücünü silah olarak kullandığı” yönündeki suçlamaları kesinlikle reddediyor.

Aynı zamanda Columbia Üniversitesi’nin Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi’nin direktörü olan Sachs, Çin’in yoksul ülkelerin güneş panelleri satın almalarına yardımcı olmak için uzun vadeli, düşük maliyetli finansman sunmasını önerdi.

“Diğer ülkeler elektriğe kavuştuğunda, daha hızlı bir ekonomik büyümeye sahip olacaklar ve bundan 20 yıl sonra kredileri geri ödeyebilecek kadar zengin olacaklar” dedi. “Bu kesinlikle Çin’in ve kapasitesinin yurtdışındaki enerji dönüşümünü hızlandırmaya yardımcı olduğu bir kazan-kazan önerisidir” diye ekledi.

Üst düzey yetkililer, akademisyenler ve iş dünyası yöneticilerinin her yıl bir araya geldiği Boao Forum for Asia, salıdan cumaya kadar Çin’in güneyindeki ada eyaleti Hainan’da düzenleniyor.

Sachs ayrıca ABD’nin kapasite fazlası iddialarının, Washington’daki yetkililerin Çin’in küresel yeşil enerji hiyerarşisindeki üstün konumunu kıskanmalarından kaynaklandığını söyledi.

“Şimdi, ilginç bir şekilde, ABD bu konuda kötü bir şey söylemiyor bile, çünkü ABD artık enerji sistemini değiştirmeye bile çalışmıyor” dedi.

“ABD, mevcut hükümet döneminde iklim değişikliği ve enerji dönüşümü konularından vazgeçti. Yani şimdi Çin basitçe başı çekiyor” diye ekledi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın uyguladığı ya da uygulamayı düşündüğü gümrük vergileri hakkında konuşan Sachs, bunların diğer ülkeleri tehdit etme, hükümetten gelir elde etme ve Amerikan sanayisini yeniden inşa etme arzusundan kaynaklandığını söyledi.

“Bunların hiçbiri işe yaramayacak gibi görünüyor. Örneğin Çin için tehditlerin pek bir anlamı yok… ABD, Çin’in ihracat yönünün nispeten küçük ve küçülen bir parçası” ifadelerini kullandı.

Göreve geldiğinden bu yana Trump, Çin ve diğer ülkelere karşı gümrük vergilerini artıran katı bir politika izledi.

Tüm Çin mallarına yüzde 20 ek vergi koymanın yanı sıra, komşuları Kanada ve Meksika’yı da ithalat vergileriyle tehdit etti ve nisan ayından itibaren ABD’nin tüm ticaret ortaklarına “karşılıklı gümrük vergileri” uygulanacağını duyurdu.

Sachs, “Temel olarak benim görüşüm, ABD’nin kendini izole etme hatasına düştüğüdür,” dedi. “Dünyanın geri kalanı ‘Bu sizin sorununuz ama biz açık ticarete ve işbirliğine devam ediyoruz’ demeli. Benim tavsiye edeceğim yaklaşım budur” değerlendirmesini yaptı.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Reuters: Çinli şirketler ağı işten çıkarılan ABD federal çalışanlarını cezbetmeye çalışıyor

Yayınlanma

Reuters’ın iddiasına göre, gizli bir Çinli teknoloji firması tarafından işletilen bir şirketler ağı, yakın zamanda işten çıkarılan ABD hükümet çalışanlarını işe almaya çalışıyor.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Foundation for Defense of Democracies’de yeni ortaya çıkan tehditler konusunda kıdemli analist olan Max Lesser, işe alım ilanları veren bazı şirketlerin “eski hükümet çalışanlarını ve yapay zeka araştırmacılarını hedef alan daha geniş bir sahte danışmanlık ve kelle avcılığı firmaları ağının parçası” olduğunu öne sürdü.

Reuters’ın Lesser’in araştırmasına dayanan haberine göre, bazı durumlarda örtüşen web sitelerini paylaşan, aynı sunucuda barındırılan veya başka dijital bağlantılara sahip olan ağa dahil olduğu iddia edilen dört danışmanlık ve işe alım şirketi hakkında çok az bilgi kamuya açık.

Dört şirketin web siteleri, Reuters’ın haberi sırasında web sitesi kullanılamaz hale gelen bir internet hizmetleri şirketi olan Smiao Intelligence ile birlikte aynı IP adresinde barındırılıyor. Reuters, Smiao Intelligence ile dört şirket arasındaki ilişkinin niteliğini belirleyemedi.

Reuters’ın bu dört şirketin ve Smiao Intelligence’ın izini sürme girişimleri başarısız oldu, telefon numaralarının eski olduğu, adreslerin boş olduğu, e-postaların yanıtlanmadı kaydedildi.

Araştırmasını yayından önce Reuters ile paylaşan Lesser, kampanyanın daha önceki Çin istihbarat operasyonları tarafından kullanılan “iyi kurulmuş” teknikleri takip ettiğini söyledi.

Lesser, “Bu faaliyeti önemli kılan şey, ağın son zamanlarda yaşanan toplu işten çıkarmalardan etkilenen eski federal çalışanların mali zayıflıklarını istismar etmeye çalışmasıdır” dedi.

Reuters, şirketlerin Çin hükümetiyle bağlantılı olup olmadığını ya da herhangi bir eski federal çalışanın işe alınıp alınmadığını belirleyemedi.

Araştırma hakkında Reuters’e bilgi veren üç istihbarat analisti, ağın yabancı bağlantılı kuruluşların Başkan Donald Trump ve milyarder teknoloji kralı Elon Musk’ın Devlet Verimliliği Departmanı tarafından işten çıkarılan ya da emekliliğe zorlanan personelden nasıl istihbarat toplamaya çalıştığının en iyi örneği olduğunu söyledi.

Analistler, ağ tarafından istihdam edildikten sonra federal çalışanlardan hükümet operasyonları hakkında giderek daha hassas bilgiler paylaşmalarının ya da isteyerek ya da istemeyerek katılmaları için hedef alınabilecek başka kişiler önermelerinin istenebileceğini belirtti.

Washington’daki Çin Büyükelçiliği’nden bir sözcü Reuters’e gönderdiği e-postada Çin’in kampanyaya dahil olduğu iddia edilen kuruluşların hiçbirinden haberdar olmadığını ve Pekin’in veri gizliliği ve güvenliğine saygı duyduğunu söyledi.

Beyaz Saray sözcüsü ise Çin’in sürekli olarak casusluk ve baskı yoluyla ABD’nin “özgür ve açık sistemini” istismar etmeye çalıştığını öne sürdü.

Reuters’a konuşan eski bir Adalet Bakanlığı savcısı olan David Aaron, yabancı istihbarat servislerinin genellikle yabancı bir hükümet için çalıştıklarını bile bilmeden kaynak toplamak için iş bulma dolandırıcılığını kullandığını söyledi.

Aaron, birçok eski hükümet çalışanının “vatanseverlikle motive olmasına rağmen, bazılarının aldatıcı taktiklere karşı savunmasız olabileceğini” de sözlerine ekledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English