Bizi Takip Edin

Asya

Yoon’un azil gecikmesi: Hukuki titizlik mi? Siyasi çıkmaz mı?

Yayınlanma

Güney Kore’de Yoon Suk Yeol’un azil davası için her hafta yeni bir bekleyiş süreci başlatılıyor. Davanın sonuçlanamamasının temel nedenleri, ülkedeki siyasi ve hukuki süreçlerin karmaşıklığı, Anayasa Mahkemesi’nin karar alma sürecindeki titizliği ve toplumdaki derin kutuplaşma olarak sıralanabilir.

Yoon, 3 Aralık 2024’te kısa süreli bir sıkıyönetim ilan ettikten sonra 14 Aralık 2024’te Ulusal Meclis tarafından görevden uzaklaştırılmış ve 15 Ocak 2025’te konutunda gözaltına alınarak cezaevine gönderilmişti. Bu olay, Güney Kore’de demokratik kurumlara yönelik ciddi bir tehdit olarak görülmüş ve azil süreci başlatılmıştı. Ancak, sürecin tamamlanması için Anayasa Mahkemesi’nin nihai kararı gerekiyor ve bu karar henüz çıkmadı.

Birincil neden, Anayasa Mahkemesi’nin Yoon’un sıkıyönetim ilanıyla ilgili “isyan” suçlamalarını ve anayasal görevlerini ihlal edip etmediğini değerlendirmek için kapsamlı bir inceleme yapmasıdır. Mahkeme, 180 gün içinde karar verme yetkisine sahip; bu süre, delillerin toplanması, tanıkların dinlenmesi ve hukuki argümanların detaylı bir şekilde analiz edilmesi için kullanılıyor. Yoon’un savunması, sıkıyönetim ilanının “anti-devlet unsurlarıyla mücadele” için meşru bir adım olduğunu ve tam anlamıyla askeri yönetim uygulamayı amaçlamadığını iddia ediyor. Buna karşılık, muhalefet ve birçok uzman, bu eylemin anayasayı ihlal ettiğini ve isyan suçu teşkil ettiğini savunuyor. Mahkeme, bu çelişkili iddiaları çözmek için acele etmek yerine dikkatli bir yaklaşım benimsiyor.

İkinci bir neden, mahkemenin şu anki yapısal durumuyla ilgili. Normalde dokuz yargıçtan oluşan Anayasa Mahkemesi, şu anda sekiz üyeyle faaliyet gösteriyor ve karar için en az altı yargıcın oyu gerekiyor. Bu durum, konsensus sağlanmasını zorlaştırabilir ve süreci uzatabilir. Ayrıca, Yoon’un davası, Güney Kore tarihinde bir devlet başkanının hem azledilip hem de isyan suçlamasıyla karşı karşıya kaldığı ilk vaka olduğu için emsal teşkil edecek bir karar bekleniyor. Bu da mahkemenin daha temkinli hareket etmesine yol açıyor.

Toplumdaki kutuplaşma da süreci etkiliyor. Yoon’un destekçileri ve muhalifleri arasında büyük bir gerilim var; her iki taraf da sokak protestolarıyla mahkemeye baskı yapmaya çalışıyor. Örneğin, Yoon’un destekçileri onun serbest bırakılmasını talep ederken, muhalifler hızlı bir şekilde görevden alınmasını istiyor. Bu toplumsal baskı, mahkemenin tarafsızlığını koruma çabasını zorlaştırabilir ve karar sürecini geciktirebilir.

Yoon Suk Yeol’un anayasal bir suç işleyip işlemediği, şu anda Güney Kore Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirdiği temel sorulardan biri. Bu soru, hukuki ve siyasi açıdan henüz kesin bir cevaba kavuşmadı çünkü mahkeme nihai kararını vermedi. Ancak, azil sürecini başlatan Ulusal Meclis’in iddianamesi ve Yoon’un eylemleriyle ilgili mevcut bilgiler, konuyu aydınlatmak için kullanılabilir.

Yoon’un Eylemleri ve Anayasal Suç İddiası

Yoon Suk Yeol, 3 Aralık 2024’te, Kuzey Kore destekli “anti-devlet unsurlarla” mücadele gerekçesiyle sıkıyönetim ilan etti. Bu karar, birkaç saat içinde Ulusal Meclis tarafından oybirliğiyle iptal edildi ve Yoon geri adım attı. Güney Kore Anayasası’na göre (Madde 77), sıkıyönetim ancak savaş, silahlı çatışma veya ulusal güvenliği tehdit eden olağanüstü bir durumda ilan edilebilir ve bu durum Meclis’in denetimine tabidir. Yoon’un ilanı, somut bir savaş veya acil tehdit kanıtı sunmadan yapıldığı için anayasaya aykırı bir adım olarak değerlendirildi.

Ayrıca, sıkıyönetim sırasında askeri birliklerin Meclis’e gönderilmesi ve medya ile siyasi faaliyetlerin kısıtlanmaya çalışılması, anayasal hakların (örneğin ifade özgürlüğü ve yasama yetkisi) ihlali olarak görülüyor. Anayasa’nın 7’inci Maddesi, kamu görevlilerinin halka karşı sorumlu olduğunu ve yetkilerini kötüye kullanamayacağını belirtir. Muhalefet, Yoon’un bu eylemlerinin “isyan” (Madde 87) veya “anayasayı askıya alma” girişimi olduğunu savunuyor ki bu, ciddi bir anayasal suç sayılır.

 İddianame İçeriği

  • Anayasayı İhlal: Sıkıyönetim ilanının hukuki dayanağı olmadığı ve anayasal düzeni tehdit ettiği iddia ediliyor. Yoon’un, Meclis’in yetkisini bypass ederek tek taraflı bir yönetim kurmaya çalıştığı öne sürülüyor.
  • İsyan Suçu : Askeri güç kullanarak demokratik kurumları (özellikle Ulusal Meclis’i) hedef aldığı ve bu eylemlerin “iç isyan” tanımına uyduğu belirtiliyor. Güney Kore Ceza Kanunu’na göre (Madde 87), bu suç ağır cezalar gerektirir.
  • Yetkiyi Kötüye Kullanma: Yoon’un, sıkıyönetim gerekçesi olarak sunduğu “anti-devlet unsurlar” iddiasını destekleyecek somut deliller sunamaması, yetkisini keyfi bir şekilde kullandığına dair kanıt olarak görülüyor.
  • Demokratik Süreçlere Saldırı: Meclis’in çalışmasını engellemeye yönelik adımları ve medya üzerindeki baskı girişimleri, anayasal hakların ihlali olarak listeleniyor.

Yoon’un Savunması

Yoon ve avukatları, sıkıyönetim ilanının anayasal bir suç olmadığını, bunun yerine ulusal güvenliği koruma amaçlı “olağanüstü bir önlem” olduğunu savunuyor. Yoon, ilan sırasında tam bir askeri yönetim kurmadığını, yalnızca “iç tehditlere” karşı bir uyarıda bulunduğunu iddia ediyor. Ayrıca, sıkıyönetimin kısa sürede kaldırılması, onun anayasayı tamamen askıya alma niyetinde olmadığının kanıtı olarak sunuluyor.

Güney Kore Siyasetinde Azil Davaları ve Emsal Kararlar 

Güney Kore’de devlet başkanlarının azil davaları, ülkenin demokratik tarihinde nadir ama önemli olaylar olarak yer alıyor. Yoon Suk Yeol’un 2024’teki azil süreci öncesinde, geçmişte iki devlet başkanıyla ilgili azil girişimi dikkat çekiyor: Roh Moo-hyun (2004) ve Park Geun-hye (2016-2017). Bu davalar, hem süreç hem de sonuçlarıyla Yoon’un durumu için bir emsal sağlayabilir.

2004 yılında Demokrat liderlerden Roh Moo-hyun azil davası ülkede emsal karar için sorgulamaya gidilen bir dosya olarak görülüyor.
Roh Moo-hyun, 2004 genel seçimleri öncesinde kendi partisi Uri’yi (Açık Parti) açıkça desteklediğini ifade etmiş ve bu, tarafsızlık ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle muhalefet tarafından eleştirilmişti. Ayrıca, seçim yasalarını ihlal ettiği ve yetkisini kötüye kullandığı iddia edildi. Ulusal Meclis, 191’e karşı 2 oyla azil kararını aldı.  Azil, Anayasa Mahkemesi’ne taşındı. Mahkeme, Roh’un eylemlerinin anayasayı ihlal ettiğini kabul etmekle birlikte, bu ihlalin görevden alınmayı gerektirecek kadar ciddi olmadığına hükmetti. Roh’un halk desteği yüksekti ve sokak protestoları da lehine baskı oluşturdu. Anayasa Mahkemesi, 6’ya karşı 3 oyla azli reddetti ve Roh görevine geri döndü. Bu karar, azil için “ağır anayasal ihlal” eşiğinin yüksek olduğunu ortaya koyan bir emsal. Yani, Roh davası, Güney Kore’de bir devlet başkanının azledilip göreve geri döndüğü tek örnek. Yoon’un davasıyla karşılaştırıldığında, Roh’un durumunda askeri güç kullanımı veya “isyan” gibi daha ağır suçlamalar da dosyada yoktu.

Daha yakın bir tarihe dönecek olursak, 2016-2017 Park Geun-hye azil davası ile durumu karşılaştırabiliriz.

Park, 9 Aralık 2016’da Ulusal Meclis tarafından azledildi ve 10 Mart 2017’de Anayasa Mahkemesi tarafından görevden alınmıştı. Park, yakın arkadaşı Choi Soon-sil’in devlet işlerine karışmasına izin vermek, gizli belgeleri paylaşmak, rüşvet almak ve yetkisini kötüye kullanmakla suçlanmıştı. Skandal, Choi’nin büyük şirketlerden milyonlarca dolar topladığı ve Park’ın bu yolsuzluk ağından haberdar olduğu iddialarıyla patlak verdi. Ulusal Meclis, 234’e karşı 56 oyla azil kararını onayladı. Azil, Anayasa Mahkemesi’ne gitti ve mahkeme, Park’ın anayasal görevlerini “sistemli ve sürekli” bir şekilde ihlal ettiğini belirledi. Park’ın savunması, Choi ile ilişkisinin kişisel olduğunu ve devlet işlerini etkilemediğini iddia etse de, mahkeme delillerin  ve tanık ifadelerinin aksi yönde olduğunu kabul etti. Süreç boyunca milyonlarca kişi sokaklarda protesto düzenledi.Anayasa Mahkemesi, oybirliğiyle (8-0) Park’ın görevden alınmasına karar verdi. Ardından Park, cezai soruşturmaya tabi tutuldu ve 2018’de rüşvet, yetkiyi kötüye kullanma gibi suçlardan 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Roh’un davası daha çok siyasi bir ihlalle sınırlıyken, Park ve Yoon’un davaları daha ciddi suçlamalar içeriyor. Ancak Yoon’un sıkıyönetim ilanı, askeri güç kullanımı nedeniyle Park’tan bile daha ağır bir anayasal kriz olarak görülüyor.

Sonuç olarak, Yoon azil davası, hukuki karmaşıklıklar, mahkemenin dikkatli yaklaşımı ve toplumsal-siyasi dinamikler nedeniyle henüz sonuçlanamadı. Anayasa Mahkemesi’nin kararının önümüzdeki günlerde veya haftalarda gelmesi bekleniyor, ancak kesin bir tarih öngörülemiyor. Bu belirsizlik, Güney Kore’de siyasi istikrarsızlığı derinleştiren bir faktör olarak öne çıkıyor.

Asya

Rusya ve Çin ticaretinde maliyetleri düşüren yeni ödeme ağı

Yayınlanma

Reuters‘ın haberine göre, yaptırım altındaki Rus bankaları ve şirketleri, Çin ile ticarette ödemeleri kolaylaştırmak için gizli bir ‘netting’ sistemi kurdu. Bu sistem, SWIFT kısıtlamaları ve ikincil yaptırım tehditleri sonrası ortaya çıktı ve işlem maliyetlerini önemli ölçüde düşürerek fon akışını hızlandırdı. Sistem, Rusya’nın Çin ile ticaretini sürdürmesine yardımcı oluyor.

Reuters haber ajansının ödeme işlemlerine vakıf dört kaynağa dayandırdığı haberine göre, yaptırım altındaki Rus bankaları ve şirketleri, Çin ile ticarette ihracat ve ithalat ödemelerini gerçekleştirmek için aktif olarak netting sistemlerini kullanıyor.

Bu sistemler, Rusya’nın iş dünyasının maliyetlerini kayda değer ölçüde azaltırken, para akışını da hızlandırdı.

Kaynaklar, 2024’ün başlarında ödeme acentelerinin komisyonlarının fatura tutarının yüzde 12’sine kadar çıktığını, ancak şu anda acente komisyonunun ortalama yüzde 2 ila 3’e düştüğünü belirtti.

Bu düşüş, büyük Rus bankaları ve ihracatçıların, Çin ile finansal lojistiği basitleştirmek amacıyla kapalı netting sistemleri oluşturmasının ardından mümkün oldu.

Finansal lojistik, 2022’de Rus bankalarının SWIFT’ten toplu olarak çıkarılması ve 2024’te büyük Çin bankalarının ikincil yaptırım tehdidi altında Rusya ile doğrudan ödemeleri neredeyse durdurmasıyla iki ağır darbe almıştı.

Ödeme piyasasından bir kaynak, “O zamanlar herkes, bu ödemeleri engellemelerden korumak için finansal akışları dost ülkeler üzerinden yapılandırma ihtiyacıyla karşılaştı, fakat insanlar artık bununla çalışmayı öğrendi, farklı ödeme çözümleri gelişiyor,” dedi.

Aynı kaynak ve diğerleri, Çin ile ödeme yapmanın şu anda en ucuz yolunun karşılıklı mahsuplaşma yoluyla “netting” olduğunu söyledi.

Aynı kaynak, “Alt tedarikçi olarak ödeme acentesi hizmetlerinin yanı sıra, karşılıklı mahsuplaşma, oturumlar… Hatta paranın sınırı geçmemesi için takas işlemleri bile yapıyoruz. Özellikle büyük ithalatçılar olmak üzere pek çok şirket, kendi yabancı yapı ağlarını geliştirmek ve üçüncü kişilere bağımlı olmamak için yatırım yapıyor,” diye ekledi.

Rusya Merkez Bankası Başkanı Elvira Nabiullina, geçen günlerde parlamentoda yaptığı konuşmada, Batı yaptırımlarının Rus şirketleri için sınır ötesi ödemeleri zorlaştırdığını, ancak alternatif ödeme kanallarının ortaya çıktığını belirtmişti.

Bankacılık çevrelerinden başka bir kaynak, “En etkili araç mal nettingidir. Esasen bu, mülk takasını ve kendi çevrelerinde ve hizmet bankalarında ihracatçıların ve ithalatçıların karşı akışlarına hizmet veren, bu akışları mahsuplaştıran ödeme acentelerinin kullanılmasını içeren bir çözümdür,” diye konuştu.

Kaynak, bu hizmetin büyük Rus bankaları tarafından kendi çevrelerinde oluşturulduğunu ve onların katılımı sayesinde bu sistemin henüz önemli bir temerrüt görmediğini söyledi.

Büyük şirketlerin, ödemelerin garantörü olarak bir banka edinmekle ilgilendiğini ve bankaların onlar için ödeme acentesi temerrüt riskinden koruyan araçlar sunduğunu belirtti.

Bankacılar, ödeme acenteleri aracılığıyla Çin ile ödeme sistemini anlatırken, yaptırım altında olmayan mallar ve karşı tarafın Çin’in 11 vilayetinden birine (Anhui, Heilongjiang, Shandong, Zhejiang, Guangdong, Xinjiang, Jilin, Shaanxi, Sichuan, Fujian ve Hebei) kayıtlı olması koşuluyla ödemelerin herhangi bir Çin bankasına gecikme olmadan doğrudan gittiğini söyledi.

“Çin yolu” olarak da adlandırılan 11 eyalet şeması, esas olarak büyük şirketlere yönelik olup, dezavantajı her ödemenin onaylanması gerekliliğidir.

Ayrıca, kaynağa göre, tedarikçi bu şemayı her zaman kabul etmiyor, zira genelde ihracat KDV’sini geri alamıyor.

Başka bir bankacı, hizmetin avantajlarını şöyle anlattı: “Şema, Rusya’ya ihraç edilen malların üretimi için temel olan 11 Çin vilayetiyle doğrudan çalışmaya olanak tanıyor. Maliyet, Merkez Bankası kuruna göre hesaplanıyor, üzerinde bir spread yok.”

Acente hizmetlerinin maliyeti, ithalatta fatura tutarının yüzde 1’inden, ihracat işlemlerinde ise yüzde 0,5’inden başlıyor.

Bankalar, Çinli karşı taraflara danışmanlık yaparak bu şema üzerinden KDV iadesine yardımcı olduklarını dile getirdi.

Bir bankacı, “İstatistiklere göre, şu anda yüzde 100 para transferi başarımız var, yani tek bir iade bile olmadı. Para iki gün içinde teslim ediliyor. Şu anda haftada bir, Perşembe günleri bir takas oturumu yapılıyor,” dedi.

Nisan sonundan itibaren salı ve perşembe günleri olmak üzere iki takas oturumu başlatmayı planladıklarını da sözlerine ekledi.

Çin’in Moskova Büyükelçisi Zhang Hanhui, takasın iki ülke arasındaki karşılıklı ödemeleri düzenlemeye olanak sağladığını doğruladı.

Zhang, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, “Uluslararası karşılıklı mahsuplaşmayı iç mahsuplaşmaya dönüştürebiliriz. Sonra hesapları karşılaştırırız ve hepsi bu; denge,” dedi.

Diplomat, “Bankalarımız arasında SWIFT yerine yeni bir kanala ihtiyaç var. Şu anda bu konu tartışılıyor,” diye konuştu.

Rusya Maliye Bakanlığı Finans Politikaları Dairesi Direktör Yardımcısı Osman Kabaloyev ise, yetkililerin iş dünyası ve bankalar için farklı seçeneklerden oluşan tam bir “ödeme menüsü” oluşturmak amacıyla alternatif ödeme mekanizmalarının oluşturulmasını desteklediğini ifade etti.

Bankacılık çevrelerinden bir kaynak, “Geniş çözüm yelpazesi sayesinde, bankacılık sisteminde alternatif ödemelerin fiyatları son zamanlarda düştü… Her büyük ihracatçı veya ithalatçı, bankalarla rekabet ederek, Rusya dışındaki ilişkili şirketlerinin imkanlarını kullanarak ödemelere dahil olmaya çalışıyor,” dedi.

Kaynak, büyük kurumsal müşteriler için kur komisyonları dahil olmak üzere teslimat tarifelerinin ortalama aralığının ödeme tutarının yüzde 2 ila 3’ü olduğunu, bunun hem itibari para hem de kripto ödemeleri için geçerli olduğunu ekledi ve küçük ve orta ölçekli işletmeler için tarifelerin yüzde 4’ü aşmadığını kaydetti.

Kaynak, “Çin yolu”nda fiyat koşullarının en uygun olduğunu, ancak vilayetler ve mal isimleri konusunda kısıtlamalar olduğunu ve takas oturumlarının az olduğunu söyledi.

Küresel ticaret savaşları, Rus iş dünyasına Çin’in artık ABD tehditlerine daha kolay yaklaşacağı varsayımını güçlendirdi.

Rus Sanayiciler ve Girişimciler Birliği (RSPP) Başkanı Aleksandr Şohin, “Çin ithalatının Rus pazarına aktif olarak nüfuz etme olasılığı yüksek. Çinlilerin ikincil yaptırımlardan korkmayı bırakması dışlanmıyor,” dedi.

Çin Büyükelçisi ise, “Rusya-Çin ilişkileri sadece daha iyiye doğru, zaferden zafere değişiyor… Amerikan yaptırımlarını er ya da geç aşacağız,” diye konuştu.

Çin uluslararası sistemi nasıl değerlendiriyor? Şanghay, Hangzhou ve Pekin’den akademisyenlerle özel söyleşi

Okumaya Devam Et

Asya

Cammu Keşmir bölgesinde terör saldırısı: 26 ölü, 17 yaralı

Yayınlanma

Polis çarşamba günü yaptığı açıklamada, Hindistan’ın Cammu ve Keşmir bölgesinde şüpheli militanların turistlere ateş açması sonucu 26 kişinin öldüğünü ve 17 kişinin yaralandığını, bunun ülkede yaklaşık yirmi yıldır yaşanan en kötü saldırı olduğunu söyledi.

Polis, saldırının salı günü doğal Himalaya federal bölgesinin Pahalgam bölgesindeki bir çayırda meydana geldiğini ve ölenler arasında 25 Hint ve bir Nepal vatandaşının bulunduğunu söyledi.

Bu, 2008 Mumbai silahlı saldırılarından bu yana Hindistan’da sivillere yönelik en kötü saldırı oldu ve Hindistan karşıtı bir isyan olarak turizmin patlama yaptığı Keşmir’deki göreceli sükûneti bozdu.

Başbakan Narendra Modi iki günlük Suudi Arabistan ziyaretini kısa keserek çarşamba sabahı Yeni Delhi’ye döndü. Maliye Bakanı Nirmala Sitharaman da “bu zor ve trajik zamanda halkımızın yanında olmak için” ABD ve Peru ziyaretini kısa keseceğini söyledi.

Bir savunma bakanlığı yetkilisi, Modi’nin ulusal güvenlik danışmanı, dışişleri bakanı ve diğer üst düzey yetkililerle havaalanında bir toplantı yaptığını ve TSİ 12.30’da özel bir güvenlik kabinesi toplantısı çağrısı yapıldığını söyledi.

Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgede yıllardır karışıklık hakimdi ve Modi ve Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi, bölgenin yarı özerk statüsünü kaldırarak bölgeye “barış ve istikrar” getirmeyi hedeflediğini açıklamıştı.

Az bilinen bir militan grup olan “Keşmir Direnişi” sosyal medya mesajında saldırının sorumluluğunu üstlendi. Örgüt, 85,000’den fazla “yabancının” bölgeye yerleşerek “demografik değişimi” teşvik etmesinden duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirdi.

Çarşamba günü yeni bir açıklama yapan grup, “hedef alınan kişilerin sıradan turistler olmadığını; bunun yerine Hindistan güvenlik kurumlarıyla bağlantılı ve ilişkili olduklarını” savundu.

“Bu tipik bir turist grubu değil, daha ziyade araştırma yapmakla görevli bir gizli ajanstı” diyen örgüt, saldırının ‘sadece Delhi için değil, aynı zamanda Delhi’nin şüpheli stratejilerini destekleyenler için de bir uyandırma çağrısı görevi görmesi gerektiğini’ sözlerine ekledi.

Reuters’a konuşan iki güvenlik kaynağı, yüzlerce güvenlik gücünün saldırıdan hemen sonra Pahalgam bölgesine akın ettiğini ve buradaki ormanlarda büyük bir tarama operasyonu başlatıldığını söyledi.

PAKİSTAN’LA GERİLİM

Hindistan güvenlik birimleri Keşmir Direnişi’nin Lashkar-e-Taiba ve Hizbul Mujahideen gibi Pakistan merkezli dinci militan örgütler için bir paravan olduğunu söylüyor. Pakistan ise Keşmir’deki isyana sadece manevi ve diplomatik destek verdiğini iddia ediyor.

Pakistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Shafqat Ali Khan yaptığı açıklamada “Turistlerin hayatını kaybetmesinden endişe duyuyoruz. Ölenlerin yakınlarına başsağlığı ve yaralılara acil şifalar diliyoruz” dedi.

Çarşamba günü bir düzineden fazla yerel örgüt, sayıları giderek artan ve yerel ekonomiye yardımcı olan turistlere yönelik saldırıyı protesto etmek üzere federal bölgede iş bırakma çağrısında bulundu.

Birçok okul da protesto amacıyla bir günlüğüne derslere ara verdi.

Hem Hinduların çoğunlukta olduğu Hindistan hem de Müslüman Pakistan tarafından kısmen yönetilen Keşmir’de 1989 yılında başlayan Hindistan karşıtı ayaklanmadan bu yana militan şiddet olayları yaşanıyor. Şiddet son yıllarda azalmış olsa da on binlerce insan öldürüldü.

Hindistan 2019 yılında Keşmir’in özel statüsünü iptal ederek eyaleti federal olarak yönetilen iki bölgeye ayırdı: Cammu ve Keşmir ve Ladakh. Bu hamle, yerel makamların yabancılara ikamet hakkı vererek bölgede iş bulmalarına ve arazi satın almalarına izin verdi.

Bu da bölgede hak iddia eden Pakistan ile ilişkilerin bozulmasına yol açtı. Anlaşmazlık, nükleer silahlara sahip iki komşu arasında şiddetli düşmanlığa ve askeri çatışmalara yol açtı.

Keşmir’de turistleri hedef alan saldırılar nadiren görülmüştür. En son Haziran 2024’te, Hindu hacıları taşıyan bir otobüsün derin bir vadiye düşmesine neden olan bir terör saldırısının ardından en az dokuz kişi hayatını kaybetmiş ve 33 kişinin yaralanmıştı.

Okumaya Devam Et

Asya

Japon yatırımcılar 20 milyar dolarlık yabancı tahvil sattı

Yayınlanma

Donald Trump’ın gümrük vergileri bu ayın başında piyasaları sarsarken, Japon yatırımcılar Wall Street çalkantısının dünya çapında nasıl yayıldığının bir işareti olarak 20 milyar dolardan fazla uluslararası tahvil elden çıkardı.

Japonya Maliye Bakanlığı’nın ön verilerine göre, bankalar ve emeklilik fonları da dahil olmak üzere özel kurumlar, 4 Nisan’a kadarki hafta içinde 17,5 milyar dolarlık, sonraki yedi gün içinde de 3,6 milyar dolarlık uzun vadeli yabancı tahvil sattı.

Japonya, kamu ve özel sektörde 1,1 milyar dolarlık ABD Hazine tahvili bulunduruyor – dünyanın en büyük uluslararası stoku – bu nedenle işlemleri yakından izleniyor ve ABD devlet borcunun alım ya da satımı için bir vekil olarak kabul ediliyor.

Son satışlar, kayıtların tutulmaya başlandığı 2005 yılından bu yana herhangi bir iki haftalık dönemdeki en büyük çıkışlardan birine işaret ediyor.

Uluslararası tahvillerden çıkış, Trump’ın 2 Nisan’daki “kurtuluş günü” gümrük vergisi açıklamasının küresel hisse senedi ve tahvil piyasalarında çalkantıya yol açmasının ardından geldi.

Wall Street’in S&P 500 endeksi 2 Nisan’dan sonraki dört işlem gününde yüzde 12 düştü ve ardından Trump’ın yüksek “karşılıklı” gümrük vergilerinin çoğunu 90 günlüğüne durdurmasının ardından bir miktar toparlandı.

ABD Hazine tahvilleri de piyasadaki dalgalanma sırasında ciddi bir satış dalgası yaşadı ve 10 yıllık tahvillerin getirileri 11 Nisan haftasında 2001’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı.

Japonya Maliye Bakanlığı’nın raporu, ülkenin finans kurumları tarafından hangi uzun vadeli tahvillerin alınıp satıldığına dair ayrıntı vermiyor.

Ancak Japon bankası Nomura’nın kıdemli faiz stratejisti Tomoaki Shishido, “[Japonya’nın] satışlarının önemli bir kısmının muhtemelen ya ABD Hazine tahvilleri ya da ABD ajans tahvilleri olduğunu” söyledi. İkincisi, ABD hükümeti tarafından garanti edilen ipoteğe dayalı menkul kıymetleri ifade ediyor.

“Bazı yabancı tahvil satışları Japon emeklilik fonlarının yeniden dengelenmesinden kaynaklanıyor olabilir … ya da bankalar veya hayat sigortacıları faiz oranı risklerini azaltıyor olabilir,” diye ekledi.

ABD’li varlık yöneticilerinin satışları ve ABD’li ve uluslararası hedge fonlarının kaldıraçlı işlemlerini çözmesi de Hazine tahvillerinde bu ayki satışa katkıda bulunmuş olabilir.

Ancak Japonya’nın uluslararası tahvil satışlarındaki telaş, Wall Street çalkantısının küresel piyasalara nasıl yayıldığının bir işareti.

Bazı yatırımcılara göre, ABD hisse senetlerindeki düşüş Japon emeklilik fonlarının uluslararası borç ve hisse senedi tahsisatlarını dengesiz hale getirecekti.

Sonuç olarak, fonların portföylerini yeniden hizaya getirmek için Hazine tahvilleri ve diğer ABD hükümeti destekli borçları satma baskısı altında kalacağını söylediler.

Analistlere göre, özel Japon yatırımcıların satışlarının bir kısmı da Japon bankaları tarafından kullanılan riskten korunma stratejilerinin çözülmesinin bir sonucu olabilir.

“Taşıma işlemleri” olarak adlandırılan bu işlemlerde, yatırımcılar daha yüksek getirili piyasalarda bahis oynamak için düşük getirili piyasalardan borç alırlar. Nispeten düşük getirileri nedeniyle Japonya bu işlemler için yaygın bir “fonlama” piyasası.

Ancak Moody’s Analytics Japonya ekonomisti Stefan Angrick, Japon fonları tarafından satılan Hazine tahvillerinin hacmi önemli olsa da, nisan ayının ilk iki haftasındaki getiri artışlarını tam olarak açıklayacak kadar büyük olmayacağını söyledi.

ABD Hazine piyasasının ortalama bir günde 1 trilyon dolara yakın ciro yaptığına dikkat çeken Angrick, “Manşet rakamlar büyük görünebilir, ancak tahvil piyasası açısından bunlar ancak bir dalgalanma” dedi.

Çin devlet fonları, ABD özel sermaye yatırımlarından geri çekiliyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English