Bizi Takip Edin

Avrupa

Almanya’nın müstakbel dışişleri bakanı Johann Wadephul kim?

Yayınlanma

Almanya’da erken seçimlerin ardından hükümet kurma çalışmaları sürerken, Hristiyan Demokratlar (CDU) dışişleri bakanlığı görevi için Johan Wadephul’u aday gösterdi. CDU lideri ve müstakbel başbakan Friedrich Merz tarafından açıklanan bu adaylık, yaklaşık 60 yıl sonra dışişleri koltuğunun yeniden Hristiyan Demokratlara geçmesi anlamına geliyor.

Almanya’da erken seçimlerin ardından hükümet kurma çalışmaları devam ederken, Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) dışişleri bakanlığı görevi için adayını belirledi.

CDU’nun küçük parti kongresinde 28 Nisan’da yapılan açıklamaya göre, dışişleri ve güvenlik konularından sorumlu, 62 yaşındaki Bundestag CDU/CSU ittifakı başkan yardımcısı Johan Wadephul, dışişleri bakanı adayı olarak gösterildi. Bu karar, müstakbel başbakan ve CDU lideri Friedrich Merz tarafından duyuruldu.

Hristiyan demokrat bir ismin Almanya dışişleri bakanlığı görevini üstlenmesi, yaklaşık 60 yıllık bir aradan sonra gerçekleşecek.

Son on yıllarda bu görev genellikle Sosyal Demokrat Parti (SPD) veya Yeşiller’e aitti. Son dört yıldır “feminist dış politikayı” savunan Annalena Baerbock da Yeşiller’dendi.

Kongrede CDU temsilcileri, ittifakın alacağı toplam on bakanlık koltuğundan bazıları için diğer bakan adaylarının isimlerini de açıkladı.

Aynı gün delegeler, SPD ile varılan koalisyon anlaşması metnini onayladı. SPD’nin ise anlaşmayı 30 Nisan’da onaylaması bekleniyor.

SPD’nin bakan adaylarının isimleri ise Merz’in Bundestag tarafından resmen başbakan olarak onaylanmasından bir gün önce, 5 Mayıs’ta belli olacak.

Almanya’da olağan seçimler Eylül 2025’te yapılacaktı. Ancak, Sonbahar 2024’te iktidardaki “trafik lambası” koalisyonunu (SPD, Yeşiller, Hür Demokrat Parti—FDP) oluşturan partiler arasında bütçe görüşmeleri sırasında çıkan anlaşmazlıklar koalisyonun dağılmasına yol açtı.

Aralık ayında Bundestag, Olaf Scholz hükümetine karşı güvensizlik oyu vererek erken seçimin önünü açtı.

Erken seçim 23 Şubat’ta yapıldı. Seçimi, yüzde 28,6 oy oranıyla Hristiyan Demokrat Birliği ve Hristiyan Sosyal Birliği (CDU/CSU) ittifakı kazandı.

Başbakan Scholz’un partisi SPD, yüzde 16,4 ile tarihinin en kötü sonucunu elde etti (2021 seçimlerinde SPD yüzde 25,7 ile birinci parti olmuştu).

“Trafik lambası” koalisyonunun diğer ortaklarının da desteği düştü: Yeşiller yüzde 11,6 oy alarak Bundestag’da 33 sandalye kaybetti, FDP ise yüzde 5’lik seçim barajını aşamadı.

Sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi ise yüzde 20,8 oy oranıyla ilk kez ikinci sıraya yerleşti.

CDU/CSU ve SPD, 9 Nisan’da hükümet kurma konusunda anlaşarak koalisyon anlaşması taslağını sundu. İki ittifakın Bundestag’da toplam 328 sandalyesi bulunuyor; bu sayı, çoğunluk için gereken 316 sandalyenin üzerinde.

Wadephul’un kariyeri

Johan Wadephul, 1963 yılında Kuzey Denizi kıyısındaki Husum şehrinde (Schleswig-Holstein eyaleti) doğdu.

Meldorf’taki liseden mezun olduktan sonra CDU’nun gençlik teşkilatına katıldı ve Bundeswehr’de dört yıl sözleşmeli askerlik yaptı.

Ardından Kiel Üniversitesi Christian Albrecht’te hukuk eğitimi aldı ve 1996 yılında doktorasını tamamladı.

2009 yılına kadar sağlık ve sosyal hukuk alanında avukatlık yaparken, paralel olarak siyasi kariyerini de sürdürdü.

1997-2000 yılları arasında CDU’nun Schleswig-Holstein eyaleti genel sekreterliği görevini yürüttü, ardından iki yıl boyunca eyalet teşkilatı başkanlığı yaptı. 2006 yılında ise Rendsburg-Eckernförde belediyesinde CDU ilçe teşkilatı başkanı oldu.

Wadephul, Bundestag’a ilk kez 2009 yılında girdi ve başlangıçta sosyal işler ve Avrupa Birliği (AB) komitelerinde görev aldı.

Dış politika konularıyla 2013 seçimlerinden sonra ilgilenmeye başladı; Dış İlişkiler Komitesine (Orta Doğu konularıyla ilgilendi) girdi ve Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nde üye yardımcısı oldu.

2017 parlamento seçimlerinin ardından Wadephul, Bundestag’da CDU/CSU ittifakı başkan yardımcılığı görevine getirildi ve savunma, dış politika ve güvenlik konularına odaklandı.

Son dönem Bundestag’da da aynı görevi yürüten Wadephul, aynı zamanda Almanya-Güney Kafkasya parlamento grubunun başkanı ve NATO Parlamenter Asamblesi’ndeki Alman heyetinin başkanıydı.

Rusya’nın Ukrayna’daki askeri müdahalesinin başlamasının ardından Berlin’in kararıyla feshedilen Alman-Rus kamu forumu Petersburg Diyaloğu’nun yönetim kurulu üyesiydi.

Hatta siyasetçinin resmi internet sitesinde, Petersburg Diyaloğu’nun “tasfiye memuru” olarak kendisinin belirtildiği görülüyor.

Askeri müdahalenin başlamasının ardından Wadephul, Rusya’nın eylemlerini kınadı ve Almanya’nın Rusya politikasının yeniden değerlendirilmesi gerektiğini savundu.

Bu amaçla özel bir komisyon kurulmasını önerdi. Wadephul, “Çok mu saf davrandık? Durumu doğru değerlendirdik mi?” diyerek fikrini açıkladı.

Bu yılın ocak ayında Wadephul, Ukrayna Devlet Başkanlığı İdaresi başkanı Andriy Yermak adına konuşan Rus telefon şakacıları Vovan ve Lexus’un kurbanı oldu.

Görüşme sırasında siyasetçi, Ukrayna’ya uzun menzilli Taurus füzeleri gönderilmesine sıcak baktığını belirtti (Scholz bu adıma sürekli karşı çıkarken, Merz tam tersi bir pozisyon alıyordu).

Fakat Alman askeri birliğinin Ukrayna’ya gönderilmesinin karmaşık hukuki prosedürler ve kamu desteğinin olmaması nedeniyle mümkün olmadığını kabul etti.

Sumi oblastında 13 Nisan’da düzenlenen saldırının ardından Almanya’da Taurus füzelerinin gönderilmesi tartışması yeniden alevlendi.

Wadephul, bu konuda sosyal demokratlarla anlaşmaya varmayı umduğunu söyledi ve “Friedrich Merz, Rusya üzerinde baskı aracı olarak Taurus’u kullanmaya hazır olduğunu teyit etti. Bu önemli bir sinyal,” dedi.

Almanya’nın dış politikasındaki olası değişiklikler

Stern dergisi, Wadephul döneminde Almanya’nın uluslararası arenadaki pozisyonunun güçlenmesini beklediğini vurguladı.

Wadephul, koalisyon anlaşmasının sunumuna ilişkin bir toplantının kulisinde, “Son yıllarda Dışişleri Bakanlığı kendisini bir tür düzeltici organ olarak görüyordu. Artık böyle olmamalı,” diye konuştu.

Bu açıklama, diğer devletlerle iletişiminde sık sık ahlak dersi vermekle suçlanan Baerbock’a yönelik bir gönderme olarak algılandı.

Gazeteciler, bunun Wadephul döneminde feminist dış politika gündeminin muhtemelen geri plana atılacağı anlamına geldiğini tahmin ediyor.

Welt gazetesi ise, yeni dışişleri bakanını “sert bir takım oyuncusu” olarak nitelendiriyor ve bununla Merz ile olan yakın bağını ima ediyor.

Gazete, “O bir takım oyuncusu, solo değil, son derece sadık ve bazen Almanya’yı önümüzdeki dört yıl boyunca temsil edecek biri için fazla göze batmayan biri,” diyerek onu tanımlıyor ve dış politika konularındaki kilit kararların Dışişleri Bakanlığı’ndan ziyade başbakanlıkta alınacağını ekliyor.

Wadephul, Avrupa başkentlerine hazırlık ziyaretleri gerçekleştirdi. 24 Nisan’da Londra’da İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ile görüştü; bu görüşme, ABD, Ukrayna ve Avrupa temsilcilerinin çözüm konulu istişarelerinden bir gün sonra gerçekleşti. 11 Nisan’da ise Paris’e gitmişti.

Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesinin belirttiğine göre, görevden ayrılan ve müstakbel Alman hükümetlerinin temsilcileri, Ukrayna’daki çözümle ilgili konularda yakın işbirliği içinde çalışıyor.

Wadephul, gazeteye yaptığı açıklamada, “Almanya, Fransa, İngiltere, Ukrayna ve ABD arasında ortak bir pozisyon oluşturmak için yoğun bir koordinasyon yürütülüyor. Amaç, ABD’nin bu ortak pozisyonla Moskova ile müzakerelere başlaması,” ifadelerini kullandı.

Geçen günlerde Deutschlandfunk‘a verdiği mülakatta Wadephul, Almanya’nın “Rusya’nın hibrit saldırılarına” maruz kalmaya devam ettiği sürece Moskova ile ilişkilerin normalleşmesinin mümkün olmadığını belirtmiş, ancak “Rusya ile müzakere masasına oturmanın da gerekli olduğunu” kabul etmişti.

FAZ‘a verdiği mülakatta ise Wadephul, Kremlin’in tüm Doğu Avrupa’ya hakim olmak istediği görüşünü dile getirdi ve “Bu nedenle Almanya’nın özgürlüğü bugün Donbass’ta savunuluyor,” diye vurguladı.

ABD ile ilişkilere gelince, Wadephul da Merz gibi ikna olmuş bir transatlantikçi olarak kabul ediliyor.

Müstakbel bakan, Donald Trump’ın radikal gümrük vergisi politikası hakkında Welt‘e verdiği demeçte, Washington ile müzakere etmenin gerekliliğine işaret etti ve “Aynı zamanda, müzakereler sorunsuz gitmezse kendimizi savunabileceğimizi de belirtmeliyiz,” diye ekledi.

Wadephul, yeni yönetim altında ABD’nin NATO’nun yanında durduğuna inandığını ifade etti. Bununla birlikte, son Washington açıklamalarından bazılarının “endişe verici” olduğunu ve gerçek müttefikler arasındaki işbirliği ruhuna uymadığını değerlendirdi.

Aynı mülakatta Wadephul, Almanya’nın daha fazla stratejik bağımsızlığa hazırlanması gerektiği görüşünü dile getirdi. Wadephul, “Avrupa’nın egemen olması için pek çok neden var,” diye devam etti.

Öte yandan Politico dergisi, Almanya’nın yeni dışişleri bakanının, ABD’nin Avrupa’dan giderek uzaklaştığı bir ortamda Washington ve Paris ile stratejik uyum içinde dış politika yürüteceğini belirtiyor.

Bununla birlikte, derginin değerlendirmesine göre, Wadephul döneminde Berlin, kritik sektörlerdeki Çin yatırımları üzerinde daha sıkı kontrol ve AB ülkeleri arasında teknoloji ihracatı ve altyapı koruması alanında daha yakın koordinasyon konusunda ısrarcı olacak.

Sonuç olarak, Çin ile yakın bağları olan Alman sanayisinin ticari diplomasiden, öncelikle güvenliğe odaklanan ekonomik politikaya geçmesi gerekecek.

CDU lideri Friedrich Merz’in Almanya başbakanı olarak resmen atanması 6 Mayıs’ta gerçekleşecek; adaylığının Bundestag tarafından onaylanması ve ardından federal cumhurbaşkanı tarafından tasdik edilmesi gerekiyor.

Avrupa

Orbán: Ruslar NATO’ya saldırmak için çok zayıf

Yayınlanma

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, Rusya’nın Ukrayna’daki hedeflerine ulaşamadığı için NATO ülkelerine yönelik gerçek bir askeri tehdit görmediğini fakat Ukrayna’nın savaşı kaybettiğini söyledi.

Fransız kanalı LCI’ya konuşan Orbán, Rusya-Ukrayna savaşının küresel bir çatışmaya dönüşmesinden korkmadığını belirtti. “Rusların bunun için çok zayıf olduğunu, Ukrayna’yı bile yenemediklerini” ileri süren Macar lider, Rusya’nın dolayısıyla NATO’ya gerçekten saldıramayacaklarını savundu.

Bu arada, başka bir soruya yanıt olarak, Ukrayna’nın savaşı kaybettiğini ve savaşın sona erdirilmesine ilişkin gerçek müzakerelerin Rusya ile ABD arasında yapılacağını söyledi.

Macaristan lideri, “Ne Avrupa ne de Ukrayna, Rusya ile bir anlaşmaya varabilecek. Ukrayna savaşı kaybettiği için, Avrupa ise savaşa çok fazla dahil olduğu için. Ruslar ile Amerikalılar arasında bir anlaşma yapılması gerekiyor,” dedi.

Macaristan başbakanı ayrıca “Ukrayna’nın NATO veya Avrupa Birliği üyeliğine uygun olmadığını” da sözlerine ekledi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile ilişkisine ve Ulusal Birlik (RN) lideri Marine Le Pen’e verdiği desteğe de değinen Orbán, 2027’de Le Pen cumhurbaşkanı seçilirse, “şampanya patlatacağını” söyledi. Macaristan Başbakanı, Le Pen’i Fransa’daki “tek mücadele arkadaşı” olarak gördüğünün de altını çizdi.

Avrupa’nın geleceği konusunda Emmanuel Macron ile aynı fikirde olmadıklarını kaydeden Macar lider, Hristiyan geleneklerini terk ettikleri için hayıflandı ve Fransız cumhurbaşkanının AB’yi “ilerici ve liberal” bir projeye yönlendirmek istediğini savundu.

“Avrupa Birliği durgunluk içinde,” diyen Viktor Orban, Çin, Rusya ve Türkiye ile işbirliği yapmak istediğini belirtti ve “Her ülkeyi kendi kültürü ve ideolojisi üzerinden anlamak gerekir,” dedi.

“Brüksel bürokrasisine fren konulmalı,” diyen Orbán, Brüksel’in Avrupa politikasını dikte edemeyeceğini, ulusal hakları geri kazanmak gerektiğini söyledi ama “Avrupa fikrinin harika bir fikir” olduğunda ısrar etti.

Macar lider, “demografik soruna” göçmenlerin çözüm olmadığını savunarak, Avrupa’nın geleceğini “kendi kültürlerimizin, geleneklerimizin, tarihimizin” belirlemesini istedi.

Rusya’ya yönelik yaptırımların Macaristan’ı ve tüm Avrupa’yı yok ettiğini savunan Macar lider, Ukrayna’da “öncelikle ateşkes, ardından barış” gerektiğini belirtti.

“Rusların anladığı tek dilin güç dili olduğunu düşünüyorum. (…) Avrupa’nın uzun vadede güçlenmesi ve Rusya ile stratejik bir anlaşma yapılması gerekiyor,” diye devam eden Orbán, Vladimir Putin’in Macaristan’a gelmek istemesi durumunda, “gerekli tüm ağırlamanın yapılacağını” kaydetti.

Macar lider, “Ukrayna’nın tarihini Fransızlardan biraz daha iyi anladığımızı düşünüyorum. (…) Bizim düşüncemiz, Rusları sevmemiz gerekmediği, ama onlarla anlaşmalar yapmamız gerektiği yönündedir,” dedi.

Orbán, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) uluslararası tutuklama emri verdiği İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu da ağırlamıştı. Orbán’a göre, UCM “çok siyasi” hale geldi.

Okumaya Devam Et

Avrupa

Avrupa Komisyonu, Almanya’ya karşı dava açmaları için STK’lara gizlice para ödemiş

Yayınlanma

Alman medyasında yer alan haberlere göre, Avrupa Komisyonu çevreci sivil toplum kuruluşlarını (STK), Almanya’nın sanayisini ve enerji politikasını hedef alan davalar açmaları için gizlice finanse etti. Welt am Sonntag gazetesinin ulaştığı belgeler, Brüksel’in ‘yeşil gündemi’ bağımsız aktivizm görünümü altında ilerletmek için STK’lara milyonlarca avro aktardığını ortaya koydu. Komisyon iddiaları reddederken, belgelerin daha önce ortaya atılan şüpheleri doğruladığı belirtiliyor.

Alman Welt am Sonntag gazetesinin ulaştığı Avrupa Komisyonu iç belgeleri, Brüksel’in yeşil gündemi bağımsız aktivizm adı altında ilerletmek için çevreci sivil toplum kuruluşlarını (STK) gizlice finanse ettiğini ortaya koydu.

2022 yılında imzalanan bir dizi gizli sözleşmeyle, AB bütçesinden milyonlarca avro, özellikle Almanya’daki kömürle çalışan termik santrallere, kimya endüstrisine ve Berlin’in desteklediği bazı dış ekonomik girişimlere karşı dava açılması ve kampanya yürütülmesi için STK’lere yönlendirildi.

Komisyon iddiaları reddetse de, belgelerin daha önce 2024 yılı sonlarında ortaya çıkan şüpheleri doğrular nitelikte olduğu belirtildi.

Brüksel’den STK’lara özel talimatlar

Gazetenin haberine göre, Avrupa Komisyonu ve aktivistler arasındaki çalışma sadece bir anlaşmadan ibaret değildi; Brüksel’deki yetkililer ve STK çalışanları eylemleri yakın bir şekilde koordine ediyordu.

Sözleşmelerde, kimlere kaç lobi mektubu gönderileceği, sosyal medyada hangi gönderilerin paylaşılacağı ve hangi Avrupa Parlamentosu üyeleriyle görüşmeler yapılması gerektiği gibi ayrıntılara bile yer verildiği iddia edildi.

Aktivistlerin görevleri arasında, belirli projelerin yanı sıra Avrupa Parlamentosu içinde lobi faaliyetleri yürütmek de bulunuyordu.

Gazete, AB topraklarında pestisit ve kimyasal madde kullanımının düzenlenmesine ilişkin oylamayı örnek gösterdi. STK’lerin proje başına 700 bin avroya kadar ödenek alabildiği kaydedildi.

Hedefteki Alman sanayisi

Almanya’da Avrupa fonlarından doğrudan yararlananlar arasında, ülkenin sanayi ve enerji politikalarını agresif bir şekilde eleştirmeleriyle bilinen kuruluşlar yer aldı.

Örneğin, 2018’den beri çok sayıda dava yoluyla Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattı projesini durdurmaya çalışan hukuk grubu ClientEarth, 2023 yılında Alman kömür santrallerine karşı dava hazırlaması için Brüksel’den 350 bin avro aldı. Belirtilen amaç, işletmeciler üzerindeki “mali ve hukuki baskıyı” artırmaktı.

Bir diğer örnek ise, Avrupa Komisyonu’nun talebi üzerine AB ile MERCOSUR ülkeleri arasında yapılacak serbest ticaret anlaşmasına karşı aktif bir kampanya başlatması istenen Friends of the Earth örgütü oldu.

Almanya bu anlaşmanın en büyük destekçilerinden biriyken, Fransa karşı çıkıyordu. Bu durum, bir Avrupa Komisyonu yapısının bir anlaşmayı engellemeye çalışırken, diğerinin Latin Amerika ülkeleriyle müzakerelerde ilerlemek için her türlü çabayı göstermesi gibi paradoksal bir tablo ortaya çıkardı.

Komisyon suçlamaları reddediyor

Haberin yayınlanmasının ardından Avrupa Komisyonu, suçlamaları reddetmekte gecikmedi. Cumartesi günü Welt am Sonntag‘ın haberine yanıt olarak yapılan açıklamada, STK’lerle herhangi bir “gizli sözleşme” olmadığı belirtildi.

Bir Komisyon sözcüsü Euronews‘e yaptığı açıklamada, “Medyadaki iddiaların aksine, Avrupa Komisyonu ile sivil toplum kuruluşları arasında gizli sözleşmeler bulunmamaktadır. Komisyon, STK’lerin finansmanı söz konusu olduğunda yüksek düzeyde şeffaflık göstermektedir,” dedi.

STK’ler de siyasi güdümlü müdahale suçlamalarından uzak durmaya çalışıyor. ClientEarth’ün Almanya ofisi başkanı Christiane Gerstetter, tahsis edilen fonların “Almanya ofisindeki personel ve işletme giderlerinin kısmen finansmanı” için kullanıldığını ve “LIFE programı hibesinden tek bir avronun bile dış mahkeme masraflarını karşılamak için kullanılmadığını” belirtti.

2024 yılında kuruluş, Alman hükümetine karşı hava kirliliği kontrol politikalarına uymadığı gerekçesiyle açtığı bir davayı ilk kez kazanmıştı.

Milyarlarca avroluk LIFE programı mercek altında

Çevreci STK’lerin finansmanı, 2021-2027 dönemi için 5,4 milyar avro bütçe ayrılan LIFE programı aracılığıyla gerçekleştiriliyordu.

Bu paranın, sürdürülebilir kalkınma alanındaki projeleri hayata geçirmeleri için STK’lere ve çevre enstitülerine rekabetçi bir temelde hibe olarak dağıtılması gerekiyordu.

Ancak bu sistemin etkinliği ve şeffaflığına dair şüpheler ilk olarak 2024’ün sonlarında ortaya çıktı. O dönemde Avrupa Parlamentosu’ndaki en büyük gruba sahip olan Avrupa Halk Partisi (EVP), Brüksel’in LIFE programını kendi gündemini, özellikle de çevre yasalarını ilerletmek için kullandığından şüphelenmişti.

AB bütçesinin yıllık parlamento denetimi çerçevesinde grup milletvekilleri, 2022 ve 2023 yıllarına ait bazı STK sözleşmelerini inceleyerek, hangi Avrupa Parlamentosu milletvekilleriyle ne konuşulması gerektiğine dair doğrudan talimatlar içerdiğini tespit etti.

Patlak veren skandal sonucunda Avrupa Komisyonu, fon tahsis etme yaklaşımını yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı.

Politico‘nun haberine göre, Kasım 2024’te bir dizi STK’ye e-posta yoluyla artık Avrupa paralarını propaganda ve lobi faaliyetleri için harcayamayacakları bildirildi.

Bu yılın ocak ayında ise Avrupa Komisyonu’nun Bütçeden Sorumlu Üyesi Petr Sefarin, LIFE fonlarının bir kısmının amacına uygun harcanmadığını kabul etti.

Nisan ayında Avrupa Sayıştayı, yürüttüğü soruşturma sonucunda Avrupa Birliği değerlerinin ihlal edilmediğini ancak STK’lere sağlanan finansmanın şeffaf olmadığını kabul etti.

Şubat ayında Avrupa Parlamentosu’ndaki birkaç grup, LIFE programı finansmanının 2025 yılı için bir kısmını dondurmaya çalıştı.

Bu girişim, lobi faaliyeti yürüten 30 çevreci STK’ye ayrılan toplam tutarın yaklaşık yüzde 70’ine denk gelen 15,6 milyon avroluk ödemenin askıya alınmasını içeriyordu.

Programın 776 milyon avroluk genel bütçesi düşünüldüğünde bu hamle, programın tamamına yönelik bir tehditten çok siyasi bir sinyal niteliğindeydi.

Fakat bu durum, LIFE programına olan desteğin Avrupa Parlamentosu içinde bile ne kadar kırılgan hale geldiğini gösterdi. İlgili komitede dondurma teklifi 40’a karşı 41 oyla reddedilirken, genel kurul oylamasında da çoğunluk sağlanamadı.

Ortaya çıkan yeni belgelerin bu konuyu yeniden gündeme getirebileceği ve LIFE programı için daha kötü beklentilere yol açabileceği düşünülüyor.

Okumaya Devam Et

Avrupa

AB, Rus petrolüne tavan fiyatı düşürüyor ve Kuzey Akım’ı yasaklıyor

Yayınlanma

Avrupa Birliği, Rusya’ya karşı 18. yaptırım paketini hazırlıyor. Bu paketle Rus petrolüne uygulanan tavan fiyatın 60 dolardan 45 dolara düşürülmesi ve Kuzey Akım boru hatları dahil Rus enerji altyapısının işletilmesinin yasaklanması planlanıyor.

Avrupa Birliği (AB), Rusya’ya karşı hazırladığı 18. yaptırım paketinin ana maddeleri olarak, ülkenin petrol gelirlerini sınırlamayı ve Kuzey Akım boru hatlarının yeniden faaliyete geçmesini engellemeyi hedefliyor.

Avrupa Komisyonu ayrıca, 190 milyar avro Rus döviz rezervinin dondurulduğu Belçika’yı Moskova’dan gelebilecek olası davalara karşı korumaya çalışacak.

Ukrayna’daki barış sürecinin duraksaması zemininde hazırlanan yeni yaptırım önerilerini Avrupa Komisyonu’nun Salı günü sunmayı planladığı belirtildi.

Financial Times gazetesine konuşan ve konuya yakın üç kişinin aktardığına göre, pakette Rus petrolüne uygulanan tavan fiyatın mevcut 60 dolardan 45 dolara düşürülmesi yer alıyor.

Ayrıca, Kuzey Akım boru hatları da dahil olmak üzere Rus enerji altyapısının işletilmesine yasak getirilmesi öngörülüyor.

Almanya’dan Kuzey Akım’a tam yasak

Kuzey Akım boru hatlarının yasaklanması konusunda Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Almanya’nın yeni Şansölyesi Friedrich Merz daha önce anlaşmaya varmıştı.

Şansölye Merz, Rus ve Amerikalı iş insanlarının Kuzey Akım-2’nin kalan hattını faaliyete geçirme olasılığını görüştüğü ve Almanya’nın doğu eyaletlerindeki bazı siyasetçi ve sanayicilerin Ukrayna’da barış sağlanması halinde Gazprom’dan alımlara geri dönmekten bahsettiği yönündeki haberler üzerine, Moskova ile potansiyel gaz işbirliğinin faydalarına ilişkin her türlü tartışmayı bastırmayı amaçlıyor.

ABD’nin çelişkili tutumu

AB ve ABD, Rusya’yı barış müzakerelerine zorlamak amacıyla ek ekonomik baskı uygulamak istiyor. Ancak Washington’ın bu konuda çelişkili bir tutum sergilediği görülüyor.

Başkan Donald Trump geçen hafta Merz ile yaptığı görüşmede Rusya ve Ukrayna’yı, ayrılmadan önce kavga etmelerine izin verilmesi gereken çocuklara benzetmişti.

Öte yandan, Senato’da Rus enerji kaynaklarını satın alan ülkelere karşı yüzde 500’lük gümrük vergisi getirilmesini öngören yasa tasarısı hazırlandı.

Ancak yönetimin yaptırımları sıkılaştırma konusundaki isteksizliği nedeniyle senatörler, yasa tasarısının onay sürecini başlatma çabalarını son günlerde zayıflattı.

Financial Times’ın haberine göre, yeni yaptırım paketi kapsamında ek Rus bankaları ve tankerlerinin kara listeye alınması ile Belçika’ya ikili yatırım anlaşması çerçevesinde koruma garantisi verilmesi de öngörülüyor.

İsviçre, Rusya’nın ‘gölge filosuna’ yönelik AB yaptırımlarına resmen katıldı

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English