Diplomasi
Avrupa, Orta Doğu’daki sömürgeci geçmişini görmezden geliyor

ABD’de George Floyd’un polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybetmesinin ardından halklarının sokaklara döküldüğü Avrupa ülkeleri, kanlı sömürgeci geçmişlerini yeniden hatırlamaya başladı. Avrupalılar ırkçılık ve adaletsizliği protesto ederken, aynı zamanda sömürgeci geçmişi hatırlatan heykel, büst ve müzeler de mercek altına alındı. Avrupalı liderler sömürgeci geçmişleriyle yüzleşmeye hevesli olmasalar da bu sömürgeci miras ve mirasın yarattığı tahribat gündemde. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Avrupa’nın geçmişiyle yüzleşirken Orta Doğu’nun neden ve nasıl göz ardı edildiğine odaklanıyor:
***
Avrupa Orta Doğu hariç sömürgecilik mirasıyla yüzleşmeye başladı
Gazze savaşına yönelik küresel ilginin ortasında, çok az yorumcunun Avrupa emperyalizminin İsrail-Filistin çatışmasının temellerini nasıl attığına dikkat çekmesi ilginç.
CHRISTOPHER PHILLIPS
Avrupa Parlamentosu üyeleri Avrupa Birliği’ni Avrupa sömürgeciliğinin kalıcı etkilerini ele almaya ve tersine çevirmeye çağırdı.
Yeşiller-Avrupa Özgür İttifakı tarafından önerilen bir karar tasarısı, AB’nin “Avrupa sömürgeciliğinin kalıcı etkilerini tanımak, ele almak ve düzeltmek için hiçbir ortak çaba göstermediğinden” yakınıyor ve sömürgecilik ve kölelik mirasından etkilenen devletlere tazminat ödenmesi için bir tazminat programı öneriyor.
AB tarafından kabul edilmesi önünde çeşitli engeller bulunan karar tasarısı, geçmiş sömürgecilik mirasının Avrupa ve Britanya’da nasıl hızla ana akım bir siyasi mesele haline geldiğinin bir göstergesi.
Avrupa’nın denizaşırı imparatorluklarının dağılmasından sonraki on yıllarda, bu konular nadiren kamusal tartışmalara konu oldu, genellikle öğrenciler arasındaki tartışmalara ve akademik çalışmalara indirgendi. Ancak ABD’deki Black Lives Matter hareketine verilen destek ve genel olarak eleştirel ırk çalışmalarına artan ilgiyle birlikte aktivistler siyasetçileri bu soruyla ciddi bir şekilde ilgilenmeye zorlamaya başladı.
Üniversite müfredatlarını ‘sömürgecilikten arındırma’ çabaları, öğrencilerin sömürge döneminden kalma heykellerin kaldırılmasını talep etmelerine yol açmıştı. 2020 yılında İngiltere’nin Bristol kentindeki protestocuların 17. yüzyıldan kalma bir köle tüccarının heykelini yıkmasıyla bu kampanya kampüs dışına taştı.
Benzer protestolar Fransa, Belçika, Hollanda ve Almanya’da da meydana geldi. Buna karşılık, sağdaki bazı politikacıların öncülük ettiği eşit derecede hararetli bir tepkinin olduğu görülüyor.
Kayda değer farklar
Yine de bazılarının emperyal miraslarla yüzleşmeye yönelik hevesi konusunda ilginç olan, odak noktalarındaki bir boşluk dikkate değer: Orta Doğu. Avrupa Parlamentosu karar taslağında, “Karayipler, Afrika ve Latin Amerika da dâhil birçok eski Avrupa sömürgesi, sömürgeciliğin mirasından sosyal, ekonomik ve çevresel olarak hâlâ zarar görmektedir” deniliyor.
Bu şüphesiz doğru ve sömürgeciliğin bu bölgeler üzerindeki zararlı etkilerinin hiç biri önemsiz değil, ancak aynı şey Orta Doğu’nun bazı bölgeleri için de söylenebilir.
Gerçekten de Gazze savaşına yönelik küresel ilginin ortasında, çok az politikacının ve hatta yorumcunun Avrupa emperyalizminin İsrail-Filistin çatışmasının temellerini nasıl attığına dikkat çekmesi veya İngiltere’nin (ve Fransa’nın) bazı sorumluluklar taşıdığını söylemesi ilginç.
Avrupa geçmişiyle yüzleşiyor
1492 ve 1914 yılları arasında Avrupalı devletler dünyanın %84’ünü ele geçirmişti. Tek başına İngiltere, 1920’de imparatorluğunun zirvesindeyken dünya topraklarının %24’ünde hak iddia ederken Fransa, İtalya, Portekiz, Belçika, Hollanda, Almanya, Danimarka ve İspanya geçmişte önemli sömürge topraklarına sahipti.
Bu toprakların fethi ve elde tutulması sıklıkla köleleştirme, etnik temizlik, zorunlu iskân, sömürü, toplu katliam ve savaşı içeriyordu. Buna rağmen, Avrupa hükümetleri bunu kabul etmekte isteksiz davranmış ve ataları adına herhangi bir sorumluluk üstlenmekte daha da tereddüt ettiler.
Bu mesele Avrupa halkları arasında görüş ayrılıklarına yol açtı. Birçok Avrupa ülkesinde, hükümetlerinin geçmişteki sömürgeci adaletsizlikler için özür dilemesini ve tazminat teklif etmesini talep eden hareketler görülüyor. Bu hareketler genellikle sömürgeleştirilmiş halklarla yakın ya da uzak ata bağları olan vatandaşları kapsıyor.
Diğer taraftan, bazı sağ eğilimli siyasi gruplar da buna karşı çıkıyor. Küçük bir grup, imparatorluk hükümetleri tarafından modern altyapının inşa edilmesi gibi algılanan faydaların altını çizerek imparatorluğu savunurken, daha büyük bir grup ise modern hükümetlerin uzak seleflerinin davranışlarından sorumlu tutulmaması gerektiğini iddia ediyor.
Bugünün standartlarının geçmişteki aktörleri yargılamaması gerektiği görüşü de var. Hollandalı tarihçi Sander Philipse, The Guardian’a şunları söyledi: “Genel kanı hâlâ şu: Biz yaptık, uzun zaman önceydi, herkes yapıyordu, o kadar da ciddi değil, özür dilenecek bir şey yok.”
Çoğu hükümet bu konuda ince bir çizgide yürümeye çalıştı. Bir yandan, çoğu lider bunun yurtdışında hassas bir konu olduğunu bilecek kadar anlayışlı, zira Avrupalı olmayan devletlerin çoğu bir şekilde Avrupa sömürgeciliğine maruz kalmış ve bunun getirdiği acıların kabul edilmesini bekliyor.
Öte yandan, birkaç istisna dışında, Avrupalı liderler suçun tam olarak kabul edilmesinin tazminat için yasal taleplere yol açabileceğinin bilincindedirler ve bu talepleri karşılamakta isteksizler.
Yine de son yıllarda kayda değer bir değişim yaşandı.
Hollanda Kralı 2020’de eski sömürgesi olan Endonezya’yı ziyareti sırasında ülkesinin geçmişte uyguladığı “aşırı şiddet” nedeniyle özür diledi. İngiltere Kralı Charles da Ekim 2023’te Nairobi’yi ziyareti sırasında sömürge döneminde Kenya’da İngiliz askerleri tarafından işlenen “iğrenç ve haksız şiddet eylemlerinden” üzüntüyle bahsetti.
Diğer değişimler kültürel düzeydedir. Bir zamanlar Kral Leopold’un Kongo’daki kolonisinden getirilen sömürge tebaasından oluşan bir ‘insan hayvanat bahçesi’ barındıran Belçika’nın Gryseels müzesi, Belçika’nın sömürgeci geçmişini eleştiren sergilere ev sahipliği yaptı.
Benzer şekilde, Birleşik Krallık müzelerinin bazı eserleri emperyalistler tarafından yağmalandıkları orijinal yerlerine iade etmesine ilişkin tartışmalar da giderek artıyor.
Muhtemelen Almanya bu konuda en ileri düzeyde olan ülke. Batı Almanya’nın 1952 yılında İsrail ile imzaladığı tazminat anlaşması başta olmak üzere, Nazi seleflerinin işlediği pek çok suçu uzun süredir kabul eden Berlin için bir emsal teşkil ediyor.
Yakın zamanda, akademik ve siyasi dikkatler Almanya’nın Nazi öncesi dönemine, özellikle de Namibya’yı sömürgeleştirmesine çekildi. Alman Dışişleri Bakanı 2015 yılında, 20. yüzyılın başlarında Namibya’da yaptıklarının “savaş suçu ve soykırım” olarak anılması gerektiğini söyleyerek Berlin’in suçluluğunu resmen kabul etmiş gibi göründü.
Orta Doğu istisnası
Bu kademeli değişimlere rağmen, eleştirmenler hızın çok yavaş olduğunu, dolayısıyla Yeşiller-Avrupa Özgür İttifakı’nın konuyu AB içinde (ancak İngiltere’de değil) zorlama çabalarını savunuyor. Ancak bu çabaların bile dikkate değer bir kör noktası var: Orta Doğu.
Bölge, dünyanın diğer bölgelerine kıyasla geç sömürgeleştirildi. Bu süreç İngiltere’nin 19. yüzyılda Körfez’e ve Mısır’a girmesi ve Fransa ve İngiltere’nin de Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap topraklarını paylaşmasıyla tamamlandı.
Yine de hem Ortadoğulular hem de Batılı emperyalizm akademisyenleri bu sınırlı sömürge deneyiminin kalıcı bir etkisi olduğu konusunda hemfikir.
1918’den sonra bölünen bölge, sadece son zamanlarda şiddetli istikrarsızlıklara ev sahipliği yaptığı için değil, aynı zamanda yerli halkın bölünmeye bu kadar kararlı bir şekilde karşı çıkması nedeniyle de özel bir incelemeye tabi tutuldu.
1919 Amerikan King-Krane Komisyonu Lübnan, Filistin ve Suriye topraklarında nüfusunun ezici çoğunluğunun, tüm bölgeleri tek bir bağımsız demokratik krallıkta birleştiren ve Siyonist proje olmaksızın, birleşik bir Büyük Suriye istediği sonucuna vardı ancak görmezden gelindi.
Osmanlı mirası, sosyo-ekonomik gelişmeler, Soğuk Savaş müdahaleleri, yerel liderlerin kararları ve yabancı güçlerin müdahaleleri gibi diğer faktörlerin de rol oynadığı düşünüldüğünde, Lübnan, Suriye, Irak ve İsrail-Filistin’deki çatışmaları tamamen sömürgeciliğe bağlamak tembel bir genelleme olur. Ancak çoğu uzman Avrupa emperyalizminin daha sonra yaşanan acıların temelini attığı konusunda hemfikir.
Filistin buna bir örnek. İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kontrolü ele geçirme ve Avrupalı Yahudilerin manda yönetimine göçünü kolaylaştırma kararı, İsrail-Filistin çatışmasının koşullarını yaratmaya yardımcı oldu.
İngiliz birlikleri 1917’de Kudüs’e ilk girdiklerinde Yahudi nüfusu %10’du; 1947’de ayrıldıklarında ise bu oran %32’ye yükselmişti.
Filistinli akademisyen Rashid Khalidi, İngiltere’nin Filistinlilerin 1936-9 isyanını bastırmak için Yahudi milislerin eğitilmesine ve silahlandırılmasına nasıl yardım ettiğini, Arap tarafını zayıflatırken rakiplerini gelecekteki bağımsızlık savaşı için güçlendirdiğini belirtmiştir.
İsrail-Filistin çatışması karmaşık olsa da ve barış sürecinin başarısızlığına ve Gazze’de devam eden savaşa yol açan diğer müteakip faktörler olsa da birçok Filistinli, haklı olarak yetkilerinin ellerinden alınmasının başlangıç noktası olarak İngiliz emperyalizmine işaret ediyor.
Lübnan ve Suriye, Avrupa sömürgeciliğinin olumsuz deneyimlerinin diğer örnekleri. Lübnan’da Fransa kendisini Maruni Hıristiyan toplumunun koruyucusu olarak gördü ve bu nedenle Lübnan’ın Maruni olmayan diğer gruplarına kıyasla nüfusu azalsa bile müttefiklerini baskın bir konumda tutacak mezhepsel temsile dayalı bir siyasi sistem kurdu.
Bu siyasi sistemin kusurları 1958 ve 1975-90 yıllarında iki iç savaşa yol açtı ve muhtemelen Lübnan’ın bugün yaşadığı siyasi felce ve mali krize katkıda bulundu. Aynı şekilde Suriye’de de Fransızlar, Sünni olmayan azınlık gruplarını orduya katılmaya teşvik ederek bölmeye ve yönetmeye çalıştı.
Fransa 1946’da ülkeyi terk ettiğinde, bu durum siyasete düzenli olarak müdahale eden ordunun azınlık grupların hakimiyetine girmesini ve tek bir grubun; Alevilerin, hâkim olmasını sağladı. Suriye’de 2011’de başlayan iç savaşın tek nedeni bu olmasa da Fransız sömürgeciliğiyle ilişkilendirilebilecek bir rol oynadı.
Benzer bir hikâye Irak’ta da yaşandı. İngiltere 1921’de Arap Şiilerin çoğunlukta olduğu yeni bir devlet kurdu ancak Osmanlı döneminde geleneksel olarak hüküm süren Sünni Arapları güçlendirdi. Bu eğilim bağımsızlıktan sonra da devam etti ve 2003 yılında Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra mezhepsel şiddete dönüşen gerginliklere katkıda bulundu.
Yine, sömürgecilik oyundaki tek faktör olmaktan çok uzak. Ancak Orta Doğuluların isimlerini ‘sosyal, ekonomik ve çevresel açıdan sömürgeciliğin mirasından hâlâ acı çeken’ bölgeler listesine eklemeye her türlü hakkı var.
Bir sorumluluk meselesi
Bazı Avrupalı aktivistler, Orta Doğu devletlerini Avrupa sömürgeciliğinin tazmin edilecek kurbanları listesine dahil etmeye istekli olsalar da Batılı liderlerin bunu kabul etmesi pek olası görünmüyor.
Daha önce de belirtildiği üzere, kölelik gibi daha tartışmasız tarihsel yanlışlarda bile, başka yerlerdeki sömürge miraslarının sorumluluğunu kabul etme konusunda zaten isteksizler. Bu nedenle, son derece tartışmalı Orta Doğu’daki tarihi eylemler için özür dilemeyi düşünmek konusunda muhtemelen daha da isteksiz olacaklar.
Ancak yine de meşum bir sessizlik sürüyor. Britanya da dahil olmak üzere Avrupalı liderler, ister Birleşik Krallık’ın Irak’a müdahaleleri olsun, ister Fransa’nın Lübnan’a mali yardım sağlama girişimleri olsun, ister IŞİD karşıtı koalisyonlarda yer alan çok sayıda devlet olsun, son yıllarda Orta Doğu’da kendilerini kanıtlamış istekli aktörler oldular.
Birçok Avrupalı benzer şekilde mevcut Gazze savaşında İsrail’e destek verirken, başta Fransa olmak üzere bazıları da ateşkesi desteklemeye başladı. Ancak hiçbiri devletlerinin içinde bulundukları krizlere katkıda bulunan tarihsel rolleriyle yüzleşmeye ya da bunları kabul etmeye istekli görünmüyor ve başka yerlerdeki sömürgeci mirasların aksine, aktivistlerden bunu düzeltmek için sadece sınırlı bir baskı var.
Öyle görünüyor ki, Avrupalılar geçmiş emperyal mirasları için gerçekten suçluluk ve sorumluluk kabul etmeye başlarlarsa, Orta Doğu tartışmalarda öne çıkmayacak.
Diplomasi
Dünya Bankası: Küresel ekonomi en kötü on yıla doğru ilerliyor

Dünya Bankası tarafından yayınlanan yeni analize göre, küresel iktisadi büyüme 1960’lardan bu yana en zayıf on yılına doğru ilerliyor.
Analizde, ABD Başkanı Donald Trump’ın ticaret savaşının dünya ekonomilerini etkileyen en önemli faktörlerden biri olduğu belirtiliyor.
Dünya Bankası, salı günü yayınladığı raporda, Trump’ın ABD’nin ticaret ortaklarına uyguladığı yeni gümrük vergilerinin, dünya çapındaki resesyonları hesaba katıldığında, küresel iktisadi büyümeyi 2008 finansal krizinden bu yana en düşük seviyesine indireceğini öngörüyor.
Washington merkezli kurum, gümrük vergileri nedeniyle yeni bir küresel resesyon beklemiyor, ama basın açıklamasında, küresel büyüme tahminlerinin bu yıl ve gelecek yıl gerçekleşmesi halinde, 2020’lerin ilk yedi yılında ortalama küresel büyümenin, 1960’lardan bu yana en yavaş on yıl olacağına dikkat çekti.
Dünya Bankası raporunda, bu yılki küresel GSYİH büyüme tahminini ocak ayında yaptığı %2,7’den %2,3’e düşürdü. Bu tahmin, dünya çapındaki gümrük vergilerinin mayıs ayı sonundaki seviyelerinde kalacağı varsayımına dayanıyor.
Bu durum, dünya ekonomisini, 2009’daki finansal krizin ardından yaşanan ilk küresel resesyon ve 2020’deki koronavirüs pandemisinin ilk yılı olan ikinci küresel resesyon hariç, 17 yılın en zayıf büyüme hızına doğru sürüklüyor.
Dünya Bankası verilerine göre, bu yıllarda küresel iktisadi büyüme sırasıyla %1,3 ve %2,9 oranında daralmıştı.
Kurumun raporunda, “Gümrük vergilerindeki keskin artış ve bunun sonucunda ortaya çıkan belirsizlik, dünya ekonomilerinin çoğunda geniş tabanlı bir büyüme yavaşlamasına ve görünümün bozulmasına katkıda bulunuyor,” denildi.
“Ticaret geriliminin artmasıyla ortaya çıkan kargaşa”nın, tüm bölgelerde ve gelir gruplarında dünya ekonomilerinin yaklaşık %70’i için büyüme tahminlerini düşürmesine neden olduğunu da ekleyen kurum, gelişmekte olan ekonomilerde beklenen yavaşlamanın, artan kamu borç seviyeleri gibi uzun vadeli eğilimlerden de etkileneceğini belirtti.
Fitch Ratings salı günü, gümrük vergisi artışlarının ve ticaret politikasındaki belirsizliğin etkisini gerekçe göstererek, bu yıl küresel devlet tahvillerine ilişkin görünümünü “nötr”den “kötüye gidiyor”a düşürdüğünü açıkladı.
Kredi derecelendirme kuruluşu raporunda, “Küresel ticaret savaşının tırmanması, gümrük vergilerinin ne zaman sona ereceğine ve bunların küresel ticaret hacimleri, tedarik zincirleri, yatırımlar ve uluslararası ilişkiler üzerindeki etkisine ilişkin belirsizlik, küresel ekonomi için önemli bir olumsuz şok oluşturuyor,” dedi.
Ocak ayında göreve yeniden gelen Trump, Amerika’nın ticaret ortaklarının çoğuna ve otomobiller ve çelik gibi önemli mallara ithalat vergilerini artırdı.
Washington ile bir anlaşma sağlanamadığı takdirde, 9 Temmuz’dan itibaren ABD’nin birçok ticaret ortağına cezai nitelikte yüksek “karşılıklı gümrük vergileri” uygulanacak. Bu vergiler, geçen ay yasal bir engele takılmıştı.
Diplomasi
Trump’tan Netanyahu’ya: İran’a saldırı planını gündeminden çıkar

Trump’ın İran’la nükleer görüşmelerin sonlanmasını isteyen Netanyahu’ya “İran’a saldırı planını gündemden çıkar. Diplomatik yolları sonuna kadar kullanmak istiyorum” dediği belirtildi. İsrail tarafı ise “sürpriz olmayacağı” yönünde ABD’ye güvence verdi.
ABD Başkanı Donald Trump, pazartesi günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı telefon görüşmesinde, İsrail’in İran’a yönelik olası bir saldırısı için “yeşil ışık” yakmadığını söyledi. Trump, Netanyahu’dan askeri seçeneği gündemden kaldırmasını istedi. Netanyahu ise Trump’a verdiği yanıtta, İran’ın hem uluslararası toplumu hem de ABD’yi “aldattığını” ve zaman kazanmaya çalıştığını ileri sürdü.
Trump, Beyaz Saray’daki bir ekonomi etkinliğinde Netanyahu ile telefon görüşmesine ilişkin gazetecilere yaptığı açıklamada, “Birçok konuyu görüştük, çok iyi bir konuşmaydı. Ne olacağını göreceğiz” dedi. İran konusunda “çok yoğun çalıştıklarını” belirten Trump, “Zor bir mesele… İranlılar çok iyi müzakereciler” ifadelerini kullandı.
ABD’nin, İsrail ile İran konusundaki işbirliğini askıya aldığı iddiası
Ancak sızan ayrıntılar, görüşmenin hem İran hem de Gazze’de devam eden savaş konusunda gergin geçtiğini gösteriyor. Trump, Netanyahu’ya Gazze savaşının “artık bittiğini” ve sona erdirilmesi gerektiğini söyledi. Savaşın sonlandırılmasının, İran ile yürütülen müzakerelere ve Suudi Arabistan’la normalleşme sürecine de katkı sağlayacağını vurguladı. Bir kaynak, Ynet News’e Trump’ın mesajını şöyle özetledi: “Bu işi bitirin. Savaş uzamasın.”
İsrail: Sürpriz olmayacak
Nükleer müzakerelerde herhangi bir ilerleme sağlanamasa da Trump’un görüşmelerin sonlanmasını isteyen Netanyahu’ya “İran’a saldırı planını gündemden çıkar. Bu, müzakerelere yardımcı olmuyor. Diplomatik yolları sonuna kadar kullanmak istiyorum, zor olsalar bile. Onlarla nasıl konuşulacağını biliyorum” dediği belirtildi.
İki lider, İran’la yürütülecek nükleer görüşmelerin altıncı turu öncesinde Mossad Başkanı David Barnea ile İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer’in, müzakerelerde ABD’yi temsil eden Steve Witkoff ile bir araya gelmesi konusunda anlaştı. İsrail tarafı, “sürpriz olmayacağı” yönünde güvence verdi.
Trump: İran artık daha agresif
Trump, daha önce Fox News’e verdiği demeçte İran’ın müzakerelerde “çok daha agresif” bir tavır sergilemeye başladığını söylemişti. “Sadece birkaç gün öncesine kıyasla davranışları çok farklı. Bu beni şaşırttı, hayal kırıklığına uğrattı” diyen Trump, tarafların ertesi gün yeniden bir araya geleceğini belirtmişti. Ancak İranlı yetkililer, müzakerelerin bir sonraki turunun 15 Haziran Pazar günü başlayacağını açıkladı. Görüşmelere daha önce olduğu gibi Umman arabuluculuk yapıyor.
ABD ve İsrail arasında İran gerginliği: Telefonda hararetli tartışma
Aynı demeçte Trump, uranyum zenginleştirme faaliyetlerini yeni bir anlaşmanın önündeki en büyük engel olarak tanımladı. Tahran’a açık bir uyarıda bulunan Trump, “İran, kabul edilemeyecek taleplerde bulunuyor. Vazgeçmeleri gereken şeylerden vazgeçmiyorlar. Zenginleştirme ısrarını sürdürüyorlar. Şu anda anlaşmaya hazır değiller. Bunu söylemek istemem ama alternatifi çok kötü” dedi.
CENTCOM alternatif planlar hazırladı
Bu arada, ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Michael Kurilla, müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda İran’a yönelik askeri müdahale için Trump ve Savunma Bakanı Pete Hegseth’e çeşitli senaryolar sunduklarını açıkladı.
İran ise pazartesi günü yaptığı açıklamada, ABD’nin sunduğu yeni nükleer anlaşma şartlarına karşılık bir “karşı teklif” sunacağını duyurdu. Tahran, uranyum zenginleştirme faaliyetlerinden vazgeçmeyeceğini yineleyerek bunun kendileri için “kırmızı çizgi” olduğunu belirtti. Trump, karşı teklifin henüz ulaşmadığını, ancak haftanın ilerleyen günlerinde yapılacak görüşmelerde değerlendirileceğini söyledi.
Diplomasi
ABD ve Çin, ihracat kısıtlamalarını hafifletmek ve ateşkesi sürdürmek için anlaşmaya vardı

ABD ve Çin yetkilileri, ticaret ateşkesini yeniden rayına oturtmak ve Çin’in nadir toprak mineralleri ve mıknatıslara uyguladığı ihracat kısıtlamalarını çözmek için bir çerçeve üzerinde anlaştılar. ABD Ticaret Bakanı Howard Lutnick, Londra’da iki gün süren yoğun müzakerelerin ardından salı günü yaptığı açıklamada bu bilgiyi verdi.
Lutnick gazetecilere verdiği demeçte, çerçeve anlaşmasının, Çin’in kritik minerallerin ihracatına getirdiği kısıtlamalar nedeniyle aksayan misilleme gümrük vergilerini hafifletmek için geçen ay Cenevre’de varılan anlaşmaya “somut içerik” kazandırdığını söyledi. Anlaşma ayrıca, yakın zamanda yürürlüğe giren bazı ABD ihracat kısıtlamalarını da kaldıracak.
Lutnick, “Cenevre konsensüsünü ve iki başkanın görüşmesini uygulamak için bir çerçeveye vardık” dedi ve ekledi: “Fikir, geri dönüp Başkan Trump ile konuşmak ve onun onayladığından emin olmak. Onlar da geri dönüp Başkan Xi ile konuşacak ve onun onayladığından emin olacaklar. Onaylanırsa, çerçeveyi uygulayacağız.”
ABD ve Çin’in üst düzey ekonomi yetkilileri, üç haneli rakamlara ulaşan gümrük vergilerini düşüren Cenevre anlaşmasını bozma tehdidi oluşturan karşılıklı ihracat kısıtlamalarını hafifletecek bir anlaşma için bastırıyordu.
Ayrı bir brifingde, Çin Ticaret Bakan Yardımcısı Li Chenggang da, ABD ve Çin liderlerine sunulacak bir ticaret çerçevesinin üzerinde anlaşmaya varıldığını söyledi.
Li, gazetecilere verdiği demeçte, “İki taraf, 5 Haziran’daki telefon görüşmesinde iki devlet başkanının ulaştığı mutabakat ve Cenevre toplantısında varılan mutabakatın uygulanması için ilke olarak bir çerçeveye ulaştı” dedi.
Li, “Umarız, Londra toplantısında kaydedilen ilerleme, Çin ve ABD arasında güvenin güçlendirilmesine, iki ülke arasında ekonomik ve ticari bağların sağlıklı ve istikrarlı gelişimine katkı sağlar” diye ekledi.
Li, görüşmelerde ne yönde ilerleme kaydedildiğine ilişkin detay vermezken, tarafların ülke liderlerinin onayının ardından uzlaşmanın içeriğini duyurması bekleniyor.
Lutnick, Çin’in ABD’ye nadir toprak mineralleri ve mıknatıs ihracatına getirdiği kısıtlamaların çerçeve anlaşmasının “temel” bir parçası olarak çözüleceğini söyledi.
Lutnick, “Ayrıca, bu nadir topraklar gelmediğinde Amerika Birleşik Devletleri’nin uyguladığı bir dizi önlem vardı. Bunların, Başkan Trump’ın da söylediği gibi, dengeli bir şekilde kaldırılmasını beklemelisiniz” dedi.
Londra ev sahipliğinde
ABD ve Çin’in, karşılıklı tarife artışlarıyla tırmanan ticaret geriliminin çözümü için başlattığı müzakerelerin yeni turu, 9-10 Haziran’da İngiltere’nin başkenti Londra’da Buckingham Sarayı’na yürüme mesafesindeki Lancaster House adlı hükümet konağında yapıldı.
İngiltere hükümetinin 39.000 şişelik şarap mahzenine de ev sahipliği yapan tarihi mekan, iki ekonomik süper güç arasındaki görüşmeler için tarafsız bir zemin olarak İngiliz hükümeti tarafından sağlandı.
Müzakerelerde ABD tarafını Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Bakanı Howard Lutnick ve Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer, Çin tarafını ise Ekonomik İlişkilerden Sorumlu Başbakan Yardımcısı He Lifeng, Ticaret Bakanı Wang Wentao ve Uluslararası Ticaret Temsilcisi Li Li Chenggang temsil etti.
Cenevre sonrası
Londra’daki toplantı, Cenevre’de 90 günlük ateşkes anlaşmasının imzalanmasından bu yana He ve Bessent’in ilk yüz yüze görüşmesi oldu.
Yüksek riskli müzakereler, iki zorlu konunun — Çin’in ABD’ye nadir toprak ihracatı ve ABD’nin Çin’e teknoloji ihracatı kontrolleri — daha geniş kapsamlı görüşmeleri rayından çıkarmaması için başlatıldı.
Cenevre’deki ilk tur görüşmeler öncesinde Bessent, her iki tarafın birbirine uyguladığı yüksek gümrük vergilerinin ikili ticarete ambargo anlamına geldiği uyarısında bulunmuştu. Riskleri vurgulayan Çin’in ABD’ye ihracatı, mayıs ayında yıllık bazda 2020’deki pandemiden bu yana en keskin düşüşünü yaşadı.
ABD, Çin’i Cenevre’de nadir toprak elementleri ihracatındaki kısıtlamaları hafifleteceği yönündeki taahhüdünü yerine getirmediğini suçlarken, Pekin ise Washington’a teknolojiyle ilgili ihracat kontrollerini kaldırması için baskılarını artırdı. Çin, ABD’nin Cenevre toplantısının ardından yeni kısıtlamalar açıklamasına da sert tepki gösterdi.
ABD, Çin’i savunma, otomotiv ve teknoloji sektörleri için hayati önem taşıyan nadir toprak elementlerinin sevkiyatlarının onaylanmasında ayak sürmekle suçladı. Onayların yavaşlığı, ABD ve Avrupa’daki üretim tedarik zincirlerini etkiledi.
Pekin ise Washington’u, Huawei çiplerinin küresel olarak kullanılmasına ilişkin yeni uyarılar yayınlayarak, Çinli şirketlere çip tasarım yazılımı satışını durdurarak ve Çinli öğrencilerin vizelerini iptal ederek Cenevre anlaşmasını “ciddi şekilde ihlal etmekle” suçladı.
Pazartesi günü, üst düzey bir Beyaz Saray yetkilisi, Pekin’in nadir toprak elementlerinin ihracatını hızlandırmayı kabul etmesi halinde Trump’ın Çin’e çip satışındaki kısıtlamaları hafifletebileceğini belirtti.
Bu, Joe Biden yönetiminin, Çin’in ABD teknolojisini elde etme kabiliyetini kısıtlamak için “küçük bahçe, yüksek çit” olarak adlandırdığı yaklaşımı uygulamasından önemli bir politika değişikliği anlamına gelir.
-
Görüş2 hafta önce
Trump’ın Rusya-Ukrayna barışını teşvik girişimi stratejik açmaza dönüştü
-
Dünya Basını2 hafta önce
Tantura katliamı: İsrail’in örtbas ettiği savaş suçu
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1
-
Avrupa1 hafta önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Görüş1 hafta önce
ABD Dışişleri’nin Avrupa eleştirisi ne anlama geliyor?
-
Rusya1 hafta önce
Ukrayna’dan Rus stratejik bombardıman üslerine kamyonlardan kalkan İHA’larla saldırı
-
Dünya Basını2 hafta önce
FP: ABD anlaşma değil teslimiyet istiyor
-
Görüş1 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2