DÜNYA BASINI
Richard Haass yazdı: Ukrayna’da başarıyı yeniden tanımlamak
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse
Çevirmenin notu: Ukrayna’nın haziran ayında rötarlı olarak başlattığı karşı taarruzun başarısızlığa uğradığını artık Biden yönetimi ve Amerikan basını hariç herkes kabul ediyor. Geçen haftalarda The Economist’e mülakat veren Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeriy Zalujnıy, durumun pek iç açıcı olmadığını beklenmedik düzeyde dürüst bir biçimde izah etmişti. Son makalelerin de gösterdiği üzere bu durum artık Batı’da da gizlenmiyor.
Dünyanın en önemli düşünce kuruluşlarından olan Council on Foreign Relations’taki (CFR) şeflik vazifesini bu yıl devreden ve yer yer “bay müesses nizam” olarak da anılan Richard Haass, Ukrayna’da devam eden savaşın çözümü konusundaki makul alternatifleri sıralamış.
Ukrayna’da başarıyı yeniden tanımlamak: Yeni strateji, araçları ve amaçları dengelemeli
Richard Haass, Charles Kupchan
17 Kasım 2023
Yağışlı ve soğuk havanın Kiev’in Rusya’nın saldırganlığını tersine çevirme çabasında ikinci savaş mevsimini sona erdirdiği şu günlerde Ukrayna’nın karşı taarruzu durmuş gibi görünüyor. Aynı zamanda hem ABD hem de Avrupa’da Ukrayna’ya askeri ve iktisadi destek sağlamayı sürdürme konusundaki siyasi isteklilik de aşınmaya başladı. Bu koşullar, Ukrayna ve ortaklarının izlediği mevcut stratejinin kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.
Bu tür bir yeniden değerlendirme rahatsız edici bir hakikati (Ukrayna ve Batı’nın sürdürülemez bir yörüngede olduğu, amaçlar ve mevcut araçlar arasında bariz bir uyumsuzluk olduğu) ortaya çıkarıyor. Kiev’in savaş hedefleri —Rus kuvvetlerinin Ukrayna topraklarından çıkarılması ve Kırım da dahil olmak üzere toprak bütünlüğünün tam olarak yeniden tesis edilmesi— hukuki ve siyasi anlamda tartışılmaz olmaya devam ediyor. Ancak stratejik anlamda, kesinlikle yakın gelecekte ve büyük ihtimalle daha da ötesinde, ulaşılamaz durumdalar.
Washington’un ulaşılabilir hedefler belirleyen ve araçlarla amaçları aynı hizaya getiren yeni bir politika oluşturma çabalarına öncülük etmesinin zamanı geldi. ABD, Ukrayna ve Avrupalı ortaklarıyla, Ukrayna’nın Rusya ile ateşkes müzakerelerine hazır olmasını ve eş zamanlı olarak askeri ağırlığını saldırıdan savunmaya çevirmesini merkeze alan bir strateji üzerinde istişarelere başlamalı. Kiev toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmekten ya da Rusya’yı saldırganlığından dolayı iktisadi ve hukuki olarak sorumlu tutmaktan vazgeçmeyecektir ama kısa vadedeki önceliklerinin daha fazla toprağı kurtarmaya çalışmaktan ülkenin halihazırda kontrolü altında olan yüzde 80’inden fazlasını korumaya ve onarmaya kayması gerektiğini kabul edecektir.
Rusya Ukrayna’nın ateşkes teklifini pekâlâ reddedebilir. Fakat Kremlin’in uzlaşmazlığı kanıtlansa bile Ukrayna’nın saldırıdan savunmaya geçmesi, devam eden asker kayıplarını sınırlayacak, uzun vadeli savunma ve yeniden yapılanmaya daha fazla kaynak aktarmasını sağlayacak ve Kiev’in ulaşılabilir hedeflere yönelik uygulanabilir bir stratejisi olduğunu göstererek Batı’nın desteğini artıracaktır. Uzun vadede bu stratejik eksen kayması Rusya’ya, Ukrayna’dan ve Batı’nın Kiev’e destek sunma isteğinden daha uzun süre dayanmayı umamayacağını açıkça gösterecektir. Bu farkındalık nihayetinde Moskova’yı savaş alanından müzakere masasına geçmeye ikna edebilir ki bu da Ukrayna’nın nihai yararına olacaktır zira diplomasi sadece savaşı değil, uzun vadede Rusya’nın Ukrayna topraklarındaki işgalini de sona erdirme konusunda en gerçekçi yolu sunuyor.
Çıkmaz
Savaş alanındaki mevcut durum bardağın yarısı dolu, yarısı boş bir tablo ortaya koyuyor. Ukrayna, Rusya’nın boyun eğdirme teşebbüsünü reddetmekle kalmayıp geçen yıl Rusya tarafından ele geçirilen toprakların kayda değer bir bölümünü geri alarak şaşırtıcı bir kararlılık ve beceri gösterdi. Bardağın diğer tarafında ise savaşın muazzam insani ve iktisadi maliyeti ile Rusya’nın en azından şimdilik Ukrayna topraklarının önemli bir bölümünü güç kullanarak ele geçirmeyi başarmış olduğu hakikati yer alıyor. Ukrayna’nın fazlaca methedilen karşı taarruzuna rağmen Rusya, aslında 2023 yılı boyunca Ukrayna’dan daha fazla toprak kazandı. Genel olarak, her iki taraf da ciddi ilerlemeler kaydetmedi. Ukrayna ve Rus kuvvetleri etkili bir şekilde durma noktasına kadar savaştı ve çıkmaza girildi.
O halde ne yapılmalı? Batı açısından alternatiflerden biri, Ukrayna’ya muazzam miktarda silah sağlamayı sürdürerek, bu sayede Ukrayna kuvvetlerinin eninde sonunda Rusya’yı mağlup edebileceğini ummak. Sorun şu ki, Ukrayna ordusu ne kadar uzun ve sert savaşırsa savaşsın, Rusya’nın zorlu savunmasını aşabileceğine dair hiçbir işaret göstermiyor. Savunma, saldırıya göre daha avantajlı olma eğilimindedir ve Rus kuvvetleri kilometrelerce uzunluktaki mayın tarlaları, siperler, tuzaklar ve tahkimatların arkasına sığınmış durumda. Batı daha fazla tank, uzun menzilli füzeler ve nihayetinde F-16 savaş uçakları gönderebilir. Fakat savaş alanındaki gidişatı değiştirebilecek sihirli bir değnek yok. Ukrayna’nın en üst düzey generali Valeriy Zalujnıy’ın kısa süre önce itiraf ettiği üzere, “Büyük olasılıkla derin ve güzel bir atılım olmayacak.” Ukrayna’da savaş alanında bulunduğumuz konum en iyi ihtimalle maliyetli bir çıkmaz gibi görünüyor.
Yüksek yoğunluklu bir savaşın sonsuza kadar sürmesi halinde rüzgâr Ukrayna’dan yana esmeyecektir. Rusya’nın ekonomisi ve savunma sanayi üssü savaşa hazır durumda. Moskova, ayrıca Kuzey Kore ve İran’dan silah ithal ediyor ve askeri kullanım için yeniden tasarlayabileceği teknolojiyi içeren tüketici ürünlerine erişimi mevcut. Rusya’nın Ukrayna’daki askeri varlığını güçlendirmesi gerekirse, yararlanabileceği büyük bir insan gücü havuzu var. Rusya, ayrıca enerjisi için yeni pazarlar bulurken, yaptırımların ülke ekonomisi üzerinde yalnızca mütevazı bir etkisi oldu. Putin, siyasi olarak güvende ve ordu ve güvenlik servislerinden medya ve kamuoyu söylemine kadar tüm güç unsurlarının kontrolünü elinde tutuyor gibi görünüyor.
Bu arada Ukrayna’da hem askerler hem de siviller ciddi sayıda hayatını kaybetmeye devam ediyor, ordu silah stoklarını tüketiyor ve ekonomi yaklaşık üçte bir oranında küçüldü (büyüme belirtileri göstermeye başlasa da). Ukrayna’nın Batılı destekçileri arasında Ukrayna yorgunluğu, Kiev’e destek akışını sürdürmeye hazır olma hallerine zarar vermeye başlıyor. ABD, Batı’nın Ukrayna’ya sağladığı yardımın merkezinde yer almaya devam ediyor, ancak Cumhuriyetçi Parti’de, Biden yönetiminin yeni bütçe taleplerini engelleyen, büyük miktarlarda yeni yardımlar sağlamaya dönük muhalefet artıyor. Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adaylığı için yarışan eski Başkan Donald Trump’ın geçmişinde Rusya’nın yanında yer almak ve Ukrayna da dahil olmak üzere ABD’nin ortaklarıyla arasına mesafe koymak var. Trump’ın kilit eyaletlerdeki anketlerde Biden’ın önünde yer alması, ABD politikasının gidişatına ilişkin belirsizliği artırıyor. ABD’nin Ukrayna’ya desteğindeki yalpalama, bir AB üyesi olan Slovakya’nın Kiev’e askeri yardım sağlamayı durdurma kararı aldığı Avrupa’daki yalpalamayı da artıracaktır.
Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırı ve ardından Gazze’de yaşanan çatışmalar da dünyanın dikkatini çekerek Ukrayna’daki savaşı ikinci plana itti. Mesele sadece Washington’un dikkatinin dağılmış olması değil; ABD ordusunun kaynakları sınırlı ve ABD savunma sanayi altyapısının üretim kapasitesi çok kısıtlı. ABD, sıcak savaşa girmiş iki ortağını desteklerken epey zorlanıyor. Savunma analistleri daha şimdiden ülkenin savunma stratejisinin, RAND’ın yakın tarihli çalışmasında ifade edildiği üzere “iflas ettiğini” ifade ediyor; diğerleri ise ABD’nin dikkatini ve kaynaklarını Hint-Pasifik’teki stratejik meydan okumalara ayırması gerektiğini savunuyor.
Ne Ukrayna ne de Batı açısından bu ciddi stratejik gerçeklerle yüzleşmek siyasi açıdan kolay olmayacaktır. Ancak hem Kiev hem de destekçileri için amaç ve araçları yeniden dengeye oturtacak yeni bir stratejiyi benimsemek, çıkmaza sürükleyen ve çok geçmeden Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteğin keskin bir şekilde azalmasına yol açabilecek bir rotayı izlemeye devam etmekten çok daha tercih edilir durumda.
Akıntıyı tersine çevirmek
Washington’un Ukrayna ve Batılı müttefikleriyle istişareler başlatarak Kiev’i saldırı stratejisinden savunma stratejisine geçerken ateşkes teklif etmeye ikna etmeye öncülük etmesi gerekiyor. Batı, Ukrayna’ya 1991 sınırlarını yeniden tesis etmekten ya da işgalinin yol açtığı ölüm ve yıkımdan Rusya’yı sorumlu tutmaktan vazgeçmesi için baskı yapmamalı. Fakat Ukraynalıları bu hedeflere ulaşma konusunda yeni bir strateji benimsemeleri gerektiğine ikna etmeye çalışmalı.
Bir ateşkes hayat kurtaracak, iktisadi yeniden yapılanmanın başlamasına imkân tanıyacak ve Ukrayna’nın Batı’dan gelen silahları çıkmaza girmiş bir savaş alanında hızla harcamak yerine uzun vadeli güvenliğine yatırım yapmaya ayırmasını sağlayacaktır. Ateşkesin kesin şartları —zamanlama, temas hattının tam yeri, silahların ve güçlerin geri çekilmesi prosedürleri, gözlem ve uygulama hükümleri— büyük ihtimalle Birleşmiş Milletler ya da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) himayesinde geniş bir uluslararası gözetim altında belirlenmeli.
Ateşkes ancak Ukrayna ve Rusya’nın şartları kabul etmesi halinde yürürlüğe girecektir. Moskova’nın buna uyması söz konusu değil. Rus kuvvetleri savaş alanında ağır kayıplar veriyor ve Kremlin’in saldırganlık eylemi NATO’yu, transatlantik eşgüdümü ve Ukrayna’nın Rusya’nın nüfuz alanından sonsuza dek kurtulma kararlılığını güçlendirerek açıkça geri tepti. Putin, akan kanı durdurmak ve durumu kabul etmek için bu fırsatı değerlendirebilir.
Yine de Moskova’nın ateşkes önerisini reddetmesi çok daha muhtemel. Putin hala Ukrayna’da geniş kapsamlı savaş hedefleri taşıyor ve ülkenin Ukrayna’dan daha fazla dayanma gücüne sahip olduğuna inanıyor gibi görünüyor. ABD’de Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünün gerçekçi bir ihtimal olduğunu gösteren kamuoyu yoklamalarını yakından takip ettiğine şüphe yok; bu sonuç ABD’nin Ukrayna’ya desteğini sona erdirmese de kesinlikle zayıflatacaktır. Kremlin, ateşkes önerisinin itibar maliyetinden kaçınmak için doğrudan reddetmekten kaçınmak istese bile, Ukrayna ve Batı için kabul edilemez olacağı net olan şartlarla karşı koyabilir.
Fakat nihayetinde Kiev ile Moskova arasında bir ateşkese aracılık etmeye çalışmak, başaracaklarından ziyade ortaya çıkaracakları açısından denemeye değer. Rusya önerilen ateşkesi reddetse bile, Kiev’in masaya bir ateşkes koyması yine de mantıklı olacaktır. Bunu yapmak Ukrayna’nın siyasi inisiyatifi ele geçirmesini sağlayacak, Batı’daki ve ötesindeki kamuoylarına bu savaşın Rus saldırganlığı olduğunu hatırlatacaktır. Kremlin’in ateşkesi reddetmesi, Batılı hükümetlerin Rusya’ya dönük yaptırımları sürdürmesine ve sıkılaştırmasına yardımcı olacak ve Ukrayna’nın uzun vadeli askeri ve iktisadi destek almasına yardımcı olacaktır.
Ateşkes sağlansa da sağlanmasa da Ukrayna’nın mevcut saldırı stratejisinden uzaklaşarak savunma stratejisine dönmesi gerekiyor. Kiev’in mevcut yaklaşımı yüksek maliyetli ve düşük beklentili bir yaklaşım ve Ukraynalıları başarı şansı azalan bir çaba adına ucu açık Batı yardımı istemek gibi garip bir duruma sokuyor. Bunun yerine Ukrayna, şu anda kontrol ettiği bölgeyi elinde tutmaya ve yeniden inşa etmeye odaklanmalı, saldırı-savunma denklemini tersine çevirmeli ve Rusya’yı iyi konuşlanmış Ukrayna kuvvetlerine ve genişletilmiş hava savunmasına karşı taarruz harekâtları yürütmenin fahiş maliyetlerine katlanmak zorunda bırakmalı. Ukrayna, cephe hatlarında savunma stratejisine geçse bile, arka bölgelerdeki ve Kırım’daki Rus mevzilerini vurmak için uzun menzilli silahlar, deniz varlıkları ve gizli harekatlara başvurmaya devam edebilir ve işgalin devam etmesinin maliyetini artırabilir. Rusya’nın askeri kapasitesinin ya da iradesinin zayıfladığına dair açık kanıtlar ortaya çıkarsa, Ukrayna daha saldırı odaklı bir stratejiye dönme alternatifini elinde tutacaktır.
Bu doğrultuda bir strateji değişikliği Rusya’nın durumunu tersine çevirecek ve kuvvetlerinin şimdiye kadar beceremediklerini gösterdikleri bir şeyi —etkili birleşik silahlı taarruz harekâtları— başarmalarını gerektirecektir. Aynı zamanda bu değişim Ukrayna’nın hayatından ve parasından tasarruf etmesini sağlayacak ve Batı’dan savunma ihtiyacını azaltacaktır ki bu da ABD desteğinin kesilmesi ve yükün Avrupa’ya kalması halinde elzem hale gelebilecek bir şey. Ukrayna, gelen kaynakları savaş alanında çok az kazanç için harcamak yerine uzun vadeli güvenlik ve refahına ayırmakla akıllıca davranmış olacaktır.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ve Ukrayna halkını rotayı değiştirmeye ikna etmek, davalarının haklılığı ve halihazırda feda edilenler göz önüne alındığında kolay bir iş olmayacaktır. Ancak gerçek şu ki, Ukrayna açısından bir mecburi olarak başlayan savaş —hayatta kalma mücadelesi— bir seçim savaşına, Kırım’ı ve Ukrayna’nın doğusundaki Donbass bölgesinin çoğunu yeniden ele geçirme mücadelesine dönüştü. Bu yalnızca kazanılması mümkün olmayan bir savaş değil, aynı zamanda zaman içinde Batı’nın desteğini kaybetme riski taşıyan da bir savaş. Ukrayna için Kiev’in kontrolü altındaki ülkenin büyük kısmının müreffeh ve güvenli bir demokrasi olarak ortaya çıkmasını sağlamak, ülkenin geleceğini hala Rusya’nın kontrolü altında olan toprakları geri almak konusunda uzun soluklu bir askeri çabayla riske atmaktan çok daha mantıklı. Ukrayna’nın kendini savunabilen başarılı ve dirençli bir demokrasi olarak ortaya çıkması, Rusya’nın hırsının büyük bir yenilgiye uğratılması anlamına gelecektir.
Daha iyi bir kumar
Ukrayna’nın Batılı dostları, Ukraynalılar için acı bir ilaç olacak bu durumu tatlandırabilir ve tatlandırmalıdır da. ABD ve seçkin NATO mensupları (Ukrayna’nın dostları koalisyonu) sadece uzun vadeli iktisadi ve askeri yardım değil aynı zamanda Ukrayna’nın bağımsızlığını teminat altına alma taahhüdünde de bulunmalı. Bu taahhüt, bir üyenin “toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı veya güvenliği” tehdit edildiğinde derhal istişarelerde bulunulmasını öngören NATO Antlaşmasının 4. maddesine dayandırılabilir. Kısa bir süre önce Kiev ile katılım müzakerelerine başlama niyetini açıklayan Avrupa Birliği, Ukrayna için üyelik takvimini hızlandırmalı ve bu arada Ukrayna’ya geçici ve özel bir AB düzenlemesi teklif etmeli. Batılı müttefikler ayrıca Rusya’ya dönük yaptırımların çoğunun Rus güçleri Ukrayna’yı terk edene kadar yürürlükte kalacağını ve müzakere masasında Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmesine yardımcı olacaklarını açıkça belirtmeli.
ABD’de 2024’te düzenlenecek olan başkanlık seçimlerinden sonra, karşılıklı mutabık kalınacak bir ateşkes ve toprak konusunda devam edecek müzakereler için beklentilerin belirgin bir şekilde iyileşmesi kuvvetle muhtemel. Seçimin galibi transatlantik dayanışmanın devamı ve Ukrayna’nın güvenliği ve egemenliğinin sağlanması konusunda daha fazla çaba gösterilmesi konusunda kararlıysa, Putin’in rüzgârın Rusya’dan yana estiğini düşünmesi için çok az nedeni olacaktır. Fakat ABD seçimlerine daha bir yıl var ve bu seçimler Ukrayna’yı zor durumda bırakacak bir sonuca yol açabilir. Ne Washington ne de Kiev bu riski göze almalı. ABD’nin askeri ve siyasi gerçekleri yansıtan yeni bir stratejiye geçmek için Ukrayna ile birlikte çalışması gerekiyor. Aksini yapmak Ukrayna’nın istikbali üzerinde pervasızca kumar oynamak demektir.
İlginizi Çekebilir
-
Çin, Ukrayna’da olası barış gücü misyonuna katılımı değerlendiriyor
-
Telegraph: İngiliz ordusu Starmer’ın Ukrayna planına ‘siyasi tiyatro’ diyor
-
Litvanya da Rusya sınırını mayınlamaya karar verdi
-
ABD heyeti, Rusya ile Karadeniz’de ateşkesi görüşüyor
-
Zelenskiy’in Batı’ya başarısız yolculuğu
-
Norveçli üst düzey diplomat: Avrupa ve Çin daha yakın işbirliği yapmalı
DÜNYA BASINI
İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu
Yayınlanma
23 saat önce23/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.
Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı
The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.
The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.
Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.
Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.
El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.
Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.
Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.
Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.
Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.
DÜNYA BASINI
Zelenskiy’in Batı’ya başarısız yolculuğu
Yayınlanma
2 gün önce22/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Wu Cheng’en’in klasik eseri Batıya Yolculuk ile Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’in fiyaskoyla sonuçlanan Washington ziyareti arasında nüktedan bir karşılaştırma yaparak başlıyor. Bireyin ruhani olgunlaşma sürecini anlatan derin bir alegori olan Batıya Yolculuk, keşiş Tang Seng ve yoldaşlarının zorluklarla dolu serüveninin, yalnızca fiziksel bir yolculuk değil, aynı zamanda bilgelik ve hakikatin keşfiyle sonuçlanan bir içsel dönüşüm olduğunu anlatıyordu. Ukrayna’nın “Batı’ya yolculuğu” ise Tang Seng’in hakikati bulma çabasına hiç benzemiyor, zira onunki emperyalizmin çizdiği rotaya hapsolmuş bir figürün yola çıkması daha çok. Nitekim Washington’un kapılarında yapılan görüşmeler, Batı’nın stratejik hesaplarına mahkûm edilmiş bir devletin, efendisinden daha fazla silah, daha fazla destek dilenme çabasından ibaret. Bu hazin hikâye, yalnızca Ukrayna’ya değil, Batı’nın “müttefiklik” söyleminin ardında yatan gerçekleri görmek istemeyen herkese ders niteliğinde.
Başarısız bir “Batıya Yolculuk”
Andrey Kortunov
Russian International Affairs Council
4 Mart 2025
Çev. Leman Meral Ünal
Ming hanedanlığı döneminde Wu Cheng’en tarafından yazılmış, ünlü Batıya Yolculuk, Çin edebiyatının klasik romanlarından biri olmaktan çok daha fazlasıdır. Bu eser, aynı zamanda ruhani aydınlanma ve kendini yetiştirmenin, iç şeytanlarla savaşmanın ve kişinin kaderini keşfetmesinin büyülü bir sembolüdür; dönüşüm ve kefaret, gurur ve tevazu, öfke ve sakinlik gibi kavramlar hakkında bir hikayedir bir nevi. Tam da buradan hareketle, Volodimir Zelenskiy’in Washington’a gerçekleştirdiği son seyahatin onun için başarısız bir Batıya Yolculuk olduğu söylenebilir. Bu, Zelenskiy’in sadece tüm siyasi kariyeri boyunca yaşadığı en büyük aksiliklerden biri değil, modern dünya ve bilhassa Amerika Birleşik Devletleri’ne bakışını sarsması gereken bir şok olmuştur. Beyaz Saray’da 28 Şubat’ta yapılan görüşmenin olası yansımaları sadece ABD-Ukrayna ilişkileri üzerinde değil, muhtemelen tüm küresel siyaset üzerinde kalıcı etkiler bırakacak.
Görev tamamlandı
Ziyaretin arifesinde Moskova’daki pek çok kişi sadece endişeli değil, aynı zamanda olası sonuçları hakkında da ciddi kaygılar taşıyor olmalıydı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Zelenskiy’in Beyaz Saray’a giden yolunu özenle döşemişlerdi; her ikisi de Ukraynalı mevkidaşlarından önce Donald Trump’ı ziyaret etmiş ve ABD liderini, önceki açıklamalarında Vladimir Putin ile bir “anlaşma” yapma niyetini dile getirmesine rağmen, Kiev’e azami desteği sürdürmesi için ikna etmeye çalışmışlardı. Peki ya, yetenekli bir aktör ve profesyonel bir iletişimci olan Zelenskiy, Trump’ı Ukrayna’ya güçlü Amerikan güvenlik garantileri sağlama gerekliliği konusunda ikna edebilseydi? Ya Beyaz Saray Moskova’ya daha fazla baskı uygulayabilmek için Kiev’e 2025 yılında daha fazla askeri ve siyasi destek sözü verseydi? Ya da öngörülemez ve tutarsız ABD Başkanı nihayet çok da uzak olmayan bir gelecekte Ukrayna’nın NATO üyeliğinin önünü açmaya karar verseydi?
Neyse ki tüm bu kaygı ve endişelerin yersiz olduğu ortaya çıktı. Macron ve Starmer’ın Washington’daki çabaları tamamen boşa çıktı. Oval Ofis’te her iki tarafın da nezaketli protokol sözleriyle başlayan Trump-Zelenskiy görüşmesi, nihayetinde şikâyetler ve karşılıklı serzenişlerin hâkim olduğu sert ve duygusal bir tartışmaya dönüştü. Beyaz Saray, daha önce hiç bu kadar açık bir diplomatik nezaketsizliğe sahne olmamıştı. ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, konuşmanın başında Ukraynalı misafirin Ukrayna’daki duruma ilişkin değerlendirmesinin samimiyetini ve güvenilirliğini açıkça sorgulayarak görüşmenin tonunu belirledi. Trump ise Zelenskiy’in karşı karşıya olduğu durumu son derece açık bir dille özetliyordu: “İyi bir konumda değilsiniz. Şu anda elinizde kartlar yok.”
Batılı mevkidaşlarının sevgilisi olmaya alışmış Ukrayna Devlet Başkanı’nın böylesine sert bir yaklaşım karşısında afalladığı açıktı; karşı atağa geçmeye çalışsa da pek başarılı olamadı. İtirazları, ABD liderliğine ve genel olarak Amerika’ya yönelik bir saygısızlık göstergesi olarak yorumlandı. Sonuç olarak, Zelenskiy’in son üç yıldır Amerikan liderlerine yönelik giderek artan taleplerde bulunma stratejisi ters tepti. Trump, Ukrayna’nın baskısına boyun eğmeye niyeti olmadığını iç kamuoyuna göstermek zorundaydı.
Planlanan basın toplantısı iptal edildi ve Zelenskiy Beyaz Saray’dan eli boş, durumu hafifletmeye yönelik herhangi bir strateji geliştirme imkânı bile olmadan ayrıldı. ABD ile Ukrayna arasındaki ikili ilişkilerin geleceği belirsizliğini koruyor; nitekim aynı şey Rusya-Ukrayna anlaşmazlığının çözümünde ABD’nin angajmanının geleceği için de söylenebilir. Görüşmenin tam olarak hangi noktada kontrolden çıktığı ve titizlikle hazırlanan etkinliğin resmi protokolden sapmasını neyin tetiklediği psikologlara kalmıştır, ancak toplantının sonuçlarının Ukraynalı lider açısından beklenmedik ve son derece yıkıcı olduğu açık.
Hasar sınırlaması mümkün mü?
Elbette ABD’nin Kiev’e yönelik askeri ve siyasi desteğinin aniden ve geri dönülmez şekilde sonlandırılacağını iddia etmek yanlış olur. Bu türden yardım programlarında kurumsal ataletten kaynaklanan bir süreklilik söz konusudur ve Biden yönetimi, Ukrayna liderliğinin tam da bu tür beklenmedik durumlarla başa çıkmasına yardımcı olabilmek adına Kiev’e mümkün olduğunca fazla yardımı önceden tahsis etmişti. Aynı şekilde, Trump’ın aniden ve kesin bir biçimde Rusya yanlısı bir tutum benimsediği sonucuna varmak da hatalı olacaktır; zira, Amerikan Başkanı Kremlin ile gelecekte yapılacak müzakerelerde daha fazla manevra alanına sahip olabilmek için Rusya karşıtı yaptırımlarını 2026 başına kadar uzatmıştı. Ve elbette ABD genelinde Zelenskiy’e desteğini sürdüren birçok aktör hâlâ mevcut; bu gruplar yalnızca siyasal açıdan etkili olan Ukrayna diasporasıyla sınırlı kalmayıp, Washington’daki nüfuz sahibi bir dizi siyasetçiyi de içeriyor. Dolayısıyla, ABD-Ukrayna stratejik ortaklığının herkesin gözü önünde çözülmesini izlemeyecek birçok kişi olduğu açık. ABD’nin Ukrayna eksenindeki iç siyasi savaşları hiç şüphesiz devam edecek ve şu aşamada bunların nasıl neticeleneceğini tahmin etmek biraz zor.
Diğer küresel aktörlerin olası hamleleri açısından top şimdilik Avrupa’nın sahasında gibi gözüküyor. Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık liderleri şu anda zorlu bir seçimle karşı karşıyalar: Ya Trump’ın yanında yer alarak Ukrayna’ya verdikleri desteği azaltmayı ve ABD ile birlikte Zelenskiy’e baskı yapmayı tercih edecekler ya da tam tersi, Washington’un muhtemelen 2025’ten itibaren bırakacağı boşluğu doldurmak adına Kiev’e yönelik askeri ve mali yardımlarını artırarak ABD Başkanı’na meydan okuyacaklar.
Tarihsel olarak, Avrupa devletlerinin Washington’da alınan kararları olduğu gibi takip etme eğiliminde olduğu bilinir, ancak mevcut koşullar altında bu eğilim Avrupa hükümetlerinin sadece küçük bir azınlığında karşılığını buluyor. Gerçekten de, Trump’ın ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki tutumundaki ani değişikliğine uyum sağlamak, Avrupa Birliği (AB) açısından yalnızca bir aşağılanma anlamına gelmeyecek, aynı zamanda AB’nin bir jeopolitik aktör olarak varlık göstermediğinin de açık bir ilanı olacaktır. Bazıları şimdiden Transatlantik ittifakının 1956’daki Süveyş Krizi’nden bu yana benzeri görülmemiş bir baskı altında olduğunu ileri sürüyor; zira o dönemde ABD, Fransa, Birleşik Krallık ve İsrail’i Mısır’a karşı yürüttükleri savaşı durdurmaya zorlamıştı. Şimdilik Avrupa’da, Ukrayna’ya yönelik desteğin süreceğine dair bir hava esmeye devam etse de bu söylemin modern askeri teçhizat ve yüz milyarlarca avroya tekabül edecek somut yardımlara dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek. Kaldı ki mesele yalnızca para da değil; şu anda Washington tarafından Kiev’e tedarik edilen sofistike ABD yapımı silah sistemlerinden bazılarının Avrupa’da tam anlamıyla eşdeğer bir karşılığı yok ve yakın vadede de bu tür benzerler ortaya çıkmayacağa benziyor.
Avrupa ülkelerinin bütçe öncelikleri arasında birçok başka kalemin yer aldığı ve Euro Bölgesi’nin ekonomik durumunun pek de iç açıcı olmadığı dikkate alındığında, kıtadaki hükümetler bu belirsizlik ortamında hareket etmek zorundalar. Avrupa ülkeleri, ABD ile bir ticaret savaşı ihtimaliyle karşı karşıya olmalarının yanı sıra, Washington ile Çin’e yönelik politikalar konusunda da görüş ayrılıkları mevcut. Tüm bu manzara, Ukrayna konusunda Trump ile yaşanacak olası bir krizi ve mevcut gerilimleri daha da derinleştirebilir. Sadece Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ve Slovakya Başbakanı Robert Fico değil, kendisini AB’nin doğal lideri olarak konumlandırmaya çalışan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni için dahi Brüksel ile Washington arasında net bir tercih yapmak neredeyse imkânsız. Bu tercih yapma konusundaki yetersizlik, Avrupa’nın ABD’den “stratejik özerklik” yönündeki çabalarını kaçınılmaz biçimde zayıflatacaktır.
Kremlin için bir fırsat mı?
Her halükârda, Zelenskiy’in Batı’ya Yolculuğu’nun başarısızlığı, zaten hızla değişen ABD-Rusya ilişkilerine yeni bir ivme kazandırıyor. Zelenskiy’in Beyaz Saray’daki beceriksiz ve hayal kırıklığı yaratan performansı, Rus tarafına çatışmanın sürdürülmesine dair tüm sorumluluğu Kiev’e yükleme imkânı tanıyor. Başkan Trump, Ukraynalı liderle yaptığı görüşme sırasında, Putin’e yönelik aşağılayıcı ya da küçümseyici olarak yorumlanabilecek herhangi bir ifadeden bilhassa kaçınmıştır. Yine, Zelenskiy’in Putin’in barışçıl bir çözüme gerçekten ilgi duymadığı ve aksine Ukrayna devletini tamamen yok etmeye takıntılı olduğu yönündeki tezlerini kabul etmeyi de net bir biçimde reddetmiştir. Dahası, Trump bir kez daha Putin’in “kardeş kavgası” niteliğindeki bu çatışmayı mümkün olan en kısa sürede sona erdirmeye içtenlikle bağlı olduğunu söyledi. Zelenskiy’in Batı’ya Yolculuğu’nun fiyaskoyla sonuçlanması, ABD Başkanı’nı Rus liderle devam eden temaslarına daha fazla ağırlık vermeye sevk edebilir.
Zelenskiy’in Washington ziyaretinden hemen önce, ABD ve Rusya diplomatlarının İstanbul’da, iki ülke arasındaki neredeyse tamamen kopmuş diplomatik iletişim kanallarını yeniden tesis etmeye yönelik önemli bir toplantı gerçekleştirdiği de not edilmelidir. Bu görüşme oldukça verimli geçmiş, yeni temaslara dair planlar belirlenmiş ve değişen ikili ilişkilerin dinamiklerini pekiştirecek bir ABD-Rusya zirvesi ufukta belirmeye başlamıştır.
Yine de Rusya’da ABD ile esaslı bir diyaloğun yeniden başlatılmasının arzu edildiği konusunda geniş bir fikir birliği olduğunu söylemek abartılı olur. Uzman çevrelerin ve Rus kamuoyunun büyük bir kısmı, Donald Trump’a, tıpkı diğer ABD liderleri gibi, güvenilemeyeceğine ve güvenilmemesi gerektiğine ve Beyaz Saray’da hangi yönetim kalırsa kalsın Rusya-ABD ilişkilerinin çatışmacı olmaya mahkûm olduğuna kesin olarak inanıyor. Amerikan karşıtı söylemlerin güçlü şekilde yankılandığı Moskova’da, hâkim tutumları değiştirmek kolay olmayacaktır. Aslına bakılırsa, son haftalarda uluslararası gelişmeler, Rusya’nın yerleşik dış politika anlatısını kökten sorgulamaya açtı. Bu anlatıya göre, “Anglosakson” ittifakının başını çektiği sözde “kolektif Batı” Rusya’ya varoluşsal bir meydan okuma sunuyor ve onu tamamen yok etmeye değilse bile stratejik bir yenilgiye uğratmaya kararlı. Ancak bugün gelinen noktada, “Anglo-Sakson” ittifakının çökmekte olduğu ve Rusya karşıtı direncin Atlantik Okyanusu’nun doğu kıyısında [Avrupa] batı kıyısından [ABD] çok daha güçlü olduğu ortaya serilmiştir. Bu değişimin Rusya’da doğru bir şekilde özümsenmesi ve sindirilmesi gerekiyor belki de.
Her halükârda, Rus halkının çoğunluğu Moskova ve Washington arasındaki bitmek bilmeyen çatışmalardan bıkmış durumda; bu yüzden de ikili ilişkilerin temelden sıfırlanmasını değilse dahi en azından gerginliklerin bir nebze olsun azaltılmasını memnuniyetle karşılayacaktır. ABD’nin, Zelenskiy’i şahsen ikna edemese bile, en azından Ukrayna siyasal elitini Moskova ile barışçıl bir çözüm için daha gerçekçi bir tutum benimsemeye yönlendirme potansiyeline sahip olduğu yönünde umutlar ise geçerliliğini koruyor.
Ya ABD Avrupa’yı terk ederse?
Beyaz Saray’daki Trump-Zelenskiy görüşmesinin kötü sonuçlanması, sabırsız ve öngörülemez yapısıyla bilinen ABD Başkanı’nı Rusya-Ukrayna çatışmasını çözme çabasından uzaklaştırabilir. Nitekim, Trump’ın, daha önce büyük bir önem atfettiği “nadir toprak elementleri anlaşması”na olan ilgisini de kaybettiği öne sürülüyor. Bu anlaşma, Beyaz Saray’daki görüşme esnasında resmen imzalanacaktı; ancak Trump, son aşamada bunun çabaya değmeyeceğine karar vermis olsa gerek. Belki de bunun yerine, dikkatini Orta Doğu’ya, Çin ile ilişkilere ya da ABD’nin Batı Yarımküre’deki hegemonik konumunu pekiştirmeye yönlendirecek. Trump, siyasi yatırımlarından hızlı geri dönüşler elde etmek isteyen bir lider; Rusya-Ukrayna savaşının böyle bir getiri sunmadığı durumda, “anlaşmaları” başka yerlerde arayabilir.
Avrupa’daki krizin ABD’nin aktif katılımı olmadan çözülmesi daha mı kolay olur? Rusya’daki bazı çevreler, Washington’un Avrupa meselelerine ne kadar az burnunu sokarsa kıtanın güvenliğinin o kadar iyi olacağını savunuyor. Ancak, böylesi bir varsayımın kesin doğruluğunu kabul etmek mümkün değil. ABD’nin Avrupa’dan tamamen çekilmesi, Avrupa’nın genel stratejik istikrarı üzerinde olumsuz etki yaratabilir- en azından kısa vadede, birçok yeni güvenlik tehdidi ve belirsizlik yaratabilir ve hatta yeni bir dünya savaşı riski doğurabilir. Şayet Transatlantik ittifakı zamanla ortadan kalkacaksa, etrafındaki herkesin bunun mümkün olduğunca düzenli ve sorunsuz şekilde çözülmesiyle meşgul olması gerekir.
DÜNYA BASINI
Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde
Yayınlanma
5 gün önce19/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun sabah saatlerinde “kent uzlaşısı ile teröre destek” ve “yolsuzluk” iddiaları ile gözaltına alınmasının yankıları sürüyor.
Batı medyasında İmamoğlu’nun gözaltısı, genel olarak olası Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibine yönelik bir hamle olarak görülüyor.
Örneğin Financial Times, “Türk polisi Erdoğan’ın başlıca siyasi rakibini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Devlet medyası İmamoğlu’nun çarşamba günü gözaltına alınmasının terörle bağlantılı olduğu iddiasıyla yürütülen bir soruşturmanın parçası olduğunu belirtirken, muhalefet bu hamleyi bir ‘darbe girişimi’ olarak nitelendirdi ve tutuklama Türk para biriminin ve piyasalarının düşmesine neden oldu,” dedi.
Yatırım yönetimi zinciri T Rowe Price analisti Tomasz Wieladek FT’ye verdiği demeçte, gözaltıyı “herkes için bir uyandırma çağrısı” olarak nitelendirdi.
Wieladek, Türkiye Merkez Bankası’nın TL’yi savunmak için ‘sınırlı bir ateş gücüne sahip olduğunu’ öne sürerek, “Varlıklar muhtemelen daha fazla satılmaya devam edecek,” dedi.
Bloomberg, sabahtan öğle saatlerine kadar Türk bankalarının TL’ye destek için 8 milyar dolar sattığını yazmıştı.
Piyasalarda sabah saatlerinden itibaren yaşanan çalkantılara dikkat çeken Bloomberg, bir başka haberinde ise, “Türkiye piyasaları çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibinin gözaltına alınmasının ardından, siyasi kargaşanın son dönemdeki yatırımcı dostu ekonomi politikalarını baltalama riski taşıdığı endişesiyle sarsıldı,” dedi.
Haberde görüşlerine yer verilen Londra’daki Monex Europe’un makro araştırma müdürü Nick Rees, “Bu sistem için biraz şok oldu. Piyasalar giderek daha kayıtsız hale gelmişti ve şimdi bu büyü bozuldu, tüccarlar Türkiye’nin siyasi risk primlerini yeniden fiyatlandırırken dramatik sonuçlar ortaya çıktı,” diye konuştu.
Coex Partners’tan Henrik Gullberg, hamlenin büyüklüğünün “şaşırtıcı” olduğunu, fakat siyasi baskı haberlerinin daha az şaşırtıcı olduğunu söyledi ve “Pratikte, bunun piyasaya duyarlı ekonomik politikalar açısından pek bir şey değiştireceğinden emin değilim,” dedi.
Haberde, Borsa İstanbul 100 Endeksi’nin de açılışta yaklaşık %7 düştüğü, 10 yıllık devlet tahvillerinin getirisinin ise 139 baz puan artarak %29,58’e yükseldiği belirtildi.
Alman Der Spiegel, “Türk yetkililer en önemli Erdoğan muhalifini gözaltına aldı” başlıklı haberinde, “Türk makamları İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskıcı önlemlerini genişletiyor,” denildi.
Haberde İmamoğlu’nun, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile birlikte Erdoğan’ın en güçlü rakibi olarak görüldüğüne dikkat çekiyor.
DW Türkçe’nin aktardığına göreİmamoğlu’nun gözaltına alınması Alman siyasetinde de geniş yankı buldu. Gelişme, “Erdoğan’ın baş rakibini devre dışı bırakma girişimi” diye değerlendirildi, ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısı yapıldı.
SPD Eş Genel Başkanı Lars Klingbeil da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını ‘Türkiye’deki demokrasiye ağır saldırı” sözleriyle sert bir şekilde eleştirdi.
Klingbeil, “Türk hükümeti böylece artık adil seçimler ve bağımsız bir hukuk devleti istemediğini göstermiş oluyor. Atılan adımlar orantısızdır, güven ve inandırıcılığı yok etmektedir. Bunun tüm ülke açısından dramatik sonuçları olacaktır,” ifadelerini kullandı.
Alman Federal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu üyesi ve Alman-Türk Parlamenterler Grubu Başkanı Max Lucks da İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını Cumhurbaşkanlığı seçimleri ışığında adil seçim ve adil rekabete yönelik bir saldırı diye nitelendirdi.
İngiliz The Times ise, “Erdoğan seçim rakiplerine baskı yaparken İstanbul Belediye Başkanı gözaltına alındı” başlıklı haberinde, “Türk liderin başkanlık için en büyük tehdidi olarak görülen Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından şehir genelinde protestolar yasaklandı,” ifadeleri kullanıldı.
Tokyo merkezli Nikkei Asia’daki haberde de Türk yetkililerin “Erdoğan’ın ana rakibini” gözaltına aldığı ileri sürülürken, muhalefetin bu hamleyi “darbe” olarak nitelendirdiğine dikkat çekildi.

Güney Kore’de Anayasa Mahkemesi Başbakan Han’ın meclis kararıyla görevden alınmasını reddetti

Çin, Ukrayna’da olası barış gücü misyonuna katılımı değerlendiriyor

Netanyahu hükümeti, Başsavcı’nın azil sürecini başlattı

Bloomberg: Türk yatırımcılar tutuklamaların ardından daha fazla dalgalanmaya hazırlanıyor

Telegraph: İngiliz ordusu Starmer’ın Ukrayna planına ‘siyasi tiyatro’ diyor
Çok Okunanlar
-
AVRUPA2 hafta önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
ASYA2 hafta önce
Çinli yatırımcılar Elon Musk’ın şirketlerinden özel olarak hisse alıyor
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 5
-
RUSYA2 hafta önce
Ukrayna ordusu, Kursk oblastından çekilmeye başladı
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
Bloomberg: Erdoğan, Ukrayna’ya barış gücü göndermeyi planlıyor
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Suriye federasyona mı gidiyor?