Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

‘Bidenomics’in jeopolitik boyutu

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Çin’in yükselişi ABD müesses nizamı nezdinde son 30 yılın en ciddiye alınması gereken fenomeni ve dünyanın geri kalanında atılan askeri, siyasi ve iktisadi adımlar doğrudan veya dolaylı olarak bununla ilgiliydi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın nisan ayında Brookings Enstitüsü’nde ana hatlarını çizdiği yeni Amerikan manifestosu saldırgan bir görünümdeydi ve tarih bu gibi güç mücadelelerinin savaşsız bitmeyeceğini göstermişti. Bu örnekte de durumun buraya doğru gittiği anlaşılıyor ve bunun için eskinin aksine, toplumsal rızanın tesis edilmesi adına, daha karmaşık bir söylemin benimsendiği görülüyor. Amerikalı tarihçi ve yazar Grey Anderson’ın değerlendirmesi.


İnkâr stratejileri

Grey Anderson
New Left Review
15 Haziran 2023

Amerikan solunda Biden yönetiminin sanayi stratejisi hakkında hararetli bir tartışma yaşanıyor. Tartışmalar, Enflasyonu Düşürme Yasasının (IRA) yanı sıra Amerikan Kurtarma Planı, iki partiden de onay alan Altyapı Yasası ve CCHIPS (Amerika için Yarı İletkenler Üretmek Amacıyla Yardımcı Teşvikler Yaratma) ve Bilim Yasasını da hesaba katarsak toplamda yaklaşık 4 trilyon doları bulan devasa teşvikin açtığı kapılara, binaların güçlendirilmesi için “ilerici teknokratlar” eğitilmesinden küresel aşırı kapasite ve düşen iktisadi büyüme koşulları altında kapitalist devlet öncülüğündeki “karbonsuzlaştırmanın” uygulanabilirliğine odaklandı.

Şimdiye dek yapılan değerlendirmeler, ilkine vurgu yapılsa da “iyi, kötü ve çirkin” ayrımıyla karışık bir şekilde yapıldı. IRA tarafından vaat edilen istihdam büyümesi ve faydalı “yeşil” işler göz ardı edilemezse, eksiklikleri -konut ve toplu taşımada finansman eksikliği, elektrik sektöründe kısırlaştırılmış düzenleyici standartlar, petrol ve gaz üreticilerine kamu arazilerine erişim sağlayan kira sözleşmeleri- de göz ardı edilemez. Jacobin‘de yer alan örnek bir değerlendirmeye göre “IRA, aynı anda hem fosil yakıt endüstrisinin devasa bir armağanı, hem temiz enerjiye yapılan tarihi ama yetersiz bir yatırım, hem de küresel felaketi önlemek adına en işe yarar umudumuz.”

Başka bir deyişle, soldan yapılan eleştiri “yetmez ama evet”in ötesine geçti, ancak belki de çok ötesine geçmedi. Bu tartışmalarda bu ulusal yatırım hamlesine güç veren, ABD anakarasındaki üretimi yeniden şekillendiren, lityum madenlerini paketleyen ve Çin’i geride bırakmak amacıyla mikroçip fabrikalarının militarize edilmiş bir teşebbüsle inşasına sponsor olan jeostratejik mantık neredeyse hiç yer almıyor.

İktidar koridorlarından bakıldığında, ABD’nin sanayi politikasının Çin karşıtı yönelimi, yeşil “geçişin” talihsiz bir yan ürünü değil, motive edici gayesi. Kavramsallaştıranlar için, yeni altyapı harcamaları dönemini yöneten mantık özünde jeopolitiktir; emsali Yeni Düzen’de[1] değil, Soğuk Savaş’ın askeri Keynesçiliğinde aranmalıdır, bunu uygulayan “akil adamlar” tarafından Amerika’nın Sovyetler Birliği’ne karşı mücadelesinde zaferin bir koşulu olarak görülmüştür.

1945’ten sonra olduğu gibi bugün de karar alıcılar, kendilerini bir “dönüm noktasında” görüyorlar. Geleceğin Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, 2020 başkanlık kampanyası sırasında “Tarih yine kapıyı çalıyor,” diye yazmıştı:

“[…] Çin ile artan rekabet ve uluslararası siyasi ve ekonomik düzendeki değişimler, günümüz dış politika kurumlarında da benzer bir içgüdüyü tetiklemelidir. Günümüzün ulusal güvenlik uzmanları son kırk yılın hâkim neoliberal ekonomi felsefesinin ötesine geçmelidir… Amerikan ulusal güvenlik camiası haklı olarak ABD’nin Çin karşısındaki uzun vadeli rekabet gücünü belirleyecek olan altyapı, teknoloji, inovasyon ve eğitim yatırımları konusunda ısrarcı olmaya başlamıştır.”

Carnegie Vakfı tarafından hazırlanan, Sullivan ve diğer Biden danışmanlarının imzasını taşıyan raporda uzun uzun anlatılan “orta sınıfa hizmet eden dış politika”, ulusal güvenlik ve ekonomik planlama arasındaki hayali ayrımları yıktı. Küreselleşen iki taraflı ticaretin diğer güçleri Amerikan hegemonyasını kalıcı olarak kabul etmeye teşvik edeceği umutları boşa çıkmıştı. Sırada başka bir yaklaşım vardı. Biden, dış politika açılış konuşmasında “Artık dış politika ile iç politika arasında parlak bir çizgi yok. Yurt dışında attığımız her adımı Amerikalı çalışan aileleri düşünerek atmalıyız,” demişti. Trump’ın opioid krizinin ve ‘Amerikan kıyımının’ sanayisizleşmiş merkez bölgelerinde kazandığı zafer, Demokrat müesses nizamı sarsmıştı. Goldman Sachs için iyi olanın artık Amerika için de iyi olması gerekmiyordu.

Ortodoksluktan bu kopuşun ardındaki küresel motivasyona dair pek bir gizem yok. Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Mayıs 2022’de vurguladığı üzere Çin, “hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de giderek artan bir şekilde bunu yapabilecek iktisadi, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek ülke.” Daha da kötüsü, “Pekin’in vizyonu bizi son yetmiş beş yılda dünyanın ilerlemesini sağlayan evrensel değerlerden uzaklaştıracak.” Ancak ne mutlu ki, söz konusu değerlerin garantörü tepki vermeye hazırdı: “Biden yönetimi, ekonomik ve teknolojik etkimizi devam ettirmek ve genişletmek, ekonomimizi ve tedarik zincirlerimizi daha dirençli hale getirmek ve rekabet gücümüzü keskinleştirmek için modern bir sanayi stratejisinden başlayarak, ulusal gücümüzün temel kaynaklarına geniş kapsamlı yatırımlar yapıyor.” Blinken rekabetin çatışmayı gerektirmediğini de sözlerine ekledi. Fakat Çin’i “koşu rakibi” olarak tanımlayan Beyaz Saray, “askeri yatırımları 20. yüzyılın çatışmaları için tasarlanmış platformlardan daha uzun menzilli, bulunması daha zor, taşınması daha kolay asimetrik sistemlere doğru kaydırmakla” başlayarak savaş olasılığından da kaçınmayacak.

Üç ay sonra Enflasyonu Düşürme ve CHIPS yasalarının kabulü “iç politika ile dış politikanın derin entegrasyonunu” somutlaştırdı. Önemli yapay zekâ ve yarı iletken bileşenlerinin Çin’e ihracatına eylül ayında getirilen ve bir sonraki ay getirilen kısıtlamalar, gerçek bir ekonomik savaş ilanı olan “chokepoint”[2] veya “stranglehold”[3] teknolojilerini tekelleştirme çabasını teyit etti. CSIS’te yer alan bir analize göre “Bu eylemler, ABD hükümetinin yalnızca tıkanma noktasında kontrolünü korumak için değil, aynı zamanda Çin’in teknoloji endüstrisinin büyük bölümlerini aktif olarak boğmaya -öldürme niyetiyle boğmaya- yönelik yeni bir politika başlatmak konusunda eşi görülmemiş bir müdahale başlattığını gösteriyor.” Sullivan, kaygı verici bir şekilde Manhattan Projesine atıfta bulundu. ABD’nin çok uzun zamandır hassas yüksek teknoloji alanlarında sadece “göreli” bir avantaj peşinde koştuğunu, bundan böyle “mümkün olduğunca büyük bir liderliği muhafaza edeceğini” savundu. Ukrayna’nın işgalinin ardından Moskova’ya karşı uygulanan teknoloji kısıtlamalarının “ihracat kontrollerinin sadece önleyici bir araçtan daha fazlası olabileceğini” gösterdiği söyleniyordu. Savunma jargonunda tedarik zinciri blokajı, ekonomik ve stratejik varlıkların mübadele edilebilir olmasının önemli bir örneği.

Washington’da çalan şarkı asker bandosu. Kongre’nin IRA’yı oylamasından haftalar önce Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, bir düzine F-15 ve USS Ronald Reagan uçak gemisi vurucu ekibinin eşlik ettiği bir hava kuvvetleri jetiyle Taipei’ye gitti (Thomas Friedman’ın ifadesiyle “son derece pervasız, tehlikeli ve sorumsuzca”; Çin Dışişleri Bakanlığı’na göre “büyük bir siyasi provokasyon”). Ancak ABD’nin askeri tehdidinin artması Biden yönetiminin gelmesiyle birlikte başlamıştı; Trump’ın palavralarını düzeltmek şöyle dursun, bu palavraların üzerine yenilerini eklemiş, yalnızca hoşnutsuz NATO ve SEATO müttefiklerini projeye yeniden dahil etmekle yetinmişti.

2021’in başında “Quad” ittifakın yeniden canlandırılmasından bu yana, kısa süre sonra AUKUS paktıyla tahkim olan Amerika, halihazırda geniş olan üs takımadasını genişletti, hızla konuşlandırılabilir mobil kuvvetler, derin deniz saldırı kabiliyetleri ve insansız sistemlerle yatırım yaptı. Savunma Bakanlığı’nda Asya’dan sorumlu Ely Ratner’e göre maksat, “Hint-Pasifik bölgesinde daha dayanıklı, hareketli ve ölümcül bir varlık” oluşturmak. ABD ile Japonya arasındaki ortak deniz tatbikatlarının 2022 sonbaharında hızlandırılması, Tokyo’da Çin’in yarattığı “benzeri görülmemiş” tehdide yönelik yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde özetlenen kayda değer bir değişimin sinyalini verdi; yüzlerce Tomahawk seyir füzesi siparişi ve yeni kurulan bir Deniz Kıyı Alayı’nın Okinawa’ya konuşlandırılması da bunu izledi.

2023 yılının başında, tanımlanamayan balon gözlemleri üzerine yaşanan panik, ABD Hava Hareketlilik Komutanının “içgüdülerinin” Amerika’nın 2025 yılına kadar Çin ile savaşa gireceğini söylediği bir belgenin sızdırılmasıyla aynı zamana denk geldi. Şubat ayında Pentagon, silah satışlarındaki artışla birlikte Tayvan’a konuşlandırılan kuvvetleri dört katına çıkarmayı planladığını açıkladı ve yetkililer, artık Çin’in işgal başlatması durumunda adanın yarı iletken üretim tesislerini havaya uçurma fikrini alenen dile getiriyor. Biden, uzun süredir devam eden diplomatik “Tek Çin” formülünü (hem Pekin hem de Kuomintang’ın Taipei’si tarafından iddia edilen ve Washington tarafından 1972 Şanghay Bildirisinde resmen kabul edilen) açıkça çiğneyerek, böyle bir durumda güç kullanma niyetini defalarca teyit etti. Yönetimin “stratejik muğlaklıktan” vazgeçtiği, Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Haines’in bu mart ayında Senato’da verdiği ifadede de doğrulandı. Periyodik olarak dile getirilen “buzların erimesi” söylemi yalnızca tırmanma eğiliminin altını çiziyor.

Amerikan solunda Bidenomics’in uluslararası etkileri konusunda süregelen bir muğlaklık varsa şayet, nisan sonunda Brookings Enstitüsü’nde yaptığı ‘ABD’nin Ekonomik Liderliğini Yeniden Tesis Etmek’ başlıklı konuşmada Sullivan tarafından giderilmiş olmalıı. Konunun Ulusal Güvenlik Danışmanı’na emanet edilmesine şaşıranlara karşı Sullivan bir kez daha, güçle ilgili ve siyasi kaygıların Panglossçu[4] piyasa köktenciliğine göre öncelikli olduğu konusunda ısrar etti. Çin’in yükselişi küreselci laissez-faire[5] nostaljisinin aleyhine bir delildi. Çin’in “askeri hırsları”, “piyasa dışı iktisadi uygulamaları” ve Batılı “değerlerden” yoksun olması -Pekin’in lityum, kobalt ve diğer “kritik madenler” üzerindeki hakimiyetinden bahsetmeye bile gerek yok- mutlak bir yanıt gerektiriyordu. Elektrikli araç ve mikroçip üretimine yatırım, Kuşak ve Yol Girişimine bir yanıt olarak tasarlanan Çin karşıtı bir ticaret karteli Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı ile birlikte ilk taksitti. Sullivan sözlerini şöyle sürdürdü: “Kendi ülkemizde sanayi stratejimizi açık bir şekilde sürdüreceğiz, fakat dostlarımızı geride bırakmamaya da kesin olarak kararlıyız.”

Bu ‘yeni Washington Mutabakatı’nın boyutlarını ölçmek için Hazine Bakanı Janet Yellen’ın önceki hafta Johns Hopkins İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda yaptığı konuşmayı dinlemek yeterli olacaktır. “Şahin” Sullivan’a karşı “güvercin” olarak bilinen Yellen, sözlerine “Çin’in piyasa reformlarından uzaklaşarak komşularını ve dünyanın dört bir yanındaki ülkeleri zayıflatan, daha devlet odaklı bir yaklaşıma yönelme kararına” işaret ederek başladı: “Bu durum, Çin’in sadece Hint-Pasifik bölgesinde değil, aynı zamanda Avrupa ve diğer bölgelerde de ABD ile müttefik ve ortaklarımıza karşı daha çatışmacı bir tutum sergilemesiyle ortaya çıkmıştır. Gergin bir konjonktürle karşı karşıya kalan ABD’nin ekonomi politikası dört hedefe uyacaktı; birincisi, Washington ve müttefiklerinin ‘ulusal güvenlik çıkarlarını’ teminat altına almak; ikincisi, ‘dünyanın neresinde olursa olsun insan hakları ihlallerini engellemek ve caydırmak için araçlarımızı kullanmaya’ devam etmek; üçüncüsü, ‘adil olmayan iktisadi uygulamalarını’ tersine çevirmesi ve ‘kurallara dayalı küresel iktisadi düzene’ bağlı kalması koşuluyla Çin ile ‘sağlıklı rekabet’; dördüncüsü, ‘iklim ve borç sıkıntısı gibi konularda işbirliği’.” Ulusal güvenlik, küresel polislik, rekabet, işbirliği; hiyerarşi netti.

Beyaz Saray, söylem düzeyinde amacının Çin’den ekonomik anlamda “ayrışmak” değil, daha ziyade “riskten arınmak” -Avrupalıları Washington’un dümen suyunda yürümeye zorlayan AB’nin sözüm ona şefi Ursula von der Leyen’in keşiflerinden– olduğunda ısrarcı oldu. Ancak Biden’ın politikaları, bu son anlaşmada “dostlara” biçilen kader konusunda şüpheye yer bıraktı. ABD’nin onlarca yıldır serbest ticaretin kutsallığına atfettiği övgüler eşliğinde iklim hedeflerinden vazgeçmesi, Almanya ve Fransa’yı gümrük vergilerinin, sermaye kontrollerinin ve sanayiye yönelik devlet teşviklerinin kırbaç gibi geri dönmesine karşı hazırlıksız yakaladı. Ocak 2023’te von der Leyen tarafından açıklanan ‘Yeşil Anlaşma’nın özü olan ‘Yeni Nesil AB’, Avrupa hükümetlerine IRA ile mukayese edilebilecek bir meblağ olan 720 milyar avro tutarında hibe ve kredi sunuyor; fakat Kate Mackenzie ve Tim Sahay’ın gözlemlediği üzere AB ülkeleri, Ukrayna’daki vekalet savaşından kaynaklanan enerji krizini dengelemek adına sadece geçtiğimiz yıl neredeyse bir o kadar teşvik ödedi. Scholz ve Macron’un Pekin ziyaretleri bir yana AB, Asya’da NATO hamiliğine karşı çıkma konusunda, Avrupa’da bağımsız hareket etme konusunda olduğundan daha az iştahlı görünüyor. Von der Leyen’in Brüksel’deki yardımcısı Josep Borrell, son olarak üye ülkelere Güney Çin Denizi’nde devriye gezmeleri için savaş gemileri göndermeleri çağrısında bulunurken görülmüştü.

Teknoloji ambargoları, yaptırımlar ve ittifak politikaları, Pentagon’un savaş planlamacıları tarafından “inkâr” parolası altında addedilen daha geniş bir stratejik bakış açısında yerlerini alıyorlar. Görünürde bu tedbirler, “askeri kirpi” Tayvan başta olmak üzere ABD’nin Çin sınırlarındaki ileri mevzilerini korumayı amaçlıyor. Yönetimin Çin’in bölgedeki emellerini “inkâr” etmeye hazırlanması gerektiği, detaylar konusundaki anlaşmazlıklara rağmen, “itidal” odaklı Quincy Enstitüsü’nden Heritage Foundation ve Center for a New American Security’ye kadar geniş bir kuruluşun onayını aldı. Çevreleme gibi, onun yakın selefi olan “inkâr” da değişken bir kavram. Bazıları için kontrol ya da önceliğe karşıt pozisyonuna vurgu yapılırken -Amerikan gücünün kendisine meydan okuma fikrini bertaraf edecek kadar müthiş olması gerektiği fikri- caydırıcılık teorisinden ilham alan diğerleri “cezalandırma” ya da bir düşmana post facto[6] kabul edilemez zarar verme tehditleri ile bir bölgeyi fethedilemez hale getirmeyi amaçlayan aktivist bir askeri tavır arasında bir ayrım yapıyor.

Her iki durumda da Washington, kendisi dışında herhangi bir ülkenin dünyanın büyük güç merkezlerinden birine (Asya, Avrupa, Basra Körfezi) hâkim olmasını engelleme zarureti ile yirmi yıldır bitmek bilmeyen silahlı maceraların ardından yurttaşlarının yurt dışında büyük bir uluslararası savaşı destekleme konusundaki muhtemel isteksizliğinin ispatlarını görünmez kılmak zorunda. En etkili teorisyeni olan Elbridge Colby’e göre, “inkâr stratejisi” her iki kritere de cevap veriyor, kamuoyunu harekete geçirme konusunda zemin hazırlarken kaynakları da muhafaza ediyor. Bu bağlamda, Amerikan solunun Bidenomics’in ülke içindeki etkisine gözünü kırpmadan odaklanması, Webb’ler ve Bernstein’ların emperyalistler arası rekabet ve sömürgeci yağmalar felakete doğru hızlanırken kendi yerli işçi sınıflarının pastadan daha fazla pay almasını kutladıkları Avrupa belle époque‘unun[7] “sosyal emperyalizminin” yankılarını barındırıyor.

Elbette ideal olarak Washington, Amerikan teçhizatının gelişmişliğinin ve Asya’daki “hegemonya karşıtı” koalisyonunun gücünün Pekin’i Tayvan ya da Filipinler’e yönelik her türlü planından caydırmasını tercih eder. Fakat Donanma İstihbarat Direktörü Tuğamiral Michael Studeman’ın da uyardığı üzere “çok geç kalmış olabiliriz.” Böyle bir durumda asıl önemli olan Çin’in savaş başlatmaya zorlanması. Konuyla ilgili tarihsel benzetme, 1941 yılında Amerika’nın petrol ambargosu nedeniyle Pearl Harbor’a korkunç bir saldırı düzenleyen ve böylece o zamana kadar isteksiz olan halkı harekete geçiren Japonya İmparatorluğu. Colby, “Odaklanmış bir inkâr savunmasının büyük olasılıkla başarısız olacağı koşullarda ABD’nin stratejik hedefi, Çin’i Japonya’nın gönüllü olarak yaptığını yapmaya zorlamak olmalıdır: Çin, emellerine ulaşmaya çalışmak için, genişletilmiş koalisyondaki halkların müdahale etme kararlılığını teşvik edecek ve sertleştirecek şekilde davranmalı ve bu halklar, savaşı kazanabilecekleri bir düzeye kadar yoğunlaştırmalı ve genişletmelidir. Planlar buna göre yapılmalıydı,” diye yazıyor. “Daha incelikli bir savunma stratejisi benimseme şansını kaçırdık,” diye hayıflanan Colby, “şimdi çok aşırı görünen şeyler yapmak zorunda kalacağız,” diyor.

İnkar etmek, izin vermemek, esirgemek veya feragat etmektir. Verleugnung, Freudyen dilde, hoş olmayan veya travmatik bir hakikati kabul etmedeki yetersizliği veya isteksizliği tanımlayan başka anlama daha sahip. Aynı zamanda sapkınlıkla da alakalı; arzulanan şey olmadığında, dikkat mevcut bir vekil veya fetiş üzerinde yoğunlaşabilir. 46. Başkan bu tür duygulara yabancı olmayabilir. Fakat kendini kandırmak her yerde var. Pelosi, Tayvan’a şoven bir aksiyon düzenlerken Demokrat partililer bunun sonuçlarını küçük görmüştü; Sanders’ın eski dış politika danışmanı Matt Duss ve ilerici aktivist Tobita Chow’a göre asıl tehlike, Pelosi’nin ıslık çalarak yaptığı turdan ziyade, bu turdan kaygı duyanlardı ve onların uyarıları birer “tehdit enflasyonu” örneğiydi.

İnkâr daha çok sükûnet biçimini alıyor. Düşünceli eleştiriler bile -son Dissent sempozyumu, “İklim Solu için Sırada Ne Var?” şeklinde bir seçki içeriyor- genişletilmiş yurt içi harcama ile Biden’ın yetkilileri tarafından konuşma üzerine konuşma ile yinelenen giderek daha agresif bir Pasifik politikası arasındaki ilişkisel mantığı neredeyse hiç dikkate almıyor. Bu eleştiri NLR‘nin -dergi başka bir yerde Bidenomics’in sosyal-emperyal karakterini hedef almış olsa da- Dylan Riley ve Robert Brenner’ın “Amerikan Siyaseti Üzerine Yedi Tez“i üzerine yürüttüğü tartışma için de geçerli. İktisastçı J. W. Mason, Biden’ın harcama programını şerhli bir şekilde onaylayarak, “kamu yatırımlarının her yerde rastlanan bir parçası olan korkutucu Çin karşıtı retoriğin” varlığını kabul etmişti. Mason, “Savaş sanayi politikasından farklıdır,” demişti. Amerika’nın radikalleri bu ayrımı anlıyorlar mı?

Son zamanlarda finans basını, Biden ve Sullivan’ın şahinliğinden duyduğu huzursuzluğu dile getirmeye başlayarak eko-sosyalist solun önüne geçti. The Economist ve Financial Times, Rumsfeld’in[8] de dediği gibi, yeni bir gerçeklik yaratmadan önce coşkulu retoriğin soğutulması gerektiğine işaret ederek, yönetimin yüksekten uçmalarından kendini ayrı tuttu. FT, Adam Tooze tarafından kaleme alınan ve Çin’in yükselişine karşı bir uyum stratejisi çağrısında bulunan güçlü bir görüş yazısı yayımladı ki bu öneri halihazırdaki Beyaz Saray tarafından “ya haince ya da başka gezegenden” şeklinde değerlendirilebilir.

Çinli yetkililer Boise merkezli Micron Technology tarafından üretilen mikroçiplerin kullanımına kısasa kısas bir yasak getirdiklerini açıkladıklarında Ticaret Bakanı Gina Raimondo, ABD’nin bu kararı “tolere etmeyeceğini” ilan etti: “Bunu bariz ve basit bir şekilde ekonomik baskı olarak görüyoruz.” Zorlama mı sağduyu mu, “bilim ve teknolojideki üstünlüğümüzü korumak” mı yoksa “öldürme zincirini modernize etmek” mi, “piyasayı bozan uygulamalar” mı yoksa “Amerikan işçisine” destek mi, “çevresel adalet” mi yoksa Tayvan Boğazı üzerinde nükleer hesaplaşma mı? Bidenomics’in eleştirel değerlendirmeleri bunlardan hangisi karar vermeli.


[1] New Deal (Türkçe: Yeni Düzen), 1930’lu yıllarda ABD’de Başkan Franklin D. Roosevelt’in ilk döneminde uygulanan ekonomi programı. Programın asıl amacı Büyük Buhran sonrası toparlanmayı kolaylaştırmaktı. İşsizlere ve yoksullara rahatlama, ekonominin normal seyrine dönmesi ve tekrar çöküşü önlemek adına mali sistemin reforme edilmesi amaçlanmıştı. (ç.n.)

[2] Askeri stratejide tıkanma noktası, silahlı bir kuvvetin hedefine ulaşmak için geçmek zorunda olduğu, bazen ciddi ölçüde daraltılmış bir cephede bulunan ve bu nedenle üstün sayıları taşımayı zorlaştırarak savaş kabiliyetini büyük ölçüde azaltan bir vadi, geçit veya köprü gibi karadaki coğrafi engeller veya boğaz gibi kritik bir su güzergahlarına verilen isim. Tıkanma noktaları, sayı olarak az bir savunma gücünün araziyi çok daha kalabalık bir rakibi engellemek veya pusuya düşürmek için bir kuvvet çarpanı olarak kullanmasına imkân verebilir, zira saldırgan önce tıkanma noktasından geçişi güvence altına almadan daha fazla ilerleyemez. (ç.n.)

[3] Güreşte boğaz tutma, rakibin boynunu güçlü bir şekilde kavramaya verilen isim. Asker ve polis eğitimlerinde de kullanılır. Yazar, burada mecazi anlamına başvurmuş. (ç.n.)

[4] Bir duruma yersiz bir iyimserlikle bakan kişiler için kullanılan sıfat. Voltaire’in Candide romanındaki karakterden türetilmiştir. (ç.n.)

[5] “Bırakınız yapsınlar”ın Fransızca ifadesi; salahiyetin ve mülkiyet haklarının korunması için gerekli olan asgari düzeyin ötesinde devletin ekonomiye müdahalesine karşı çıkan doktrin. (ç.n.)

[6] Esasen “geriye dönük” veya zaten olmuş bir şeyi etkileyen anlamına gelen Latince ifade. (ç.n.)

[7] Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda Fransa, müreffeh ve sanatsal ve kültürel gelişmeleri beraberinde getiren bir ekonomik büyüme dönemi gördü. O dönemi tanımlamak için kullanılan ve “güzel dönem” anlamına gelen Fransızca kelime. (ç.n.)

[8] Tam adı: Donald Rumsfeld. 2003 Irak işgalinin mimarı olarak tanınan eski ABD Savunma Bakanı. Cumhuriyetçi Parti’nin 2006’daki ara seçimlerden mağlubiyetle ayrılmasından sonra istifa etmek zorunda kaldı. Haziran 2021’de öldü. (ç.n.)

DÜNYA BASINI

Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?

Yayınlanma

Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”


Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:

Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.

Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.

6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.

Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.

Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Ukrayna’da madene hücum

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.


Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor

Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal

ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.

İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.

Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.

Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.

Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.

Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak

Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.

Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.

Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.

Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.

Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.

Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.

Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.

Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?

Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu

Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.

Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.

Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.

Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.

Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.

Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.

Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.

Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.

Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.

Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.

Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Trump gümrük vergilerini uygulayamıyor

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: İktisatçı Michael Roberts’ın aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, Donald Trump’ın gümrük tarifelerinin ABD ekonomisine vereceği zararı inceliyor. Nitekim, Trump Kanada ve Meksika’ya getirdiği gümrük vergilerinin önemli bir kısmından geri adım atmak zorunda kaldı. ABD Başkanının Kongre konuşmasında bu vergilerin tüketicilerde “küçük bir rahatsızlık” yaratacağı iddiası, gerçeğin bambaşka oluşuyla birlikte boşa düşüyor.


Trump’ın ‘küçük rahatsızlığı’

Michael Roberts
The Next Recession
5 Mart 2025

Görevdeki 100 günün ardından dün ABD Kongresinde konuşan Başkan Donald Trump, ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından ithalata getirilen yeni gümrük vergilerinin “biraz rahatsızlık” yaratacağını iddia etti. Fakat yakında bunun sona ereceğini ve “gümrük vergilerinin Amerika’yı yeniden zenginleştirmek ve Amerika’yı yeniden büyük yapmakla ilgili olduğunu ” söyledi: “Bu gerçekleşiyor ve oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşecek.”

Gerçekten de çok hızlı bir şekilde. Trump dün Kanada ve Meksika’dan ABD’ye ithal edilen mallara %25, Çin’den ithal edilen mallara ise %10 ek gümrük vergisi getirerek Amerika’nın en büyük üç ticaret ortağını önemli ölçüde daha yüksek bariyerlerle karşı karşıya bıraktı. Bu hamleler Pekin’in hemen tepkisini çekti ve Pekin 10 Mart’tan itibaren soya fasulyesi ve sığır etinden mısır ve buğdaya kadar ABD tarım ürünlerine %10-15 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Kanada da 107 milyar dolarlık ABD ithalatına, 21 milyar dolarlık ithalattan başlamak üzere, derhal gümrük vergisi getireceğini açıkladı. Başbakan Justin Trudeau, “Kanada bu haksız kararın cevapsız kalmasına izin vermeyecektir,” dedi. Ottawa’ya karşı uygulanan vergiler, %10’luk bir tarifeyle karşı karşıya olan Kanada petrol ve enerji ürünleri hariç %25 olarak belirlendi. Kanada, ABD’nin ham petrol ithalatının yaklaşık %60’ını gerçekleştiriyor.

Çin ayrıca ABD şirketlerini de hedef alarak on şirketi ulusal güvenlik kara listesine aldı ve diğer 15 şirkete ihracat kontrolü getirdi. Ayrıca ABD’li biyoteknoloji şirketi Illumina’nın gen dizileme ekipmanlarını Çin’e ihraç etmesini yasakladı. Pekin, Trump’ın ilk gümrük vergileri saldırısına yanıt olarak Illumina’yı geçen ay “güvenilmez kuruluşlar” listesine eklemişti.

Planlanan tüm gümrük vergileri ABD’nin gümrük vergisi oranını birkaç hafta içinde %20’nin üzerine çıkaracak ve bu oran Birinci Dünya Savaşı öncesinden bu yana görülen en yüksek oran olacak. Joseph Politano’nun da belirttiği gibi, ABD’nin 1,3 trilyon dolarlık ithalatını ya da ABD’ye getirilen tüm malların yaklaşık %42’sini kapsayan bu eylemlerin maliyeti muazzam ya da yaklaşık bir asır önceki meşhur Smoot-Hawley Yasası’ndan bu yana tek başına en büyük tarife artışı.

Gümrük vergileri ABD’de benzin, gübre, çelik, alüminyum, ahşap, plastik ve dahası gibi temel hammaddelerin fiyatlarını artıracak. Özellikle Meksika’dan gelen taze meyve ve sebzeler olmak üzere, bakkaliye ürünlerini bulmak zorlaşacak. Karmaşık entegre Kuzey Amerika tedarik zincirlerine –araçlar, bilgisayarlar, kimyasallar, uçaklar ve daha fazlası– dayanan imalat sektörleri, bu bağlantıların zorla koparılması halinde durma noktasına gelebilir. Üretimin özellikle Çin ve Meksika’da yoğunlaştığı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar ve beyaz eşyalar için maliyetler artabilir. İhracatçılar artan hammadde maliyetleri, para biriminin değer kazanması ve yaklaşan misilleme gümrük vergileri nedeniyle zarar görecek ve bunların hepsi ABD iktisadi faaliyetlerini azaltacaktır.

Bu tarifelerin toplam maliyeti, ABD’li tüketicilerin ve işletmelerin ithal mal alımları için daha fazla ödeme yapmalarıyla 160 milyar doları bulacak ve daha fazlası da gelecek. Trump’ın salı günü aldığı önlemler, önerdiği önlemlerin yalnızca %40’ını oluşturuyor. Bir sonraki parti uygulamaya konulursa, ithalat maliyetini 600 milyar doların üzerine ya da GSYİH’nin %1,6’sına çıkaracak.

İthal mallara gümrük vergisi koymanın iktisadi argümanlarından biri yerli şirketleri yabancı rekabetten korumak. İthalatın vergilendirilmesiyle yurtiçi fiyatlar nispeten ucuzlar ve vatandaşlar harcamalarını yabancı mallardan yerli mallara kaydırarak yerli sanayiyi genişletir. Fakat bu argümanın çok az ampirik dayanağı vardır. New York Fed yakın zamanda artan gümrük vergilerinin yerli firmalar üzerindeki etkisini analiz etti. Çalışmada şu sonuca varıldı: “Küresel tedarik zincirlerinin karmaşık olması ve yabancı ülkelerin misilleme yapması nedeniyle gümrük tarifelerinin uygulanmasından kazanç elde etmek zordur. Ticaret savaşının açıklandığı günlerde borsa getirilerini kullanarak elde ettiğimiz sonuçlar, firmaların beklenen nakit akışlarında ve reel sonuçlarda büyük kayıplar yaşadığını gösteriyor. Bu kayıplar geniş tabanlı olup, Çin’e maruz kalan firmalar en büyük kayıpları yaşadı.

Dahası, Danimarkalı iktisatçı Jesper Rangvid’in de gösterdiği gibi, Trump sadece iki taraflı mal ticaretine bakıyor; hizmet ticaretini ve sermaye ile emekten elde edilen kazançları göz ardı ediyor. Öyle ki, ABD’nin en azından Avro bölgesine yaptığı hizmet ihracatından elde ettiği gelir ve bu bölgeye ihraç ettiği sermaye ve işgücü ücretlerinden elde ettiği getiri, mal ticaretindeki iki taraflı açığını telafi etmektedir. Avro bölgesinin ABD ile olan toplam ikili cari işlemler dengesi sıfıra yakındır.

Trump’ın gümrük vergisi yaylım ateşi ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmak’ bir yana, ABD ekonomisini ve onunla birlikte diğer büyük ekonomileri resesyona sürükleme ihtimaline sahip. Kiel Enstitüsü, AB’nin ABD’ye ihracatının %15-17 oranında düşeceğini, bunun da AB ekonomisinde %0,4 oranında “önemli” bir daralmaya yol açacağını, ABD GSYİH’sinin ise %0,17 oranında küçüleceğini hesaplıyor. AB’nin misilleme gümrük vergileri uygulaması halinde, bu ekonomik zararı iki katına çıkaracak ve enflasyonu 1,5 puan artıracak. Almanya’nın ABD’ye mamul mal ihracatı neredeyse %20 oranında düşerek en kötü darbeyi alacak. Zaman içinde kaybedilen ihracatın tam büyüklüğü belirsiz olsa da (tedarik zincirlerinin yeniden kurulması zaman alacağından), bu vergilerin devam etmesi halinde ABD ile ticaret yapan büyük ekonomilerin GSYİH’lerinde önemli bir düşüş yaratması muhtemel.

ABD imalatı üzerindeki genel etki, ihracat kaybında GSYİH’nin yaklaşık %1’ini bulabilir.

Bu tahminlerden biri. Yale Üniversitesi iktisatçıları daha da ileri gidiyor. Planlanan %25’lik Kanada ve Meksika tarifeleri ile %10’luk Çin tarifelerinin yanı sıra halihazırda yürürlükte olan %10’luk Çin tarifelerinin etkisini modellediler. Bu tarifelerin, efektif ortalama tarife oranını 1943’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkaracağını hesapladılar. Yurtiçi fiyatlar mevcut enflasyon oranına göre %1’in üzerinde artacak ki bu da 2024 yılında hane başına ortalama 1.600-2.000 dolar tüketici kaybına eşdeğerdir. ABD’nin reel GSYİH büyümesini bu yıl %0,6 puan düşürecek ve gelecekteki yıllık büyüme oranlarından %0,3-0,4 puan azaltarak yapay zeka infüzyonundan beklenen verimlilik kazanımlarını silecek.

ABD’deki Uluslararası Ticaret Odası [ICC] o kadar endişeli ki, Trump planlarından geri adım atmazsa dünya ekonomisinin 1930’lardaki Büyük Buhran’a benzer bir çöküşle karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. ICC Genel Sekreter Yardımcısı Andrew Wilson, “Derin endişemiz, bunun bizi 1930’ların ticaret savaşı bölgesine sokan aşağı doğru bir sarmalın başlangıcı olabileceği,” diyor. Dolayısıyla Trump’ın önlemleri “küçük bir rahatsızlığın” çok ötesine geçebilir .

Yeni gümrük tarifelerinin açıklanmasından önce bile ABD ekonomisinin bir miktar yavaşladığına dair önemli işaretler vardı. Artan ithalat tarifelerinin etkisi resesyon için bir kırılma noktası olabilir. Wall Street de böyle düşünüyordu. Trump gümrük vergisi önlemlerini açıkladığında, Trump’ın seçim zaferinden bu yana ABD borsasında elde edilen tüm kazançlar silindi.

Birkaç hafta içinde ABD ekonomisine ilişkin söylem, ABD ekonomisinin “istisnailiğinden” büyümede ani bir gerilemeye ilişkin endişeye dönüştü. Perakende satışlar, imalat, reel tüketici harcamaları, konut satışları ve tüketici güveni göstergelerinin hepsi son bir iki ay içinde düşüş gösterdi. 2025’in ilk çeyreği için reel GSYİH büyümesine ilişkin konsensüs tahminleri artık sadece yıllık %1,2.

Atlanta Fed’in yakından takip edilen mevcut GSYİH ŞİMDİ izleyicisi ise tam bir daralma öngörüyor.

ABD imalatı bir yıl ya da daha uzun bir süredir durgunluk içinde fakat imalat faaliyetlerine ilişkin son göstergelerde endişe verici olan bir diğer husus da maliyetlerdeki önemli artış. ISM Başkanı Timothy Fiore, “Şirketler yeni yönetimin tarife politikasının ilk operasyonel şokunu yaşarken talep azaldı, üretim dengelendi ve personel çıkarma devam etti. Tarifeler nedeniyle hızlanan fiyat artışı, yeni siparişlerin birikmesine, tedarikçi teslimatlarının durmasına ve imalat envanterinin etkilenmesine neden oldu,” diyor. Yeni siparişler Mart 2022’den bu yana en büyük düşüşü göstererek daralma bölgesine girdi ve üretim keskin bir şekilde yavaşladı. Buna ek olarak, fiyat baskıları Haziran 2022’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı.

Fakat pandeminin sona ermesinden bu yana ABD ekonomisinin sözümona istisnailiği her zaman istatistiksel bir yanılsamaydı. Bir çalışma, birçok Amerikan hanesi için istihdam, ücretler ve enflasyonla ilgili gerçek hikayeyi ortaya koyuyor. İlk olarak, resmi rakamlara göre neredeyse rekor düzeyde düşük olan işsizlik oranı sadece %4,2. Fakat bu rakam, ara sıra iş yapan evsiz insanları da istihdam edilmiş olarak kabul ediyor. İşsizlere yarı zamanlı iş dışında bir iş bulamayanlar ya da yoksulluk ücreti (kabaca 25.000 dolar) alanlar da dahil edilirse, bu oran aslında %23,7. Başka bir deyişle, bugün Amerika’da neredeyse her dört çalışandan biri işlevsel olarak işsizdir. Resmi medyan ücret 61.900 dolar. Fakat işgücündeki herkesi takip ederseniz, yani yarı zamanlı çalışanları ve işsiz iş arayanları dahil ederseniz, medyan ücret aslında yılda 52.300 dolardan biraz fazla. “Medyan ücretle çalışan Amerikalı işçiler, geçerli istatistiklerin gösterdiğinden %16 daha az kazanıyor.” 2023 yılında resmi enflasyon oranı %4,1 idi. Fakat gerçek yaşam maliyeti bunun iki katından daha fazla arttı: tam %9,4. Bu da 2023 yılında satın alma gücünün medyan olarak %4,3 düştüğü anlamına geliyor.

Avrupalı liderlerin Trump’ın gümrük vergisi hamlelerine ve Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’yı desteklemekten açıkça geri çekilmesine cevabı, daha fazla savaş hazırlığı gibi görünüyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsüne göre, küresel savunma harcamaları geçen yıl 2,2 milyar dolara ulaşarak rekor kırarken, Avrupa’da ise 388 milyar dolara yükselerek ‘soğuk savaş’tan bu yana görülmemiş seviyelere ulaştı. Financial Times’ın liberal Keynesyen iktisat gurusu Martin Wolf, “Savunma harcamalarının önemli ölçüde artması gerekecek,” diyor. “Bu harcamanın 1970’lerde ve 1980’lerde Birleşik Krallık GSYİH’sinin %5’i ya da daha fazlası olduğunu unutmayın. Uzun vadede bu seviyelerde olması gerekmeyebilir: modern Rusya Sovyetler Birliği değil. Yine de, özellikle ABD’nin çekilmesi durumunda, inşa sırasında bu kadar yüksek olması gerekebilir.

Bunun bedeli nasıl ödenecek? “Eğer savunma harcamaları kalıcı olarak artırılacaksa, hükümet yeterli harcama kesintisi bulamazsa, ki bu da şüpheli, vergilerin arttırılması gerekir.” Fakat endişelenmeyin, tanklara, askerlere ve füzelere yapılan harcamalar aslında bir ekonomi için faydalıdır, diyor Wolf. “Birleşik Krallık gerçekçi bir şekilde savunma yatırımlarının ekonomik getirilerini de bekleyebilir. Tarihsel olarak savaşlar inovasyonun anası olmuştur.” Wolf daha sonra İsrail ve Ukrayna’nın savaştan elde ettiği kazanımlara ilişkin harika örneklerden bahsediyor: “İsrail’in “startup ekonomisi’ ordusunda başladı. Ukraynalılar şimdi dron savaşında devrim yarattılar.” Savaşın getirdiği yeniliklerin insani maliyetinden bahsetmiyor Wolf: ”Ancak asıl önemli olan nokta, savunmaya önemli ölçüde daha fazla harcama yapma ihtiyacının, her ikisi de doğru olsa da, sadece bir gereklilikten ve sadece bir maliyetten daha fazlası olarak görülmesi gerektiği. Eğer doğru şekilde yapılırsa, bu aynı zamanda iktisadi bir fırsattır.” Yani savaş iktisadi durgunluktan çıkış yolu.

Almanya’nın müstakbel Şansölyesi Friedrich Merz de (son seçimleri kazandıktan sonra) aynı hikayeyi benimsedi. Hükümetin hesaplarını ‘dengelemek’ için herhangi bir ekstra mali harcamaya karşı çıktığı seçim kampanyasından tam bir dönüş yaparak, şimdi Avrupa’nın en büyük ekonomisini canlandırmak ve yeniden silahlandırmak için Almanya’nın ordusuna ve altyapısına yüz milyarlarca dolarlık ekstra fon enjekte etme planını destekliyor. Yeni bir düzenleme ile GSYİH’nin %1’inin üzerindeki savunma harcamaları, hükümetin borçlanmasını sınırlayan “borç freninden” muaf tutularak Almanya’nın silahlı kuvvetlerini finanse etmek ve Ukrayna’ya askeri yardım sağlamak için sınırsız miktarda borçlanmasına izin verilecek. Ayrıca, altyapı için on yıl boyunca sürecek 500 milyar avroluk bir fon oluşturmak üzere bir anayasa değişikliği yapmayı planlıyor. Birdenbire silahlanma ve askeri girişimler için bol miktarda nakit ve borçlanma imkanı ortaya çıktı.

İngiltere’nin planı, dünyanın yoksul ülkelerine yönelik yardım programını keserek ‘savunma’ harcamalarını iki katına çıkarmak. Trump ayrıca ABD’nin dış yardımlarını da dondurdu. Küresel borç 2024 yılında 7 trilyon dolar artışla 318 trilyon dolara ulaştı. Küresel borcun küresel GSYİH’ye oranı son dört yılda ilk kez yükseldi; yani borç nominal GSYİH’den daha hızlı artarak GSYİH’nin %328’ine ulaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), borç yükleri artmaya devam eden yoksul ülkelerin büyük bir baskı altında olduğu uyarısında bulundu. Bu ekonomilerdeki toplam borç 2024 yılında 4,5 trilyon dolar artarak, gelişmekte olan piyasaların toplam borcunu tüm zamanların en yüksek seviyesi olan GSYİH’nin %245’ine çıkardı. Bu yoksul ekonomilerin birçoğu bu yıl 8,2 trilyon dolarlık rekor bir borcu çevirmek zorunda ve bunun yaklaşık %10’u yabancı para cinsinden; bu da finansmanın kesilmesi halinde hızla tehlikeli bir hal alabilecek bir durum. Yani önümüzde daha fazla savaş ve daha fazla yoksulluk var.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English