Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

‘Bidenomics’in jeopolitik boyutu

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Çin’in yükselişi ABD müesses nizamı nezdinde son 30 yılın en ciddiye alınması gereken fenomeni ve dünyanın geri kalanında atılan askeri, siyasi ve iktisadi adımlar doğrudan veya dolaylı olarak bununla ilgiliydi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın nisan ayında Brookings Enstitüsü’nde ana hatlarını çizdiği yeni Amerikan manifestosu saldırgan bir görünümdeydi ve tarih bu gibi güç mücadelelerinin savaşsız bitmeyeceğini göstermişti. Bu örnekte de durumun buraya doğru gittiği anlaşılıyor ve bunun için eskinin aksine, toplumsal rızanın tesis edilmesi adına, daha karmaşık bir söylemin benimsendiği görülüyor. Amerikalı tarihçi ve yazar Grey Anderson’ın değerlendirmesi.


İnkâr stratejileri

Grey Anderson
New Left Review
15 Haziran 2023

Amerikan solunda Biden yönetiminin sanayi stratejisi hakkında hararetli bir tartışma yaşanıyor. Tartışmalar, Enflasyonu Düşürme Yasasının (IRA) yanı sıra Amerikan Kurtarma Planı, iki partiden de onay alan Altyapı Yasası ve CCHIPS (Amerika için Yarı İletkenler Üretmek Amacıyla Yardımcı Teşvikler Yaratma) ve Bilim Yasasını da hesaba katarsak toplamda yaklaşık 4 trilyon doları bulan devasa teşvikin açtığı kapılara, binaların güçlendirilmesi için “ilerici teknokratlar” eğitilmesinden küresel aşırı kapasite ve düşen iktisadi büyüme koşulları altında kapitalist devlet öncülüğündeki “karbonsuzlaştırmanın” uygulanabilirliğine odaklandı.

Şimdiye dek yapılan değerlendirmeler, ilkine vurgu yapılsa da “iyi, kötü ve çirkin” ayrımıyla karışık bir şekilde yapıldı. IRA tarafından vaat edilen istihdam büyümesi ve faydalı “yeşil” işler göz ardı edilemezse, eksiklikleri -konut ve toplu taşımada finansman eksikliği, elektrik sektöründe kısırlaştırılmış düzenleyici standartlar, petrol ve gaz üreticilerine kamu arazilerine erişim sağlayan kira sözleşmeleri- de göz ardı edilemez. Jacobin‘de yer alan örnek bir değerlendirmeye göre “IRA, aynı anda hem fosil yakıt endüstrisinin devasa bir armağanı, hem temiz enerjiye yapılan tarihi ama yetersiz bir yatırım, hem de küresel felaketi önlemek adına en işe yarar umudumuz.”

Başka bir deyişle, soldan yapılan eleştiri “yetmez ama evet”in ötesine geçti, ancak belki de çok ötesine geçmedi. Bu tartışmalarda bu ulusal yatırım hamlesine güç veren, ABD anakarasındaki üretimi yeniden şekillendiren, lityum madenlerini paketleyen ve Çin’i geride bırakmak amacıyla mikroçip fabrikalarının militarize edilmiş bir teşebbüsle inşasına sponsor olan jeostratejik mantık neredeyse hiç yer almıyor.

İktidar koridorlarından bakıldığında, ABD’nin sanayi politikasının Çin karşıtı yönelimi, yeşil “geçişin” talihsiz bir yan ürünü değil, motive edici gayesi. Kavramsallaştıranlar için, yeni altyapı harcamaları dönemini yöneten mantık özünde jeopolitiktir; emsali Yeni Düzen’de[1] değil, Soğuk Savaş’ın askeri Keynesçiliğinde aranmalıdır, bunu uygulayan “akil adamlar” tarafından Amerika’nın Sovyetler Birliği’ne karşı mücadelesinde zaferin bir koşulu olarak görülmüştür.

1945’ten sonra olduğu gibi bugün de karar alıcılar, kendilerini bir “dönüm noktasında” görüyorlar. Geleceğin Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, 2020 başkanlık kampanyası sırasında “Tarih yine kapıyı çalıyor,” diye yazmıştı:

“[…] Çin ile artan rekabet ve uluslararası siyasi ve ekonomik düzendeki değişimler, günümüz dış politika kurumlarında da benzer bir içgüdüyü tetiklemelidir. Günümüzün ulusal güvenlik uzmanları son kırk yılın hâkim neoliberal ekonomi felsefesinin ötesine geçmelidir… Amerikan ulusal güvenlik camiası haklı olarak ABD’nin Çin karşısındaki uzun vadeli rekabet gücünü belirleyecek olan altyapı, teknoloji, inovasyon ve eğitim yatırımları konusunda ısrarcı olmaya başlamıştır.”

Carnegie Vakfı tarafından hazırlanan, Sullivan ve diğer Biden danışmanlarının imzasını taşıyan raporda uzun uzun anlatılan “orta sınıfa hizmet eden dış politika”, ulusal güvenlik ve ekonomik planlama arasındaki hayali ayrımları yıktı. Küreselleşen iki taraflı ticaretin diğer güçleri Amerikan hegemonyasını kalıcı olarak kabul etmeye teşvik edeceği umutları boşa çıkmıştı. Sırada başka bir yaklaşım vardı. Biden, dış politika açılış konuşmasında “Artık dış politika ile iç politika arasında parlak bir çizgi yok. Yurt dışında attığımız her adımı Amerikalı çalışan aileleri düşünerek atmalıyız,” demişti. Trump’ın opioid krizinin ve ‘Amerikan kıyımının’ sanayisizleşmiş merkez bölgelerinde kazandığı zafer, Demokrat müesses nizamı sarsmıştı. Goldman Sachs için iyi olanın artık Amerika için de iyi olması gerekmiyordu.

Ortodoksluktan bu kopuşun ardındaki küresel motivasyona dair pek bir gizem yok. Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Mayıs 2022’de vurguladığı üzere Çin, “hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de giderek artan bir şekilde bunu yapabilecek iktisadi, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek ülke.” Daha da kötüsü, “Pekin’in vizyonu bizi son yetmiş beş yılda dünyanın ilerlemesini sağlayan evrensel değerlerden uzaklaştıracak.” Ancak ne mutlu ki, söz konusu değerlerin garantörü tepki vermeye hazırdı: “Biden yönetimi, ekonomik ve teknolojik etkimizi devam ettirmek ve genişletmek, ekonomimizi ve tedarik zincirlerimizi daha dirençli hale getirmek ve rekabet gücümüzü keskinleştirmek için modern bir sanayi stratejisinden başlayarak, ulusal gücümüzün temel kaynaklarına geniş kapsamlı yatırımlar yapıyor.” Blinken rekabetin çatışmayı gerektirmediğini de sözlerine ekledi. Fakat Çin’i “koşu rakibi” olarak tanımlayan Beyaz Saray, “askeri yatırımları 20. yüzyılın çatışmaları için tasarlanmış platformlardan daha uzun menzilli, bulunması daha zor, taşınması daha kolay asimetrik sistemlere doğru kaydırmakla” başlayarak savaş olasılığından da kaçınmayacak.

Üç ay sonra Enflasyonu Düşürme ve CHIPS yasalarının kabulü “iç politika ile dış politikanın derin entegrasyonunu” somutlaştırdı. Önemli yapay zekâ ve yarı iletken bileşenlerinin Çin’e ihracatına eylül ayında getirilen ve bir sonraki ay getirilen kısıtlamalar, gerçek bir ekonomik savaş ilanı olan “chokepoint”[2] veya “stranglehold”[3] teknolojilerini tekelleştirme çabasını teyit etti. CSIS’te yer alan bir analize göre “Bu eylemler, ABD hükümetinin yalnızca tıkanma noktasında kontrolünü korumak için değil, aynı zamanda Çin’in teknoloji endüstrisinin büyük bölümlerini aktif olarak boğmaya -öldürme niyetiyle boğmaya- yönelik yeni bir politika başlatmak konusunda eşi görülmemiş bir müdahale başlattığını gösteriyor.” Sullivan, kaygı verici bir şekilde Manhattan Projesine atıfta bulundu. ABD’nin çok uzun zamandır hassas yüksek teknoloji alanlarında sadece “göreli” bir avantaj peşinde koştuğunu, bundan böyle “mümkün olduğunca büyük bir liderliği muhafaza edeceğini” savundu. Ukrayna’nın işgalinin ardından Moskova’ya karşı uygulanan teknoloji kısıtlamalarının “ihracat kontrollerinin sadece önleyici bir araçtan daha fazlası olabileceğini” gösterdiği söyleniyordu. Savunma jargonunda tedarik zinciri blokajı, ekonomik ve stratejik varlıkların mübadele edilebilir olmasının önemli bir örneği.

Washington’da çalan şarkı asker bandosu. Kongre’nin IRA’yı oylamasından haftalar önce Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, bir düzine F-15 ve USS Ronald Reagan uçak gemisi vurucu ekibinin eşlik ettiği bir hava kuvvetleri jetiyle Taipei’ye gitti (Thomas Friedman’ın ifadesiyle “son derece pervasız, tehlikeli ve sorumsuzca”; Çin Dışişleri Bakanlığı’na göre “büyük bir siyasi provokasyon”). Ancak ABD’nin askeri tehdidinin artması Biden yönetiminin gelmesiyle birlikte başlamıştı; Trump’ın palavralarını düzeltmek şöyle dursun, bu palavraların üzerine yenilerini eklemiş, yalnızca hoşnutsuz NATO ve SEATO müttefiklerini projeye yeniden dahil etmekle yetinmişti.

2021’in başında “Quad” ittifakın yeniden canlandırılmasından bu yana, kısa süre sonra AUKUS paktıyla tahkim olan Amerika, halihazırda geniş olan üs takımadasını genişletti, hızla konuşlandırılabilir mobil kuvvetler, derin deniz saldırı kabiliyetleri ve insansız sistemlerle yatırım yaptı. Savunma Bakanlığı’nda Asya’dan sorumlu Ely Ratner’e göre maksat, “Hint-Pasifik bölgesinde daha dayanıklı, hareketli ve ölümcül bir varlık” oluşturmak. ABD ile Japonya arasındaki ortak deniz tatbikatlarının 2022 sonbaharında hızlandırılması, Tokyo’da Çin’in yarattığı “benzeri görülmemiş” tehdide yönelik yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde özetlenen kayda değer bir değişimin sinyalini verdi; yüzlerce Tomahawk seyir füzesi siparişi ve yeni kurulan bir Deniz Kıyı Alayı’nın Okinawa’ya konuşlandırılması da bunu izledi.

2023 yılının başında, tanımlanamayan balon gözlemleri üzerine yaşanan panik, ABD Hava Hareketlilik Komutanının “içgüdülerinin” Amerika’nın 2025 yılına kadar Çin ile savaşa gireceğini söylediği bir belgenin sızdırılmasıyla aynı zamana denk geldi. Şubat ayında Pentagon, silah satışlarındaki artışla birlikte Tayvan’a konuşlandırılan kuvvetleri dört katına çıkarmayı planladığını açıkladı ve yetkililer, artık Çin’in işgal başlatması durumunda adanın yarı iletken üretim tesislerini havaya uçurma fikrini alenen dile getiriyor. Biden, uzun süredir devam eden diplomatik “Tek Çin” formülünü (hem Pekin hem de Kuomintang’ın Taipei’si tarafından iddia edilen ve Washington tarafından 1972 Şanghay Bildirisinde resmen kabul edilen) açıkça çiğneyerek, böyle bir durumda güç kullanma niyetini defalarca teyit etti. Yönetimin “stratejik muğlaklıktan” vazgeçtiği, Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Haines’in bu mart ayında Senato’da verdiği ifadede de doğrulandı. Periyodik olarak dile getirilen “buzların erimesi” söylemi yalnızca tırmanma eğiliminin altını çiziyor.

Amerikan solunda Bidenomics’in uluslararası etkileri konusunda süregelen bir muğlaklık varsa şayet, nisan sonunda Brookings Enstitüsü’nde yaptığı ‘ABD’nin Ekonomik Liderliğini Yeniden Tesis Etmek’ başlıklı konuşmada Sullivan tarafından giderilmiş olmalıı. Konunun Ulusal Güvenlik Danışmanı’na emanet edilmesine şaşıranlara karşı Sullivan bir kez daha, güçle ilgili ve siyasi kaygıların Panglossçu[4] piyasa köktenciliğine göre öncelikli olduğu konusunda ısrar etti. Çin’in yükselişi küreselci laissez-faire[5] nostaljisinin aleyhine bir delildi. Çin’in “askeri hırsları”, “piyasa dışı iktisadi uygulamaları” ve Batılı “değerlerden” yoksun olması -Pekin’in lityum, kobalt ve diğer “kritik madenler” üzerindeki hakimiyetinden bahsetmeye bile gerek yok- mutlak bir yanıt gerektiriyordu. Elektrikli araç ve mikroçip üretimine yatırım, Kuşak ve Yol Girişimine bir yanıt olarak tasarlanan Çin karşıtı bir ticaret karteli Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı ile birlikte ilk taksitti. Sullivan sözlerini şöyle sürdürdü: “Kendi ülkemizde sanayi stratejimizi açık bir şekilde sürdüreceğiz, fakat dostlarımızı geride bırakmamaya da kesin olarak kararlıyız.”

Bu ‘yeni Washington Mutabakatı’nın boyutlarını ölçmek için Hazine Bakanı Janet Yellen’ın önceki hafta Johns Hopkins İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda yaptığı konuşmayı dinlemek yeterli olacaktır. “Şahin” Sullivan’a karşı “güvercin” olarak bilinen Yellen, sözlerine “Çin’in piyasa reformlarından uzaklaşarak komşularını ve dünyanın dört bir yanındaki ülkeleri zayıflatan, daha devlet odaklı bir yaklaşıma yönelme kararına” işaret ederek başladı: “Bu durum, Çin’in sadece Hint-Pasifik bölgesinde değil, aynı zamanda Avrupa ve diğer bölgelerde de ABD ile müttefik ve ortaklarımıza karşı daha çatışmacı bir tutum sergilemesiyle ortaya çıkmıştır. Gergin bir konjonktürle karşı karşıya kalan ABD’nin ekonomi politikası dört hedefe uyacaktı; birincisi, Washington ve müttefiklerinin ‘ulusal güvenlik çıkarlarını’ teminat altına almak; ikincisi, ‘dünyanın neresinde olursa olsun insan hakları ihlallerini engellemek ve caydırmak için araçlarımızı kullanmaya’ devam etmek; üçüncüsü, ‘adil olmayan iktisadi uygulamalarını’ tersine çevirmesi ve ‘kurallara dayalı küresel iktisadi düzene’ bağlı kalması koşuluyla Çin ile ‘sağlıklı rekabet’; dördüncüsü, ‘iklim ve borç sıkıntısı gibi konularda işbirliği’.” Ulusal güvenlik, küresel polislik, rekabet, işbirliği; hiyerarşi netti.

Beyaz Saray, söylem düzeyinde amacının Çin’den ekonomik anlamda “ayrışmak” değil, daha ziyade “riskten arınmak” -Avrupalıları Washington’un dümen suyunda yürümeye zorlayan AB’nin sözüm ona şefi Ursula von der Leyen’in keşiflerinden– olduğunda ısrarcı oldu. Ancak Biden’ın politikaları, bu son anlaşmada “dostlara” biçilen kader konusunda şüpheye yer bıraktı. ABD’nin onlarca yıldır serbest ticaretin kutsallığına atfettiği övgüler eşliğinde iklim hedeflerinden vazgeçmesi, Almanya ve Fransa’yı gümrük vergilerinin, sermaye kontrollerinin ve sanayiye yönelik devlet teşviklerinin kırbaç gibi geri dönmesine karşı hazırlıksız yakaladı. Ocak 2023’te von der Leyen tarafından açıklanan ‘Yeşil Anlaşma’nın özü olan ‘Yeni Nesil AB’, Avrupa hükümetlerine IRA ile mukayese edilebilecek bir meblağ olan 720 milyar avro tutarında hibe ve kredi sunuyor; fakat Kate Mackenzie ve Tim Sahay’ın gözlemlediği üzere AB ülkeleri, Ukrayna’daki vekalet savaşından kaynaklanan enerji krizini dengelemek adına sadece geçtiğimiz yıl neredeyse bir o kadar teşvik ödedi. Scholz ve Macron’un Pekin ziyaretleri bir yana AB, Asya’da NATO hamiliğine karşı çıkma konusunda, Avrupa’da bağımsız hareket etme konusunda olduğundan daha az iştahlı görünüyor. Von der Leyen’in Brüksel’deki yardımcısı Josep Borrell, son olarak üye ülkelere Güney Çin Denizi’nde devriye gezmeleri için savaş gemileri göndermeleri çağrısında bulunurken görülmüştü.

Teknoloji ambargoları, yaptırımlar ve ittifak politikaları, Pentagon’un savaş planlamacıları tarafından “inkâr” parolası altında addedilen daha geniş bir stratejik bakış açısında yerlerini alıyorlar. Görünürde bu tedbirler, “askeri kirpi” Tayvan başta olmak üzere ABD’nin Çin sınırlarındaki ileri mevzilerini korumayı amaçlıyor. Yönetimin Çin’in bölgedeki emellerini “inkâr” etmeye hazırlanması gerektiği, detaylar konusundaki anlaşmazlıklara rağmen, “itidal” odaklı Quincy Enstitüsü’nden Heritage Foundation ve Center for a New American Security’ye kadar geniş bir kuruluşun onayını aldı. Çevreleme gibi, onun yakın selefi olan “inkâr” da değişken bir kavram. Bazıları için kontrol ya da önceliğe karşıt pozisyonuna vurgu yapılırken -Amerikan gücünün kendisine meydan okuma fikrini bertaraf edecek kadar müthiş olması gerektiği fikri- caydırıcılık teorisinden ilham alan diğerleri “cezalandırma” ya da bir düşmana post facto[6] kabul edilemez zarar verme tehditleri ile bir bölgeyi fethedilemez hale getirmeyi amaçlayan aktivist bir askeri tavır arasında bir ayrım yapıyor.

Her iki durumda da Washington, kendisi dışında herhangi bir ülkenin dünyanın büyük güç merkezlerinden birine (Asya, Avrupa, Basra Körfezi) hâkim olmasını engelleme zarureti ile yirmi yıldır bitmek bilmeyen silahlı maceraların ardından yurttaşlarının yurt dışında büyük bir uluslararası savaşı destekleme konusundaki muhtemel isteksizliğinin ispatlarını görünmez kılmak zorunda. En etkili teorisyeni olan Elbridge Colby’e göre, “inkâr stratejisi” her iki kritere de cevap veriyor, kamuoyunu harekete geçirme konusunda zemin hazırlarken kaynakları da muhafaza ediyor. Bu bağlamda, Amerikan solunun Bidenomics’in ülke içindeki etkisine gözünü kırpmadan odaklanması, Webb’ler ve Bernstein’ların emperyalistler arası rekabet ve sömürgeci yağmalar felakete doğru hızlanırken kendi yerli işçi sınıflarının pastadan daha fazla pay almasını kutladıkları Avrupa belle époque‘unun[7] “sosyal emperyalizminin” yankılarını barındırıyor.

Elbette ideal olarak Washington, Amerikan teçhizatının gelişmişliğinin ve Asya’daki “hegemonya karşıtı” koalisyonunun gücünün Pekin’i Tayvan ya da Filipinler’e yönelik her türlü planından caydırmasını tercih eder. Fakat Donanma İstihbarat Direktörü Tuğamiral Michael Studeman’ın da uyardığı üzere “çok geç kalmış olabiliriz.” Böyle bir durumda asıl önemli olan Çin’in savaş başlatmaya zorlanması. Konuyla ilgili tarihsel benzetme, 1941 yılında Amerika’nın petrol ambargosu nedeniyle Pearl Harbor’a korkunç bir saldırı düzenleyen ve böylece o zamana kadar isteksiz olan halkı harekete geçiren Japonya İmparatorluğu. Colby, “Odaklanmış bir inkâr savunmasının büyük olasılıkla başarısız olacağı koşullarda ABD’nin stratejik hedefi, Çin’i Japonya’nın gönüllü olarak yaptığını yapmaya zorlamak olmalıdır: Çin, emellerine ulaşmaya çalışmak için, genişletilmiş koalisyondaki halkların müdahale etme kararlılığını teşvik edecek ve sertleştirecek şekilde davranmalı ve bu halklar, savaşı kazanabilecekleri bir düzeye kadar yoğunlaştırmalı ve genişletmelidir. Planlar buna göre yapılmalıydı,” diye yazıyor. “Daha incelikli bir savunma stratejisi benimseme şansını kaçırdık,” diye hayıflanan Colby, “şimdi çok aşırı görünen şeyler yapmak zorunda kalacağız,” diyor.

İnkar etmek, izin vermemek, esirgemek veya feragat etmektir. Verleugnung, Freudyen dilde, hoş olmayan veya travmatik bir hakikati kabul etmedeki yetersizliği veya isteksizliği tanımlayan başka anlama daha sahip. Aynı zamanda sapkınlıkla da alakalı; arzulanan şey olmadığında, dikkat mevcut bir vekil veya fetiş üzerinde yoğunlaşabilir. 46. Başkan bu tür duygulara yabancı olmayabilir. Fakat kendini kandırmak her yerde var. Pelosi, Tayvan’a şoven bir aksiyon düzenlerken Demokrat partililer bunun sonuçlarını küçük görmüştü; Sanders’ın eski dış politika danışmanı Matt Duss ve ilerici aktivist Tobita Chow’a göre asıl tehlike, Pelosi’nin ıslık çalarak yaptığı turdan ziyade, bu turdan kaygı duyanlardı ve onların uyarıları birer “tehdit enflasyonu” örneğiydi.

İnkâr daha çok sükûnet biçimini alıyor. Düşünceli eleştiriler bile -son Dissent sempozyumu, “İklim Solu için Sırada Ne Var?” şeklinde bir seçki içeriyor- genişletilmiş yurt içi harcama ile Biden’ın yetkilileri tarafından konuşma üzerine konuşma ile yinelenen giderek daha agresif bir Pasifik politikası arasındaki ilişkisel mantığı neredeyse hiç dikkate almıyor. Bu eleştiri NLR‘nin -dergi başka bir yerde Bidenomics’in sosyal-emperyal karakterini hedef almış olsa da- Dylan Riley ve Robert Brenner’ın “Amerikan Siyaseti Üzerine Yedi Tez“i üzerine yürüttüğü tartışma için de geçerli. İktisastçı J. W. Mason, Biden’ın harcama programını şerhli bir şekilde onaylayarak, “kamu yatırımlarının her yerde rastlanan bir parçası olan korkutucu Çin karşıtı retoriğin” varlığını kabul etmişti. Mason, “Savaş sanayi politikasından farklıdır,” demişti. Amerika’nın radikalleri bu ayrımı anlıyorlar mı?

Son zamanlarda finans basını, Biden ve Sullivan’ın şahinliğinden duyduğu huzursuzluğu dile getirmeye başlayarak eko-sosyalist solun önüne geçti. The Economist ve Financial Times, Rumsfeld’in[8] de dediği gibi, yeni bir gerçeklik yaratmadan önce coşkulu retoriğin soğutulması gerektiğine işaret ederek, yönetimin yüksekten uçmalarından kendini ayrı tuttu. FT, Adam Tooze tarafından kaleme alınan ve Çin’in yükselişine karşı bir uyum stratejisi çağrısında bulunan güçlü bir görüş yazısı yayımladı ki bu öneri halihazırdaki Beyaz Saray tarafından “ya haince ya da başka gezegenden” şeklinde değerlendirilebilir.

Çinli yetkililer Boise merkezli Micron Technology tarafından üretilen mikroçiplerin kullanımına kısasa kısas bir yasak getirdiklerini açıkladıklarında Ticaret Bakanı Gina Raimondo, ABD’nin bu kararı “tolere etmeyeceğini” ilan etti: “Bunu bariz ve basit bir şekilde ekonomik baskı olarak görüyoruz.” Zorlama mı sağduyu mu, “bilim ve teknolojideki üstünlüğümüzü korumak” mı yoksa “öldürme zincirini modernize etmek” mi, “piyasayı bozan uygulamalar” mı yoksa “Amerikan işçisine” destek mi, “çevresel adalet” mi yoksa Tayvan Boğazı üzerinde nükleer hesaplaşma mı? Bidenomics’in eleştirel değerlendirmeleri bunlardan hangisi karar vermeli.


[1] New Deal (Türkçe: Yeni Düzen), 1930’lu yıllarda ABD’de Başkan Franklin D. Roosevelt’in ilk döneminde uygulanan ekonomi programı. Programın asıl amacı Büyük Buhran sonrası toparlanmayı kolaylaştırmaktı. İşsizlere ve yoksullara rahatlama, ekonominin normal seyrine dönmesi ve tekrar çöküşü önlemek adına mali sistemin reforme edilmesi amaçlanmıştı. (ç.n.)

[2] Askeri stratejide tıkanma noktası, silahlı bir kuvvetin hedefine ulaşmak için geçmek zorunda olduğu, bazen ciddi ölçüde daraltılmış bir cephede bulunan ve bu nedenle üstün sayıları taşımayı zorlaştırarak savaş kabiliyetini büyük ölçüde azaltan bir vadi, geçit veya köprü gibi karadaki coğrafi engeller veya boğaz gibi kritik bir su güzergahlarına verilen isim. Tıkanma noktaları, sayı olarak az bir savunma gücünün araziyi çok daha kalabalık bir rakibi engellemek veya pusuya düşürmek için bir kuvvet çarpanı olarak kullanmasına imkân verebilir, zira saldırgan önce tıkanma noktasından geçişi güvence altına almadan daha fazla ilerleyemez. (ç.n.)

[3] Güreşte boğaz tutma, rakibin boynunu güçlü bir şekilde kavramaya verilen isim. Asker ve polis eğitimlerinde de kullanılır. Yazar, burada mecazi anlamına başvurmuş. (ç.n.)

[4] Bir duruma yersiz bir iyimserlikle bakan kişiler için kullanılan sıfat. Voltaire’in Candide romanındaki karakterden türetilmiştir. (ç.n.)

[5] “Bırakınız yapsınlar”ın Fransızca ifadesi; salahiyetin ve mülkiyet haklarının korunması için gerekli olan asgari düzeyin ötesinde devletin ekonomiye müdahalesine karşı çıkan doktrin. (ç.n.)

[6] Esasen “geriye dönük” veya zaten olmuş bir şeyi etkileyen anlamına gelen Latince ifade. (ç.n.)

[7] Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda Fransa, müreffeh ve sanatsal ve kültürel gelişmeleri beraberinde getiren bir ekonomik büyüme dönemi gördü. O dönemi tanımlamak için kullanılan ve “güzel dönem” anlamına gelen Fransızca kelime. (ç.n.)

[8] Tam adı: Donald Rumsfeld. 2003 Irak işgalinin mimarı olarak tanınan eski ABD Savunma Bakanı. Cumhuriyetçi Parti’nin 2006’daki ara seçimlerden mağlubiyetle ayrılmasından sonra istifa etmek zorunda kaldı. Haziran 2021’de öldü. (ç.n.)

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English