Bizi Takip Edin

AVRUPA

Britanya, AB’ye karşı işbirliğini artırıyor

Yayınlanma

7 Kasım günü, Politico’da ilginç bir haber yayımlandı. Haber başlığı da manidardı: ‘Aptal yerine konduk’: Milletvekilleri, Birleşik Krallık’ın veri koruma reddine köpürdü. Haberde görüşlerine yer verilen bir Avrupa Parlamentosu milletvekili, Fransız Gwendoline Delbos-Corfield, veri koruma reform planları nedeniyle İngiliz hükümet yetkilileriyle yaptıkları görüşmeyi ‘korkunç’ olarak nitelendirdi.

Fransız yetkilinin anlattığına göre durum gerçekten vahimdi: Birleşik Krallık’ın Dijitalden Sorumlu Bakanı Julia Lopez, görüşmenin orta yerinde çekip gitmişti, İçişleri Bakanlığı kendileriyle görüşmeye tenezzül etmemişti, Britanya’nın veri düzenleyici kurumunun (ICO) müdürü yerine vekiliyle görüşmüşlerdi. Bu da yetmezmiş gibi, görüşebildikleri ICO yetkilileri veri koruma konusunda hiçbir şey bilmiyor gibi görünüyorlar, tüm sorulara tek cümlelik cevaplar veriyorlardı. Britanya, AB’den miras kalan veri koruma yasasını reforme ederken, yalnızca büyüme ve inovasyonu göz önüne alıyordu, ‘insan hakları’nın ise esamisi bile okunmuyordu: “Veri korumanın temel bir hak olduğunu onlardan hiç duymadım. Macaristan bile bunu söylüyor,” diyordu Gwendoline Delbos-Corfield.

AB’ye karşı Britanya-İsviçre işbirliği

Brüksel ile Londra arasındaki gerilim yalnızca veri koruma ile sınırlı değil. Avrupa Birliğinin devasa bütçeli (2027’ye kadar 95,5 milyar avro) bilimsel fon programı Horizon’a [Ufuk] Birleşik Krallık’ın katılımı nedeniyle çıkan kriz önemli bir ittifaka yol açtı.

Britanya’nın AB’den çıkışından (“Brexit”) sonra imzalanan anlaşmalardan Ticaret ve İşbirliği Anlaşmasına göre, Brileşik Krallık Horizon’a kısmi üye olabilecekti. Fakat Avrupa Komisyonu, kısmi üyelik için bağlayıcı bir tarih sınırı belirlemeye yanaşmayınca ihtilaf patlak verdi. Bunun nedenleri arasında Kuzey İrlanda Protokolünde yaşanan pürüzün de olduğu söyleniyor. Horizon şemasına göre, üçüncü taraf ülkelerin araştırmacıları Horizon programlarına katılabiliyor ama genel olarak projeleri yönetemiyor ya da fonlara erişemiyor.

Bunun üzerine İngiltere ‘B Planı’nı uygulamaya başladı. AB mekanizması dışında kendi ikili anlaşmaların imzalama yoluna giden Londra, AB üyesi olmayan bir Avrupa ülkesiyle sürpriz bir ikili ortaklık kurmayı başardı.

AB ile çok sayıda anlaşmaya taraf olan İsviçre, Horizon’a da katılmak istiyordu ama bilimsel işbirliği anlaşmasını ‘fazla kapsayıcı’ olduğu gerekçesiyle reddetmesi nedeniyle programa katılması bloke edildi. İsviçre, Horizon’a katılmanın hâlâ ‘öncelikleri’ arasında olduğunu belirtiyor ama ok yaydan çıkmış görünüyor.

Okun yaydan çıktığına ilişkin bir başka işaret, İngiliz Bilim Bakanı George Freeman’ın, İsviçre ile yapılan anlaşmanın Horizon’ın yerine geçemeyeceğine yönelik eleştirilere cevabında saklı: “Anglo-İsviçre anlaşması, müzakere ettiğim çok sayıda anlaşmadan yalnızca biri. Yakın zamanda İsrail’deydim, ki o da bir sonraki [anlaşma] olacak.” Freeman ayrıca İsviçre gibi öncü ar-ge ekonomileriyle kurulan ilişkilerin bilimsel bir süper güç olmakta kritik önem teşkil ettiğini söyledi.

Öte yandan Anglo-İsviçre ortaklığına ne kadar fon ayrılacağı henüz bilinmiyor. BBC’nin yer verdiği bir iddiaya göre, bilim camiası Hazine Bakanlığının Horizon için ayırdığı 15 milyar sterlinlik (17,2 milyar avro) fonun kesileceği dedikodusuyla çalkalanıyor.

Kuzey İrlanda gerilimi sürüyor

Kuzey İrlanda Protokolü, Brexit müzakereleri sırasında Brüksel ile Londra arasında imzalanmıştı. Protokole göre, malların İrlanda kara sınırından geçişi sırasında denetlemeye gerek olmayacaktı. Bilindiği gibi, Kuzey İrlanda Birleşik Krallık’a bağlıyken, İrlanda Cumhuriyeti bağımsız bir ülke ve İrlanda Cumhuriyeti hâlâ AB üyesi.

Brexit’te önce, malların ticaretinde bir sorun olmuyordu çünkü her iki İrlanda da AB yasalarına tabiydi. Britanya’nın AB’den ayrılmasından sonra ise aralarında kara sınırı bulunan İrlandalar için özel ticaret anlaşmaları gereksinimi doğdu. AB, birliğe üye olmayan ülkelerden gelen belirli mallara karşı sıkı denetim mekanizmalarına sahip.

Protokol, AB denetimlerinin İrlandalar arasındaki kara sınırında değil, Birleşik Krallık’ın diğer ülkeleri (İngiltere, Galler ve İskoçya) ile Kuzey İrlanda arasında yapılmasını öngörüyor. Bu denetimler Kuzey İrlanda limanlarında yapılacak ve Kuzey İrlanda üretim standartlarında AB normlarını takip etmeye devam edecek.

İşte Britanya hükümeti, bu protokolde bir değişiklik yapmak istiyor. Londra’nın yeni planına göre, İngiltere, Galler ve İskoçya’dan Kuzey İrlanda’ya giden mallar iki sektöre ayrılacak. İlk sektör (“Yeşil Yol”), yalnızca Kuzey İrlanda’ya giden malları kapsayacak ve burada denetim olmayacak. Bu yolu ‘güvenilir tacirler’ kullanacak. İkinci sektör (“Kırmızı Yol”), İngiltere, Galler ve İskoçya’dan İrlanda Cumhuriyeti ve AB’ye gidecek malları kapsayacak ve burada denetim olacak.

Bu durumda vergilendirmenin de değişmesi gerekecek. Kuzey İrlanda devlet yardımları ve KDV konusunda hâlâ AB kurallarına tabi olmayı sürdürüyor ve bu kurallar belirli sınırlamalar içeriyor. Britanya, bu sınırlamalardan da kurtulmak istiyor. Londra ayrıca, protokol üzerinde yaşanan anlaşmazlıkların çözümünde Avrupa Adalet Divanının değil, bağımsız bir başka organın sorumlu olmasını istiyor. Birleşik Krallık hükümeti, Brüksel’le anlaşma sağlanamazsa bile protokolde değişiklik yapma tehdidini savuruyor. Ada ülkesi, Kuzey İrlanda’daki barışı bozabileceği endişesini gerekçe göstererek uluslararası bir protokolde değişiklik yapabileceğini savunuyor.

Avupa Komisyonu ise Haziran ayında Birleşik Krallık’a karşı hukuki yaptırım yoluna gitti. Komisyon, protokolü yeniden müzakere etmeye hazır olmadıklarını söyledi fakat kuralların uygulanışı üzerinde çalışmayı teklif etti. Bunlar arasında, mallar üzerindeki gümrük vergisinin ve denetimlerin azaltılması, evrak işinin azaltılması ve dondurulmuş etlerin İrlanda Denizinde dolaşımını rahatlatacak düzenlemeler yer alıyor.

Geçen Ekim ayından bu yana da Protokol üzerine teknik tartışmalar taraflar arasında yürütülüyor. Londra, meseleyi müzakerelerle çözmek istediğini, fakat anlaşmaya varamazlarsa tek taraflı adım atma seçeneğini de değerlendirdiklerini söylüyor.

ABD’den ise konuya ilişkin tehdit gibi bir açıklama geldi. The Telegraph’ın iddiasına göre, Washington, Brüksel’e anlaşmayı Hayırlı Cuma Anlaşmasının 25. yıldönümünde tamamlaması için baskı yapıyor. Bir AB diplomatına göre ABD, AB üzerindeki baskıyı artırdı ama aynı zamanda Londra’yı da ‘teşvik ediyor.’ Bununla birlikte The Telegraph, Amerikan baskısındaki aslan payının Britanya’ya gittiğini yazdı. Gazeteye göre, Joe Biden, İrlanda’daki barışı bozacağı gerekçesiyle Britanya’nın protokolü tadil etmesine kızmış durumda.

G-20 Zirvesi sırasında Joe Biden, Olaf Scholz, Pedro Sánchez, Emmanuel Macron ve Rishi Sunak’ın (sırtı dönük oturan) sohbet ederken çekilen bu fotoğrafı dikkat çekti.

Britanya-AB ilişkileri limoni: Bize WhatsApp diplomasisi gerek

Ama işler burada da bitmiyor. Britanya Göç Bakanı Robert Jenrick, bundan böyle İrlandalı olmayan AB vatandaşlarının, Kuzey İrlanda dahil tüm Birleşik Krallık’a girişlerinde biyometrik veri sunması gerektiğini söyledi.

Önümüzdeki yıl yürürlüğe girecek yasayla birlikte, Elektronik Seyahat İznine (ETA) AB üyesi ülkelerin vatandaşları (İrlandalılar hariç), parmak izi ve yüz biyometrik verilerini paylaşmak zorunda.

Öte yandan Londra’nın, Berlin’e diş bilerken Paris’le buzları erittiği de görülüyor. Manş Denizindeki kaçak göçmen trafiğine dair imzalanan anlaşma ile birlikte ilişkilerde ivmelenme görülüyor. Bunda, finans dünyasının altın çocuklarının iki ülkenin başında bulunmasının da etkisi olduğu söyleniyor; zira Rishi Sunak Goldman Sachs’ın, Emmanuel Macron da Rothschild’ın eski yöneticisi. Financial Times’a konuşan Fransız bir yetkilinin dediğine göre iki ülke şu anda hayli pozitif bir dinamik yakalamış durumda. Britanya’nın eski Paris Büyükelçisi Lord Peter Ricketts da yaz aylarından bu yana ilişkilerin kademeli olarak iyileştiğini söyledi.

Brüksel açısındansa durum pek parlak değil. Bir başka Financial Times konuğu da AB’nin Londra Büyükelçisi João Vale de Almeida idi. Almeida’nın yakınması komik olduğu kadar, İngiltere ile ilişkilerin ne seviyeye gerilediğinin de göstergesi: “Birleşik Krallık’la yaptığımızdan daha çok Çin’le zirve yapıyoruz. Hiç [zirve] olmuyor. Bu normal değil. Bu insanların birbirleriyle WhatsApp numaralarını paylaşmaları gerek.”

AVRUPA

Operationsplan Deutschland: Almanya’da “planlı ekonomi” tartışması

Yayınlanma

Ukrayna’nın Rusya’ya ilk kez ABD yapımı uzun menzilli füzeler fırlatması ve Rusya lideri Vladimir Putin’in ülkesinin nükleer doktrinini güncellemesi ile birlikte Avrupa ülkeleri kıtada topyekûn bir savaşa hazırlanıyor.

Alman Silahlı Kuvvetlerinin (Bundeswehr) hazırladığı “Operationsplan Deutschland” (Almanya Organizasyon Planı) başlıklı 1.000 sayfalık belgeye göre Almanya’nın NATO ülkelerinden yüz binlerce askere ev sahipliği yapacağı ve cepheye büyük miktarlarda askeri teçhizat, gıda ve ilaç göndermek için lojistik bir merkez olarak hizmet vereceği bildirildi.

Alman ordusu ayrıca Rusya’nın Avrupa genelinde insansız hava araçları uçuşlarını, casusluk operasyonlarını ve sabotaj saldırılarını genişlettiği bir durumu varsayarak şirketlere ve sivillere kilit altyapıyı nasıl koruyacakları ve ulusal savunma için nasıl harekete geçecekleri konusunda talimat veriyor.

İşletmelere acil durumlarda çalışanların sorumluluklarını detaylandıran kriz planları oluşturmaları tavsiye edildi ve enerji bağımsızlığını sağlamak için dizel jeneratör stoklamaları ya da rüzgar türbinleri kurmaları talimatı verildi.

Ekonomiye daha fazla devlet müdahalesi konuşuluyor

Bu kapsamda ekonomiye ve şirketlere yönelik devlet müdahalesi daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başladı.

Alman devleti, kriz durumlarında geniş kapsamlı haklara sahip. Enerji krizi, devletin ne kadar hızlı müdahale edebileceğini göstermişti: O dönemde Alman hükümeti gaz depolama tesislerini kanun yoluyla doldurmuş, gaz ithalatçısı Uniper’i kamulaştırmış ve diğer şeylerin yanı sıra yüzer LNG terminalleri tedarik etmişti.

faz’ın Bavyera İşletmeler Birliği Genel Müdürü Bertram Brossardt’ın açıklamalarına dayandırdığı haberine göre, acil bir durumda “planlı ekonomiye geçiş” bile mümkün olabilir.

Bu “planlı ekonomi” uygulamalar kapsamında devlet gıda kuponu vermesi, hatta insanları su temini ya da ulaşım şirketleri gibi belirli sektörlerde çalışmaya zorlaması da gündeme getiriliyor.

Dolayısıyla şirketlerin de bugün afet yardımı, Bundesanstalt Technisches Hilfswerk (Almanya’da afet ve acil durum yönetiminden sorumlu bir kuruluş – THW) ya da itfaiye için gönüllü olan çalışanlara sahip olmaları durumunda bundan yarar sağlayabileceği öne sürülüyor.

Hamburg’daki şirket eğitimini veren Yarbay Jörn Plischke, “Bunu desteklemek size yılda birkaç güne mal olur. Fakat bir kriz anında, insanları ve altyapıyı koruyan kişilerle doğrudan bir bağlantınız olur,” diyor.

Hamburg: Sivil-askeri ekonominin kesişimi

Yarbay Plischke’nin katıldığı etkinliğin gerçekleştiği Hamburg, mal ve asker taşımacılığında merkezi bir konumda.

Hansa kentinin belediye başkanı Peter Tschentscher, faz’a verdiği demeçte, “Altyapımız askeri amaçlarla kullanılırsa, siber saldırı ve sabotaj riski önemli ölçüde artar,” uyarısında bulundu.

Hamburg Senatosu bu nedenle sivil savunmayı güçlendirmek için ek kadrolar oluşturdu. Birliklerde savaşmayan fakat koruma ve güvenliği sağlamak için çalışan gönüllülerden oluşan üçüncü bir “yurt savunma birliği” hizmete sokuldu.

Hansa kentinde şu anda Alman Silahlı Kuvvetleri ve sivil güçlerle birlikte tatbikatlar yapılıyor.

Habere göre, “Red Storm Alpha” adı verilen bu tatbikatta liman tesislerinin korunması konusunda eğitim veriliyor.

Bir sonraki tatbikat olan “Red Storm Bravo” ise yakında başlayacak ve daha büyük çaplı olacak.

Bu tür tatbikatlardan elde edilen deneyimler daha sonra “Almanya Organizasyon Planı”na aktarılacak. Bu planın sürekli gelişen ve yeni bilgi ve tehditlere uyum sağlayan “yaşayan bir belge” olması amaçlanıyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Ford Avrupa’da 4.000 kişiyi işten çıkaracak

Yayınlanma

Ford, elektrikli araçlara olan talebin yavaşlaması ve Çinli rakipleriyle girdiği rekabet nedeniyle Avrupa’da yaklaşık 4.000 kişiyi işten çıkarmayı planlıyor.

ABD’li şirket çarşamba günü yaptığı açıklamada, kesintilerin 2027 yılı sonuna kadar uygulanacağını ve Avrupa’daki 28.000 kişilik işgücünün yaklaşık yüzde 14’ünü temsil eden Almanya’daki 2.900 ve Birleşik Krallık’taki 800 işi etkileyeceğini söyledi.

Ford’un Birleşik Krallık’taki iki tesisi Dagenham ve Halewood ile İspanya’nın Valencia kentindeki fabrikası etkilenmeyecek.

Yetkililer kesintilerin idari görevlerin yanı sıra benzinli motor üretimiyle ilgili işleri de kapsayacağını söyledi.

Ford’un Avrupa Başkan Yardımcısı Dave Johnston, iş kayıplarına rağmen şirketin bölgeye bağlılığını sürdürdüğünü söyledi ve “Ford’un Avrupa’da gelecekteki rekabet gücünü sağlamak için zor ama kararlı adımlar atmak kritik önem taşıyor,” dedi.

İşçi Konseyi Başkanı: Personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değil

Söz konusu hamleler sendikalar ve hükümetlerle yapılacak görüşmeleri bekliyor. Ford’un işçi konseyi başkanı Benjamin Gruschka, “Bu büyük istihdam kesintisini reddediyoruz. Daha fazla personel kesintisi sürdürülebilir bir iş stratejisi değildir,” dedi.

Birleşik Krallık hükümeti de Ford’u planlanan kesintilerin tüm ayrıntılarını paylaşmaya çağırdı. Bir sözcü, “Ford ile uzun süredir devam eden bir ortaklığımız var ve Birleşik Krallık’taki üretim gelecekleri konusunda onlarla yakın bir şekilde çalışmaya devam edeceğiz,” dedi.

Küresel otomotiv endüstrisi, elektrikli araç satışlarındaki büyümenin yavaşlaması ve Çinli rakiplerle yaşanan sert fiyat rekabeti nedeniyle Avrupa’da ve başka yerlerde fabrikaların kapatılması ve personel sayısının azaltılması yönünde yoğun bir baskı altına girdi.

Şirket geçen yıl da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını duyurmuştu

Ford, yıllardır zarar açıkladığı ve işten çıkardığı Avrupa’da zor günler geçiriyor. Şirket, yavaşlayan talebi karşılamak için, rekabet gücü yüksek pazarın daha kârlı alanlarına odaklanmak amacıyla ürün gamındaki araç sayısını azalttı.

Ford’un Avrupa’daki insan kaynakları başkanı Peter Godsell, daha fazla yeniden yapılandırma adımını göz ardı edemeyeceğini söyledi ve “benzeri görülmemiş” regülasyonları ve iktisadi rüzgarları suçladı. Godsell, “İleriye dönük olarak uygulanabilir ve kârlı bir işle burada var olmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor,” diye ekledi.

Ford geçen yılın başlarında 1.300’ü İngiltere’de olmak üzere Avrupa’da 3.800 kişiyi işten çıkaracağını açıklamıştı.

İcra Kurulu Başkanı Jim Farley, geçmişte elektrikli otomobillerin üretiminde içten yanmalı motorlarla çalışan araçlara kıyasla “yüzde 40 daha az işçiye” ihtiyaç duyulacağı konusunda uyarıda bulunmuştu.

Ford’dan Alman hükümetine uyarı

Ford ayrıca Almanya’da geliştirilen ve üretilen elektrikli spor aracı yeni Explorer ve elektrikli Capri’nin üretimini azaltacağını ve bunun Köln fabrikasındaki çalışma saatlerinin daha da kısalmasına neden olacağını söyledi. Şirket fabrikayı elektrikli araç üretecek şekilde dönüştürmek için 2 milyar dolar yatırım yaptı.

Ford’un finans müdürü John Lawler kısa bir süre önce Alman hükümetine bir bildiri yazarak piyasa koşullarını iyileştirmek ve emisyon hedeflerini karşılamak için esneklik sağlamak üzere daha fazlasını yapması çağrısında bulundu.

Lawler mektubunda, “Avrupa ve Almanya’da eksik olan şey, e-mobiliteyi ilerletmek için açık ve net bir politika gündemidir,” dedi.

Volkswagen’den patronlara taviz önerisi

Çarşamba günü erken saatlerde Volkswagen çalışanları, Alman şirket yöneticilerinin ikramiyeleri düşürmeyi, temettüleri azaltmayı ve fabrikaları kapatma planlarını iptal etmeyi kabul etmeleri halinde gelecekteki maaş artışlarından 1,5 milyar avroyu kaybetmeye hazır olduklarını söyledi.

IG Metall’in baş müzakerecisi Thorsten Gröger ve VW iş konseyi başkanı Daniela Cavallo düzenledikleri ortak basın toplantısında, daha önce talep edilen yüzde 7’lik ücret artışının, kısa süreli saat azaltma dönemlerinde ücretleri desteklemek üzere bir “dayanışma fonuna” aktarılmasını önerdiler. 

VW çalışanları ile yöneticiler arasında giderek gerginleşen açmazın ilk tavizi olan önerilen paket, yöneticilerin önümüzdeki iki yıl boyunca ikramiyelerinin bir kısmından ve “temettü politikası yoluyla katkıdan” vazgeçmeleri anlamına geliyor.

IG Metall’den Gröger, VW yöneticilerinin Almanya’daki en az üç fabrikayı kapatma planlarından vazgeçmeyi kabul etmemeleri halinde, “ülkenin on yıllardır görmediği bir endüstriyel anlaşmazlığa” hazırlanmaları gerektiğini söyledi.

VW’nin Almanya’daki tesislerinde olası grevler 1 Aralık’tan itibaren mümkün olacak.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Baltık Denizi’nde iletişim kabloları hasar gördü: Sabotaj şüphesi

Yayınlanma

Baltık Denizi’nin altındaki telekomünikasyon kablolarında hasar meydana geldi. Finlandiya-Almanya hattındaki C-Lion1 kablosunda yaşanan kesinti, sabotaj şüphelerini güçlendirdi. Almanya, İsveç ve Litvanya olayla ilgili soruşturma başlatırken, Rusya suçlamaları reddetti.

Finlandiya ile Almanya arasında Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1 telekomünikasyon kablosunda bir kesinti yaşandı.

Ayrıca Litvanya ile İsveç arasındaki iletişim kabloları da zarar gördü. Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, bu olayların sabotaj ihtimaline işaret edebileceğini belirtti.

Finlandiya devlet telekom altyapı operatörü Cinia, kabloda hasar tespit etti ve onarım için özel bir gemi hazırladı. Onarımın tam tarihinin belirsiz olduğu, ancak önümüzdeki hafta başlamasının planlandığı bildirildi.

Litvanya ile İsveç arasında iletişim sağlayan kablonun kesilmesi, Telia Lietuva tarafından doğrulandı. Olay, ülkede internet erişiminin yüzde 33 oranında azalmasına neden oldu.

Helsingin Sanomat gazetesi, Çin’e ait Yi Peng 3 gemisinin hasar bölgesine yakın olduğunu, bu geminin Danimarka donanması tarafından takip edildiğini öne sürdü.

İsveç, olayın sabotaj olabileceği şüphesiyle soruşturma başlattı.

Litvanya, olayın “terör” kapsamında değerlendirildiğini ve kablonun tamamen mi kesildiği yoksa sadece hasar mı gördüğünün soruşturulduğunu duyurdu.

Finlandiya Merkezi Soruşturma Dairesi, iletişim müdahalesi ve mülke zarar verme suçlarından inceleme yürütüyor.

Almanya ve Finlandiya dışişleri bakanlıkları, olayla ilgili derinlemesine bir soruşturma yürütüleceğini açıklarken, İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, sabotaj iddialarının henüz kesinleşmediğini ifade etti.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ise, kablonun yanlışlıkla zarar görmüş olabileceği ihtimaline şüpheyle yaklaştı.

Rusya, bu tür olaylarda kendisine yöneltilen suçlamaları reddetti. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, iddiaları “saçma ve komik” olarak nitelendirdi.

Baltık Denizi’nin altından geçen C-Lion1, Finlandiya’nın Kuzey Akım doğalgaz boru hatlarının rotasını takip ederek Orta Avrupa’ya doğrudan bağlantı sağlayan tek denizaltı kablosu.

Kablo, 2016’da devreye alındı ve Helsinki ile Rostock (Almanya) arasında veri aktarımı yapıyor.

Finlandiya ve Estonya, Baltık Denizi’nde Rusya donanmasına karşı plan hazırlıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English