Bizi Takip Edin

Diplomasi

Britanya ile Mauritius arasındaki Chagos meselesi: ABD de topa girdi

Yayınlanma

Geçen ekim ayında Keir Starmer hükümeti Mauritius ile bir anlaşma yaptığını ve bu anlaşmaya göre Birleşik Krallık’ın Chagos takımadalarındaki en büyük ada olan Diego Garcia’daki askeri üssü işletmeye devam edeceğini fakat Mauritius’un egemenlik hakkına sahip olacağını duyurmuştu.

O günden bu yana Britanya’nın önde gelen Muhafazakâr ve Reform UK milletvekillerinden bazıları hükümete karşı büyük bir öfke duyuyor. Bu partilerin temsilcileri son dört ay içinde parlamentoya planla ilgili 100’den fazla yazılı soru önergesi verdiler.

Örneğin Gölge Dışişleri Bakanı Priti Patel, Birleşik Krallık’ın “200 yılı aşkın İngiliz egemenliğini sona erdirerek Hint Okyanusundaki önemli bir stratejik varlığından vazgeçmesinden” yakındı.

İki eski savunma bakanı da anlaşmayı eleştirdi ve hem Andrew Murrison hem de James Cartlidge bunu Chagos’un “teslimiyeti” olarak nitelendirdi.

Cartlidge ayrıca üssün ABD için önemi göz önüne alındığında, “[ABD’nin] savunma pozisyonuna zarar veren her şey… ulusal güvenliğimizi de zayıflatır,” şeklinde sıra dışı bir yorumda bulundu.

Trump’ın tutumu bekleniyor

Nitekim Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı David Lammy bu hafta ABD’li yeni mevkidaşı Marco Rubio ile bir araya gelerek İşçi Partisi’nin Chagos Adalarında Britanya-ABD ortak askeri üs planını kurtarmaya çalışacak.

Trump yönetimi, Birleşik Krallık hükümetinin Mauritius’un Hint Okyanusu adaları üzerinde egemenlik kurmasına izin veren anlaşmasına meydan okuyor gibi görünüyor.

Mauritius ve Britanya, Washington’un üssü 99 yıl boyunca elinde tutabileceği konusunda anlaşmış olsa da, ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Marco Rubio geçtiğimiz günlerde planı ABD’nin güvenliğine yönelik “ciddi bir tehdit” olarak nitelendirdi.

Kira meselesi çözüldü iddiası

Birleşik Krallık ve Mauritius arasındaki anlaşmayı o dönem hem eski Başkan Joe Biden hem de Hindistan desteklemişti.

Hindistan, Diego Garcia üssünü destekleyen ama Birleşik Krallık’ın Chagos Adaları üzerindeki hakkını tanımayan bir ABD müttefiki. Görünüşte asimetrik olan bu yaklaşımı paylaşan çok sayıda başka ülke de var.

Geçen yıl Kasım ayında Mauritius’ta yaşanan hükümet değişikliğinin ardından, Chagos Adaları ile ilgili müzakereler Aralık 2024’te yeniden başlatılmış ve Mauritius Diego Garcia üssü için daha önce kararlaştırılandan daha fazla kira talep etmişti.

Kira meselesi bu şubat ayında çözülmüş gibi görünse de henüz ayrıntılar yayınlanmadı ama Britanya’nın 9 milyar sterlin civarında olduğu yaygın olarak bildirilen toplam meblağın daha fazlasını 99 yıllık kira sözleşmesinin başlangıcına doğru önden yüklemeyi kabul ettiği bildirildi.

Trump-İngiliz sağı ittifakı anlaşmanın resmi onayını erteletti

ABD Başkanı Donald Trump’ın bu yıl 20 Ocak’ta göreve başlamasından önce, Chagos Adalarının Mauritius’a devredilmesine karşı Trump’ın müttefikleri ve sağcı İngiliz siyasetçiler arasında bir koalisyon oluştu.

Muhafazakâr Parti lideri Kemi Badenoch, anlaşmayı “aptalca bir anlaşma” olarak nitelendirmiş ve “Başbakan neden İngiliz halkının zaten sahip olduğu bir şey için para ödemesi gerektiğini düşünüyor?” diye sormuştu.

Ocak ayında ise aralarında diğer bazı Reform milletvekilleriyle birlikte Nigel Farage, eski Muhafazakâr Başbakan Liz Truss, eski Muhafazakâr İçişleri Bakanı Suella Braverman ve eski Reform lideri Ben Habib’in de bulunduğu sağın önde gelen 23 isminin imzaladığı bir açık mektup yayınlandı.

Mektubun organizatörlerinden ve imzacılarından biri olan Conservative Post editörü Claire Bullivant, o dönem The Independent’a yaptığı açıklamada kampanyanın Chagos Adaları konusundaki tartışmanın ötesinde daha geniş bir öneme sahip olduğunu söylemiş ve “Bu, Reform ve Muhafazakar Parti arasındaki potansiyel işbirliği için zemin hazırladı,” demişti.

Yoğun transatlantik muhalefetin ardından İşçi Partili İngiliz hükümeti, Chagos anlaşmasının resmi olarak sonuçlandırılmasını erteledi.

Amerikan-İngiliz üssü için binlerce yerli sürülmüştü

Öte yandan önerilen anlaşmanın en tuhaf yönlerinden biri, Britanya ve ABD’nin askeri üssü işletmeye devam edecek olması ve Chagosluları Diego Garcia’ya geri dönmekten mahrum bırakması.

Mauritius 1968’de bağımsızlığını kazandığında Londra, üç yıl önce 3 milyon sterline (bugün yaklaşık 45 milyon sterlin veya 56 milyon dolara denk geliyor) satın aldığı ada zincirinin kontrolünü elinde tuttu.

Britanya ayrıca 1966 yılında ABD’ye Diego Garcia’yı askeri amaçlarla kullanma yetkisi veren bir kira sözleşmesi imzalamıştı.

Britanya, 1960 ve 1970’lerde üsse yer açmak için yaklaşık 2.000 kişi Chagos Adalarından sürüldü. Bugün onlar ve onların soyundan gelenlerin sayısı Mauritius, Seyşeller ve Britanya arasında dağılmış olarak 10.000 civarındadır.

Anlaşma kapsamında Chagosluların sadece küçük adalara yerleşmelerine ve Diego Garcia’yı “ziyaret etmelerine” izin verilecek; bu ziyaretler de muhtemelen İngiliz-Amerikan askeri varlığının bu küçük bölgeye hakim olması nedeniyle sıkı bir kontrol altında gerçekleşecek.

Chagoslular, 18. yüzyılda, o zamanlar Fransız kontrolü altında olan takımadalara hindistan cevizi ve kopra yetiştirmek üzere getirilen Afrikalı kölelerin torunları.

O döneme ait bir İngiliz telgrafı yerel halkı “birkaç Tarzan ve Man Friday’lar” [köle gibi sadık uşaklar] olarak tanımlamıştı.

Birleşik Krallık’ın Mauritius ile yaptığı anlaşma üssün 99 yıllığına kiralanmasına ve daha sonra da yenilenmesine olanak tanıyor.

Buna rağmen doksan dokuz yıl ve daha fazlası bazı Muhafazakârlar için yeterli değil. Eski Dışişleri Bakanı Lord Bellingham, “sadece 99 yıllık” bir kiralamanın “sadece Çinlileri cesaretlendireceğini” ve bu nedenle Britanya’nın “ebediyen bir egemenlik bölgesine gitmesi” gerektiğini söyledi.

Uluslararası hukuk Londra’yı mahkum etmişti

Oysa 2017 yılında Birleşmiş Milletler’deki devletler, Uluslararası Adalet Divanı’ndan (UAD) adaların statüsüne ilişkin bir danışma görüşü talep etmek üzere oy kullanmıştı.

Şubat 2019’da UAD, Britanya’nın 1965 yılında “Britanya Hint Okyanusu Toprakları”nı (BIOT) oluştururken uluslararası hukuku ihlal ettiği sonucuna vardı.

UAD, “Chagos Takımadalarının hukuka aykırı olarak ayrılması ve BIOT olarak bilinen yeni bir koloniye dahil edilmesi sonucunda, Mauritius’un 1968’de bağımsızlığını kabul etmesiyle birlikte Mauritius’un sömürgelikten kurtulma sürecinin yasal olarak tamamlanmadığını” belirtti.

UAD, Birleşik Krallık’ın Chagos Takımadalarını yönetmesinin “bu Devletin uluslararası sorumluluğunu gerektiren haksız bir eylem teşkil ettiğini” de eklemiş ve Birleşik Krallık’ın bölge üzerindeki kontrolünü “mümkün olan en kısa sürede” sona erdirmesi gerektiğini belirtmişti.

Donald Trump ilk döneminde, Birleşik Krallık’ın Adalar üzerindeki hakkını desteklemek amacıyla BM’de Birleşik Krallık/ABD diplomatik atağına öncülük etmişti.

Bu girişim başarılı olamadı. Sadece üç ülke BM Genel Kurulunda ABD ve Britanya’nın pozisyonlarını destekleyen bir oy kullanmaya istekliydi. Bu üç ülke de Donald Trump’ın yakın siyasi müttefikleri tarafından yönetiliyordu: Binyamin Netanyahu’nun İsrail’i, Viktor Orbán’ın Macaristan’ı ve Scott Morrison’ın Avustralya’sı.

İki yıl sonra, 2021’de, BM’nin deniz hukuku mahkemesi de Britanya’nın adalar üzerinde egemenliği olmadığına karar verdi.

Birleşik Krallık, Diego Garcia’nın “terör tehditleri, organize suçlar ve korsanlık” karşısındaki stratejik öneminde ısrar ederek son tarihi uzun süre görmezden gelmişti.

Reform UK lideri Nigel Farage kısa bir süre önce parlamentoya yaptığı açıklamada, yeni gelen Trump yönetimindeki müttefiklerinin “oldukça belirsiz bir mahkemenin tavsiye niteliğindeki kararı üzerine adaların egemenliğinden neden vazgeçtiğimizi anlayamadıklarını” söyledi.

Britanya’nın adalar üzerindeki hak iddiasının tek dayanağı, 1814 Napolyon savaşlarından sonra bu adaları elde etmiş olması.

Britanya neden görünürde egemenliği devretti?

İngiliz hükümetinin Mauritius ile bu anlaşmayı şimdi yapmasının nedeninin, uluslararası hukuk organlarının gelecekte Birleşik Krallık’ın adalar üzerindeki hukuksuz kontrolü konusunda daha da sert kararlar vermesinden endişe etmesi olduğu iddialar arasında.

Dışişleri Bakanlığında Latin Amerika ve Karayipler müsteşarı olarak görev yapan Jenny Chapman geçen ay parlamentoya verdiği demeçte Britanya aleyhine gelecekte verilecek kararlardan korktuğunu itiraf etti ve “Bağlayıcı bir karar öncesinde müzakere etmek için, bu kararı beklemekten daha güçlü bir konumda olduğumuza inanıyoruz,” dedi.

Dışişleri Bakanlığından meslektaşı Stephen Doughty de aynı şekilde konuşarak, Birleşik Krallık’ın üssü işletmesinin tehdit altında olduğunu çünkü “mahkemelerin karar verdiğini” ve “Birleşik Krallık aleyhine yasal olarak bağlayıcı bir kararın kaçınılmaz göründüğünü” söyledi.

Doughty bu nedenle hükümetin şimdi “50 yıldır ilk kez üssün tartışmasız ve yasal olarak güvende olacağını” düşündüğünü aktardı.

Yani özetle Londra, on yıllardır üssün hukuksuz bir şekilde faaliyet gösterdiğini biliyordu.

Diplomasi

Avrupa ülkeleri ‘diplomaside’: İran’ın balistik füze programını hedef aldılar

Yayınlanma

Avrupa dışişleri bakanları cuma öğleden sonra Cenevre’de İranlı yetkililerle bir araya geldiler ve İran’dan yalnızca nükleer faaliyetlerini değil, balistik füze programını da azaltmasını istediler.

Perşembe sabahı gazetecilere konuşan Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, şu anda İran ile diplomasi hedeflerinin Tahran’ın sadece nükleer programını değil, aynı zamanda balistik füze programını ve İran’ın bölgesel istikrarı bozucu faaliyetlerini de “önemli ve kalıcı” bir şekilde azaltmasını sağlamak olduğunu söylemişti.

Barrot, “Tamamen askeri bir çözüm yok,” diyerek İran’ın Washington ile müzakere masasına dönmesi gerektiğini ekledi.

Almanya, Fransa ve İngiltere, İran’a “İsrail’in saldırılarının durmasını beklemeden” müzakerelere başlaması çağrısında bulundu.

Wall Street Journal’a (WSJ) göre bazı Avrupalı yetkililer ABD’nin İran’a yönelik sıfır zenginleştirme hedefini desteklerken, Almanya, Birleşik Krallık ve Fransa’nın resmi tutumu, İran’ın herhangi bir zenginleştirme programının sıkı sınırlar içinde tutulması ve Tahran’ın nükleer bomba yapımında kullanılabilecek yeterli miktarda silah sınıfı fisil madde biriktirememesi için yakından izlenmesi yönünde yeni bir anlaşma yapılması yönünde.

ABD Başkanı Donald Trump ise, New Jersey’in Morristown kentine varışında, “İran Avrupa ile konuşmak istemiyor. Bizimle konuşmak istiyor. Avrupa bu konuda yardımcı olamayacak,” dedi.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın dışişleri bakanlarıyla yaptığı görüşmelerin ardından, İsrail’in “saldırganlığını” durdurması halinde müzakerelere geri dönmeye hazır olduğunu söyledi. 

Arakçı, Tahran’ın üç ülkeyle ve Avrupa Birliği ile “görüşmelerin devamını” desteklediğini eklerken, ülkesinin “yakın gelecekte yeniden bir araya gelmeye hazır olduğunu” da ifade etti.

Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul, “Bugünkü olumlu sonuç, İran tarafının tüm önemli konularda müzakereleri sürdürmeye temelde istekli olduğu izlenimiyle ayrıldığımızdır. Tüm bölge son derece kritik bir durumda ve müzakerelerde daha fazla tırmanışın önlenmesi ve ilerleme sağlanması bizim ortak çabamız,” dedi.

Avrupalıların bu müzakerelere dahil olması gerektiğini, ancak Washington’un da önemli bir rol oynadığını ekledi.

Almanya’nın en üst düzey diplomatı, “Her şeyden önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu müzakerelere ve bir çözüm bulunmasına dahil olması büyük önem taşıyor,” dedi ve Almanya’nın İsrail’in güvenlik çıkarlarını koruyacağını da sözlerine ekledi.

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot ve Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı David Lammy de toplantı hakkında benzer izlenimlerini dile getirerek, İranlıların görüşmelere devam etmeye hazır olduğunu ve İran’ın nükleer silaha sahip olamayacağının açıkça belirtildiğini söylediler.

Fakat Reuters’ta yer alan habere göre İranlı üst düzey bir yetkili cumartesi günü, Cenevre’de ülkesinin nükleer programı hakkında yapılan görüşmelerde Avrupa güçleri tarafından sunulan önerilerin “gerçekçi olmadığını” belirterek, bu önerilere bağlı kalınması halinde bir anlaşmaya varmanın zor olacağını söyledi.

İsrail ile İran arasındaki çatışmanın tırmanmasını önlemek amacıyla E3 olarak bilinen Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya dışişleri bakanları ile AB’nin İranlı mevkidaşları cuma günü (20 Haziran) bir araya geldikten sonra ilerleme kaydedildiğine dair çok az işaret vardı.

“Avrupalıların Cenevre’de yaptığı tartışmalar ve öneriler gerçekçi değildi. Bu tutumda ısrar etmek İran ile Avrupa’yı bir anlaşmaya yaklaştırmayacaktır,” diyen üst düzey yetkili, İran’ın her halükarda Avrupa’nın önerilerini Tahran’da inceleyeceğini ve bir sonraki toplantıda yanıtını sunacağını söyledi.

Her iki taraf da önerilerin ayrıntılarını açıklamasa da, iki Avrupalı diplomat, E3’ün İsrail’in yakın vadede ateşkes kabul etmeyeceğini ve İran ile ABD’nin müzakereleri yeniden başlatmasının zor olacağını düşündüğünü söyledi.

Diyalogun, başlangıçta ABD’nin katılmadığı, İran’ın balistik füze programını da içerebilecek daha sıkı denetimleri öngören yeni bir anlaşma üzerinde paralel bir müzakere süreci başlatılması olduğu belirtildi.

Cumartesi günü İran cumhurbaşkanıyla görüşen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, iki tarafın müzakereleri hızlandırma konusunda anlaştığını ama İran’ın “niyetinin barışçıl olduğuna dair her türlü güvenceyi vermesi” gerektiğini vurguladı.

Bazı Avrupalı bakanların cuma günü İran’ın nükleer programın ötesindeki konularda müzakereye daha hazır olduğunu öne sürmesine rağmen, üst düzey yetkili, füze programı da dahil olmak üzere savunma kapasitesinin müzakere edilebileceği olasılığını reddetti ve uranyum zenginleştirmesinin tamamen durdurulması fikrinin çıkmaz sokak olduğunu yineledi.

Yetkili, “İran diplomasiyi memnuniyetle karşılar, fakat savaşın gölgesinde değil,” dedi.

Öte yandan AB’nin dış politika kolu Avrupa Dış Eylem Servisi, İsrail’in Avrupa Birliği ile ilişkilerini düzenleyen anlaşma kapsamında insan hakları yükümlülüklerini ihlal ettiğine dair işaretler olduğunu açıkladı.

Reuters ve dpa haber ajanslarının gördüğü bir belgeye göre, İsrail “AB-İsrail Ortaklık Anlaşmasının 2. maddesi kapsamındaki insan hakları yükümlülüklerini ihlal etmiş” olacak.

Örgüt, bağımsız uluslararası kurumların değerlendirmelerini kaynak olarak gösterdi.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Karin Kneissl: Trump, İran’a saldırarak aptalca bir karar verdi

Yayınlanma

Eski Avusturya Dışişleri Bakanı Karin Kneissl, ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’daki nükleer tesislere yönelik saldırı kararını ‘aptalca’ olarak nitelendirdi. Kneissl, bu saldırının tüm savaş yasalarını ihlal ettiğini ve İran’a bölgedeki Amerikan üslerini vurma konusunda meşruiyet kazandırdığını belirtti.

Eski Avusturya Dışişleri Bakanı ve St. Petersburg Devlet Üniversitesi GORKI Merkezi Başkanı Karin Kneissl, ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’daki nükleer tesislere saldırma kararının “aptalca” olduğunu ve tüm savaş yasalarını ihlal ettiğini açıkladı.

Kneissl, 22 Haziran gecesi gerçekleştiği belirtilen saldırının ardından yaptığı değerlendirmede, bu hamlenin İran’a bölgedeki Amerikan askeri üslerine saldırma hakkı tanıdığını vurguladı.

Kneissl, Telegram kanalından yaptığı paylaşımda, “ABD Başkanı Trump bunu Kongre’nin onayı olmadan yaptı. Böylesine aptalca bir karar beklemiyordum,” ifadelerini kullandı.

‘Tüm savaş yasaları ihlal edildi’

ABD ve İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini bombalamaya nasıl cüret ettiğini sorgulayan Kneissl, “Tüm savaş yasaları ihlal edildi,” diyerek duruma tepki gösterdi.

Kneissl, Trump’ın bu kararında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun baskısı altında kaldığını belirterek, “Ancak bu bir mazeret olamaz,” diye ekledi.

Eski bakan, saldırının sonuçlarına dikkat çekerek şunları kaydetti:

“Artık İran’ın, bölgedeki 40 bin ABD askerinin bulunduğu Amerikan askeri üslerine saldırması önünde hiçbir engel kalmadı. Ve hâlâ Tahran adına bu tür saldırılar düzenleyebilecek çok sayıda silahlı grup var.”

ABD’nin İran saldırısına Kongre’den ortak tepki: ‘Anayasaya aykırı’

Diyalog fırsatı kaçırıldı

Kneissl, saldırıdan önce Cuma günü İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Amerikan yönetimi arasında diyalog için küçük bir fırsat penceresi doğduğunu hatırlattı. “İran belirli konuları tartışmaya hazırdı,” diyen Kneissl, “Peki ya şimdi?” sorusunu yöneltti.

Eski bakan ayrıca, ABD’nin İran’daki nükleer tesislere seyreltilmiş uranyum içeren bombalarla saldırmış olabileceği ihtimali üzerinde durdu.

Bu tür mühimmatların ilk kez 1999 baharında ABD’nin Belgrad’ı bombaladığı Sırbistan’da kullanıldığını belirten Kneissl, “Bu işe yaramayacak. Seyreltilmiş uranyumlu mühimmatlar eski Yugoslav Halk Ordusu’nun tanklarına karşı kullanılmıştı. Hiçbir etkisi olmadı, sadece daha önce Irak’ta olduğu gibi çevre felaketine yol açtı. Bu kez sonuçlar 26 yıl öncesine göre çok daha büyük olabilir. ABD ve NATO güçleri o zaman da askeri hedeflerine ulaşamamış, o çatışmada da desteğe ihtiyaç duymuşlardı,” dedi.

Hiroşima Nagazaki Barış Komitesi’nden Steinbach, İsrail’in gizli nükleer gücünün perde arkasını anlattı

ABD’nin saldırı açıklaması

22 Haziran’ı sabaha bağlayan gece ABD Başkanı Donald Trump, ABD Hava Kuvvetleri’nin “Fordo, Natanz ve İsfahan dahil olmak üzere İran’daki üç nükleer tesise” başarılı bir saldırı düzenlediğini duyurmuştu.

Trump, Tahran’ın çatışmayı sona erdirmeyi kabul etmesi gerektiğini ifade etmişti.

Bu saldırıdan önce, 13 Haziran’dan itibaren İsrail’in de İran’a yönelik günlük saldırılar düzenlediği ve operasyonun amacının İran’ın füze ve nükleer programlarını yok etmek olduğu belirtilmişti.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

UAEA: İran’ın nükleer tesislerinde radyasyon seviyesinde artış yok

Yayınlanma

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), ABD’nin İran’daki üç nükleer tesise yönelik saldırısının ardından bölgede radyasyon seviyelerinde herhangi bir artış tespit edilmediğini duyurdu. İranlı yetkililer de tesislerin altyapısının güvende olduğunu ve radyasyon sızıntısı olmadığını açıkladı.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), bugün yaptığı açıklamada, ABD’nin İran’daki üç nükleer tesise yönelik saldırılarının ardından radyasyon seviyelerinde herhangi bir artış gözlemlenmediğini bildirdi.

İranlı yetkililer de tesislerde sızıntı olmadığını ve altyapının güvende olduğunu belirtti.

ABD uçakları, pazar günü şafak vaktinde İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerini hedef alan bir saldırı gerçekleştirmişti.

UAEA, sosyal medya platformu X üzerinden yaptığı paylaşımda, “İran’daki Fordo dahil üç nükleer tesise yönelik saldırıların ardından, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, şu ana kadar tesis dışında radyasyon seviyelerinde herhangi bir artış bildirilmediğini teyit etmektedir,” ifadelerini kullandı.

Ajans, daha fazla bilgi elde edildiğinde İran’daki duruma ilişkin ek değerlendirmeler sunacağını da ekledi.

İran: Tesisler güvende, sızıntı yok

ABD saldırılarına ilk resmi tepki İranlı yetkililerden geldi. Sabah saatlerinde yapılan açıklamada, saldırıdan etkilenen tesislerde herhangi bir radyasyon sızıntısı veya çevredeki halk için bir tehdit kaydedilmediği vurgulandı.

Açıklamada ayrıca, nükleer tesislerin altyapısının güvende olduğu ifade edildi.

İran Atom Enerjisi Kurumu da derhal gerekli incelemelerin yapıldığını ve “ABD’nin nükleer tesislere yönelik saldırıları sonucunda herhangi bir kirliliğe dair bir belirti olmadığını” duyurdu.

ABD’nin İran saldırısına Kongre’den ortak tepki: ‘Anayasaya aykırı’

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English