Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

‘Bu dava, ABD tarafından kurulan uluslararası düzeni sorguluyor’

Yayınlanma

Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsrail aleyhine açtığı “soykırım” davasında ihtiyati tedbir talebine ilişkin kararını bugün Türkiye saati ile 15.00’te açıklayacak.

Güney Afrika’nın, “Filistin halkının Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki haklarına daha fazla, ciddi ve telafisi mümkün olmayan zararın gelmesini önlemek” amacıyla Divan’dan talep ettiği ihtiyati tedbirlerin kabul edilmesi durumunda, bu karar İsrail için bağlayıcı olurken davanın esasına ilişkin sürecin uzun yıllar alması bekleniyor.

Divan’ın bugün vereceği karar, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ne aykırı hareket edip etmediğine ilişkin olmayıp sadece muhtemel soykırım tehlikesine karşısında oluşacak zararların önüne geçmek için davada nihai karar verilinceye kadar tarafların uyması gereken geçici önlemler anlamına geliyor.

Divan, tedbir taleplerine ilişkin yaptığı incelemede Güney Afrika’nın “makul” gerekçeler sunmasını yeterli bulurken, Gazze’de soykırımın gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin incelemesini davanın esasına ilişkin safhada gerçekleştirecek.

Divan’ın ihtiyati tedbirler konusunda, soykırımın işlendiğine ilişkin “kesin” sonuçlar istemeyip “makul” gerekçeleri yeterli bulması sebebiyle Güney Afrika’nın talepleri doğrultusunda karar vermesi daha muhtemel.

Güney Afrika, şu 9 ihtiyati tedbir kararına hükmedilmesini talep ediyor.

1- Gazze’deki askeri operasyonları derhal durdurmasına,

2- Kontrolü altındaki herhangi bir grup tarafından, Gazze’deki herhangi bir askeri operasyonu ilerletecek adımlar atmamasına,

3- Filistinlilere yönelik soykırımın önlemesi için gerekli tüm makul tedbirleri almasına,

4- Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesi kapsamına giren her türlü eylemden kaçınmasına,

5- Yerlerinden edilenlerin evlerine dönerek yeterli gıda, su, yakıt, tıbbi ve hijyen malzemeleri, barınak ve giysi dahil olmak üzere insani yardıma erişiminin sağlamasına,

6- Soykırıma karışanların cezalandırılmaları için gerekli adımları atmasına,

7- Soykırımın delillerini muhafaza etmesine ve bu amaçla gelen uluslararası görevliler ve diğer yetkililerin Gazze’ye erişimini engellememesine,

8- Verilen tedbirleri uyguladığına ilişkin Divan’a düzenli rapor sunmasına,

9- Davayı zorlaştıracak veya uzatacak eylemlerden kaçınmasına hükmetmesini istiyor.

Divan, Güney Afrika’nın tüm taleplerini kabul etmese de İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarında uluslararası hukuku kurallarının gözetilmesi için gerekli tedbirleri almasına ve özellikle yerlerinden edilenlerin evlerine dönerek yeterli gıda, su, yakıt, tıbbi ve hijyen malzemeleri, barınak ve giysi dahil olmak üzere insani yardıma erişiminin sağlamasına ilişkin tedbirler hükmetmesi bekleniyor.

Tedbir kararı bağlayıcı mı?

Divan Şartı’nın 59. maddesi uyarınca UAD’nin aldığı kararlar, taraflar için bağlayıcı durumda iken üçüncü ülkeler için kararın bağlayıcılığı bulunmuyor.

Divan, hükmettiği kararları BM’nin ilgili kurumlarına da tebliğ ediyor ve İsrail, Divan’ın muhtemel tedbir kararına uymazsa bu durumda Güney Afrika konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne taşıyarak Divan kararının uygulanması için harekete geçilmesini talep edebiliyor.

Divan’ın kararlarını icra ettirmek için kendi askeri gücü veya organı bulunmazken bu kararların uygulanması büyük oranda BM Güvenlik Konseyi’nin tasarrufunda bulunuyor. Divan’ın kararı neticesinde oluşacak politik baskı sebebiyle üçüncü devletlerin İsrail’e açıktan askeri ve siyasi destek vermesinin çok daha zorlaşması muhtemel.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, UAD’nin kararı ne olursa olsun davanın şimdiden küresel bölünmeyi derinleştirdiğini savunuyor. “(Bu dava) Sanığın en güçlü müttefiki ABD tarafından kurulan uluslararası düzeni sorguluyor.”

***

Güney Afrika’nın İsrail’e karşı açtığı soykırım davası küresel bölünmeye işaret ediyor

Ishaan Tharoor

Bu Cuma tüm gözler Lahey’de olacak. Uluslararası Adalet Divanı yargıçları, İsrail’in Hamas’a karşı sürdürdüğü yıkıcı savaşın ortasında Birleşmiş Milletler’in en yüksek mahkemesine taşınan İsrail’e karşı soykırım davası kapsamında Güney Afrika’nın geçici tedbir talebine ilişkin bir karar verecek. Davanın bu ön aşamasında mahkeme, İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırılarını engellemek için acil önlemler talep edebilir. Güney Afrika liderliğindeki davanın destekçileri, mahkemenin ateşkes anlamına gelebilecek bir kararı onaylamasını umuyor.

İlk karar ne olursa olsun, İsrail’in soykırım yapıp yapmadığına ilişkin davanın tamamı muhtemelen yıllarca sürecek. İsrail bu suçlamaya şiddetle karşı çıkıyor. Hem mevcut savaşı kışkırtan 7 Ekim’deki küstah Hamas saldırısı hem de Yahudi devletinin kuruluşundan önceki Holokost’un daha derin tarihi göz önüne alındığında, kendisine yöneltilen soykırım suçlamasını “iftira” olarak nitelendiriyor.

“Bir terör örgütü Yahudi halkına karşı Holokost’tan bu yana en büyük suçu işledi ve şimdi birileri çıkıp Holokost adına onu savunmaya mı çalışıyor? Bu ne yüzsüzlük” diyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Güney Afrika’nın dava açmasına tepki gösterdi: “Güney Afrika’nın ikiyüzlülüğü göklere kadar yükseliyor.”

UAD’nin kararları yasal olarak bağlayıcı, ancak bu kararların uygulanabilmesi için yaptırım gibi gerçek mekanizmalar için BM Güvenlik Konseyi kararları gerekiyor- ABD’nin İsrail’i uluslararası kınamadan korumak için uzun süredir devam eden uygulamaları göz önüne alındığında bu bağlamda bu pek olası değil. Ancak İsrail’in yargılama sürecine güçlü bir şekilde katılmış olması, hoşuna gitmeyen bir karardan sıyrılmasının daha zor olacağı anlamına gelebilir. Güney Afrika Dışişleri Bakanı Naledi Pandor’un cuma günü mahkemede hazır bulunacak olması belki de Pretorya’nın argümanına olan güveninin bir işareti.

Güney Afrika’nın avukat ekibi iki hafta önce mahkeme önünde argümanlarını ortaya koydu. 100 günden fazla süren çatışmalarda çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 25 binden fazla Filistinli öldürüldü; Gazze nüfusunun yüzde 85’inden fazlası evlerinden sürüldü ve uluslararası yardım gruplarına göre hızı, ölçeği ve şiddeti bir araya geldiğinde modern hafızada eşi benzeri görülmemiş potansiyel bir kıtlık ve insani krizi tetikledi.

Güney Afrikalı avukat Tembeka Ngcukaitobi, “Gazze’deki yıkımın boyutu, aile evlerinin ve sivillerin hedef alınması, savaşın çocuklara karşı bir savaş olması, soykırım niyetinin hem anlaşıldığını hem de uygulamaya konulduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Açıkça ifade edilen niyet Filistinlilerin yaşamının yok edilmesidir” diyor.

Meslektaşlarım davayı özetledi: “Güney Afrika, İsrail’in sivilleri geniş çaplı olarak öldürdüğüne ve sakat bıraktığına; ‘güdümsüz’ bombalar kullandığına; kitlesel olarak yerlerinden ettiğine ve mahalleleri yıktığına; sivilleri ‘yeterli gıda ve suya erişimden,’ tıbbi bakımdan, barınaktan, kıyafetten, hijyen ve temizlikten mahrum bıraktığına; Filistinli sivil kurumları yok ettiğine ve Gazzeliler için herhangi bir güvenli yer sağlamadığına işaret etmektedir. Güney Afrika ayrıca İsrail’i hamile insanları yerlerinden ederek, yiyecek, su ve bakıma erişimlerini engelleyerek ve onları öldürerek Filistinlilerin doğumlarını engellemekle suçluyor.”

Güney Afrika’nın avukatları ayrıca İsrailli yetkililerin ve politikacıların, Gazze’nin yok edilmesi ve orada yaşayan Filistinlilerin toptan yerlerinden edilmesi çağrıları da dahil İsrail’in eylemlerinin “soykırım” niyetini kanıtlıyor gibi görünen açıklamalarından oluşan hacimli bir tomar belge sundular. Buna karşılık İsrail, bu alıntıların cımbızlandığını, İsrail toplumunun travma ve öfke yaşadığı bir anda dile getirildiğini ve ülkenin savaş kabinesinin resmi politikasını yansıtmadığını savundu.

Dava sürerken, aynı zamanda belirgin bir küresel bölünmeye de işaret ediyor. Güney Afrika, 20. yüzyılda Güney Afrika’da var olandan tamamen farklı olmayan bir 21. yüzyıl apartheid rejimine maruz kaldığını iddia ettiği Filistin halkına tarihi bir bağlılık duygusuyla İsrail’e karşı suçlamaya öncülük ediyor. Nelson Mandela 1990 yılında “Filistinliler de bizim gibi kendi kaderlerini tayin etme hakkı için mücadele ediyorlar” demişti.

Guardian’ın Sudan asıllı İngiliz köşe yazarı Nesrine Malik, “Davayı açan ülkenin, sömürgecilik, yerleşim ve apartheid’ın tahribatının simgesi olan Güney Afrika olmasının önemini kimse unutamaz” diye yazdı: “Eski bir tarih olarak görmezden gelinemeyecek kadar yeni ve büyük bir ırksal adaletsizliği simgeliyor.”

Batılı yorumcular, Güney Afrika hükümetinin Rusya ile yakın ilişkisi ve Kremlin’in Ukrayna’daki sözde soykırım girişimlerine karşı kayıtsızlığı göz önüne alındığında, Güney Afrika’nın tutumundaki sözde ikiyüzlülüğe işaret etmekte gecikmediler. Ancak bu örnek, Rusya’nın Ukrayna’da işlediği savaş suçlarına karşı Amerika ve Avrupa’nın duyduğu öfke ile Gazze’nin yıkımındaki suç ortaklığı arasında belirgin bir uçurum gören Batı dışındaki pek çok ülke için şimdiden bir hayal kırıklığı kaynağı.

Le Monde’dan Sylvie Kauffmann, “Bu, Küresel Güney’in Batı’nın ahlaki üstünlük kriterlerine karşı şikâyetidir” dedi: “Sanığın en güçlü müttefiki ABD tarafından kurulan uluslararası düzeni sorguluyor. Bu aynı zamanda Holokost’un hâkim olduğu kolektif hafızaya sömürgeciliğe karşı bir meydan okumadır.”

DİPLOMASİ

ABD, Rusya’ya yönelik yaptırımların takibini bırakıyor

Yayınlanma

Bloomberg‘ün haberine göre, ABD, Rusya’ya yönelik yaptırımların uygulanmasını takip eden çeşitli çalışma gruplarındaki varlığını kayda değer ölçüde azalttı. Avrupalı yetkililer, ABD’nin Rusya’nın silah üretiminde kullanılan parça ve ekipmanları elde etmesini engellemeye çalışan bir gruba neredeyse hiç yanıt vermediğini ve Rus petrolüne uygulanan tavan fiyatı denetleyen başka bir gruptaki çalışmalara katılmayı bıraktığını belirtiyor.

ABD, Rusya’ya uygulanan yaptırımların atlatılmasını engelleme çabalarında geri adım attı.

Bloomberg‘e konuşan ismi belirtilmeyen Avrupalı yetkililer, bu durumun Amerikan yönetim organlarında işlev bozukluğuna yol açtığını öne sürüyor.

Yetkililer, ABD’nin, Rusya’nın yaptırımları aşmasını engellemeye çalışan çeşitli çalışma gruplarındaki varlığını kayda değer ölçüde azalttığını söyledi.

“Amerikalılar, Rusya’nın silah üretiminde kullanılan parça ve ekipmanları elde etmesini engellemeye çalışan gruba neredeyse hiç yanıt vermiyor,” diyen yetkililer, ayrıca G7 tarafından Rus petrolüne uygulanan tavan fiyatı denetleyen başka bir gruptaki çalışmalara katılmayı bıraktıklarını da eklediler.

Öte yandan Reuters ve Bloomberg‘in haberine göre Washington yönetimi, petrol için tavan fiyat ve belirli kişi ve kuruluşlara yönelik kısıtlayıcı tedbirler de dahil olmak üzere yaptırımların hafifletilmesi seçeneklerini değerlendirmeye başladı.

Rusya’ya karşı bazı girişimler durduruldu. Örneğin, geçen ay FBI, Rusya dahil “yabancı düşmanların Amerikan seçimlerine müdahalesiyle mücadele” çalışmalarını durdurdu.

Adalet Bakanlığı da Rus milyarderlerin varlıklarını arayan ve el koyan kurumlar arası KleptoCapture grubunu dağıttı.

Bununla beraber Amerikan istihbarat kurumları, Rusya’nın Batılı ülkelere karşı yürüttüğü hibrit savaşta Rusya’ya karşı koymayı neredeyse bıraktı ve Avrupalı müttefiklerle istihbarat paylaşımını azalttı.

Yaptırım çalışma gruplarında olduğu gibi, Avrupalılar bunun bilinçli olarak mı yapıldığını, yoksa hükümetin genel olarak yeniden yapılanmasının bir sonucu mu olduğunu bilmiyor.

Trump, Moskova’nın barış görüşmelerine ciddi şekilde katılmaya başlamaması halinde Rusya’ya yönelik yaptırımları artırmaya hazır olduğunu belirtmişti.

Fakat Avrupalı yetkililer, “böyle bir adıma hazırlık yapıldığına dair herhangi bir işaret görmediklerini ve mevcut yönetimin mevcut önlemlerin aşılmasıyla mücadele etmek için hangi adımları attığının (eğer atıyorsa) belirsiz olduğunu” söyledi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

ABD, Ukrayna mineral anlaşmasının şartlarını yeniden müzakere etmek istiyor

Yayınlanma

Trump yönetimi, ABD’nin Ukrayna’daki kritik maden ve enerji varlıklarına erişimi için yeni şartlar arayarak, Kiev’den istediği iktisadi tavizleri genişletiyor.

İki Ukraynalı yetkilinin Financial Times’a (FT) verdiği bilgiye göre Washington, Kiev’den ortak yatırım fonuna kimin sahip olacağı ve fonu kimin kontrol edeceği konusunda ayrıntılı hükümleri ve Ukrayna’nın nükleer enerji santralleri gibi diğer iktisadi varlıkların ABD mülkiyetine geçmesini de kapsayacak şekilde daha geniş bir kapsamı kabul etmesini istiyor.

Bu henüz imzalanmamış maden anlaşmasının müzakerelerinin yeniden açılması anlamına geliyor. Perşembe günü Beyaz Saray’da konuşan Trump, ABD’nin dünya genelinde nadir toprak elementleri ve mineraller konusunda anlaşmalar imzalamak istediğini ama Ukrayna’nın özel bir odak noktası olduğunu söyledi.

Trump, “Ukrayna ve Rusya konusunda çok iyi gidiyoruz ve yaptığımız şeylerden biri de çok kısa bir süre içinde Ukrayna ile nadir topraklar konusunda bir anlaşma imzalamak,” dedi fakat daha fazla ayrıntı vermedi.

Ukraynalı yetkililer, özellikle Washington’un bu ayın başlarında Kiev’le silah sevkiyatını ve istihbarat paylaşımını geçici olarak askıya almasının ardından, daha geniş kapsamlı bir anlaşmada olumsuz şartlara zorlanmaktan endişe ettiklerini söylediler.

Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz tarafından yapılan açıklamaya göre, Trump ve Zelenskiy bu hafta yaptıkları telefon görüşmesinde Ukrayna’nın elektrik tedariki ve nükleer enerji santrallerini ele aldılar.

“Başkan Trump, ABD’nin elektrik ve kamu hizmeti uzmanlığıyla bu santrallerin işletilmesinde çok yardımcı olabileceğini söyledi,” denilen özette, ABD mülkiyetinin Ukrayna enerji altyapısı için “en iyi korumayı” sunduğu ileri sürüldü.

Zelenskiy çarşamba günü gazetecilerle yaptığı online brifing sırasında FT’ye Trump’la sadece bir nükleer tesisi, Avrupa’nın en büyüğü Zaporijya nükleer santrali görüştüğünü söyledi.

Kiev’in 650 km güneydoğusunda Dnipro nehri üzerinde bulunan tesis, Mart 2022’den bu yana Rus ordusunun kontrolü altında ve altı reaktörü şu anda “soğuk kapatma” modunda.

Ukrayna’nın maden kaynakları konusunda ABD ile yürütülen müzakerelere katılan iki üst düzey Ukraynalı yetkili, Trump yönetiminin Kiev’e henüz yeni şartlar sunmadığını söyledi.

Görüşmelerin hassasiyeti nedeniyle diğerleri gibi adının açıklanmaması koşuluyla konuşan yetkililerden biri, “Fakat daha büyük bir anlaşma üzerinde çalıştıklarını anlıyorum,” dedi.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Alman Dış İlişkiler Konseyi: Türkiye öngörülemez olsa da vazgeçilmez bir ortak

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından Alman hükümeti açıklamalar yaparken, Almanya’nın etkili düşünce kuruluşu Alman Dış İlişkiler Konseyi (DGAP) önemli bir çıkış yaptı.

DGAP’nin dergisi Internationale Politik’in (IP) özel sayısında yayınlanan Türkiye yazıları, Ankara’nın “öngörülemez” olsa bile Berlin için “vazgeçilmez bir ortak” olduğuna işaret ediyor.

Türkiye’nin son yirmi yılda güç ve nüfuz bakımından önemli ölçüde büyüdüğüne işaret eden yazılarda, özellikle silahlanma ve askeri kapasitedeki gelişmelere dikkat çekiyor.

Türkiye’nin Azerbaycan ve Libya’ya müdahale etmenin yanı sıra Katar ve Somali’de de asker bulundurduğuna dikkat çeken IP, Akdeniz’de de Türk donanmasının Kıbrıs ile olan ihtilafta kullanıldığını yazıyor.

Türkiye ile işbirliğinin AB üyesi ülkeler için özellikle önemli olduğu, çünkü bu ülkenin Rusya ile yakın işbirliği içinde olmasına rağmen aynı zamanda Türk ve Rus nüfuz elde etme çabalarının çakıştığı bölgelerde kendisini Moskova’ya karşı ‘kesin bir şekilde konumlandırdığı’ ileri sürülüyor.

Türkiye’nin Karadeniz bölgesinde Rusya’nın etkisini sınırlandırmayı amaçlayan NATO faaliyetlerine katıldığını belirten IP yazarı Günter Seufert, “Romanya üzerindeki hava sahasını kontrol etme hamlelerini destekliyor ve Bulgaristan’da Türk birlikleri yeni NATO Savaş Grubunun bir parçası,” diyor.

Türkiye’nin ayrıca Ukrayna’ya Bayraktar TB2 insansız hava araçları tedarik ettiğini hatırlatan Seufert, Baykar’ın şu anda Ukrayna’da dron üretimi için bir fabrika inşa ederken, yeni Bayraktar Akıncı drone modelinin de Ukrayna motorlarını kullandığını vurguluyor.

Yazar bunun yanı sıra, Türkiye’nin, Rusya’nın geleneksel olarak yakın etki alanı olarak gördüğü Orta Asya’daki ‘Türk dili konuşan devletlerle’ işbirliğini yoğunlaştırarak, bu devletlerden bazılarının artık ‘bölgesel çatışmalarda Rusya’dan bağımsız pozisyon alabilmelerini’ sağlamaya yardımcı olduğunu öne sürüyor.

Bir başka makalade, yazar Hürcan Aslı Aksoy, Rusya’ya karşı güç mücadelesinde Türkiye’yi kullanma çabasının yanı sıra, Almanya ve AB’nin, Türkiye’nin bir ticaret merkezi, özellikle de bir enerji merkezi olarak rolünden faydalandığını belirtiyor.

IP yazarı, Türkiye’nin dış ticaretini daha da güçlendirmek ve kendisini “ulaştırma sektöründeki devasa altyapı projeleriyle uluslararası değer zincirleri için lojistik bir merkez” olarak konumlandırmak istediğini kaydediyor.

Bu noktada Türkiye özellikle, “bölgesel enerji ticaretinde önemli bir yer haline gelmek” ve kendisini “Orta Asya ve Orta Doğu’nun kaynak zengini ülkelerinden Avrupa’ya petrol ve doğal gaz tedariki için bir enerji koridoru olarak vazgeçilmez” kılmak için çabalıyor.

Buna ek olarak, Ankara’nın, AB’nin ‘mülteci savunması’ için de büyük önem taşımaya devam ettiğine işaret ediliyor.

IP’ye göre Türkiye “belirli bir kampa bağlı kalmadan” her türlü işbirliği ortağıyla “çok boyutlu ve özgüvenli” hareket ediyor ve bu da Almanya ve AB’nin artık alternatifleri olan Türkiye’ye bazı şeyleri “dikte edemeyeceği” anlamına geliyor.

Seufert, bu nedenle, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un Ekim 2023’te ülkeyi ziyaret ettiğinde, “Alman politikasında normatiften pragmatik olana doğru bir kaymaya” tanık olduğumuzu belirtiyor.

Seufert, bu nedenle “Avrupa’nın Türkiye üzerindeki etkisi”nin hızla azaldığını ve gelecekte müzakerelerin “muhtemelen eşit şartlarda” yürütüleceğini savunuyor.

Dolayısıyla, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına Alman hükümeti söylem düzeyinde sert tepkiler gösterse de, önceki senelerde olduğu gibi “yaptırım” tehdidinde bulunmuyor gibi görünüyor. Nitekim IP’nin özel sayısının kapağında da, Türkiye’nin bir “ortak” olarak “öngörülemez” olabileceğine, ama buna rağmen yine de “vazgeçilmez” olduğuna vurgu yapılıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English