Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

Ersin Tatar’dan yeni BM Temsilcisi’ne: KKTC’nin egemen eşit statüsü tanınmadığı sürece müzakere yok

Yayınlanma

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) başta İsrailliler olmak üzere yabancıların yoğun bir şekilde toprak satın aldığı yönündeki iddialar tartışmalara neden oldu. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a bu iddiaları, KKTC’nin tanınma yönünde attığı adımları ve Rusya’nın ülkede konsolosluk açmasının ne anlama geldiğini sorduk. Cumhurbaşkanı Tatar ayrıca BM’nin yeni Kıbrıs Temsilcisi Cuéllar’a seslenerek “KKTC egemen eşit bir devlet olarak tanınmadığı sürece müzakere yok” dedi. 

‘Toprak satışı iddiaları dedikodulardan ibaret’

İsraillilerin veya İsrail kökenli KKTC vatandaşlığı edinen kişilerin aldığı söylenen topraklar ve gayrimenkullerin miktarıyla ilgili hem Türkiye’de farklı haberler çıktı hem Kıbrıs basınında bazı iddialar var.  Bu iddialarla eş zamanlı olarak İsrail Başbakanlığı da KKTC’de bazı terör unsurlarının eğitildiği ve ülkede Yahudilere karşı düzenlenecek suikastların MOSSAD ajanları tarafından engellendiğiyle ilgili bazı iddialar dile getirdi. Bu iki iddiayı aynı anda değerlendirdiğinizde neler söylersiniz?

Bugün çok karışık haberler çıkıyor. Tabi, kurum ve kuruluşlara bakıyoruz. Yani spekülasyonlar, dedikodulardan ibaret. Ben de kendi kurumlara soruyorum. Benim güvenlik işleri komutanım bana verdiği bilgiye göre kesinlikle böyle terör örgütleriyle alakalı herhangi bir harekatın olmadığı yönünde. Gerek İsrail’in yaptığı açıklama gerek diğerlerinin yaptığı açıklama; bunların hiçbirinin gerçekle alakası yoktur. Burası Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletidir. Bu devletin kendi birimleri vardır; polisi vardır, güvenlik kuvvetleri komutanlığı vardır. Her türlü tedbirleri almış vaziyettedir. Biz anında her türlü tedbiri alabiliriz. Dolayısıyla güvenliğimiz noktasında bir sıkıntının olduğunu asla düşünmüyorum. Burada sadece bizim kendi polisimiz ve güvenlik kuvvetlerimiz değil aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Barış Kuvvetleri adında bir de kolordusu vardır. Bütün bu birimler bizim güvenimizi korumaktadır. Onun için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletini kimse hafif almasın. Bizim buradaki yasalar açık ve nettir. Bir yabancı güvenlik soruşturmasından geçtikten sonra ve bakanlar kurulu kararıyla bir konut veya bir dönüm alabilir. Burada iddialara göre özellikle Yahudi şirketleri sözleşmeyle bazı kişiler aracılığıyla -avukat olabilir, başkası olabilir- mal sahiplerinden çok dönüm araziler aldıkları yönündedir. Bunu bizim İçişleri Bakanımız ve polisimiz, savcılığımız araştırmaktadır. Çünkü bu yasal değildir. En önemlisi, tekrar ediyorum, güvenlik soruşturmasına tabi olmasıdır.  Her türlü güvenliği araştırılıyor, onay gelirse, bakanlık kararıyla bu mülkü tapuda kaydedebiliyor. Ama şu var: bir kere Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan çok sayıda Musevi var, bizim can kardeşlerimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nde büyük itibar sahibi olan, iş yapan, çok değerli insanlar vardır. Yani şimdi Gazze’de yapılanların bir insanlık dramıdır. Asla, bu çağda böyle bir şeyin olmaması gerekirdi ve biz hep kınadık. Dolayısıyla İsrail’in Filistin’e oradaki yaptığı bu vahşeti bütün Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Yahudi cemaatine mal etmek benim vicdanımda tamam değildir. Çünkü bu insanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır ve bazı farklı ülkelerden de gelip burada yatırım yapanlar olabilir. Çünkü bu Musevi cemaati, Yahudiler, dünyanın her yerinde yaşıyorlar. Onlar sadece İsrail’de değil; Amerika’da da var, İngiltere’de de var.

Benim bilgilerime göre bizim ülkemizdeki yabancı varlığı olarak kesinlikle ilk sırada Yahudi vatandaşları değildir. Bunu emlakçılara da sorabilirsiniz, müteahhitlere de sorabilirsiniz, halka da sorabilirsiniz. İlk sırada kim olur? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları. İkinci kim olur? İranlı olur benim gördüğüm, sokaktaki temaslarımdan gelen bilgilere göre. Ondan sonra Kazakistanlılar geliyor, ondan sonra Ruslar geliyor. Çünkü Ukrayna savaşından sonra çok sayıda Rus buraya geldi ve Güney Kıbrıs’tan da kuzeye geçtiler. Çünkü Güney Kıbrıs’ta kesin ve net 100.000 Rus vatandaşı var. En az o kadar da İngiliz vatandaşı var. Diğer ülkelerden de çok bir nüfus var. Çünkü Avrupa Birliği devletidir ve Avrupa Birliği Devleti’ndeki ekonomik olsun, sosyal olsun imkanları tercih ederler. Orada mal mülk alanın haddi hesabı yoktur. Açık ve net söylüyorum: 100.000 Rus vatandaşı, 100.000 İngiliz vatandaşının Güney Kıbrıs’ta evi, yeri vardır. Ve tabii ki diğer bütün ülkelerden onlar da 100 bin kadar Güney Kıbrıs’ta, bir Avrupa bir devleti içerisinde. Oraya dış dünyadan yapılan yatırımlar vardır ve herkes bunu orada kabul ediyor. Diyor ki “bu kişiler bizim ekonomimize bir kaynak oluşturuyor”. Dolayısıyla “bu yabancı gelip alacak, bu yabancı burada yaşayacak, Kıbrıs’a para girecek” şeklinde bir zihniyet var güneyde. Ukrayna Savaşı’ndan sonra bildiğiniz gibi Güney Kıbrıs, Avrupa Birliği’nde olduğu için ve Avrupa Birliği’nde Rusya’ya sert yaptırım uygulamaları olduğu için mecbur kaldılar ve Ruslara abluka uyguladılar. Rusya’yla Güney Kıbrıs’ın Ortodoks aile bağı var; bunların buna rağmen araları açıldı. Ruslar, Güney Kıbrıs’ta gördükleri muameleden dolayı büyük rahatsızlık duydular. Epey sayıda Rus da dolayısıyla kuzeye geçmiştir. Şimdi burada yaşıyorlar. İşin geçmişi böyle.

Elbette biz duyarlılık göstermek suretiyle, “acaba birileri sözleşmeyle çok fazla mülk mü alıyor”, “bu iş nereye gidiyor” şeklinde devletimiz bunun araştırmasını yapıyor. Ben de cumhurbaşkanı olarak gerek polisimiz gerek güvenlik kuvvetleri komutanımız gerek İçişleri Bakanımızdan, yetkililerden sürekli olarak bilgi almaya çalışıyorum. Ama kesin ve net bana şu ana kadar “şu kadar Yahudi burada bu kadar yatırım yaptı” ve “burası tehlike altında” şeklinde abartılı bir durum da gelmiş değildir.

Onun için üzülüyorum esasında çünkü bütün bu spekülasyonlar eğer iddia edildiği gibi doğru değilse Kıbrıs zarar görür bu işten. Çünkü Kıbrıs hassas bir noktadır. Yıllardır Kıbrıs’a yabancı anlamında gelen giden yoktu. Şimdi özellikle bu Ukrayna Savaşı’ndan sonra fevkalade bir ilgi oldu. Bu evler, yerler, arsalar, konutlar satılmaya başlandı. Bu da ekonomiye büyük bir kaynağın girişidir. Bunu herkes muhalefet ve iktidar kabul eder. Bu yatırımlar bütün çok değerlidir, çok kıymetlidir. Keşke daha fazla Türk vatandaşının buraya gelip ev yer alıp yerleşmelerini görebilsem. Gelen de vardır ama rakamlara baktığımızda az önce saydığım sayılar ve farklı milletlerin buraya ilgisi  bir rahatsızlık yaratmıştır. Çünkü “gidişat nereye” şeklinde vatandaşım bunun sorusunu sormuştur. Dolayısıyla devlet bu işi takip edecek. Bakarız, görürüz ki bu iş bize zarar veriyor, o zaman bir Bakanlar Kurulu kararı bütün bunları da durdurabilir. Ama şu anda böyle durdurma lüksü yok çünkü bizim desteğe ihtiyacımız vardır, kaynağa ihtiyacımız vardır. İleride herhangi bir tehlike arz etmemesi için birtakım kamplaşmaların olduğu ve Kıbrıs Türküden uzak ama kendi kolonileri gibi yapılanmaların olmasına asla müsaade etmeyiz, edemeyiz. Zaten öyle bir tehlikeler görmüyorum.

Peki “takip ediyoruz, elimdeki rakamlar bunu söylemiyor” dediniz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından sonra elinizdeki rakamlar ne söylüyor? Burada mülk alan hangi ülke en fazla?

Gördüğüm kadarıyla İranlılar var, Kazaklar var, İngilizler var, Ruslar var, Ukraynalılar var ilk sıralarda. Türkiye’den gelenlerin bize olan katkısı hem ekonomik hem sosyal. Hem her türlü ilişkileri bakımından çok önemlidir. Onun için ben bir kez daha  Türkiye’deki kardeşlerimizi, vatandaşlarımızı gerek yazlık gerek yatırım olarak görecekleri her türlü bina, konut, arsa yatırımlarını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yönlendirmelerini temenni ediyorum.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde özellikle ambargolar ve izolasyonlar altında birtakım kısıtlamaların olduğu gerçeğini de göz önünde tuttuğumuzda, bütün bu ilişkiler, temaslar daha da önem kazanıyor.

Az önce Rus vatandaşlarının adadaki nüfusunun artığından bahsettiniz. Bu durum Türkiye’de de çok fazla konuşulmuştu. “Rusya, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde konsolosluk hizmeti verecek” dendiğinde herkes bir hareketlenmişti. “Acaba bu adım tanınmaya yönelik bir adım mı, bir yeşil ışık mı, Rusya göz mü kırpıyor” şeklinde sorular ortaya atılmıştı. Ümitvar değerlendirenler de olmuştu. Bu konuda farklı açıklamalar aldık. Örneğin Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, bunun tamamen Rusların kendi vatandaşlarının işlerini kolaylaştırmak için atılmış bir adım olduğunu söyledi. Sizin özel danışmanlarınızdan bazıları bunu daha pozitif gördü ve Rusya’nın bir adım attığı şeklinde yorumladı. Siz nasıl bakıyorsunuz?

Ben olumlu olarak yansıdığını değerlendiriyorum. Çünkü bu konsolosluk hizmeti olumlu bir gelişmedir. Kimse de bunu hafif almasın, kimse küçümsemesin. Burada iki faktör vardır. Biri, Rusya Ukrayna Savaşı’ndan sonra Güney Kıbrıs’taki bazı Rusların Güney Kıbrıs’ta duydukları rahatsızlıktır. Çünkü Güney Kıbrıs, bir Avrupa devleti olduğu için Rus vatandaşlarına çok haksızca uyguladıkları birtakım ablukalar, ciddi eylemler, tedbirler oluyor. Bir kısmının rahatsızlık duyarak kuzeye geçmesi durumu oldu. Ukrayna Savaşı’nın başlamasından sonra çok sayıda Rus’un buraya geçtiğini biliyorum. Bunlar geçip günlük işlerini yapıp sonra geri dönerlerdi. Bir kısmı artık gidip gelmek yerine buraya yerleşmeyi tercih etti. Bu önemlidir çünkü neticede Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diye bir devlet vardır. Burada bir otorite vardır. Burada bir düzen vardır. Ve bunu insanların saygıyla selamladığı görüyorum açıkçası. Rusya’nın böylesine bir adım atması, esasında çok anlam ifade eder. Yani Rusya’yla Güney Kıbrıs arasında çok önemli derin bağlar vardır. Çünkü Ortodokslar. Özellikle Güney Kıbrıs, Sırbistan, Yunanistan ve Rusya dört esas Ortodoks ülke. Rusya ile Ortodoks bağları olmasına rağmen ve yıllardır Rusların Kıbrıs Güney ekonomisini muazzam boyutta desteklemelerine rağmen, Rus oligarkların paraları ciddi anlamda Güney Kıbrıs bankalarında yani Avrupa Birliğinde olmasına rağmen böyle oldu… Bunu reddedemezler. Papadopoulos, daha sonra Anastasiades, hepsinin hukuk büroları vardı. Bu Cumhurbaşkanları avukattı ve hukuk bürolarından bunlara vatandaşlık bile vermişlerdir, yeter ki yatırım yapsınlar Güney Kıbrıs’ta diye. Yani bu yatırım olayı böylesine ciddi bir konu.

Yıllarca Kuzey Kıbrıs Türkleri tanımadığı için, buraya güvenmedikleri için, Türkiye’nin buradaki politikasın nasıl bir şekilde olacağını bilmedikleri için, emin olmadıkları için, “her an olabilir” şeklindeki korkularından dolayı buraya hiç böyle yatırımlar yapmamışlardır. Hep Güney Kıbrıs’a ve başka yerlere gitmişlerdir. Şimdi bu Ukrayna Savaşı’ndan sonra öyle bir konjonktür oluştu ki… Benim cumhurbaşkanlığından sonra “iki devlet” söylemim ve Türkiye’nin tam bu siyasete tam destek vermesiyle, bu siyaset güçlendi. Bu siyaset güçlenince Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne güven arttı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilelebet yaşayacak. Bir anlaşma da olsa o anlaşmanın bir parçası olacak. Dolayısıyla “KKTC’nin geleceği parlaktır” anlayışının yerleşmesiyle insanlar buradan mal mülk almaya başladılar. Son 34 senede gerçekten oran artmış durumda.

Biz de tabii böyle bir blok olarak hep aynı milletten insanın kümeleşmesini doğru bulmuyoruz. Rahatsızlık duyuyorum. Ama bana gelen bilgilere göre araziler alınıp bu arazilerde bu inşaatları yapıp daha sonra konut olarak yüzlerce hatta 1000 sayısını bulacak şekilde bunların satışıdır. Ama dediğim gibi güvenlik soruşturmasından geçecekler. Bakanlar Kurulu kararı bir konut veya en fazla bir dönüm alabilirler. O büyük apartmanlarda belli ki bir yabancı bir daire alabilir ama daha fazlasını alamaz. Dolayısıyla o büyük yapıya baktığında “bir gün hepsi uyanacak ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti aleyhine bir teşebbüste bulunacaklar”: Böyle bir dünya yok. O apartmanlardan, o yüksek binalardan hem İskele’de hem Gazimağusa civarında son zamanlarda görüyorum. Her farklı milletten insan olabilir orada. Hepsinin de  KTTC’ye saygı duyup gelip burada mal, mülk alıp yatırım yapmaları, ev almaları, yer almaları, elektrik kurumuna gidip kendi adıyla kayıt yaptırmaları, belediyeye gidip emlak vergisini ödemeleri, Maliye Bakanlığına gidip harç yatırmaları… Bütün bunlar Kuzey Kıbrıs Türk hükümetinin saygınlığını artırır.

Dolayısıyla bütün bu iddiaları yazarken elbette yazanlar burayı sevdiklerinden ve buranın korunması için, buranın gerçekten önemli bir ve güzel yer olarak buradaki varlığımızı barış, huzur ve güvenlik içerisinde sürdürmemiz için yazıyor. Ama bazı abartılı haberleri hayretle izledim ve bunların Kuzey Kıbrıs Türk hükümetine bir fayda getireceğine de inanmıyorum. Onun için bütün bu yayınların biraz olsun süzgeçten geçirip de yapılmasında fayda var.

Yeni bir bilgi edindik. Küresel Gazeteciler Konseyi’nin düzenlediği KKTC Medya forumunda, Başbakanlık 5. Kalkınma Planını hazırlayan komitede yer alan bir bürokrat, şöyle bir bilgi verdi: “İngiltere’de de kullanılan bir model olan, lease-hold denilen bir model uygulanabilir. Yabancı vatandaş KKTC’de mülk alabilecek ama toprak alamayacak. Bina alabilecek, bina alsa da toprak sahibi olan kişiye kira vermesi gerekecek”. Bu somut bir adım mı yoksa tartışılan bir şey mi? Yani tedbir olarak bu öne sürüldü.

Tartışılabilir bir konu. Bir işin hukuku vardır. Anayasası vardır. Hakkı vardır, hukuku vardır. Mal kimindir? O mal sahibi nasıl bir tasarrufta bulunacak? Tabii o (model) iyi bir şeydir. Neticede üstündeki binanın bir ömrü var. Binanın ömrü bittiğinde 100 sene sonra, 120 sonra bittiğinde o toprak devlete geçer ama o toprak ilk başta kimindi? Bunu Hukukçular inceledikten sonra bu işleri netleştirecek.

Eski Kolombiya Dışişleri Bakanı María Ángela Holguín Cuéllar, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi olarak atanacak. Yalnız 6 aylık bir atama söz konusu. Bu kadar kısa sürede nasıl bir çalışma yapacak? Bir rapor mu sunacak? Yeni temsilcinin tek görevi bir müzakere için zemin yoklamak şeklinde bir görüş var. Buna katılıyor musunuz? Müzakereye nasıl bakıyorsunuz? İki devletli çözüme kapılarınız açık. Bu desteklediğiniz de bir söylem. Ama “bu olmazsa biz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak bağımsız bir şekilde yolumuza devam edeceğiz” diyorsunuz. İki devletli çözüm ve müzakere için nasıl bir takviminiz var?

Biz yıllarda zaten bu mücadeleyi bu şekilde veriyoruz. Bizi haksızca tanımıyorlar ama devlet olmak ille de tanımayla olmuyor. Devlet olmak için; toprak lazım, var. Halk lazım, var. Tarih lazım, var. Demokrasi lazım, var. Bir de başka bir ülkenin sizi tanıması lazım. O ülke de Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıdığı için devlet olma şartı tamamıyla yerine getirilmiştir. Hatta Rauf Denktaş, “100 devlet beni tanıyacağına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tanısın; benim için daha iyidir” demiştir. Biz bağımsız ve gerçekten bütün kurum ve kuruluşlarıyla bir devletiz ve bu devleti hak ediyoruz. Çünkü burada bir halk var. Bu halk, kendi kendini yönetme hakkına sahiptir. Bir sistem lazım, o da devlet ve cumhuriyet. Şu anda yapmaya çalıştığımız şey şu: bu öğrenci akışını daha sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek, daha nitelikli ve çok farklı ülkelerden öğrencinin buraya gelmesini sağlamak. Şu anda 144 farklı ülken öğrenci vardır. İnşallah bu daha da artabilir ama nitelik de önemli.  Diğeri önemli konu turizm. Bu yüzden farklı ülkeden yüzden farklı ülkeden turizm amaçlı buraya gelenler, gidenler vardır. Bizim ihracatımız, ithalatımız yüzden farklı ülkeyle gerçekleşiyor. Bütün bunların havaleleri, transferleri, akreditifleri yapılmaktadır. Banka üzerinden transferler yapılıyor, mallar geliyor, hizmetler geliyor. Şimdi Bütün bunlar bu devletin bir noktada bir aşamada kabul görmekte olduğunu gösterir. Tabii ki buna göre tanınmakta olduğunu göstermektedir. Ancak BM’nin biz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyoruz diye karar alması gerekiyor. O karar gelmiyor. Çünkü BM Güvenlik Konseyindeki devletler maalesef dünyaya farklı bakıyorlar. Bizim bu demokrasi anlayışımıza istediğimiz derecede olumlu yanıt vermiyorlar. Bizi buzdolabında tutup buradaki konjonktürün bizim aleyhimize değişmesini ve bizim de kendilerine biat edip gidip Rum’a yem olmamızı diliyorlar.

BM Kıbrıs Özel Temsilcisi 6 ayda ne yapacak?

6 ayda görüşme zemini var mı, yok mu? Buna bakacak. Nabız yoklayacak. Bu konuşmalarını gerek garantör ülkelerle yapacak gerek bizimle gerek Güney Kıbrıs’la yapacak. Çünkü neticede birilerinin araya girip konuşması lazım. Bizim için müzakere sürecinin başlayabilmesi egemen eşitliğimiz ve eşit ulusal statü pozisyonumuzun kabul edilmesinden geçer. Eğer bunları kabul etmezse biz de o müzakere masasına oturmayız. Kıbrıs’ta bir anlaşma olacaksa iki devletin iş birliği olacak. Şu anda bizi tanımayabilir ama anlaşma istiyorsa tanıyacak. Tanıyıp benimle iş birliği yapacak. Bunu yapmazsa benimle anlaşma zemini yoktur. Dolayısıyla bu gelecek olan Kolombiya’nın eski Dışişleri bakanına, şu anda özel temsilci olarak atanan hanımefendiden bunu teyit etmesini isteyeceğiz. Yani benim kendisine söyleyeceğim budur. Bakın, şartlar oluşmamıştır. Karşı taraf hala bizi federasyonun içerisine çekmeye çalışıyor. Federasyon dendiğinde bizim Kuzey Kıbrıs Türk Devleti ortadan kalkar. Türkiye’nin garantörlüğü son bulur. Türk askeri adadan çekilir. Çünkü sıfır asker, sıfır garanti olur. Bunlara bizim “evet” dememiz mümkün değildir.

Peşin peşin söylüyorsunuz aslında basına da açıklayarak. “Müzakere için bu şartlarla geleceksiniz gelmeyin” diyorsunuz.

Gelir, gelmez. Kendisi bilir. Gelecek, duyacak, gidecek. Eğer kabul etmezse duyacak, gidecek. Ben bunu BM’ye de söyledim, AB’ye de söyledim. Güney Kıbrıs’a da söyledim. İngilizlere de söyledim. Hepsine söylüyorum. Dolayısıyla çekindiğimiz bir şey yok. Çünkü Türkiye de bu konuda tamamıyla bizi destekliyor.

Yunanistan’ın rolü var mı? Şu anda Türkiye Yunanistan yakınlaşması, Atina Bildirgesi çok konuşuluyor. Atina’da masada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti konusu var mıydı yok muydu?

Hayır, hayır. Ben konuştum en üst düzeyle. Bir kere Kıbrıs meselesi farklı bir meseledir. Atina-Türkiye ilişkileri iki büyük ülke arasında kendi ekonomik, turizm vb.  yönelik birtakım açılımlar yapılabilmesi için, dostluk mesajları verilebilmesi için gerçekleşen bir ziyaret olmuştur. O ziyarette çok önemli açıklamalar da vardır. Ama Kıbrıs meselesi baktığınızda o işin dışında.  Çünkü burada bir asırdır devam eden bir ihtilaf vardır. İngiliz döneminde yapılanlar vardır. Ama buradaki yapı elbette çok önemli. Çünkü netice itibariyle burada, Doğu Akdeniz’de barış, huzur ve güvenlik devam ediyorsa buradaki denge çok önemli. Kıbrıs’ta her zaman Kıbrıs Türkü, Kıbrıs Rumu ama aynı zamanda Türk-Yunan dengesi hep önemli bir rol oynamıştır. Nitekim 1923 yılında yapılan Lozan Antlaşmasında bile 16 maddede diyor ki işte gün gelir de İngiltere çekilirse mutlak surette Türkiye Cumhuriyeti’nin adanın geleceğinde söz hakkı olacaktır. Bu devlet her ne kadar da bağımsız bir Cumhuriyet olsa da, Türkiye’nin garantör ülke olarak buradaki gelişmelere ilgili hakkı ve hukuku olduğu kabul edilmişti. Nitekim oldu da. 1974’te asker adaya ayak bastı ve 1974’ten sonra da Kıbrıs’ta iki devletlilik politikası daha da güçlendirildi. Şu anda Kıbrıs’ta iki ayrı devlet vardır. Bu esasında 50 senede büyük bir başarıdır. Gerçekten Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, Doğu Akdeniz’e çok büyük bir hizmet vermektedir. Nedir bu hizmet? Doğu Akdeniz’deki barış, huzur ve siyasi dengelerin oluşmasında ve sürdürülmesinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti anahtar rol oynuyor. Eğer Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olmasaydı ve burada Avrupa Birliği içesinde üniter bir yapıda bir Yunan adasına dönüşmüş bir Kıbrıs olsaydı Türkiye’nin güvenliğini fevkalade olumsuz etkileyen her türlü çatışma da olabilirdi. Şimdi çatışma yok.  Savaş ihtimali yok. 50 senedir Kıbrıs’ta her şey sükûnet içerisinde kimsenin da burnu kanamadı.

Diplomatik bütün çabalarınız devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin de KKTC’nin tanınması için girişimleri Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler’deki hitabı oldu. Bunlar çok önemli ama bir de medya diplomasisi konusunu size sormak istiyorum. Çünkü Türk tarafını bilmeyenler, tanımayanlar, buraya gelmeyenler, adayı Rumların kurduğu Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıyorlar ve böyle biliyorlar. Medya diplomasisi bakımından mesela Küresel Gazeteciler Konseyi’nin düzenlediği bu Forum gibi projeleri artırmayı düşünüyor musunuz? Sadece dünya ülkelerinin, devletlerinin değil de halklarının da sizi tanımaya ihtiyacı var mı? Ne kadar biliniyorsunuz? Bununla ilgili stratejiniz var mı?

Eskiye göre çok daha iyi biliniyoruz çünkü biz büyük bir çalışma içerisindeyiz. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin her yerdeki büyükelçileri, daimi temsilcileri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti davasını bütün dünyada anlatmaya çalışıyorlar. Dünya Devletleri, Kıbrıs’ta neyin ne olduğunu gayet iyi bilmektedirler çünkü hepsinin burada bir pozisyonu vardır, bir çıkarı vardır, bir beklentisi vardır, bir sorumluluğu vardır. Eskiye göre çok daha bilinirlik, çok daha farkındalık vardır. Türk Devletleri Teşkilatında da öyledir, İslam İşbirliği teşkilatında da öyledir. Türkiye’nin Afrika’da çok sayıda devletle ilişkileri vardır. Hep oralarda, Türkiye’nin olduğu yerde, bu aks var. O şekilde Türkiye ile biz Tek Yürek bu işi götürmeye çalışıyoruz.

SÖYLEŞİ

Gazeteci Ulrich Heyden: Alman elitlerinin Almanya’yı sattıklarını görebiliyorum

Yayınlanma

Yazar

Şubat 2022’de Ukrayna savaşının resmen başlaması ile birlikte, ABD ve Avrupa’da bütün saatler Rusya’nın askeri yenilgisine ayarlanmakla kalmadı; ana akımın dışındaki tüm görüşler büyük bir baskı altına alındı.

Özellikle Almanya’da kamusal tartışma ortamı ve Alman medyasında özgürlük kırıntıları ortadan kaldırıldı. İsrail’in Gazze ve Lübnan’da yürüttüğü kanlı işgal de bu atmosferi daha karanlık hale getirdi. Ukrayna savaşına diplomatik çözüm bulunmasını ve Berlin’in bu konuda inisiyatif alması gerektiğini düşünen sesler birçok örnekte kısıldı.

Alman gazeteci Ulrich Heyden, Türkçeye de çevrilen Oligarkların Savaşı kitabının yanı sıra yıllardır Ukrayna ve Rusya üzerine yazıyor. Şu anda Moskova’da yaşayan Heyden ile savaşa giden yoldaki en önemli uğrak sayılan Maidan darbesini, Ukrayna ve Rusya toplumlarını ve Almanya’nın bugününü ve geleceğini konuştuk. Heyden, analizlerini ve haberlerini kendi ismini taşıyan internet sitesinde paylaşıyor.

Ukrayna’daki savaşın Şubat 2022’de başladığına ve Rusya’nın bir saldırı savaşı yürüttüğüne dair yaygın bir inanış var. Fakat siz Türkçeye de çevrilen Oligarkların Savaşı adlı kitabınıza 2 Mayıs 2014’te Odessa’daki sendika binasında yaşanan katliamla başlıyor ve savaşa giden yolun Maidan’daki protestolarla açıldığını savunuyorsunuz. Sizce bu savaş tam olarak ne zaman başladı?

Bence Ukrayna’daki sivil huzursuzluğun ve darbenin hikayesi çok uzun çünkü 2014’te bir darbe yaşadık ve bence bundan kaynaklanan ana enerji Ukrayna halkından gelmedi. Ya da belki de Ukrayna halkının bir kısmından, çoğunlukla Batı Ukrayna’dan geldi. 2005 ve 2014 yıllarında batılı kurumlarından, batı fonlarından çok güçlü bir şekilde geldiğini gördük ve bence Almanya, ABD, Büyük Britanya ve Hollanda ve diğer batı ülkeleri Ukrayna ile ürünlerini işleyebilecekleri bir bölge olarak ilgileniyorlardı; Ukrayna topraklarını tarım için kullanabilirlerdi.

2014’ten sonra Ukrayna’nın Rusya sınırında istikrarsızlık yaratabileceğiniz ve Rusya’yı çok uygunsuz bir duruma getirebileceğiniz bir bölge olduğu çok açıktı çünkü sınırda başka bir devlete karşı çok saldırgan bir devlet politikası varken hiçbir devlet sessiz oturamaz.

Sorun şu ki, Ukrayna çok uluslu bir ülke ve sanırım orada yaşayanların %30’u Rusça konuşuyor ve bu %30’luk kesim de Rus kültürü içinde yaşıyor. Onlar için Rus kültürü önemli, yani din ve ikinci dünya savaşının tarihi ve Alman faşizmine karşı ve ayrıca Batı Ukraynalılara, faşist Alman güçleriyle birlikte çalışan Bandera çevresindeki Ukraynalı milliyetçiler örgütü gibi faşist örgütlere karşı kazanılan zafer… Demek istediğim, bir ülkede çok farklı görüşlere sahip insanlar var ve eğer birbirinize saygı duymazsanız veya diyalog kurmaya çalışmazsanız bir devletin var olması imkansızdır.

Bu nedenle Ukrayna’daki her hükümet, sadece Ukraynalılar ve Ruslar için değil, aynı zamanda Macar azınlıklar ve Ukrayna’nın batısında yaşayan diğer insanlar için de bu azınlıkların her birine karşı hoşgörülü ve özgürlükçü bir tutum sergilemeye çalışmalıdır.

20 küsür yıl boyunca, yani 1991’den 2014’e kadar, Ukrayna’da milletler arasındaki barışın sağlanması mümkün olmuştu. Fakat daha sonra ABD’nin bunu ülkedeki bu çatışmayı kızıştırmak ve ısıtmaya karar verdiğini düşünüyorum ve Batı Ukraynalılara Kiev’de Maidan’a gelip gitmeleri için para verdiler ve aylarca bu meydanda bazı toplantılar yaptılar ve silah aldılar.

Batı Ukrayna’daki polis karakollarında silahlar çalındı ve bu silahlarla Kiev’e geldiler ve tüm bunlar Ukrayna ile ilgilenen insanlar tarafından biliniyordu. Fakat batı medyasında kimse bu konuda yazmıyor, yazdığım gazetelerde sadece bir Avrupa ülkesinin insanlarının batı ekonomisiyle daha yakın temas kurmak istediklerini yazıyorlar, “batı demokrasisi ve bizim gibi demokrasiyi seven bu kardeşlerimize yardım etmeliyiz.”

Evet, batı gazetelerinde okuduk, Ukrayna halkının Avrupa Birliği ve NATO’ya katılmak istediğini fakat Rusya’nın onları engellediğini söylediler.

Fakat bu doğru değil çünkü Rusya Ukrayna’nın Avrupa Birliği’nin ya da Avrupa ticari bağlantılarının bir parçası olmasına karşı değildi. Rusya sadece Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşıydı fakat batılı liderler Ukrayna’dan, Avrupa Birliği üyesi olmak isteyip istemediğine karar vermesini talep ettiler, aksi durumda kendilerinden hiçbir şey alamayacaklarını söylediler.

Ukrayna Cumhurbaşkanı [Viktor] Yanukoviç Avrupa Birliği üyesi olmak için planlanan bu yoldan gidemeyeceğine karar verdi ve bu moment, batılı ülkeler tarafından ülkedeki durumu kızıştırmak için kullanıldı.

Ukrayna ve biz batı televizyonlarında sadece bu göstericileri gördük, Donetsk’ten Luhansk’tan Odessa’dan Maidan hayranı olmayan insanları görmedik çünkü onlar Avrupa ile dostane bağlantılar istiyorlardı, ama Ukrayna için bir gelecek de istiyorlardı.

Yanukoviç, sanayiyi daha yüksek bir seviyede inşa etmek için Avrupa Birliği’nin ekonomik yardımına çok ihtiyaçları olduğunu söylediğinde haklıydı çünkü sanayilerinin durumu yeterince ileride değildi; ama o anda Avrupa Birliği ile [Ukrayna sanayisini] bağladıklarında bu sanayi için felaket olacaktı.

Ama bence batının entelektüel ve medyatik etkisi 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri vardı ve o zaman bile Kanada ve Almanya’daki Ukrayna diasporasından insanlar Ukrayna’ya aktif olarak gelmeye başladılar, yeni bir Ukrayna’nın inşasında yer almak için batılı fonlardan para aldılar. Ama onlar diasporadan bu insanları istediler, çünkü çoğu Rusya karşıtı bir Ukrayna istiyorlardı, NATO ve Rusya arasındaki, bloklar arasında bir Ukrayna değil, gerçekten Rus karşıtı bir Ukrayna istiyorlardı.

Bu bir azınlıktı ama bu azınlık batılı fonlar tarafından finanse edildi ve öğrencileri davet ettiler, gençlerin Ukrayna’da STK’lar kurmasına yardımcı oldular. Bu STK’ları finanse ettiler. Böylece Ukrayna’daki entelektüel atmosfer ve düşünce yapısı çok değişti.

Örneğin kamuoyu yoklamalarının sonuçlarına baktığınızda, 2014 yılına kadar Ukraynalıların çoğu Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşıydı. Şimdi ise bu kamuoyu yoklamalarına güvenemezsiniz çünkü şu anda Ukrayna’da demokrasi yok. Sadece tek bir medyamız var. Muhalefet partileri yasaklanmış durumda. Muhalif medya yasak. Muhalefetten pek çok kişi hapiste ya da ülkeden kaçmış durumda.

Şimdi baktığınızda, size Ukraynalıların çoğunluğunun NATO üyeliğinden yana olduğunu söylüyorlar, ama hiçbir kontrol yok. Bu kamuoyu yoklamalarını kim yapıyor? Çünkü demokratik bir toplum değil.

Demek istediğim, bu Ukrayna ile ilgilenen herkes için geçerli. Bazı batılı gazeteler, “Tamam, Ukrayna bazı hataları olan demokratik bir ülke. Tamam, yolsuzluk var ama genel olarak Ukrayna çok iyi durumda,” diye yazıyor. Ama parlamentoda muhalefet yokken bunu nasıl söyleyebilirsiniz? Yani, demek istiyorum ki, aylardır cumhurbaşkanı bile seçememişken…

Rusya lideri Vladimir Putin, Minsk anlaşmalarının kendilerini oyalamak için tasarlandığını anladıklarını söylemişti. Sizce Avrupa ve özellikle Almanya, 2014’ten sonra Ukrayna’daki savaşın kışkırtıcısı mıydı, yoksa sadece Anglo-Amerikan çıkarlarını takip etmek zorunda mı kaldı?

Bunu söylemek benim için çok üzücü ama aslında Alman müesses nizamının büyük bir kısmının bu militan yola, yani bu askeri yola hazır ve taraftar olduğunu görüyorum. Minsk anlaşmalarının yolunu takip etmiyorlar. Askeri çatışma yoluna gidiyorlar.

Ve bu çok üzücü çünkü Almanya’da da birçok insan ve alternatif medya var ve ayrıca partilerimizde bu saldırgan yolla, bu çatışma yoluyla ve Ukrayna’yı sadece Rusya sınırını ateşe vermek için kullanmakla uyumlu olmayan insanlar var. Birçok Alman bunu anlıyor ama medyamızda sesleri çıkmıyor. Bu çok üzücü bir durum.

Belki Hıristiyan Demokrat Parti’de, Sosyal Demokrat Parti’de normal insanlar olduğunu söyleyebilirim. Bunları anlıyorlar ama hiçbir ağırlıkları yok. Ana konuşmacılar Amerikan çatışma yönteminin destekçileri ve şimdi hiç umudum yok.

Bu durum ancak Almanya’daki barış hareketi güçlendiğinde değişecektir. Saksonya ve Thüringen’deki seçimlerden sonra, AfD ve Wagenecht  [BSW] partilerinin Doğu Almanya seçmenlerin neredeyse yarısının oyunu aldığını gördük. Ancak Doğu Alman seçmenlerinden gelen bu net beyandan sonra, Ukrayna’nın bile sözcük seçimini değiştirdiğini gördük. Şimdi herkes konuşuyor. Zelenskiy yeni bir barış konferansı yapmalıyız dedi ve Alman politikacılar konuşmaya başladı, “Bazı barış görüşmeleri yapmalıyız ve barış bu krizden çıkmanın yoludur.”

Ama bunlar bana göre sadece bir süs. Zor yol başka. Zor olan, Amerika’nın Almanya’ya yeni uzun menzilli roketler koymaya karar vermesi ve Ukrayna’ya füzeler verilmesi konusunda tartışmaya girmesidir. Böyle devam ediyor ve edecek.

Taurus füzelerini mi kastediyorsunuz?

Evet, Tauruslar. Bence bu çok akıllıca, askeri durumu kızıştırmak ve diğer yandan da barıştan yana olduğumuzu süsünü göstermek.. Ama bu çok korkunç. Yani bilmiyorum. Şu anda gerçekten bilmiyorum. Bunun sonunun ne olacağını göremiyorum. Bu şekilde sadece bir felaket olabilir. Felaket ve nükleer savaş.

Fakat yine de Almanya, Ukrayna savaşından sonra enerji fiyatlarının dramatik bir şekilde yükseldiğini gördü ve özelde Almanya’nın, genelde ise Avrupa’nın sanayisizleşmesi konusunda süregelen bir tartışma var. Alman siyasi eliti, Rusya ile savaş, yüksek enflasyon ve insanların geçim kaynaklarının kötüleşmesi anlamına gelse bile neden Anglo-Amerikan çıkarlarını takip ediyor ya da izliyor?

Moskova’daki Ruslar da bunu bana her gün soruyorlar çünkü onlar Alman karşıtı değiller. Mesela bu çok ama çok ilginç. Rusların çoğu, Almanya Ukrayna’ya silah gönderdiğinde bile böyle düşünmüyor.

Sorun şu ki Almanya İkinci Dünya Savaşından sonra ağırlıklı olarak Amerikalı ve İngiliz danışmanlar tarafından inşa edildi ve son 20 yılda Alman medyasında ana gazetelerimizin, editörlerimizin Atlantik Konseyi’nin konferanslarına katıldıkları daha sık görülmeye başlandı ve Amerikan müesses nizamıyla bu çok yakın temas o kadar güçlüydü ve bu yüzden kültürümüz Amerika’ya o kadar bağlı ki, bazen Almanların Amerika’nın bir parçası olduğu hissine kapılıyorum.

Kimse Rusya ve Rus kültürü hakkında bir şey bilmiyor, sadece bazı eğitimli insanlar. Ama Amerikan kültürü tamamen baskın ve Amerika’nın yaşam tarzı, Amerikan filmleri ve kültürü Almanya’da sürekli mevcut. Dolayısıyla Amerika’da demokrasi ve demokrasiler için yaşamamız gerektiği tezi var, siyasetçiler her gün bu şekilde konuşuyor ve insanlar buna güveniyor.

Ama şimdi bunu hissetmeye başladılar. Bu ne anlama geliyor? Belki de sadece bir yanılsama. Demokrasiden bahsederken, gittikçe yoksullaştığımızı ve şimdi parti sistemimizin çöktüğünü görüyoruz çünkü Doğu Almanya’daki seçimlerde hükümetimizdeki partiler, yeşil liberaller ve sosyal demokratlar yenildiler. Örneğin Yeşiller Ukrayna’ya silah vermemiz gerektiğini söyleyen en güçlü desteğe sahip parti. Yenildiler. Yüzde 5’i geçemediler. Dolayısıyla şu anda iki Doğu Almanya eyaletinin parlamentosunda temsil edilmiyorlar.

Hiçbir zaman güçlü ulusal söylemlerin dostu olmadım ama şu anda hükümetimizin ulus için çalışmadığını söylemeliyim. Onlar bizim ulusumuz için, Almanya için çalışmıyorlar. Başka bir şey için çalışıyorlar.

Çünkü insanlar gittikçe fakirleştiğinde, Berlin daha kirli hale geldiğinde, göçmenlerle çatışmalar arttığında, bu sorunlar iyi bir organize edilmedi.

Demek istediğim, ülkemin bir kaosa düştüğünü görüyorum. Kaotik bir durum. Bunu herkes görüyor. Peki bu durumdan faydalanan kim? Amerika, Alman iş dünyası. Onlar Amerika’ya gidip yatırım yapıyorlar çünkü orada enerji Almanya’dan daha ucuz.

Alman elitinin kafasının içine bakıp neden bu şekilde, bu Amerikan yanlısı şekilde gittiklerini ve ülkelerini sattıklarını bilmek isterdim. Bu çılgınca bir şey. Bence gerçeği öğrenmek için birkaç yıl beklemeliyiz. Şu anda sadece Alman ülkesini, Almanya’yı sattıklarını görebiliyorum.

Putin, Şubat 2022’de başlayan “Özel Askeri Operasyonu” meşrulaştırmak için, zaman zaman Ukrayna’nın devlet olma niteliğini sorgulayan ve tarihsel olarak Bolşevikler tarafından “uydurulmuş” bir devlet olduğunu vurgulayan bir söylem geliştirdi. Bir gazeteci olarak siz Ukrayna’da da bulundunuz. Ukrayna toplumu ve devlet yapısına ilişkin gözlemlerinizi bizimle paylaşır mısınız? Burası yapay, yoksa Bolşevik komplosu tarafından uydurulmuş bir ülke mi?

Hayır, sanmıyorum. Çünkü bu bir gerçek. Ukraynaca var ve Ukraynalılar var, Ukrayna vatandaşları var. Bu milliyet daha çok Ukrayna’nın merkezinde ve batısında var. Yani kimin Rus, kimin Ukraynalı, kimin Macaristanlı olduğuna dair Ukrayna devletinin resmi belgeleri, resmi sosyolojik araştırmaları var.

Rus milletinin güney ve doğu Ukrayna’da, Ukrayna milletinin ise merkez ve batı Ukrayna’da güçlü olduğunu görüyorsunuz. Tarihe baktığınızda, 300 yıl önce Ukrayna’da Polonya’nın Katolik diniyle birlikte daha önemli hale geldiğini kabul etmeyen Ukraynalı asker Bogdan Hmelnitskiy’i görüyorsunuz. Hmelnitskiy, Çar ile, Rusya ile bir anlaşma yaptı ve Ukrayna Rusya’nın dostu, ortağı oldu. Ve bu zamandan itibaren Ukrayna, Rus imparatorluğunun bir parçası oldu.

İkinci dünya savaşından sonra batılı elitler, benim görüşüme göre, Sovyetler Birliği’ni zayıflayacağı anı beklediler. Ve bu an geldiğinde, mutlu oldular. Ve bundan çok mutlu oldular çünkü Sovyetler Birliği bir süper güçtü, çok güçlüydü.

Şimdi ise Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin o dönemde sahip olduğu askeri ve iktisadi güce sahip olmak için çok şey yapması gerektiğini görüyoruz.

Ama demek istediğim, Vladimir Putin’in söylediklerine katılmıyorum. Örneğin Lenin’in ulusal politikasının Rus imparatorluğunun altına bomba koymak gibi olduğunu söylediğinde çok sert argümanlar ortaya koydu. Bence bu doğru değil. Lenin sadece şunu yaptı, bir Ukrayna milliyeti olduğunu gördü ve bu milliyeti Sovyet imparatorluğuna dahil etmek için bu millete özel haklar ve özel destekler verdi, hatta bazen Ruslardan, Rus kültüründen daha fazla destek verdi.

Ben Putin’in söylediklerinde bir süreklilik de görüyorum, çünkü Sovyetler Birliği’nin çöküşü sırasında, Sovyetler Birliği’nden sonra Slav kardeşliği, yani Belarus, Rusya ve Ukrayna ile ne olacağı konusunda tartışmalar vardı. Yani Yeltsin’in etrafında, Ukrayna’nın Odessa, Donbas ve Kırım gibi bazı bölgelerinin tarihi Rus imparatorluğunun bir parçası olduğunu düşünen insanlar vardı. O dönemde bile, Sovyetler Birliği’nin çöküşü sırasında, bu Bolşevik milliyetler politikasına karşı Ukrayna’nın bir kısmı üzerinde hak iddia eden bazı güçlü Rus elitleri vardı. Dolayısıyla Putin’in Ukrayna’nın komünizmden arındırılması ve Rusya’nın tüm bu Kırım ve Donbas üzerindeki haklarının bir parçası olduğunu iddia etmesinde bir süreklilik olduğunu düşünüyorum, sizce de öyle değil mi?

Evet, haklısınız. Rus müesses nizamında bu seslerin olduğunu söylediğinizde, örneğin Moskova belediye başkanı Yuri Lujkov, Kırım’ın Rus olduğunu çok güçlü bir şekilde dile getirdi.

Ama unutmamalısınız ki 1991’de Rus halkı, Kırım siyasetinin başı ve halkı Ukrayna’nın bir parçası olmak istemiyorlardı, bir referandum yapmaya çalıştılar, 91’de bağımsız bir cumhuriyet gibi bir şey olmak için bir referandum yaptılar ama bu o anda yeterince güçlü değildi çünkü Rusya Kırım’ın bağımsızlık politikasını desteklemiyordu, Rusya tamamen zayıftı ve bu Ruslar için gerçekten bir stratejiydi.

Yani 91’de 20 milyon Rus Rusya dışında yaşıyordu; Kazakistan’da yaşıyorlardı, Türkmenistan’da, Kırgızistan’da, Romanya’da ve Ukrayna’da ve tüm bu Ruslar da tehlikedeydi çünkü bu cumhuriyetlerde çok büyük iktisadi zorluklar vardı ve o dönemde bazı saldırgan milliyetçiler bu eski Sovyet cumhuriyetlerindeki Ruslara saldırmaya başladı.

2014’ten beri Ukrayna ordusu Donetsk’teki, Luhansk’taki sivil köylere ve şehirlere silahlarla saldırmaya başladığında da bu tür bir milliyetçiliğe sahiptik. Batı medyası bu konuda yazmıyor, bu saldırılarda bir sorun görmüyorlar.

Sizin bahsettiğiniz sorun, yani Ukrayna bir devlet mi, değil mi? Yani Rus politikacıların, özellikle de Putin ile Lavrov’un söylediklerini duyduğumda, esas olarak Ukrayna’nın bir devlet olduğunu ama biz NATO’nun kontrolü altında ya da Batı’nın kontrolü altında bir devleti kabul edemeyiz dediklerini düşünüyorum. Onlara göre Ukrayna siyaseten tarafsız bir devlet olmalı – 1991’den 2014’e kadar sahip olduğumuz bir devlet biçimini kastediyorum.

Yani Ukrayna’da Rusya’nın etkisi vardı, Batı’nın etkisi vardı, bence bu biçim tekrar var olabilir, savaş şimdi sona erdiğinde bu durum tekrar olabilir. İsviçre gibi üç resmi dili olan ve farklı diğer ülkelerden de etkilenen başka ülkeler de var, neden Ukrayna olmasın?

Şimdi bu durumda Rus toplumu içinde elbette bazı radikaller var. İnsanlar Rus askerlerinin öldüğünü gördüklerinde çok duygulandılar, batı tankları İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Rus ordusuna karşı savaşıyor ve bazı insanların, “Ukrayna’yı alıyoruz, hepsini alıyoruz, Lviv’e gidiyoruz,” dediğini duyuyorsunuz, ama bence bu duygusal bir şey. Rusya gerçekten gelecek için düşünmek istiyorsa, Ukrayna’nın tamamen işgal edilmesi söz konusu olamaz, bence.

Yani Ukrayna’yı ele geçirelim diyen radikal görüşler Rus devletinin görüşlerini yansıtmıyor demek istiyorsunuz.

Bunu söylemek çok zor çünkü şu anda bir savaş durumunda yaşıyoruz. Örneğin Stalin hiçbir zaman Almanya’yı beş parçaya bölmek isteyen Morgenthau ya da bazı Amerikan politikacıları gibi konuşmadı. Kızıl Ordu Doğu Almanya’yı kurtarmaya gitti ve Sovyet kontrolü altında bir Alman devleti kurdular.

Bence benzer bir durum Ukrayna örneğinde de olabilir çünkü 45-90 yılları arasında Sovyet kontrolü altında ikinci bir Alman devletimiz vardı ve Ukrayna’da da buna benzer bir şey olabilir.

Diğer seçenek, eğer Rusya bu çok güçlü askeri desteğe karşı koyamazsa, belki de bir barış görüşmesi olacak ve Ukrayna bölünecek. Yani doğu ve güney Rusya’nın parçası olacak.

Bu görüşmeler belki de şu anda işe yaramaz çünkü bir savaş durumumuz var ve her şey akıyor. Hiçbir şey sabit değil. Yani, Rus ordusu Lviv’i bombalarken, ki burası Ukrayna’nın batısı, Ukrayna devleti hakkında nasıl konuşabilirsiniz? Bence Ukrayna devleti çok istikrarsız bir durumda. Ve belki de en trajik durum, batılı finans kuruluşlarındaki batılı danışmanların Ukrayna’nın orta kısmını, batı kısmını tamamen kontrol ettiklerini söylemeleri. Öyle bir şey yok. Gerçekten bağımsız bir Ukrayna’nın temsilcisi olan bir oligark ya da siyasi bir kişi yok. Bu bağımsız Ukrayna şu anda mevcut değil çünkü batı basınının temsil ettiği Zelenskiy, bana göre Amerika Birleşik Devletleri Demokrat Parti’sinin bir bölümünün sözcüsü, çünkü şu anda seçilmiş değil, zaten dört ya da beş aydır başkan seçilmedi.

Ukrayna’da gerçekten bağımsız bir demokratik söylem, farklı anlamlar içeren bir tartışma yok çünkü bir ulusun, bir ulusun tek sesinin Zelenskiy gibi bir kişi olması imkansız. Bu bir demokrasi işareti değil. Biraz daha derin düşünen herkes bunu anlar.

Ben bu Ukraynalı oligarklar hakkında bir makale yazdım. 2014’ün başında kendi çıkarları olan bağımsız oligarklardı ve kendi çıkarları için politika yapabilecekleri yanılsamasına sahiplerdi. Fakat son dokuz yılda bu oligarklar tamamen Amerikan ve İngiliz siyasetinin ve finans şirketlerinin kontrolü altına girdi.

[İgor] Kolomoyskiy, yolsuzluk davasından tutuklu. Bu yolsuzlukla mücadele politikası da bence Ukrayna’da yeni bir düzene, sadece Batı’nın çıkarlarına, iktisadi çıkarlarına ve Ukrayna’daki stratejik çıkarlarına hizmet eden bir iktisadi düzen kurmaya çalışan Batılı hükümetlerin bir aracı. Bu yüzden de özel kurumları, örneğin yolsuzlukla mücadele kurumunu, Ukrayna’nın resmi hukukuna ek bir kurum gibi kullanıyorlar. Bu çılgınca.

Amerika bu konularda ilerici kelimeleri ve ilerici düşünceyi kendi çıkarları için kullanmakta çok başarılı ve bu Ukrayna halkı için çok ama çok üzücü. Onları çok iyi tanıyorum çünkü 1992’de Kiev’de yaşadım ve 92’den sonra Kiev’e ve diğer bölgelere çok seyahat ettim ve Ukraynalı yurtseverlerle de temasım oldu. Benim en iyi arkadaşım Ukraynalıydı. Ukrayna’nın ancak Rus etkisi olmadan yaşayabileceğini düşünüyordu. 1992’de bu benim için ilginç bir pozisyondu. Şimdi ben bu pozisyonu kabul edemem. Şu anda dost değiliz çünkü Ukrayna’da Rus etkisinin olması normal. Ukrayna’daki Rus kültürü Ukrayna’nın bir parçası ve onu yenemezsiniz, ortadan kaldıramazsınız.

Şu anda Moskova’da yaşıyorsunuz. Bize biraz savaşın Moskova ve Rusya’daki günlük yaşamı nasıl etkilediğinden bahsedebilir misiniz? Rus ekonomisi özellikle Batıda pek çok insanı şaşırttı, fakat ülke içinde de bazı çevrelerden ekonomi yönetimine, özellikle de Merkez Bankasına yönelik sert eleştiriler olduğunu biliyoruz. Savaştan sonra Rusya’nın nereye doğru gittiğine dair bir fikriniz var mı?

Şimdi şu anki durumdan bahsedelim, çünkü savaştan sonrası için, benim bazı fikirlerim var, ama tamam, bugünden bahsedelim.

Rusya’da da batıdaki gibi enflasyon olduğunu görüyorum. Yani, o kadar kötü değil ama büyük marketlere, süpermarketlere gittiğimde eskisinden daha az insan görüyorum. Bunu görüyorum. Yani resmi istatistiklere göre Rus milyonerlerin sayısı artıyor ama daha az geliri olan insanların sayısı da artıyor. Yani, uçurum daha da büyüdü.

Fakat hükümet ailelerin, çocukların, özellikle de normalde var olabilen ailelerin istikrara kavuşması için özel bir destek sağlamaya çalışıyor ve bunda da başarılı oluyorlar. Moskova’da sokaklarda hiç yoksulluk görmüyorum. Petersburg’daydım ve orada da görmedim. Örneğin 90’lı yıllarda gördüğüm, her köşe başında para dilenen insanları göremiyorum.

Şehirler gerçekten kirli değil, temiz. Bazı insanlar, bazı Almanlar bana Moskova’nın Berlin’den çok daha temiz olduğunu söyledi

Tamam, toplamda istikrarlı bir durumumuz var, bence. Fakat bu istikrarın altında bazı sorular, bazı sorunlar var. Örneğin, en iyi bilinen online girişim olan Wildberries’in sahibi [Tatyana Bakalçuk] Rusya’nın en zengin kadınıydı. Kocasıyla bir anlaşmazlık yaşadı.

Moskova’da silahlı çatışma çıktı sanırım.

Evet, evet, ikisi de bu şirketin sahibiydi. Ve sanırım bu kadının 7 milyar doları var. Pek çok insan 90’lı yıllardaki durumu hatırladı, zaten menkul kıymetler ve altınlar bazı şirketlere girdi, bunları güçle elde etmeye çalıştılar. 90’larda bunu her hafta yaşıyorduk ve insanlar ölüyordu. Wildberries’de olan bu çatışma da benim için bir işaretti, umarım bu daha fazla olmaz. Bu vakalar ve bazı ilginç tartışmalar da devam ediyor.

Sanırım bugünlerde Rus kilisesinden bazı güçlü insanlar ve diğer bazı insanlar evrim teorisi üzerine bir tartışma başlattı. Bu konuda bilginiz var mı?

Evet. Yani, bu dönemde sahip olunan bazı gerici eğilimler var. Giderek güçleniyorlar. Ama öte yandan Rus liderliğinin resmi olarak bu yönde doğrudan bir baskı yaptığını söyleyemem. Örneğin, Putin’in kürtajın yasaklanması talebinin dostu olmadığını biliyorum. Bebek istiyor mu istemiyor mu? Kadının kararı. Demek istediğim, Ortodoks kilisesinde ve toplumda kürtajı yasaklamak isteyen güçlü kesimler var.

Moskova’daki Krokus binasındaki terör eyleminden sonra bazı duygusal tartışmalar da oldu. Sovyet döneminde sahip olduğumuz ölüm cezası gibi. Rusya Avrupa Konseyi’nin bir parçası haline geldi ve ölüm cezası ve idam cezası konusunda bir moratoryum ilan etti. Bu moratoryum şu anda hâlâ mevcut, ancak bunu uygulamaya çalışan bazı gerici güçler var. Sokağa çıktığınızda bu çok popüler. Yani, bazı Rusların bile şöyle dediğini duyuyorsunuz, evet, yolsuzluğa karşı çok güçlü yöntemlerle mücadele etmeliyiz. Bu insanlar kafalarından vururuz ve sorun çözülür.

Yani, bu duyduklarınız gerçek; özellikle bu hararetli durumlarda, savaşın olduğu bu duygusal durumda, pek çok insan bu sert politikadan yana. Bu bir gerçek.

Örneğin son 30 yılda Moskova ve Petersburg’da çok güçlü olan bazı liberal sesler artık o kadar yüksek çıkmıyor, siyasi tartışmalar artık daha sessiz. Örneğin Komünist Parti Moskova’da koronadan sonra hiç gösteri yapmadı, korona enfeksiyonu olduğu gerekçesiyle buna izin verilmemişti.

Ve siyasi hayat şu anda biraz, hayır hayır, çok sessiz, çünkü savaş durumu her şeye hakim. Demek istediğim, gerçekten savaşı giderek daha fazla hissediyoruz çünkü örneğin, sanırım on gün önce, Moskova’nın güneydoğusundaki Ramanskoye kasabasında Ukrayna insansız hava aracı, büyük bir evin bir kısmını yok etti.

Örneğin, Moskova’nın merkezinde, otomobil için bir navigasyon cihazı kullanamazsınız çünkü navigasyon cihazı size yanlış yolu gösterir çünkü elektronik karıştırıcı vardır.

Donetsk’te birçok kez bulundum, 2022’ye kadar Luhansk’ta da bulundum. Savaş zamanındaki insanları gördüm, hayatlarına devam ediyorlardı, her zamanki gibi yaşıyorlardı, çünkü başka seçeneğiniz yok. Kimsenin kaçmadığını görürdünüz. Şimdi Moskova’da da sadece sizi cephede savaşmak için askere gitmeye davet eden büyük posterler görüyorsunuz. Vücudunda birkaç madalya olan, cephede savaşmış ve mezun olmuş askerlerin olduğu büyük posterler var.

Rus medyasında, televizyonunda savaş ana tema. Tamamen tipik bir medya, tipik bir televizyon var. Hayır, biraz da mizah var. Biraz. Sizde de var. Hepsinin bir karışımı var. Biraz mizah ve savaş karışımı var.

Bugünlerde liberal seslerin Moskova ve St Petersburg’da pek sevilmediğinden bahsettiniz ama [Merkez Bankası Başkanı] Elvira Nabiullina gibi biri de var, biliyorsunuz. [Mihail] Dalyagin gibiler de Merkez Bankası’nın etrafındaki finans çevrelerini sert bir şekilde eleştiriyorlar. Ama yine de Vladimir Putin, Merkez Bankasına hizmet etmesi için Nabiullina’yı seçti. Savaş halinde bile bu nasıl mümkün olabiliyor? Çünkü görünen o ki, onun batılı kurumlarla da birçok bağlantısı var ve Rusya’da bir tür batılı finansal güçlerin ajanı gibi görünüyor. İkisi birden nasıl mümkün olabiliyor?

Rus muhaliflerin ya da muhalif düşünürlerin böyle bir pozisyonu olduğunu biliyorum. Rus hükümetinin mali blokunu eleştiriyorlar. Çok, çok sert. Rusya Merkez Bankası Başkanının [Elvira Nabiullina] batı siyasetiyle bağlantılı olduğuna dair bu sözlere bir şey diyemem. Demek istediğim, bu güçlü, çok güçlü bir söz ve bunlar hakkında hiçbir gerçek yok.

Şu anda Rusya’da bir kişinin merkez bankasını yönetiyor olması ve batı çıkarları için çalışıyor olması imkansız. Bu tür tartışmalar var, kendi adıma eleştirileri anladığımı söyleyebilirim, merkez bankasını eleştiren insanları; çünkü faiz oranları yüksek ve küçük işletmelerin kredi alması zor. Ev satın almak çok pahalı.

Daha aktif bir iktisadi ve siyasi ortam yaratmak için devletin daha fazla yatırım yapması, ekonomik sürece para koyması ve insanların çalışıp üretmesi gerekiyor.

Ama örneğin, ordu için Rus endüstrisi çok, çok iyi bir durumda, çok, çok aktifler ve çok yüksek oranda üretiyorlar, fakat mühendislerle ilgili çok sorun var. Sovyet döneminden sonra birçok teknik eğitim ve mühendislik eğitimi okulu kapatıldı. Şimdi Rusya teknolojik donanımı Türkiye’den, Çin’den, diğer Hindistan’dan almak zorunda.

Bu, 90’lı yılların ve daha sonranın tamamen neoliberal politikalarının bir sonucu. Devletin tüm liderliğinin petrol ve doğalgaz satma politikasına yöneldiği ya da bu politikayı desteklediği her yerde iktisadi sürecin ana sonucuydu.

Şimdi sonuçlarını görüyoruz ki Rusya’nın ekonomik yapısında çok büyük boşluklar var.

Rus toplumunda ve Rus liderliğinde farklı siyasi kanatlar var. Belki hükümetin iktisadi sektöründeki liberal düşünce hâlâ mevcut, fakat ekonomide de devlet odaklı siyaset giderek güçleniyor.

Putin’in bu politikada [Sergey] Şoygu’dan daha güçlü, daha sert olan yeni savunma bakanını seçmesi olgusu örneğin.

Rusya savaş halinde iç hayatını çok güçlü bir şekilde organize etmeye zorlanıyor. Rusya’da ulusal politika karşıtlığı yapmak mümkün değil. Dolayısıyla belki de Rus hükümetindeki diğer bazı kişiler de daha güçlü kişilerle değişecektir.

Son olarak biraz da Almanya’dan bahsedelim. 3 Ekim’de, sözde Alman Birlik Gününde, bir grup barıisever Ukrayna’da diplomatik bir çözüm çağrısında bulunan bir miting düzenleyecek. Geçen yıl Almanya’da konuştuğumuz bazı kişiler, Ukrayna’daki savaştan sonra ülkede düşünce ve ifade özgürlüğünün hiç bu kadar kısıtlandığını görmediklerini söylediler. İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’ye yönelik saldırıları da bu karamsar havayı pekiştirmiş görünüyor. Bir diğer konu da “aşırı sağcı” AfD’nin özellikle Doğu Almanya’daki tartışmasız zaferi. Sizce Almanya nereye doğru gidiyor?

Bence Almanya şu anda tamamen kaotik bir durumda. Özellikle Yeşiller bunun bir işareti. Ukrayna’ya silah gönderilmesi, enerji politikasının hızla değiştirilmesi, ev sahiplerinden evlerini ısıtma için özel jeneratörlerle modernize etmelerinin talep edilmesi, ısı pompalarının yasaklanması için en çok bağıran parti ve bu parti bu seçimlerde tam bir yenilgiye uğradı.

Şansölyemiz [Olaf] Scholz, çok garip bir rol oynadı. Rusya’ya karşı bu çok garip politikanın ve garip enerji politikasının en yüksek sesli savunucusu değildi. En yüksek sesle konuşan o değildi. En yüksek sesle konuşan Yeşiller’di ve iyi bir hatip olmayan bu Şansölye, bir ülke lideri olarak karizmaya sahip değil. Şu anda iyi bir konumda çünkü Brandenburg’daki partisi en güçlü parti haline geldi ama bunun tek nedeni eski medyanın, Alman milliyetçilerine, Almanya için Alternatif’e karşı çıkması ve insanların belki de sosyal demokratlara oy vermesiydi çünkü tüm medya tartışmalarla doluydu. AfD yeni bir NSDAP, yeni bir faşist parti gibi bir şeydi. Bence AfD faşist bir parti değil. Bu partide bazı faşistler var ama faşist bir parti değil. Esas olarak buna oy veren insanlar faşist değil. Yani, belki küçük bir yüzde ama büyük bir yüzde değil.

Göçmen sorunuyla ilgili olarak içimde kötü bir his var, çünkü bir devlet istikrarsız bir durumdayken ve yönetimin ne yapacağına, normal insanlar için hayatı nasıl daha iyi hale getireceğine dair gerçekten somut bir planı yokken bu durum tekrar ortaya çıkıyor.

Evet, göçmenlerle ilgili sorunlarımız var ve ülkemize herhangi bir kontrol olmaksızın geliyorlar. Almanya’da sivillere yönelik bazı saldırgan eylemlerle bağlantılılar. Bu geçtiğimiz ayın ana konusu haline geldi. Bence gerçekten sorunlar var ve belki de göç ve göçmen politikası konusunda daha güçlü bir kontrol yapmak gerçekten gerekli. 

Bu gerekli, fakat insanların sosyal sorunlar ve sosyal politika ve Ukrayna için silahlar hakkında konuşmaması bir hile gibi kullanılıyor. Dikkatleri hükümetin hatalarından uzaklaştırmak için başka ülkelerde gelen göçmenler kullanılıyor.

Bazen Rusya’da da aynı şeyi görüyorum. Yani, burada da bazı göçmenler var. Tacikistan ve Kırgızistan’dan gelen çok sayıda göçmen var. Burada evler, sokaklar ve bir sürü şey inşa ediyorlar. Bu göçmenler olmasaydı Rusya kötü bir durumda olurdu. Ama bu göçmenlerin gerçek anlamda entegrasyonu yok ve gördüğüm kadarıyla bu çok da iyi bir durum değil.

Almanya’daki durumu konuştuğum tüm Almanlar çok üzgün durumdalar. Üzgünler ve ne yapacakları konusunda hiçbir fikirleri yok.

Benim için bu liberallerin sonu. Benim için bu radikal liberal politikanın, cinsiyet politikasının, ekonomi politikasının sonu.

Şimdi göreceğiz, bence Almanya daha güçlü ulusal yönelimli bir politika izliyor. Belki de bu daha ulusal odaklı politikanın ilk işaretleri göçmenlere karşı daha güçlü olmak, Alman ordusu için daha fazla propaganda ve Alman ordusu için daha fazla para olacak.

Almanların ordu ile zorlu bir bağı olageldi. Almanların orduyla gurur duyması zordu çünkü ikinci dünya savaşından sonra gururumuz kalmamıştı. Bu ulusal gururun ne olduğunu bilmiyoruz. Diğer Avrupa ülkelerinde bu gurur var ama bizde yok.

Şimdi bu çok üzücü çünkü ben bir Almanım ve şiirimizle, teknolojimizle gurur duyuyorum, bilimle, Alman bilimi ve müziğiyle gurur duyuyorum ama ordumuzla gurur duymuyorum çünkü iyi olmayan şeylerle uğraşıyorlar.

Ama bence kriz zamanlarında, tarihte her zaman, Almanya’da sosyal huzursuzluk isteyen bazı insanların insanların duygularını kendilerine uygun bir yöne yönlendirmeye çalıştıklarını görürsünüz.

Yani bizim liderliğimiz bunu istemiyor. Bu yüzden göçmenlere karşı bazı duygusal konuşmalar yapıyorlar. Bu yüzden özgür Avrupa’yı diktatör Putin’den korumak için Ukrayna halkına silah yardımı yapılması yönünde duygusal konuşmalar yapıyorlar.

Şahsım adına şunu söylemek isterim ki ben her zaman ulusların kardeşliğinin ve uluslar arasındaki normal medeni süreçlerin destekçisi oldum. Almanya’da yaşadığım dönemde de örneğin bir fabrikada Türklerle birlikte çalıştım ve bana yardımcı olduklarını hissettim. Makine parçalarını toplamak için yeterince hızlı olamadığımı gördüklerinde bana yardım ettiler.

Ve şimdi başka bir durumdayım. Moskova’da yaşıyorum ve durumumuz değişti çünkü Tacikistan’dan çok sayıda göçmenimiz var ve onlarla da iyi ilişkilerim var. Şimdi, bu meselelerde Moskova’da devletten gelen bir regülasyon hissetmiyorum.

Almanya’da 70’li ve 80’li yıllarda resmi entegrasyonun olduğu zamanlardan hayal ediyorum. Tamam, o başka bir zamandı. O dönemde gerçekten de yeterli sayıda çalışan gücümüz yoktu. Almanya’nın şu anda milyonlarca göçmene ihtiyacı olduğundan emin değilim. Sanmıyorum. Öte yandan, Almanya’nın temel sorununun göçmenler olduğunu söyleyen AfD’nin milliyetçi propagandasını da desteklemek istemiyorum. Bu tamamen yanlış.

Eğer biz Almanlar ve Ruslar bu durumlarda normal bir yol, medeni bir yol bulamazsak… Milletler ve ülkeler arasındaki temasın, kimin daha güçlü kimin daha zayıf olduğu ile değil, normal medeni bir diyalog içinde olması çok önemlidir.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Emperyalizm petrolünü çalmak için Venezuela’ya boyun eğdirmek istiyor’

Yayınlanma

10 ve 11 Eylül tarihlerinde Venezuela’nın başkenti Caracas’ta Faşizm, Neo-Faşizm ve Benzer Tezahürlere Karşı 1. Dünya Kongresi düzenlendi. Devlet başkanlığı seçimlerinin yapıldığı 28 Temmuz’u takip eden günlerde darbe girişimine maruz kalan ülkede, o günlerde bir tür faşizm ya da neo-faşizmin ortaya çıktığını gösteren durumlar yaşandı ve bu durum alarm zillerinin çalmasına neden oldu; öyle ki hükümet ve toplumsal tabanlar, faşizme ve onun çeşitli tezahürlerine karşı uluslararası bir savunma cephesi oluşturmak ve her şeyden önce tartışmak üzere dünyanın dört bir yanından binlerce sosyal aktivisti örgütlemeye ve kabul etmeye karar verdi.

Bu bağlamda Arjantinli iktisatçı ve insan hakları aktivisti Claudio Katz ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Katz, çağdaş kapitalizmi ve küresel iktisadi krizi yorumlayan çok sayıda metnin yazarı. Katz, serbest ticaret, dış borç ve militarizasyona karşı çıkan kıtasal forumlara aktif olarak katılıyor. Sosyalizmin Geleceği (2004) ve Latin Amerika’da Solun İkilemleri (2008) adlı kitaplarıyla Libertador Eleştirel Düşünce Ödülü’nden teklif aldı.

Venezuelalı siyaset bilimci Micaela Ovelar ve Claudio Katz

Arjantin faşizm tehlikesiyle nasıl yüzleşiyor?

Ben Arjantin’den bu önemli Anti-Faşist Kongreye katılmak üzere gelen delegasyonun bir parçasıyım ve Buenos Aires’ten gelen bizler için özellikle şok edici, zira geçen hafta Arjantin’de Javier Milei’nin, Santiago Abascal’ın (İspanya), José Antonio Kast’ın (Şili) ve Latin Amerika’daki en sağcı akımın tüm liderlerinin hazır bulunduğu bir aşırı sağ kongresi düzenlendi.

Ve bunun etkisi son derece güçlü, zira burada Venezuela’da, geçen hafta Buenos Aires’te medyada gördüğümün tam tersini yaşıyoruz. Onların bir ajandası var, bizim ise tam tersi bir ajandamız var. Her şeyden önce bizim anti-faşist bir ajandamız var, onların ise faşizme karşı farklı yaklaşımları var. Bunlar farklı ülkelerdeki faşist süreçlerin kabul edilmesi, farklı şiddet türlerinin kolaylaştırılması, terör örgütlerinin eylemlerinin kolaylaştırılması anlamında yaklaşımlar.

Örneğin, eski Devlet Başkanı Cristina Fernández de Kirchner’e dönük suikast girişimi, bu örgütlerin ağları tarafından aktarılan nefret söylemi ve şiddetle motive edildi. Buenos Aires’teki aşırı sağ, İsrail’in Gazze’deki katliamı için özür diliyordu. Aşırı sağ, şu anda Gazze’de görülen barbarlığı, o tarifsiz bombardıman sahnesini, çocukların katledilmesini, hastanelerin yıkılmasını savunuyor.

Ve aşırı sağ tüm bunları sahipleniyor. Biz burada, Venezuela’da, Filistin halkına yönelik soykırımı kınıyor, Filistin halkını destekliyor, Güney Afrika’da apartheid’a karşı yürütülen kampanyaya benzer bir kampanya yürütüyor, Filistinlilerin etnik temizliğine karşı küresel intifadanın büyük öfke hareketini destekliyoruz. Yani nereden bakarsanız bakın, farklı gündemlerimiz var. Onlar Avrupa’nın militarizasyonundan, Ukrayna’daki savaşın devamından yanalar. Biz ise bir tür pasifikasyon, bir tür arabuluculuk, bu NATO varlığını sona erdirmenin bir yolu, eski kıta boyunca füzeleri hareket ettirmek istiyoruz.

Onların, yani aşırı sağın ise gerici bir otoriterlik programı var. Tehlikeli neo-faşizm, yarı-faşizm, proto-faşizm biçimlerine yaklaştıkları yöntem budur. Örneğin Trump, tüm güçlerin mutlak kontrolünü elinde tutmayı, yargı ve yasama organlarının özerkliğini ortadan kaldırmayı, basını kontrol etmeyi, güvenlik kurumlarını kontrol etmeyi, yani Arjantin’de Milei’nin sahip olduğu Anayasa’yı ihlal programının aynısını uygulamayı amaçlıyor.

Esasında, anayasal reformlar yapmadan ulusal anayasaları değiştirmeye çalışıyorlar. Esasen otoriter yeni bir siyasi rejim dayatmak ve kampanyalarını geliştirdikleri araç haline gelen sosyal ağların muazzam gücünü kullanmak istiyorlar. Trump, Bolsonaro, Milei ekonomik güçlerini siyasi güce dönüştürmek ve bu güçle nefret söylemlerini sosyal ağlar üzerinden sürdürmek istiyorlar. X paltformu üzerinden tamamen kontrolsüz bir düzeyde sözlü şiddete başvurdular.

Biz de bu konuda tam tersi bir istikametteyiz. Biz sosyal ağların düzenlenmesini ve bu evrenin hegemonik güçlerin keyfine göre yönetilen bir arenaya dönüşmemesini istiyoruz. Bu anlamda kayda değer bir hedefe -asın özgürlüğünü etkin bir şekilde kullanmış olan Julian Assange’ın özgürlüğüne- ulaştık. Bu bizim alanımızda, demokrasi alanında, özgürlük alanında yer alıyor.

Faşizm dünyanın diğer bölgelerinde nasıl ifade ediliyor?

Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, açık açık sosyal eşitliğin bir sapma olduğunu söylüyor. Biz sosyal eşitliğin, sosyal adaletin elde edilmesi gereken bir hak olduğunu düşünüyoruz. Milei, zenginlerden vergi alınmamasını istiyor. Biz büyük servetlerden alınan vergilerle eşitsizlik uçurumunu azaltmak istiyoruz.

Eski gerici milliyetçiliğe geri dönmek ve her bir ülkenin şanlı geçmişini tanrılaştırmak istiyorlar. Trump ‘Yeniden Büyük Amerika’ diyor; Brexit’in destekçileri ‘Viktorya dönemine geri dönelim’ diyor; İspanyollar yerli halkların haklarına karşı ‘Latin Amerika’da İspanyol egemenliğini yeniden inşa edelim’ diyor. ‘Irk Günü’nü geri getirmek istiyorlar. Esasen halkın boyunduruk altına alınmasını ve neoliberalizm dönemi boyunca en çok etkilenen kesimlerin baskı altına alınmasını istiyorlar.

Yoksul işçilere şöyle dediler: “Başınıza gelenlerden rekabet etmediğiniz, yeterince çalışmadığınız ve verimli olmadığınız için siz sorumlusunuz. İşsizsiniz çünkü iş aramıyorsunuz”. Şimdi, bu neoliberal söylem gücünü yitirdi. Ve şimdi yeni sağ, aşırı sağ geliyor ve diyor ki: “Hayır, siz yoksulsunuz, zira hata sizin altınızdakinde, üstünüzdekinde değil, sizi sömürende değil, sizi ezende değil, sizin çabanız ve çalışmanızla zenginleşen kapitalistte değil. Bu sizin altınızdakinin hatasıdır”.

Peki göçmenler kim? Meksikalılar, Araplar, Avrupa’daki Afrikalılar, Latin Amerika’daki çaresizler. Onlara karşı ‘cezalandırmacılık’, ‘demir yumruk’ El Salvador’da Bukele ve Arjantin’de Milei veya Bullrich.

Venezuela’da ABD için tehdit oluşturan ne gördüğünüzü analatabilir misiniz?

Venezuela’da gördüğüm şey bir direniş ruhu, direnme kararlılığı, emperyal boyunduruk karşısında sağlam durma kararlılığı. Venezuela’nın petrolü tehlikede. Asıl mesele bu. Emperyalizmin istediği şey petrol. Onlar için seçim tutanakları olsun ya da hiç olmasın, bu tür şeyler onlar için çok az önemli.

Irak’ta yaptıklarını, Libya’da yaptıklarını Venezuela’da da yapmak istiyorlar, gerilim yaşadıkları hükümetleri yıkmak ve bir ülkeyi harap etmek istiyorlar. Ne için? Petrole el koymak için. Trump’ın tüm harflerle, samimiyetle söylediği şey buydu: “Venezuela petrolünün sahibi olmalıydık”. Onların istediği de bu.

Yani basında sürekli bir çifte standart var. Venezuela’nın seçim sistemlerinde sorun olan tek ülke gibi göründüğünü söylüyorlar. Ama Bukele’nin tutanakları nerede? Yüzde 70 ile kazandığını söylüyor. Doğrulama nedir? ABD’de oyların çoğunluğunu alan adaya zafer kazandırmak zorunda olmayan bir seçim kurulu var. Peki orada demokrasinin ihlal edildiğini düşünen oldu mu? Aday olmak için para toplamak zorunda olduğunuz bir ülkede. Buna plütokrasi denir. Sadece parası olanlar aday olabiliyor, paranız yoksa hiçbir şey, medyada tek bir kelime bile yok.

Fransa’da Macron parlamento seçimlerini kaybetti. Seçimleri kim kazanırsa onunla yaşamak zorunda ve halkın iradesine saygı duymadı. İspanya’da bir monarşi var. Peki bu monarşi bize Latin Amerika ülkelerine demokrasi ve cumhuriyet hakkında ders verecek mi? Büyük Britanya’daki, Fransa’daki seçim bölgesi oylama sistemi oyların orantılılığını bozuyor. Sorusu olan var mı? Yok.

O zaman sorunların arka planına inmek zorundasınız. Emperyalizm Venezuela’ya boyun eğdirmek istiyor, Çin ile bir anlaşmazlık geliştirmek için Latin Amerika’ya boyun eğdirmek istiyor, sözde ‘arka bahçesinin’ mutlak kontrolünü yeniden elde etmek istiyor. Ve işte burada direniş var, mücadele var, savaş var.

Bolivya’da gerçekleşen ve sağın mağlup olduğu, Bolsonaro’nun darbesinin yenilgisine yol açan, Fransa’da Le Pen’in zaferini engelleyen savaşın aynısı. İşte gidilecek yol budur. İşte bu nedenle Venezuela’da, öncesi ve sonrasıyla bir dönüm noktası olacağına emin olduğum bu Kongre’de bulunmaktan memnuniyet duyuyorum.

Faşizme Karşı Birinci Dünya Toplantısı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu, sağcı dalgayı durdurmak, faşist dalgayı durdurmak ve idealimiz için, burada bulunan birçoğumuzun ideali için mücadele etmek üzere bölgemizdeki halk hareketlerinin daha fazla eklemlenmesinin bir başlangıcı. Zira sağın ideali, ajandası kapitalizmdir. İşte bu yüzden sosyalizm hakkında bu kadar kötü konuşuyorlar. Ve bu konuda haksız da sayılmazlar. Onların düşmanı sosyalizmdir, zira sosyalizm eşitlik projesidir, demokrasi projesidir, adalet projesidir.

Ve size daha fazlasını söyleyebilirim: Bizim sosyalist projemiz, Milei, Trump, Le Pen, Meloni ve dünyadaki tüm aşırı sağcıların sahip olduğu piyasa idealizasyonundan ve kapitalist refah hayalinden sonsuz derecede daha az ütopiktir. Birlikte kazanacağız!

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Hedef Finlandiya’nın NATO içinde yerini sağlamlaştırmak’

Yayınlanma

Eski Finlandiya Savunma Bakanlığı Araştırmacısı Dr. Matti Pesu sorularımızı yanıtladı: “NATO ve Rusya arasında tam ölçekli bir savaşın tırmanma riski düşük kalmaya devam ediyor, çünkü hiçbir taraf askeri çatışma istemiyor.”

Finlandiya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (FIIA) Finlandiya dış politikası, Kuzey Avrupa güvenliği ve NATO araştırma programında Kıdemli Araştırma Görevlisi olan Matti Pesu,  Mayıs 2022’den Nisan 2023’e kadar Finlandiya’nın yeni oluşmakta olan NATO politikasını ve ülkenin Avrupa-Atlantik güvenliğinde değişen rolünü analiz eden bir araştırma projesini yönetmiştir. Finlandiya dış, güvenlik ve savunma politikası, savunma işbirliği, Baltık Denizi güvenliği ve Avrupa-Atlantik güvenliği konularında kapsamlı yayınları bulunmaktadır.

Matti, Rusya-Ukrayna savaşı ve Baltık ülkelerinin dış politikası ile ilgili gazeteci Dr. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

NATO’nun doğu kanadını güçlendirmek, özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinden sonra, İttifak için önemli bir gündem maddesi haline geldi. Son olarak, ABD’nin Almanya’ya uzun vadeli olarak hipersonik füzeler konuşlandırma kararı Moskova’dan misilleme gördü. Bu tırmanış riskleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

NATO ve Rusya arasında tam ölçekli bir savaşın tırmanma riski düşük kalmaya devam ediyor, çünkü hiçbir taraf askeri çatışma istemiyor. ABD’nin yeni bir silah sistemi konuşlandırma kararı, Rusya’nın Orta Menzilli Nükleer Güç Antlaşması’nı ihlal ederek orta menzilli füzeler konuşlandırmasına ölçülü bir yanıt olarak, caydırıcılığı güçlendirmek ve ABD’nin müttefiklerine güvenlik taahhüdünü pekiştirmek amacıyla alınmıştır.

NATO için tehlike, Suwalki koridorunun istikrarsızlaştırılması, çünkü bu, tüm Baltık devletlerini Polonya’dan koparabilir ve NATO’nun Litvanya, Letonya ve Estonya’ya karadan tek ulaşım rotasını kesintiye uğratabilir. Moskova’nın Ukrayna’dan sonra Estonya, Letonya, Litvanya veya Polonya’yı işgal edeceğine dair iddiaları gerçekçi buluyor musunuz? Putin veya kabinesinden bu yönde bir açıklama gelmedi daha önce.

Rusya aslında NATO ile doğrudan askeri çatışma riskini önemli ölçüde artıracak eylemlerden kaçındı. Ancak, Ukrayna çökerse, bu komşu NATO müttefiklerine karşı Rus saldırganlığı için potansiyel bir sıçrama tahtası olarak hizmet edebilir. Bu senaryo bölgesel güvenliği bozacaktır ve bu da Baltık devletleri ve Polonya’nın Ukrayna’yı güçlü destekçilerinden biri olmasının nedenlerinden biri.

Son aylarda Rusya, Belarus ile askeri işbirliğini artırdı ve ortak nükleer tatbikatlara başladı. Bu bağlamda “nükleer savaş” riskleri ne kadar gerçekçi?

Nükleer savaş riski çok düşük kalmaya devam ediyor. Ancak, Rusya’nın Belarus ile nükleer işbirliği, Batılı destekçileri Ukrayna’ya daha güçlü askeri yardım sağlamaktan caydırmak ve sindirmek stratejisinin bir parçasıdır.

Finlandiya NATO’ya katılarak uzun vadeli tarafsız pozisyonundan vazgeçti. NATO’nun geri kalanını küçük Baltık ülkeleri için feda etmeyeceğini tartışan uzmanlar göz önüne alındığında, bunun Rusya’yı Finlandiya’ya karşı herhangi bir eylemden caydıracağını düşünüyor musunuz?

NATO’nun tarihine bakıldığında, uzmanlar ve politika yapıcılar, ABD ve müttefik güvenlik garantilerinin güvenilirliğini tartışmışlardır; bu, “genişletilmiş caydırıcılık” kavramının içsel bir parçasıdır. Bu tartışmalara rağmen, ABD ve diğer NATO müttefikleri kolektif savunmaya bağlılıklarını sürekli olarak göstermektedir. Finlandiya’da düzenli olarak tatbikatlar yapıyorlar, ülkeyi savunmak için uygulanabilir operasyonel planlar geliştiriyorlar ve askeri ekipmanları Finlandiya topraklarına önceden yerleştirme isteklerini belirtiyorlar. Bu eylemler, müttefiklerin karşılıklı savunmaya olan bağlılıklarını güçlü bir şekilde göstermektedir.

Macaristan Dışişleri Bakanı Péter Szijjártó, Baltık ülkelerini Macaristan’a karşı bir “yalan kampanyası” başlatmakla suçladı. Güvenlik kontrollerine ilişkin kararın Macaristan’ın sıkı güvenlik önlemlerini zayıflatmadığını vurguladı. Bu iddialara cevap vermek için Güvenlik Politikası Devlet Sekreteri Péter Sztáray, Estonya, Letonya ve Litvanya büyükelçiliklerine ilk elden bilgi sağladı ve “yanlış bilgilendirme kampanyasını sona erdirmeyi umuyoruz” dedi. Finlandiya, Macaristan’ın tutumu hakkında ne düşünüyor? Budapeşte Finlandiya’nın NATO üyeliğini onayladıktan sonra ilişkiler nasıl gelişti?

Macaristan ile çoğu AB ve NATO ortağı arasındaki ilişki son zamanlarda dibe vurdu. Ayrıca, Finli politikacılar Macaristan’ın Moskova’ya yaptığı ziyaret ve Ruslara vize verme kararı gibi son eylemlerini sert bir şekilde eleştirdi. Macaristan’ın Finlandiya’nın ve özellikle İsveç’in NATO üyeliği üzerindeki engelleyici tutumu, birçok Finliyi kızdırdı. Macaristan’ın bu eylemlerinden ne kazandığını görmek zor, itibarının zarar görmesi dışında…

Rusya ile diyalogda kalmanın onu düşman yapmaktan daha güvenli olduğu tartışmalarına ne diyorsunuz?

İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan 2022 Şubat’ında Rusya’nın Ukrayna’ya tam ölçekli işgaline kadar Moskova ile diyalog sürdürmek, Finlandiya dış politikasının temel bir unsuru idi. Bu diyalogun yoğunluğu zamanla değişti. Ancak, son Rus saldırganlığı nedeniyle, şimdi tartışılacak çok az şey var, çünkü Finlandiya ve daha geniş Batı’nın Ukrayna’daki savaş ve Avrupa güvenliği konusundaki görüşleri Moskova’nın konumuyla büyük ölçüde farklılık gösteriyor. Bu durum, Rusya’nın kendi zararlı eylemlerinin doğrudan bir sonucudur. Finlandiya gibi bir cephe ülkesi için, Rusya’nın saldırganlığının başarısız olması ve Batı’nın bu tür eylemleri kınamada birleşik kalması, varoluşsal bir çıkar meselesidir.

Finlandiya’nın NATO’ya katılımı Türkiye’nin desteği ile oldu, bu süreçten sonra Helsinki-Ankara ilişkilerinde neler değişti?

Finlandiya’nın NATO üyelik süreci sırasında Finlandiya-Türkiye diplomasisinin yoğunluğu önemli ölçüde arttı ve terörizm gibi konular üzerine çalışma grupları kuruldu. Ancak bildiğim kadarıyla, bu çalışma grupları son zamanlarda pek aktif değildi ve kamuoyunda büyük ilgi çekmedi. İkili ilişki yoğunluğu doğal olarak azaldı. Finlandiya’da Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelik süreçlerini kendi amaçları için kullanmasının her iki ülkenin ulusal güvenliğini tehlikeye attığı yönünde bir duygu var. Bununla birlikte, Finlandiya ve Türkiye’nin – her ikisi de önemli kara kuvvetlerine sahip olan ülkeler – ittifak içinde önemli çıkarları paylaşabileceği de kabul ediliyor.

Finlandiya’nın şu anda ana dış politika ve güvenlik gündemi nedir?

Mevcut gündem, Finlandiya’nın NATO içinde yerini sağlamlaştırmak ve NATO’nun planlama, komuta yapısı ve kuvvet yapısına entegrasyonunu sağlamak üzerine odaklanıyor. Helsinki ayrıca ABD, İngiltere, Norveç ve İsveç gibi önemli müttefiklerle ilişkilerini yoğunlaştırıyor. Ayrıca, Ukrayna’yı desteklemek yüksek derecede bir öncelik.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English