DÜNYA BASINI
Foreign Affairs: 7 Ekim; direniş ekseni için dönüm noktası oldu
Yayınlanma
Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, Direniş Ekseninin nasıl ortaya çıktığı, kendisini ve mücadele araçlarını nasıl geliştirdiğini ele alıyor. Makalenin yazarları Gazze savaşının eksen için dönüm noktası olduğunu düşünüyor: ABD ne bu ekseni kolayca dağıtabilir ne de onu doğuran fikirleri yenebilir. Eksenin yelkenlerini suya indirmenin tek yolu Gazze’deki savaşı sona erdirmek ve İsrail-Filistin meselesine gerçek ve adil bir çözüm bulmaktır. Bu yapılmadığı takdirde eksen, ABD’nin uzun yıllar boyunca mücadele etmek zorunda kalacağı bölgesel bir gerçeklik olacaktır:
***
Narges Bajoghli ve Vali Nasr
12 Ocak’ta Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri Yemen’deki Husi hedeflerine yönelik askeri saldırılar başlattı. Bu saldırılar, grubun Kızıldeniz’deki ticari gemilere düzenlediği ve küresel ticareti sekteye uğratan saldırılara bir yanıt niteliğindeydi. Husilerin eylemleri kısa süre içinde onları, Salih Aruri ve diğer Hamas liderlerinin 2 Ocak’ta Beyrut’ta öldürülmesinin ardından bölgede giderek daha aktif hale gelen askeri koalisyonun en önemli üyeleri haline getirdi. Bu liderlerin ölümlerinin ardından Hizbullah komutanı Hasan Nasrallah intikam yemini etti ve İsrail’e karşı mücadelenin bir “direniş ekseni”nden başka bir şey gerektirmediğini ilan etti. Nasrallah’ın açıklamasını takip eden saatlerde, sözleri ustaca hazırlanan videolara eklendi ve geniş çapta yayıldı. Ardından eksen saldırıya geçti. Hizbullah İsrail’in Meron hava gözetleme üssünü 62 roketle vurdu; Irak merkezli İslami Direniş grubu Suriye ve Irak’taki ABD üslerine saldırmak üzere insansız hava araçları gönderdi ve İsrail’in Hayfa kentini uzun menzilli bir seyir füzesiyle hedef aldı; Husiler Kızıldeniz’de saldırıya geçti ve İran Umman Körfezi’nde bir petrol tankerini ele geçirdi.
Hem Batılı hem de bölge ülkeleri Gazze Şeridi’ndeki savaşın bölgesel bir yangına dönüşmesini istemediklerini iddia etseler de İran, Hizbullah, Husiler ve eksenin diğer üyeleri çok farklı bir oyun oynuyorlar. Bölgesel bir savaş alanında sabırla ve sistemli bir şekilde güç ittifakını pekiştiriyorlar. İran ve Hizbullah ile başladı ama hızla parçalarından daha büyük bir şeye dönüşüyor. Diğer üyeleri arasında Yemen’deki Husiler, Hamas ve Filistin İslami Cihadı ile Irak ve Suriye’deki Şii milisler yer alıyor. Bu eksenin oluşumu, Batı’nın on yıllardır Orta Doğu’da yarattığı ve savunduğu bölgesel düzene doğrudan bir meydan okuma. Aynı zamanda -İran ve Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarının da gösterdiği gibi- küresel ticaret ve enerji kaynakları için de bir tehdit oluşturuyor.
Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırı, eksenin Filistin topraklarının ötesine geçerek İran, Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’i de kapsayan kabiliyet ve etkisini ortaya koydu. Batı, Tahran’ı bu ağın arkasındaki beyin olarak görüyor ve direniş ekseninin İran’ın stratejik bakış açısını yansıttığına şüphe yok. Nitekim Devrim Muhafızları, eksen üyelerine ölümcül askeri kabiliyetler ve koordinasyon desteği sağladı. Ancak Tahran kukla ustası değil ve eksenin tutarlılığı ve bölgesel rolü İran’ın emirlerinden çok daha fazlasını yansıtıyor.
Aksine, bu eksen ABD ve İsrail “sömürgeciliğine” karşı ortak nefretle birbirine bağlı. Hizbullah, Washington ve Tel Aviv’in Lübnan’a karıştığına inanırken Hamas, Husiler ve Irak’taki Şii milisler de aynı şeyin kendi bölgeleri için geçerli olduğunu düşünüyor. Nasrallah’ın da ifade ettiği gibi bu farklı gruplar, ister Lübnanlı, ister Filistinli, ister Yemenli olsunlar, aynı sorunlarla ve aynı düşmanla karşı karşıya oldukları gerçeğinde birleşiyor. Bu da bir bölgede yaşananların diğerlerini de doğrudan ilgilendirdiği anlamına geliyor. Eksen kendisini İran’ın bir aracı olmaktan ziyade “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” ruhuyla ortak stratejik hedefler etrafında inşa edilmiş bir ittifak olarak görüyor. Eksen üyeleri İsrail’e ve dolaylı olarak ABD’ye karşı aynı savaşı verdiklerine inanıyor. Bu da ne ABD uyarılarının ne de ABD saldırılarının ekseni geri adım atmaya zorlayamayacağı anlamına geliyor. Gazze’de silahlar susmadıkça, halk üzerindeki baskı hafifletilmedikçe ve Filistinlilerin egemenliği ve kendi kaderlerini tayin etmeleri için inandırıcı bir yol çizilmedikçe, ABD kendisini tehlikeli bir tırmanma sarmalından kurtaramayacak.
TAHRAN’IN BÜYÜK TASARIMI
Direniş ekseni 7 Ekim’de ortaya çıkmadı. Aksine, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ardından kuruldu. Kurucusu olan İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü ve eski komutanı Kasım Süleymani bu ağı İran’ın Hizbullah’la olan yakın bağları üzerine inşa etti ve hem İran’ın hem de Hizbullah’ın 1980’lerde Irak ve İsrail’le savaşma deneyimlerinden yararlandı. Süleymani en başından beri ekseni oluşturan her bir parçanın kendi kendine yetebildiği esnek bir ağ yaratmaya çalıştı. Eğitim ve mühimmat İran’dan gelse de her birimin taktik, teknoloji ve silahlar konusunda uzmanlaşması ve bunları kullanması bekleniyordu.
Yeni kurulan eksenin ilk günlerdeki temel amacı ABD’nin Irak’ı işgal planlarını bozguna uğratmaktı. Bu amaçla Tahran ve Hizbullah, ABD birliklerine karşı savaşan yerel milisleri başarıyla oluşturdu. Daha sonra, IŞİD olarak da bilinen İslam Devleti’nin 2014 yılında Irak ve Suriye’nin büyük bölümünü ele geçirmesinin ardından, hem Suriye’deki Esad rejimini hem de Irak’taki Şii iktidarını tehdit eden bu militan mezhepçi güçlerle savaşmak için benzer milisler kuruldu. İran, Hizbullah, Irak ve Suriye’deki Şii milisler ortak düşmanlarına karşı savaşırken Suriye iç savaşı bu eksen için bir dönüm noktası oldu. Bunu yaparken bu ülkeler ve gruplar askeri ve istihbarat yeteneklerini derinleştirdi ve ittifaklarının stratejik mantığını geliştirdi. Bu dönemde İran, Yemen’deki Husi isyancılarla bağlarını güçlendirdi, onları artık filizlenmekte olan ittifaka kattı ve direniş ekseni bayrağını benimsetti.
Geçen on yıl boyunca İran ve Hizbullah Gazze, Irak, Suriye ve Yemen’de gelişmiş füzeler, insansız hava araçları ve roketler konuşlandırdı. Ayrıca Hamas ve Husileri kendi silahlarını üretmeleri için eğittiler. Bu yaklaşımın başarısı Hamas ve Husilerin füzeleri ustalıkla geliştirip kullanmalarından anlaşılıyor. Eksen üyeleri ayrıca medya iletişimi konusunda eğitildi, mali kanalların kurulmasına yardımcı olundu ve özellikle Batı Şeria’da sivil direnişin nasıl destekleneceği öğretildi. Süleymani’nin halefi İsmail Kani, bu mirasın üzerine inşa ederek ekseni daha da merkezsizleştirdi ve taktik ve operasyonel karar alma yetkisini giderek yerel birimlere ve onların komutanlarına devretti.
Ortaya çıkan ağ, Tahran’ın ABD’yi Orta Doğu’dan çıkarma yönündeki kalıcı hedefini ilerletmesine yardımcı oldu. 1979 devriminden bu yana Tahran, ülkeyi İranlı liderlerin İslam Cumhuriyeti’ni yok etmeye kararlı olduğuna inandıkları Washington’dan korumaya odaklanmış durumda. Bu amaçla İran, ABD’nin kendisini ekonomik ve askeri olarak çevreleme girişimlerini boşa çıkarmaya çalıştı. ABD ordusunu İran ve Basra Körfezi’ne komşu ülkelerden uzaklaştırmaya ve ABD’yi bölgeyi terk etmeye zorlamak için mücadele etti. Yani eksen Tahran için değerliydi çünkü ABD güçlerinin dikkatini İran sınırlarından uzaklaştırdı.
Eksenin Tahran için stratejik değeri son sekiz yılda Washington’un artan saldırganlığı nedeniyle daha da arttı. ABD Başkanı Donald Trump, 2018’de İran’la nükleer anlaşmadan çekildi ve ülkeye maksimum yaptırım uyguladı. 2020’de ise Süleymani’nin öldürülmesi emrini verdi. Bu eylemler Tahran’ı, Washington üzerindeki baskıyı artırabilecek, Akdeniz’den Basra Körfezi’ne uzanan daha güçlü ve tutarlı bir müttefik eksenine ihtiyaç duyduğuna ikna etti. Bu bağlamda İran’ın nükleer programı sadece yaptırımların kaldırılmasını müzakere etmek için bir pazarlık kozu olarak değil, aynı zamanda ekseni ABD saldırısından koruyabilecek bir caydırıcı unsur olarak da önem kazandı.
Direniş ekseninin diğer üyeleri Tahran’ın bölgedeki hedefleriyle aynı çizgide yer alıyor ve bu hedefler kendi yerel çıkarlarını da yansıtıyor. Örneğin Hizbullah, güney Lübnan’ı, İsrail’in Suriye ve Ürdün topraklarını da kapsadığına inandığı yayılmacı emellerinden koruma arzusuyla hareket ediyor. Irak’taki Şii milisler ABD güçlerini ülkeden çıkarmaya ve ülkedeki Sünnilerle bitmediğine inandıkları iç savaştan zaferle çıkmaya odaklanmış durumda. Husiler Yemen’in tamamında güç kazanmak istiyor ve Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin kendilerine engel olma çabalarını hoş karşılamıyorlar.
HEPSİ BİRLİKTE
Yine de direniş ekseni nihayetinde askeri bir ittifak ve bu nedenle üyeleri birlikte daha güçlü. Her ne kadar 7 Ekim saldırısını Hamas planlamış ve uygulamış olsa da, Hamas’ın kabiliyetlerinin geliştirilmesinden büyük ölçüde İran ve Hizbullah sorumlu. Nitekim saldırıdan önce Beyrut’ta Hamas, Hizbullah, Filistin İslami Cihad, Devrim Muhafızları, Husi ve Iraklı milislerin üst düzey liderlerinin katıldığı bir dizi toplantının da gösterdiği gibi, eksen üyeleri muhtemelen Hamas’ın planlarından haberdardı ve onları destekliyordu. Hamas için saldırının temel amacı, Filistin davasını yavaş ama emin adımlarla söndüren statükoyu bozmak ve mücadelelerini Arap siyasetinin ön saflarına geri döndürmekti.
İran ve Hizbullah için de Filistin meselesinin yeniden gündeme gelmesi İsrail’e geri adım attırarak İsrail ile Arap devletleri arasındaki ilişkilerin normalleşme ihtimalini azaltma avantajına sahipti. Ayrıca İsrail’i kaynaklarını tüketecek çok cepheli bir savaşa sokma ihtimali de ilgilerini çekiyor. Her iki durumda da çatışma, İran’ın uzun süredir devam eden bir hedefine ulaşıyor: Tahran uzun zamandır İsrail’in kendi işleriyle meşgul olmadığı takdirde İran’la uğraşacağına inanıyor.
Ancak Hamas’ın saldırısının sonucu, İsrail’in tepkisinin ölçeği ve şiddeti, ardından gelen insani felaket ve dünyanın ilgisinin boyutu beklenmedikti. Hamas ve eksenindeki müttefikleri 7 Ekim’deki saldırının bu kadar başarılı olacağını tahmin etmemişlerdi; bunun yerine muhtemelen İsrail’e hızlı bir saldırı düzenleyeceklerini ve bu saldırının sınırlı kayıp ve rehineyle sonuçlanacağını öngörmüşlerdi. İsrail o zaman da Gazze’ye saldıracaktı ama bu kadar gözü kara ve yıkıcı bir vahşetle değil. Hamas’ın saldırısının başarısı ve İsrail’in tepkisinin boyutu ekseni şaşkına çevirdi ve sonuç olarak hedeflerini ve stratejisini yeniden ayarladı. Ne İran ne de Hizbullah daha geniş çaplı bir bölgesel savaş istemese de insansız hava araçları ve füzelerle hem İsrail hem de ABD güçlerini hedef aldılar. Husiler de Kızıldeniz’de deniz taşımacılığını sekteye uğratarak mücadeleye katıldılar. Bunu hem Filistinlilere destek vermek hem de eksen üyelerinin savaşmaya istekli olduğunu göstererek ABD ve İsrail’i savaşı Lübnan’a genişletmekten caydırmak için yaptılar. Bu kararlılığın İsrail’i çatışmayı genişletmekten caydıracağını ve Tel Aviv’i, eksenin tüm cephelerinde çatışmayla karşı karşıya kalmaksızın savaşı kendi seçtiği bir cephede genişletme yeteneğinden mahrum bırakacağını umuyorlar.
Eksenin tüm üyeleri Gazze’deki savaşta yer aldı ve sonuç olarak hepsi İsrail ve ABD’nin gözünde töhmet altında. Bu durum eksen içindeki bağları daha da güçlendirdi. Şimdi hepsi birbirine ve İsrail’in Gazze’de açık bir zafer kazanmasını engellemeye bağlı. Zira İsrail zafer kazanırsa, dikkatini Hizbullah’tan başlayıp İran’a kadar eksenin diğer üyelerine çevirecek.
MEDYA SAVAŞLARI
Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarında kameralar da en az ölümcül silahlar kadar önemliydi. Militanlarına bağladığı GoPro kameraları ve insansız hava araçlarını kullanarak İsrail güvenlik duvarındaki gedikleri kaydeden Hamas, saldırıdan birkaç saat sonra sosyal medyaya uygun videolar yayınlamaya başladı ve en başından itibaren hikayenin kontrolünü ele geçirdi. Hamas o zamandan beri medya konusunda da aynı derecede becerikli. Örneğin, Kasım 2023’teki geçici ateşkes ve rehine takası sırasında, grup İsrailli esirlerini Gazze Şehri’nin ortasında serbest bıraktı ve kameralar onların gülümsemelerini, el sıkışmalarını ve kendilerini esir alanlarla beşlik çakmalarını çekmek için hazır bekledi. Bu, İsrailli politikacıların “vahşi”, “hayvansı insan” “terörist” söylemlerine karşı koymak için tasarlanmıştı. Orta Doğu, küresel Güney ve hatta Batı’daki kamuoyu, çatışmayı İslami terörizme bir yanıttan ziyade on yıllardır süren işgalin bir sonucu olarak görmeye başladı. Bu da eksenin sömürgecilik karşıtı dünya görüşünü dolaylı olarak doğruluyor ve eksenin bölge genelinde daha popüler olmasına yardımcı oluyor.
Eksen küresel popülaritesinin de artacağını umuyor. On yıllardır ilk kez Filistin davası uluslararası alanda öne çıkıyor ve eksen liderleri bunu bir nimet olarak görüyor. Filistin meselesinin yükselişi İsrail ve ABD’yi yalnızlaştırıyor ve yerleşimci sömürgeciliğine, işgale ve apartheid’a yönelik küresel eleştirileri artırıyor. Eksen liderleri, Batı karşıtı bu fikirlerin yeni yeni dikkat çekmeye başladığı bir dönemde Batı ile karşı karşıya gelmekten memnuniyet duyuyor. Bu amaçla eksenin liderleri bu kavramları mesajlarının merkezine yerleştirdiler. Uzun zamandır İran ve Hizbullah’ın söyleminin temelini oluşturan muğlak dini terminoloji geride kaldı; onun yerine insan hakları literatüründen ve uluslararası hukuktan aşina olduğumuz kelimeler ve ifadeler kullanılmaya başlandı. Öğretici bir örnek, geçten günlerde Husilerin sosyal medya platformlarında İsrail’le bağlantılı ya da İsrail limanlarına giden tüm ticari gemilere yönelik Kızıldeniz ablukasını duyuran İngilizce bir video yayınlamasıyla yaşandı. Videoda bu askeri operasyonların “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 1. Maddesi hükümlerine uygun olduğu” belirtiliyordu. Bu madde, sözleşmenin tüm taraflarının soykırımın meydana gelmesini önleme ve işlenmesinden sorumlu olanları cezalandırma yükümlülüğü altında olduğunu belirtiyor. Video şu mesajla sona eriyor: “Soykırım Durduğunda Abluka da Durur.” 11 Şubat’ta, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı soykırım davası açtığı gün, Birleşik Krallık ve ABD Yemen’i bombaladı. Sosyal medya platformlarında bir kez daha Güney Afrika ve Yemen’in soykırımı durdurmak için harekete geçtiği, Londra ve Washington’un ise bir kez daha baskıyı sürdürmek için bölgeyi bombaladığı mesajı yayıldı. Geçen üç ay boyunca özellikle Husiler, TikTok’ta viral olan videolarıyla Z kuşağı arasında küresel bir hayranlık kazandı.
“Teröre karşı savaş”ın sürdüğü 20 yıl boyunca, direniş ekseninin üyeleri ya uluslararası alanda tanınmıyordu ya da sadece Batı nefreti güden teröristler olarak görülüyordu. Eksen, 7 Ekim’den bu yana kendini kendi terimleriyle tanımlayabiliyor ve eylemlerini küresel antikolonyalist hareketlerle başarılı bir şekilde ilişkilendirebiliyor. Daha önce hayal bile edilemeyen bir başarı elde etti: Bu ay Londra’daki protestocular “Yemen, Yemen, bizi gururlandır, bir gemiyi daha geri döndür” sloganları attı.
Yani eksen artık İsrail ve ABD ile sadece Ortadoğu’daki savaş alanlarında değil, Instagram, Telegram, TikTok ve X gibi sosyal medya platformlarında da dünya kamuoyu için savaşıyor. Gerçekten de Nasrallah ve Hamaney’in açıklamaları, eksenin liderlerinin uluslararası kamuoyunu uzun vadede daha önemli bir stratejik ödül olarak gördüklerini gösteriyor. ABD’yi askeri olarak yenemeyeceklerini biliyorlar ve bu nedenle Washington’u Ortadoğu’dan çekilmeye ve Filistinlilerin egemenliğine saygı göstermeye zorlamak için yeterli kamuoyu baskısı yaratmayı umuyorlar. İşte bu nedenle Nasrallah “İsrail’in sosyal medya sayesinde artık çocuk katili bir terörist devlet olarak görüldüğü” gerçeğini övdü. Nasrallah, sosyal medya sayesinde İsrail’in “çocuk ve kadın katili, insanları yerlerinden eden ve içinde bulunduğumuz yüzyıldaki en büyük soykırımın sorumlusu” olduğuna yönelik küresel bir algı olduğunu belirtti. Nasrallah ayrıca sosyal medyanın ABD’nin sorumluluk taşıdığı görüşünü yayma yeteneğini de övdü. “Gazze’ye yönelik savaş bir Amerikan savaşıdır, bombalar Amerikalıdır, karar da Amerikalılarındır” dedi: “Dünya bugün bunu biliyor”
Eksen için bu medya kampanyası tam zamanında geldi. İran ve Hizbullah uzun zamandır yumuşak gücün öneminin farkında olsalar da bu gücü etkileme konusunda tarihsel olarak başarısız oldular. Ancak bu eksikliğin farkına vardılar ve geçen on yılı, tam da bu tür bir an için güçlü ve çevik bir medya altyapısı -şimdi birden fazla dilde faaliyet gösteriyor- inşa etmekle geçirdiler. Bugün direniş ekseni, İsrailli askerlere ve askeri tesislere doğrudan isabetleri vurgulamak için ağır çekim efektleri kullandıkları savaş operasyonlarının günlük videolarını yayınlıyor. TikTok’ta Kızıldeniz’de ele geçirilen gemilerde dans eden Husilerin videolarını yayınlıyor ve Hamas sözcüsü Ebu Ubeyde de dahil eksenin kilit figürleri için küresel hayranlık yaratmayı amaçlayan sloganlar üretiyor. Hizbullah liderini, Filistinliler için çok az şey yapmakla suçlanan Arap devlet başkanlarıyla karşılaştırarak Nasrallah’ı kutlayan içerikler de üretiliyor. Bu çıktılar, Filistin’i desteklemek için yurtdışında üretilen içeriği tamamlayarak eksenin erişim alanını daha önce görülmemiş bir şekilde genişletiyor.
Eksenin yürüttüğü askeri ve yumuşak güç kampanyaları, Batı ve özellikle de Washington için eşi benzeri görülmemiş bölgesel zorluklar ortaya koyuyor. Savaş kısa sürede sona ermez ve Filistinliler için adil bir çözüme giden açık bir yol bulunamazsa, ABD, siyaseti Gazze Şeridi’ni saran öfkenin şekillendirdiği bir bölgeyle karşı karşıya kalacak. İsrail’in Lübnan’da ya da ABD ve müttefiklerinin Yemen’de çatışmayı Gazze’nin ötesine taşıması sadece bu öfkeyi besleyecek, kamuoyunu daha da alevlendirecek ve eksenin etkisini pekiştirecek. Washington bu eğilimi ancak Gazze’de bir ateşkes müzakere ederek ve ardından nihai bir çözüme götürecek inandırıcı bir barış süreci şekillendirerek tersine çevirebilir.
Direniş ekseninin oluşumu uzun zamandır devam ediyor. Gazze’deki savaş bu ağa Batı’ya askeri ve algısal bir saldırı başlatmak için şimdiye kadarki en büyük fırsatı verdi. Daha şimdiden silahları ve askerleriyle bölgede, mesajı ve misyonuyla da küresel çapta kendini kabul ettirdi. İsrail-Hamas savaşı Orta Doğu’yu değiştirdi: Halkın büyük öfkesi harekete geçti ve Batı’ya yönelik düşmanlık yeni aşırılıkları ve siyasi istikrarsızlığı tetikleyebilir. Washington’un müttefik olarak gördüğü bölge yöneticileri için bile savaş, kendi güvenlikleri ve Batı ile ilişkileri hakkındaki temel varsayımları değiştirdi. ABD ne bu ekseni kolayca dağıtabilir ne de onu doğuran fikirleri yenebilir. Eksenin yelkenlerini suya indirmenin tek yolu Gazze’deki savaşı sona erdirmek ve İsrail-Filistin meselesine gerçek ve adil bir çözüm bulmaktır. Bu yapılmadığı takdirde eksen, ABD’nin uzun yıllar boyunca mücadele etmek zorunda kalacağı bölgesel bir gerçeklik olacaktır.
İlginizi Çekebilir
-
UCM’den Netanyahu’ya tutuklama emri
-
ABD’nin nükleer modernizasyon planı: Pentagon’dan kritik açıklama
-
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
-
ABD savaştan bu yana en büyük silah anlaşmasıyla Vietnam’a eğitim uçağı gönderiyor
-
Ukrayna, ilk kez Storm Shadow füzeleriyle Rusya’yı hedef aldı
-
Meloni ile görüşen Milei’den “özgür uluslar ittifakı” önerisi: ABD ve İsrail’e davet
DÜNYA BASINI
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
Yayınlanma
2 saat önce21/11/2024
Yazar
Harici.com.trFinancial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…
***
Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor
Andrew England
Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.
Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.
Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.
Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.
Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.
Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.
Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.
Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.
“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.
ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.
PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.
Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.
Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.
Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.
Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.
Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.
Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.
Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.
Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.
İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.
Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.
Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.
İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”
DÜNYA BASINI
İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?
Yayınlanma
1 gün önce20/11/2024
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.
Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat
Éva Péli, NachDenkSeiten
Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.
Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?
Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.
Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.
Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.
Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.
Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.
Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.
İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.
Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.
Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?
Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.
Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”
NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.
Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.
Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.
ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?
Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.
Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.
Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.
Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?
Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.
Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.
Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.
Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.
Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.
Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.
Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.
Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?
Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.
Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.
Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.
DÜNYA BASINI
Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı
Yayınlanma
3 gün önce18/11/2024
Yazar
Harici.com.trAşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:
***
Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil
Gideon Levy
“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.
“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.
Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”
Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.
İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.
Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.
Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.
Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.
Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…
Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.
Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.
Ford Avrupa’da 4.000 kişiyi işten çıkaracak
Malezya ve Vietnam yenilenebilir enerji işbirliğini geliştirme konusunda anlaştı
Britanya Başbakanı Starmer yatırım çekmek için Körfez’i ziyaret edecek
UCM’den Netanyahu’ya tutuklama emri
Trump’ın olası gümrük vergileri Güneydoğu Asya’yı nasıl etkileyecek?
Çok Okunanlar
-
RUSYA1 hafta önce
Patruşev’in Kommersant röportajı: Montrö ihlaline göz yummayacağız
-
AMERİKA2 hafta önce
Fukuyama: Trump’ın geri dönüşü Amerika ve dünya için ne anlama geliyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Valdai izlenimleri: Trump’lı yıllar başlarken…
-
AVRUPA2 hafta önce
Almanya’da hükümet dağıldı: Buraya nasıl gelindi?
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Donald J. Trump’ın ideolojisi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Belarus Halk Meclisi: siyasi sistemin güçlendirilmesi ve demokrasinin geliştirilmesi
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Trump’ın zaferine dünyadan karmaşık tepkiler
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
“Alman sermayesinin mevcut çıkarları CDU-SPD koalisyonu ile örtüşüyor”