Bizi Takip Edin

AVRUPA

FT: Almanya satışa çıktı

Yayınlanma

Birleşik Krallık’ta borsaya kote şirketlerin yabancılar tarafından devralınması, City of London’da büyük bir endişeye yol açarken bu fenomen şimdi Kıtaya da yayılıyor.

Financial Times’ta (FT) yayınlanan analize göre, bazı gözlemciler bu durumu tanımlamak için “Deutschland im Ausverkauf” (“Almanya satışa çıktı”) ifadesini kullanıyor.

Anlaşma hacimleri değişken olsa da rakamlar bir eğilimi gösteriyor. 7Square’den Tim Winkel’e göre bu yıl şimdiye kadar uluslararası şirketler Almanya’da 47,2 milyar dolarlık alışveriş yaptı. Bu rakam, 2020 yılının tamamında gerçekleşen birleşme ve satın almaların değerinden yaklaşık yüzde 70 daha yüksek.

Bu verinin içerisinde Adnoc’un kimya şirketi Covestro için yaptığı teklif ve Danimarkalı grup DSV’nin Deutsche Bahn’ın lojistik işine yaptığı yatırım gibi yüksek profilli mega alımlar da var ki bu ikisi toplamda yaklaşık 32 milyar dolar değerinde.

Almanların yurtdışında satın alımları da azaldı

Teklifler arasında Alman bankacılık sektörü de yer alıyor. İtalyan UniCredit’in, Alman politikacıların tepkisini çeken Commerzbank’ı devralma teklifi henüz bu rakamlara dahil değil.

Öte yandan Alman şirketlerinin yurtdışındaki yönelik birleşme ve satın alma hacmi 2020 yılının tamamından bu yana üçte iki oranında azalarak 11 milyar dolara geriledi. Yerli özel sermaye fonlarının azlığı bunun nedenlerinden biri.

Bu arada FT’ye göre, finansal alıcılar 2024 yılında gelen birleşme ve satın almaların dörtte birinden fazlasını oluşturdu.

Almanya, Büyük Teknoloji ve Büyük İlaç alanında kayıp

Bu eğilimler, Alman şirketlerinin nispeten küçük ve ucuz hale geldiği gerçeğini yansıtıyor. Almanya’nın iktisadi olarak zor durumda olması da bu eğilimi güçlendiriyor.

Berlin geçen hafta, 2024 için iktisadi tahminlerini düşürdü ve ikinci bir resesyon yılı öngördü. Yüksek enerji maliyetleri ve durgun talep, Alman sanayi tabanını etkileyerek Covestro gibilerini nakde sahip taliplerin kollarına itti.

Kimya devi BASF gibi holdinglerin bu baskıya işletmeleri satışa çıkararak yanıt vermesi, bu eğilimin daha da süreceğini gösteriyor.

Alman şirketleri iktisadi sıkıntıların yanı sıra, genellikle otomobil üretimi gibi daha düşük büyüme gösteren geleneksel sektörlere maruz kalıyor.

Yeni küresel devlerin çoğunu ortaya çıkaran teknoloji veya ilaç sektöründeki büyük şirketler Almanya hâlâ az.

Alman bankacılık sektörünün ağırlığı azaldı

FT’ye göre tüm bunların sonucunda Alman şirketleri artık küresel şirket dünyasında daha küçük oyuncular haline geldi. Bankacılık sektörü ise özellikle ağır darbe aldı.

Ülkenin en büyük bankası Deutsche Bank, 2013 yılında varlıkları itibariyle dünyanın en büyük 10. bankasıydı. Şimdi ise 26. sırada. 

Piyasa değeri açısından Almanya’nın kurumsal şirketleri MSCI tüm ülkeler endeksinin sadece yüzde 2’sini oluşturuyor ve bu oran on yıl öncesine kıyasla üçte bir oranında azalmış durumda.

Bu, ağırlığı yarıdan fazla azalan Birleşik Krallık’ınki kadar kötü bir performans değil fakat diğer Avrupa ülkelerinden daha kötü. 

Danimarka ve Hollanda’nın, sırasıyla yerli devler Novo Nordisk ve ASML’nin performansı sayesinde ağırlıklarının arttığı görüldü.

AVRUPA

AfD ile CDU arasındaki fark 3 puana indi

Yayınlanma

23 Şubat’taki federal erken seçimlerde ikinci parti olan Almanya için Alternatif (AfD), anketlere göre birinci parti CDU ile farkı kapatıyor.

Forsa’nın anketine göre Hıristiyan Demokratlar CDU/CSU’nun AfD karşısındaki üstünlüğü tarihsel olarak en düşük seviyeye geriledi. Hatta Insa, Eş Başkan Alice Weidel’in partisini “şimdiye kadar ölçülen en yüksek seviyesine” yerleştiriyor.

Forsa anketinde CDU/CSU 11 Mart’ta hâlâ yüzde 28’de iken, son RTL/ntv eğilim barometresinde yüzde 26’ya geriledi.

AfD ise yüzde 23 oy alıyor gibi görünüyor ki fark artık sadece üç puan. 23 Şubat’taki federal seçimde bu fark 7,7 puandı. 

SPD yüzde 15 ile üçüncü en güçlü parti olurken, onu değişmeyen yüzde 12 ile Yeşiller ve yüzde 10 ile Sol Parti (Die Linke) takip ediyor. BSW ve FDP yüzde 4 oya sahip.

Geleceğin iktidar koalisyonu partileri olarak öngörülen CDU/CSU ve SPD’ye verilen destek böylece daha da azaldı. Ankete göre bu iki parti birlikte %41 oy oranına sahip ve bu nedenle de Federal Meclis’te çoğunluğa sahip değiller.

Insa kamuoyu araştırma enstitüsü tarafından yapılan son ankette ise AfD, CDU/CSU ile arasındaki farkı 3,5 puana indirdi. Ankette AfD yüzde 23,5 ile bir önceki haftaya göre 1,5 puan daha fazla oy aldı. CDU/CSU ise iki puan kaybederek yüzde 27’ye ulaştı.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

AfD, Avrupa Parlamentosu’nda genişleme hedefinde

Yayınlanma

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinden aylar sonra, sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Brüksel’de yavaş yavaş yerleşiyor ve hatta öncülük ettiği parlamento grubunu genişletmeye çalışıyor.

Haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimleri sırasında yaşanan bir dizi skandal AfD’nin diğer sağcı Avrupa partilerinden uzaklaşmasına ve Brüksel’de her zamankinden daha fazla izole olmasına neden olmuştu.

Fakat şubat sonunda Almanya’da yapılan son genel seçimlerde ikinci parti olması, Elon Musk’ın desteği ve ABD Başkan Yardımcısı JD Vance ile yapılan ikili görüşme AfD’ye uluslararası ilgi ve en azından bazılarının gözünde yeni bir meşruiyet kazandırdı.

AfD’nin yeni kazandığı prestij, özellikle uluslararası işbirliğinin günlük bir rutin olduğu AP’de dikkat çekiyor. Bir zamanlar AP seçimlerinden sonra kendi grubunu kurmak zorunda kalan yalnız bir hizip olan parti, şimdi Egemen Ulusların Avrupa’sı’nı (ESN) genişletmek istiyor.

Euractiv’e konuşan parti kaynakları AfD’nin en az iki potansiyel yeni üyeyle görüştüğünü doğruladı. Yunanistan’ın aşırı sağcı partisi Niki (Zafer) ve İspanya’nın “müesses nizam karşıtı” SALF partisi yakın zamanda ESN ile görüşmelerde bulunmuştu.

Müzakerelere yakın bir kaynak “SALF lideri Alvise Pérez’in nisan ya da mayıs ayı gibi katılmasını bekliyoruz,” dedi.

Daha birkaç ay önce AfD, Brüksel’de kendileri gibi düşünen meslektaşları tarafından casusluk soruşturmaları ve ‘kışkırtıcı açıklamalar’ gerekçe gösterilerek bir kenara itilmişti.

Nihayetinde AfD, Avrupa ve Fransa seçimleri öncesinde Alman dostlarının kendilerine oy kaybettirebileceğinden korkan Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i tarafından yönetilen eski sağcı grup Kimlik ve Demokrasi’den (ID) atılmıştı.

Eski müttefikleri olmadan Almanlar Brüksel’de kendi hiziplerini oluşturmakta zorlandılar çünkü adayların çoğu daha yerleşik yapılarda kendilerine yer bulmuştu.

Diğer bir grup sağcı grupla birlikte AfD, AP’de ESN’yi kurmuştu.

Bunun ardından özellikle Trump yönetiminin desteği ile birlikte AfD ve ESN’ye yönelik tutum yumuşadı. Fransızlar bile AfD’ye Brüksel’de yeniden yaklaşmak zorunda hissederek, Meloni’nin partisinin öncülük ettiği Avrupa Muhafazakârları ve Reformcuları (ECR) grubuyla birlikte onları ortak ilgi alanlarına giren konularda işbirliği yapmaya davet etti.

AfD’nin Avusturya’daki kardeş partisi Özgürlük Partisi’nin (FPÖ) liderleri de Almanlar ve diğer sağ gruplar arasındaki gerilimin sona ermesinden memnun.

FPÖ’den AP üyesi Petra Steger, Almanya’daki seçim gecesi Euractiv’e verdiği demeçte, “İşbirliğinin son derece önemli olduğunu düşünüyorum ve bir noktada, belki de bir gün Avrupa Parlamentosu’nda önemli bir sağcı grup olacak olmasının da son derece önemli olduğunu düşünüyorum,” demişti.

İki parti her zaman yakın olagaledi fakat yakın zamanda AP’de Avrupa için Vatanseverler (PfE) ve ESN olmak üzere iki ana gruba bölünmüştü.

AfD şimdi ESN’yi istikrara kavuşturmak ve güvence altına almak istiyor. ESN Eş Başkanı René Aust Euractiv’e verdiği demeçte, “Gizli görüşmeler hakkında bilgi vermiyoruz. Fakat yasama döneminin sonunda parlamento grubunun bugünkünden daha büyük olacağından emin olabilirsiniz,” dedi.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Almanya’da nükleer silah çağrıları yükseliyor

Yayınlanma

Almanya’da bazı siyasetçilerin nükleer silah edinme fikrini gündeme getirmesinin ardından, ülkenin en önemli gazetelerinden faz’da, Berlin’in atom silahlarına sahip olması yönünde bir kampanya başlatıldı.

Almanya’nın nükleer silahlardan vazgeçmesine rağmen uzmanlar Berlin’in yakın gelecekte kendi nükleer silahlarını üretebilecek teknolojik kapasiteye sahip olacağı konusunda hemfikir ve uranyum zenginleştirme için gerekli teknolojinin Jülich ve Gronau’daki araştırma merkezlerinde mevcut olduğunu söylüyorlar.

Jülich Araştırma Merkezinin eski bir çalışanı olan Rainer Moormann, uzmanların çok daha büyük bir uranyum zenginleştirme tesisinin inşasının kaçınılmaz olduğuna inandıklarını, ama bunun “üç ila beş yıl içinde birkaç nükleer savaş başlığı için gerekli miktarı” üretmeyi mümkün kılacağını belirtiyor.

Fakat nükleer silahları hedeflerine ulaştırmak için füzelere ihtiyaç duyuluyor, oysa Almanya uzun menzilli balistik füze yapımı konusunda nispeten zayıf bir konumda.

Yine de nükleer silahlarla donatılabilecek seyir füzeleri üretmek mümkün görünüyor. Örneğin Taurus’un temel olarak bu şekilde kullanılabileceği söyleniyor. Bu amaçla da azami beş yıllık bir sürenin de gerçekçi olduğu düşünülüyor.

Yasal olarak mümkün, siyasi olarak riskli

Hukuki ve siyasi durum ise daha zor. Bir yandan, Federal Almanya Cumhuriyeti Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasını 2 Mayıs 1975’te önemli bir gecikmeyle de olsa onaylamıştı. Dolayısıyla Alman hükümeti kendi nükleer silahlarını inşa etmeye başlamak isterse, önce anlaşmayı feshetmesi gerekecek.

Tamamen hukuki bir bakış açısıyla, bunu daha fazla uzatmadan yapmak mümkün fakat ciddi siyasi sonuçlar doğurması da muhtemel, çünkü diğer devletler de Almanya örneğini takip edebilir ve kendileri için nükleer bomba elde etmeye çalışabilirler.

Bu konudaki en büyük örnekler İran, Suudi Arabistan, Güney Kore ve Polonya gibi görünüyor.

İki Artı Dört Antlaşması da tehlikede

Öte yandan, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlardan vazgeçtiğini teyit ettiği ve aynı zamanda 370.000 Bundeswehr askeri personeli üst sınırını kabul ettiği İki Artı Dört Antlaşması da Almanya’nın nükleer silahlanmasının önünde bir engel teşkil ediyor.

Bu antlaşma feshedilemiyor; herhangi bir değişiklik için İkinci Dünya Savaşı’ndaki müttefikler ve savaş sonrası Almanya’yı işgal eden dört ülkenin (ABD, Britanya, Fransa, SSCB-Rusya) onayı gerekiyor.

Rusya’daki eski Alman büyükelçilerinden Ernst-Jörg von Studnitz yakın zamanda uluslararası hukukun clausula rebus sic stantibus ilkesine başvurulabileceğine hükmetmiştir; buna göre antlaşma hükümleri bir antlaşmanın akdedildiği temel koşulların değişmesi halinde feshedilebilir.

Almanya açısından durum böyle çünkü ABD’nin nükleer şemsiyesi artık güvenilir kabul edilmiyor ve Rusya ile çatışmanın tırmanma ihtimali bulunuyor.

Frankfurter Allgemeine Zeitung (faz) da pazartesi günü çok okunan bir baş makalesinde bu argümanın özünü benimsedi. Gazete, İki Artı Dört Antlaşmasının temelinin ortadan kaldırılmasından söz etmek için ‘iyi nedenler’ bulunduğunu savundu ve “Ülkeye zarar veren [bir] ‘bağlılık’ devam edemez,” diye yazdı.

faz, yorumun başlığında Almanya’nın ‘eski prangalarını gevşetmesi gerektiğini’ ileri sürdü.

İki Artı Dört Antlaşması’nın feshedilmesinin yol açacağı siyasi çalkantı çok büyük olabilir. Federal Cumhuriyet’in nükleer silahlara sahip olması, her biri farklı nedenlerle de olsa, dört eski müttefikin güçlü tepkilerine yol açmakla kalmayacak.

Çünkü Antlaşma, aynı zamanda Alman topraklarına ve Alman sınırlarına ilişkin hükümler de içeriyor. Berlin’in anlaşmaya artık uymayacağını açıklaması halinde Avrupa’da savaş sonrası düzenin önemli bir çıpası kaybedilmiş olacak.

Alman kamuoyu ‘bomba ile yaşamaya’ hazırlanıyor

Alman hükümeti kendi nükleer silahlarını edinmeye karar verirse, hem ülke içinde hem de ülke dışında aşılması gereken bir dizi engel olacak.

Örneğin halkın büyük bir çoğunluğu hâlâ böyle bir plana karşı çıkıyor. Bununla birlikte, çeşitli anketlerin sonuçları önemli ölçüde dalgalanıyor; dahası, bir ‘Alman bombasına’ duyulan isteksizlik azalıyor.

Yaklaşık iki hafta önce yapılan bir Forsa anketi, nüfusun yüzde 64’ünün Federal Cumhuriyet’in nükleer silahlanmasını reddettiğini gösterdi; destekleyenlerin oranı yüzde 31’de kaldı.

Fakat bu oran 2024 yılına göre dört puan daha fazla.

Aynı dönemde kamuoyu araştırma enstitüsü Civey tarafından yapılan bir anket de, nüfusun sadece yüzde 48’inin bir Alman nükleer bombasını açıkça reddettiği sonucuna vardı. Bir yıl önce bu rakam hâlâ yüzde 57’ydi.

Ayrıca Almanya’nın nükleer silah edinmesini destekleyenlerin oranı da yüzde 38’e yükseldi.

Her iki anket de Almanya’nın nükleer silah edinmesini destekleyenlerin oranının, eski Federal Almanya bölgesinde yaşayanlar arasında, eski Alman Demokratik Cumhuriyeti (DDR) bölgelerinde yaşayanlar arasında olduğundan çok daha yüksek olduğunu gösteriyor.

‘Nükleere ahlaki karşı çıkışlara son verme’ çağrısı: Medyaya sefer görev emri

Hamburg merkezli Helmut Schmidt Federal Silahlı Kuvvetler Üniversitesi’nin iki çalışanı dün faz’da yayınlanan makalelerinde, muhtemelen artan nükleer silahlanmaya yönelik yetersiz halk desteğini de göz önünde bulundurarak, Almanya’daki nükleer silah tartışmasının “hâlâ ahlaki refleksler ve tarihsel olarak aktarılan anlatılarla karakterize olduğunu” savundu.

Yazarlar bunun yerine, konunun “ölçülü bir şekilde yeniden değerlendirilmesi” çağrısı yapıyor. Örneğin, “nükleer bir saldırıdan sonra bile devlet işlevlerinin sürdürülmesinin” önemine işaret edilirken, mevcut tartışmanın “sivil savunma ve toplumsal dayanıklılığın önemli yönlerini de içerecek şekilde” genişletilmesi gerektiğini yazıyor.

Alman halkının “bombayla yaşamayı” öğrenmesi gerekecekğini savunan yazarlar, bunun için de “ilgili askeri, siyasi ve sosyal boyutları bütünleştiren kapsamlı, sosyo-politik temelli bir stratejiye ihtiyaç” duyulduğuna işaret ediyorlar.

Kısacası, nükleer silahlanmanın gerekliliği ve sonuçlarına katlanmak konusunda “kendi halkını ikna etmek” gerekirken, “geleneksel olarak” bu görevin önde gelen medyaya düştüğü vurgulanıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English