Bizi Takip Edin

AVRUPA

“Global Gateway” raporu: Yeni sömürgeci ve iş dünyası yanlısı

Yayınlanma

Bir grup sivil toplum örgütü, Avrupa Birliği’nin Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı piyasaya sürdüğü “Global Gateway” (Küresel Geçit) girişimini “yeni sömürgeci” ve “fazla iş dünyası dostu” olmakla eleştirdi.

Avrupa Komisyonu tarafından 2021 yılında başlatılan Global Gateway, “Küresel Güney”deki ülkelere Çin’in Kuşak ve Yol Girişimine (KYG) karşı “sürdürülebilir ve şeffaf bir yatırım alternatifi” sunmayı amaçlıyordu.

AB 2027 yılına kadar denizaltı kabloları, ulaşım ağları ve yenilenebilir enerjiler gibi altyapı alanlarına 300 milyar avroluk yatırımı harekete geçirmeyi planlıyor. Bu kapsamda aynı zamanda Avrupalı şirketlerin yeni pazarlara erişimini kolaylaştıracak reformlar da teşvik edilecek.

Resmi olarak Global Gateway, “Küresel Güney” ülkeleri ile Avrupalı şirketler arasında bir “kazan-kazan ortaklığı” olarak sunuluyor. Fakat Counter Balance, Eurodad ve Oxfam gibi STK’lar tarafından geçtiğimiz hafta (8 Ekim) yayınlanan “Global Gateway’den Kim Kârlı Çıkıyor?” başlıklı rapor bu anlatıya itiraz ediyor.

Küresel Geçit’in fon yönetiminde Avrupalı tekellerin etkisi büyük

Farwa Sial raporun lansmanında yaptığı konuşmada, “Küresel Geçit’i düşündüğümüzde, neredeyse çok fazla markalaşmanın olduğu bir kara kutuya benziyor,” dedi.

STK’lar özellikle büyük Avrupalı şirketlerin fon yönetimi üzerindeki etkisini ve karar alma süreçleri ile adli tahkimde şeffaflığın olmamasını eleştiriyor. Global Gateway İş Dünyası Danışma Grubu burada merkezi bir rol oynuyor.

Bu grup ağırlıklı olarak Almanya, Fransa, İtalya, Belçika ve İspanya gibi ülkeler dahil olmak üzere Batı Avrupa’daki ekonomik aktörlerden oluşuyor.

Söz konusu şirketler arasında Total Energies veya Bayer gibi şirketler de yer alıyor. Bu oyuncuların birçoğunun “Küresel Güney”deki “partner ülkelerle” sömürge dönemine kadar uzanan tarihsel bağları da var.

“Afrika’nın paylaşıldığı Berlin Konferansı’nın yeni versiyonu”

Afrika Platformu sekreteryası başkanı Paul Okumu aynı konferansta, “Hangi şirketlerin nerede aktif olduğunu gerçekten bilmek istiyorsanız, sömürgeci güçlerin kimler olduğuna bakmanız yeterlidir. Almanya hâlâ eski sömürgelerinde projeler yürütmek istiyor. Benim ülkemde [Kenya], İngilizler hala kontrolü ellerinde tutuyor,” dedi.

Ona göre Global Gateway tarafından seçilen projeler ile şirketlerin menşe ülkeleri arasındaki bağlantı, Avrupa’nın Afrika’yı bölmeye karar verdiği Berlin Konferansı’nı (1884-1885) anımsatıyor.

Okumu, “Temelde yaptığımız şey Berlin 2.0: kıtayı farklı ülkelere bölmek ve projeleri onlara tahsis etmek,” derken, Avrupalı ülkelerin bunu “Global Gateway” paravanı altında yine başardığını ileri sürdü.

“Afrika Talanı” olarak da bilinen 19. yüzyılda emperyalist ülkeler arasında Afrika’nın paylaşılması meselesi, 1884-1885 Berlin Konferansı ile birlikte Büyük Güçler’in birbirinin ayağına basmayacak şekilde anlaşması ile karara bağlanmış görünüyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun da katıldığı konferansta alınan kararlar, daha sonrası sömürgeci güçlerin birbiri ile karşı karşıya gelmesini engelleyememişti.

Borçların ve eşitsizliklerin derinleşmesinden endişe ediliyor

STK’lar, Global Gateway girişiminin bazı ülkelerdeki borç krizini daha da kötüleştirebileceğinden endişe ediyor.

Raporun yazarlarından ve Counter Balance’ın politika ve savunuculuk başkanı Alexandra Gerasimcikova, “[Bu fonun ortak ülkelerini] inceledik ve 37 ülkeden 29’unun yüksek borçlu yoksul ülkeler olduğunu gördük,” dedi.

“Bu tür projeler gerçekten riskli,” diye ekleyen Gerasimcikova, projelerin nihayetinde zaten büyük mali sorunlarla boğuşan bu ülkelerin borç yükünü daha da ağırlaştırabileceğini savundu.

Komisyon temsilcisi: Hibelerle yoksulluğu yok edemiyoruz

Kredilerin mi yoksa hibelerin mi daha iyi bir finansman şekli olduğu sorusu, Avrupa Komisyonu temsilcisi ile raporun sunumunda hazır bulunan STK’lar arasında tartışmaya yol açtı.

Komisyonun Uluslararası Ortaklıklar Genel Müdürlüğünde Bölüm Başkanı olan Marlene Holzner’e göre Global Gateway başka yaklaşımlar arıyor. Örneğin, “Küresel Güney”deki ülkelerin kalkınmasını desteklemek üzere özel sektörün ya da bankaların katılımı gibi.

Holzner, “Son 50 yıl ya da daha fazla bir süredir, ‘sana hibe veriyorum, hediye alıyorsun, geri ödemek zorunda değilsin’ şeklindeki geleneksel yaklaşımla yoksulluğu azaltmayı başaramadık. […] Bizim bakış açımıza göre değişmeliyiz. Global Gateway bir paradigma değişimi olarak tasarlandı ve biz bunu öğrendiklerimizi temel alarak yapıyoruz,” dedi.

Yeni “Marshall Planı” önerisi

Sial ise küresel yoksullukla mücadele konusunda siyasi irade eksikliğini eleştirdi ve savaştan sonra Avrupa’yı yeniden inşa eden Marshall Planını örnek alan yeni bir yeniden inşa planı fikrini ortaya attı.

Ona göre Marshall Planı hibe ve uygun kredilere dayanıyordu ve “Avrupa’yı yeniden ayağa kaldıran da buydu.”

Sial, “Eğer dünyaya gerçekten böyle bir teklifte bulunmak istiyorsak, bunun mümkün olduğuna inanıyorum. Para orada ve bunu yapabiliriz,” diye ekledi.

Global Gateway’a “Avrupa’nın stratejik çıkarlarını koruma” eleştirisi

Fakat Marshall Planı benzeri finansman fikri tüm STK temsilcileri tarafından onaylanmadı.

Örneğin Okumu, “Bu odada yüceltilmiş hibelerimiz görüyoruz. Bana 70 milyar dolar verip benim kıtamdan 480 milyar dolar almanızdan daha aptalca bir şey olamaz,” dedi.

Okumu’ya göre asıl sorun, bu “kalkınma fonunun” öncelikle Avrupa’nın stratejik çıkarlarını ve şirketlerinin rekabet gücünü korumak için tasarlanmış olması.

Okumu, Kritik Hammaddeler Yasası, Yeşil Mutabakat planı gibi tüm bu politikalara bakıldığında, bunların “Küresel Geçit’e mükemmel bir şekilde uyduğun” işaret etti.

AVRUPA

Fransa, bütçe açığı nedeniyle Ukrayna’ya yardımını azaltıyor

Yayınlanma

Fransa, bütçe açığını gerekçe göstererek Ukrayna’ya yönelik askeri yardımını üçte bir oranında azaltacağını bildirdi. Rusya’nın dondurulan varlıklarından sağlanacak gelirle 300 milyon avro ek fon aktarılacakken, Fransa ayrıca modernize ettiği Mirage 2000 savaş uçaklarını 2025’in ilk yarısında Ukrayna’ya teslim etmeyi planlıyor.

Fransa Savunma Bakanı Sébastien Lecornu, Fransa’nın bu yıl Ukrayna’ya yaptığı askeri yardımı neredeyse üçte bir oranında azaltacağını açıkladı. Bu kararın temel sebebi, ülkenin artan bütçe açığı.

Lecornu, Politico‘ya yaptığı açıklamada, “2024’ün başında bu yardımın 3 milyar avroya ulaşabileceği öngörülmüştü. Ancak gerçekte bu rakam 2 milyar avroyu geçecek, ama 3 milyara ulaşamayacak,” ifadelerini kullandı.

Fransa’nın Ukrayna’ya 2024 yılında 3 milyar avroya kadar yardım yapmasını öngören ilk anlaşma, şubat ayında Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından imzalanan ikili güvenlik anlaşması kapsamında duyurulmuştu.

Fakat Politico‘ya göre, Fransa’nın gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYİH) yüzde 6’sına ulaşması beklenen bütçe açığı, askeri harcamalarda kısıtlamaya gidilmesini zorunlu kıldı.

Lecornu, Paris’in, Rusya’nın dondurulan varlıklarından elde edilecek gelirle Kiev’e yaklaşık 300 milyon avro aktaracağını belirtti. Bu fonlar, 155 mm top mermileri, kendinden tahrikli Caesar topçu sistemleri ve yakıt alımında kullanılacak.

Bununla beraber, enflasyonla mücadele sayesinde 400 ila 600 milyon avro arasında ek kaynak sağlanması planlanıyor. Bu ek kaynaklar, SCALP ve Aster füzelerinin modernizasyonu için harcanacak ve modernize edilen ekipmanlar Ukrayna’ya teslim edilecek.

Fransa’nın savunma bütçesinin 2025 yılında 50,5 milyar avroya ulaşması bekleniyor. Artan bütçe açığına rağmen savunma harcamaları, hükümetin artırmayı planladığı birkaç bütçe kaleminden biri olarak öne çıkıyor.

Paris, topyekûn savaşın başladığı 2022’den bu yana Ukrayna’ya aktif askeri destek vermeye devam ediyor. Fransa, 2022’de Ukrayna’ya 1,7 milyar avro, 2023’te ise 2,1 milyar avro yardım sağlamıştı.

Özellikle Ukrayna’ya uzun menzilli SCALP füzeleri tedarik eden Fransa, bu füzelerin Rus topraklarının derinliklerine yapılacak saldırılarda kullanılması konusundaki belirsizlikleri çözmeye çalışıyor.

Sebastien Lecornu, 8 Ekim’de yaptığı açıklamada, Fransa’nın Ukrayna’ya Mirage 2000 savaş uçakları göndermeyi planladığını duyurmuştu.

Bu uçakların modern ekipmanlarla donatılacağı ve 2025 yılının ilk yarısında teslimata hazır hale geleceği belirtilmişti.

Trump’ın başkan yardımcısından Ukrayna’ya: Topraklardan ve NATO’dan vazgeçin

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Almanya’da gittikçe daha fazla emekli çalışmak zorunda kalıyor

Yayınlanma

Almanya’da çalışan her üç emekliden biri, başka türlü geçinemediği için çalışmaya devam etmek zorunda kaldığını söylüyor. Hatta bunların yüzde 16’sı tam zamanlı (40 saatten fazla) çalışıyor.

Federal İstatistik Dairesi’nin Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) adına yaptığı ve BILD’in ulaştığı özel bir analize göre, 2020 yılında Almanya’da 469.000 olan 70 yaş üstü çalışan insan sayısı 2023 yılında 599.000’e ulaştı.

Analiz, istihdamdaki emekli kişi sayısının birkaç yıldır orantısız bir şekilde yüksek bir oranda arttığını gösteriyor.

2020 yılında 70 yaş üstü nüfusun yüzde 3,7’si hââ çalışmakta iken, 2023 yılında bu oran yüzde 17’ye yükseldi. Aradan geçen yıllarda çalışan emeklilerin sayısı sürekli arttığından, bu açık bir yükseliş eğilimi olarak görülüyor.

BSW lideri Sahra Wagenknecht BILD’e yaptığı açıklamada bu durumu, “Korkutucu, çünkü çoğu durumda emeklilik çağında çalışmaya devam etmek özgür[ce verilmiş] bir karar değil. Gerçek şu ki: yetersiz emekli aylığı seviyesi yüz binlerce kişiyi çalışmaya zorluyor,” şeklinde yorumladı.

Bununla birlikte, 65-74 yaş arası çalışan insanların yüzde 29’u “işlerinden keyif aldığını” söyledi.

Bunlar, istatistik ofisi tarafından ekim ayı başında yapılan bir mikro nüfus sayımı araştırmasının sonucu. Yüzde 33’lük oranla, maddi zorunluluktan dolayı çalışan emekliler en büyük grubu oluşturuyor.

Wagenknecht BILD’e verdiği demeçte, “Şirketlerin yaşlı kuşakların deneyim ve uzmanlığından faydalanması elbette memnuniyetle karşılanmalıdır. Fakat yasal emeklilik artık yaşam standardını güvence altına almıyor ve bu nedenle birçok insanı hayatlarının sonuna kadar çalışmaya zorluyor,” dedi.

Wagenknecht, partisinin bu nedenle Avusturya’daki gibi bir emeklilik sisteminden yana olduğunu vurguluyor. Bu ülkede uzun süreli çalışmış emeklilerin aylıkları ayda yaklaşık 800 avro daha yüksek.

Avusturya’da tüm vatandaşlar –devlet memurları, serbest meslek sahipleri ve parlamento üyeleri dahil– Avusturya’nın emeklilik fonuna ödeme yapıyor ve katkı oranı daha yüksek.

Almanya’da emeklilik yaşı, 1947-1958 arasında doğanlar için 65 yaş artı her yıl için bir ay. Yani örneğin 1948’de doğduysanız, 65 yaş artı iki ay ile emekli olabiliyorsunuz.

2023 yılından itibaren emeklilik yaşı, zorunlu emeklilik yaşının 67’ye ulaşacağı 2031 yılına kadar her yıl iki ay artırılmaya başlandı. Eksik kalan her yıl, emeklilik maaşında %3,6’lık bir azalmaya yol açacak.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Polonya’da PiS, AB göç anlaşması için referandum istiyor

Yayınlanma

İktidarı döneminde göç konusuna sert yaklaşımıyla bilinen Polonya’nın ana muhalefetteki muhafazakâr partisi Hukuk ve Adalet (PiS), AB göç anlaşması konusunda ülke çapında bir referandum önerdi.

Başbakan Donald Tusk’ın geçtiğimiz cumartesi günü hükümetinin yeni göç stratejisini sunmasının ardından iktidardaki koalisyon ortakları onu selefi PiS’in izinden gitmekle suçladı.

PiS, Tusk’ın bu hamlesine, AB’nin göç ve iltica anlaşmasına ilişkin bir referandum için imza toplamaya başlayacağını duyurarak karşılık verdi.

Pazartesi günü eski savunma bakanı Mariusz Błaszczak özel Wnet radyo yayıncısına yaptığı açıklamada 500.000 imzaya ihtiyaç olduğunu söyledi.

Błaszczak, “Aktif olacağız, halka gideceğiz, imza isteyeceğiz ve bu doğru çözüm,” dedi.

Eski bakan, Tusk’ın Macaristan ve Hollanda’nın adımlarını takip edebileceğini ve geçici olarak göç anlaşmasının dışında bırakılmayı isteyebileceğini savundu.

Ne var ki, Donald Tusk’ın bunu yapmadığını savunan Błaszczak, “Bunu yapmayacağına ve referandum önergemizi desteklemeyeceğine göre, yine hile yapıyor ve [sözde göç krizine ilişkin] yedek bir teori bulmaya çalışıyor demektir,” diye ekledi.

“Almanya yapıyorsa biz neden yapamayalım?”

Tusk’ın Polonya’daki sığınma haklarının geçici olarak askıya alınması önerisi sorulduğunda Błaszczak bunu tamamen reddetmedi fakat “her şeyin böyle bir çözümün verimliliğine bağlı olacağını” söyledi.

Bununla birlikte Błaszczak, Polonya’nın imzaladığı uluslararası sözleşmelerin feshedilmesini gerektireceği için bunun etkisiz olacağına inandığını söyledi ve “Cenevre Sözleşmesini feshetmeli miyiz? Donald Tusk’ın istediği bu mu?” diye sordu.

Błaszczak’a göre sorun Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan insanların Avrupa’ya akın etmesi ve Almanya’nın hakimiyetindeki AB’nin göç anlaşmasını kabul ederek bu insanları Almanya’dan diğer AB ülkelerine taşımaya karar vermesi.

Muhafazakâr siyasetçi, Almanya’nın sınırı düzensiz yollarla geçen ve yarısı Ukraynalı olan binlerce kişiyi geri gönderdiğine atıfta bulundu.

Tusk AB anlaşmasını veto etmemekle suçlanıyor

Tam bir yıl önce (15 Ekim 2023) yapılan parlamento seçimlerinin ardından iktidarı Tusk’ın geniş “merkezci” koalisyonuna kaptıran PiS, seçimlerle birlikte yapılması için çağrıda bulunduğu referandumda dört sorudan biri göçmenlerin kabulüyle ilgiliydi.

Fakat seçimlere %74,38 gibi rekor bir katılım sağlanırken referandum %50 barajını aşamadı ve sonuçları bağlayıcı olmadı. Birçok kişi soruların taraflı olduğunu düşündüğü için referandumda oy kullanmayı reddetti.

14 Mayıs’ta AB bakanları yeni AB Göç ve İltica Paktı üzerinde anlaşmaya varmıştı. Polonya veto yetkisini kullanmadı ki bu konuda eski PiS Çevre Bakanı Michał Woś, Tusk’ı eleştirerek Avrupa Komisyonu ve Alman hükümetine meydan okuyacak “cesaretten yoksun” olduğunu söyledi.

Fakat Polonya, nitelikli çoğunlukla kabul edildiği için anlaşmayı veto etme yetkisine sahip değildi. Varşova ve Budapeşte pakta karşı çıkan iki ülke oldu ama bu karşı çıkış paktın hükümlerini reddetmeye yetmedi.

Tusk: Kimse bizi AB göç anlaşmasını uygulamaya zorlayamaz

Pakt zorunlu dayanışma esasına dayanıyor. Yani bir ülke ya göçmen kotasını kabul edecek ya da AB’nin göç yönetim sistemine mali veya operasyonel katkıda bulunacak.

Tusk cumartesi günü yaptığı açıklamada hükümetinin AB’nin göç ve iltica anlaşmasının hükümlerine uyma niyetinde olmadığını ve “kimsenin kendisini bu anlaşmayı uygulamaya zorlayamayacağını” söyledi.

Tusk pazartesi günü X’te, “Polonya ve Avrupa sınırlarını korumak bizim hakkımız ve görevimizdir. Güvenlik konusunda kimseyle pazarlık yapılmayacaktır. Bu yerine getirilmesi gereken bir görevdir ve hükümetim bu görevi yerine getirecektir,” diye yazdı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English