Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Hindistan bölgeselciliğinde SAARC out BIMSTEC in

Yayınlanma

Güney Asya Bölgesel İşbirliği Örgütü’nün (SAARC) kuruluşu, Güney Asya’daki bölgeselcilik tarihinde bir başlangıcı simgeliyordu. Ancak örgüt, başından itibaren sorunlarla karşılaştı ve Hindistan’ı diğer alt bölgesel platformları denemeye yöneltti. Şu sıralar, Bengal Körfezi Çok Sektörlü Teknik ve Ekonomik İşbirliği Girişimi (BIMSTEC) aracılığıyla Güney Asya ile Güneydoğu Asya arasındaki bağlantıyı artırma çabalarına öncülük ediyor. Burada, üye olarak Pakistan’ın bulunmadığını not etmek önemli. Bu yılın ilerleyen dönemlerinde (muhtemelen eylülde) grubun şu anki başkanı Tayland’ın ev sahipliğinde düzenlenecek 6. BIMSTEC Zirvesi öncesinde Hindistan, 11-12 Temmuz’da 2. BIMSTEC Dışişleri Bakanları toplantısına ve 6-8 Ağustos’ta türünün ilk örneği olan mega bir BIMSTEC İş Zirvesi’ne ev sahipliği yaptı. Dahası, Güney Asya ile Güneydoğu Asya arasındaki bağlantının temel modu olan deniz taşımacılığı üzerine bir merkez dahil üç BIMSTEC mükemmeliyet merkezi kurmayı planlıyor.

Güney Asya’da Bölgeselciliğin Ortaya Çıkışı – SAARC’ın Oluşumu

Onlarca yıldır, Hint alt kıtasının ülkeleri Güney Asya çatısı altında uyumlu bir bölgenin parçası olarak düşünüldü. Dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birine ev sahipliği yapan bölge, sekiz ülkeden oluşuyor: Afganistan, Bangladeş, Bhutan, Hindistan, Maldivler, Nepal, Pakistan ve Sri Lanka. Yüzlerce farklı dil konuşan ve çok sayıda farklı dini geleneği takip eden çeşitli halkları, İngiliz sömürgeciliği deneyimi de dahil ortak bir tarihe sahip ve kriket sporuna ve Bollywood filmlerine olan sevgi, etnik bağlar ve müzik ve mutfak pratikleri gibi ortak kültürel bağlantıları paylaşıyor. Ancak paylaşılan tarih ve kültürel uygulamalara karşın Güney Asya’da bölgeselcilik fikri pratikte başarılı olmadı.

Bölgedeki küçük ülkelerden Bangladeş 1980’lerin başında bölgesel bir örgüt fikrini ortaya atmış, 1975’te askeri darbeyle Bangladeş’te iktidara gelen General Ziaur Rehman’ın bölgesel bir örgüt kurma yönündeki çabaları 1985’te Güney Asya Bölgesel İşbirliği Örgütü’nün (SAARC) kurulmasıyla meyvesini vermişti. Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Nepal, Bhutan, Sri Lanka ve Maldivler örgütün ilk üyeleri olurken Afganistan 2007’de SAARC’a katılmıştı. Ancak Güney Asya’da sömürgecilik sonrası devletlerin oluşumunun niteliği ve bağlamı ile Soğuk Savaş’ın bölgeye etkisi, burada bölgeselcilik fikrinin yeşermesine pek izin vermedi. İngiliz Hindistanı’nın Hindistan ve Pakistan olarak ikiye bölünmesi, Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılması ve bu süreçte yaşanan savaşlar, Güney Asya’da bölgeselcilik fikrinin yayılmasının aksine güvensizlik ve düşmanlık tohumları serperken özellikle Hindistan ve Pakistan arasındaki entegrasyonu bir hayal haline getirdi. Hindistan ve Pakistan’ın temel ilkeleri arasındaki çelişki, bu ülkeler arasında anlamlı bir işbirliğinin gerçekleşmesine de olanak vermiyordu. Soğuk Savaş’ın etkisine gelince, savaşın Avrupa Birliği’nin bölgeselcilik ve bölgesel işbirliğinin başarılı bir örneği olarak oluşumunda ve konsolidasyonunda önemli bir rol oynadığını belirtmek kulağa ilginç gelse de aynı Soğuk Savaş Güney Asya’da işbirliğine yönelik girişimleri engelledi.

SAARC’ın kurulması Güney Asya’daki bölgeselcilik tarihinde kuşkusuz bir dönüm noktası ancak Hindistan ve Pakistan gibi bölgedeki etkili ülkeler bölgesel bir örgüt fikrine başından beri kuşkuyla yaklaşmıştır. Hindistan, gelişen bölgesel platformun diğer devletlerin kendisine karşı birleşebileceği bir durum yaratacağını, platformun kendisine Güney Asya’da ayak bağı olacağını ve uluslararası arenada güç ve kapasitesine dayalı daha büyük bir rol oynama fırsatını elinden alacağını düşünüyordu. Öte yandan SAARC platformu bölgedeki küçük devletlerin istek ve şikayetlerini bireysel ve kolektif olarak dile getirebilecekleri bir alan sağladı. Ancak 1990’lardan 2010’lara kadar olan altın çağında üye ülkeler, Güney Asya Tercihli Ticaret Anlaşması, Güney Asya Serbest Ticaret Bölgesi, bir gümrük birliği, ortak bir bölgesel pazar ve ortak bir ekonomik ve parasal birlik dahil birkaç iddialı girişim yürürlüğe koyabilse de bölgeselciliğin ve bölgesel örgütlerin büyümesi için elverişli uluslararası iklime karşın daha ileri gidememiştir. Başlangıçtaki isteksizliği bir kenara bırakırsak, Hindistan SAARC’ın olası faydaları konusunda iyimser olmaya çalışsa da giderek örgütün belirtilen hedeflerine ulaşmada pek yardımcı olamayabileceğini anlamaya ve dolayısıyla ondan uzaklaşmaya başladı.

Hindistan’ın uzaklaşma politikasına örnek olarak 1992’de formüle edilen Doğuya Bakış Politikası (Look East Policy), 1997’de başlatılan Bengal Körfezi Çok Sektörlü Teknik ve Ekonomik İşbirliği Girişimi (BIMSTEC), 1997’de kurulan Hint Okyanusu Kıyıdaş Ülkeler Birliği (IORA), 2000’de oluşturulan Mekong-Ganga İşbirliği (MGC) ve 2015’te imzalanan Bangladeş-Bhutan-Hindistan-Nepal (BBIN) Ulaştırma Anlaşması gibi organizasyonların oluşumuna katılımı gösterilebilir. Bu örgütler ve platformlar Hindistan’ın Pakistan’dan uzak durmasını ve onu dışlamasını sağlarken aynı zamanda Hint-Pasifik bölgesindeki genişletilmiş mahalleye de ulaşmasını sağladı. Bu arada SAARC, 39 yıllık bir geçmişe sahip olmasına karşın yalnızca 18 Zirve toplayabildi. 18. Zirve olan son zirve 2014 yılında Nepal’in Katmandu kentinde toplandı. 19. Zirve’nin 2016 yılında Pakistan’da gerçekleşmesi planlanıyordu ancak o yıl Jammu ve Keşmir’in Uri kentinde gerçekleşen terör saldırısı nedeni ile Hindistan Zirve’ye katılmayı reddetti. Hindistan Zirve’ye katılmama kararı aldıktan sonra diğer ülkeler de Zirve’den çekildi ve o zamandan beri hiçbir SAARC Zirvesi yapılmadı. Geçen şubat ayında Yeni Delhi’de bulunan Nepal parlamento üyesi Swarnim Wagle’nin, “SAARC 2014’ten bu yana komada”, dediği kadar var…

BIMSTEC Aracılığıyla Güney Asya’yı Güneydoğu Asya’ya Bağlamak –  Hindistan’ın Büyük Hamlesi

2014’ten itibaren SAARC arka planda kalırken BIMSTEC Hindistan’ın odak noktası haline geliyor. 2016’da Hindistan’ın BIMSTEC’in bölgesel erişimi için Goa’da ortak bir BRICS-BIMSTEC Zirvesi düzenlemesinden sonra, BIMSTEC’e destek daha da ivme kazandı. Ancak Haziran 2019’da Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar’ın SAARC’ın sorunları olduğunu ve bu nedenle Hindistan’ın önümüzdeki beş yıl boyunca BIMSTEC’e öncelik vereceğini belirtmesinden bu yana Hindistan’ın BIMSTEC eğilimi daha gözle görülür bir hal aldı. Bengal Körfezi Çok Sektörlü Teknik ve Ekonomik İşbirliği Girişimi (BIMSTEC), Bangkok Deklarasyonu’nun imzalanmasıyla Haziran 1997’de kurulan bölgelerarası bir gruptur. Başlangıçta BIST-EC (Bangladeş-Hindistan-Sri Lanka-Tayland Ekonomik İşbirliği) olarak bilinen örgüt artık BIMSTEC olarak biliniyor ve Aralık 1997’de Myanmar’ın, Şubat 2004’te Bhutan ve Nepal’in katılımıyla yedi üyeli bir grup olarak bugünkü haline geldi. Grup temel olarak Bengal Körfezi’ne kıyısı olan ülkeleri üye olarak içeriyor ve bölgedeki ülkeler arasında ticaret, teknoloji, enerji, ulaşım, turizm, balıkçılık, tarım, halk sağlığı, yoksulluğun azaltılması, terörle mücadele, çevre, kültür, insanlar arası temas ve iklim değişikliği gibi birçok sektörde bölgesel işbirliğini teşvik ederek, ekonomik büyümeyi ve sosyal ilerlemeyi hızlandırmayı amaçlıyor. Bu grup, toplam 5 trilyon dolar civarında GSYİH ile dünya nüfusunun yüzde 22’sine ev sahipliği yapıyor.

BIMSTEC tüzüğü Mart 2022’de Kolombo’da sanal ortamda düzenlenen 5. BIMSTEC Zirvesi’nde imzalandı ancak belgenin tüm üyeler tarafından onaylanması iki yıl daha sürdü. Nepal bulmacanın son parçasıydı; parlamentosu tüzüğü bu yılın nisan ayının başlarında onayladı. Bu, BIMSTEC tüzüğünün başlangıcından 27 yıl sonra yürürlüğe girdiği anlamına geliyordu. Böylelikle tüzüğün tüm üyelerce kabul edilmesiyle gruba hukuki destek sağlanmıştır. Grup, bu sayede bölgede işbirliği için hukuki ve kurumsal bir çerçeve oluşturabilir, yeni üyelerin kabulünü sağlayabilir ve diğer ülkeler ve gruplarla anlaşmalar imzalayabilir. Ayrıca daha önce BIMSTEC’in resmi bir genel merkezi yoktu ve 2011 yılında Bangladeş’in başkenti Dakka’da merkez ofisi ve 2014 yılında Sri Lankalı diplomat Sumith Nakandala’nın genel sekreteri oluncaya kadar Bangkok’taki Tayland Dışişleri Bakanlığı’nda toplantılar yapılıyordu. Bugün daimi sekreterliği Dakka’da bulunan grubun şu anki genel sekreteri, Hint diplomat Indra Mani Pandey’dir; ilk kez bir Hint diplomat, grubun şefi pozisyonunda bulunuyor. Daha önce örgütün en üst düzey görevlerinde Sri Lanka, Bangladeş ve Bhutanlı diplomatlar bulunmuştu.

Dolayısıyla SAARC ivmesini kaybettiğinde, BIMSTEC özellikle Hindistan’dan gelen güçlü destekle yeniden canlanıyor gibi görünüyor. Burada, SAARC’tan farklı olarak BIMSTEC’te üye olarak Pakistan’ın bulunmadığını dikkate almak önemli. İlk BIMSTEC Dışişleri Bakanları toplantısı geçen yıl Tayland’ın Bangkok kentinde düzenlendi. Bu yıl 11-12 Temmuz’da Hindistan’ın 2. BIMSTEC Dışişleri Bakanları toplantısına ev sahipliği yapması, Delhi’nin “Önce Komşuluk” politikasına sürekli odaklandığını gösteriyor. Jaishankar’ın gruba “yeni enerji aşılama” ve “daha yüksek hedefler koyma” çağrısında bulunduğu bu toplantı aslında Tayland’da yıl sonuna doğru gerçekleşecek BIMSTEC Zirvesi için bir ön hazırlık niteliğindeydi. BIMSTEC’in Güney Asya’da bölgesel işbirliği için giderek “tercih edilen bir platform” haline geldiği bir dönemde etkileşimini artıran Hindistan ayrıca grup için ilk iş zirvesine ev sahipliği yaptı. Zirve, Hindistan Dışişleri Bakanlığı ve Hindistan Sanayi Konfederasyonu tarafından ulusal başkent Delhi’de 6-8 Ağustos tarihleri arasında üç günlük bir etkinlik olarak düzenlendi. Gündemde öncelikli olarak liman bağlantısı, altyapı ve devam eden BIMSTEC serbest ticaret anlaşması görüşmeleri ele alındı.

Aslında BIMSTEC Serbest Ticaret Anlaşması’nın çerçeve anlaşması 2004’ün başlarında imzalanmış ancak müzakereleri ilerletmek için Ticaret Müzakere Komitesi sonuçsuz kalan yaklaşık yirmi tur müzakere düzenlemişti. Hindistan, 2018 yılında BIMSTEC ülkeleri arasında serbest ticaret anlaşmasının imzalanması için yoğun çaba sarf etmiş ancak Hindistan ile Tayland arasında profesyoneller için pazar erişimi, ticaret mallarına uygulanan vergi indirimleri ve politika gevşetmeleri konusunda yaşanan görüş ayrılıkları süreci sekteye uğramıştı. Haziran 2023’te o dönem BIMSTEC Genel Sekreteri olan Tenzin Lekphell, serbest ticaret anlaşması görüşmelerinin “yavaş” ilerlediğini ve ticaretin kolaylaştırılması ve gümrük ile ilgili konularda karşılıklı yardım gibi bazı bileşenlerin uygulamaya konulmadan önce henüz kesinleştirilmediğini söylemişti. Bu nedenle gündemin ana odak noktasının, üye ülkeler arasındaki malları, hizmetleri, yatırımları ve ekonomik işbirliğini kapsayacak bir serbest ticaret anlaşması olacağı yönünde güçlü bir beklenti vardı.

Son Sözler

Güney Asya ülkelerinin tutarlı bir bölge oluşturamayışı, Güney Asya’nın dengesiz dağılımı buradaki bölgeselciliğin başarısızlığında büyük etken. Hindistan bölgenin en büyük ve en güçlü ülkesi ve Hindistan’ın hakimiyeti bölgesel yapıların gelişiminde paradoksal bir etki yaratmıştır. Sonuçta ortaya şöyle bir durum çıkıyor: Güney Asya, özünde Hindistan ve Hindistan ile sınırı paylaşan ancak birbirleri ile paylaşmayan altı ülkeden oluşur; bunun istisnası, Pakistan ile sınırı paylaşan ancak Hindistan ile paylaşmayan Afganistan’dır. Ancak Hindistan bakış açısıyla Hindistan Afganistan ile de sınır paylaşmakta ve Afganistan da diğerleri gibi bir Güney Asya bölgesi kapsamında yer almaktadır. Bu anlamda Güney Asya, esasen Hindistan’ın komşularının Hindistan ile ve Hindistan’ın komşuları ile etkileşimlerinin toplamı oluyor. Güney Asya’nın bu doğası Hindistan’da şöyle bir algıyı şekillendirmiştir: Bölgesel yapıların oluşturulması Hindistan’ın bölgede halihazırda sahip olduğu üstünlüğe katkıda bulunamaz, aksine kendi arka bahçesindeki hakimiyetini potansiyel olarak kontrol edebilir ve bölgedeki etkisini zayıflatabilir. Örneğin, SAARC fikirbirliğine dayalı olarak işlev gördüğünden, Hindistan’ın alt kıtadaki meseleler hakkındaki oyu, bölgedeki en küçük ülkeler Bhutan ve Maldivler’in oyu kadar önemli olacaktır. Dahası, Güney Asya’nın içsel çatışmaları Hindistan için bir kamburdan başka bir şey ifade etmiyor. Buradan hareketle SAARC’ın işlevsiz doğası ve bölgedeki politik iklim daha çok alt bölgesel işbirliğine olanak sağlıyor. Güney Asya’da görülen alt bölgesel işbirliğine güzel bir örnek olarak Nepal’in ürettiği enerjiyi Hindistan üzerinden Bangladeş’e ihraç etme planı çerçevesinde üçlü ortaklık akla gelebilir. Bu sayede, son on yılda Nepal, Hindistan ve Bangladeş arasındaki enerji ticareti üç katına çıktı.

Öte yandan, komşuluk politikasını doğru bir şekilde ele almadığı sürece daha büyük bir bölgesel Asya rolü veya küresel bir rol elde etmeyi hedeflemek Hindistan için odada duran büyük bir fil. Egemen uluslara bölünmüş olsalar da ortak tarihi ve kültürel bir yer olan Güney Asya ülkeleri arasındaki bölgesel entegrasyonun güçlendirilmesi gerekiyor ancak bunun önündeki en büyük engel Hindistan ve Pakistan’ın bir uzlaşma zemini oluşturabilecek herhangi bir çatının henüz bir türlü ortaya çıkamamış olmasıdır. Bu nedenle de özellikle Güney Asya bölgesinde tüm bölge ülkelerini bir çatı altında toplayan bütüncül bir entegrasyondan söz edilemiyor. Dahası ne bölge sakinleri daha güçlü bağlar peşinde ne de bölgedeki kültürel alışveriş iç açıcı. Buna güzel bir örnek, Pakistan’ın 2019’da yerel televizyon ve radyo kanallarında Hint içeriklerini yasaklamasıyla oluşan bu boşluk Türk televizyon içerikleriyle ikame ediliyor. Bollywood film endüstrisinde neredeyse hiç Pakistanlı sanatçı yok ve Pakistanlı kriketçiler artık Hint Premier Ligi’nde oynamıyor. Bölge içi göçte de istikrarlı düşüş var; Güney Asyalılar eskiden olduğu gibi birbirlerinin ülkelerinde çalışmak veya eğitim görmek yerine artık daha çok Ortadoğu ve Batı Avrupa ülkelerini, Malezya, Avustralya ve Kuzey Amerika’yı ve hatta Çin’i tercih ediyor. Daha da önemlisi, eğitimde daha yoğun görülmekle birlikte, ticaret, turizm ve eğitimde bölge içi bağlantıdaki azalma beklendiği üzere Çin tarafından telafi ediliyor.

Birçok Güney Asya devletinin Hindistan’ın üstünlüğünü dengelemek için Çin’i kullanma kararı sonucunda, Güney Asya artık eskiden olduğu gibi Hindistan merkezli bir bölge değil. Açıkçası birçok Hint stratejik düşünürünün de zaten Güney Asya’daki bağlantıların ülkenin hırslarını sınırladığına inanmaya başlaması sonucunda, Hindistan stratejik odağını yeniden Pakistan’dan Çin’e ve kıta alanından deniz alanına yönlendirdi. Ve paradoksal olarak, kendisi için daha geniş bir jeopolitik alan araması sonucunda bir çeşit “küresel yükseliş – bölgesel düşüş paradoksu” yaşıyor. Buna karşılık, Çin’in son yıllarda Hindistan’ın komşuları arasındaki nüfuzunu artırdığı iyi biliniyor. Örneğin Bengal Körfezi, özellikle Hindistan ile Çin arasındaki rekabet nedeni ile Hint-Pasifik’te stratejik öneme sahip bir alt bölge haline geldi. Dolayısıyla bir zamanlar büyük çatışmalardan uzak bir bölgeyken artık büyük güçler arasında jeopolitik rekabet ve bölgesel çatışma bölgesi haline gelmeye hazırlanıyor. Çin’in Bengal Körfezi’ndeki varlığını artırma girişimleri, Hindistan’ın güvenliği ve bölgedeki “net güvenlik sağlayıcısı” rolü üzerinde doğrudan bir etkiye sahip. Bangladeş’in Çin’in talebini kabul etmemesinin ardından Çin, Andaman ve Nicobar Adaları’na daha yakın bir derin deniz limanında bir dayanak noktası arıyor. Çin’in Myanmar ve Sri Lanka’daki limanları kontrol altına alarak Bengal Körfezi bölgesine olan ilgisinin artması, Hindistan’ı tarım, deniz araştırmaları ve deniz taşımacılığı alanlarında üç BIMSTEC Mükemmeliyet Merkezi kurma olasılığını araştırmaya yöneltti.

GÖRÜŞ

Kamala Harris komünist mi?  

Yayınlanma

Çağla Üren

Trump’ın ve Harris’in ekonomi politikaları Amerikalılar için ne öngörüyor ve ne vaat ediyor?

Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık Seçimleri öncesinde Donald Trump’ın suikast girişimine uğramasının ardından gerilim yükselirken adaylar arasındaki atışmalar da yeni bir boyuta taşındı.

Son olarak Trump’ın, ekonomi planını açıklayan Kamala Harris’e “komünist” demesi hem Demokrat Parti içinde hem de küresel sol kamuoyunda bir tartışmanın fitilini ateşledi.

Cumhuriyetçiler Harris’in komünist olduğunu savunurken, Demokrat Parti’nin daha radikal üyeleri Harris’in sosyalist olmadığını, bu yüzden Bernie Sanders’ı desteklediklerini dile getiriyor.

Bu arada uzmanlar da Harris’in ekonomi planını masaya yatırıyor ve Demokrat adayın gerçekten komünist olup olmadığı tartışmasına dahil oluyor.

Peki Harris gerçekten de komünist mi veya açıkladığı ekonomi planı sosyalist bir politika mı?

Tarafların ekonomi planlarına bakış

Adaylar sıklıkla ekonomi politikalarına odaklanan konuşmalar yapıyor. Bu konuşmalardan yola çıkarak iki adayın ekonomi planlarının bir karşılaştırmasını yaparak başlayabiliriz. Ancak adayların seçilmeleri durumunda uygulayacaklarını söyledikleri bu planların Kongre onayı gerektireceğini de not etmek gerek.

  1. Bahşişler üzerindeki federal vergiler

Aslında hem Trump’ın hem de Harris’in kampanyası popülist bir eğilimi yansıtıyor. Örneğin iki aday da bahşişler üzerindeki federal vergilerin kaldırılması çağrısında bulundu. Trump fikri ilk açıklayan olduğu için rakibini kendisini taklit etmekle suçluyor. Hatta öneri, Trump’ın kampanya mitinglerindeki en sevdiği vaatlerden biri haline gelmiş durumda. Trump fikri ilk olarak haziran ayında, birçok konaklama ve hizmet çalışanının yaşadığı Nevada, Las Vegas’ta ortaya atmıştı.

Yale Üniversitesi’ndeki Bütçe Laboratuvarı’na göre, ABD’de 2023’te yaklaşık 4 milyon kişi bahşişli işlerde çalıştı, bu da tüm istihdamın yaklaşık yüzde 2,5’ine denk geliyor. Ancak bu iş kolundakilerin üçte birinden fazlası federal gelir vergisi borcunu ödeyemeyecek kadar az kazanıyor.

Trump hem federal gelir hem de bordro vergilerinin kaldırılması sözünü verirken, Harris sadece federal gelir vergileri üzerinde duruyor.

  1. Sosyal güvenlik yardımları üzerindeki vergiler

Trump ayrıca bir diğer etkili oy bloğuna, yani yaşlı vatandaşlara vergi indirimi teklif ediyor. Geçen ay Sosyal Güvenlik yardımlarındaki vergileri kaldırmak istediğini şu sözlerle duyurdu.

“Enflasyondan muzdarip sabit gelirli yaşlılara yardım etmek için Sosyal Güvenlik’e vergi uygulanmayacak. Bunu durduracağız.”

Öte yandan bir komite analizi, verginin kaldırılmasının federal açığı 2035’e kadar 1,6 trilyon ila 1,8 trilyon dolar artıracağını gösteriyor. Sosyal Güvenlik ve sosyal sağlık kurumu Medicare’in fonları daha erken tükenirse ve yardımlar kesilmek zorunda kalırsa birçok yaşlı sonunda zarar görebilir.

  1. Gümrük vergileri

Bunun yanı sıra Trump, Beyaz Saray’a dönerse daha fazla gümrük vergisi getireceğini söylüyor. Harris ise ticaret planlarından özel olarak bahsetmedi. Ancak Joe Biden-Harris yönetimi Trump dönemindeki gümrük tarifelerinin çoğunu devam ettirmiş ve hatta bazılarını artırmıştı.

Trump, tüm ülkelerden yapılan tüm ithalatlara en az yüzde 10’luk bir tarife, tüm Çin ithalatlarına da yüzde 60’ın üzerinde bir tarife eklenmesini istediğini dile getiriyor.

Eski başkan, yeni gümrük vergilerinin ülke içindeki işleri canlandıracağını ve geliri artıracağını iddia etse de ekonomistler bu gümrük vergilerinin tipik bir orta gelirli haneye yılda 1.700 dolara mal olabileceğini belirtiyor. Nitekim gümrük vergileri yabancı ülkeler tarafından değil, ABD ithalatçıları tarafından ödeniyor.

Amerikalılar Trump’ın yönetimi sırasında ithal güneş panelleri, çelik ve alüminyum ile Çin mallarına uyguladığı gümrük vergileri nedeniyle bugüne kadar 242 milyar dolardan fazla ödeme yaptı.

Mart ayında Trump, bir dönem daha kazanırsa ABD dışında üretilen tüm arabalara yüzde 100 yeni bir gümrük vergisi koyacağını söylemişti.

Mayıs ayında, Biden-Harris yönetimi de iki yıl içinde çelik ve alüminyum, yarı iletkenler ve elektrikli araçlar dahil olmak üzere belirli Çin malı ürünlere gümrük vergilerini artırma planını uygulamaya koymuştu.

  1. Vergi kesintileri

Eski başkan Trump, ana hedeflerinden birinin, ilk döneminin en önemli başarılarından biri olan 2017 Vergi Kesintileri ve İş Yasası’ndaki kapsamlı vergi kesintilerini genişletmek olduğunu da söylüyor. Zira halihazırda var olan bireysel gelir ve miras vergisi indirimleri gelecek yılın sonunda sona eriyor.

Trump konuyla ilgili bir konuşmasında, “Çalışanlara ve ailelere ekonomik rahatlama sağlamak için ek vergi kesintileri yapacağız ve bunları kalıcı hale getireceğiz” dedi.

Harris ise Biden’ın yılda 400 bin doların altında kazanan hiç kimseden vergi almama sözünü sürdüreceğini dile getiriyor. Trump’ın vergi kesintisi sözünü de eleştiren Harris, bir konuşmasında şu ifadeleri kullandı:

“Donald Trump milyarderler ve büyük şirketler için mücadele ediyor. Ben de çalışan ve orta sınıf Amerikalılara için mücadele edeceğim.”

Harris’in planı 100 milyondan fazla Amerikalıya vergi indirimi sağlamak.

  1. Orta sınıf için vergi kredileri

Bunun yanı sıra Harris, çocuk bakımıyla ilgili vergi kredisini 2 bin dolardan 3 bin 600 dolara çıkarmayı ve bunu kalıcı hale getirmeyi talep edecek. Bu alandaki önceki iyileştirme 2021’de yürürlüğe girmişti. Ancak Biden maliyetler nedeniyle bunun süresini uzatamamıştı.

Harris’in planı ayrıca, yaşamlarının ilk yılında çocuk sahibi olan orta sınıf ve düşük gelirli aileler için 6 bin dolara varan yeni bir çocuk vergi kredisi eklemeyi öngörüyor.

Ayrıca 2025 sonunda sona ermesi planlanan ve daha cömert bir paket olan Uygun Fiyatlı Bakım Yasası prim sübvansiyonlarının uzatılmasını talep ediyor.

Öte yandan Harris epey maliyetli olacağı düşünülen bu planların ne kadar süreyle yürürlükte kalacağını açıklamadı.

  1. Konut krizi

Harris, ülkenin uygun fiyatlı konut eksikliğini gidermek için de bir plan duyurdu. Planın bir kısmı Biden’ın daha önce açıkladığı tekliflere dayanıyor.

Başkan yardımcısı, ilk kez ev sahibi olacaklar için 25 bin dolara kadar peşinat desteği sağlamayı vaat ediyor. Bu kesim için 10 bin dolarlık bir vergi kredisi de sağlanacak.

Harris ayrıca 3 milyon yeni konut birimi inşa edilmesini istiyor. İnşaatı teşvik etmek için de ilk kez ev sahibi olacaklara satılan ​​evler yapan inşaatçılara ilk vergi teşvikini verecek. Buna ek olarak, Harris, Biden yönetimi tarafından daha önce duyurulan fonun iki katı büyüklüğünde, 40 milyar dolarlık yeni bir inovasyon fonu oluşturmak istiyor.

Harris’in ABD’de kira maliyetlerini düşürmeyi amaçlayan teklifleri de var. Birincisi, ev sahiplerinin kiraları belirlemek için algoritma odaklı fiyat belirleme araçlarını kullanması engellenecek. İkincisi, vergi avantajlarını kaldırarak zengin yatırımcıları mülk satın almaktan ve kiraları toplu olarak artırmaktan caydırma hedefinde.

Trump ise konut açığını hafifletmek için federal arazilerin kullanılmasından bahsediyor. Bir basın toplantısında, “Konut inşaatı için federal arazileri açacağız” ifadelerini kullandı.

Harris de federal arazilerin açılması gerekliliğinden söz etmişti.

Bunun yanı sıra Cumhuriyetçi Ulusal Komite platformu, partinin ilk kez ev sahibi olacaklar için vergi teşvikleri ve destek sağlayacağını ve enflasyonu düşürerek ipotek oranlarını da azaltacağını söylüyor.

  1. İlaç maliyetleri

Son olarak Harris, reçeteli ilaç maliyetlerini azaltma çabalarına dayanan bir plan da duyurdu.

Buna göre insülin için mevcut cepten ödeme üst sınırının (aylık 35 dolar) ve reçeteli ilaçlar için yıllık 2 bin dolarlık cepten ödeme üst sınırının genişletilmesi öngörülüyor.

Harris ayrıca, milyonlarca kişinin tıbbi borçlarını iptal etmek istiyor. 

Dananın kuyruğunun koptuğu yer: Fiyat kontrolleri 

Hem Harris hem de Trump, Amerikalılar için bakkaliye ve diğer günlük ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını ele almaya odaklanıyor.

Trump Oval Ofis’e döndüğü ilk gün, tüm kurum başkanlarına ve kabine sekreterlerine “enflasyonu yenmek ve tüketici fiyatlarını hızla düşürmek için emrindeki her aracı ve yetkiyi kullanmaları” talimatını vereceğini söylüyor. Ayrıca petrol ve gaz üretimini artırarak fiyatları düşüreceğini birçok kez dile getirdi.

Harris ise şirketleri hedef alan ve market fiyatlarını düşürmeyi amaçlayan federal bir “fiyat sömürüsü yasağı” çağrısında bulundu. Bu çağrı uyarınca Federal Ticaret Komisyonu’nun, fahiş fiyatlar belirleyen şirketlere ağır cezalar getirmesi talep ediliyor.

Bazı şirketlerin krizleri fırsat bilerek fiyatlarını artırdığını ileri süren Harris, “Çoğu işletme iş yaratıyor, ekonomimize katkıda bulunuyor ve kurallara göre oynuyor, ancak bazıları yapmıyor. Ve bu doğru değil” diyerek fiyatların sabit tutulması konusunda kararlı olduğunu vurguladı.

Trump’ın Harris’i “komünist” diye nitelemesinin arkasında da bu fiyat kontrolü planı var. Cumhuriyetçi başkan adayı, “Yoldaş Kamala” diye tanımladığı Harris’in bu planını Venezuela ve Sovyetler Birliği’nde uygulanan politikalara benzettti:

“Ülkemizi mahvetmek istiyor. Yoldaş Kamala, felaket düzeyinde bir enflasyona neden olduktan sonra sosyalist fiyat kontrolleri uygulamak istediğini duyurdu. Bu komünisttir; bu Marksisttir; bu faşisttir.”

Nixon da aynı planı uygulamıştı

Cumhuriyetçiler, Harris ve aday arkadaşı Tim Waltz için “komünist” nitelemesini son dönemde giderek daha sık kullanıyor.

Harris’in ekonomi planı çoğu ekonomist tarafından “sosyal demokrat bir anlayış” olarak değerlendirilse de uzmanlar fiyat kontrollerinin tek başına sosyalist bir uygulama olmadığını vurguluyor.

Nitekim söz konusu plan, Cumhuriyetçi Başkan Richard Nixon tarafından 1970’lerde de uygulanmıştı.

Öyle ki Harris’in fiyat kontrolü vaatlerine karşı çıkanlar, gerekçe olarak Nixon’ın politikasının başarısızlıkla sonuçlanmasını öne sürüyor. Nixon’ın ücret ve fiyat kontrollerinin durgun enflasyon dönemine katkıda bulunduğunu savunuyorlar.

Örneğin Antitrust Education Project (Tekel Karşıtı Eğitim Projesi) başkanı Robert Bork Jr., “Harris’in kumarı, tıpkı Nixon’ın ücret ve fiyat kontrolleri gibi siyasi açıdan popüler olabilir ama ekonomik etkileri hepimizin acı çekmesine neden olacak” diyor.

Nobel ödüllü ekonomist: Harris komünist değil

Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman, Trump’ın Harris’e “komünist” diyerek “umutsuz bir siyasi hamle yaptığını” savunuyor.

Krugman, Eski Başkan Ronald Reagan’ın, Amrikalıları “Medicare” gibi sosyal sağlık programlarının özgürlüklerini kaybetmelerine yol açacağına inandırmak için “komünist avı” stratejilerini canlandırdığını hatırlatarak Trump’ın taktiğini bu sürece benzetiyor.

New York Times’ta yazdığı makalede ekonomist, şöyle ekliyor:

“Cumhuriyetçiler, seçmenleri, eski bir savcı olan ılımlı merkez sol bir Demokratın, sırf siyah bir kadın olduğu için komünist olduğuna ikna edebileceğine inanıyor.”

“Keşke bu doğru olsaydı”

Yorumcu ve yazar Ben Burgis ise Demokrat Parti’nin öne çıkan bir diğer ismi Sanders’ın Harris’ten daha radikal bir çizgide olduğunu savunarak, “Trump, Kamala Harris’in radikal bir Marksist olduğuna inanmanızı istiyor. Keşke bu doğru olsaydı” ifadelerini kullanıyor.

CNBC‘de kaleme aldığı yazıda Burgis, Harris’in sosyal politika vaatlerinin halihazırda Avrupalı ülkelerde yürürlükte olan uygulamaları andırdığını savunuyor:

“Harris ve Walz gerçekten o ‘yoldaş’ etiketini kazanmak istiyorsa, ABD’yi diğer Batılı demokrasilerle aynı çizgiye getirmeye yönelik önerilerin ötesine geçmeli ve çok daha radikal terimlerle düşünmeye başlamalılar.”

Burgis ayrıca Harris ve kampanya ekibinin Filistin politikasını da sert eleştiriyor:

“Protestocular Harris’in İsrail’e silah göndermeyi bırakmayı taahhüt etmesini talep ediyor ama ulusal güvenlik danışmanı, İsrail’in İran ve İran destekli gruplara karşı kendini savunabilmesini her zaman sağlayacağını söylüyor.”

Harris iş garantisi talebini reddetmişti

Yazar ayrıca, Harris’in daha önce iş ve ulusal sağlık hizmeti garantisi gibi talepleri reddettiğini hatırlatıyor. Gerçekten de temmuz ayı sonunda Harris’in kampanyasından gelen açıklamada 2019’daki “Yeşil Yeni Düzen” kararının bir parçası olan federal iş garantisini artık desteklemedikleri belirtilmişti.

ABD’de petrol, gaz ve kömür gibi endüstrilerdeki birçok işçi, yeşil enerji kaynaklarına geçiş sürecinde mesleklerinin ortadan kalkacağından endişe ediyor. Bahsi geçen ve o dönemde Harris’in de desteklediği Yeşil Yeni Düzen kararı ise isteyen her Amerikalıya “aile geçindirebilecek ücrete sahip bir iş garanti etmeyi” vaat ediyordu.

Burgis, konuyla ilgili şu ifadelerini kullanıyor:

“Eminim Harris’in İsrail’e desteği, koalisyonundaki ulusal güvenlik şahinlerini memnun ediyordur. Tıpkı ulusal sağlık hizmetini ve iş garantisini reddetmesinin bağışçı sınıfını (zengin ve yüksek eğitimli küçük bir grubu tanımlamak için kullanılan bir terim) memnun etmesi gibi. O zaman ‘pembe saçlı Marksistlerden’ veya hatta Bernie tarzı sosyal demokratlardan coşkulu ‘tezahürat’ beklemesinler.”

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Amerika’da politik göçün son evresi: Kimler kimlerle beraber

Yayınlanma

ABD’li olmayanlar için Amerikan siyasetinin on yıllardır değişmeyen klişesi kimin “ehvenişer” olduğu tartışmasıdır. Özellikle Ronald Reagan’ın şahin Soğuk Savaş politikaları sonrası Cumhuriyetçiler dış müdahalelere yatkın bir tehdit olarak görülürken Demokratlar bu ehvenişer kimliğine yakın siyasi parti olarak tanındı. Irak Savaşı’nın başlamasıyla küresel boyuttaki “şeytan figürü” George W. Bush ve yardımcısı Dick Cheney olmuştu. O dönemde Amerikan istihbaratı, bürokrasisi, ordusu ve hatta iktisadi müesses nizamı Cumhuriyetçi Parti etrafında kümelenmiş durumdaydı. Demokratlar ise, muhalefette, ABD’nin o dönemki şahin politikalarını eleştirir bir pozisyonda bulundular. Bu dönemden kalan ezberler hala bazıları tarafından tekrarlanır durur.

Bugün biz, Amerikan seçimlerini takip etmek ve toplumdaki kutuplaşmayı tahlil edebilmek adına Amerika’dayız. Hem siyasetçilerle hem de vatandaşla yaptığım röportajlar buraya gelmeden önceki tahminlerimi doğrular nitelikteydi. Vaziyet artık değişti. Obama döneminde başlayan sert politik göç 2024 seçimlerinde doruk noktasına ulaştı. Cumhuriyetçiler büyük ölçüde ülkenin müesses nizamına mesafeliyken Demokratlar çok daha barışık bir görüntü çiziyorlar. Sadece ABD’nin dış politikası değil, iç dinamikleri belirleyen temel kültürel akımlar da Demokratların politikalarıyla ölçüşüyor. Bundan ABD’nin her alanına yayılmış ırk ve cinsiyet temelli kimlik politikalarını kastediyorum. Dış politikayla birlikte bakıldığında, ABD’nin devlet politikalarında Demokratlarla çeliştikleri tek bir nokta bile yok.

İşte böylesi bir politik sahne, çift taraflı bir göçü tetikledi. Beklenmedik figürler kendilerini beklenmedik cephelerde buldular.

Büyük Amerikan Göçü

Göçten kastım ülkenin “ağır abisi” sayılacak ciddiyetteki figürlerin alışıldık mahallelerinden kopması ve karşı tarafa katılmasıydı. Bunun altyapısı Obama döneminde oluştu. Amerikan devleti, sosyal medyanın yayılmasıyla büyüyen “bireyselleşmenin” kendi ulusal çıkarlarını daha liberal bir altyapı üzerinde sağlamlaştıracağı düşüncesiyle bir değişim sürecine girdi. Bürokraside muhafazakârların yerini liberaller alırken devlet kurumlarının politikaları da liberalleşti. İşte bu süre zarfında kendini devletten kapı dışarı edilmiş hisseden muhafazakârlar içinde yeni bir akım oraya çıktı; MAGA. Trump’ın başını çektiği bu sağ popülist akım herkesin bildiği üzere izolasyoncu, modern Amerikan dış politikasıyla biraz da çelişkili bir konumdaydı. Trump’ın hareketinin öncülü 2000’lerin sonunda ortaya çıkan “Çay Partisi” hareketi olmuştu. Trumpism’in sosyal muhafazakârlığının aksine kendini iktisadi boyutta var eden vergi karşıtı bu hareket partinin ilk “radikal çıkışı” olarak bilindi. Ancak Cumhuriyetçiler daha MAGA ile tanışmamışlardı.

Trump’ın Cumhuriyetçi partiyi ele geçireceğini 2016 ön seçim münazarasında anladık. George W. Bush’un kardeşi Jeb Bush ile sert tartışmalara giren Trump, neredeyse her cümlede Bush’a ve destekçilerine hakaret ediyordu. Jeb Bush siyasi tarihe geçecek o cümleyi sarf etti;

“Donald, insanlara hakaret ederek başkanlık koltuğuna oturacağını sanıyorsan yanılıyorsun!”

Trump tam da bu şekilde koltuğa oturmayı başarmıştı. Bu, alışkın olduğumuz merkez sağ Cumhuriyetçinin partideki yerini kaybedeceğine işaret ediyordu. Artık hakaret etmek partide istisna değil normdu. Eski şahin politikalar yerini izolasyonculuğa bırakacaktı. Amerikan devlet yapısı ulusal güvenlik çıkarlarını bir şekilde Trump yönetimine entegre etmeye çalıştı. Trump’ın “iş adamı” kimliği sayesinde bazı yerlerde anlaşmalar yapıldı, bazılarındaysa sorunun etrafından dolaşıldı. Mesela Trump’a “Suriye’den çekildik” denildi. Ancak Amerikan devletinin başka planları vardı.

Tüm bu değişim süreci partinin eski şahinleri için tahammül edilemez bir hal almıştı. Ciddi bir kırılma İran meselesinde yaşandı. Kasım Süleymani ABD tarafından öldürülmüştü. Trump’ın danışmanlarından ( ve en şahin Cumhuriyetçilerden ) John Bolton, İran’a savaş açılmasını istemiş ancak Trump bu isteğini reddetmişti. İkili arasındaki gerginlik Bolton’un kovulmasıyla sonuçlandı.

Artık bu noktadan sonra merkezdeki Cumhuriyetçiler, Trump’la anlaşılamayacağında hem fikir oldular. 2020 seçim sathına girildiğinde kopuşların en büyüğü yaşandı. George W. Bush başta olmak üzere sayısı 100’ü aşkın eski asker, diplomat ve bürokrat olan Cumhuriyetçi Joe Biden’a destek açıklamıştı. Onlara göre Trump, Amerikan demokrasisi için bir tehditti.

Göçün zirvesi

Geçtiğimiz yıl George W. Bush döneminin güvenlik danışmanlarından Dov Zakheim ile bir röportaj yaptım. Zakheim de Biden’a destek açıklayan Cumhuriyetçilerden biriydi. Bana, “Demokratlara oy vermek hiç içimden gelmiyor ancak Trump tekrar aday olursa başka şansım yok” demişti.

2024 seçimleri için ise benzer açıklamalar ardı ardına geldi. Önce George W. Bush ve yakınları, sonraysa Mitt Romney, John McCain ve Dick Cheney gibi şahin Cumhuriyetçiler Harris’e destek açıkladılar. Bu göçün yarattığı en ilginç durumlardan biri de Bernie Sanders gibi “sol” bir siyasetçinin yıllarca savaş suçlusu olarak lanse ettiği Cheney’nin açıklamasını “demokrasiyi savunmak için cesurca bir tutum” olarak nitelendirmesi oldu. Artık taraflar değişmişti. Ne kadar Demokratların kültürel akımlarından keyif almasalar da merkez Cumhuriyetçiler ülkenin ulusal güvenliği için kendilerini karşı cepheye göç eder halde buldular.

Bu göçün benzeri diğer tarafta da yaşandı. Müesses nizam karşıtı olarak bilinen Hawaiili Demokrat Tulsi Gabbard, Demokrat Parti’den ayrılmıştı. 2024 ön seçimlerinde partide kendine yer bulmakta zorlanan ancak ciddi bir destek yakalamayı başaran Robert F. Kennedy Jr. da bağımsız aday olmaya karar verdi. Bu ikili kısa süre içerisinde kendilerini Trump’a destek açıklarken buldular. Onlara göre müesses nizamı yenmek için bir birlik hükümeti kurulması gerekiyordu.

Gabbard, Trump için önemliydi çünkü 2020’de Kamala Harris’in tüm bagajlarını ön seçim münazarasında yüzüne vurarak adaylık hayallerini bitirmişti. Kennedy ise Clinton’larla birlikte belki de en popüler Demokrat ailenin üyesi olarak siyaset yapıyordu. Covid-19 dönemindeki aşı karşıtlığının en önde gelen isimlerinden biri olan Kennedy, Trump yönetimini düşman gördüğü ilaç şirketlerine karşı bir çare olarak gördü.

Bu iki Demokrat’ın Trump’a destek açıklaması aynı karşı cephedeki gibi büyük politik göçün zirvesine ulaştığımızı gösteriyor. Artık tüm öğeleriyle aşina olduğumuz Amerikan müesses nizamı, Demokrat Parti’ye tamamen entegre oldu. Cumhuriyetçi Parti ise Trump altında statükoyla kısmen ya da komple sorunu olan, içinde merkez sağdan liberallere, sistem karşıtı solculardan neo-nazilere, en az karşı taraf kadar enteresan bir ittifak kurmayı başardı. İşte Amerikan halkı da bu absürd yeni düzene ayak uydurmaya çalışıyor. Hangi cepheye doğru bakarsanız bakın, tek bir yorum hepsini özetliyor; Kimler, kimlerle beraber!

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Trump ve Harris’in ekopolitik yaklaşımındaki temel farklar

Yayınlanma

Yazar

ABD, 5 Kasım’da belki de tarihinin en çekişmeli ve olası sonuçları açısından da tekil güç olarak devamını ya da çok kutuplu dünyanın kapısını açacak türden bir seçime doğru ilerliyor.  Seçimi bu denli çekişmeli ve önemli kılan ise hiç kuşkusuz bir önceki başkan Donald Trump’ın küresel müesses nizamın oldukça dışında olan çizgisi ve geçmiş başkanlık döneminde yaşananlar.  Özellikle de 2021’deki Kongre Baskını, tarihe unutulmaz bir sahne olarak girmişken; en azından kendi açımdan öyle çok huzurlu bir seçim ortamı da beklemediğimi ifade etmeliyim.

Ancak biz ne beklersek bekleyelim, sonuçta seçim sonucunu belirleyecek olanlar ABD vatandaşları ve bunun için de şaibe ve müesses nizamdan çok hayatın gerçekleri etkili olacak. Tıpkı Avrupa’da ve dünyanın başka bölgelerinde aile içinde ya da arkadaş ortamında konuşması bile tepki çeken marjinal ya da aşırı sağ olarak kategorize edilen siyasi partilerin sadece göçmen sorunu nedeniyle seçim kazanmadığı gibi ABD’de de son derece geçerli olacak bir “ekonomi” değişkeni var.

Başkan adaylarının seçim yarışı şimdilik oldukça çekişmeli gözüküyor. FT’a göre anketlerde her ne kadar Harris bir miktar önde olsa da seçime iki ay kala yarış berabere gözüküyor.

Öyleyse gelelim adayların olası ekonomi politikalarına:

Trump’ın ekonomi politikalarının ana çerçevesi MAGA mottosuna dayanarak, ABD’de üretimi yeniden artırmak ve kotalarla yeni bir ticaret düzeni oluşturmak

  • Vergileri düşürmek,
  • Kamu harcamalarını azaltmak, (Küresel kurumlara ve diğer ülkelere yapılan yardımlar da dahil)
  • Fosil enerji üretimini artırmak, (Yeşil dönüşüme ülke içinde destek verilirken, AB Yeşil Mutabakatı kurallarına uyulmayabilir)
  • Yüksek dış ticaret tarifeleri uygulamak: Çin’den gelenlere yüzde 60; diğerlerine yüzde 10-20 bandında ekstra gümrük tarifesi
  • Düşük faiz oranı dolayısıyla düşük dolar (Düşük faiz söylemi, Fed’in o çok övünülen bağımsızlığına zarar verebilir)
  • Elon Musk’ın köklü reformlar önerecek olması (En çarpıcı olanı)

Harris’in ekonomi politikaları daha çok mevcut başkan Biden’ın çizgisinde ve

  • Sosyal güvenlik politikaları (ABD’de çok düşük düzeyde kalan bir alan olduğu unutulmamalı)
  • Fiyat kontrollerine dayalı enflasyonla mücadele (Tepki çeken bir uygulama)
  • Küçük işletme sahiplerine vergi avantajı yaratırken, büyük şirketlere ve zenginlere vergi artışı (Vergi artışı kısmı her zaman tepki çekicidir)

Bu söylemlerin dışında ekopolitikte en önemli ayrım; ABD’nin küresel müesses nizamdaki lider pozisyonunu sürdürüp, sürdürmeyecek oluşudur. Çünkü Ukrayna’ya yardım meselesinde olduğu gibi Trump’ın NATO dahil tüm küresel örgüt ve diğer ülkeleri finanse etmekte iştahlı olmaması asıl oyun bozucu parametre olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada Trump’ın  “NATO’ya borcunu ödemeyen üye ülkelere Rusya’nın saldırmasını teşvik edeceğim” sözünü ve Paris Anlaşması’ndan çıkış kararını hatırlamakta fayda var.

Demokratlar cephesinde ise Biden hükümeti tarafından Çin teknoloji ürünlerine uygulanan kotalar ve AB’ye de bu konunun angaje edilmesiyle “ulusal güvenlik tehdidi” kavramı etrafında birleşilen yeni bir bölgeselci ticaret anlayışı dikte edilmekte olup, bu durum da Trump’ın ki kadar marjinal olmasa da neoliberalizmin serbest ticaret varsayımına aykırıdır.

Trump, Musk’ın ayrıca federal hükümette kapsamlı bir denetim gerçekleştirecek ve israfı azaltmak için “köklü reformlar” önerecek komisyona liderlik edeceğini ifade etmektedir ki bu da bana verimlilik artışının esas tutulacağı yönünde yenilikçi bir tutum gibi geldi ve fakat oldukça tepki çekeceği de aşikar…

Her iki adayın politikaları da var olan bütçe açıklarını daha da artırıcı olarak görülürken; Trump’ın politikaları kısa dönemde hem enflasyonu artırıp, hem de büyümeyi baltalayacağı biçiminde kritik ediliyor. Diğer taraftan Harris tarafında en çok merak edilen konuysa vaat edilen sosyal yardımların hangi dozda vergi artışlarıyla finanse edileceği…

Seçim anketlerinde birincil öncelik ekonomiyken, durum memnun edici mi?

ABD’deki mevcut ekonomik görünüme bakılacak olursa; uzunca bir süre enflasyonu düşürmek adına pozitif reel faiz veren Fed’in bu ayın 18’indeki toplantıda artık faiz indirim döngüsüne girmesi bekleniyor. Ancak manşet enflasyon halen yüzde 2 hedefinden uzakta ve istihdam verilerindeki yıllık 818k aşağı yönlü revizyon ve yine tarım dışı istihdamın Ağustos ayında beklentinin altında kalması hem verilere olan güveni sarsmış hem de ara ara servis edilip, ardından özenle kaldırılan resesyon haberlerini yeniden hortlatmış durumda. Resesyona yönelik endişeler pek de tutarsız sayılmaz zira hatırlanacak olursa;  Fed’in Ocak 2001 ve Eylül 2007’de faiz oranlarını düşürmeye başlamasından sadece birkaç ay sonra ekonomi resesyona yenik düşmüştü. Tıpkı enflasyonist dönemde geçici diyerek, faiz artışlarına geç başlamış olması gibi bu defa da geç gelen bir indirim; gelmekte olanı durdurmayabilir….

Mevcut verilerde;

  • Pandemide helikopter paralarla dağıtılan aşırı tasarruflardan artık eser yok zira ülkede kişisel tasarruf oranı 2019’daki seviyenin yarısı kadar bile değil,
  • Tüketici kredisi gecikme oranları işsizliğin yüzde 9,4 olduğu 2010 yılındaki seviyelere yükselmiş durumda
  • Konut piyasasında stres emareleri yüksek: Hem inşaat sektörü güveni hem satışlar hem de başlangıçlar düşük seviyede. Ayrıca ticari gayrimenkul tarafı orta ve küçük ölçekli bankaları da tehdit ediyor.
  • Üretim faaliyeti tekrar yavaşlıyor. ISM üretim endeksinin yeni sipariş bileşeni Ağustos ayında Mayıs 2023’ten bu yana en düşük seviyeye gerilemiş durumda. Üstelik Biden’ın IRA ve CHIPS yasası bağlamındaki sübvansiyonlara rağmen genel eğilim düşüşte

Bunca süredir devam eden güçlü sıkılığa karşın belki yukarıda veriler eğer 2001 ve 2007 döngüsünü takip etmez, azalan petrol, yükselen altını da hesaba katmazsa kabul edilebilir sınırlar içerisindedir.

Ancak mevcut görünümdeki bir başka sorun da ABD’nin enflasyon ve istihdam verilerini yayınlayan istatistik bürosundaki bir dizi bilgi sızdırma, verileri erken yayınlama gibi olayların kamuoyu nezdinde güven sorunu yaşatıyor oluşudur. Büro, bu sene şubat (bilgi sızdırma), mayıs  (erken yayınlama) ve son açıklanan üstelik de 818k aşağı revize edilen yıllık istihdam raporunun sızdırılması gibi üç olay sonucunda inceleme altındadır.

Özetle son derece başabaş giden ve derin ekopolitik görüş farklılığına sahip, adaylar arasındaki bu seçim; bir anlamda tek kutuplu dünyadan çok kutupluluğa geçiş aşamasında olan dünya siyasetine de neoliberalizmin dönüşümü bakımından önemli anlamlar yüklemektedir.

Mevcut konjonktürde Çin’in teknolojik dönüşümü sağlaması ve Rusya ekonomisinin ağır ekonomik yaptırımlara rağmen tahmin edilenin aksine çökmemiş oluşu; Batı’nın neoliberalizm anlayışını yeni bir ulusal güvenlik tehdidi gerekçesiyle rafa kaldırmasına neden olmuştur. Küresel ekonomideki bu dönüşümü ABD’de hangi aday kazanırsa kazansın engellemek olası gözükmemekle beraber, Trump’ın MAGA’sının çok hızlandıracağı ise bir gerçektir.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English