DÜNYA BASINI
İran-BAE normalleşmesinin dinamikleri
Yayınlanma

İran ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), yedi yıllık bir gerilimden sonra bu yıl ilişkileri yeniden tesis etmeye kararı aldı. Bu kapsamda nisan ayında karşılıklı büyükelçiler atandı. Gelişme bölgedeki gerilimin azaltılması ivmesine uygundu. Suudi Arabistan-İran normalleşmesi üzerine çok yazılıp çizildi ancak İran-BAE ilişkilerindeki dinamiğin üzerinde çok durulmadı. Peki iki ülkeyi Çin gibi “ağır” bir arabulucu olmadan masaya oturtan sebepler neydi, Tahran ve BAE’nin karşılıklı beklentileri neler ve ABD bu ilişkinin neresinde?
Dubai Kamu Politikaları Araştırma Merkezi (B’huth) Genel Müdürü Muhammed Baharoon ve Orta Doğu Enstitüsü İran Programı Direktörü Alex Vatanka İran-BAE ilişkilerinin dinamiğini inceledi:
***
İran ve KİK iş birliği gündemi: Washington’un İran politikasına dair öneriler
İran muhtemelen Birleşik Arap Emirlikleri’nin “düşman” olarak nitelendirebileceği tek ülke. İki ülke, İran’ın 30 Kasım 1971’de “ele geçirdiği” ancak BAE’nin kendi toprağı olduğunu iddia ettiği Körfez’deki üç ada (Ebu Musa ile Büyük ve Küçük Tunblar) üzerinde anlaşmazlık yaşıyor. Yine de BAE-İran ilişkisinin siyasi pragmatizm veya riskten kaçınma gibi kavramların tek başına açıklayamayacağı daha önemli ve çok katmanlı bir yönü daha var.
Körfez bölgesinde hâkim siyasi iklim şu anda gerilimi azaltma yönünde. BAE ve İran örneğinde, mevcut bir dizi bağlantı gerilimi azaltma sürecini hızlandırmaya yardımcı olabilir ve bunun bölgedeki başka herhangi bir yerden daha hızlı gerçekleşmesini sağlayabilir. Uzun süredir BAE’nin İran politikalarını şekillendirme çabaları göz önüne alındığında sonuç sadece BAE ve İran’ı değil, ABD’yi de ilgilendirmeli.
BAE’nin pragmatik hesapları
Toprak anlaşmazlıkları tarih boyunca çatışmaların başlıca sebeplerinden biri olmuştur ve bugün de Ukrayna’daki savaşın ve Güney Çin Denizi’ndeki gerilim ve militarizasyonun merkezinde yer alıyor. BAE’ye göre İran’ın üç adaya sahip olması, Lübnan’ın güneyindeki tartışmalı Şebaa Çiftlikleri bölgesi üzerindeki Lübnan-İsrail çatışmalarına benzer bir çatışma kaynağı olabilirdi.
BAE’nin savunma bütçesine bakıldığında İran’ın büyük bir endişe kaynağı olduğu açıkça görülüyor. BAE, 2023 yılında 23,2 milyar dolar olarak tahmin edilen savunma bütçesiyle Orta Doğu’daki en büyük üçüncü harcamayı yapan ülke konumunda. Bunun büyük bir kısmı hava savunmasına tahsis ediyor. BAE, Rus yapımı orta menzilli Pantsir-S1 ile birlikte ABD menşeili Terminal Yüksek İrtifa Alan Savunması (THAAD) ve MIM-104 Patriot PAC-3 sistemlerini işletiyor. BAE ayrıca kısa bir süre önce Güney Kore yapımı II KM-SAM hava savunma sistemlerini almak için 3,5 milyar dolarlık bir sözleşme imzaladı. Tüm bu hava savunma yatırımlarının tek bir amacı var: İran’ı ve Yemen’deki Husiler gibi bölgesel ortaklarını caydırmak.
Ancak olası bir tehdit olarak İran, hikâyenin tamamı değil. BAE İran’a bir başka prizmadan, “küresel bağlantı gündemi”nden de bakıyor. Bağlantının dört arterine – ticaret, insanlar, para ve bilgi – bakıldığında, ticari ilişki muhtemelen en bariz olanı.
BAE, diplomatik ve güvenlik ilişkileri gerildiğinde bile İran’la ticaretini ve insanlar arası ilişkilerini sürdürdü. Nitekim BAE, 21 Mart 2022-20 Ocak 2023 döneminde toplam 19,77 milyar dolar değerinde 20,27 milyon ton mal ticaretiyle İran’ın en büyük ticaret ortağı oldu. Bu rakam, İran’ın aynı dönemde, pek çok kişi tarafından Tahran’ın Arap dünyasındaki en yakın ortağı olarak görülen Irak’la yaptığı 9,08 milyar dolarlık ticaretin iki katından fazla.
İnsan akışı da benzer bir gerçeği yansıtıyor. BAE’de yaklaşık 480.000 İranlı yaşıyor, yani toplam nüfusun yaklaşık %4,76’sı. Buna karşılık Mısırlılar BAE nüfusunun yaklaşık %4,23’ünü oluşturuyor.
Turizm de bir başka gösterge. İki ülke kısa süre önce Etihad Havayolları, Emirates, flydubai, Air Arabia ve RAK Havayolları tarafından gerçekleştirilmek üzere BAE’den İran’a uçuşları haftada 215’e çıkarma konusunda anlaştı. Arap Yarımadası devleti ayrıca Iran Havayolları, Mahan Havayolları, İran Aseman Havayolları, Caspian Airlines, Kish Air ve Taban Air’e BAE’ye uçuş izni verdi.
Bu arada BAE, Silahların Yayılmasını Önleme ve Kontrol İcra Dairesi ve Merkez Bankası’nın eylemleri yoluyla silahların yayılmasını önleme ile ilgili olanlar da dahil İran’a yönelik uluslararası yaptırımlara katılsa da iki ülke arasında yaptırım dışı para transferlerini desteklemeye devam ediyor. Bu, iki büyük İran bankasının, İran Milli Bankası ve İran Saderat Bankası’nın BAE’de faaliyet göstermesine izin vermenin yanı sıra BAE’nin İranlı gurbetçiler tarafından İran’a yapılan havaleler de dahil döviz bürolarının ticari olmayan işlemler gerçekleştirmesine izin vermeyi de kapsıyor.
İran ile “bilgi ilişkisi”ni belki de en iyi şekilde Fucayra ve Bandar Cask arasında 170 kilometre uzanan BAE-İran denizaltı kablosu gösteriyor. Ayrıca BAE’ye ait telekomünikasyon şirketi Etisalat’ın bir yan kuruluşu olan E-Marine, İran ile Kuveyt arasında denizaltı kablolarının uzatılması için çalışıyor.
Ancak bilgi paylaşımı Tahran için Kovid-19 salgınına kadar önemli değildi. BAE’nin İran’a yardım olarak yolladığı test kitleri, yalnızca İran’ın virüsün kendi nüfusuna yayılma boyutunu belirlemesine yardımcı olmakla kalmadı, aynı zamanda bu verilerin uluslararası sağlık kuruluşlarına aktarılmasını da kolaylaştırdı.
Görünüşe göre İran, dünyayla bağlantısını sınırlamak için çok çalışıyor ve çoğu yabancı sosyal medya platformuna erişimi engelliyor. Yine de Ocak 2022 itibarıyla ülkede internet erişimine ulaşan insanların oranı yaklaşık %84,1 ve mobil internet kullanım oranı %109,27 iken, genişbant indirme hızları Mayıs 2022 itibariyle saniyede 10,34 megabit (Mbps) gibi yüksek bir rakamdı. Hükümetin mobil ağlar için beşinci nesil (5G) teknolojisini geliştirmeye yönelik çabaları nedeniyle Economist’in Kapsayıcı İnternet Endeksi’nde ankete katılan 100 ülke arasından İran 45. Sırada yer alıyor. Bu, vatandaşlarının internete erişimini sınırlamak gibi çelişkili hareketlerine rağmen, İran’ın küresel dijital bağlantısını artırma yönündeki atağı gösteriyor.
BAE, 2021’de 50. Kuruluş yıldönümü yaklaşırken, liderliği neler başarıldığını ve hala yapılması gerekenleri değerlendirmeye başladı. Önümüzdeki yarım yüzyıl için yeni pusula, “Gelecek 50 Yıl İçin 10 İlke” başlıklı bir belge şeklini aldı. Ekonomik kalkınmanın en yüksek ulusal çıkar olduğunu öngören bu ilkeler, BAE’nin Yemen, İsrail, Türkiye, Katar ve İran ile uygulamaya başladığı gerilimi azaltma politikasının temelini oluşturuyordu. Güvenlik parametrelerinin savunma yeteneği oluşturmaktan “iyi komşuluk”a yatırım yapmaya şeklinde değiştiği belgenin beşinci ilkesinde açıkça yazıldı.
İran’ın “Komşuluk Politikası”
İran söz konusu olduğunda BAE de aynı şekilde iyi niyet arayışına girecek. Kâğıt üzerinde bu zor olmasa gerek. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi 2021’de iktidara geldiğinden beri defalarca Tahran’ın bölgedeki komşularıyla ilişkilerinin merkezine ekonomik iş birliğini koymak istediğini iddia etti ve bu yaklaşıma “komşuluk politikası” adını verdi.
Eğer bu gerçekleşirse İran’ın bölgesel politikasında büyük bir değişim yaşanmış olacak. 1979’dan bu yana Tahran’da iktidardaki İslamcılar sık sık bölgesel dayanışma ve istikrardan bahsetse de fiilen ekonomik iş birliğini ikinci plana iten ideolojik hedefler güttüler. İran’ın bölgesel politikalarına yön veren ve liderliği tarafından dile getirilen temel ilkeler geçmişte Arap ülkelerindeki Şii İslamcı hareketlere (Bahreynli veya Suudi Şiiler gibi) ve Sünni İslamcı hareketlere (Hamas ve Filistin İslami Cihad gibi) destek ve ABD’yi Orta Doğu’nun dışına itme ve İsrail’le yüzleşme gibi tartışmalı adımları içeriyordu. Diğer tüm Körfez ülkeleri için olduğu gibi BAE için de bu, Arapların iç işlerine karışmak ve kırmızı çizgiyi aşmak anlamına geliyordu.
BAE’nin ABD ile yakın ilişkileri ve 2020’de İsrail ile diplomatik ilişki kurma kararı göz önüne alındığında, Tahran’ın ABD ve İsrail karşıtı duruşu en hafif tabirle ilişkileri zorlaştıran bir başka faktördü. Ancak bu durumun BAE’nin Tahran’a yaklaşımını tamamen şekillendirmesine asla izin verilmedi. İran bir kenara atılamayacak kadar büyük bir komşu.
Aynı şey İran için de geçerli. Örneğin İran, BAE ile ilişkiler söz konusu olduğunda İsrail meselesini hiçbir zaman anlaşmayı bozan bir unsur haline getirmedi: İran, BAE’nin İbrahim Anlaşması’na katılma kararından yakındı ama o zamandan beri bu konuyu önemsizleştirdi.
İranlılar her şeyden önce BAE’nin bankacılık sektörü başta olmak üzere ikili ekonomik ilişkilerini geliştirmesini istiyordu. Trump yönetiminin 2018’de İran’a karşı “maksimum baskı” kampanyası başlatmasının ardından dönemin Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran hükümetinin “Komşularla İşbirliğinin Geliştirilmesi” başlıklı konferansının ikinci oturumunda açıkladığı gündemin bir parçası olarak daha yakın bankacılık ilişkileri kurmak için bir girişim başlattı.
Ruhani’nin bölgeye seslenişi, İran’ın komşularından yardım çağrısı ve yardım edenlere kâr payı vaadinin bir bileşimiydi. Bu konuşma aynı zamanda uyarı da içeriyordu. Kendisinin de ifade ettiği gibi, “Tüm bölgeyi kalkındırmak için bölgedeki tüm kardeşlerimizle samimiyetle çalışmalıyız. Bölgede koordineli ve paylaşılan bir ekonomi, barış ve güvenliğin sağlanmasına yardımcı olacaktır.” İran Cumhurbaşkanı’nın başka seçeneği yoktu. Satabileceği ham petrol miktarını ciddi şekilde sınırlamak, İran’ın uluslararası finans sistemine erişimini engellemek ve İran’a döviz, özellikle de Amerikan doları transfer edilmesini ciddi şekilde kısıtlamak da dahil Donald Trump’ın İran politikası; Tahran’ı çeşitli düzeylerde şok etmişti. ABD’nin bu eşi benzeri görülmemiş savaşı İran’ın yaratıcı bir yanıt vermesini gerektirdi.
Kısacası, ABD yaptırımları nedeniyle İran’ın komşuları herhangi bir mal alışverişi için İran’a resmi olarak uluslararası para birimi, özellikle de dolar transfer edemiyordu. Sonuç olarak İranlılar, ulusal para birimlerini kullanarak ikili ekonomik ilişkileri güçlendirmek, serbest ticaret anlaşmaları imzalamak ve bazı mallarının yeniden ihracatı da dahil ihracatı artırmaya yönelik önlemler gibi alternatif çözümler için komşu ülkelere bakmaya başladı.
Yaptırımların yarattığı sorunlar göz önüne alındığında, İran’ın petrol dışı ihracatını geliştirmekten ve komşu ülkelere ve bölgeye odaklanmaktan başka seçeneği neredeyse yoktu. Komşu ülkelere coğrafi yakınlık maliyetleri azaltır ve takas işlemlerinde para veya mal transferini kolaylaştırır. Ayrıca komşular arasındaki ekonomik ilişkiler ne kadar yakın olursa o kadar siyasi iyi niyet yaratılabilir. Tahran’ın umduğu da kesinlikle buydu.
ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlar Biden yönetimi altında da devam ederken ve İranlılar dövize erişim sağlamakta zorlanırken, BAE bankalarının Tahran için kolaylaştırıcı rolü daha da önem kazandı. ABD yaptırımları riyal üzerinde büyük baskı yaratmıştı ve Reisi hükümeti ulusal bütçesi için para basmaya devam ediyordu. İran’ın, riyali destekleyecek yeterli dövizi olmadığından, para birimi değer kaybederek enflasyonu körükledi.
ABD dolarına erişimi güvence altına almak Tahran için kritik hale geldi ve üst düzey İranlı yetkililerin Körfez ülkelerine yaptığı son ziyaretler bu bağlamda okunmalı. İran Merkez Bankası (CBI) Başkanı Muhammed Reza Farzin, Ocak 2023’te BAE’ye yaptığı ziyaret sırasında Körfez ülkeleriyle daha yakın “ekonomik, parasal ve bankacılık ilişkileri” için bastırdı. Farzin daha önce de ocak ayında benzer bir misyonla Doha’yı ziyaret etmişti.
İran bankacılık heyetinin bu ziyaretinin, BAE bankalarından ABD dolarına erişim sağlamanın yanı sıra, BAE’deki “İranlı iş adamları için gerekli [finansal] kaynakların sağlanması” da dahil bir dizi başka amacı da vardı. İran-BAE Ticaret Odası’na göre, BAE’de iş kuran İranlı şirket sayısı giderek artıyor. Bu durum Tahran’ın, İran iş dünyası ile Körfez ülkeleri arasında daha güçlü ilişkiler kurma arzusunu yansıtıyor ve küçük işletmeler ilişkilerin yeni omurgasını oluşturuyor.
Bunun da ötesinde, BAE’de İranlılar tarafından satın alınan mülklerin hacminde bir artış oldu. Dolayısıyla iki ülke arasında hareket eden sermayedeki artışı idare etmek için daha güçlü bankacılık kanallarına ihtiyaç var. Yine de İranlı yetkililer, İran yaptırımlar altındayken ya da Mali Eylem Görev Gücü (FATF) gibi kuruluşlarla kara para aklamayı önleme anlaşmaları imzalayana kadar İran-BAE ekonomik ilişkilerinin asla tam potansiyeline ulaşamayacağını kabul ediyor.
İran-BAE dengesi karşısında ABD’nin seçenekleri
BAE’nin İran’a yönelik gerilimi azaltma politikası sadece İran-BAE ilişkilerini etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda tüm bölgeye ve Amerikan çıkarlarına da fayda sağlıyor. Körfez bölgesinde gerilimin düşürülmesi ABD’nin güvenliği sağlama maliyetini azaltabilir ve “Asya’ya yönelme” ya da Rusya’ya daha fazla odaklanma konusunda daha serbest hareket edebilir. Ayrıca hem İran hem de İsrail Körfez İş birliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle daha bağlantılı hale geldikçe bu durum İsrail’e yönelik tehdidi de azaltabilir. Ekonomik olarak daha bağlantılı bir bölgede, ekonomik faydanın değeri İran için “caydırıcı nükleer kapasitesinden” çok daha yüksek hale gelir.
BAE’nin benimsiyor gibi göründüğü İran politikası, bölgesel istikrara yatırım yapan daha geniş “komşuluk politikasının” bir parçası. BAE için bölge ve dünya ile bağlantılı bir İran, küresel enerji arzını, gıda güvenliğini ve Orta Asya, Avrupa ve Afrika arasındaki tedarik zincirlerini sürdürme çabalarını güçlendirecektir.
Başka bir deyişle, BAE İran’ı bağlantı gündeminin prizmasından görüyor, ancak İran’ın BAE’yi ve Arap Yarımadası’nın geri kalanını aynı şekilde görüp görmediğini veya bu ülkeleri bir etki alanı olarak mı yoksa kendisini Amerikan yaptırımlarının yükünden kurtarmaya çalışırken kendisine kısa vadeli faydalar sağlayan bir grup ekonomi olarak mı gördüğünü göreceğiz.
İlginizi Çekebilir
-
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor
-
Lukaşenko: Ukrayna, Putin ile gizli görüşmelere başladı
-
Almanya’da Siemens yöneticileri Kırım’a türbin sevkiyatı nedeniyle yargılanacak
-
G7 bildirisinin hedefinde İran var
DÜNYA BASINI
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
Yayınlanma
6 gün önce10/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
Lyon Üniversitesinde öğretim üyesi ve Washington Institute for Near East Policy’de uzman olarak çalışan coğrafyacı Fabrice Balanche, aşağıda yayınladığımız makalesinde Suriye’de HTŞ bağlantılı grupların Lazkiye, Tartus ve Humus’ta çoğunlukla Alevi sivillere yönelik gerçekleştirdiği katliamların izini sürüyor ve HTŞ’ye karşı silahlı isyanın, Alevi kasabalarına yönelik rastgele ve ölümle sonuçlanan mezhepçi müdahalelerin hemen ardından başladığına işaret ediyor. Balanche, yaşananların sorumlusunun Ebu Muhammed el-Colani lakaplı Ahmed eş-Şara olduğunu yazıyor. Fransız uzman, 7 Mart’ta yazdığı bir başka yazıda, katliamlar doruk noktasındayken, şöyle diyordu: “[Aleviler] Geçtiğimiz üç ay boyunca aşağılanma ve kötü muameleye maruz kaldılar. Cinayetler hâlâ çözülemedi ve devlet memurları ve askerler işlerini kaybetti. Kıyı kentlerinde, Humus’ta ve Şam’da bu topluluğa yönelik hakaret ve provokasyonlar olağan hale geldi.”
Şam’daki İslamcı rejimin resmi açıklamalarını tekrarlayan France Inter de dahil olmak üzere birçok medya kuruluşuna göre şiddet olaylarından “eski rejim destekçileri” sorumludur:
Askerlerin eski Esad rejiminin destekçileri tarafından saldırıya uğramasının ardından, Esad’ın kalesi olan Alevi bölgesinde 1.300’den fazla kişinin ölümüne yol açan bir şiddet dalgası yaşandı (Les massacres en région alaouite menacent la transition syrienne | France Inter), France Inter – 10 Mart 2025 Pazartesi, saat 8.17.
Gerçekte her şey 4 Mart’ta Lazkiye’de başladı. Önceki gece Lazkiye’nin işçi sınıfından bir Alevi bölgesi olan Datur yakınlarında Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) üyeleri öldürüldü. Bunun üzerine HTŞ bölgeyi kuşattı ve sabahın erken saatlerinde ağır silahlarla saldırdı. Lazkiye’de ve bu bölgede yaşayan tanıdıklarım haberi duyar duymaz beni aradı. Alevilere yönelik şiddetin çoktan başladığını kanıtlayan görüntüler ve videolar gördüm. Tepeden tırnağa silahlı İslamcılarla dolu kamyonetler bölgeyi boydan boya kat ediyor, binalara rastgele ateş açıyor ve bölge sakinlerine domuz diyorlardı. Birkaç minibüs cesetlerle dolu olarak bölgeden ayrıldı. 5 Mart Çarşamba günü helikopterler Banyas’ın doğusundaki Alevi köyü Daliye’ye bomba yağdırdı. Burası yüz kadar türbeye ev sahipliği yapan ve saygın şeyhlerin dini eğitim verdiği ünlü bir Alevi hac yeridir; Esad rejimine askeri kadro sağlayan bir köy değil. HTŞ’nin saldırısı Alevi toplumunu hedef aldı.
6 Mart Perşembe günü HTŞ ve müttefiklerine ait pikap kortejleri sahil bölgesine akın etti ve dağı ele geçirmeye çalıştı. İşte o zaman bazıları pusuya düşürüldü. Önceki rejimin eski askerleri ve istihbarat ajanları bu tehdit karşısında pasif kalmaya hazır değildi. Mahir Esad’ın dördüncü tümenindeki üst düzey subaylardan biri olan Tuğgeneral Giyas el-Dali liderliğinde Suriye sahilinde “Askeri Konsey” kurulduğunun açıklanması, bu geniş çaplı askeri operasyon için bir bahane oldu. Çünkü bu “Alevi ayaklanması” sahil bölgesini kontrol altına almaktan acizdir.
Sonuç olarak, dağlarda sivillerin öldürülmesi arttı, aynı zamanda Alevi mahallesi El-Kussur’un gerçek bir katliama sahne olduğu Banyas kasabasında da. Yüzlerce kişi öldürüldü. Bugün, 10 Mart’ta, geçici başkanın yatıştırıcı güvencelerine rağmen, önceki günlerde olduğu gibi aynı yöntem kullanılarak Kadmus çevresinde şiddet devam ediyor. 200 araçlık bir kortej belirli bir bölgeye doğru ilerliyor ve 20 ila 30 araçlık gruplara ayrılarak bir köyü işgal ediyor. Bütün aileler katlediliyor ve önlerine çıkan herkes öldürülüyor. Evler elbette tamamen soyuluyor. Bu gerçekten de HTŞ ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen bir dizi baskındı. Yeni rejimin güvenlik güçleri doğrudan sorumlu tutulmamak için doğrudan müdahil olmaktan kaçınıyor. Diğer cihatçı ve İslamcı grupların harekete geçmesine izin veriyorlar.
Eş-Şara ve HTŞ’nin suçluluğunu küçümsemeyi bırakmanın zamanı geldi. Bu operasyon dikkatlice Şam’dan planlanmıştır. Geçtiğimiz üç ay boyunca Aleviler faili meçhul cinayetlerin hedefi oldular ve ülkenin tüm kötülüklerinden sorumlu tutuldular. Suriye’de Sünni bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur; bu da halk için Esad rejimi kadar korkunç olacaktır. Fransa ve Avrupa, eski bir El Kaide yöneticisi olan Ebu Muhammed el-Colani olarak da bilinen eş-Şara’yı mutlak güç arayışında desteklememelidir.

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Birleşik Krallık’ın küresel güvenlik stratejileri üzerine çalışan ve Batı sermayesini merkeze alan analizler üreten düşünce kuruluşu RUSI’den. Yazı, ABD’nin Ukrayna’nın maden kaynaklarını Batı tedarik zincirine entegre etme girişiminde karşılaştığı düşük emtia fiyatları, yatırım riskleri ve Çin’in piyasa hâkimiyeti gibi stratejik engellere odaklanıyor. Ancak ABD’nin Ukrayna’da madencilik sektörünü yönlendirme ve buradan jeopolitik kazanç sağlama hamlesi, yalnızca Çin’in bölgedeki etkisini kırmaya yönelik değil; aynı zamanda Amerikan sermayesinin jeopolitik çıkarlarını pekiştirmek ve krizleri fırsata çevirerek bölge ekonomisini küresel tekellerin denetimine açmak gibi daha derin bir dönüşümün parçası. Bu da Ukrayna’yı bir kez daha küresel güç mücadelesinde kendi kaderini tayin etme yetisini yitirerek, emperyal hesapların taşeron aktörlerinden biri olma rolüne mahkûm ediyor.
Ukrayna’nın maden zenginliğini ortaya çıkarmak, bir Trump anlaşmasından daha fazlasını gerektiriyor
Henry Sanderson
RUSI
28 Şubat 2025
Çev. Leman Meral Ünal
ABD, Çin etkisini sınırlandırmak amacıyla Ukrayna’nın maden gelirlerinden pay almaya hazırlanıyor; ancak piyasa koşulları, yatırım ve uygulama süreçlerini zora sokacağa benziyor.
İki ülke arasında yakın zamanda imzalanması beklenen anlaşma ile ABD, Ukrayna’nın maden kaynaklarından elde edilecek gelirlerden pay almayı garantilemiş görünüyor.
Bu hafta yayımlanan anlaşma metnine göre, nihai detaylar kesinleştikten sonra Ukrayna, doğal kaynaklarından elde edilecek olası gelirlerin yüzde 50’sini ABD-Ukrayna ortak yönetimli bir fona aktarabilecek.
Muhtemel ki her iki taraf da bu anlaşmadan stratejik faydalar sağlayacaktır. Ukrayna, madencilik endüstrisini geliştirme şansı elde ederken ABD, Çin’in, olası bir Rusya-Ukrayna barış anlaşması sonrası cevher kazancı elde etmesini engelleyecektir. Öte yandan, Çin yerine Batı tedarik zincirlerine entegre edilmiş bir Ukrayna’nın, Batılı karar alıcılar için önemli stratejik hedeflerden biri olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.
Nitekim, Trump’ın ilk döneminde görev yapmış olan Cumhuriyetçi bir isim, ABD yönetiminin, kaynakları geliştirme amacından bağımsız olarak, yalnızca Çin’in bunları ele geçirmesini önlemek için bile böyle bir strateji izleyebileceğini belirtiyor. Anlaşmaya dair müzakereler ise, belirsiz yetkilerle donatılmış birden fazla ekibin kimi zaman aşırı taleplerde bulundukları, kimi zamansa agresif taktikler uyguladıkları haberlerinin gölgesinde geçiyor.
Çin’in pazar hakimiyetine karşı koymak
Ukrayna için bu sürecin başarılı olabilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye ne denli çekebileceğine bağlı. Bu da Ukrayna’nın güvenliğinin ve diğer finansal desteklerin sağlanmasını gerektiriyor. Ancak maden projeleri her durumda, halihazırda fiyatların çok düşük olduğu Çin pazarlarıyla rekabet etmek durumunda kalacaktır. Tam da bu nedenle, Trump’ın öne sürdüğü gibi milyarlarca dolarlık gelir elde edilmesi pek de olası görünmüyor.
Ukrayna Jeoloji Araştırmaları Kurumu (USGS) eski başkanı Roman Opimakh’a göre Ukrayna, titanyum, grafit, lityum ve bazı başka nadir toprak cevherlerinin yanı sıra potansiyel olarak germanyumda da dünya pazarıyla rekabet edebilir bir pozisyonda.
Ancak bu cevherler, mevcut piyasa zorlukları düşünüldüğünde, önemli yatırımları gerektiriyor.
Elektrikli araba akülerinde kullanılan lityumu ele alalım. Ukrayna, ikisi cephe hattından uzakta olmak üzere üç potansiyel sert kaya lityum yatağına sahip: Dobra ve Polohivske yatakları.
Polohivske, Ukrayna’nın orta kesiminde, Kiev’in 200 mil [320 km] güneydoğusunda yer alıyor. Ruhsat sahibi ULM şirketi, 2028 yılında petalit cevherinden lityum konsantresi üretmeyi planlıyor. Ancak bataryada kullanılabilmesi için bu cevherin önce lityum karbonata, ardından ise batarya kalitesinde bir malzemeye dönüştürülmesi gerekecek.
Ukrayna aynı zamanda lityum-iyon bataryalar için gerekli olan grafit yataklarına da sahip. Avustralyalı Volt Resources şirketi, ülkede 1934’ten bu yana işletildiği belirtilen Zavalievsky madeninden grafit üretiyor. Ancak bu materyalin bataryalarda kullanılabilmesi için daha fazla işlenmesi gerekiyor. Şirket, bunu yapmak için ABD’de bir tesis kurmayı düşündüğünü, ancak bunun için ek sermaye gerektiğini kaydediyor.
Opimakh’ın tahminlerine göre sadece halihazırda keşfedilmiş lityum ve grafit yataklarını geliştirmek için dahi yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım gerekiyor.
Ancak lityum fiyatları 2022’den bu yana yüzde 80 oranında düştü; yatırımcılar bugün Avustralya gibi güvenli bölgelerde dahi yeni lityum arzına duyulan ihtiyacı sorguluyorlar. Bu durumda Ukrayna’ya yatırım yapmayı cazip kılacak ne gibi teşvikler sunulacak?
Trump’ın elektrikli araçlara karşı sabırsız tutumu
Politika yapıcıların, tasarılarını hayata geçirmeden önce önemli bir hazırlık süreci geçirmek zorunda oldukları görülüyor. ABD ve Avrupa, bu cevherlerin herhangi bir jeopolitik fayda sağlamasından önce, onları satın alacak sanayileri inşa etmeli; aksi takdirde bu kaynakların Çin’e yönelmesi riski ortaya çıkacak.
Fakat ABD’nin yenilenebilir enerji konusundaki mevcut yönelimi bu durumu biraz sekteye uğratıyor. Trump, Biden’ın elektrikli araçlara ve temiz enerjiye yönelik sübvansiyonlarını kaldırma taahhüdünde bulunmuştu; oysa bu sübvansiyonlar, Batı’da batarya fabrikaları ve temiz enerji tedarik zincirlerini oluşturmak için gerekli olan talep desteğini sağlıyordu.
Sonuç olarak Çin, arz ve talep üzerindeki hakimiyeti sayesinde bu madenlerin birçoğunun fiyatlarını hala etkin bir şekilde kontrol edebiliyor. En büyük maden tüketicisi olarak, Çin’in iç politikaları fiyatları doğrudan etkileyebilir. Ayrıca işlenmiş cevherlerin büyük bir tedarikçisi olarak piyasaları arz fazlası ile doldurma kapasitesine de sahip.
Elbette Pekin’in arkasına yaslanıp Batı dünyasını sessizce izlemesi beklenemez; zira yüksek teknoloji ürünleri üretiminde dünyaya liderlik etmek, Çin’in temel küresel stratejilerinden biri.
Trump’ın madenlere yönelik yaklaşımı, Çin’in uzun süredir dünyayı nasıl gördüğünü de yansıtıyor: Pekin, 2000’lerin başından ortalarına kadar, kaynak karşılığında kredi anlaşmaları yapma stratejisini öncülüğünü yaparak dirençli tedarik zincirleri oluşturmayı hedeflemişti.
Ancak ortada duran en büyük soru, ABD’nin jeopolitik hedeflerine ulaşmada özel sermayeyi nasıl dahil edeceğidir: Ukrayna’ya yatırım yapmaları için özel şirketlerin çok daha fazla desteklenmesi gerekecek.
Mevcut anlaşmada yer alan ve ABD’nin “istikrarlı ve ekonomik olarak müreffeh bir Ukrayna’nın geliştirilmesine yönelik uzun vadeli mali taahhüdü”nü sürdürdüğüne dair ifadeler yeterli olmayacaktır.
Örneğin, ABD Uluslararası Kalkınma Finans Kurumu’nun bahsi geçen projelere yatırım desteği sağlaması gerekecektir.
Avrupa da madencilik projelerinin finansmanına katkıda bulunmalıdır. Temmuz 2021’de Ukrayna ve AB, Hammaddelerde Stratejik Ortaklık Memorandumu’nu imzaladı. Fakat Avrupa, ABD’nin bu hafta imzaladığı anlaşmaya dahil edilmedi.
Ancak, Ukrayna’nın gelecekteki cevher gelirlerinden pay almak için bir anlaşma imzalamak, ABD’yi veya şirketlerini bu cevherlerin küresel piyasalardaki dalgalanmalarından korumaz ve yine Çin ile rekabet konusunda zafer garantisi vermez.
Trump’ın şekillendirdiği bu yeni dönemde, ABD’nin, bu hafta imzalanacak anlaşmanın mürekkebi kurumadan, stratejisini kararlılıkla hayata geçirebilecek direnç ve sürekliliği sağlaması gerekiyor.

Çevirmenin notu: İktisatçı Michael Roberts’ın aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi, Donald Trump’ın gümrük tarifelerinin ABD ekonomisine vereceği zararı inceliyor. Nitekim, Trump Kanada ve Meksika’ya getirdiği gümrük vergilerinin önemli bir kısmından geri adım atmak zorunda kaldı. ABD Başkanının Kongre konuşmasında bu vergilerin tüketicilerde “küçük bir rahatsızlık” yaratacağı iddiası, gerçeğin bambaşka oluşuyla birlikte boşa düşüyor.
Trump’ın ‘küçük rahatsızlığı’
Michael Roberts
The Next Recession
5 Mart 2025
Görevdeki 100 günün ardından dün ABD Kongresinde konuşan Başkan Donald Trump, ABD’nin en büyük ticaret ortaklarından ithalata getirilen yeni gümrük vergilerinin “biraz rahatsızlık” yaratacağını iddia etti. Fakat yakında bunun sona ereceğini ve “gümrük vergilerinin Amerika’yı yeniden zenginleştirmek ve Amerika’yı yeniden büyük yapmakla ilgili olduğunu ” söyledi: “Bu gerçekleşiyor ve oldukça hızlı bir şekilde gerçekleşecek.”
Gerçekten de çok hızlı bir şekilde. Trump dün Kanada ve Meksika’dan ABD’ye ithal edilen mallara %25, Çin’den ithal edilen mallara ise %10 ek gümrük vergisi getirerek Amerika’nın en büyük üç ticaret ortağını önemli ölçüde daha yüksek bariyerlerle karşı karşıya bıraktı. Bu hamleler Pekin’in hemen tepkisini çekti ve Pekin 10 Mart’tan itibaren soya fasulyesi ve sığır etinden mısır ve buğdaya kadar ABD tarım ürünlerine %10-15 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Kanada da 107 milyar dolarlık ABD ithalatına, 21 milyar dolarlık ithalattan başlamak üzere, derhal gümrük vergisi getireceğini açıkladı. Başbakan Justin Trudeau, “Kanada bu haksız kararın cevapsız kalmasına izin vermeyecektir,” dedi. Ottawa’ya karşı uygulanan vergiler, %10’luk bir tarifeyle karşı karşıya olan Kanada petrol ve enerji ürünleri hariç %25 olarak belirlendi. Kanada, ABD’nin ham petrol ithalatının yaklaşık %60’ını gerçekleştiriyor.
Çin ayrıca ABD şirketlerini de hedef alarak on şirketi ulusal güvenlik kara listesine aldı ve diğer 15 şirkete ihracat kontrolü getirdi. Ayrıca ABD’li biyoteknoloji şirketi Illumina’nın gen dizileme ekipmanlarını Çin’e ihraç etmesini yasakladı. Pekin, Trump’ın ilk gümrük vergileri saldırısına yanıt olarak Illumina’yı geçen ay “güvenilmez kuruluşlar” listesine eklemişti.
Planlanan tüm gümrük vergileri ABD’nin gümrük vergisi oranını birkaç hafta içinde %20’nin üzerine çıkaracak ve bu oran Birinci Dünya Savaşı öncesinden bu yana görülen en yüksek oran olacak. Joseph Politano’nun da belirttiği gibi, ABD’nin 1,3 trilyon dolarlık ithalatını ya da ABD’ye getirilen tüm malların yaklaşık %42’sini kapsayan bu eylemlerin maliyeti muazzam ya da yaklaşık bir asır önceki meşhur Smoot-Hawley Yasası’ndan bu yana tek başına en büyük tarife artışı.
Gümrük vergileri ABD’de benzin, gübre, çelik, alüminyum, ahşap, plastik ve dahası gibi temel hammaddelerin fiyatlarını artıracak. Özellikle Meksika’dan gelen taze meyve ve sebzeler olmak üzere, bakkaliye ürünlerini bulmak zorlaşacak. Karmaşık entegre Kuzey Amerika tedarik zincirlerine –araçlar, bilgisayarlar, kimyasallar, uçaklar ve daha fazlası– dayanan imalat sektörleri, bu bağlantıların zorla koparılması halinde durma noktasına gelebilir. Üretimin özellikle Çin ve Meksika’da yoğunlaştığı telefonlar, dizüstü bilgisayarlar ve beyaz eşyalar için maliyetler artabilir. İhracatçılar artan hammadde maliyetleri, para biriminin değer kazanması ve yaklaşan misilleme gümrük vergileri nedeniyle zarar görecek ve bunların hepsi ABD iktisadi faaliyetlerini azaltacaktır.
Bu tarifelerin toplam maliyeti, ABD’li tüketicilerin ve işletmelerin ithal mal alımları için daha fazla ödeme yapmalarıyla 160 milyar doları bulacak ve daha fazlası da gelecek. Trump’ın salı günü aldığı önlemler, önerdiği önlemlerin yalnızca %40’ını oluşturuyor. Bir sonraki parti uygulamaya konulursa, ithalat maliyetini 600 milyar doların üzerine ya da GSYİH’nin %1,6’sına çıkaracak.
İthal mallara gümrük vergisi koymanın iktisadi argümanlarından biri yerli şirketleri yabancı rekabetten korumak. İthalatın vergilendirilmesiyle yurtiçi fiyatlar nispeten ucuzlar ve vatandaşlar harcamalarını yabancı mallardan yerli mallara kaydırarak yerli sanayiyi genişletir. Fakat bu argümanın çok az ampirik dayanağı vardır. New York Fed yakın zamanda artan gümrük vergilerinin yerli firmalar üzerindeki etkisini analiz etti. Çalışmada şu sonuca varıldı: “Küresel tedarik zincirlerinin karmaşık olması ve yabancı ülkelerin misilleme yapması nedeniyle gümrük tarifelerinin uygulanmasından kazanç elde etmek zordur. Ticaret savaşının açıklandığı günlerde borsa getirilerini kullanarak elde ettiğimiz sonuçlar, firmaların beklenen nakit akışlarında ve reel sonuçlarda büyük kayıplar yaşadığını gösteriyor. Bu kayıplar geniş tabanlı olup, Çin’e maruz kalan firmalar en büyük kayıpları yaşadı.”
Dahası, Danimarkalı iktisatçı Jesper Rangvid’in de gösterdiği gibi, Trump sadece iki taraflı mal ticaretine bakıyor; hizmet ticaretini ve sermaye ile emekten elde edilen kazançları göz ardı ediyor. Öyle ki, ABD’nin en azından Avro bölgesine yaptığı hizmet ihracatından elde ettiği gelir ve bu bölgeye ihraç ettiği sermaye ve işgücü ücretlerinden elde ettiği getiri, mal ticaretindeki iki taraflı açığını telafi etmektedir. Avro bölgesinin ABD ile olan toplam ikili cari işlemler dengesi sıfıra yakındır.
Trump’ın gümrük vergisi yaylım ateşi ‘Amerika’yı yeniden büyük yapmak’ bir yana, ABD ekonomisini ve onunla birlikte diğer büyük ekonomileri resesyona sürükleme ihtimaline sahip. Kiel Enstitüsü, AB’nin ABD’ye ihracatının %15-17 oranında düşeceğini, bunun da AB ekonomisinde %0,4 oranında “önemli” bir daralmaya yol açacağını, ABD GSYİH’sinin ise %0,17 oranında küçüleceğini hesaplıyor. AB’nin misilleme gümrük vergileri uygulaması halinde, bu ekonomik zararı iki katına çıkaracak ve enflasyonu 1,5 puan artıracak. Almanya’nın ABD’ye mamul mal ihracatı neredeyse %20 oranında düşerek en kötü darbeyi alacak. Zaman içinde kaybedilen ihracatın tam büyüklüğü belirsiz olsa da (tedarik zincirlerinin yeniden kurulması zaman alacağından), bu vergilerin devam etmesi halinde ABD ile ticaret yapan büyük ekonomilerin GSYİH’lerinde önemli bir düşüş yaratması muhtemel.
ABD imalatı üzerindeki genel etki, ihracat kaybında GSYİH’nin yaklaşık %1’ini bulabilir.
Bu tahminlerden biri. Yale Üniversitesi iktisatçıları daha da ileri gidiyor. Planlanan %25’lik Kanada ve Meksika tarifeleri ile %10’luk Çin tarifelerinin yanı sıra halihazırda yürürlükte olan %10’luk Çin tarifelerinin etkisini modellediler. Bu tarifelerin, efektif ortalama tarife oranını 1943’ten bu yana en yüksek seviyeye çıkaracağını hesapladılar. Yurtiçi fiyatlar mevcut enflasyon oranına göre %1’in üzerinde artacak ki bu da 2024 yılında hane başına ortalama 1.600-2.000 dolar tüketici kaybına eşdeğerdir. ABD’nin reel GSYİH büyümesini bu yıl %0,6 puan düşürecek ve gelecekteki yıllık büyüme oranlarından %0,3-0,4 puan azaltarak yapay zeka infüzyonundan beklenen verimlilik kazanımlarını silecek.
ABD’deki Uluslararası Ticaret Odası [ICC] o kadar endişeli ki, Trump planlarından geri adım atmazsa dünya ekonomisinin 1930’lardaki Büyük Buhran’a benzer bir çöküşle karşı karşıya kalabileceğini düşünüyor. ICC Genel Sekreter Yardımcısı Andrew Wilson, “Derin endişemiz, bunun bizi 1930’ların ticaret savaşı bölgesine sokan aşağı doğru bir sarmalın başlangıcı olabileceği,” diyor. Dolayısıyla Trump’ın önlemleri “küçük bir rahatsızlığın” çok ötesine geçebilir .
Yeni gümrük tarifelerinin açıklanmasından önce bile ABD ekonomisinin bir miktar yavaşladığına dair önemli işaretler vardı. Artan ithalat tarifelerinin etkisi resesyon için bir kırılma noktası olabilir. Wall Street de böyle düşünüyordu. Trump gümrük vergisi önlemlerini açıkladığında, Trump’ın seçim zaferinden bu yana ABD borsasında elde edilen tüm kazançlar silindi.
Birkaç hafta içinde ABD ekonomisine ilişkin söylem, ABD ekonomisinin “istisnailiğinden” büyümede ani bir gerilemeye ilişkin endişeye dönüştü. Perakende satışlar, imalat, reel tüketici harcamaları, konut satışları ve tüketici güveni göstergelerinin hepsi son bir iki ay içinde düşüş gösterdi. 2025’in ilk çeyreği için reel GSYİH büyümesine ilişkin konsensüs tahminleri artık sadece yıllık %1,2.
Atlanta Fed’in yakından takip edilen mevcut GSYİH ŞİMDİ izleyicisi ise tam bir daralma öngörüyor.
ABD imalatı bir yıl ya da daha uzun bir süredir durgunluk içinde fakat imalat faaliyetlerine ilişkin son göstergelerde endişe verici olan bir diğer husus da maliyetlerdeki önemli artış. ISM Başkanı Timothy Fiore, “Şirketler yeni yönetimin tarife politikasının ilk operasyonel şokunu yaşarken talep azaldı, üretim dengelendi ve personel çıkarma devam etti. Tarifeler nedeniyle hızlanan fiyat artışı, yeni siparişlerin birikmesine, tedarikçi teslimatlarının durmasına ve imalat envanterinin etkilenmesine neden oldu,” diyor. Yeni siparişler Mart 2022’den bu yana en büyük düşüşü göstererek daralma bölgesine girdi ve üretim keskin bir şekilde yavaşladı. Buna ek olarak, fiyat baskıları Haziran 2022’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı.
Fakat pandeminin sona ermesinden bu yana ABD ekonomisinin sözümona istisnailiği her zaman istatistiksel bir yanılsamaydı. Bir çalışma, birçok Amerikan hanesi için istihdam, ücretler ve enflasyonla ilgili gerçek hikayeyi ortaya koyuyor. İlk olarak, resmi rakamlara göre neredeyse rekor düzeyde düşük olan işsizlik oranı sadece %4,2. Fakat bu rakam, ara sıra iş yapan evsiz insanları da istihdam edilmiş olarak kabul ediyor. İşsizlere yarı zamanlı iş dışında bir iş bulamayanlar ya da yoksulluk ücreti (kabaca 25.000 dolar) alanlar da dahil edilirse, bu oran aslında %23,7. Başka bir deyişle, bugün Amerika’da neredeyse her dört çalışandan biri işlevsel olarak işsizdir. Resmi medyan ücret 61.900 dolar. Fakat işgücündeki herkesi takip ederseniz, yani yarı zamanlı çalışanları ve işsiz iş arayanları dahil ederseniz, medyan ücret aslında yılda 52.300 dolardan biraz fazla. “Medyan ücretle çalışan Amerikalı işçiler, geçerli istatistiklerin gösterdiğinden %16 daha az kazanıyor.” 2023 yılında resmi enflasyon oranı %4,1 idi. Fakat gerçek yaşam maliyeti bunun iki katından daha fazla arttı: tam %9,4. Bu da 2023 yılında satın alma gücünün medyan olarak %4,3 düştüğü anlamına geliyor.
Avrupalı liderlerin Trump’ın gümrük vergisi hamlelerine ve Rusya’ya karşı savaşında Ukrayna’yı desteklemekten açıkça geri çekilmesine cevabı, daha fazla savaş hazırlığı gibi görünüyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsüne göre, küresel savunma harcamaları geçen yıl 2,2 milyar dolara ulaşarak rekor kırarken, Avrupa’da ise 388 milyar dolara yükselerek ‘soğuk savaş’tan bu yana görülmemiş seviyelere ulaştı. Financial Times’ın liberal Keynesyen iktisat gurusu Martin Wolf, “Savunma harcamalarının önemli ölçüde artması gerekecek,” diyor. “Bu harcamanın 1970’lerde ve 1980’lerde Birleşik Krallık GSYİH’sinin %5’i ya da daha fazlası olduğunu unutmayın. Uzun vadede bu seviyelerde olması gerekmeyebilir: modern Rusya Sovyetler Birliği değil. Yine de, özellikle ABD’nin çekilmesi durumunda, inşa sırasında bu kadar yüksek olması gerekebilir.”
Bunun bedeli nasıl ödenecek? “Eğer savunma harcamaları kalıcı olarak artırılacaksa, hükümet yeterli harcama kesintisi bulamazsa, ki bu da şüpheli, vergilerin arttırılması gerekir.” Fakat endişelenmeyin, tanklara, askerlere ve füzelere yapılan harcamalar aslında bir ekonomi için faydalıdır, diyor Wolf. “Birleşik Krallık gerçekçi bir şekilde savunma yatırımlarının ekonomik getirilerini de bekleyebilir. Tarihsel olarak savaşlar inovasyonun anası olmuştur.” Wolf daha sonra İsrail ve Ukrayna’nın savaştan elde ettiği kazanımlara ilişkin harika örneklerden bahsediyor: “İsrail’in “startup ekonomisi’ ordusunda başladı. Ukraynalılar şimdi dron savaşında devrim yarattılar.” Savaşın getirdiği yeniliklerin insani maliyetinden bahsetmiyor Wolf: ”Ancak asıl önemli olan nokta, savunmaya önemli ölçüde daha fazla harcama yapma ihtiyacının, her ikisi de doğru olsa da, sadece bir gereklilikten ve sadece bir maliyetten daha fazlası olarak görülmesi gerektiği. Eğer doğru şekilde yapılırsa, bu aynı zamanda iktisadi bir fırsattır.” Yani savaş iktisadi durgunluktan çıkış yolu.
Almanya’nın müstakbel Şansölyesi Friedrich Merz de (son seçimleri kazandıktan sonra) aynı hikayeyi benimsedi. Hükümetin hesaplarını ‘dengelemek’ için herhangi bir ekstra mali harcamaya karşı çıktığı seçim kampanyasından tam bir dönüş yaparak, şimdi Avrupa’nın en büyük ekonomisini canlandırmak ve yeniden silahlandırmak için Almanya’nın ordusuna ve altyapısına yüz milyarlarca dolarlık ekstra fon enjekte etme planını destekliyor. Yeni bir düzenleme ile GSYİH’nin %1’inin üzerindeki savunma harcamaları, hükümetin borçlanmasını sınırlayan “borç freninden” muaf tutularak Almanya’nın silahlı kuvvetlerini finanse etmek ve Ukrayna’ya askeri yardım sağlamak için sınırsız miktarda borçlanmasına izin verilecek. Ayrıca, altyapı için on yıl boyunca sürecek 500 milyar avroluk bir fon oluşturmak üzere bir anayasa değişikliği yapmayı planlıyor. Birdenbire silahlanma ve askeri girişimler için bol miktarda nakit ve borçlanma imkanı ortaya çıktı.
İngiltere’nin planı, dünyanın yoksul ülkelerine yönelik yardım programını keserek ‘savunma’ harcamalarını iki katına çıkarmak. Trump ayrıca ABD’nin dış yardımlarını da dondurdu. Küresel borç 2024 yılında 7 trilyon dolar artışla 318 trilyon dolara ulaştı. Küresel borcun küresel GSYİH’ye oranı son dört yılda ilk kez yükseldi; yani borç nominal GSYİH’den daha hızlı artarak GSYİH’nin %328’ine ulaştı. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), borç yükleri artmaya devam eden yoksul ülkelerin büyük bir baskı altında olduğu uyarısında bulundu. Bu ekonomilerdeki toplam borç 2024 yılında 4,5 trilyon dolar artarak, gelişmekte olan piyasaların toplam borcunu tüm zamanların en yüksek seviyesi olan GSYİH’nin %245’ine çıkardı. Bu yoksul ekonomilerin birçoğu bu yıl 8,2 trilyon dolarlık rekor bir borcu çevirmek zorunda ve bunun yaklaşık %10’u yabancı para cinsinden; bu da finansmanın kesilmesi halinde hızla tehlikeli bir hal alabilecek bir durum. Yani önümüzde daha fazla savaş ve daha fazla yoksulluk var.

Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1

Suriye federasyona mı gidiyor?

Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor

Lukaşenko: Ukrayna, Putin ile gizli görüşmelere başladı

Merkel: Rusya’nın çıkarları tartışılmalı
Çok Okunanlar
-
AVRUPA4 gün önce
Volkswagen’e ‘sosisli’ müjdesi: Şirketin en popüler ürünü oldu
-
AMERİKA2 hafta önce
Palantir CEO’su Karp’tan Silikon Vadisi’ne: Silah başına!
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
Suriye’nin sahil bölgesinde katliam nasıl başladı?
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Trump’ın Silikon Vadisi’ndeki adamı Thiel’in antidemokratik distopyası
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Hint toplumunda Hindu-Müslüman ayrışması – 4
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
Doğu Almanya’da neofaşizmin yükselişine Batı Almanya’nın katkısı
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
ABD-Rusya ilişkilerindeki büyük tersine dönüş ve Çin’in diplomatik seçimi
-
DÜNYA BASINI2 hafta önce
AB’de silahlanma çılgınlığı