Bizi Takip Edin

Dünya Basını

İran saldırısına yanıt arayan İsrail’in 3 seçeneği

Yayınlanma

İsrail’in İran’ın Şam’daki konsolosluk binasına düzenlediği saldırıya yanıt olarak hafta sonu İsrail’e yağdırdığı insansız hava aracı ve füzelere İsrail’in nasıl karşılık vereceği tartışılıyor.

Basına sızan bilgilere göre ABD’li yetkililer, İsrail’in İran’a doğrudan vereceği yanıtın sınırlı olacağına ve Tel Aviv’in Tahran yönetiminin vekil güçlerine ve yüksek ihtimal Hizbullah’a odaklanacağını düşünüyor.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in İran’a nasıl karşılık verebileceğine ve seçeceği hedeflerin başarı şansı ile doğuracağı risklere mercek tutuyor:

***

İsrail’in İran’a Karşılık Vermesinin 3 Yolu

İsrailli liderler karşı saldırıya geçme sözü verdiler ancak bunu nasıl yapacakları uluslararası desteği tehlikeye atabilir.

Jack Detsch

İsrail ve ortakları, İran’ın hafta sonu Orta Doğu’da gerilimin tırmandığı önemli bir anda ateşlediği yüzlerce insansız hava aracı ve füzenin yüzde 99’undan fazlasını düşürdüklerini açıklasalar da İsrailli liderler karşılık vermekten başka çareleri olmadığını söylüyor.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’e ilettiği bildirilen mesaj buydu; üst düzey Biden yönetimi yetkilileri -Başkan’ın kendisi de dahil- İsrail’i karşılık verirken dikkatli olmaya çağırdı. Biden ayrıca İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya ABD’nin İsrail’in İran’a yönelik doğrudan bir saldırısına katılmayacağını ya da desteklemeyeceğini söyledi.

Bu baskılar ışığında İsrail’in yapması gereken bir seçim var. İran topraklarında, belki de nükleer programına ya da başka bir yüksek değerli hedefe karşı yüksek riskli bir saldırı mı gerçekleştirecek? Yoksa Tahran’a yönelik bir siber saldırı, İran dışındaki İranlı komutanlara yönelik hedefli saldırılar ya da bölgedeki İran destekli vekil gruplara yönelik bir saldırı gibi daha özel bir yaklaşımla bölgesel savaş riskini azaltmaya mı çalışacak?

Ancak Netanyahu’nun Savaş Kabinesi hızlı bir karşılık verilmesi çağrısında bulunsa da uzmanlar İsraillileri acele karar vermemeye çağırıyor.

Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan Center for a New American Security’de (CNAS) Orta Doğu güvenlik programının direktörlüğünü yürüten eski bir ABD savunma yetkilisi ve kongre yardımcısı Jonathan Lord, “Satranç oynayanlar, dama oynayanlar ve tahtadaki taşları yiyenler var” diyor: “İsrail muhtemelen karşılık vermek zorunda ama hemen karşılık vermek için bir itici güç yok. Acele etmelerine gerek yok.”

1. Seçenek: İran’ın nükleer programına saldırmak

İran’ın nükleer programı, ABD’nin yaklaşık altı yıl önce nükleer anlaşmadan çekilmesinden bu yana hız kazandı. İran’ın yeniden nükleer kapasiteli füzeler inşa etmeye başladığı kesin değil, ancak nükleer silah yapmaya karar vermesi halinde Tahran’ın birkaç ay gibi kısa bir sürede nükleer silah üretebileceğini üst düzey ABD yetkilileri geçen yıl belirtmişti. Bu da İran’ın nükleer tesislerini İsrailliler için cazip bir hedef haline getiriyor, ancak bu hedef gerilimi artırma yelpazesinin üst sınırında yer alıyor.

Eski bir ABD savunma yetkilisi olan Michael Mulroy, “İsrail İran’a karşılık verirse, bu İran’ın şüpheli nükleer silah tesislerini vurmak ya da savunma sanayi üssüne saldırmak gibi önemli olabilir” dedi: “Eğer ikisinden birini ya da her ikisini de başarılı bir şekilde yaparlarsa İran bu saldırıyı düzenlemekle stratejik bir hata yapmış olacaktır.”

Bu büyük bir “eğer.” İran’ın en büyük nükleer tesislerinden biri olan Natanz, Zagros sıradağlarındaki bir dağın yamacına öyle derin kazılmış ki, ABD yapımı en büyük sığınak delici bombanın bile giremeyeceği bir yerde.

“Iskalayabilirsiniz” dedi Lord: “Başarısız olabilirsiniz. İran’ın nükleer programıyla potansiyel olarak bulunduğu yerde olmasından daha kötü olan tek şey, İsrail’in onu ortadan kaldırmak için bir hamle yapması ve bunu başaramamasıdır.”

İran’ın nükleer programına yönelik doğrudan bir saldırı, muhtemelen İsrail’in bu hafta sonu İran’a yönelik füze savunma girişimini destekleyen Arap devletlerinden oluşan geçici koalisyonun sonu anlamına gelecektir. Uzmanlar ayrıca Lübnan merkezli Hizbullah gibi İran’ın vekillerini İsrail’le daha da şiddetli bir doğrudan çatışmaya çekebileceğini söylüyor. ABD zaten İran’a doğrudan bir saldırıyı desteklemeyeceğinin sinyallerini verirken, İsrailliler en büyük silah patronlarını kızdıracak kadar ileri gitmemeye dikkat etmeli- hem de Biden’ın seçim yılında.

Londra’daki Chatham House’da yardımcı araştırmacı ve eski ABD savunma yetkilisi olan Bilal Saab, “Amerikalılar ve İsrailliler arasında zaten bazı gerginlikler ve farklılıklar görüyorsunuz” dedi: “Dolayısıyla şu anda yapmak isteyeceğiniz son şey, çok kritik ve tehlikeli bir zamanda Amerikalıları kaybetmek olacaktır.”

2. Seçenek: İranlı komutanları, orduyu ya da İran içinde veya dışındaki tesisleri hedef almak

İsrail, İran topraklarında ülkenin nükleer programıyla doğrudan bağlantılı olmayan hedefleri vurabilir. Örneğin, bu hafta sonu düzenlenen insansız hava aracı ve füze saldırısını planlayan Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacızade gibi yüksek değere sahip bir askeri lideri hedef alabilir.

Lord, “O zaman bu devasa havai fişek gösterisini düzenleyen adamın peşine düşeceksiniz” dedi: “Hedef olarak her zaman akıllarında o var.”

İsrail ayrıca ülke içindeki askeri bölgeleri ya da silah depolarını, hatta Devrim Muhafızları karargahlarını da hedef alabilir.

Eski ABD savunma yetkilisi Mulroy, “Muhtemelen İran’da doğrudan karşılık vermeyi seçecekler, ancak ABD’nin bunu kontrol altına almak ve genişlemesini önlemek için bu eylemden vazgeçirmeye çalışması muhtemel” dedi.

Ancak bu durum; İsrail’in iştahını kabartarak İran dışında, Irak ve Suriye gibi ülkelerde bulunan Devrim Muhafızları komutanlarına karşı suikast kampanyası başlatmasına yol açabilir. Hatta 1 Nisan’da Suriye’deki bir İran konsolosluk binasına düzenlenen ve DMO’nun Lübnan ve Suriye’deki Kudüs Gücü Komutanı General Muhammed Rıza Zahedi’nin yanı sıra yardımcısı ve diğer beş subayın ölümüne neden olan saldırıya benzer bir saldırı gerçekleştirerek İsrail ile İran arasındaki gerilimi tırmandırabilirler.

Ancak bu hafta sonu gerçekleşen misilleme saldırıları ve Ocak 2020’de ABD’nin dönemin İran Devrim Muhafızları lideri Kasım Süleymani’yi öldürmesine karşılık olarak İran’ın ABD askerlerinin bulunduğu Irak askeri üslerine düzenlediği balistik füze saldırıları, İsrail’in İran’ın içinde ya da dışında İranlı askeri liderlerin peşine düşmesinin kayda değer bir gerilim riski taşıdığını gösteriyor.

Ancak Lord’a göre yüksek değerli bir hedefi öldürmek İsrail’e, belki haftalar ya da aylar boyunca zaman kazanma imkânı da verebilir. Ve Netanyahu böyle bir saldırı için Biden yönetiminin desteğine sahip olmasa da Washington ile ipleri koparmadan İran’a caydırıcı bir sinyal göndermek için yeterli olabilir.

2019’dan 2022’ye kadar ABD Merkez Komutanlığı’nı yöneten emekli ABD Deniz Kuvvetleri generali Frank McKenzie pazartesi günü Amerika Ulusal Güvenlik Yahudi Enstitüsü tarafından düzenlenen bir etkinlikte “IDF [İsrail Savunma Kuvvetleri] zaferi sever ama IDF savunmacı bir zaferi sevmez” diyor.

Yine de Hacızade gibi bir lidere ya da bir Devrim Muhafızları tesisine saldırmanın operasyonel başarısızlık riski var. Saldırının gece yapılması gerekebilir ve bu hafta sonu yaşanan saldırılardan sonra İranlı pek çok askeri lider muhtemelen saklanıyordur.

McKenzie, “İran şu anda yüksek alarm seviyesinde” diye ekledi: “Liderler sığınaklarda olacaktır.”

Amerikalıların ve diğer ülkelerin soğukkanlı davranmaları yönündeki baskısı da hızlı bir müdahaleyi caydırabilir.

Saab, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bu kadar önceden ve hızlı bir şekilde başvurduğumuz gerçeği, [Biden]’ın hemen İsrail başbakanıyla bir telefon görüşmesi yaparak İsrail’e karşı misilleme yapmayı desteklemediklerini söylemesi- bu iki faktör İsrail’in şu anda İran’a karşı daha agresif bir saldırı yapma ihtimalini azaltacaktır” dedi.

3. Seçenek: İran’ın vekillerini vurmak veya İran’a siber saldırı düzenlemek

İsrailli liderler İran’la gerilimi tırmandırmaktan endişe duyuyorlarsa, daha düşük seviyeli bir karşılık vermeyi tercih edebilirler: İran’ın Orta Doğu’daki vekillerini hedef almak ya da İran’a karşı siber saldırılar düzenlemek ve bu süreçte bölgede “büyük adam” olduklarını göstermeye çalışmak.

İran’a ait insansız hava araçlarının ya da füzelerin hafta sonu İsrail topraklarını vurmayı başaramamasının ardından bölgede yaşanacak bir başka aşağılanma Tahran’ın uluslararası itibarına bir darbe daha vurabilir.

McKenzie, “Bu adamları gerçekten sonsuz derecede utandırdınız. İsrail bugün daha güçlü. İran ise daha zayıf” diyor: “Eğer bir şey yapmanız gerekiyorsa, benim tercihim İran’a karşı teknolojik üstünlüğünüzü daha da arttırmak için tasarlanmış bir şey olurdu. Utanç verici bir şey seçin.”

Hizbullah İran’ın bölgedeki en yakın ve en önemli vekil grubu. İsrail son altı aydır Lübnan’daki militan gruba karşı kısasa kısas saldırılar düzenliyor ancak Hizbullah’a karşı çok daha yoğun bir askeri mücadele başlatmayı seçebilir.

Ancak bu İsrail için kendi içinde riskler taşıyor. Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırmasından bu yana Hizbullah İsrail’le tam bir savaşa girmekten kaçınmaya çalıştı ancak Daniel Byman’ın Foreign Policy için yazdığı gibi “Hizbullah topyekûn bir savaşa girmeye karar verirse bu dramatik bir tırmanış olur: Hizbullah’ın 100.000’den fazla roketten oluşan cephaneliği Hamas’ınkini gölgede bırakıyor ve savaşçıları iyi eğitimli ve savaşta çelikleşmiş durumda.” Grup şüphesiz büyük kayıplar verecektir ama İsrail de öyle.

Yine de, İranlıların İsrail’i doğrudan kendi topraklarından vurarak tarihi bir adım atmasının ardından- Tahran’ın daha önce hiç yapmadığı bir şey- Netanyahu, Savaş Kabinesi’ndeki radikallerin daha güçlü bir yanıt vermesi için ciddi bir baskısıyla karşı karşıya kalabilir.

CNAS uzmanı Lord, “Bunu şu anda yaparsanız ve yetersiz olduğu düşünülürse, bu zayıflık olarak algılanabilir” dedi.

İran’ın Tepkisi

İran cumartesi gecesi İsrail’e karşı düzenlediği saldırılarda çok sayıda silah kullandı. Üst düzey bir ABD askeri yetkilisine göre İran, İsrail’e 100’den fazla orta menzilli balistik füze, 30’dan fazla kara saldırı seyir füzesi ve 150’den fazla tek yönlü saldırı dronu ateşledi.

Eski ABD Merkez Komutanlığı şefi McKenzie, İran’ın bu füzeleri -İsrail’e saldırmak için yeterli menzile sahip özel varyantları- depodan çıkarmak zorunda kaldığını ve olası bir bölgesel savaş için cephaneliğinin büyük bir kısmını tükettiğini söyledi.

McKenzie, “Bu maksimum çabaydı” diye ekledi: “Balistik füzelerinin büyük çoğunu İsrail’e saldırmak için harcadılar.”

Ancak İran’ın İsraillilere kendi ateş gücüyle karşılık vermesindeki en önemli zorluk füze rampalarının olmaması. McKenzie, İranlıların bu tür saldırılar için sadece 300 füze rampasına sahip olduğunu, bunun da Tahran’ın bölgede önemli bir saldırı düzenlemek istemesi halinde büyük bir darboğaz yaratacağını söyledi.

İsrail ayrıca uzakta olmanın avantajına da sahip; sınırları İran’ın bu hafta sonu kullandığı bazı füze fırlatma noktalarından 1,100 milden fazla uzakta. Lord, “İran’ın çarşamba günü geri dönüp bunu tekrar yapacağına dair yakın bir tehdit yok” dedi.

Ancak İranlılar, yüksek teknolojiye sahip Rus yapımı hava ve füze savunma sistemleri sayesinde bir İsrail saldırısını bertaraf edebilecek pek çok imkâna sahip olabilir. Chatham House üyesi Saab, “İsraillilerin beşinci nesil savaş uçaklarıyla hiçbir şekilde rekabet edemeyecekler” dedi: “Ancak sahip oldukları hava savunma sistemi şaka değil. Suriye’nin hava savunma ağı gibi değil.”

Ancak her iki tarafta da en kötü senaryonun korkusu muhtemelen liderlerin sert adımlardan kaçınmasına neden oluyor.

“İranlılar 500 İsrailliyi öldürseler, F-35’leri [havaya uçursalar] ve belki bir sinagogu vursalar ne olacağını düşünüyorlardı?” diye soran McKenzie şöyle dedi: “İsrail’in tepkisinin ne olacağını biliyorum. Ve onların da bunu bilmeleri gerekiyordu.”

Dünya Basını

Şin-Bet Direktörü’nün yeminli beyanı ne anlama geliyor?

Yayınlanma

Yazar

Şin-Bet Direktörü Ronen Bar, Yüksek Mahkeme’ye sunduğu yeminli ifadede Başbakan Netanyahu’nun kendisinden yasalar yerine şahsen kendisine itaat etmesini talep ettiğini ve güvenlik kurumunu kişisel çıkarları için kullanmaya çalıştığını açıkladı.

Netanyahu ile ilgili bu iddialar çokça dile getirilmiş olsa da ilk kez hukuki bağlayıcılığı olan bir mahkeme önünde üstelik görevdeki bir isim tarafından belgeleriyle gündeme getiriliyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz hem Bar’ın iddialarını hem de bu iddiaların İsrail açısından ne anlama geldiğini inceliyor:

***

Bu bir tatbikat değil: Ronen Bar’ın yeminli beyanı İsrail kritik bir uyarı niteliğinde

Şin Bet Direktörü, Yüksek Mahkeme’ye sunduğu resmi beyanda, Netanyahu’nun kendisine devlete ve yasalarına değil, şahsen kendisine sadakat göstermesini talep ettiğini açıkladı; yargıçların bu konudaki yanıtı, İsrail demokrasisinin ve güvenliğinin geleceğini şekillendirecek.

Yuval Yoaz / Times of Israel

Şin Bet Direktörü Ronen Bar’ın pazartesi günü İsrail Yüksek Mahkemesi’ne sunduğu yeminli beyan, İsrail halkı için kritik bir uyarı niteliğinde.

Ülkenin başlıca güvenlik kurumlarından birinin başkanı, mahkemeye resmî ve açık biçimde, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun kendisinden şahsi sadakat talep ettiğini yani yasalara ya da mahkemelere değil, doğrudan başbakana itaat etmesini istediğini ve Netanyahu’nun Şin Bet’in geniş etki alanına sahip imkân ve yeteneklerini kişisel ve siyasi çıkarları için sistematik biçimde kullanmaya çalıştığını beyan etti.

FT: İsrail anayasal krizin eşiğinde

Tehlike çanları sadece çalmakla kalmıyor adeta sağır ediyor.

Mahkemenin Bar’a beyanını sunması için verdiği sürenin bitmesine dakikalar kala, yargıçların masasının üzerine iki belge ulaştı. Bunlardan yalnızca biri kamuya açık. Bar’ın sekiz sayfadan oluşan kamuya açık yeminli beyanı 4 Nisan’da yargıçlara gönderdiği mektubun içeriğini detaylandırıyor. Gizli yeminli beyanı ise 31 sayfa ve beş ek belge içeriyor.

Mahkemenin kararı gereği, kamuoyu bu detaylı beyana tam erişemeyecek. Ancak belge başbakana ve yakın çevresine de teslim edildiği düşünüldüğünde sızıntı ihtimal dışı değil. Ayrıca yargıçlar, görevden alma konusundaki kararlarında bu belgelerin özetini kullanabilirler. Söz konusu görevden alma kararı, geçen ay Netanyahu’nun yönlendirmesiyle kabine tarafından oybirliğiyle alınmış ve bu da mahkemenin şu anda değerlendirmekte olduğu itirazlara yol açmıştı.

Netanyahu’nun da mahkemeye perşembe günü sunması gereken yanıtında bu yeminli beyanın yankılarının yer alması bekleniyor tabi son anda geri adım atmazsa.

Bar’ın beyanının ardından, Netanyahu’nun ofisi hemen bir açıklama yayınlayarak “Ronen Bar, Yüksek Mahkeme’ye sahte bir yeminli beyan sundu, bu yakında detaylı şekilde çürütülecek” dedi. Ancak, bu çürütmenin Netanyahu’nun sunacağı yeminli beyanda yer alacağına dair bir taahhüt verilmedi.

Bar’ın 31 sayfalık gizli belgesini bir kenara bırakırsak, sadece kamuya açık yeminli ifadesi bile okuyucuları şaşkına çevirmeye yetiyor.

Yüksek Mahkeme, Şin-Bet kararına itirazları dinledi

Bar’ın Netanyahu hakkında dile getirdiği birçok iddia yıllardır kamuoyunda tartışılmış olsa da bu durum tamamen farklı. Çünkü hukuki bağlayıcılığı var. Suçlamalar artık bizzat Shin Bet şefi tarafından açık ve net bir şekilde dile getiriliyor ve mahkemeye yeminli ifade niteliği taşıyan imzalı bir beyanname ile sunuluyor.

Bar’ın sunduğu her önemli iddia, İsrail’i sarsacak nitelikte birer bomba:

  • Netanyahu, olası bir anayasal kriz durumunda Bar’dan, Yüksek Mahkeme’ye değil kendisine itaat etmesini istemiş. Bu tür bir talepte bulunulması bile soruşturulması gereken ciddi bir suç niteliğinde.
  • Netanyahu, Bar’a, devam eden ceza davasında mahkemede ifade vermesini engelleyecek bir güvenlik gerekçesi yayınlaması için defalarca baskı yapmış. Bu yönde Netanyahu’nun çevresinden biri tarafından hazırlanan bir taslak Bar’a imzalanması için iletilmiş, ancak Bar imzalamayı reddetmiş.
  • Netanyahu, Bar’dan Şin Bet’in gözetleme araçlarını İsrail vatandaşlarına karşı – özellikle de 2023’te hükümetin yargı reformuna karşı düzenlenen protesto hareketinin liderlerine karşı – kullanmasını istedi. Bu talebine gerekçe olarak sözde “yıkıcı faaliyet” iddialarını öne sürdü. Bu, Şin Bet’in siyasi faaliyetlerden uzak durma ilkesini ve ifade özgürlüğünü hiçe saymak anlamına geliyor.
  • Netanyahu bu talepleri, toplantıların sonunda, askeri sekreteri ve ses kayıt cihazını kullanan görevlileri odadan çıkardıktan sonra, yani kayda geçmesini önlemek amacıyla sözlü olarak iletmiş.
  • Bar, Başbakan Netanyahu ve Kabine Sekreteri Yossi Fuchs’a mektup göndererek, 7 Ekim’de Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırı ve katliamla ilgili olayların soruşturulması için devlet düzeyinde bir komisyon kurulmasının ulusal güvenlik açısından taşıdığı önemi detaylı biçimde anlatmış. Bar, bunun yalnızca yönetişim açısından doğru bir adım olacağı için değil, aynı zamanda güvenlik kurumlarının gerekli sonuçları çıkarabilmesi ve doktrin ile kurumlarda köklü reformlar yapılabilmesi için de elzem olduğunu vurgulamış. Ancak Netanyahu, böyle bir soruşturma kurulmasına ısrarla karşı çıkmaya devam ediyor.

Bar’ın yeminli beyanından çıkan genel sonuç, asıl meselenin yalnızca görevden alınmasının profesyonel gerekçelerle mi, yoksa kişisel saiklerle mi yapıldığından ibaret olmadığını gösteriyor. Bu sorunun yanıtı fazlasıyla açık.

Netanyahu’dan yargı kararını tanımama sinyali

Asıl odak noktası artık, İsrail’in şu anda yönetiminin başında, en azından bir güvenlik kurumu lideri tarafından adı konularak ciddi şekilde suçlanan bir kişi tarafından yönetiliyor olması gerçeği.

Bar’ın beyanı iki temel anlam taşıyor:

Bunlardan ilki kanıt niteliğinde: Bar’ın bu iddiaları bir yeminli beyanla sunmuş olması, onlara hukuki ağırlık kazandırıyor. Yüksek Mahkeme, teknik olarak yeminli ifade veren kişilerin çapraz sorgulanmasına izin verebilir. Her ne kadar bu uygulama 1990’lardan bu yana kullanılmasa da mahkeme bu davada buna izin verebilir.

İkinci çıkarım ise Bar’ın tam ve gizli yeminli ifadesine eklediği belgelerle ilgili: Bar’ın gizli beyanına eklediği belgeler, iddialarını destekleyen nesnel kanıtlar sunmak için hazırlandı. Bu belgelerin kamuya açıklanmamış olması, toplantı tutanakları, karar özetleri veya iç yazışmalar gibi güvenirliğine itiraz edilmesi zor belgeler içerdiği ihtimalini artırıyor.

Bu da Netanyahu’nun kendi tezini yalnızca sözlü savunmayla değil, somut belgelerle desteklemek istemesi durumunda ciddi delil sıkıntısı yaşayabileceği anlamına geliyor.

Bar’ın yeminli beyanının kamuoyu, hukuk ve anayasa açısından etkileri derin. 7 Ekim saldırısının öngörülememesi nedeniyle görevden ayrılacağını açıklayan Bar, bu hukuki mücadeleyi şahsi çıkar için değil, devlet adına veriyor.

Bar meselesinin çözüm şekli sadece bir sonraki Şin Bet direktörünün bağımsızlığını etkilemeyecek. Bar’ın yeminli ifadesinin içindeki belgeler göz önüne alındığında çok büyük ölçüde, İsrail Devleti’nin güvenlik ve demokratik geleceğini şekillendirecek.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

Chatham House: Dolar küresel istikrarsızlık kaynağı haline gelebilir

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini bulacağınız değerlendirme yazısı, Kasım 2024’te, Donald Trump henüz resmen işbaşına gelmeden kaleme alınmış olsa da özellikle dolar ve küresel mali sistemdeki belirleyici rolü ve Trump’a özgü ekonomik yönelimler düşünüldüğünde, yazının temel argümanı, süregiden yapısal bir eğilime ışık tutuyor. Yazının merkezindeki temel iddia, Trump’ın politikalarının, ABD dolarını yalnızca ulusal çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırmakla kalmayıp, onu küresel mali istikrarsızlığın yapısal bir kaynağına dönüştürdüğü. Doların aşırı değerlenmesi, “küresel Güney”de borç kırılganlıklarını derinleştirirken, Trump dönemiyle somutlaşan korumacı hamleler ve mali gevşeme stratejileri, ortak müdahale ve dengeleme mekanizmalarını geçersiz kılıyor. Bu bağlamda metin, sadece Trump’a özgü bir ekonomik-popülist yönelimi değil, aynı zamanda günümüz kapitalizminin merkezî finans mimarisine içkin çelişkilerin sürekliliğini de açığa vuruyor.


Donald Trump’ın politikaları, ABD dolarını küresel istikrarsızlığın bir kaynağı hâline getirme riski taşıyor

David Lubin
Chatham House
5 Aralık 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Seçilmiş Başkan Donald Trump’ın bir dolar sorunu var. Son aylarda, ABD ihracatının rekabet gücünü desteklemek ve ticaret açığını azaltmaya yardımcı olmak amacıyla “daha zayıf bir döviz kuru” yönünde belirgin bir eğilim sergiledi. Ne var ki, piyasanın ABD seçimlerinden bu yana sezdiği üzere, Trump’ın politikalarının çok daha muhtemel sonucu, doların güçlenmesi olacağa benziyor. Burada risk şu ki, halihazırda değerli olan ABD dolarının aşırı değerlenmiş olduğu daha belirgin hale gelebilir ve bu durum küresel finansal istikrarsızlık riskini artırabilir.

Dolar, son birkaç on yılda inişli çıkışlı bir seyir izledi. Örneğin, BIS verilerine göre, 2002’den 2011’e kadar dolar, enflasyona göre ayarlandı ve ticaret ağırlıklı bazda yaklaşık yüzde 30 zayıfladı. Ancak 2011’den bu yana geçen yıllarda dolar güçlendi ve şu anda da 1985’ten bu yana görülmemiş ölçüde yüksek bir değer seviyesine ulaştı.

Bu inişli çıkışlı seyri belirleyen temel etken, genel hatlarıyla, küresel ekonomik canlılık dengesidir: ABD ekonomisi dünyanın geri kalanına kıyasla ivme kazandığında, dolar güçlenme eğilimi gösterir; bunun tersi de geçerlidir, yani ekonomi küçüldüğünde dolar da zayıflar.

Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) katılmasının ardından, ekonomik dinamizm dengesi ABD aleyhine, Çin ve diğer gelişmekte olan ekonomiler lehine kesin biçimde kaydı. Bu, emtia patlamasının yaşandığı on yıldı: En uzun ve en büyük barış dönemi olan yaklaşık 200 yılda emtia fiyat artışı yaşanmış ve Çin ekonomisindeki sürekli yükseliş, gelişmekte olan dünyada GSYİH artışını desteklemiştir. Sonuç, doların zayıflaması olacaktı.

Fakat 2011 sonrasında, Avro bölgesi krizi ve bunun artçı etkileriyle birlikte Çin ekonomisindeki durgunluk gibi bir dizi etken, ekonomik dinamizm dengesini yeniden ABD lehine çevirdi. Böylece dolar yeniden güç kazandı.

Ve Avrupa ile Çin ekonomileri halen oldukça kırılgan olduklarından, ekonomik dinamizm dengesinin ABD doları lehine işlemeye devam etmesi muhtemel duruyor.

Trump’ın ikinci başkanlık döneminde doların daha da güçleneceğine işaret eden iki önemli etken daha var.

Birincisi, Donald Trump’ın önerdiği ithalat tarifelerinin döviz kuru üzerindeki etkileri. ABD bir ticaret ortağına gümrük vergisi uyguladığında, döviz piyasası genellikle söz konusu ticaret ortağının para birimini satar; bu da, tarifenin yol açtığı dolar cinsinden fiyat artışını telafi etmek üzere o para biriminin değer kaybetmesine neden olur.  Bu manzara, Trump’ın 2018 Ocak’ında, Çin’e yönelik ticaret kısıtlamalarını uygulamaya başlamasından sonra, Çin Yuanı’nın yaklaşık yüzde 10 değer kaybetmesini açıklamaya yardımcı olacaktır.

Buradan şu sonuç çıkarılabilir: ABD’nin ticaret ortaklarına yönelik daha geniş ölçekli tarifeler uygulaması, doları genel anlamda daha da güçlendirecektir.

Daha güçlü bir dolar aynı zamanda Trump’ın muhtemelen uygulamaya koyacağı makroekonomik çerçevenin de bir sonucu olacak. Trump, 2017’de yürürlüğe giren ve 2025’te süresi dolacak olan vergi indirimlerini uzatmak isteyeceğinden, ABD maliye politikasının daha uzun süreli bir gevşeme sürecine girmesi olasıdır. ABD ekonomisini canlandırmanın enflasyonist baskı yaratacağı göz önüne alındığında, piyasa faiz oranlarının beklenenden daha yüksek seviyelere çıkması da ihtimaller dahilinde. Gevşek maliye politikası ile sıkı para politikasının bir arada uygulanması, genellikle para biriminin güçlenmesiyle sonuçlanır.

Doların yükselmeye devam etmesi için oldukça fazla alanı var, çünkü henüz açık biçimde aşırı değerlenmiş sayılmaz. ABD’nin bir ülkenin dış ticaret açığının en geniş ölçütü ve finansal kırılganlığın kaba ama verimli bir göstergesi sayılan cari açığı, geçtiğimiz yıl GSYİH’nin biraz üzerinde, yüzde 3 seviyesindeydi.

Bu oran, 2008 küresel finansal krizinden hemen önce, 2006’da ulaşılan düzeyin yaklaşık yarısı; bu da, aşırı değerlenmiş bir dolardan kaynaklanabilecek risklerin Trump’ın ikinci başkanlık döneminin ilerleyen safhalarına sarkabileceği anlamına geliyor.

Güçlenen bir dolar, dünya ekonomisinin geri kalanı için de pek iyi haber değil. Güçlü bir dolar, küresel ticaret büyümesini baskılayarak, gelişmekte olan ülkelerin uluslararası sermaye piyasalarına erişimini kısıtlayarak ve para birimleri değer kaybeden ülkelerin enflasyonu kontrol altında tutmasını zorlaştırarak olumsuz etki yaratır.

Doların sürdürülemez biçimde pahalı hale geldiği durumda ise, başka bir sorun ortaya çıkacaktır: Finansal istikrarı ciddi biçimde sarsmadan aşırı değerli bir para birimiyle nasıl başa çıkılacağı.

Bu sorun en son 1985 yılı başlarında, doların herkesçe dehşet derecede pahalı görüldüğünde yaşanmıştı. O zamanlar ABD, güvenlik şemsiyesine bağımlı olan ticaret ortaklarını -Birleşik Krallık, Almanya, Fransa ve Japonya- devreye sokarak, döviz piyasasında bir dizi koordineli müdahalenin doların kontrollü biçimde değer kaybetmesini sağladığı “Plaza Anlaşması”nı müzakere edebilmişti.

Bugün benzer bir anlaşmanın müzakere edilmesi neredeyse hayal dahi edilemez, bilhassa da Çinli politika yapıcılar “Plaza” sonrasında 1980’lerin sonunda Yen’in değer kazanmasının Japonya için bir ekonomik felakete yol açtığına inandıkları için. Pekin, muhtemel ki bu oyuna dahil olmayacaktır.

Doların kontrollü bir şekilde değer kaybetmesi için çok az alan olması nedeniyle daha kaotik alternatiflerin gündeme gelmesi olası görünüyor.

Bunlardan biri, piyasanın bir noktada pahalı dolar cinsinden varlıklara artık ilgi duymamaya karar vermemesi olabilir, ki bu da döviz piyasasında düzensiz bir ayarlamaya neden olacaktır.

Bir diğer muhtemel senaryo ise Trump’ın bizzat doları zayıflatmaya çalışmasıdır. Ancak bunu gerçekleştirmek için başvurabileceği hemen her yöntem -yabancıların ABD varlıklarını satın almasına sermaye kontrolleri getirmek ya da ABD Merkez Bankası’nın bağımsızlığına müdahale etmek gibi- ABD’nin finansal itibarını ciddi biçimde zedeleyecek bu da bir kez daha kaotik sonuçlara yol açacaktır.

Nihayetinde Trump, doların küresel istikrarsızlık kaynağı haline gelmesini pek umursamayabilir. Nitekim seçilmiş Başkan Yardımcısı JD Vance geçtiğimiz yıl, doların küresel rezerv para birimi olma rolünün, Amerikalıların “çoğu gereksiz ithal ürünlere yönelik aşırı tüketimini” sübvanse ettiğini savunmuştu.

Bu türden bir bakış açısı, çöküş halindeki dolarda belli “faydalar” görebilir. Ancak dünyanın geri kalanı açısından, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde doların kaderi kaybet-kaybet senaryosuna dönüşebilir: Ne güçlü bir dolar ne de onu zayıflatan karmaşık bir ayarlama süreci, küresel ekonomiye fazla bir fayda sağlayacaktır.

Okumaya Devam Et

Dünya Basını

FT: Xi’nin eli neden Trump’tan daha güçlü?

Yayınlanma

Gideon Rachman, Financial Times baş dış ilişkiler köşe yazarı
14 Nisan 2015

Xi’nin eli neden Trump’tan daha güçlü?

Beyaz Saray, Çin ile giriştiği gümrük vergisi savaşında güç dengesini yanlış hesapladı.

Şüpheye düştüğünüzde büyük harf kullanın. “HİÇ KİMSE ‘kurtulmuş’ değil,” dedi Donald Trump pazar günü — ABD’nin akıllı telefonlar ve tüketici elektroniği ürünlerini gümrük vergilerinden muaf tutacağını açıklamasına getirdiği kafa karışıklığının ardından.

Bu muafiyet, geçen hafta Çin’den gelen tüm ürünlere yüzde 145 “karşılıklı” vergi uygulanacağını duyuran politikanın bir değişikliğiydi — ki o da birkaç gün önce açıklanan oranlara dramatik bir artıştı. Takip edebiliyor musunuz?

Yalnızca yüzeysel bir gözlemci bile tüm bu ani gümrük vergisi değişimlerinin Beyaz Saray’daki bir kaosun göstergesi olduğunu düşünebilir. Trump destekçileri ise aynı fikirde değil. Finansçı Bill Ackman, önceki sert geri dönüşü “mükemmel bir icraat… anlaşma sanatı dersi…” olarak övdü.

Başkanın en sadık destekçileri hâlâ onun usta bir stratejist olduğunu savunuyor. Aksi yönde düşünenler ise “Trump Saplantı Sendromu” (TDS) ile suçlanmayı göze alıyor.

Ne yazık ki ben hâlâ bu sendromdan muzdaribim. (Aşısı yasaklandı.)

Ateşli zihnime göre, Trump Çin’le oynadığı bu gümrük vergisi pokerinde elinin sandığından çok daha zayıf olduğunu yeni fark ediyor. Bunu ne kadar geç kabullenirse — hem kendisi hem ABD o kadar çok kaybeder.

Trump ve ticaret savaşçıları, Çin’in gümrük vergisi çatışmasında otomatik olarak dezavantajlı olduğunu varsayıyor. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, Çin’in “elinde sadece iki ikili var… Biz onlara sattığımızın beşte birini onlardan alıyoruz, bu da onlar için kaybedilen bir el” diye savundu.

Ancak Trump ve Bessent’in bu mantığının zayıf noktalarını Adam Posen’in Foreign Affairs’deki son makalesi net biçimde açıklıyor. Posen’in işaret ettiği gibi, Çin’in ABD’ye çok daha fazla ihracat yapıyor olması aslında bir zayıflık değil, bir koz.

ABD Çin’den ürünleri hayır işi olsun diye almıyor. Amerikalılar Çin’in ürettiği şeyleri istiyor. Eğer bu ürünler çok daha pahalı hale gelirse — ya da raflardan tamamen kaybolursa — zarar görecek olan Amerikalılar olur.

Akıllı telefonlar konusundaki ikilemin önemi, Trump’ın sonunda sessizce kabul etmek zorunda kaldığı bir gerçeğe işaret ediyor: Gümrük vergilerini ihracatçılar değil, ithalatçılar öder.

Amerika’da satılan akıllı telefonların yarısından fazlası iPhone ve bu iPhone’ların yüzde 80’i Çin’de üretiliyor. Eğer fiyatları iki katına çıkarsa, Amerikalılar yüksek sesle şikâyet eder. “Özgürlük günü”, kimsenin akıllı telefonlarından kurtulacağı gün olmamalıydı.

Telefonlar ve bilgisayar ekipmanları, geri adım atılması muhtemel en belirgin kalemler. Ancak tek örnekler bunlar değil. Trump, yazın çok sıcak geçmemesini ummak zorunda; çünkü dünyadaki klima üretiminin yaklaşık %80’i Çin kaynaklı. ABD’nin ithal ettiği elektrikli fanların dörtte üçü de Çin’de üretiliyor. Beyaz Saray Noel’e kadar bu ticaret savaşının bitmesini isteyecektir; zira ithal ettiği oyuncak bebeklerin ve bisikletlerin %75’i de Çin’den geliyor.

Peki tüm bu şeyler ABD’de üretilebilir mi? Belki evet. Ama bunun için yeni fabrikaların kurulması gerekir ve nihai ürünler çok daha pahalı olur.

Trump kötü manşetlerden nefret eder ve bu manşetlerin ortadan kaybolmasını ister. Bu yüzden kıtlık ve enflasyonun acısını çekmek yerine, tarifelerden muaf ürünler listesine daha fazla madde eklemesi olası.

Bu koşullarda, Çin bekleyebilir. Ama eğer Pekin işin çirkinleşmesini isterse, kullanabileceği gerçekten güçlü kozlara sahip.

Amerikalıların bağımlı olduğu antibiyotiklerin neredeyse %50’sinde kullanılan bileşenler Çin’de üretiliyor. ABD Hava Kuvvetleri’nin bel kemiği olan F-35 savaş uçakları, Çin’den tedarik edilen nadir toprak elementlerine ihtiyaç duyuyor. Çin ayrıca ABD hazine tahvillerinin en büyük ikinci yabancı sahibidir — bu da piyasa baskı altındayken önemli hale gelebilir.

ABD yönetimi, Amerikalıların eksikliğini hissetmeyeceği bir ithalat kategorisi bulsa bile — Çin’e ciddi zarar verebilmesi pek mümkün görünmüyor.

Amerikan pazarı, Çin’in ihracatının yalnızca %14’ünü temsil ediyor. Pekin’deki Avrupa Ticaret Odası’nın eski başkanı Joerg Wuttke, Amerikan tarifelerinin “rahatsız edici olduğunu ama Çin ekonomisi için tehdit oluşturmadığını… Ekonomi 14-15 trilyon dolarlık ve ABD’ye yapılan ihracat sadece 550 milyar dolar” diyerek durumu özetliyor.

Beyaz Saray ısrarla, Başkan Xi Jinping’in telefonu kaldırıp aramasını istiyor. Ama Trump geri çekilirken, Çin liderinin konuşması için hiçbir teşvik yok — hele ki merhamet dilemesi için.

Çin Komünist Partisi tarafından sıkı kontrol edilen otoriter bir sistem, büyük ihtimalle siyasi ve ekonomik acılara ABD’den daha iyi dayanabilir. ABD’deki ekonomik çalkantılar ise hızla siyasi baskıya dönüşür.

Xi de elbette kendi büyük hatalarını yapabilir. Çin’in Covid-19 salgınını ele alışı bunun bir kanıtı. Ancak Çin, ABD ile bir ticaret hesaplaşmasına uzun süredir hazırlanıyor — ve seçeneklerini baştan sona düşünmüş durumda. Buna karşılık, Beyaz Saray ise her şeyi anlık kararlarla yürütüyor.

Trump, kaybedeceği bir el dağıtmış durumda. Er ya da geç, elini bırakmak zorunda kalacak.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English