Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İranlı kadınlar anlatıyor: Mesele sadece başörtüsü değil

Yayınlanma

“Devrimin başından beri iktidardakilerin eleştirilmemesi gerektiği söylendi, ancak eleştirmemize izin verilseydi, bu kadar zimmete para geçirme, hırsızlık ve ihanet olmazdı.”

1979 Devrimi’nin tanınmış simalarından ve devrim sonrası kurulan ilk meclisteki dört kadın vekilden biri olan Azam Taleghani, 2019’da ölmeden önceki son konuşmalarından birinde böyle diyordu. Babası etkili bir din adamı olan ve Şah döneminde siyasi nedenlerle hapis yatan Azam Taleghani, meclisteki zorunlu örtünme (hicab) tartışmalarında, “Eğer aynı zorunluluk erkekler için olmayacaksa kadınlar da zorlanamaz” diyordu. Üstelik Taleghani, “çador” denilen kara çarşafını ne görev süreci boyunca ne de görevi sona erdikten sonra hiç çıkarmadı. Cumhurbaşkanı adaylığı için kara çarşafıyla yaptığı sayısız başvuru ise her kadın adayın yaşadığı sonla bitti: Anayasa Konseyi tarafından reddedildi.

Kadınlar ne istiyor?

Taleghani ve daha nice kadın ve erkeğin, emperyalizm ve onun ülkedeki işbirlikçi Şah yönetime karşı omuz omuza mücadele ederek gerçekleştirdikleri devrimden 43 yıl sonra bugün, İranlı kadınlar yine sokakta, en önde. Mahsa Amini’nin Tahran’da güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınması ve gözaltındayken hayatını kaybetmesi üzerine başlayan ve ülke geneline yayılan protesto dalgası 1979 Devrimi’nden sonra gerçekleşen sokak eylemlerinin en uzun soluklusu. İran halkı hemen hemen ülkenin tüm eyaletlerinde sokağa çıkıyor. Peki, sokağın temel talebi ne, kadınlar ne istiyor, toplumun ne kadarı eylemleri destekliyor ve emperyalizm bu eylemlerin neresinde? Batı kaynaklı kışkırtıcı haberler ve sosyal medya dezenformasyonu, İran’da uygulanan internet kısıtlamalarıyla birleşince bölgeden sağlıklı haber almak zorlaşıyor. Kısıtlılık ve bilgi kirliliği, sokağa çıkan halkın temel talebini, hicab yani başörtüsü meselesine indirgemiş durumda.

Eylemlerden sonra Tahran sokaklarında bazı kadınların başörtüsü takmadığı görülüyor. (5 Aralık 2022) FOTO: Fatemeh Bahrami/AA

‘Asıl sorun anayasa’

Ancak İranlı kadınlar başörtüsü ile özdeşleşen örtünme zorunluluğunun eylemlerden önce bile bazı bölgelerde fiilen yumuşadığını söylüyor. Onlara göre hicab tek başına sorun değil. 39 yaşında tekstil alanında faaliyet yürüten esnaf Vida Ş. eylemlerden önce de çoğu bölgede araba kullanırken ya da kafe gibi sosyal alanlarda kısıtlamaların büyük ölçüde görmezden gelindiğini ifade ediyor: “Hele eylemlerden sonra artık kadınların büyük çoğunluğu, sokağa da başı açık çıkıyor.

38 yaşındaki ev hanımı Sara N. de başörtüsü zorunluluğunun tek başına sosyal yaşamı derinden etkilemediği görüşünde. Ama ona göre kadınlar da erkekler gibi dilediği kıyafeti giymekte özgür olmalı. 42 yaşındaki Tebrizli öğretmen Nesrin N. ise suni ve formalite diye nitelediği başörtüsü zorunluluğu ile ilgili şunları söylüyor: “Sosyal hayatı etkileyen asıl sorun, yasalardaki şeriattan kaynaklı uygulamalar. Örneğin erkekler mehir (tek seferde ödenen nafaka) ödeyerek istediği zaman karısını ‘boşayabilir.’ Aynı durum kadın için geçerli değil. Mesela sevmediği için ‘boşanamaz’ bir kadın. Kocasının kendisine şiddet uyguladığını ya da madde bağımlısı olduğunu yani yasalarda kadının ayrılmasına izin verilen, erkekten kaynaklı ağır kusuru ispat etmek zorunda. Bir şekilde boşansa bile, 7 yaşından büyük çocuğunun velayetini, eğer baba yine yasada belirtilen ağır kusurlara sahip değilse, üzerine alamaz. Bir kadın kocası ya da babasının izni olmaksızın pasaport çıkarttıramaz. Erkek kardeşleriyle mirastan eşit pay alamaz. Yargıç olamaz, cinayet davalarında tanıklığı kabul edilmez, diğer davalarda bir kadının sözü, erkek şahidin sözünün yarısı değerinde.

Sara (sol), Seher (sağ üst) ve Nesrin (sağ alt)

‘Koşulları vardı başörtüsü kıvılcım oldu’

Vida, huzursuzluğun ve insanları sokağa iten temel problemin ekonomik temelli olduğunu düşünüyor.  Nesrin de “İran parası sürekli değer kaybediyor. Satın alma gücü büyük ölçüde düştü, insanlar geçim derdinde. Böyle huzursuz bir ortamda başörtüsü meselesi, hükümete karşı ayaklanmanın kıvılcımı oldu. Sadece kadınlar değil tüm halk sokakta. Bu bir devrim hareketi” diyor. Eylemlerin asıl sebebinin hicab olup olmadığını yakından tanıdığım, Türkiye’de dahi başörtüsünü çıkarmayan İranlı bir dostuma sorduğumda, o da “Sen, 2013’teki eylemlere, Gezi Parkı’ndaki ağaç için mi katılmıştın” karşılığını vermişti.

Gençliği Tahran’da geçen ve “saç yüzünden cehenneme gitme korkusu ile büyüdüğünü” söyleyen Seher ise hicabın büyük bir sorun olduğu görüşünde. Seher konuşurken, 30 yıl önce üniversitede sanat okurken yaşadığı zorlukları hatırlıyor: “Bir grup ilahiyat öğrencisi peşimizden gelip ‘ahlaksız’ derlerdi bize. Enstrüman çalan bir kadın olarak çok ayrımcılığa maruz kaldım. Erkeklerin önünde sahne alamazdım, konserler için ruhsat gerekiyordu. Ya da çalacağımız bir eserde bu eser ünlü bir hafıza ait olsa bile cinsel anlam taşıdığı gerekçesiyle bazı kelimeler sansürlenebiliyordu…

‘Kadınlar iki farklı hayata zorlanıyor’

Seher, kadın sadece cinselliğiyle düşünüldüğü için tecridin uygulanmak istendiğini ve uygulamaların kadınları evde farklı, dışarıda farkı, iki ayrı hayat yaşamak zorunda bıraktığını söylüyor. Seher, İran Anayasasında kadının “ikinci sınıf vatandaş” muamelesi gördüğünü belirtiyor: “Evlilikte, ticarette, mirasta kanunlar erkeklerden yana. Halbuki bugün gelişen ve gelişmekte olan ülkelerde yasalar çocuk ve kadını korur. İran’da tam tersi. Bizler, erkekle eşit muamele gördüğümüz yeni bir anayasa istiyoruz; ifade özgürlüğü, eleştiri hakkı, adaletli ve özgürce yapılan seçimlerde seçme ve seçilmeyi talep ediyoruz.

Dinin siyasetten ayrı ele alınması gerektiğini söyleyen Vida da taleplerini söyle anlatıyor: “Bana terörist gibi bakılmasını, terörist gibi muamele görmeyi istemiyorum. İran halkı olarak hak ettiğimiz, bize layık yaşam koşullarını istiyoruz.” Sara’nın da “Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduğu normal bir yaşam” dışında bir beklentisi yok. 53 yaşındaki ebe Dilara N. sadece “normal yaşamak” istediğini söylüyor. Ona göre bunun yolu da “kadının sosyal, siyasi ve özel hayatta yani tüm cihetten haklarını kazanmasıyla mümkün.” Dilara’nın bir talebi de eylemlere katıldıkları gerekçesiyle insanlara kötü muamele edenlerin cezalandırılmaları.

‘Emperyalistlerin büyük korkusu…’

İran’daki protesto gösterilerine ABD ve AB’den gelen destek mesajlarını soruyoruz. Konuştuğumuz kadınların tamamının ABD ve AB’ye yaklaşımı çok net. Vida, “İranlıların zekâsı ve kültürü emperyalist güçlerin korku ve dehşet yeridir. O yüzden onlar bizim gelişme arzumuzun yanında olmaz. Biz bu sorunumuzu çözemediğimiz sürece kısıtlı olacağız ve emperyalistler de bunu istiyor, iç sorununu çözmüş bir İran istemiyorlar. Dolayısıyla kendi çıkarının peşinde olan Amerika da Avrupa da bu yönetimin iş başında olmasını tercih ediyor. Çünkü bu yönetim değişmediği sürece iç sorun da devam edecek” ifadelerini kullanıyor.

Sara küreselleşmenin, sadece İran değil tüm ülkelerin tek başına karar alma gücünü törpülediğini ve Batı sömürüsünün artık savaş değil mezhep ve ırk gibi “sorunlar” üzerinden meşrulaştırıldığını belirtiyor ve ekliyor: “Batı, bu eylemlerin sonunu kendi için olumlu görmüyor. Eğer kazançlı çıkacağını bilseydi daha keskin müdahale girişiminde bulunurdu.

ABD’nin de Avrupa’nın da İran’daki eylemlerden hoşnut olmadığını, çünkü onların sakin bir Ortadoğu arzulamadığını belirten Nesrin’e göre Batı’dan gelen destek açıklamaları göstermelik ve samimi değiller: “Onlar; İranlıları himaye amacı taşımıyorlar. Zaten himaye ettiklerinin örneğini Irak ve Afganistan’da çok yakından gördük.

Vida, “Emperyalistler iç sorununu çözmüş bir İran istemiyor” diyor.

Eylemlerin arkasındaki güç

İran’dan yükselen taleplerin hiçbiri tüm engellemelere rağmen özellikle kadınların üniversitelerde, akademide, sosyal yaşamda ağırlığı düşünüldüğünde beklenmedik değil, “düvel-i muazzamının” bölgemizdeki herhangi bir karışıklıkta ellerini ovuşturması ya da faydalanmaya çalışması da… Buna rağmen kadınların eşitlik ve insanların ekonomik talepleri emperyalizme alet olmakla eşitleniyor.

Taleghani kara çarşafıyla yıllarca cumhurbaşkanlığına aday olma mücadelesi yürütürken nasıl “Amerikan uşağı” ya da “Batı maşası” veya “vatan haini” değilse kuşkusuz eşit ve normal bir yaşam talebiyle sokağa çıkmak zorunda bırakılan Seher, Sara ya da Vida da değil. Yaşananlar, şeriatın nimetlerinden faydalananların, külfetinden nasibini alan kadına kulak verme vaktinin geldiğini gösteriyor.

İran’daki hoşnutsuzluğun sokağa taşmasında Batı’nın ekonomik yaptırımları altında, her yıl daha da derinleşen ve derinleştikçe halkı yoksulluğa mahkûm eden ekonomik krizin payı büyük. İran halkı, kimi zaman büyük dönüşümlerin yaşandığı, bu öfke patlamalarının hangi koşullarda geldiğini çok iyi biliyor. Devrimden önce İran uleması, toprak reformu ile ekonomik çıkarı doğrudan tehdit edilmeden, dayandığı geleneksel ticaret erbabının çıkarı ise küresel sanayi sermayesi karşısında tehlikeye girmeden Şah’ı karşısına almadı. Üstelik bu dönem örtünme yasağı da dahil en uç “reformların” uygulandığı dönemdi. Ulema 1906’da ilk İran Anayasası’yla elde ettiği, meclisten çıkacak yasaların şeriata uygunluğunu denetleme görevini bile ancak 1963’teki toprak reformunda hatırladı.

Su akar yatağını bulur

Dolayısıyla ekonomik olarak varlığı tehdit edilmeyen bir sınıf, grup ya da insanın zorluklara, sıkıntılara katlanmasıyla, bu güvencenin ortadan kalktığı durumda sesini yükseltmesi “hayatın olağan akışına uygun.” Bu olağan akışta “dış müdahale” aramak, akışa karşı kürek çekmek gibi, sonuçsuz bir eylem. Herhangi bir ülke, hele hele ABD, Arap ülkelerine yaptığı gibi öyle kolay kolay İran’a “devrim” ya da “reform” ihraç edemez. Çünkü İran, köklü devlet geleneğine sahip, önemli bir kültür birikimi olan, üstelik toplumu antiemperyalizm fikrine yaslanan, bölgenin iki büyük gücünden biri. İran devleti, bu akan suya ya yeni bir yol bulacak ya da bir, iki, beş, on yıl sonra bu kez daha gür biçimde akmak üzere zorla “kurutacak.” Ama er ya da geç, öyle ya da böyle o su, akacak ve yatağını bulacak.

DÜNYA BASINI

Pezeşkiyan’ın hedefi sandığa gitmeyenler, silahı ise “korku”

Yayınlanma

İran’da 14. dönem Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin ikinci turuna kalan adayların seçim kampanya süreci yeniden başladı.

İran devlet televizyonuna göre, 5 Temmuz’da yapılacak cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turu için yarışacak reformistlerin adayı Mesud Pezeşkiyan ile muhafazakarların adayı Said Celili’nin kampanya süreci 3 Temmuz’da sona erecek.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz adayların birbirlerine yönelik suçlamalarına ve seçim kampanyalarında kullandıkları argümanlara odaklanıyor:

***

İran’da reformcuların cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak için sosyal yardım ve korku faktörüne güveniyor

Amwaj.media

Reformist Mesud Pezeşkiyan ve muhafazakâr Said Celili, 28 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçiminde hiçbir aday oyların çoğunluğunu alamadığı için ikinci turda karşı karşıya gelecek.

Pezeşkiyan’ın kampanyası şimdi ilk turu boykot eden seçmenlerle iletişim kurmaya ve katılımı artırmak için olası muhafazakâr yönetimin tehlikelerini vurgulamaya hazırlanıyor. Celili’nin ekibi ise reformist rakibini plansız olarak göstermeye çalışıyor.

Sonuçlar: 28 Haziran seçimleri, muhafazakâr eski Cumhurbaşkanı Reisi’nin geçen ay bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesiyle tetiklendi. İran anayasasına göre erken seçimlerin 50 gün içinde yapılması gerekiyor.

Milletvekili Pezeşkiyan ve eski nükleer baş müzakereci Celili, İran’da 28 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda yeterli oyu alamadıkları için 5 Temmuz’da karşı karşıya gelecekler.

-Pezeşkiyan 10,5 milyon (yüzde 42,5) oy alırken, Celili 9,5 milyon (yüzde 38,6) oy aldı.

-Başlangıçta seçimin favorisi olarak görülen muhafazakâr Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf ise 3.4 milyondan az (yüzde 13.8) oy alarak üçüncü oldu.

-Muhafazakâr eski adalet bakanı Mustafa Purmuhammedi ise kullanılan oyların yüzde 1’inden azını alarak (yaklaşık 200.000) sonuncu oldu.

Katılım oranı: Kamuoyu yoklamaları, 2021 seçimlerinde seçmen katılımının bir önceki rekor düşük seviye olan yüzde 48,8’den daha yüksek olacağını öngörmesine rağmen, seçime katılım sadece yüzde 39,9 oldu.

Rekor düşük katılım oranı, 2020’de başlayan ulusal seçimlere düşük katılım eğilimini tersine çeviremedi. Seçmen ilgisizliği ve reform yanlısı adayların neredeyse tamamının seçime katılımının engellenmesi bu eğilimi tetikledi.

-Muhafazakârların parlamentoyu ılımlılardan ve Reformistlerden geri aldığı 2020 yasama seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin yüzde 42’sinden biraz fazlası oy kullandı.

-Reisi’nin genel olarak “tek atlı yarış” olarak görülen seçimi kazandığı 2021 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenlerin yüzde 48,8’i oy kullandı ki bu o zamana kadar bir cumhurbaşkanlığı oylaması için en düşük katılım oranıydı.

-Bu yıl mart ayında yapılan parlamento seçimlerinin ilk turunda da seçmenlerin yaklaşık %41’i oy kullanmıştı.

Yankıları: Pezeşkiyan için kampanya yürüten eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif (2013-21) katılımın düşük olmasını halkın “yönetim şeklimizden memnun olmamasına” bağladı ve geçmişteki eksiklikler için özür diledi.

-Siyaset sosyoloğu Mehran Solati, 30 Haziran’da reform yanlısı Hammihan gazetesine verdiği demeçte, özellikle etnik azınlıkların çoğunlukta olduğu sınır illerindeki düşük katılımın, ülkenin seçimler konusunda “derinleşen öfke ve artan bir hayal kırıklığı” ile karşı karşıya olduğunu gösterdiğini söyledi.

Muhafazakâr Kayhan gazetesi ise katılımın düşük olmasından ılımlı Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani (2013-21) hükümetinin ekonomik performansını sorumlu tuttu.

-Kayhan, ekonominin durumu nedeniyle halkın hayal kırıklığına uğradığını ve Ruhani’nin halefi, son cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin (2021-24) Ruhani’nin kendisine bıraktığı ekonomiyi düzeltmek için yeterli zamanı olmadığını iddia etti.

-Muhafazakâr gazete 28 Mayıs’ta Reisi’nin çabaları sayesinde seçime katılımın “gözle görülür şekilde yüksek” olacağını öngörmüştü.

Pezeşkiyan’ın ekibi, 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde kampanya çalışmalarına başlarken, ilk turda sandığa gitmeyenlere ulaşmaya çalışıyor.

-Zarif, Reformcu kampa bağlı kampanyacılara yaptığı bir konuşmada, halkın “yalan bombardımanına” tutulduğu için “doğrudan insanlarla konuşmalarını” önerdi. Pezeşkiyan için kampanya yürütenler 30 Haziran’da Tahran’ın farklı bölgelerinde bir araya gelerek sıradan İranlıların sorularını yanıtladılar.

Pezeşkiyan 30 Haziran’da, 5 Temmuz’daki zaferinin mecazi bir tren kazasını önlemek için gerekli olduğunu ima ederek dikkatleri üzerine çekti.

-Reformist aday, bir çiftçinin, rayları tıkayan kayalara çarpmadan önce gelen trenin sürücüsünü durdurmak için kıyafetlerini ateşe verdiği bilinen bir grafiği paylaştı. “Fedakâr çiftçi” hikayesi -1961 yılının bir Kasım gecesi yaşanan Rizali Khajavi’nin gerçek eylemlerini konu alıyor- İran ilkokullarında vatanseverlik ve görev bilinci örneği olarak öğretiliyor.

-İran’ı trene ve 28 Haziran seçimlerini boykot eden seçmenleri de yolcularına benzeten Pezeşkiyan, ülkenin “İran’ın geleceği tehlikede olduğu için” yolcuları uyarmak amacıyla “fedakâr çiftçi” gibi insanlara ihtiyaç duyduğunu söyledi.

-Pezeşkiyan’ın paylaşımına tepki olarak Khajavi’nin oğullarından biri internette bir video yayınlayarak kendisinin ve ailesinin Celili’ye oy vereceğini söyledi.

Reformcu adayın destekçileri de muhafazakâr bir cumhurbaşkanının iktidara gelmesinin kötü sonuçlar doğurabileceği korkusundan faydalanarak destek toplamaya çalışıyor.

-Eski Bilgi ve İletişim Teknolojileri Bakanı (2017-21) ve Pezeşkiyan’ın kampanyasının destekçisi olan Muhammad Cevad Azar Cahromi 29 Haziran’da olası bir Celili yönetimini Taliban tarafından yönetilen bir hükümete benzetti.

-Siyasi yorumcu Muhammed Ali Ahangaran 29 Haziran’da Pezeşkiyan’a oy vermenin işleri “mutlaka” daha iyi hale getirmeyeceğini, ancak “seçimi boykot etmenin ya da Celili’ye oy vermenin kesinlikle felaket getireceğini” yazdı.

Bu arada Celili’nin destekçileri 69 yaşındaki Pezeşkiyan’ın sağlığını ve cumhurbaşkanı olmak için gereken özelliklere sahip olup olmadığını sorguladı.

-Muhafazakâr milletvekili ve Celili’nin destekçisi Hamid Rasaee 30 Haziran’da “söylentilere” dayanarak Pezeşkiyan’ın hastalığı nedeniyle Celili ile televizyonda yapılacak bir tartışmaya katılmayacağını söyledi ve Pezeşkiyan’ın dört yıl boyunca ülkeyi yönetecek kadar sağlıklı olup olmadığını sordu. Pezeşkiyan’ın tartışmadan çekildiğine dair resmi bir açıklama yapılmadı.

-Muhafazakâr bir milletvekili ve eski bir televizyon sunucusu olan Emirhüseyin Sabeti, Pezeşkiyan’ı ülkenin sorunlarını ele alacak bir “planı olmamakla” suçladı. Sabeti ayrıca reformist adayın yarışı kazanması halinde benzin fiyatlarının sekiz kattan fazla artacağını iddia etti.

Adaylar: Eğitimli bir kalp cerrahı olan Pezeşkiyan, Batı ile ilişki kurma ve temel sosyal ve kültürel özgürlükleri güvence altına almak için mücadele etme mottosuyla yarışıyor.

– Tecrübeli milletvekili, yolsuzlukla mücadele etme sözü verdi ve İran’ı yıllardır kara listesinde tutan hükümetler arası kara para aklama karşıtı bir kuruluş olan Mali Eylem Görev Gücü (FATF) ile işbirliğinden yana konuştu.

-Pezeşkiyan, Dini Lider Ayetullah Ali Hamaney tarafından belirlenen politikalardan övgüyle bahsetti. Bu nokta, İslam Cumhuriyeti’ni eleştirenler tarafından Pezeşkiyan ve muhafazakâr rakibi Celili’nin birbirinden farkı olmadığı iddia etmek için sıklıkla referans gösteriliyor.

Celili aşırı muhafazakârlar arasında popüler ve Reisi yönetimindeki pek çok kişinin desteğine sahip.

-Muhafazakâr Celili 2007-2013 yılları arasında Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi (YGK) sekreteri olarak görev yaptı ve bu dönemde Batı ile nükleer müzakereleri de yürüttü. Müzakereler hiçbir yere varmadı.

-Batı ile ilişkilerin geliştirilmesine karşı olan ve 2015 nükleer anlaşmasına da şiddetle karşı çıkan Celili şu anda Hamaney’in YGK’deki kişisel temsilcisi olarak görev yapıyor.

Öngörü: İki cumhurbaşkanı adayı 5 Temmuz’da yapılacak ikinci tur öncesinde televizyonda yayınlanacak iki münazarada karşı karşıya gelecek.

-Celili, Kalibaf’ın oylarının kendi lehine döneceğini umuyor ancak meclis başkanının destekçilerinin Celili’nin davasına ne kadar bağlı olduğu konusunda soru işaretleri var. Şimdiden, en azından bazı oyların Pezeşkiyan’a gideceğine dair işaretler söz konusu

-İkinci turu kazanmak için Pezeşkiyan’ın katılımı artırmak için elinden gelen her şeyi yapması gerekiyor. Kampanyası, kısmen kullanılmayan her oyun Celili’ye oy vermek anlamına geldiğini savunarak ilk turu boykot edenleri kazanmaya odaklanacak.

-Sosyal medyadaki söylem, Reformist adayın Celili gibi muhafazakâr birinin cumhurbaşkanı olmasından endişe duyan seçmenlerden fayda sağlayacağını gösteriyor. Ancak bu korku faktörünün seçmen ilgisizliğini yenmeye yetip yetmeyeceğini zaman gösterecek.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

ABD’nin “Gazze’ye Arap asker” planı: Filistin ve Kahire karşı çıkıyor

Yayınlanma

Kahire yönetiminin, Mısır askerlerinin Gazze Şeridi’ne girmesine karşı olduğu ve Gazze’nin savaş sonrası alacağı durumun da Filistin’in iç meselesi olduğunu vurguladığı belirtildi.

ABD’nin savaş sonrası Gazze’nin yönetimine ilişkin yürüttüğü plan kapsamında Arap ülkelerinden, Gazze’ye geçici olarak asker konuşlandırmasını istediği iddia edilmişti. Times of Israel’in haberine göre ABD Dışişleri Antony Blinken üç hafta önce Katar, Mısır, İsrail ve Ürdün’e yaptığı ziyaretler sırasında muhataplarına, ABD’nin yerel Filistinli subaylarla birlikte çalışacak bir gücün oluşturulması için Kahire ve Abu Dabi’den destek aldığını söyledi.

İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Tzachi Hanegbi de 25 Haziran’da yaptığı açıklamada, Gazze’de Hamas’a alternatif kurulacak yönetimin birkaç gün içinde netleşeceğini söylemişti. Hanegbi, İsrail’in; ABD, Birleşmiş Milletler, Avrupa ve ılımlı Arap ülkeleriyle Gazze’de Hamas yönetimine nasıl bir alternatif bulabileceğini tartıştığını dile getirmişti.

İsrail resmi yayın kurumu hafta sonu adı açıklanmayan bir güvenlik yetkilisine dayandırdığı haberinde, “İsrail ordusunun, yerini alacak uluslararası bir güç bulunana kadar Gazze Şeridi’nde kalacağını ve bunun birkaç ay sürebileceğini” aktardı.

İddialar üzerine Filistin Yönetimi Gazze Şeridi’nde “dış güçlerin getirilmesi suretiyle işgalin sürdürülmesini reddettiğini” açıkladı.

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü ve Enformasyon Bakanı Nebil Ebu Rudeyne, resmi haber ajansı WAFA’da yer alan açıklamasında, “Filistin topraklarında herhangi bir yabancı varlığın meşruiyeti yok ve Filistin’i kimin yöneteceğine yalnızca Filistin halkı karar verir” dedi.

İsrail’in “kanlı katliamlarla sahada uygulamaya çalıştığı yerleşim ve yerinden etme politikasının da hiçbir meşruiyeti bulunmadığını” belirten Ebu Rudeyne, “İşgal hükümeti ve onun başbakanı (Binyamin Netanyahu), Filistin halkının kaderini belirleyebileceklerine ve Gazze Şeridi’ndeki işgalcinin yerine yabancı güçleri getirerek işgali sürdürebileceklerine inanırlarsa yanılgı içinde olacaklardır” ifadelerini kullandı.

Ebu Rudeyne, Batı Şeria’da ve Gazze Şeridi’nde yabancı varlığına izin vermeyeceklerini belirterek, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün, Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğunu belirtti.

Öte yandan Kahire yönetiminin de Mısır askerlerinin Gazze Şeridi’ne girmesine karşı olduğu ve Gazze’nin savaş sonrası alacağı durumun da Filistin’in iç meselesi olduğunu vurguladığı aktarıldı.

El-Kahire el-İhbariyye kanalının ismini vermediği 2 üst düzey Mısırlı kaynak konuya ilişkin açıklama yaptı. Kaynaklar, Mısır’ın, esirlerin evlerine geri dönmesi ve Gazze’deki saldırıların durmasının, ateşkes ve esir takası anlaşmasıyla olması gerektiğini daha önce tüm taraflara ilettiğini ifade etti. Mısır’ın ayrıca, Gazze’ye Mısır kuvvetlerinin girmesine karşı çıktığı ve Gazze’nin savaş sonrası alacağı durumun Filistin iç meselesi olduğunu vurguladığı kaydedildi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

“Düşman ordusunda askerlik yapmayız” diyen Harediler polisle çatıştı

Yayınlanma

Ultra Ortodoks Yahudiler (Harediler), Batı Kudüs’te zorunlu askerlik hizmetine karşı düzenlenen protestoda İsrail polisi ile çatıştı.

Batı Kudüs’teki Meaşearim Mahallesi’nde bulunan Şabat Meydanı’nda toplanan on binlerce Haredi, İsrail’in zorunlu askerlik hizmetini protesto etti.

Ellerinde dövizler taşıyan Harediler, “Düşman ordusunda askerlik yapmayız”, “Ölürüz de askerlik yapmayacağız” şeklinde sloganlar attı.

Şofar (keçi veya koç boynuzundan yapılan ve dini amaçla kullanılan enstrüman) üfleyen Harediler, aynı zamanda bölgeden geçen İsrail İskân Bakanı Yitzhak Goldknopf’un aracını taşladı.

Polise taş atmaya başlayan Harediler, çevredeki çöp konteynırlarını da ateşe verdi.

İsrail polisi, atlı birliklerle müdahale ettiği binlerce Haredi’yi, aynı zamanda TOMA’lardan pis kokan tazyikli su sıkarak dağıtmaya çalıştı.

Mahkeme kararının toplumsal sonuçları olacak

İsrail Yüksek Mahkemesi, 25 Haziran’da oybirliğiyle Ultra Ortodoks Yahudi erkeklerin zorunlu askerlikten muaf tutulmasının yasal dayanağının bulunmadığına ve askerliğe uygun olanların göreve alınması gerektiğine karar vermişti.

Kararda, askere alınmayanların kamu tarafından finanse edilen sosyal yardım ve eğitim yardımlarından da yararlanamayacaklarına yer verilmişti.

Kararın, zorunlu askerliğe uygun olduğu tahmin edilen 67 bin Haredi erkeğe toplu mu yoksa kademeli biçimde mi tevdi edileceği henüz kesinleşmedi.

Haredi erkeklerin askerlik hizmetini yerine getirmesi gerektiği yönündeki kararın siyasi ve toplumsal sonuçlarının olması bekleniyor.

Tarihi öneme sahip bu karar, İsrail’de yeni bir iç kargaşaya neden olma ve kültürel bir çatışmayı körükleme potansiyeline sahip bulunuyor.

Askerlik yapmayı reddedenler artık devlet desteği alamayacak. Ultra Ortodoks Yahudileri askerlik hizmetinden kurtaran yasal muafiyet Mart 2024’te sona ermişti.

Hükümetin ek süre talebi reddedilmişti

Yüksek Mahkeme, mart ayında Binyamin Netanyahu hükümetinin yeni askerlik yasası hazırlanana kadar Ultra Ortodoks Yahudilerin askerlik muafiyetinin uzatılması için ek süre talebini reddetmişti.

Mahkeme, şu ana kadar askerlik şubesine yazılmamış Tevrat okullarında (Yeşivalarda) eğitim gören Haredi öğrenciler için hükümetin sağladığı fonun da kesilmesi talimatını vermişti.

İsrail Meclisinde, Haredilerin zorunlu askerlikten muaf tutulmasına ilişkin yasa tasarısı, 11 Haziran’da yapılan oylamada oy çokluğuyla kabul edilmişti.

Tasarının, yürürlüğe girmesi için ikinci ve üçüncü okumada onaylanmak üzere Meclisin Dışişleri ve Güvenlik Komitesinde tartışılması bekleniyordu.

Muhalefet partileri Haredilerin askerlikten muaf tutulmasını eleştirirken, Netanyahu hükümetinde yer alan Ultra Ortodoks Yahudileri temsil eden partiler ise Haredilere askerliği zorunlu hale getirecek yasa tasarısına karşı çıkıyor.

Harediler nüfusun yüzde 12’sini oluşturuyor

Çoğu dini gerekçelerle askere gitmeyi reddeden Harediler, 9 milyonluk ülkede nüfusun yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor.

Ülkedeki Haredi Yahudilerinin büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi’nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşıyor.

İsrail’de 1 Kasım 2022 seçimlerinden zaferle ayrılan Likud lideri Netanyahu’nun koalisyon ittifakında aşırı sağcı partilerin yanı sıra Ultra Ortodoks Şas ve Birleşik Tevrat Yahudilik partileri yer alıyor.

Laik Yahudilerle aralarında birçok konuda görüş ayrılığı olan ve toplumun geri kalanına entegre olmayı reddeden Haredi Yahudilerin çoğu, orduda dinlerinin gerektirdiği şekilde yaşayamayacakları gerekçesiyle askerlik yapmayı reddediyor.

Kadın ve erkekler için İsrail’de 3 yıl zorunlu askerlik hizmeti bulunuyor. Ultra Ortodoks Yahudilik inanca sahip Harediler ise 26 yaşına kadar Tevrat kurslarında (Yeşiva) eğitim almaları halinde askerlikten muaf tutuluyor.

İsrail’de koalisyon ortağı Haredi partiler, “Tevrat eğitiminin temel hak olduğu” yönünde bir kanun geçirerek temsil ettikleri kesimi askerlikten muaf tutulmasını yasal güvence altına almayı planlıyordu.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English