Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İranlı kadınlar anlatıyor: Mesele sadece başörtüsü değil

Yayınlanma

“Devrimin başından beri iktidardakilerin eleştirilmemesi gerektiği söylendi, ancak eleştirmemize izin verilseydi, bu kadar zimmete para geçirme, hırsızlık ve ihanet olmazdı.”

1979 Devrimi’nin tanınmış simalarından ve devrim sonrası kurulan ilk meclisteki dört kadın vekilden biri olan Azam Taleghani, 2019’da ölmeden önceki son konuşmalarından birinde böyle diyordu. Babası etkili bir din adamı olan ve Şah döneminde siyasi nedenlerle hapis yatan Azam Taleghani, meclisteki zorunlu örtünme (hicab) tartışmalarında, “Eğer aynı zorunluluk erkekler için olmayacaksa kadınlar da zorlanamaz” diyordu. Üstelik Taleghani, “çador” denilen kara çarşafını ne görev süreci boyunca ne de görevi sona erdikten sonra hiç çıkarmadı. Cumhurbaşkanı adaylığı için kara çarşafıyla yaptığı sayısız başvuru ise her kadın adayın yaşadığı sonla bitti: Anayasa Konseyi tarafından reddedildi.

Kadınlar ne istiyor?

Taleghani ve daha nice kadın ve erkeğin, emperyalizm ve onun ülkedeki işbirlikçi Şah yönetime karşı omuz omuza mücadele ederek gerçekleştirdikleri devrimden 43 yıl sonra bugün, İranlı kadınlar yine sokakta, en önde. Mahsa Amini’nin Tahran’da güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınması ve gözaltındayken hayatını kaybetmesi üzerine başlayan ve ülke geneline yayılan protesto dalgası 1979 Devrimi’nden sonra gerçekleşen sokak eylemlerinin en uzun soluklusu. İran halkı hemen hemen ülkenin tüm eyaletlerinde sokağa çıkıyor. Peki, sokağın temel talebi ne, kadınlar ne istiyor, toplumun ne kadarı eylemleri destekliyor ve emperyalizm bu eylemlerin neresinde? Batı kaynaklı kışkırtıcı haberler ve sosyal medya dezenformasyonu, İran’da uygulanan internet kısıtlamalarıyla birleşince bölgeden sağlıklı haber almak zorlaşıyor. Kısıtlılık ve bilgi kirliliği, sokağa çıkan halkın temel talebini, hicab yani başörtüsü meselesine indirgemiş durumda.

Eylemlerden sonra Tahran sokaklarında bazı kadınların başörtüsü takmadığı görülüyor. (5 Aralık 2022) FOTO: Fatemeh Bahrami/AA

‘Asıl sorun anayasa’

Ancak İranlı kadınlar başörtüsü ile özdeşleşen örtünme zorunluluğunun eylemlerden önce bile bazı bölgelerde fiilen yumuşadığını söylüyor. Onlara göre hicab tek başına sorun değil. 39 yaşında tekstil alanında faaliyet yürüten esnaf Vida Ş. eylemlerden önce de çoğu bölgede araba kullanırken ya da kafe gibi sosyal alanlarda kısıtlamaların büyük ölçüde görmezden gelindiğini ifade ediyor: “Hele eylemlerden sonra artık kadınların büyük çoğunluğu, sokağa da başı açık çıkıyor.

38 yaşındaki ev hanımı Sara N. de başörtüsü zorunluluğunun tek başına sosyal yaşamı derinden etkilemediği görüşünde. Ama ona göre kadınlar da erkekler gibi dilediği kıyafeti giymekte özgür olmalı. 42 yaşındaki Tebrizli öğretmen Nesrin N. ise suni ve formalite diye nitelediği başörtüsü zorunluluğu ile ilgili şunları söylüyor: “Sosyal hayatı etkileyen asıl sorun, yasalardaki şeriattan kaynaklı uygulamalar. Örneğin erkekler mehir (tek seferde ödenen nafaka) ödeyerek istediği zaman karısını ‘boşayabilir.’ Aynı durum kadın için geçerli değil. Mesela sevmediği için ‘boşanamaz’ bir kadın. Kocasının kendisine şiddet uyguladığını ya da madde bağımlısı olduğunu yani yasalarda kadının ayrılmasına izin verilen, erkekten kaynaklı ağır kusuru ispat etmek zorunda. Bir şekilde boşansa bile, 7 yaşından büyük çocuğunun velayetini, eğer baba yine yasada belirtilen ağır kusurlara sahip değilse, üzerine alamaz. Bir kadın kocası ya da babasının izni olmaksızın pasaport çıkarttıramaz. Erkek kardeşleriyle mirastan eşit pay alamaz. Yargıç olamaz, cinayet davalarında tanıklığı kabul edilmez, diğer davalarda bir kadının sözü, erkek şahidin sözünün yarısı değerinde.

Sara (sol), Seher (sağ üst) ve Nesrin (sağ alt)

‘Koşulları vardı başörtüsü kıvılcım oldu’

Vida, huzursuzluğun ve insanları sokağa iten temel problemin ekonomik temelli olduğunu düşünüyor.  Nesrin de “İran parası sürekli değer kaybediyor. Satın alma gücü büyük ölçüde düştü, insanlar geçim derdinde. Böyle huzursuz bir ortamda başörtüsü meselesi, hükümete karşı ayaklanmanın kıvılcımı oldu. Sadece kadınlar değil tüm halk sokakta. Bu bir devrim hareketi” diyor. Eylemlerin asıl sebebinin hicab olup olmadığını yakından tanıdığım, Türkiye’de dahi başörtüsünü çıkarmayan İranlı bir dostuma sorduğumda, o da “Sen, 2013’teki eylemlere, Gezi Parkı’ndaki ağaç için mi katılmıştın” karşılığını vermişti.

Gençliği Tahran’da geçen ve “saç yüzünden cehenneme gitme korkusu ile büyüdüğünü” söyleyen Seher ise hicabın büyük bir sorun olduğu görüşünde. Seher konuşurken, 30 yıl önce üniversitede sanat okurken yaşadığı zorlukları hatırlıyor: “Bir grup ilahiyat öğrencisi peşimizden gelip ‘ahlaksız’ derlerdi bize. Enstrüman çalan bir kadın olarak çok ayrımcılığa maruz kaldım. Erkeklerin önünde sahne alamazdım, konserler için ruhsat gerekiyordu. Ya da çalacağımız bir eserde bu eser ünlü bir hafıza ait olsa bile cinsel anlam taşıdığı gerekçesiyle bazı kelimeler sansürlenebiliyordu…

‘Kadınlar iki farklı hayata zorlanıyor’

Seher, kadın sadece cinselliğiyle düşünüldüğü için tecridin uygulanmak istendiğini ve uygulamaların kadınları evde farklı, dışarıda farkı, iki ayrı hayat yaşamak zorunda bıraktığını söylüyor. Seher, İran Anayasasında kadının “ikinci sınıf vatandaş” muamelesi gördüğünü belirtiyor: “Evlilikte, ticarette, mirasta kanunlar erkeklerden yana. Halbuki bugün gelişen ve gelişmekte olan ülkelerde yasalar çocuk ve kadını korur. İran’da tam tersi. Bizler, erkekle eşit muamele gördüğümüz yeni bir anayasa istiyoruz; ifade özgürlüğü, eleştiri hakkı, adaletli ve özgürce yapılan seçimlerde seçme ve seçilmeyi talep ediyoruz.

Dinin siyasetten ayrı ele alınması gerektiğini söyleyen Vida da taleplerini söyle anlatıyor: “Bana terörist gibi bakılmasını, terörist gibi muamele görmeyi istemiyorum. İran halkı olarak hak ettiğimiz, bize layık yaşam koşullarını istiyoruz.” Sara’nın da “Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduğu normal bir yaşam” dışında bir beklentisi yok. 53 yaşındaki ebe Dilara N. sadece “normal yaşamak” istediğini söylüyor. Ona göre bunun yolu da “kadının sosyal, siyasi ve özel hayatta yani tüm cihetten haklarını kazanmasıyla mümkün.” Dilara’nın bir talebi de eylemlere katıldıkları gerekçesiyle insanlara kötü muamele edenlerin cezalandırılmaları.

‘Emperyalistlerin büyük korkusu…’

İran’daki protesto gösterilerine ABD ve AB’den gelen destek mesajlarını soruyoruz. Konuştuğumuz kadınların tamamının ABD ve AB’ye yaklaşımı çok net. Vida, “İranlıların zekâsı ve kültürü emperyalist güçlerin korku ve dehşet yeridir. O yüzden onlar bizim gelişme arzumuzun yanında olmaz. Biz bu sorunumuzu çözemediğimiz sürece kısıtlı olacağız ve emperyalistler de bunu istiyor, iç sorununu çözmüş bir İran istemiyorlar. Dolayısıyla kendi çıkarının peşinde olan Amerika da Avrupa da bu yönetimin iş başında olmasını tercih ediyor. Çünkü bu yönetim değişmediği sürece iç sorun da devam edecek” ifadelerini kullanıyor.

Sara küreselleşmenin, sadece İran değil tüm ülkelerin tek başına karar alma gücünü törpülediğini ve Batı sömürüsünün artık savaş değil mezhep ve ırk gibi “sorunlar” üzerinden meşrulaştırıldığını belirtiyor ve ekliyor: “Batı, bu eylemlerin sonunu kendi için olumlu görmüyor. Eğer kazançlı çıkacağını bilseydi daha keskin müdahale girişiminde bulunurdu.

ABD’nin de Avrupa’nın da İran’daki eylemlerden hoşnut olmadığını, çünkü onların sakin bir Ortadoğu arzulamadığını belirten Nesrin’e göre Batı’dan gelen destek açıklamaları göstermelik ve samimi değiller: “Onlar; İranlıları himaye amacı taşımıyorlar. Zaten himaye ettiklerinin örneğini Irak ve Afganistan’da çok yakından gördük.

Vida, “Emperyalistler iç sorununu çözmüş bir İran istemiyor” diyor.

Eylemlerin arkasındaki güç

İran’dan yükselen taleplerin hiçbiri tüm engellemelere rağmen özellikle kadınların üniversitelerde, akademide, sosyal yaşamda ağırlığı düşünüldüğünde beklenmedik değil, “düvel-i muazzamının” bölgemizdeki herhangi bir karışıklıkta ellerini ovuşturması ya da faydalanmaya çalışması da… Buna rağmen kadınların eşitlik ve insanların ekonomik talepleri emperyalizme alet olmakla eşitleniyor.

Taleghani kara çarşafıyla yıllarca cumhurbaşkanlığına aday olma mücadelesi yürütürken nasıl “Amerikan uşağı” ya da “Batı maşası” veya “vatan haini” değilse kuşkusuz eşit ve normal bir yaşam talebiyle sokağa çıkmak zorunda bırakılan Seher, Sara ya da Vida da değil. Yaşananlar, şeriatın nimetlerinden faydalananların, külfetinden nasibini alan kadına kulak verme vaktinin geldiğini gösteriyor.

İran’daki hoşnutsuzluğun sokağa taşmasında Batı’nın ekonomik yaptırımları altında, her yıl daha da derinleşen ve derinleştikçe halkı yoksulluğa mahkûm eden ekonomik krizin payı büyük. İran halkı, kimi zaman büyük dönüşümlerin yaşandığı, bu öfke patlamalarının hangi koşullarda geldiğini çok iyi biliyor. Devrimden önce İran uleması, toprak reformu ile ekonomik çıkarı doğrudan tehdit edilmeden, dayandığı geleneksel ticaret erbabının çıkarı ise küresel sanayi sermayesi karşısında tehlikeye girmeden Şah’ı karşısına almadı. Üstelik bu dönem örtünme yasağı da dahil en uç “reformların” uygulandığı dönemdi. Ulema 1906’da ilk İran Anayasası’yla elde ettiği, meclisten çıkacak yasaların şeriata uygunluğunu denetleme görevini bile ancak 1963’teki toprak reformunda hatırladı.

Su akar yatağını bulur

Dolayısıyla ekonomik olarak varlığı tehdit edilmeyen bir sınıf, grup ya da insanın zorluklara, sıkıntılara katlanmasıyla, bu güvencenin ortadan kalktığı durumda sesini yükseltmesi “hayatın olağan akışına uygun.” Bu olağan akışta “dış müdahale” aramak, akışa karşı kürek çekmek gibi, sonuçsuz bir eylem. Herhangi bir ülke, hele hele ABD, Arap ülkelerine yaptığı gibi öyle kolay kolay İran’a “devrim” ya da “reform” ihraç edemez. Çünkü İran, köklü devlet geleneğine sahip, önemli bir kültür birikimi olan, üstelik toplumu antiemperyalizm fikrine yaslanan, bölgenin iki büyük gücünden biri. İran devleti, bu akan suya ya yeni bir yol bulacak ya da bir, iki, beş, on yıl sonra bu kez daha gür biçimde akmak üzere zorla “kurutacak.” Ama er ya da geç, öyle ya da böyle o su, akacak ve yatağını bulacak.

ORTADOĞU

UCM Hakiminden İsrail’in “tarafsızlık” sorgusuna yanıt

Yayınlanma

Beti Hohler

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail’in kendisi hakkındaki tarafsızlık sorgulamasına ilişkin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararını verecek dairenin yeni atanan üyesi Hâkim Beti Hohler’in yanıtını yayınladı.

İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkındaki tutuklama talebi kararını verecek hâkim heyetine yeni atanan Hohler, savcılıktaki geçmiş görevine ilişkin İsrail’in sorularını yanıtladı.

UCM Hakimi Hohler’in sunduğu detaylı yanıtla, İsrail’in yargı sürecini geciktirmeye ve hakimin tarafsızlığını sorgulama yönelik girişimi temelsiz kaldı.

Tarafsızlık tartışması

Hohler’in UCM hakimliğine seçilmeden önce UCM Savcılık Ofisinde çalışmış olmasının, tarafsızlığına gölge düşürebileceğini öne süren İsrail Başsavcılığının UCM’ye yönelttiği sorulara verilen yanıtta, Filistin soruşturmasında görev almadığını belirtti. Hohler, savcılık bürosunda çalıştığı dönemde Filistin soruşturmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katılmadığını ve soruşturmada görev alan personelle çalışmadığını kaydetti.

Eski Mossad şefi savaş suçları soruşturması nedeniyle eski UCM savcısını tehdit etmiş

İsrailli yetkililer hakkında yürütülen soruşturmanın belgelerine, soruşturma planlarına, evraklarına, delillerine veya gizli belgelere hiçbir şekilde erişmediğini aktaran Hohler, bu bilgi ve belgelerin kendisine başka şekilde de getirilmediğini ifade etti.

Yanıtında UCM’deki tüm soruşturmalara erişim sağlayan bir konumda çalışmadığını anlatan Hohler, Savcılıktaki görevinde kendisine danışılan ve görüş bildirdiği konular içinde Filistin soruşturmasının yer almadığını vurguladı.

Hohler, ağırlıklı olarak Filipinler’deki olayların soruşturulmasında görev aldığını ve etkileşime girdiği soruşturmalar içinde Filistin’in yer almadığını belirtti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

Tarafsızlığından makul gerekçelerle şüphelenilen bir hâkimin görevinden çekilmesi gerektiğine inandığını aktaran Hohler, görevinin gerektirdiği özelliklerin farkında olduğunu kaydetti. Hohler, Savcılık Ofisini de konuya ilişkin elindeki bilgileri mahkemeye sunmaya davet etti.

UCM’deki süreci geciktirme çabaları

Önceki UCM Başsavcısı Fatou Bensouda 16 Ocak 2015’te, Filistin’deki duruma ilişkin ön inceleme başlattığını duyurmasının ardından, Aralık 2019’da soruşturma için gerekli kriterlerin karşılandığını açıklamasına rağmen, Filistin topraklarının nereyi kapsadığı ve mahkemenin hangi topraklarda işlenen suçlara bakabileceğinin tespit edilmesi için ön yargılama dairesinden görüş istemişti.

Söz konusu görüşün verilmesi sırasında birçok UCM ülkesi ve sivil toplum kuruluşunun (STK) sürece dahil olmasıyla yaklaşık 2 yıl sonunda, ön inceleme tamamlanmış ve soruşturma ancak 3 Mart 2021’de başlatılmıştı.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM Başsavcılığının 20 Mayıs’ta Binyamin Netanyahu, Yoav Gallant ve üç Hamas lideri hakkında istediği tutuklama kararı talebi, İsrail ve müttefiklerinin sistematik engelleme çabalarıyla karşılaşmaya devam etti.

İngiltere’nin temmuzda başlattığı yetki itirazıyla yeni bir gecikme süreci başlamıştı. İngiltere’nin Filistin’in devlet statüsünü sorgulayarak UCM’nin yargı yetkisine itiraz etmesi ve daha sonra 64 ülke, kuruluş ve kişinin beyanlarının da sürece dahil edilmesiyle birlikte, tutuklama kararından önce yargılama yetkisi tartışmalarına girilmişti.

Bunun yanında Netanyahu hakkındaki tutuklama kararı talebini incelemekle görevli bir numaralı Ön Yargılama Dairesinin başkanı Hâkim Julia Motoc’un “sağlık nedenleri ve adaletin düzgün işleyişini koruma ihtiyacı” gerekçesiyle görevinden çekildiği açıklanmıştı.

UCM, Motoc’un yerine Sloven Hâkim Beti Hohler’in atandığını bildirmişti.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

UCM’deki Filistin süreci devam ederken, Mahkeme Taraf Devletler Meclisi Başkanlığından yapılan açıklamada, Başsavcı Kerim Han hakkında Savcılık Ofisi çalışanlarından birine yönelik “uygunsuz davranış” iddialarının bağımsız bir komisyon tarafından incelendiği duyurulmuştu.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas’tan Gazze’nin yönetimi için “komite” önerisine şartlı onay

Yayınlanma

Hamas’ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, El-Aksa televizyonuna yaptığı açıklamada Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması teklifini, bu komitenin tamamen yerel olması şartıyla kabul ettiklerini söyledi.

Hayye, Gazze’de ateşkes görüşmeleriyle ilgili açıklamasında “Masaya Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması yönünde bir fikir konuldu. Bu, Mısırlı kardeşlerimizin sunduğu bir öneri. Biz buna sorumlu bir yaklaşımla ve olumlu bir şekilde yanıt verdik. Komitenin Gazze’yi tamamen yerel bir şekilde yönetmesi ve oradaki günlük hayata dair her şeyi denetlemesi şartıyla bu öneriyi kabul ediyoruz” dedi.

Çin’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih birleşme için diyaloğu sürdürme sözü verdi

Hamas ve Fetih hareketleri, bu ayın başında Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması ve ateşkes görüşmeleri çerçevesinde Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelmişti.

Hayye, Hamas ve İsrail arasında dolaylı olarak yürütülen ateşkes ve esir takası müzakerelerine ilişkin de “İsrail soykırımı durmadan esir takası olmayacak. Nitekim bu birbirine bağlı bir denklem. Biz tüm açıklıkla şunu söylüyoruz. Bu saldırganlığın durmasını istiyoruz. Herhangi bir esir takası olması için önce bu saldırılar durmalı” ifadelerini kullandı.

“Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkesi engelliyor”

Ateşkes anlaşmasına hazır olduklarını ancak İsrail’in de bu konuda gerçekten istekli olması gerektiğini belirten Hayye, “Ateşkes müzakerelerini harekete geçirmek için arabulucu ülkelerle temaslarımız sürüyor. Ancak Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkes müzakerelerinde ilerlemeyi engelliyor” diye konuştu.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde süren saldırılarının durdurulması için taraflar arasında uzun süredir dolaylı müzakereler yürütülüyor. Katar, ABD ve Mısır’la İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes ve esir takası anlaşmalarına arabuluculuk ediyor.

“Ya Philadelphia ya anlaşma”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ve uluslararası kamuoyunda, siyasi nedenlerle Hamas ile esir takası anlaşması yapmamakla suçlanıyor. İsrail’in anlaşma taslağına eklediği maddelerin özellikle Mısır-Gazze sınır hattı Philadelphia Koridoru’nda kontrolünü sürdürme ısrarının müzakereleri zora soktuğu vurgulanıyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail Meclis kürsüsünden Netanyahu’ya “seri katil” dedi

Yayınlanma

Ayman Ode

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya Gazze’deki sivil ölümlerinden ötürü “barışın seri katilisin” diyen Filistin asıllı İsrail Meclisi (Knesset) üyesi Ayman Odeh zorla kürsüden uzaklaştırıldı.

Odeh, Knesset’teki konuşmasında, İsrail ordusunun Gazze’de, sivil ayırt etmeksizin düzenlediği saldırılardan dolayı Netanyahu’yu eleştirdi.

İsrail saldırılarında henüz yeni doğmuş ikiz bebeğini ve eşini, doğum belgesini almaya gittiği esnada düzenlenen saldırıda kaybeden Muhammed Ebu el-Kumsan’ın hikayesini anlatan Odeh, “Gazze’de sisteminizin öldürdüğü 17 bin 385 bebek var; bunların 825’i bir yaşın altında” dedi.

Netanyahu’ya Gazze öldürülen sivil, kadın ve çocuklara ilişkin sert eleştiriler yönelten Odeh sözlerini şöyle sürdürdü: “Gazze’de 35 bin 55 yetim bebek var. Hepsinin kanı peşinizi bırakmayacak ve yine de küstahlığınızla Uluslararası Ceza Mahkemesinde nasıl suçlandığınızı merak edeceksiniz. Binyamin Netanyahu senin düşüncen nedir? Düşüncen nedir? 30 yıldır barışın seri katili oldun.”

Konuşması yarıda kesilen Odeh’in Knesset’te bulunanlarca kürsüden uzaklaştırıldığı görüldü.

Gazze Şeridi’nin orta kesimindeki Deyr el-Belah’ta üç günlük ikiz bebeklerinin doğum belgesini almak için evinden çıkan Filistinli Muhammed Ebu el-Kumsan, eşini ve çocuklarını 13 Ağustos’ta İsrail saldırısında kaybetmişti.

Filistinli baba, bebeklerinin doğum belgesini almak için dışarı çıktıktan kısa bir süre sonra, İsrail ordusu sığındıkları evi bombalamıştı. Evde bulunan eşi ile Aysel ve Aser ismini verdikleri ikiz bebekleri ve kayınvalidesi saldırıda yaşamını yitirmişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English