Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

“İsrail-Suudi normalleşmesinin önündeki en büyük engel Filistin değil Tel Aviv”

Yayınlanma

New York Times köşe yazarı Thomas L. Friedman’ın 7 Temmuz’da yazdığı ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail ve Suudi Arabistan arasında olası normalleşme için taraflara baskı yapmayı düşündüğü ile ilgili makale sonrası ABD basınında Tel Aviv-Riyad normalleşmesinin “an meselesi” olduğuna dair üst üstte haberler yapıldı. Friedman’a göre, ABD’li üst düzey yetkililerin Riyad’a yaptıkları son ziyaretler, ABD’nin bölgedeki en önemli iki askeri ortağını resmi bir mutabakat içine sokmak için tüm tarafların önemli tavizler vereceği bir düzenleme olasılığını araştırmakla ilgili. Ve böyle bir anlaşmada Suudi Arabistan İsrail ile ilişkilerini normalleştirecek ve Çin ile güçlü ilişkilerinden geri adım atacak, ABD ise Suudi Arabistan için güvenlik garantilerini resmileştirecek, Suudi sivil nükleer programının geliştirilmesine yardımcı olacak ve daha sofistike füze önleme sistemleri sağlayacak. Ancak İsrail’in işgal altındaki topraklarda Filistinlilere “anlamlı tavizler” vermesi ve muhtemelen sonsuza kadar ilhaktan vazgeçmesi gerekecek.

Friedman’ın makalesi sonrası üst üstte yapılan ve anlaşmanın yakın olduğu ile ilgili haberler Beyaz Saray tarafından “abartılı” bulundu. Ancak bu süreçte Suudi Arabistan’ın Filistin’e ilk kez temsilci ataması Riyad’ın kamuoyunu “normalleşmeye” hazırlama adımı olarak değerlendirildi. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen de bu atamanın, Riyad ile Tel Aviv arasındaki normalleşme görüşmelerinde kaydedilen ilerleme sonrası Filistinlilere verilen “sizi unutmadık” mesajı olduğunu savundu. Cohen’e göre Filistin meselesi normalleşmenin önündeki engellerden biri değil ve İbrahim Anlaşmaları da bunu kanıtlıyor: “Filistinlilerin barışın önünde bir engel olmadığını kanıtladık.”

Cohen haklı. Görünürde bir sorun olmasına rağmen normalleşmenin önündeki asıl engel Filistin meselesi değil. İsrail’in kendisi.

Washington merkezli Arap Körfez Ülkeleri Enstitüsü’nün (AGSIW) kıdemli araştırmacısı Hüseyin İbiş aşağıda çevirisini okuyacağınız makalede İsrail’in bu normalleşmenin önündeki nasıl en büyük engel olduğunu açıklıyor.

İbiş’e göre ABD arabuluculuğunda yapılacak üçlü formattaki anlaşmanın temeli üç ülkenin de belli tavizler ve garantiler vermesine dayanıyor. Verilecek tavizler her ülke için belli oranda sorun teşkil ediyor ancak aşılamayacak nitelikte değiller. Aşılamayacak sorun ise böyle bir anlaşmadan en kazançlı çıkacak ülke olan İsrail tarafındaki engeller:

***

ABD-Suudi Arabistan-İsrail Büyük Anlaşması Her Taraftan Engellerle Karşı Karşıya

İsrail sonunda en etkili Arap ve Müslüman ülkeden olumlu bir yanıt bile alamayacak durumda olabilir.

Hüseyin İbiş 

New York Times köşe yazarı Thomas L. Friedman’ın 27 Temmuz tarihli bomba gibi yorumuyla başlayan süreçte, Beyaz Saray’ın İsrail ve Suudi Arabistan ile Ortadoğu’nun stratejik ve siyasi gerçeklerini önemli ölçüde yeniden şekillendirecek büyük üçlü pazarlık için ciddi bir şekilde çalıştığına dair haberler gelmeye devam etti. The Wall Street Journal ve The Washington Post’un haberlerinde Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ve Beyaz Saray Orta Doğu politikaları şefi Brett McGurk’ün Suudi Arabistan’a yaptıkları son ziyaretlerde olası şartlar hakkında detaylı görüşmeler yapıldığı doğruladı. The Wall Street Journal ABD’li yetkililerin detayların “önümüzdeki 9 ila 12 ay içinde” belli olabileceğine dair “ihtiyatlı bir iyimserlik” içinde olduklarını bildirdi.

Ancak, bu iyimserliğe rağmen, böyle bir anlaşma olasılığına dair yoğun şüphe var. AGSIW’in 3 Ağustos’ta düzenlediği bir web seminerinde Friedman, Beyaz Saray’ın Başkan Joe Biden’ın yeniden seçilme kampanyasıyla tamamen meşgul olması bir yana, bu doğrultuda bir anlaşmanın tamamlanabileceğine dair şüphelerin tamamen haklı olduğunu kabul etti. Beyaz Saray da görüşmelerin erken bir aşamada olduğunu ve bazı haberlerde ima edildiği kadar ileri düzeyde olmadığını vurguluyor. Suudi Arabistan, İsrail ile ilişkilerini normalleştirme karşılığında ABD’den resmi güvenlik garantileri, sivil nükleer program için yardım, daha gelişmiş ABD silahlarına erişim ve işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilere yönelik önemli tavizler istiyor. Böylesine önemli ve karmaşık bir üçlü anlaşmanın önündeki engeller, her üç tarafa da sağlayacağı büyük potansiyel faydalara rağmen oldukça önemli.

Suudi Tarafındaki Engeller

Suudi Arabistan, İsrail ile ilişkilerini normalleştirirken Körfez İşbirliği Konseyi müttefikleri Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in Eylül 2020’de İbrahim Anlaşmalarını imzalarken yaptıklarından çok daha karmaşık ve riskli bir dizi hesapla karşı karşıya. Çok daha karmaşık ve kırılgan iç siyasete ve böyle bir anlaşmaya karşı içeride oluşabilecek tepkilere ek olarak, son anketlere göre İbrahim Anlaşmaları Arap dünyasında daha az rağbet gördüğünden Riyad; Arap ve İslam dünyasının liderliği rolü üzerindeki olası olumsuz etkileri de dikkatle tartmak zorunda. İran ve Lübnan’daki Hizbullah’ın başını çektiği komşu Arap ülkelerindeki silahlı milis grupları ağı ya da El Kaide ve Irak Şam İslam Devleti gibi Selefi-cihatçı gruplar gibi Suudi Arabistan’ın düşmanları, bazı Araplar ve Müslümanlar arasında ortaya çıkan popülist memnuniyetsizlikten muhtemelen azami ölçüde faydalanacaktır.

Bununla birlikte, Suudi Arabistan’ın ABD ile, büyük olasılıkla NATO dışı önemli müttefiklere sunulanlardan daha güçlü ancak NATO ortaklarına sunulan taahhütler kadar olmayan güvenceleri kapsayan resmi bir güvenlik ilişkisi kurma konusundaki isteği, Suudi Arabistan’ı muhtemelen üç potansiyel ortak arasında en az sorunlu olanı yapıyor. Gerçekten de eğer garantiler yeterince güçlü ve resmi olursa, Suudi Arabistan’ın Washington’dan istediği diğer iki büyük talep olan nükleer yardım ve en gelişmiş ABD silahlarına erişimin kolaylaştırılması konularında ilerleme kaydedilmese bile üstesinden gelmek için yeterli olabilir. Her iki konu da ABD açısından zorluklar içeriyor ancak güvenlik güvenceleri yeterince sağlam olursa Suudi Arabistan nükleer destek ve gelişmiş silahlara erişim konusunda esnek davranabilir.

Ancak Suudi Arabistan son yıllarda, Filistin Yönetimi’nin güçlendirilmesi ve kontrolündeki alanların genişletilmesi, yerleşim faaliyetlerinin sınırlandırılması ya da işgal altındaki Filistin topraklarının ilhak edilmeyeceğinin taahhüt edilmesi gibi iki devletli bir çözüme yönelik beklentileri güçlendirecek, İsrailliler tarafından atılacak önemli ancak (ne olduğu) açıklanmayan adımlar olmaksızın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeyeceğini açıkça ifade etti. Ancak ABD ve Suudi Arabistan’ın bu tür tavizleri mevcut İsrail hükümetinden alması son derece zor olabilir.

ABD Tarafındaki Engeller

Washington’daki en büyük zorluk muhtemelen, kapsamına bağlı olarak Suudi Arabistan’ın istediği resmi güvenlik ortaklığını onaylaması gereken Senato’da yaşanacaktır. Her ikisi de güçlü neo-izolasyonist dürtüler taşıyan Demokratlar arasındaki ilerici sol ve sert sağcı Cumhuriyetçi fraksiyondan önemli bir muhalefet beklenebilir. Her iki eğilimin de iyi temsil edildiği Temsilciler Meclisi’nin onayı gerekmeyecek olsa da bu meclisten geçmesi çok daha zor olacaktır. Ancak Senato’da, çoğu Biden gibi Soğuk Savaş’ın şekillendirdiği görüşlere sahip hem sol hem de sağ kanat dış politika merkezcileri hakimiyetini sürdürüyor.

Washington’un Orta Doğu’daki elini ve Suudi Arabistan’la ilişkilerini büyük ölçüde güçlendiren bir anlaşmanın, Riyad’ın İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesiyle birlikte Senato’dan geçmesi muhtemeldir. Gerçekten de senatörler bazı çekincelerini dile getirerek kendilerini siyasi olarak koruduktan sonra, süper çoğunluk bile elde edilebilir. Bu, Biden yönetiminin Demokratların desteğini toplamak için büyük bir çaba sarf ettiği ve böyle bir anlaşmanın ABD ve ortaklarının stratejik duruşunu muazzam ölçüde güçlendireceği ve İran’ın kısa vadeli ve Çin’in Orta Doğu’daki uzun vadeli emellerine önemli bir darbe teşkil edeceği varsayımına dayanıyor.

Senato’daki en büyük problem muhtemelen Suudi sivil nükleer programına verilecek destekle ilgili olacaktır. Washington, bu tür bir destek karşılığında nükleer olmayan güçlerden, nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasının katı kurallarının çok ötesine geçen bir “123” anlaşmasını talep etmeye alışkındır. Suudi Arabistan söz konusu olduğunda bu normdan sapılmasını eleştirenler BAE’nin 2009’da benzer kısıtlamaları kabul ettiğine işaret edeceklerdir. Ancak Suudi Arabistan’ın nükleer gelişimi söz konusu olduğunda bu tür bir düzenleme pek mantıklı değil.

Ekonomik nedenlerle büyük ölçekte sivil nükleer enerji üretimi geliştirmek isteyen nükleer olmayan güçler arasında Suudi Arabistan benzersiz bir şekilde kendi uranyumuna sahip ve bu uranyumu çıkarma niyetinde. 123 süreci kapsamında, esasen bu uranyumu çıkarması, kullanılabilir çubuklar halinde işlenmek üzere ihraç etmesi, Suudi reaktörlerinde kullanılmak üzere çubukları yeniden ithal etmesi ve ardından kullanılmış çubukları imha edilmek üzere yeniden ihraç etmesi gerekecek. Bu kârlı olmayacak ve Suudiler açısından da pek mantıklı değil. Bu nedenle, Suudi ham ve zenginleştirilmiş uranyumunun veya kullanılmış çubukların pinball tarzı hareketini gözetlemeyi içermeyen bir denetim düzenlemesi daha makuldür. 123 anlaşmaya ilişkin normatif beklenti ve Suudi Arabistan’ın sözde nükleer silah emellerine ilişkin şüpheler nedeniyle bu, Senato’da rağbet görmeyebilir. Dolayısıyla Riyad’ın denetim ve diğer kısıtlamalar konusunda önemli tavizler vermesi ve Washington ile güvenlik anlaşması yürürlükte kaldığı sürece kendi nükleer silah programını asla geliştirmeyeceğini taahhüt etmesi gerekecek. ABD’nin Suudi Arabistan’ın nükleer programıyla ilgili yardım taleplerini karşılamak için ne kadar ileri gitmesi gerektiği konusunda İsrail’in görüşleri de muhtemelen çok önemli olacak.

Benzer bir dinamik Senato’da Suudilerin gelişmiş ABD silahlarına erişimi konusunda da yaşanabilir. Son zamanlardaki itirazlar büyük ölçüde Yemen savaşına dayanıyordu, ancak Suudi Arabistan şu anda ülkeden uygun bir çıkış yolu arıyor. Bazı senatörlerin Suudi Arabistan’ın insan hakları sicili ve 2018’deki Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın suikastı nedeniyle itiraz edeceği kesin ancak ABD-Suudi güvenlik işbirliğine dayanan anlaşmanın mantığı, özellikle İsrail’in ve Yahudi Amerikalı ve Evanjelik Hıristiyan destekçilerinin güçlü desteğiyle, silah bileşeninin Senato tarafından ezici bir çoğunlukla onaylanacağı anlamına geliyor.

İsrail Tarafındaki Engeller

Açık ara en büyük engel İsrail tarafında bulunuyor. Washington ve Riyad’ın karşı karşıya olduğu muamma, böyle bir anlaşmanın özellikle ABD açısından ancak üçgen bir formda mantıklı olması. İki taraflı bir ABD-Suudi güvenlik anlaşmasının Washington’da siyasi olarak kabul görmesi son derece zor olacak ve üçlü bir anlaşmanın sağlayacağı gibi dönüşümsel, nesiller boyu ABD’nin stratejik konumunu güçlendirmesini sağlamayacak.

Soyut olarak bakıldığında, İsrail üçü arasında en hafif yük ile karşı karşıya. Muhtemelen istenen tek şey, işgal altındaki Filistin toprakları ile ilgili uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına daha uygun bir şekilde hareket etmesi olacak. Filistin sorununu çözmesi veya işgali sona erdirmesi beklenmeyecek, sadece uluslararası hukuka aykırı olan yerleşim faaliyetlerini sınırlaması, ki bu uluslararası hukuk tarafından yasaklanmıştı veya ilhak edilmemiş toprakların hukuka aykırı işgaline girişmemeyi taahhüt etmesi istenecek. Buna ek, tartışmasız en çok kazanan İsrail olacak. Bu, en azından 1979’da Mısır ile yapılan barış anlaşmasından ve BM Genel Kurulu’na kabul edilmesinden bu yana en büyük diplomatik atılım olacak çünkü Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesi, İsrail’in daha geniş Arap ve İslam dünyasıyla ilişkilerinin diplomatik ve ticari açıdan normalleşmesini neredeyse garanti altına alacak.

Ancak, Başbakan Binyamin Netanyahu ve büyük ölçüde ilhak yanlısı Likud ve birkaç küçük aşırılık yanlısı partinin liderliğindeki mevcut İsrail Hükümeti’nin işgal konusunda veya Filistinlilere karşı önemli tavizler vermesi pek olası görünmüyor. Bazı üst düzey İsrailli yetkililer işgal konusunda atılabilecek adımların asgari düzeyde kalacağını söylerken, bazıları da bu adımların kesinlikle söz konusu olmayacağını öne sürüyor. Wall Street Journal’da yayınlanan ve Washington’un Güney Kore ile yaptığına benzer bir ABD-Suudi güvenlik anlaşmasını savunan bir yorumda, İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen Filistinlilerden ya da işgalden hiç bahsetmedi.

Friedman, her ne kadar geleceği konusunda ikna olmamış olsa da bu girişim konusunda hevesli olmasının ana nedenlerinden birinin, mevcut radikal İsrail Hükümeti’ni parçalayacak ve iki devletli bir anlaşma için azalan umutları yeşertecek olması olduğunu defalarca vurguladı. Mevcut koalisyonun Suudi Arabistan’ın işgal ya da Filistinliler konusunda talep edeceği tavizleri vermesi mümkün görünmüyor. Netanyahu’nun muhtemelen merkezci siyasetçi Benny Gantz ile ittifak yaparak yeni bir kabine kurması umut ediliyor.

Ancak Netanyahu hâlâ bir yolsuzluk davasıyla karşı karşıya ve mevcut koalisyonu kendisini olası bir hapis cezasından koruyabilecek sözde yargı reformu girişimlerini destekliyor. Bu tür adli değişikliklerin yeni ve daha ılımlı bir hükümet ile mümkün olmayacağı neredeyse kesin. Dolayısıyla, bu anlaşmanın uygulanabilir, makul ve hayati bir ulusal çıkar olduğu sonucuna varsa bile, böyle bir manevrayı engelleyebilecek kişisel ve siyasi mülahazalarla karşı karşıya. Yine de aşırılık yanlısı küçük partilerin olmadığı alternatif bir koalisyonun, birçok İsraillinin düşman olarak gördüğü Filistinlilere, İsrail üzerinde pratik bir etkisi olmayan, anlamlı tavizler vereceği kesin değil. Bugünün İsrail’inde ulusal moral, ülkenin işgal altındaki Batı Şeria’nın büyük bölümündeki emellerine yönelik herhangi bir büyük kısıtlamayı kaldırabilir mi? Knesset’te, ülke tarihindeki en önemli diplomatik başarılardan birini elde etmek için bile olsa, bunu yapmaya hazır, muktedir ve istekli herhangi bir potansiyel iktidar koalisyonu olduğu şüpheli.

Yine de Riyad’ın istediği güvenlik garantileri ve Washington’un istediği stratejik faydaların her ikisi de pratikte İsrail’in Filistinlilere ve işgale karşı esnekliğine bağlı ki olası herhangi bir koalisyon hükümeti altında bunların hiçbiri olmayabilir. Böyle bir anlaşma imkânsız değil çünkü Friedman’ın 27 Temmuz tarihli köşe yazısında da belirttiği gibi üç taraf için de büyük faydalar sağlayacak. Bu faydalar girişime önemli bir ivme kazandırıyor ve Biden yönetiminin bu girişim için neden karanlığa doğru cesur bir adım attığını açıklıyor. En büyük problem Riyad ya da Washington’da değil. Kuşkusuz en etkili Arap ve Müslüman ülkeden alınacak eveti bile yanıt olarak kabul etmekten aciz ilhakçı hırslara kapılmış olan İsrail’de.

ORTADOĞU

İsrail’den Suriye ve Gazze’de uzun süreli işgal sinyali

Yayınlanma

Suriye’de Baas yönetiminin devrilmesinden saatler sonra Suriye topraklarındaki tampon bölgeye giren İsrail ordusu, bölgede uzun sürece kalacağının işaretlerini veriyor. Ayrıca ateşkes müzakerelerinin hızlandığı bir dönemde İsrail Savunma Bakanı, İsrail’in Batı Şeria’da olduğu gibi Gazze’de de güvenlik kontrolünü sürdüreceğini söyledi.

İsrail basını, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Baas rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’nin Hermon Dağı’ndaki tampon bölgede başlattığı işgalin gelecek yılın sonuna kadar devam ettirilmesi talimatını verdiğini yazdı. İsrailli yetkililer daha önce bu bölgedeki işgalinin geçici olduğunu iddia etmiş daha sonra kış ayları boyunca işgalin süreceğini söylemişti.

Kanal 12 televizyonunda yer alan haberde, Netanyahu’nun dün gittiği Hermon Dağı’ndaki tampon bölgede İsrail ordusuna işgalin 2025 sonuna kadar sürdürülmesi talimatı verdiği ifade edildi.

İsrail Başbakanı, dün Savunma Bakanı Yisrael Katz ve Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’yle birlikte 7 Aralık sonrası işgal edilen Hermon Dağı’ndaki tampon bölgeye gitmişti. Başbakanlık Basın Ofisinden yapılan açıklamada, Netanyahu’nun burada İsrail ordusunun Hermon Dağı’nda tampon bölgedeki işgalinin “geleceğine yönelik yönergeleri belirlediği” belirtilmiş ancak detay verilmemişti. Netanyahu, Hermon Dağı’ndaki tampon bölgede yaptığı açıklamada, buradaki işgalin “İsrail’in güvenliğini sağlayacak düzenleme bulunana kadar” süreceğini belirtmişti.

İsrail Savunma Bakanı Katz da orduya tahkimat kurmalarını ve bölgede uzun süre kalmaya hazırlanmalarını söyledi. Katz, Hermon Dağı’nı “İsrail devletinin gözü” olarak nitelendirdi.

Esad yönetimini deviren saldırıyı yöneten HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani pazartesi günü verdiği bir röportajda İsrail ordusunun Suriye’de asker bulundurması için hiçbir gerekçe olmadığını söyledi. Katz ise yönetimi deviren isyancıları radikal olarak nitelendirdi ve caydırılmaları gerektiğini söyledi.

İsrail’in 1974’te İsrail ve Suriye arasında imzalanan ve Birleşmiş Milletler barış güçlerinin burada konuşlanmasını öngören bir anlaşmayla oluşturulan tampon bölgeye girmesi BM ve Fransa, Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Kuveyt, Mısır ve Ürdün gibi ülkeler tarafından kınandı ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden bir uluslararası hukuk ihlali olarak nitelendirildi. İsrail ise Şam’daki yönetimin çökmesiyle birlikte Suriyeli askerlerin görev yerlerini terk etmelerinin ardından anlaşmanın geçersiz olduğunu iddia ediyor.

Bu arada İsrail’in Gazze Şeridi’nde süresiz işgale hazırlandığına dair işaretler artmaya devam ederken Katz, ordunun işgal altındaki Batı Şeria’da olduğu gibi Gazze’de de güvenlik kontrolünü sürdüreceğini söyledi. Katz, X’te yaptığı bir paylaşımda “Gazze konusundaki tutumum net. Hamas’ın Gazze’deki askeri ve hükümet gücünü yendikten sonra İsrail, tıpkı Batı Şeria’da olduğu gibi Gazze üzerinde de tam hareket özgürlüğü ile güvenlik kontrolüne sahip olacaktır” dedi. Filistin Yönetimi Batı Şeria’daki bazı bölgeleri kısmen yönetirken İsrail bölgede sıkı güvenlik kontrolünü sürdürüyor ve düzenli olarak askeri baskınlar düzenliyor.

Katz’ın bu açıklamaları Gazze’de ateşkes için yürütülen diplomasinin hızlandığı bir dönemde geldi. İsrail’in Gazze’nin kritik bölgelerinde kuvvet bulundurma ısrarı konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle daha önceki ateşkes müzakereleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Wall Street Journal’a göre (WSJ) Filistinliler ve bazı İsrailliler  “güvenlik kontrolünün” bölgede uzun süreli askeri işgale yol açacağını düşünüyor.

Netanyahu’nun liderliğini yaptığı Likud partisi ve koalisyondaki diğer partilerin üyeleri, bölgede Yahudi yerleşimleri kurmak da dahil çok daha sıkı bir kontrolü desteklediklerini dile getiriyorlar.

Birleşmiş Milletler’in en yüksek mahkemesi olan Uluslararası Adalet Divanı Temmuz ayında verdiği bir kararda İsrail’in Gazze ve Batı Şeria da dahil Filistin topraklarını on yıllardır işgal altında tutarak çeşitli uluslararası yasaları ihlal ettiğini belirtti. Mahkeme, uluslararası hukuka göre işgalin geçici olması gerektiğini ve işgalci bir gücün işgal altındaki topraklarda yaşayanlara karşı yasal sorumlulukları olduğunu söyledi.

Mahkeme, İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalinin geçici olmadığını gösteren eylemlerde bulunduğunu ve işgalci bir güç olarak bazı görevlerini ihmal ettiğini söyledi. İsrail mahkemenin görüşüne ve yargı yetkisine itiraz etti.

Gazze’nin işgalinin ilk günlerinden bu yana İsrail ordusu, adını Gazze’deki eski bir Yahudi yerleşiminden alan ve Netzarim olarak bilinen geniş bir güvenlik koridoru inşa ediyor. Askeri üsler, ileri karakollar, elektrik direkleri, baz istasyonları ve hatta bir sinagogdan oluşan koridor, Gazze’yi ikiye bölüyor. Kuzeye geçmek isteyenlerin koridordan geçen iki kontrol noktasından birinden geçmesi gerekiyor.

Filistin Kurtuluş Örgütü’nün eski hukuk danışmanı ve UAD davalarında çalışmış olan Diana Buttu, WSJ’ye Katz’ın yorumlarının ve İsrail’in Gazze’de askeri altyapı inşa etmesinin uzun vadede “Gazze’deki Filistinlilerin yaşamlarının sadece etkin kontrolü değil, düpedüz askeri kontrolü yönünde ilerlediğini” gösterdiğini söyledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas, rehine anlaşmasının savaşı sona erdirmesini istiyor

Yayınlanma

Gazze’de ateşkes ve esir takası için müzakereler sürerken İsrail basını Hamas’ın süreli bir ateşkese ikna olmadığını yazdı.

CIA Direktörü Bill Burns, Hamas ve İsrail heyetlerinin önceki iki gün Doha’da yaptığı görüşmelerin ardından Katar Başbakanı ile bir araya gelecek; Trump’ın elçisinin de Kahire ziyaretinin ardından Doha’ya gelmesi bekleniyor.

Axios haber sitesinin İsrailli bir yetkiliye dayandırdığı haberinde, CIA Direktörü Burns’un, Doha’da Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile bir araya geleceği belirtildi.

Haberde, Burns’un, Katar Başbakanı ile İsrail ve Hamas arasındaki dolaylı müzakerelere ilişkin son durumu ele alacağı kaydedildi.

İsrail devlet televizyonu KAN, 16 Aralık’ta, “kısıtlı yetkilere” sahip bir İsrail heyetinin, Gazze’de ateşkes ve esir takası müzakereleri için Katar’ın başkenti Doha’ya gittiğini aktarmıştı.

Hamas da yaptığı açıklamada “Katarlı ve Mısırlı kardeşlerimizin himayesinde Doha’da gerçekleşen ciddi ve olumlu görüşmeler ışığında, işgalin yeni koşullar dayatmaktan vazgeçmesi halinde ateşkes ve esir değişimi için bir anlaşmaya varmanın mümkün olduğunu teyit etmektedir” ifadelerini kullanmıştı.

Doha’daki görüşmelerin yanı sıra Kahire’de de müzakereler yürütülüyor ve toplantı hakkında bilgi sahibi olan kaynaklar Reuters’a önümüzdeki günlerde bir anlaşma imzalanabileceğini söyledi.

Hamas’ın müttefiki Filistin İslami Cihad’ın başkan yardımcısı Muhammed el-Hind’in de Mısırlı yetkililerle görüştüğü belirtildi.

Görevi henüz devralmayan ABD’nin yeni başkanı Trump’ın kısa süre önce rehineler için atadığı özel temsilci Adam Boehler’in de esir takası ve ateşkes müzakereleri çerçevesinde dün Mısırlı yetkililerle görüşmek üzere Kahire’de olduğu kaydedildi. Boehler’in pazartesi günü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüştüğü bugün de Doha’ya gitmesinin planlandığı belirtiliyor.

‘Daha önce de bu noktaya geldik’

ABD Başkanı Joe Biden’ın, Trump’ın ekibiyle birlikte çalışarak 20 Ocak’taki yemin töreninden önce Gazze için ateşkes anlaşmasını sonuçlandırmaya çalıştığını ifade ediliyor.

Müzakerelerde ilerleme kaydedilmiş olsa da bazı noktalardaki anlaşmazlıkların sürdüğünü belirten İsrail medyasına konuşan kaynaklar anlaşmanın sonuçlanması noktasında temkinli bir yaklaşım sergiliyor. Beyaz Saray Sözcüsü John Kirby de Fox News’e verdiği röportajda “Daha önce de bu noktaya geldik, ancak sonuca ulaşamadık” dedi.

İsrailli kaynaklar ise daha şüpheci bir tavır sergileyerek anlaşmanın önünde hala büyük engeller olduğunu belirtiyor. Walla haber sitesi, üç üst düzey İsrailli kaynağa atıfta bulunarak, son haftalarda ilerleme kaydedilmiş olsa da taraflar arasında hala büyük farklar olduğunu bildirdi. Özellikle Hamas’ın, herhangi bir rehine anlaşmasının savaşın sona ermesini sağlaması gerektiği konusunda ısrar ettiği kaydedildi. İsrail, belli sayıda rehinenin serbest bırakılması karşılığında bir ya da iki ay sürecek bir ateşkes istiyor. Hamas ise savaş sonrası Gazze’nin yönetiminde yer almamayı bazı şartlar karşılığında kabul etti. Ancak olası bir anlaşmanın savaşı ve işgali sona erdirmesi konusunda geri adım atmıyor.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Colani: Suriye, İsrail’e yönelik saldırılar için üs olarak kullanılmayacak

Yayınlanma

HTŞ lideri Colani, Suriye topraklarının İsrail’e saldırı için kullanılmayacağını söylerken Esad yönetimini deviren örgütler güneyde Suriye ordusundan kalan silah ve mühimmatları İsrail ordusuna teslim ediyor.

Esad’ı yönetimini devirerek Şam’da yönetimi devralan El Kaide bağlantılı HTŞ’nin lideri Ahmed eş-Şara (Ebu Muhammed el-Colani) Şam’da aralarında The Times’ın da olduğu yabancı basına konuştu.

İsrail’in Suriye’ye saldırının son bulması gerektiğini söyleyen Şara, “İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İranlı milislerin varlığıydı, artık bu gerekçe ortadan kalktı” dedi.

Beşar Esad’ın ülkeden ayrılmasından sonra İsrail’in ele geçirdiği Suriye topraklardan da çıkması gerektiğini söyleyen Şara, şöyle devam etti: “1974 anlaşmasına bağlıyız ve BM gözlemcilerini yeniden kabul etmeye hazırız. Ne İsrail ne de başka bir ülkeyle çatışma istemiyoruz ve Suriye’nin saldırılar için bir üs olarak kullanılmasına izin vermeyeceğiz. Suriye halkının artık bir nefes alması gerekiyor, saldırılar sona ermeli ve İsrail önceki pozisyonlarına geri çekilmeli.”

İsrail, HTŞ liderliğindeki örgütlerin Şam’ı ele geçirmesinden saatler sonra Golan Tepeleri’nde Birleşmiş Milletler tarafından korunan tampon bölgeye girdi. Suriye topraklarında ilerleyen ve kış ayları boyunca çekilmeyi düşünmeyen İsrail, bunun geçici bir savunma hamlesi olduğunu iddia ediyor.

Öte yandan Suriye sınırında bulunan HTŞ ile birlikte Esad yönetiminin devrilmesi operasyonuna katılan örgütler Suriye ordusundan kalan silah toplayıp İsrail ordusuna teslim ediyor. Suriye içinden çekilen videoda kamyonlara yüklenen tonlarca silah ve mühimmat görülüyor. İsrail ordusu mühimmatlardan bazılarının ‘kimyasal savaş malzemesi’ içerdiğini söylüyor.

Kanal 12’nin yayınladığı görüntülerde içinde mühimmat ve silah bulunan yüzlerce kasanın toplandığı ve daha sonra kamyonlara yüklendiği görülüyor. Habere göre, geçen hafta Esad yönetimini deviren isyancılar da silah teslimine yardım ediyor. Habere göre silahlar Suriye ordusuna ait üs ve karakollardan geliyor ve aralarında genellikle göz yaşartıcı gaz olarak kullanılan CS gazı gibi kimyasal silahlar da bulunuyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English