Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İsrail’in ‘IŞİD ve el-Kaidesi’

Yayınlanma

İşgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’te de 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail güçleri ve Yahudi yerleşimcilerin saldırılarında hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı 386’ya yükseldi.

Yasa dışı yerleşimcilerin, Filistinlilere saldırıları yeni bir olgu değil. Ancak özellikle 2018’den sonra faaliyetlerini hızlandıran aşırı Yahudiler ve örgütleri devletin de hoşgörüsüyle daha pervasızca hareket etmeye başladı. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in radikal Yahudi örgütleri ile yasadışı yerleşimcilere ve bunların İsrail devleti ile ilişkilerine mercek tutuyor:

***

Radikal Yahudi milisler ve İsrail devletiyle bağlantıları

Radikal Yahudi gruplar Filistinlilerle çatışırken ve onlara saldırırken devlet koruması ve desteği alıyor.

SHERINE YOUNES

İsrail’in radikal yerleşimci grupları, işgal altındaki Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik saldırganlıklarıyla ün kazanmış durumda.

Filistin devletine karşı radikal muhalefetleri nedeniyle kendi hükümetleriyle çatışma geçmişleri olsa da, son yıllarda ulusal politikadaki etkileri önemli ölçüde arttı.

Yerleşimci gruplar “devlet dışı aktörler” olarak damgalanıyor ve Filistin topraklarının yasadışı ilhakı nedeniyle İsrail içinde eleştiriliyor. Ancak şimdi İsrail tarihinin en sağcı hükümetinin ülkeyi yönetmesi ve Gazze’de amansız bir savaş yürütmesi nedeniyle daha karmaşık bir gerçek ortaya çıktı.

Yerleşimciler, sadece Yahudiler için bir etno-devlet kurmaya odaklanan dini Siyonizm’e derinden bağlıdır.

Bu siyasi hırsları onları, ilişkili oldukları Haredi Ortodoks Yahudiliğinden ayırıyor. Bu yerleşimcilerin Batı Şeria ve Gazze’yi tamamen ele geçirmek gibi yayılmacı hedefleri var.

Devletle karmaşık bağlantılar

Tel Aviv resmi olarak bu tür sert taleplerden geri dursa da, grupların İsrail’in siyasi sisteminin kilit noktalarıyla olan gerçek bağlarının boyutu daha karmaşık bir dizi ilişkiyi ortaya koyuyor.

Ultra-Ortodoks yerleşimci grupların dini Siyonist hareketin daha geniş çerçevesi içindeki statülerine ilişkin araştırmalar, İsrail siyasetini önemli ölçüde etkilediklerini gösteriyor. Şiddet ve aşırıcılık konusunda da sanıldığından daha uzun bir geçmişe sahipler.

Bölgesel Düşünce Forumu’nda dini milliyetçilik konusunda uzman olan Dr. Eran Zedekiah, yerleşimci yayılmacılığının Siyonist ideolojinin temel bir bileşeni olduğunu söylüyor.

İsrail hükümeti ne zaman yasadışı olarak işgal edilmiş Filistin topraklarından vazgeçmeye istekli olduğunu gösterse, bu gruplar şiddet kullanarak ayaklanıyor ve devlet politikalarına doğrudan meydan okuyan milisler oluşturuyor.

Ancak bu yeni bir olgu değil.

1980’lerde aşırılık yanlısı Yahudi gruplar Batı Şeria’da vatandaşlara yönelik şiddetli saldırılar ve hatta Filistinli belediye başkanlarına yönelik suikastlar da dahil gizli operasyonlar yürüttü.

Bu gizli operasyonlar, İsrail’in 1979’da Mısır ile barış anlaşması imzalamasının ardından Filistinlilere toprak tavizi verilmesi korkusundan kaynaklanıyordu.

Eski İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in bizzat bir İsrailli radikal tarafından öldürülmesi, her türlü tavize karşı direnişin derinliğini ve Oslo Anlaşmalarına ve iki devletli çözüm yoluyla uzun vadeli barışa yönelik her türlü hamleye karşı çıkmak için ne kadar ileri gitmeye hazır olduklarını gösterdi.

Tırmanan şiddet

Bu şiddet, Batı Şeria’daki yerleşim yerlerine derinlemesine kök salmış olan Hilltop Youth gibi radikal dinci Siyonist hareketlerin şiddeti tırmandırmasında görüldüğü gibi bugün de devam ediyor.

Bu gruplar bazen İsrail ordu güçleriyle çatışırken, daha geniş kapsamlı yerleşimci yayılmacı faaliyetleri ordunun zımni desteğiyle yürütülüyor. Ayrıca, bazıları devlet yardımı alan siyasi oluşumlar tarafından da finanse ediliyor.

İsrail’in güvenlik servisi Şin Bet’in eski direktörü Yaakov Peri devletin, yasaları açıkça çiğneyen ve hükümetle çatışan yerleşimcileri düzenli olarak kovuşturduğunu iddia ediyor. Peri, bu grupların üyelerinin terör eylemleri nedeniyle gözaltına alınmasını ya da yargılanmasını kolaylaştıran 2016 tarihli terörle mücadele yasasına işaret ediyor.

Majalla’ya verdiği bir röportajda Peri, 1980’lerde bu milislerle yaşadığı bazı karşılaşmaları ayrıntılarıyla anlattı. El Halil’de Filistinlilere yönelik bir dizi cinayetin ve Filistinli belediye başkanlarına yönelik suikastların arkasında nasıl bu milislerin olduğunu açıkladı.

Mescid-i Aksa’yı bombalama planlarının yanı sıra işgal altındaki Doğu Kudüs’te Filistinlileri taşıyan otobüslere saldırı planları da ortaya çıkarıldı.

Bu gruplara şu anda İsrail hükümetinde bakan olarak görev yapan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir gibi isimler liderlik ediyordu.

Peri, bu grupların doğrudan devlet fonu almamasına rağmen, çoğunlukla bireysel yerleşimcilere verilenler gibi özel bağışlar aldıklarını, bunun da onların ‘devlet dışı aktörler’ olarak sınıflandırılmasını zorlaştırdığını söylüyor.

Üstelik bazıları, kendi mesih vizyonunu paylaşan uluslararası Yahudi örgütlerinin destek ve katkılarından da yararlanıyor.

Filistinli çiftçileri mülklerinden çıkararak ve mahsullerini yok ederek onlara saldıran radikal yerleşimci gruplar ile zımni devlet desteği alan muhalif İsrail vatandaşları arasında ince bir ayrım var.

Operasyonel özerklik

Batı Şeria’daki yerleşimci faaliyetlerini takip eden İsrailli Şimdi Barış hareketi aktivisti Hagit Ofran, bu konunun karmaşıklığına dikkat çekiyor.

Bu grupların resmi devlet aygıtının dışında bir dereceye kadar özerk olduğunu belirtiyor. Yine de devletle bağlantılarını sürdürüyor, Filistinlilere karşı koyarken ve saldırırken hem koruma hem de destek alıyorlar.

Ofran, “İsrail hükümetini devirmeyi ya da değiştirmeyi amaçlayan resmi olarak tanınmış herhangi bir grup ya da oluşuma dair kanıt bulamadık” diye açıklıyor.

“Bununla birlikte, Batı Şeria’daki yerleşim birimlerinde Hilltop Youth gibi gruplar ve yerleşimciler, yasadışı olarak arazileri ele geçirerek ev ve çiftlikler inşa ederek Filistin hareketini engelliyorlar.”

“2018’den bu yana, bu faaliyetler daha belirgin hale geldi ve bu gruplar devletle çatışan radikal yerleşimci gruplarla giderek daha fazla ittifak kuruyor.”

“Bu yerleşimciler ve aktivistler için doğrudan devlet finansmanı henüz bulunamamış olsa da bakanlıklarından ve resmi kurumlardan dolaylı finansman alan devlete bağlı aktörlerin ve kuruluşların desteğinden yararlanıyorlar.”

“Gush Emunim’deki yerleşim faaliyetlerinde etkili olan Amana hareketi ve Bakan Smotrich’in yerleşimlerin statüsünü meşrulaştırmaya yönelik girişimleri kayda değer örnekler.”

Ofran, Gazze’deki savaşın yerleşimci gruplarla devlet kurumları arasındaki yakın bağları daha da açığa çıkardığını vurguladı. Ayrıca devletin yerleşimcileri nasıl silahlandırdığı ve yerleşim yerlerini savunmakla görevlendirdiği de açığa çıktı.

Batı Şeria’da ordunun ve yerleşimcilerin eylemlerine dikkat çekmek için eski İsrail askerleri tarafından kurulan Shovrim Shtika’yı uzun yıllar yöneten Yehuda Shaul ise konunun karmaşıklığı hakkında bilgi verdi.

“Her gün ordu ile iç içe geçen ilişkileri nedeniyle sivil yerleşimci ile asker yerleşimciyi birbirinden ayırmak bazen zor olabiliyor” dedi.

“Belli bölgelerde görev yapan askerler genellikle yerleşimcilerle dostluk kuruyorlar bu da yerleşimcilerin ihlallerine karşı hukukun gevşek bir şekilde uygulanmasına yol açıyor. Dahası, yerleşim yerlerini korumakla görevli askerler bazen güvenliği denetlemekle görevlendirilen yerleşimciler tarafından yönlendiriliyor, bu da komuta yapısını ve operasyonel bütünlüğü karmaşık hale getiriyor.”

7 Ekim saldırılarından sonra ve çatışma tırmandıkça, yerleşimciler genişletilmiş koruma birimlerine entegre edildi. Aslında bu, ordunun radikal grupları silahlandırması ve devlet dışı aktörler ile devlet arasındaki çizgilerin daha da bulanıklaşması anlamına geliyor.

Shaul radikal Siyonist grupları üç gruba ayırıyor. Birincisi, bazı gruplar Yehuda Krallığı’nın kurulmasını savunuyor. Bu gruplar “eksiksiz bir İsrail Toprağı” arzusunun ötesine geçerek Tevrat yasalarıyla yönetilen Yahudi devletini savunuyor. Amaçları Yahudiliği demokrasiden ayırarak Yehuda Krallığına geçişi hızlandırmak.

2015’te Batı Şeria’nın Duma köyünde bir Filistinlinin evine düzenlenen terörist yerleşimci kundaklama saldırısı bu ideolojiyi savunan Yahudi gruplar tarafından gerçekleştirilmişti. Saldırıda 18 aylık Ali Dawabsheh yangında diri diri yanmış, anne ve babası ise aldıkları yaralar nedeniyle haftalar içinde ölmüştü.

Bu gruplar aynı zamanda ırkçı duvar yazıları ve Tiberias yakınlarındaki Tabgha bölgesinde bir kilisenin kundaklanması gibi hem Yeşil Hat içinde hem de dışında maddi hasarı içeren “bedel” saldırıları da gerçekleştiriyor.

İkinci olarak, resmi yapılardan ve dini kurumlardan bağımsız olarak faaliyet gösteren bağlantısız yerleşimci gruplar var. Bu yerleşimciler, öncelikle dini coşkudan kaynaklanan isyan ve karışıklıkları kışkırtmalarıyla biliniyor.

Üçüncüsü, klasik yerleşimciler, ille de bir çatışma ya da devleti devirme amacı gütmeksizin bölge genelinde topluluk oluşturma ve toprak edinme çabası içinde olanları temsil ediyor. Bu grup, daha saldırgan eğilimler sergileyen yerleşimcilerden farklı.

Devlet entegrasyonu

Amerikalı bir akademisyen ve bu alanda uzman olan Profesör Moti Anbari aşırı Siyonist gruplar arasında bir ayrım yapıyor. Bazılarının İsrail devletine tamamen karşı olduğunu ve sadece kutsal kitaptaki anlamıyla kurtuluş aradığını söylüyor.

Buna karşılık diğerleri Knesset gibi devlet kurumlarına entegre olmuş durumda ve kutsal kitaptaki anlamıyla Yahudi devletini kurma arayışlarında değişimi içeriden etkilemek istiyorlar.

Bu gruplar orduyu “kutsal kitaptaki devlete” doğru ilerlemek için gerekli görüyor ve orduyu yenmek yerine ideolojisini değiştirmek istiyor.

Anbari bu düşünce tarzı ile iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen IŞİD ve El Kaide gibi gruplar arasında bir paralellik kuruyor. Bununla birlikte, bu görüşlere sahip militanlar hayatta kalmalarını İsrail devletine ve onun kurumlarının merhametine borçlu.

Toplumun aşırı sağa doğru dramatik değişimi, İsrail’in Gazze’deki askeri saldırısı hakkında 5 Kasım’da yapılan İsrail Ses Endeksi anketinde mükemmel bir şekilde ortaya konuluyor.

Gazze’de güç kullanımı söz konusu olduğunda, İsrailli Yahudilerin %57,5’i İsrail ordusunun Gazze’de çok az ateş gücü kullandığına inandığını söylerken, %36,6’sı uygun miktarda ateş gücü kullandığını, sadece %1,8’i ise çok fazla ateş gücü kullandığını düşündüğünü belirtti.

Sonuç olarak, radikal Yahudi grupların yükselişi, devlet ve devlet dışı aktörler arasındaki çizgileri giderek bulanıklaştırıyor. Bu tür grupların hem uluslararası hukuk hem de İsrail hukuku kapsamında işledikleri suçlardan sorumlu tutulmaması, faaliyetlerini sürdürmeleri ve yaygınlaştırmaları için onları daha da cesaretlendirecek.

ORTADOĞU

UCM Başsavcısı, tehditlere rağmen o başvuruyu yaptı

Yayınlanma

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Kerim Han, ABD ve İsrail’in tehditlerine rağmen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında “yakalama kararı” başvurusunda bulundu.

Yakalama kararı için yapılan başvuruda, İsrailli yetkililerle birlikte Hamas yetkilileri için de yakalama kararı istenmesi dikkat çekti.

UCM’den yapılan yazılı açıklamaya göre, Kerim Han Başbakan Netanyahu ve İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’a ilaveten Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye, Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar ve Hamas’ın askeri kanadı İzeddin el-Kassam Tugayları’nın lideri Muhammed ed-Dayf hakkında “yakalama kararı” başvurusunda bulundu.

Yakalama kararı, UCM Savcılığının talebi üzerine, UCM Ön İnceleme Dairesi tarafından veriliyor.

UCM, kurucu anlaşması olan Roma Statüsü’nün 58. maddesi uyarınca, soruşturma başlattığı bir olaydaki bir kişinin, yargı yetkisine giren; soykırım, savaş suçu, insanlığa karşı suçlar veya saldırı suçu işlediğine yönelik, hakkında makul şüphesi varsa yakalama kararı çıkarabiliyor.

UCM’nin verdiği yakalama kararı gizli olabildiği gibi kamuya açık şekilde de ilan edilebiliyor.

İçeriğine göre değişmekle birlikte, yakalama kararının amacı genellikle şüphelinin UCM’ye teslim edilerek hakkında başlatılan soruşturmanın ilerletilmesi için bizzat Mahkeme huzuruna çıkarılması anlamını taşıyor.

Eğer Netanyahu hakkında yakalama kararı çıkarılırsa bu, Netanyahu’nun Filistinlilere karşı işlediği soykırım, savaş suçu, insanlığa karşı suçlar veya saldırı suçlarından biri ya da birkaçından yargılanacağı anlamını taşıyor.

UCM’nin, Netanyahu dahil üst düzey İsrailli yetkililer hakkında tutuklama kararı çıkarılabileceği ihtimali gündeme geldiği günden bu yana İsrail ve ABD’den UCM görevlilerine tehditler geliyor.

Putin’de yetkili olan UCM Netanyahu’da yetkisizmiş

Bir grup Cumhuriyetçi senatör Han’ı “ağır yaptırımlarla” tehdit etmişti. 12 Cumhuriyetçi senatörün imzaladığı mektupta, UCM Başsavcısına yönelik, “İsrail’i hedef alırsanız, biz de sizi hedef alırız” denmişti. Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, UCM’ye yönelik tehditleri kınamış BM raportörleri de ABD ve İsrail’e ilişkin olarak, “Kendilerini hukukun üstünlüğünün şampiyonları olarak gören ülkelerin, bağımsız ve tarafsız uluslararası bir mahkemeyi mesuliyetine engel olmak için sindirmeye çalıştığını görmek şok edici” açıklaması yapmıştı.

Açıklamada, UCM’nin, Gazze ve Batı Şeria da dahil olmak üzere Filistin’deki soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar gibi ağır uluslararası suçları soruşturma yetkisine sahip olduğu belirtilmişti.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Helikopter kazasında ABD yaptırımlarının rolü

Yayınlanma

ABD’nin İran’a yönelik tek taraflı yaptırımları İran’ın sivil havacılık sektörünü derinden etkiliyor. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın hayatını kaybettiği kazadaki helikopterin yaşı bu durumu bir kaz daha gündeme getirdi. Nitekim eski İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, kazayla ilgili ABD’nin sorumluluğuna dikkat çekti.

ABD’nin İran’a yönelik tek taraflı yaptırımları sivil havacılık sektörünü de etkiliyor. Yaptırımlar nedeniyle Tahran’ın uçak ve uçak parçası ithalatı engelleniyor.

İran İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi arama kurtarma çalışmaları sırasında facianın meydana geldiği sırada yoğun sis olduğuna dikkat çekerek hava koşulları ve arazinin engebeli koşullarının helikopter enkazına ulaşmayı zorlaştırdığını söylemişti.

Hava koşulları ve ABD yapımı Bell 212 helikopterinin yaşının kazaya neden olmuş olabileceğine dikkat çekiliyor.

The Nation’da yer alan bilgilere göre İran 1968’de hizmete alınan Bell 212’den 1970’li yıllarda çok sayıda satın aldı. 1979 Devrimi’nden sonra gelişmiş avcı uçakları da dahil ABD’den aldığı uçakların çoğunu kullanmaya devam eden İran, Amerikan yaptırımları nedeniyle yedek parça temininde zorluklarla karşılaştı. 1970’lerin başında satın alınan F-4 Phantom ve F-14 savaş uçakları gibi bazı uçaklar bugün halen hizmette.

Yıllar içinde İran envanterindeki ABD yapımı helikopter ve uçaklar için elindeki bazı uçak ve helikopterleri parçalayarak yedek parça ihtiyacını karşılamaya çalıştı. Bu yüzden ABD yapımı uçak filosu yavaş yavaş azaldı.

İran, 1986 yılında Lübnan’da esir tutulan ABD’li rehineler için Washington ve Tahran arasında yapılan görüşmeler sırasında ABD’den Bell 212 için bazı yedek parçalar almayı başardı, ancak kaçakçılık ağlarına da başvurdu. Bell parçaları tedarik ettiğini reddetti ancak ABD’li savunma müteahhidi United Technologies Corp daha sonra sevkiyatı doğruladı.

2011 yılında İspanyol yetkililer, Venezuela’nın İran’a, Bell 212 yedek parçalarının yanı sıra komple uçak satma planını da engelledi.

Yedek parçalara yönelik yaptırımlar

Aşınan ve yıpranan parçaları değiştirecek yedek parçaların bulunmaması uçakların güvenliğini tehdit ediyor. İran hava kuvvetleri, Şah döneminde satın alınan ABD yapımı uçaklarla yıllar içinde çok sayıda ölümcül kaza yaşadı.

2021 yılında Kanada’daki havacılık yetkilileri, ölümlü bir kazayı inceleyen müfettişlerin ana rotor kanatlarını sabitleyen metal pimlerin uçuş sırasında kırıldığını tespit etmesinin ardından Bell 212’leri yere indirdi.

Ancak bakımları iyi yapılan eski uçaklar onlarca yıl uçmaya devam edebiliyor; bunun dikkate değer bir örneği, İngiliz Ordusu’nun 1982’den 2022’ye kadar çok sayıda yenilenmeyle hizmette kalan bir Chinook helikopteri olan Bravo November.

İran, ABD yapımı uçaklar için bazı parçaları, tersine mühendislikle üretmeyi başardı dolayısıyla Reisi’yi taşıyan helikopterin uçuşa elverişli olması mümkün. Bununla birlikte, helikopter gövdesinde buz birikebileceği ve şiddetli rüzgarların ek yük oluşturabileceği dağlık arazide düşük görüş koşullarında uçmanın riskleri yüksek.

Engebeli arazi ve yoğun sis

Avrupa Birliği Havacılık Güvenliği Ajansı “yüksek dağlarla çevrili derin vadiler üzerinde uçmanın pilotun yönünü şaşırtabileceğini” ve bu tür bir arazide seyretmenin “zihinsel ve fiziksel olarak çok yorucu olabileceğini” söyledi.

AB kurumuna göre, derin vadilerde rüzgâr hızı ve yönü aniden ve öngörülemez bir şekilde değişebilir ve bu da “hava hızında önemli dalgalanmalara yol açarak aşırı uçlarda kontrol kaybına neden olabilir.”

Sis özellikle tehlikeli ve 1994 yılında İskoçya’da meydana gelen ve 25 İngiliz istihbarat görevlisi ile dört mürettebatın ölümüne neden olan helikopter kazasının da muhtemelen başlıca sebebiydi.

Askeri helikopter test pilotu ve havacılık uzmanı Simon Sparkes, The National’a yaptığı açıklamada, “Bulut ya da sise yanlışlıkla girmek dünya genelinde helikopter kazalarının en büyük nedenlerinden biri. Sorun helikopterin ya da pilotların sertifikasyonu değil, pilotların koşullar karşısında verdikleri kararlardır” dedi.

Sparkes, “Dağlık bölgelerde güvenli uçuş için çok yüksekten uçmanız gerekir ve hava durumu ya da dağların yüksekliği helikopterin kapasitesini aşabilir. Buna ek olarak, oksijen olmadan helikopterler hipoksi sorunları nedeniyle 10.000 feet’in üzerinde uçamazlar” diyerek zihinsel karışıklık gibi sorunlara neden olabilecek düşük oksijen seviyelerine atıfta bulundu.

Sekiz yıldır faaliyette olan Bell UH-1H Huey-2 helikopterinin birkaç hafta önce Kenya’da düştüğünü hatırlatan Sparkes, “Dolayısıyla pilotların yapması gereken seçimler var. Bazen bu seçimler zor olabiliyor çünkü yolcular, kendilerine hava koşulları nedeniyle seyahat edemeyeceklerinin söylenmesini istemiyorlar. Benzer kazalar muhtemelen sayılamayacak kadar çok” dedi.

“ABD’nin suç listesine dahil edilecek”

Eski İran Dışişleri Bakanı Zarif, devlet televizyonunda yaptığı konuşmada, Reisi ve Abdullahiyan’ın “samimiyetlerine” çok yakından tanık olduğunu söyledi. Zarif, “Bu samimiyetlerinin karşılığını şehadetle aldılar. Geçtiğimiz 45 yılda çeşitli dönemlerde zor durumlarla karşılaştık. Biz bunu aştık, Allah’ın izniyle bu durumu da atlatacağız” ifadelerini kullandı.

Zarif, ortaya çıkan durumun ABD’nin İran’a uyguladığı tek taraflı yaptırımların etkisinin büyük olduğunu savunarak, “Bu konu, Uluslararası Adalet Divanı’nın kararına rağmen sivil havacılık satışlarına ambargo koyan ABD’nin İran ulusuna karşı işlediği suçların kara listesine kaydedilecektir” değerlendirmesinde bulundu.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İran’ı seçime götürecek geçici Cumhurbaşkanı Muhammed Muhbir kimdir?

Yayınlanma

İran lideri Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopter kazasında hayatını kaybetmesinin ardından anayasanın ilgili maddesine göre Cumhurbaşkanlığı görevlerini, seçime kadar Birinci Yardımcısı Muhammed Muhbir’in yürüteceğini bildirdi.

Hamaney’in X medya platformundan Cumhurbaşkanı Reisi’nin helikopter kazasında hayatını kaybetmesinin ardından taziye mesajı yayımlandı. Reisi’ye rahmet dileyen Hamaney, İran halkına taziyede bulunarak ülkede 5 günlük genel yas ilan ettiğini duyurdu. Hamaney, “Anayasa’nın 131’inci maddesine göre Sayın (Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı) Muhbir, yürütme erkinin başında olup, yasama ve yargı erklerinin başkanlarıyla en fazla 50 gün içinde yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamak için gerekli düzenlemeleri yapmakla görevlidir” ifadelerini kullandı.

Press TV’ye göre Muhbir’in 50 gün sonra yapılacak yeni seçimlerde adaylardan biri olması bekleniyor.

Muhammed Muhbir kimdir?

Muhammed Muhbir, 1955 yılında İran’ın Huzistan eyaletinin Dezful kentinde dünyaya geldi. Elektrik mühendisliği mezunu olan Muhbir, ekonomi planlama ve yönetim ile uluslararası hukuk alanında doktora yaptı.

Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcılığı görevine 2021 yılında getirilen Muhbir, İran Düzenin Çıkarını Belirleme Konseyi Üyeliği, Sinabank Genel Müdürlüğü, İmam Humeyni’nin Emirlerini Uygulama Kurumu (Vakfı) Başkanlığı, Mustazaflar Vakfı İktisadi Teşekkülü Gümrük ve Nakliye Direktörlüğü ve Huzistan Vali Yardımcılığı görevlerinde bulundu.

ABD Hazine Bakanlığı, Ocak 2021’de İran lideri Ali Hamaney’e bağlı faaliyet gösteren ve Muhbir’in başkanı olduğu İmam Humeyni’nin Emirlerini Uygulama Merkezi ve yöneticileri “siyasi muhalifler, dini azınlıklar ve sürgündekiler dahil olmak üzere rejim muhaliflerine ait topraklara ve mülklere el koyduğu” gerekçesiyle yaptırım listesine aldı.

Aynı gerekçeyle Temmuz 2010’da Avrupa Birliği tarafından yaptırım listesine alındı ve iki yıl sonra listeden çıkarıldı.

Helikopter kazasından kurtulan olmadı: İran 50 gün içinde seçime gidecek

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English