Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İsrail’in “zehirli savaşı”

Yayınlanma

İsrail’in Lübnan’ın güneyine düzenlediği saldırılarda beyaz fosforun yanı sıra kurşun, cıva, baryum ve antimon gibi diğer zehirli kimyasalları da kullandığı da ortaya çıktı. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nin yaptığı laboratuvar testleri bu kimyasalların verimli tarım arazilerindeki toprağa karıştığını doğruladı. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, savaşın Güney Lübnan’daki çevresel etkilerini inceliyor:

***

Zehirli savaş: İsrail’in Güney Lübnan’daki savaşı toprağı nasıl zehirliyor?

İsrail’in sivil bölgelerde yasadışı beyaz fosforun yanı sıra kurşun, cıva, baryum ve antimon gibi diğer zehirli kimyasalları da kullandığı da belirtiliyor.

SALWA BAALBAKI

Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Lübnanlılar da yemeklerini seviyorlar. Akdeniz ve Orta Doğu, Fransız ve Türk etkilerini içeren tatlar ve aromalarla dolu bu topraklarda, kuzu eti örneğin Osmanlılar tarafından tanıtılmış ve Lübnan mutfağında önemli bir yer edinmiştir.

İyi bir Lübnan yemeği hafızada uzun süre kalır ve ülke, genellikle taze ve doğal olmalarıyla bilinen dünya çapında kaliteye sahip yemekleriyle haklı olarak ünlüdür. Lübnanlıların yaklaşık beşte biri, tam zamanlı, yarı zamanlı ya da mevsimlik olarak aile arazilerinde bir dereceye kadar tarımda çalışıyor.

Toprak da buna yardımcı oluyor. Yaklaşık %13’ü ekilebilir olan verimli bir arazi. Ülkenin yaklaşık %13’ü tarıma elverişli ve çeşitli mikroiklimler neredeyse her ürün için ideal bir yetiştirme alanı sunuyor. Örneğin kışlık buğday ve yazlık sebzeler Bekaa Vadisi’ndeki tarlalardan geliyor. Ancak, en önemli tarım bölgelerinden biri olan Güney Lübnan, Hizbullah’ın İsrail’e yönelik sınır ötesi saldırılarının bedelini ağır ödedi çünkü İsrail’in verdiği karşılık arazi, toprak ve su kaynaklarını derinden etkiledi.

Toprak zarar görüyor

Ekim ayından beri Hamas’ın güney İsrail’e saldırmasının ardından, İran’dan güç alan grubun Şii savaşçıları, İsrail’e aralıklı olarak roketler fırlatıyor. Bazıları buna “dikkat dağıtıcı savaş” diyor, Hizbullah İsrail’i Gazze’den uzaklaştırmaya çalışıyor. Lübnan’dan atılan roketler ve İsrail’in misilleme bombardımanı, sınırın her iki tarafında yüz binlerce kişinin güvenli bir yere tahliye edilmesine yol açtı. Yeni kanıtlar, Lübnanlıların geri döndüklerinde topraklarını tehlikeli bulabileceklerini gösteriyor.

Kıyı kenti Nakura’dan Golan Tepeleri’nin Hermon Dağı eteklerindeki Kfar Shuba tepelerine kadar uzanan sınır bölgelerinin büyük bir kısmı, yaklaşık 100 köy ve çevresindeki tarım arazileri de dahil zarar gördü. Bu topraklar Lübnan’ın küçük ama önemli tarım ekonomisi için hayati önem taşıyor, ancak mahsuller ve meyve ağaçları yok edildi ve toprak, özellikle de uluslararası hukuka göre yasaklanmış olan beyaz fosforun sinsi kullanımı nedeniyle kirlendi.

HRW: İsrail, Lübnan’da 17 bölgede beyaz fosfor kullandı

Çiftçiler üzerindeki etkisi

Lübnan’ın 2019’dan bu yana yaşadığı ekonomik çöküş, çiftçileri de etkiledi. Ülkedeki çiftliklerin mali durumu, İsrail’in Ekim 2023’teki saldırılarından önce bile ciddi şekilde sarsılmıştı. Gübre ve yem gibi girdi maliyetleri yükseldi. Şimdi Lübnanlılar keskin bir seçimle karşı karşıya: Ya topraklarında kalıp tehlikelere rağmen tarım yapmaya çalışacaklar ya da topraklarını terk edip sığınacak bir yer arayacaklar. Sürülerini ve elma, üzüm, kiraz, nar ve zeytin gibi ürünlerini terk etmek zor. Birçoğu kalmayı planlıyor.

Tarım Bakanlığı’na göre Güney Lübnan ve komşu Nebatiye’de 570 milyon metrekare tarım arazisi var. BM, tarımın burada “birincil geçim kaynağı” olduğunu söylüyor.

Fakat savaşın etkisi büyük oldu. BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) bir raporu “arazi bozulması, kimyasal kirlilik ve patlayıcı kalıntılarından kaynaklanan kirlenmenin toprağın veriminin azalmasına yol açtığından” bahsediyor. Raporda ayrıca “beyaz fosfor bombardımanı nedeniyle mahsul ve su kaynaklarındaki kirliliğin arttığı, bunun da çiftlik hayvanları ve insan sağlığı için tehdit oluşturduğu” belirtiliyor. İsrail’in “koruma altındaki alanlar, ormanlar, meralar ve su kaynakları” üzerinde beyaz fosfor kullanması”nın doğal ekosistemleri ve su kalitesini etkileyen kapsamlı çevresel hasara… insan sağlığı ve güvenliği için süregelen risklere” neden olduğu vurgulanıyor.

Toprağı zehirlemek

Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden bir ekip tarafından savaşın Güney Lübnan’daki çevresel etkileri üzerine yapılan bir araştırma, İsrail’in tarım arazilerinin verimli toprak tabakasını tahrip ettiğine işaret ediyor. Ekip, İsrail top mermilerinin toprağa, aralarında sinir, sindirim ve bağışıklık sistemlerini etkileyebilen cıvanın da bulunduğu zehirli elementler saçtığını tespit etti. Laboratuvar testleri de toprakta kurşun, baryum ve antimon bulunduğunu doğruladı. Kurşun beyni ve sinir sistemini etkileyerek nöbetlere, komaya ve bazen de ölüme yol açıyor. Baryum sindirim sisteminde hasara ve felce yol açarken, antimon cilt ve gözlere zarar veriyor, kalp ve akciğerlerde sorunlara yol açıyor.

Ancak en endişe verici olan, ekibin bulduğu beyaz fosforun etkileri. Bazı örneklerde, kilogram başına 97,000mg gibi yüksek düzeyde zehirli madde bulundu. Maksimum güvenli konsantrasyon 800 mg’dır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre beyaz fosforun etkileri arasında “kardiyovasküler etkiler ve çökme, böbrek ve karaciğer hasarı, bilinç bozukluğu ve koma” yer alıyor. Örgüt ayrıca “Şok, karaciğer veya böbrek yetmezliği, merkezi sinir sistemi veya miyokardiyal hasar nedeniyle ölüm meydana gelebilir” diye de ekliyor.

UNDP’nin etkilenen topraklara ilişkin çalışması, 2023 sonuna kadar sınır ötesi çatışmaların ilk üç ayını kapsıyor. Yakında yayınlanacak olan bir sonraki rapor, hasara ilişkin daha güncel bilgiler verecektir.

Tahribatın değerlendirilmesi

Lübnan Tarım Bakanlığı tarafından derlenen ve Majalla tarafından görülen istatistikler, 8 Ekim 2023 ile 5 Haziran 2024 tarihleri arasında güney Lübnan’da beyaz fosfor nedeniyle meydana gelen şaşırtıcı 812 yangını gösteriyor. Bu yangınlarda, 2.4 milyon metrekarelik tarım arazisi tamamen yandı ve 6.5 milyon metrekarelik alan da zarar gördü. Hasarın boyutu hala tam olarak netleşmiş değil. Güney Lübnan Konseyi Başkanı Haşim Haydar, Majalla’ya yaptığı açıklamada, savaş nedeniyle zarar gören tarım alanının yaklaşık 10 milyon metrekare olduğunun tahmin edildiğini söyledi.

“Çoğu beyaz fosfor nedeniyle zarar gördü. Bu, tarım sektörüne en az beş yıl boyunca zarar verebilir. Bazı köyler ve bölgeler erişilemez durumda, bu da zarar tespitini engelliyor” dedi. Ayrıca, 1,700’den fazla evin yıkıldığını ve 14,000’den fazla evin zarar gördüğünü, ancak herhangi bir tazminat ödenmediği ekledi. Çatışmaların sonunda, toplam zararın “tahminlerimizden çok daha büyük olacağını” düşünüyor.

Haydar sahadaki ekiplerden ve köy liderlerinden gelen verilere dayanarak su ve elektrik altyapısı, sağlık hizmetleri ve yolların onarımı da dahil maddi hasarın 2,5 milyar dolar, altyapı hasarının ise 500 milyon dolar olduğunu tahmin ediyor.

Zarar gören diğer sektörler

Bölgedeki kümes hayvancılığı, büyükbaş hayvancılık ve su ürünleri sektörleri neredeyse tamamen yok olmuş durumda; 12 büyük çiftlik yerle bir oldu ve birçok tavuk sürüsü ya İsrail bombardımanıyla ya da çiftçilerin onlara ulaşamaması ve besleyememesi nedeniyle telef oldu.

Lübnan Tarım Bakanlığı yaklaşık 340.000 kuşun ve 1.000’den fazla çiftlik hayvanının telef olduğunu açıkladı. Ayrıca 370 arı kovanı yok olurken 3,000 kovan da bombardıman ve yerinden edilme nedeniyle kısmen zarar gördü. Tütün sezonu da darbe aldı. İsrail bombardımanı, genellikle Nisan ayında yapılan bu önemli ürünün ekimini sekteye uğrattı. Zararın boyutu henüz net değil.

Tütün ekimi Güney Lübnan’da 17,000 ailenin başlıca gelir kaynağı ve 2023 rakamlarına göre yaklaşık 50 milyon dolar değerinde, ancak yangınlar genellikle tütün ekilen geniş alanları etkiledi. Lübnan Tütün İdaresi’nden Cafer el-Hüseyni, Majalla’ya yaptığı açıklamada, 2023 mahsulünün tamamının büyük zorluklarla erkenden hasat edildiğini ve cephe köylerinin ötesindeki depolarda saklandığını söyledi. Tüm mahsul için nakit dolar ödendi.

Diğer mahsuller, özellikle hafif acılığı ile bilinen Güney Lübnan’ın ünlü Baladi ve Souri zeytinleri de risk altında. Bu zeytinler, Akdeniz kıyısındaki en eski çeşitlerden bazılarıdır. Güney Lübnan ve Nabatiye, Lübnan’ın toplam zeytin üretiminin %22’sine katkıda bulunuyor ve bunun değerinin yaklaşık 30 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor, ancak bakanlık verileri, İsrail bombardımanı nedeniyle 60.000’den fazla yaşlı zeytin ağacının zarar gördüğünü gösteriyor.

İnsan yok, para yok

El-Hüseyni 44 sınır köyünün şu anda boş olduğunu söyledi. Bu köyler güney Lübnanlı çiftçilerin yaklaşık %40’ını ve üretimin de aynı oranını oluşturuyor. Hüseyni İsrail mermilerinin menzilindeki 13 köyün daha terk edildiğini sözlerine ekledi. Sakinlerinin %95’inin kalmayı tercih ettiği Rmeish, bölgede hala aktif olarak tarım yapılan sadece üç köyden biri, diğerleri ise Dibl ve Qleiaa.

Diğer birçok köyde ve civar bölgelerde, beyaz fosforun uzun vadeli etkileri toprağı tarım yapılamaz hale getirdi ve yeraltı sularını kirletti. El-Hüseyni, bazı tütün üreticilerinin evlerinin yıkıldığını ancak hiçbir tazminat alamadıklarını söylüyor. Tartışmalar arasında bazıları, İsrail’in bombardımanına Hizbullah’ın roketlerinin neden olduğunu, dolayısıyla zararı Hizbullah’ın ödemesi gerektiğini söylüyor. Diğerleri ise devletin derin bir ekonomik çıkmazda olmasına rağmen tazminatın devlet kasasından karşılanması gerektiğini söylüyor.

Henüz sönmedi

Yeniden inşa masraflarını karşılayacak para olmadığı için pek çok kişinin geri dönüp çiftçiliğe devam etmesinin mümkün olmadığını belirtiyor. El-Hüseyni, “Savaş devam ettiği sürece tazminattan söz etmek mümkün olmayacak” diyor. Haydar devlet yardımından umutlu değil, bu yüzden Lübnan’ın Arap komşularından yardım istemesini öneriyor. Özellikle Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmalar sona erecek gibi görünmediğinden çok az kişi bunun uygulanabilir bir seçenek olduğunu düşünüyor.

Haziran başında sınıra yaptığı bir ziyarette Başbakan Binyamin Netanyahu İsrail’in “kuzeyde çok yoğun eylemlere” hazır olduğunu söyledi. Hizbullah’ın 3,700 dönümlük İsrail tarım arazisini yakması ve İsrail bombardımanının Lübnan ormanlarını ateşe vermesiyle birlikte hasar artmaya devam ediyor. Yangınları takip eden uydu görüntüleri Mayıs ortasından bu yana bir artış olduğunu ve 2 Haziran’ın şimdiye kadarki en kötü gün olduğunu gösteriyor.

Savunma analistleri, İsrail’in 24 yıl önce nihai olarak çekilmeden önce yaptığı gibi bir tampon bölge oluşturmak için Güney Lübnan’da bir kara saldırısı olasılığını göz ardı etmiyor. Yoksul çiftçilerin daha fazla mücadele etmesi gerekebilir.

ORTADOĞU

FP: İranlı hiçbir siyasetçi ABD ile yakınlaşmanın siyasi riskini almaya istekli değil

Yayınlanma

Yazar

Aşağıda çevirisini okuyacağız analiz-haber cuma günü sandık başına gitmeye hazırlanan İran’ın ABD ile ilişkilerine odaklanıyor. Uzmanlar, seçim sonuçlarının ikili ilişkilerdeki mevcut durumu daha iyiye götüreceği konusunda çok bir umut olmadığı görüşünde:

***

Seçimler ABD-İran Dinamiğini Yeniden Şekillendirebilir

Her iki ülke de bu yıl sandık başına giderken İran’daki seçmenler Batı’nın kısıtlayıcı yaptırımlarına odaklanmış durumda.

Stefanie Glinski

Bir zamanlar müttefik olan İran ve Amerika Birleşik Devletleri on yıllar boyunca gergin bir ilişki içinde oldular. 1979 İran devrimi önemli bir dönüm noktasıydı; protestocu öğrenciler Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’ni ele geçirerek 50’den fazla Amerikalıyı 444 gün boyunca rehin tuttular. Bugün, eski büyükelçilik binası İran’ın ABD’ye yönelik şikayetlerini detaylandıran Casusluk Yuvası adlı bir müzeye ev sahipliği yapıyor. Ziyaretçiler kafatası suratlı bir Özgürlük Heykeli ve “Kahrolsun ABD” yazılı bir duvar resmiyle karşılanıyor.

Müzede yansıtılan Amerikan karşıtı tutum tarihten kaynaklanıyor: Amerika Birleşik Devletleri 1953 yılında İran Başbakanının devrilmesinde rol oynamış ve hem Amerikan yanlısı dış politikası hem de baskıcı rejimiyle hatırlanan Şah Muhammed Rıza Pehlevi liderliğindeki hükümetin önünü açmıştı. Pehlevi de 1979’da devrildi. İran devriminden bu yana, katı uluslararası yaptırımlar ülkeyi uluslararası pazarlardan büyük ölçüde kopardı ve uçurumu derinleştirdi.

Tahran ve Washington’un arası son dönemde daha da açıldı. İran’ın Ukrayna savaşı sırasında Rusya’ya verdiği destek, gerilimi artırdı ve Batı’nın daha geniş yaptırımlar uygulamasına yol açtı. Buna karşılık İran, ekonomik ve diplomatik işbirliği sunan Batılı olmayan ittifaklara yöneldi. Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği saldırıdan bu yana tansiyon da yükseldi. İran, İsrail’i ABD’nin desteğiyle “Gazze’de soykırım” yapmakla suçlarken Hamas’ı ve Yemen’deki Husi isyancıları destekliyor.

İran, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin mayıs ayında bir helikopter kazasında trajik ölümünün ardından cuma günü olağanüstü cumhurbaşkanlığı seçimi düzenleyecek. Bu arada ABD belirsiz bir gelecekle karşı karşıya; Başkan Joe Biden ve eski Başkan Donald Trump Kasım ayında karşı karşıya gelmeye hazırlanıyor. ABD-İran ilişkilerinin düzelmesindeki ilerleme, İran’a öncelik vermeyen Biden ve bu konuda siyasi sermaye harcamaktan kaçınan Reisi döneminde durgunlaştı. Uzmanlar Tahran’ın Washington ile daha yakın ilişki kurması için çok az teşvik olduğu konusunda hemfikir, ancak iki ülke seçimlerinin sonucu bu dinamiği yeniden şekillendirebilir.

İran seçim sonuçları dış politikada değişim getirebilir

1979’dan bu yana İran ve ABD arasında, ABD’nin Afganistan’da Taliban’a karşı yürüttüğü ilk harekâta İran’ın verdiği lojistik destekten geçen yıl İran’ın petrol gelirlerinden 6 milyar doların serbest bırakılmasını sağlayan başarılı esir takasına kadar önemli işbirliği anları yaşandı. Ve bu yılın başlarında ABD’nin İran’ı 84 kişinin ölümüne neden olan İslam Devleti saldırısı konusunda uyardığı bildirildi. (İranlı yetkililer saldırıdan önce böyle bir temas olduğunu inkâr ediyor).

İran ayrıca ABD tarafından da hayal kırıklığına uğratıldı; Trump, iki ülke arasında uzun müzakereler sonucunda imzalanan nükleer anlaşmadan sadece üç yıl sonra 2018’de çekilerek İran’a yeni yaptırımlar uyguladı. Quincy Institute for Responsible Statecraft’ın kurucu ortağı ve başkan yardımcısı Trita Parsi, “ABD kendisini İranlılar için artık cazip aday olmadığı bir konuma soktu. İran angajmana girmeye istekli değil çünkü ABD’nin yaptırımları hafifletebileceğine ikna olmuş değil. Ancak aynı zamanda angajman kapısını kapatmak da çok tehlikeli” dedi.

İki ülke arasındaki inişli çıkışlı gerilim genellikle iki ülkenin liderlerine bağlı olsa da hem İran hem de ABD hükümetlerinde karşılıklı şüphe, derinlere kök salmış durumda. Tahran sık sık Washington’un kendi çöküşünü istediğini düşünüyor ki bu korku, komşuları Afganistan ve Irak’ın 2000’li yıllarda ABD’nin dayattığı rejim değişikliğine maruz kaldığı düşünüldüğünde çok da temelsiz değil.

Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü Afrika ve Orta Doğu Araştırma Başkan Yardımcısı Azadeh Zamirirad, “Beyaz Saray’da kimin oturduğu önemli değil. İranlı politika yapıcılardan sık sık duyacağınız şey budur. Günün sonunda herhangi bir ABD başkanının İran’da bir rejim değişikliği peşinde olacağı korkusu sadece muhafazakârlar arasında değil, siyasi yelpazenin genelinde paylaşılıyor” dedi.

İran, eski ABD Başkanı Barack Obama için en önemli önceliklerden biriydi. Onun liderliğinde ABD, ılımlı bir isim olan dönemin İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile 2015 yılında Kapsamlı Ortak Eylem Planı olarak bilinen nükleer anlaşmayı imzaladı. Anlaşma, İran’ın nükleer silah edinmesini engelleyecek planları detaylandırıyor; karşılığında ABD de ülkeyi zayıflatıcı yaptırımlardan kısmen muaf tutuyordu. Trump’ın 2018’de sürpriz bir kararla anlaşmadan çekilmesi, İran’ın nükleer kapasitesini bir kez daha geliştirmesine yol açtı.

Biden seçildikten sonra 150’den fazla Demokrat kongre üyesi anlaşmaya yeniden katılması için kendisine çağrıda bulundu. Biden bunu yapmadığı gibi Tahran ile daha yakın ilişkiler kurmak için siyasi sermaye de harcamadı. Parsi, “ABD’de yaklaşan seçimler söz konusu olduğunda, iki başkan adayı da İran için cazip bir seçenek değil. Biden İsrail’e destek veriyor ve bunun değişeceğine dair bir işaret de yok. Trump ise bir tür anlaşma yapabilecek olsa da öngörülemez ve yönetilemez biri olarak algılanıyor” dedi.

İran’da 85 yaşındaki Dini Lider Ali Hamaney, ölümü halinde geçiş dönemi iktidar mücadelelerini ya da bir iktidar boşluğunu önlemek için siyasi sistemi kendisine sadık kişilerle güçlendirmeye çalışıyor. Reisi, Hamaney’in potansiyel haleflerinden biri olarak görülüyordu. Şimdi ise bir alternatif oluşturmak için çok az zaman var. Pek çok İranlı, ülkenin Hamaney’e yakın başka bir muhafazakâr cumhurbaşkanı göreceğini düşünüyor; bu haftaki seçimlerde adaylığı onaylanan altı aday arasında sadece bir reformist aday var. Ulusal seçimlere katılım son yıllarda giderek azaldı.

İran’da anketler seçimin 3 aday arasında geçeceğini gösteriyor

Reisi’nin yerine kim gelirse gelsin, İranlı hiçbir siyasi figür ABD ile yakınlaşmanın siyasi riskini almaya istekli görünmüyor. “Şu anda Ruhani gibi buna yatırım yapmaya istekli bir politikacı yok” diyen Parsi, Ruhani’nin politikalarının ilk başta işe yaradığını ve muhaliflerini haksız çıkardığını söyledi. Tahran ve Washington bir anlaşma imzaladı ama sonra sorunlar başladı: Uygulama zor oldu, sonra Trump çekildi ve Biden anlaşmaya geri dönmeyi başaramadı. Parsi, “Bugün İranlı politikacılar ABD ilişkileri için fazla sermaye harcamak istemiyor” diye ekledi.

Bunun yerine İranlı liderler giderek daha fazla Rusya ve Çin ile ilişki kurmaya odaklanıyor. İran’ın Çin ve Rusya ile ikili ticareti artıyor; Çin ile ham petrol ticaretinden günde 150 milyon dolar gelir elde ediyor. Rusya ve İran aynı zamanda yakın ticari ortak ve askeri müttefik haline geldi. Tahran’ın sokaklarında ve kafelerinde artık geçmişe kıyasla daha fazla Çinli ve Rus ziyaretçiye ve daha az Avrupalıya rastlanıyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı geniş çaplı işgaline kadar İran dünyanın en çok yaptırım uygulanan ülkesiydi. Batı’nın yaptırımları İran ekonomisini ciddi şekilde etkiledi ancak kısmen Rusya ve Çin ile işbirliği sayesinde çöküşüne neden olmadı. Uluslararası Para Fonu ülkenin ekonomik büyümesini geçen yıl yüzde 5,4 olarak açıkladı; yine de sıradan İranlılar ülkenin izolasyonundan kötü etkileniyor ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle zaman zaman protestolar patlak veriyor. İranlılar yaptırımların hafifletilmesini istiyor.

Bu yıl İran, diğer dört yeni üyeyle birlikte BRICS grubuna (başlangıçta Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşuyordu) katılarak ABD yaptırımlarının ve uluslararası izolasyonun etkisini aşma yolunda bir adım daha attı. Bu gerçekten de bazı ekonomik zorlukları hafifletebilir, ancak aynı zamanda ABD için potansiyel bir tehdit oluşturuyor.

Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü Araştırma Direktörü Dana Stroul, “Rusya-İran-Çin revizyonist ekseninin, ABD’nin müttefik ve ortaklar ağının güvenlik ve egemenliğine meydan okuma riski, bu yüzyılın en acil güvenlik önceliklerinden biridir” dedi.

Yine de devam eden gerginliklerin ortasında, ABD ve İran arasında tereddütlü diyalog devam ediyor. Gereksiz gerginliklerin yaşanmaması her iki taraf için de taktiksel ve stratejik açıdan önemli. Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın Reisi ile birlikte helikopter kazasında ölmesinin ardından yerine geçen İran Dışişleri Bakanı Ali Bakıri 3 Haziran’da Beyrut’ta düzenlediği basın toplantısında ABD ve İran’ın Umman’da görüşmelerde bulunduğunu doğruladı.

Bakıri, “Müzakerelerimize her zaman devam ettik. Hiçbir zaman durmadı” dedi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

ABD ve İsrail, Hizbullah’la savaştan kaçınmak için ‘çıkış yolu’ arıyor

Yayınlanma

Yetkililer, Gazze’de ateşkesin hala sağlanamamış olmasına rağmen İsrail Savunma Kuvvetlerinin (IDF) Gazze’den çekilmesinin Hizbullah’ın tarafları topyekûn çatışmanın eşiğine getiren saldırılarına son vermesi için yeterli olabileceğini söylüyor.

ABD’li ve İsrailli iki yetkilinin The Times of Israel’e verdiği demece göre ABD ve İsrail, Gazze’deki yoğun çatışmaların yakın zamanda azalmasının Hizbullah’a, bölgeyi daha büyük bir çatışmaya sürükleyen sınır saldırılarından geri çekilmesi için bir “çıkış yolu” sağlayacağını umuyor.

İsrail’in kuzey sınırındaki gerilimin topyekûn bir savaşa dönüşmesini engellemeye büyük önem veren ABD, bir yandan uzun soluklu bir diplomatik anlaşmaya aracılık etmeye çalışırken diğer yandan da Gazze’de sağlanacağını umduğu ateşkes sayesinde İsrail ile Hizbullah arasında sükûnetin yeniden tesis edilmesine umut bağlamış durumda.

Ancak Gazze’de ateşkesin sağlanamaması Washington ve Tel Aviv’i İsrail ile Hizbullah arasındaki gerilimin azaltılması için alternatif stratejileri tartışmaya başlamasına neden oldu; isimlerinin gizli kalması koşuluyla konuşan iki yetkili, Biden yönetiminin taraflar arasındaki çatışmaların mevcut gidişatının devam etmesi halinde büyük bir bölgesel tırmanıştan korktuğunu söyledi.

Bu stratejiler Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın Washington’da ABD’li üst düzey yetkililerle yaptığı görüşmelerde ele alınırken, ziyarette bulunan İsrail kabine üyesi, dün gazetecilere “Gazze’de ‘C Aşamasına’ geçiş ve bunun Lübnan ve diğer bölgeler de dahil bölge üzerindeki etkisi” hakkında konuştu.

IDF’nin Hamas’ın kalesi Refah’ta yürüttüğü operasyonda yer alan piyade tugaylarından birinin komutanı geçen hafta gazetecilere yaptığı açıklamada ordunun operasyonu bir ay içinde tamamlamayı beklediğini söyledi.

IDF’nin Hamas’ın yeniden toparlanmasını engellemek amacıyla Gazze’de baskınlar ve diğer operasyonlar düzenlemeye devam etmesi beklenirken Başbakan Binyamin Netanyahu da Gazze’de genel güvenlik kontrolünü sürdürme sözü verdi.

Ancak IDF Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi “Refah Tugayı’nı dağıttığımızı söyleyebileceğimiz noktaya yaklaşıyoruz. Tugay, içinde artık terörist kalmadığı anlamında değil, artık bir savaş çerçevesi olarak işlev göremeyeceği anlamında yenilgiye uğratıldı” dedi.

IDF, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e sürpriz bir baskın düzenlemesinden sonra Gazze’ye saldırı başlattı. Hükümet, Hamas tamamen yok edilene ve rehineler kurtarılana kadar savaşın devam edeceğini söylüyor.

Hizbullah 8 Ekim’de Hamas’ı desteklemek için İsrail ordusuna baskı yapmak amacıyla İsrail’in kuzeyine saldırılar düzenlemeye başladı, ancak Gazze’deki çatışmaların sona ermesi halinde saldırıların duracağını belirtti. Kuzey sınırında neredeyse her gün yaşanan çatışmalar ve sınır ötesi ateş Kasım ayında bir hafta süren ateşkes sırasında durdu, ancak yeni bir anlaşma sağlama çabaları henüz sonuç vermedi.

Hamas’ın İsrail’in son rehine anlaşması önerisine 11 Haziran’da önemli değişikliklerle yanıt vermesinden bu yana arabulucular tarafları uzlaştırmak için mücadele ediyor.

Salı günü Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Matthew Miller bu yanıtı bir “ret” olarak nitelendirerek Washington’un Hamas’a karşı söylemini sertleştirdi.

Miller bir basın brifinginde şunları söyledi: “Bize İsrail tarafından sunulan, Başkan Biden’ın ana hatlarını çizdiği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin onayladığı teklifi reddeden yazılı bir yanıt verdiler.”

İlk kez bir ABD yetkilisi kamuoyu önünde bu kadar ileri gitti. Bugüne kadar sadece İsrail, Hamas’ın yanıtını “ret” olarak nitelendirmişti. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Hamas’ın karşı önerisini eleştirdi ancak aradaki farkların hala kapatılabilir olduğunda ısrar etti.

İsrailli yetkili Washington’dan gelen söylem değişikliğinin Hamas’ı daha da yalnızlaştırma ve Hizbullah’a sınır ötesi saldırılarını azaltması için bir “çıkış yolu” sağlama çabasının bir parçası olduğunu öne sürdü.

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah geçen hafta yaptığı açıklamada “Gazze’yi desteklemeye devam edeceklerini ve her şeye hazır olduklarını” söyledi ve ekledi: “Talebimiz açık: Gazze’de tam ve kalıcı bir ateşkes.”

Ancak Hamas’ı desteklemesine rağmen Nasrallah, örgütünün İsrail ile Lübnan’ı harap edecek bir savaş istemediği konusunda da defalarca açıklama yaptı.

ABD’li yetkili, “Eğer tamamen uyum içinde olsalardı, Hizbullah’ın savaşa daha güçlü bir şekilde katıldığını görürdünüz” dedi.

Hizbullah’ın Lübnan’dan düzenlediği saldırılar ve İsrail’in karşı saldırıları son haftalarda yoğunlaştı ve bu da Washington’da iki taraftan birinin yanlış hesaplanmış bir saldırısının ya da IDF’nin Hizbullah’ı sınırdan uzaklaştırmak için yapacağı büyük bir saldırının çatışmayı önemli ölçüde tırmandıracağı ve muhtemelen İran’ı da savaşın içine çekeceği korkusunun artmasına neden oldu.

İsrailli yetkili, Hizbullah’ın Hamas’tan daha fazla kaybedecek şeyi olduğunu ve bu nedenle Nasrallah’ı geri adım atmaya ikna etmenin Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar’ı ikna etmekten daha kolay olabileceğini savundu.

İsrailli yetkili, “Şimdiye kadar Lübnan’da sükunete giden yolun Gazze’den geçtiği düşünülüyordu ama belki de tam tersidir” dedi.

ABD’li yetkili, Biden yönetiminin İsrail ile Hizbullah arasındaki gerilimin azaltılması için alternatif stratejileri değerlendirirken bile ateşkes için bastırmaya devam edeceğini söyledi.

İsrail ve Suudi Arabistan arasında bir normalleşme anlaşmasına aracılık etme ve gelecekteki Filistin devleti için bir yol oluşturma çabalarına işaret eden yetkili, “Ateşkes olmadan, bölgesel gündemimizin geri kalanını ilerletmek muhtemelen imkânsız olacaktır” dedi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail’de 42 yedek asker Gazze’de savaşmayı reddetti

Yayınlanma

İsrail basını, 42 yedek askerin “Gazze Şeridi’nde görev yapmayı” reddettiklerini yazdı.

Haaretz gazetesinin haberine göre, İsrail ordusunda görev yapan 42 yedek asker, mayıs ayının sonunda, Gazze’ye saldırıların başlamasından bu yana ilk kez askerlik görevini yerine getirmeyi reddeden bir mektuba imza attı.

İsrailli askerler, 10’unun tam ismiyle, kalanların adlarının ilk harfiyle imzaladıkları mektupta, “Savaşa katıldığımız altı ay, bize askeri harekatın tek başına kaçırılan insanları (İsrailli esirler) geri getirmeyeceğini kanıtladı. Takındığımız tutumun bedelini ödesek bile Gazze’de askerlik hizmetine dönmeyeceğiz” ifadesini kullandı.

“Refah mı kaçırılanlar mı? Biz kaçırılanları seçiyoruz”

İsrailli askerler, İsrail ordusunun 7 Mayıs’tan bu yana sürdürdüğü Gazze’nin güneyindeki Refah kentine yönelik kara saldırılarını reddettiklerini belirterek, “Bu saldırı, bizim ve Refah’taki masum insanların hayatını tehlikeye atmanın yanı sıra kaçırılanları da (İsrailli esirleri) canlı olarak geri getirmeyecek. Refah mı kaçırılanlar mı? Biz kaçırılanları seçiyoruz” ifadelerine yer verdi.

Gazze’de savaşmayı reddeden askerler, “Bu sebeple, esir takası anlaşması pahasına Refah’a girme kararı alınmasının ardından, biz erkek ve kadın yedek askerler olarak, kaçırılan kişilerin hayatını görmezden gelip başka bir anlaşmayı bozmaya vicdanımızın izin vermediğini bildiririz” açıklamasında bulundu.

Mektubu imzalayan askerlerin 16’sının ordunun istihbarat biriminde, 7’sinin İç Cephe Komutanlığında, 2’sinin özel kuvvetlerde, kalanların da zırhlı birlikler, istihkam ve piyade birliklerinde yedek asker olarak görev yaptığı kaydedildi.

Mektubu imzalayan ve öğretmen olarak görev yapan yedek askerlerden 28 yaşındaki Tal Varidi, “İsrail’in kuzeyinde (Lübnan sınırında) görev yapmak üzere çağrılırsa orduya katılacağını ancak bir daha Gazze’de savaşmayacağını” belirtti.

İsrail’in esir takası anlaşması yapmak yerine Refah’a kara saldırısı düzenlemesinden rahatsızlık duyduğunu aktaran Varidi, “Refah’a operasyon başladıktan sonra bunun ahlaki olarak doğru olduğunu düşündüğüm şeyin ötesine geçtiğini anladım, bu haklı gösterilemez” ifadelerini kullandı.

İçinde Filistinlilerin bulunduğu evlerin yakılması

İsrail ordusunda Paraşütçü Tugayı’nda yedek asker 26 yaşındaki Yofel Garin, işgale ve İsrail’in Batı Şeria’daki politikalarına karşı olduğu için 7 Ekim 2023’ten önce bile yedek askerliğe devam edip etmeme konusunda şüphelerinin olduğunu dile getirdi.

Garin, 8 Ekim 2023’te ahlaki şüphelerini bir kenara bırakıp orduda görev yapmayı kabul ettiğini kaydetti.

İsrail askerlerinin Filistinlilerin evlerini yaktığını aktaran Garin, takım komutanının içinde Filistinlilerin bulunduğu bir evi yakma emri verdiğinde, İsrail ordusunun kırmızı çizgiyi aştığını ve ordudan ayrılma zamanı geldiğini belirtti.

Garin, “Komutanla konuşup sebebini anlamaya çalıştım, ev bir Hamas mensubunun evi miydi?” diye sorduğunu, komutanın da “Askeri teçhizat kalmaması ve ordunun savaş yöntemlerinin açığa çıkmaması için evin yakılması gerekiyor” şeklinde cevap verdiğini ifade etti.

İsrailli yedek asker, komutanının verdiği cevaptan ikna olmadığını sözlerine ekledi.

“Yaşanan şey rastgele ateş açmaktır”

İsrailli 29 yaşındaki yedek asker Michael Ofer Ziv ise karargahtayken İsrail savaş uçaklarının Gazze’yi bombaladığını gördüğünde bir kafa karışıklığı yaşadığını anlattı.

Ziv, “Neyin gerekçeli, neyin gerekçesiz olduğunu belirlemek çok zor. Savaşta 30 bin kişi doğrudan öldürülmüyor ama çoğu hava bombardımanlarında enkaz altında kalıyor. Yaşanan şey rastgele ateş açmaktır” değerlendirmesinde bulundu.

İsrailli yedek asker Ziv, gördüğü her bombanın ne kadar çok sivili öldürebileceğini fark ettiğini aktardı. “Hamas’ı bitirmek ve esirleri geri getirmek” gibi hedeflere ulaşabilmek için İsrail ordusunun “her şeyi yapabileceğini” belirten Ziv, “Binaların operasyonel zorunluluk olmaksızın yakılması, askeri emirlere ve İsrail ordusunun değerlerine aykırıdır. Ama binalar zaten patlatılıyor ve yıkılıyor” dedi.

İsrail ordusu, Gazze’ye saldırıları başlatmasının ardından 360 bin yedek askeri çağırdığını duyurmuştu.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda en az 15 bin 694’ü çocuk, 10 bin 279’u kadın olmak üzere 37 bin 658 Filistinli öldü, 86 bin 237 kişi yaralandı.

Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English