Çin’in önümüzdeki yıllarda askeri harcamalarını artırarak 2035’te ABD ve Rusya’nın nükleer gücüne ulaşması bekleniyor. İktisadi ve demografik zorluklara rağmen, Çin’in sürdürülebilir büyüme potansiyeli ve küresel etkisi artmaya devam edecek.
Önümüzdeki yıllarda Çin, askeri harcamalarını artırarak üçüncü nükleer süper güç olma yolunda ilerlemeye devam edecek.
Pekin, 2035 yılına kadar Rusya ve ABD’nin stratejik nükleer cephanelik seviyesine ulaşabilir. Bu sonuç, Rusya Bilimler Akademisi Çin ve Modern Asya Enstitüsü tarafından hazırlanan Çin-2049: Fütürolojik Analiz başlıklı raporda yer alıyor. Rapor, bu hafta içinde geniş bir kitleye sunulacak.
Raporda, önde gelen Rus Çin uzmanları, Çin’in 2049 yılına kadar ekonomik ve dış politika alanındaki gelişim trendlerini analiz ederek, Pekin’in küresel arenadaki yerinin nasıl evrilebileceğini ve mevcut perspektifler ışığında Rusya için en uygun stratejinin ne olabileceğini ele alıyor.
Raporun yazarları, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılı olan 2049’u, hem mevcut eğilimlerin geleceğe dair genel yönelimleri gösterebileceği kadar yakın, hem de bu yönelimler hakkında çok yönlü tartışmalar yapılabilecek kadar uzak bir tarih olarak belirlediklerini ifade ediyor.
Ekonomik zorluklar
Çin, birkaç yıldır resmi olarak ABD’nin ardından dünyanın ikinci büyük ekonomisi konumunda. Raporda, bu Asya ülkesinin iktisadi gelişiminin önündeki iç ve dış zorluklar ele alınıyor.
İç zorluklar arasında, iç tüketim tabanının zayıflığı ve büyüme hızının yavaşlığı yer alıyor (son yıllarda Çin’in GSYİH’sindeki bireysel tüketim payı yüzde 40 ila 45 civarında, örneğin Brezilya veya Hindistan’da bu oran yüzde 60’a yakın).
Çin’in iktisadi gelişimini zorlaştıran ikinci sorun ise demografik yapı. Hızlı yaşlanan nüfus, düşük doğum oranı ve çalışma çağındaki nüfusun azalması, ülkenin ekonomik büyümesini engelleyen faktörler olarak öne çıkıyor. Ayrıca, doğal kaynakların sınırlılığı, bölgesel dengesizlikler (Çin’in sahil bölgeleri ile iç ve batı bölgeleri arasındaki gelişmişlik farkının yanı sıra, güney ve kuzey eyaletleri arasında da bir ayrışma belirginleşiyor) ve temel araştırmalar alanındaki gerilik, ekonomik büyümeyi yavaşlatan diğer etkenler.
Bu tabloya, dış zorluklar da ekleniyor: Küreselleşmenin gerilemesi, uluslararası ticarette korumacılık eğilimlerinin artması ve Batı’nın Çin’i teknolojik olarak izole etme çabaları, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a gelmesiyle daha da güçlenecek.
Ancak raporun yazarları, “İç sorunlara ve Çin’i sınırlama yönündeki artan dış baskıya rağmen, Çin ekonomisi hala büyük bir direnç ve sürdürülebilir büyüme potansiyeli taşıyor,” sonucuna varıyor.
Kommersant gazetesinin aktardığına göre yazarlar, Çin ekonomisinin muhtemelen yeni bir seviyeye ulaşarak “yüksek kaliteli kalkınma” modeline geçebileceğini belirtiyor. Çin yönetiminin planlarına göre, 2049 yılına kadar ülke, “Çin tarzı modernizasyonu” tamamlayarak “zengin, güçlü, demokratik, medeni, uyumlu bir sosyalist güç” haline gelecek.
Daha yüksek, daha uzak, daha güçlü
Çin’in savunma alanındaki yeteneklerinin önümüzdeki yıllarda artmaya devam edeceği öngörülüyor. Uzmanlara göre, Çin, şu anda “yüksek seviyeli stratejik caydırıcılık sistemi” oluşturma politikası izleyerek, on yıl içinde üçüncü nükleer süper güç olarak tam anlamıyla konumunu sağlamlaştıracak.
Pekin, kıtalararası balistik füze cephaneliğini en az üç temel tipte (DF-31, DF-41, DF-5) ve giderek daha modern modifikasyonlarla genişletmeye devam edecek.
Raporda, “Bu tür silahların geliştirilmesi, Çin’in nükleer cephaneliğini önemli ölçüde ve hızla artırma planlarına işaret ediyor. Bu durum, Çin’in 2035 yılına kadar Rusya ve ABD’nin stratejik nükleer cephanelik seviyesine ulaşmasını mümkün kılabilir. Bu tarihte Çin’in yaklaşık 1500 nükleer savaş başlığına sahip olacağı tahmin ediliyor,” deniyor.
Çin’in okyanus filosundaki hızlı gelişim sayesinde, şu anda yeni savaş gemilerini hizmete alma konusunda lider olan ülke, küresel çıkarlarını güç kullanarak koruma konusunda daha büyük imkanlara kavuşacak.
Uzmanlar, 2049 yılına kadar Çin Donanması’nın ABD Donanması ile karşılaştırılabilir bir savaş potansiyeline ulaşabileceğine inanıyor.
Ayrıca, Çin yönetimi, dünyanın çeşitli bölgelerinde sürekli bir varlık sağlamaya odaklanacak: “Şu anda Çin, yalnızca Cibuti’de bir yabancı askeri üsse sahip, ancak gelecekte Batı Afrika kıyılarında ve Orta Doğu’da Çin üslerinin ortaya çıkması beklenebilir.”
Bununla birlikte, Çin’in gelecekteki yabancı askeri varlığının boyutlarının, ABD’nin mevcut küresel askeri varlığı ile karşılaştırılabilir olması pek mümkün değil.
Son olarak, önümüzdeki çeyrek yüzyılda Çin, yapay zeka, lazer ve elektromanyetik silahlar ile hipersonik teknolojiler gibi gelecek vaat eden askeri teknoloji alanlarında liderlik peşinde koşacak. Uzay ise Pekin ile Washington arasındaki rekabetin ana alanı olmaya devam edecek.
Çin’in dünyadaki yeri ve Rusya’nın seçenekleri
Raporda, Çin’in 21. yüzyılın ortalarında küresel arenada nasıl bir tutum sergileyeceğine dair en önemli sonuçlardan biri, ülkenin ekonomik istikrarı dış politikasının temel unsuru olarak görmeye devam edeceği ve başarılı ekonomik büyümenin uluslararası etkisinin temel dayanağı olacağı yönünde.
Aynı zamanda Pekin, kendisini Küresel Güney’in lideri olarak görüyor ve bu bölgedeki etkisini, iktisadi teşviklerin yanı sıra yaptırımlar yoluyla baskı politikası uygulayarak genişletmeyi planlıyor.
Çin ve ABD arasındaki “dünyanın en önemli ilişkisine” gelince, yazarlar, Pekin ile Washington arasındaki rekabetin devam edeceğini, ancak yüzyılın ortalarında bile tam bir kopuş yaşanmayacağını belirtiyor.
Bunun nedeni, Çin’in esnek davranmaya devam ederek açık çatışmalardan kaçınması ve uzlaşma arayışı içinde olması, ancak aynı zamanda Batı kampındaki çelişkileri kendi lehine kullanmaktan da vazgeçmemesi.
Moskova ile ilişkilerde ise Pekin, “stratejik esneklik ve ileri görüşlülüğü koruyarak, Rusya’yı bir müttefik olarak tanıyacak ve kuzey sınırındaki güvenliğe büyük önem verecek.” Bununla birlikte, Pekin, Moskova’ya karşı aşırı derecede bağlayıcı taahhütlerden kaçınacak.
Özellikle, son birkaç yıldır uzmanların ve medyanın gündeminde olan iki ülke arasında resmi bir askeri ittifak oluşturulması, ancak büyük çaplı bir savaş durumunda mümkün olabilir.
Rus Çin uzmanları, önümüzdeki yıllarda Çin’in hangi gelişim senaryosunun en olası ve Rusya için en faydalı olacağına dair bir tahminde de bulunuyor.
Bu konudaki sonuç şu: En muhtemel senaryo, Çin ile Batı arasında kontrollü bir rekabetin sürmesi olacak. Bu bağlamda Rusya, Batı’dan gelen tehditleri bertaraf etmek için Pekin ile kapsamlı işbirliğini derinleştirmeli, aynı zamanda diğer Batı-dışı güç merkezleriyle etkileşimi aktif olarak geliştirmelidir.
Raporda, “Çok taraflı diplomasiye yönelik tutarlı bir politika ve küresel girişimlere katılım, izolasyondan kaçınmaya ve devam eden rekabet koşullarında egemenliği güçlendirmeye yardımcı olabilir. Bu tür bir strateji, Rusya için genel olarak en uygun seçenek olacaktır,” deniyor.
Öte yandan, Çin’in zayıflaması ve Batı’nın güçlenmesi, ya da Çin’in ABD ve müttefiklerini açık ara geride bırakması (birinci senaryo uzmanlara göre en az olası, ikincisinin olasılığı ise biraz daha yüksek), Rusya’nın çıkarlarına uygun değil.
Raporda, “Çin’de yaşanacak bir kriz, hem Rus ekonomisi hem de güvenliği için ciddi sorunlar yaratırken, Çin’in zayıflaması, Rusya’nın güçlenen Batı karşısında önemli bir destekten mahrum kalmasına neden olabilir,” ifadeleri yer alıyor.
İkinci senaryonun gerçekleşmesi ise Rusya için hem fırsatlar hem de sorunlar yaratacak.
Raporda, “Çin’in tek küresel lider olarak nasıl davranacağı tam olarak belli değil. Çin yönetiminin açıklamalarına göre, küresel sistemde hegemonya kurma planları yok. Ancak ülkenin elitleri arasında milliyetçi eğilimler de mevcut ve bu eğilimler, ülkeye duyulan gurur arttıkça daha da güçlenebilir. Bu durum, Çin’in komşularıyla, Rusya da dahil olmak üzere, ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Bu koşullarda, Rusya’nın dış politikada tek taraflı olarak Pekin’e bel bağlama eğilimi, tek taraflı bir bağımlılığa dönüşebilir,” uyarısı yapılıyor.