Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Körfez’in odak noktası neden doğuya kayıyor?

Yayınlanma

Petrol zengini Körfez ülkeleri çok kutuplu dünyada sağlam bir yer edinebilmek ve çıkarlarını koruyabilmek için ilişkilerini çeşitlendiriyor. Aşağıda okuyacağınız makale, ABD’nin tüm baskısına rağmen Çin başta olmak üzere Asya’daki ilişkilerini geliştiren Körfez’in iki önemli gücü Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin neden ABD’nin “rotasından çıktığı” ve geleceğini büyük oradan doğuda aradığı ile ilgili önemli veriler sunuyor. Makaleye katkı sunan uzmanlar çizilen bu yeni rotanın geri dönüşü olmadığı görüşünde. Çünkü Körfez ülkeleri için Asya tercih değil zorunluluk:

 ***

‘Herkesle köprü kurmak’: Suudi Arabistan ve BAE güç için nasıl konumlanıyor?

Andrew England 

Dünyanın dört bir yanından onlarca üst düzey güvenlik yetkilisi bu ay Ukrayna konulu konferansa katılmak üzere Suudi Arabistan’a indiğinde Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ana görevi tamamlanmıştı.

Haziran ayında Kopenhag’da düzenlenen benzer ancak daha küçük çaplı toplantıda Fransa; Avrupa dışında düzenlenmesi halinde Çin de dahil küresel güney olarak adlandırılan bazı ülkelerin daha rahat katılacakları düşüncesiyle Riyad’dan bir devam toplantısı düzenlenmesine yardımcı olmasını istemişti.

Diplomatlara göre Prens Muhammed, Pekin’i temsilci göndermeye ikna için bizzat araya girerek bu görevi layıkıyla yerine getirdi. Cidde’deki toplantıya, aralarında Rusya’nın Ukrayna savaşında taraf tutmaları için Batı’nın baskısına direnenlerin de bulunduğu 42 ülkeden yetkililer katıldı.

Görüşmeler sona erdiğinde, Çin’in gelecekteki görüşmelere katılmaya istekli olabileceğini ima etmesinin ötesinde çok az gelişme vardı. Ancak Prens Muhammed için iki günlük toplantı şüphesiz bir başarıydı. Bu toplantı, krallığını etkisi doğudan batıya uzanan, yükselen bir güç olarak tasarlayan genç Suudi kraliyetine, dünya görüşünü yansıtmak için mükemmel bir sahne sundu.

Bu, kutuplaşan ve değişen küresel dinamikler çağında kendi rotalarını çizmeye kararlı, petrol zengini Körfez ülkelerinin geçen yıl enerji fiyatlarındaki yükselişin ardından petrodolar gelirleriyle canlanan yüce hırslarını ve yükselen özgüvenlerini yansıtıyor.

Ön planda Körfez’in iki güç merkezi var: Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı Suudi Arabistan ve bölgenin baskın ticaret merkezi Birleşik Arap Emirlikleri, her ikisinin de odak noktası giderek doğuya kayıyor.

Diğerleri değişen küresel akımlara risk merceğinden bakarken, Riyad ve Abu Dabi, Batı ile geleneksel ilişkilerine karşı stratejik olarak korunmak için mali güçlerini ve bol petrol kaynaklarını kullanarak fırsatları görüyor.

Her iki Körfez ülkesin ortak noktası, ABD’nin “bizimle ya da bize karşı” şeklindeki dayatmasını artık kabul etmek istemeyen, kendine güvenen, iddialı liderlere sahip olması.

BAE lideri Şeyh Muhammed bin Zayid en-Nahyan yıllardır küçük devletinin askeri yeteneklerini ve finansal gücünü kullanarak ağırlığının üzerinde bir performans sergilemesini sağladı. Aynı şekilde Prens Muhammed de ülkesini kalkındırmak için görkemli planlar peşinde yüz milyarlarca dolar harcamakta gecikmedi ve ülkesinin ekonomik ve diplomatik olarak en büyük G20 gücü olarak tanınmasını istiyor.

Müttefik ama aynı zamanda ekonomik alanda her geçen gün daha fazla rekabet eden Riyad ve Abu Dabi, tüm dünya ile sözde dost olarak kendi öz çıkarlarını gözetmeye daha geniş ağlar aracılığıyla uluslararası sahnede konumlarını yükseltmeye kararlı.

Kısmen değişen ticaret modellerinden kaynaklanan ama aynı zamanda jeopolitiğin bir sonucu olan bu durum, Körfez’de uzun süredir baskın dış güç olan ABD ile ilişkilerin değişmesi ve başta Çin ve Hindistan olmak üzere Asyalı güçlerle ilişkilerin derinleşmesi şeklinde kendini gösteriyor.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde bölgesel güvenlik direktörü olan Emile Hokayem, “Suudi Arabistan ve BAE değişen dünya düzeninde riskten çok fırsat görüyor ve ortaya çıkan çok kutuplu dünyanın kutupları olmak için gerekli politika ve araçlara sahip olduklarını düşünüyorlar” diyor: “Oldukça oportünist, esnek ve karşılıklı çıkara dayalı bir yaklaşımları var. Onlardan tam bir uyum beklenebileceği zamanlar geride kaldı.”

Yeni köprüler inşa etmek

Körfez’deki değişim en görünür şekilde ticaretten kaynaklanıyor. Bölgenin en büyük ticaret ortağı olan Çin, Hindistan ve Japonya Körfez ham petrolünün başlıca alıcıları haline gelirken, Kuzey Amerika’daki kaya gazındaki hızlı artışın ardından ABD’nin bölgeden petrol ithalatı son 15 yılda azaldı.

Ancak Asyalı güçlerle olan ilişkiler petrolün çok ötesine geçmiş durumda; Körfez ülkeleri yerel kalkınma planlarını desteklemek ve petrole bağımlı ekonomilerini çeşitlendirmek için yapay zekâ, enerji, lojistik ve yaşam bilimleri alanlarında yeni teknolojilere susamış durumda.

Üst düzey bir Emirlik yetkilisi “Köklü pazarlarla bağlarımız sarsılmaz” diyor. Ancak “aynı zamanda, makro anlamda, önümüzdeki 10, 20 yıla bakarsak yeni büyüme nereden gelecek? Büyük Asya pazarlarından, bir kısmı Güney Amerika’dan ve potansiyel olarak bazı Afrika pazarlarından.”

Her iki Körfez ülkesi de Çin ile “kapsamlı stratejik” ortaklıklar kurdu. Prens Muhammed, aralık ayında bir dizi Arap zirvesi kapsamında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’i Cidde’de ağırladığında toplantıların Pekin ile ilişkilerde “yeni bir tarihi dönem” başlattığını söyledi ve krallığın “uluslararası istikrara hizmet amacıyla iş birliğini geliştirmek” için çalıştığını ekledi.

FT’ye konuşan Çinli bir yetkili, Pekin’in Körfez’le ilişkilerinin “gelişmekte olan dünya ve Kuşak ve Yol Girişimi katılımcıları için bir model olduğunu” söyledi. Enerji, altyapı, finans ve teknoloji alanlarında derinleşen iş birliğini anlatan yetkili, Körfez ve Çin’in “Orta Doğu’da egemenlik haklarına saygı duyan ve belirli güçlerin hegemonyasına direnen daha adil çok taraflı düzen kurulmasına yardımcı olabileceğini” söyledi.

Körfez ülkelerinin odaklandığı tek ülke Çin değil. Devlet yatırım fonlarının 1,3 trilyon dolardan fazlasını yönettiği BAE, son 18 ayda aralarında Hindistan ve Endonezya’nın da bulunduğu altı ülkeyle serbest ticaret anlaşması imzaladı.

Hindistan Başbakanı Narendra Modi Temmuz ayında BAE’yi ziyaret ettiğinde – sekiz yıl içinde Körfez ülkesine yaptığı beşinci ziyaret – 850 milyar dolarlı yöneten Abu Dabi Yatırım Kurulu’nun (ADIA) önümüzdeki “birkaç ay” içinde Gujarat’ta bir ofis açacağını duyurdu. ADIA’nın yurtdışındaki tek ofisi Hong Kong’da bulunuyor.

İki Körfez ülkesi aynı zamanda Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya ve Güney Afrika’yı kapsayan BRICS’e katılmayı hedefliyor. Körfez yetkilileri, küresel ticaret kalıpları göz önüne alındığında bunun mantıklı bir hareket olduğunu ve aynı zamanda kendilerine önemli- ve hoşgörülü- bir diplomatik ağda söz hakkı verdiğine dikkat çekiyor.

Şeyh en-Nahyan’ın danışmanı Enver Gargaş, BAE’nin daha geniş hedefleri hakkında konuşurken “Her ülke önemli olmak ister, masada bir koltuğa sahip olmak ister” diyor: “Herkesle köprüler kurmak istiyoruz.”

Bu eğilim ABD’nin geleneksel Arap müttefikleriyle ilişkilerini karmaşıklaştırdı ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından görüş ayrılıkları daha belirgin hale geldi.

ABD’li eski diplomat Jeffrey Feltman, Türkiye ve Brezilya gibi “ABD ve Çin arasında seçim yapmak zorunda kalmak istemiyorlar, Ukrayna savaşında bir taraf seçmek zorunda kalmak istemiyorlar” diyor. “Aslında seçim yapmamanın bazı faydaları var, tıpkı ABD’nin Soğuk Savaş sırasında Çin ve Sovyetler Birliği’ni birbirine karşı koz olarak kullanabilme avantajı gibi.”

Ukrayna savaşının başlangıcında BAE, Amerikan politikalarına yönelik olağanüstü hayal kırıklığının ifadesi olarak, ABD’nin sunduğu Moskova’yı kınamak tasarısına Çin ve Hindistan ile birlikte çekimser oy kullanarak Biden yönetimini rahatsız etti.

Hem Abu Dabi hem de Riyad, OPEC+ aracılığıyla petrol konusunda iş birliği yaptıkları ve Orta Doğu’da önemli bir oyuncu -ve potansiyel bir oyun bozucu- olarak gördükleri Vladimir Putin’le aralarına mesafe koymaları için Batı’nın ikna çabalarını sonuçsuz bıraktı.

Modi’nin Abu Dabi ziyaretinden bir ay önce Şeyh Muhammed en-Nahyan’ın Rusya Devlet Başkanına Moskova ile ilişkilerini geliştirmek istediğini söylüyordu.

Danışmanı Gargaş’ın “hesaplanmış bir risk” olarak tanımladığı St Petersburg Uluslararası Ekonomik Forumu’na katılan birkaç küresel liderden biriydi. BAE de Suudi Arabistan gibi kendisini Moskova ile Batı arasında arabulucu olarak sunuyor. “Pek çok insan bu seyahati yaptığı için onu eleştirecektir” diye ekliyor: “Ama Şeyh Muhammed ‘Her şekilde yardım etmek için buradayım’ diyordu.”

ABD ve onlar

Körfez, on yıllar boyunca ABD’nin yörüngesindeydi ve ilişkiler, Arap petrol üreticilerinin istikrarlı küresel enerji arzını sağlarken Washington’un güvenlik garantörü olacağı yazılı olmayan anlaşmaya dayanıyordu. Bir zamanlar komünizmin katı bir muhalifi olan Suudi Arabistan, Çin’i ancak 1990’da tanıdı.

Özellikle BAE, 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana, Irak’ın 2003 işgali hariç, ABD liderliğindeki her askeri koalisyonda yer alarak, Washington’un tartışmasız en yakın Arap müttefiki olarak aktif bir rol üstlendi. Hem Suudi Arabistan hem de BAE, Amerikan askeri donanımına on milyarlarca dolar harcarken, petrodolar fazlalarının çoğunu ABD varlıklarına yatırdı.

Ancak dönemin Başkanı Barack Obama’nın 2011 Arap ayaklanmalarının ardından Suudi Arabistan ve BAE’nin çıkarlarını göz ardı ettiği algısının oluşmasından sonra ilişkiler giderek daha kırılgan bir hal aldı. Obama’nın 2015’te rakipleri İran’la nükleer anlaşma imzalama kararıyla ilişkiler daha da gerildi.

Donald Trump’ın Beyaz Saray’a girip ticari ilişkilerin peşine düşmesi, otokratik Körfez’deki hak ihlallerine hiç aldırış etmemesi ve nükleer anlaşmadan vazgeçmesinin ardından hava düzeldi.

Ancak Arap yetkililer, Körfez’deki tankerlere ve Suudi petrol altyapısına yapılan ve İran’ın sorumlu tutulduğu saldırılara zayıf tepkiler verdiğini düşündükleri Trump’ın öngörülemezliğine karşı temkinli olmaya başladılar.

Halefi Joe Biden’ın Prens Muhammed’den uzak durma ve krallıktaki ihlalleri, özellikle de 2018’de Cemal Kaşıkçı’nın Suudi ajanlar tarafından öldürülmesini kınama kararı, Riyad ile ilişkileri rekor seviyede diplere itti.

Geçen yıl İran’a bağlı Yemenli isyancıların Abu Dabi’ye yönelik füze ve insansız hava aracı saldırılarına Washington’un verdiği durgun yanıt, 2017’den beri ABD’yi ziyaret etmeyen Şeyh Muhammed’i çileden çıkardı ve geleneksel olarak ABD-Körfez ittifakının temelini oluşturan kişisel ilişkilerin yokluğunu ortaya çıkardı.

O zamandan beri gerginlikler azaldı ama sürtüşme noktaları yerinde duruyor. Mayıs ayında BAE, İran güçlerinin Körfez’de iki tankere el koymasından sonra angajman kurallarıyla ilgili hayal kırıklıkları nedeniyle ABD liderliğindeki bir deniz görev gücünden çekildi.

Yine de tüm sınamalara rağmen tüm taraflar birbirlerine ihtiyaç duyduklarını kabul ediyor. Biden yönetimi Suudi Arabistan’ın insan hakları sicilinden duyduğu rahatsızlığı bir kenara bırakarak enerji istikrarı, bölgesel politikalar ve Ukrayna savaşı gibi konularda Riyad’la temas kurdu ve bu temaslar Başkan’ın geçen yıl Cidde’ye yaptığı soğuk bir ziyaretle doruğa ulaştı. Washington BAE’nin deniz görev gücüne katılımını askıya almasından sonra Körfez’e ek savaş gemileri ve savaş uçakları göndererek Abu Dabi’ye bölgenin güvenliğine olan bağlılığı konusunda güvence verdi.

Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri de temel savunma ihtiyaçları için ABD’ye bağımlı oldukları konusunda hiçbir yanılsamaya kapılmıyor. Aslında talepleri daha az değil daha fazla: Hem Riyad hem de Abu Dabi Washington’u daha kurumsal güvenlik ortaklıklarını kabul etmeye zorluyor.

BAE ile yapılan görüşmeler, geçen yılki Abu Dabi saldırılarının ardından hız kazandı. ABD’nin Suudi Arabistan ile yaptığı görüşmeler, krallığı İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye ikna çabalarının bir parçası ve başarılı olması halinde, Washington tarafından Riyad’ın Pekin’le ilişkisinin askeri iş birliği ve teknoloji transferi gibi unsurlarını engellemek için kullanılabilir.

Ancak kraliyet sarayına yakın Suudi yorumcu Ali Şihabi, ABD’nin krallıkla güvenlik ittifakını kabul etmesi halinde “ayarlamalar” yapılabileceğini, ancak Riyad’ın Çin’le ilişkileri zayıflatmaya yönelik baskılara direneceğini söylüyor.

“Geri dönüş yok. Suudi Arabistan küresel güneyle, Rusya’yla ya da Çin’le kurduğu köprülerden vazgeçmeyecektir çünkü bunlar Suudi ekonomisinin işleyişi ve krallığın uzun vadeli pazar ihtiyaçları için vazgeçilmezdir” diyor: “Suudi liderliği çok daha bağımsız düşünüyor; 10 yıl önce Amerikan taleplerine içgüdüsel olarak daha saygılı bir nesil vardı.”

Ukrayna’daki savaş Körfez’e ABD’nin kendini bir davaya adadığında neler yapabileceğini gösterdi. Ancak Emirlikler ve Suudilerin endişelerinin temelinde yatan soru Washington’un hedeflerine ne kadar bağlı olduğu.

Gargaş, “Amerika’nın ekonomik, askeri ya da siyasi gücünün bugün ya da önümüzdeki 10 yıl içinde, son 10 yılda olduğundan daha az olacağını düşünmüyorum” diyor: “Benim anlamaya çalıştığım şey, bölgeye ve BAE’ye olan bağlılığının ne olacağı.”

‘Hassas bir oyun’

Körfez’i ABD’ye bağlayan sadece Amerikan askeri donanımı değil.

Körfez ülkeleri para birimlerini dolara sabitliyor ve ABD’yi kilit pazar olarak görmeye devam ediyor. Abu Dabi’nin yatırım fonu servetinin yüzde 40’ından fazlası ABD’de bulunuyor. Suudi Arabistan’ın 650 milyar dolarlık Kamu Yatırım Fonu’nun yüksek profilli yatırımlarının çoğu, Uber ve elektronik araç üreticisi Lucid’deki hisseler de dahil Amerikan varlıklarına yapıldı.

Yetkililer, Körfez’in devlet fonlarının ABD’de yatırım yapmanın, daha az liberalleşmiş Asya piyasalarına kıyasla çok daha kolay olduğunu, özellikle de hedeflerine ulaşmak için gereken ölçekte yatırım yapmanın çok daha kolay olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca Körfez’in yararlanmak istediği son teknoloji ürünlerinin çoğunun Amerikan şirketleri tarafından geliştirildiği de kabul ediliyor.

Yine de Körfez’in Asya ile ticareti sadece tek bir yöne doğru ilerliyor ve bölgedeki egemen fonlar Asya pazarlarına olan ilgilerini artırıyor.

Londra merkezli Asia House tarafından hazırlanan bir rapora göre, 2021 yılında Suudi Arabistan’ın Çin ile olan 81,7 milyar dolarlık toplam ticareti Riyad’ın ABD, İngiltere ve Avro Bölgesi ile olan ticaretinin toplamını kısa bir süre için aştı.

Geçen yıl yayınlanan raporda, BAE’nin de benzer bir yol izlemesinin beklendiği, Körfez ülkelerinin Çin ile ABD, İngiltere ve Avro Bölgesi ile ticareti arasındaki farkın 2010’daki 28 milyar dolara kıyasla birkaç milyar dolara ineceği belirtilmişti.

Dünya fosil yakıtlardan uzaklaştıkça, Körfez ülkeleri son petrol varillerini satın alanların Çin ve Hindistan olacağını biliyor.

Çin, ABD’nin Orta Doğu’daki güvenlik rolüne meydan okumaya ya da onu yerinden etmeye çalışmadı, ancak geleneksel ticari ortaklıkların ötesine geçmek istediğine dair ipuçları var. Mart ayında ezeli rakipler Suudi Arabistan ve İran’ın ilişkilerini düzeltmeleri için bir anlaşmaya aracılık etmesindeki başarısı pek çok kişi tarafından Pekin’in bölgede daha siyasi bir rol üstlenmeye istekli olduğunun bir işareti olarak yorumlandı.

Ancak Körfez yetkilileri, iki küresel güç ekonomilerini “ayrıştırmayı” hedeflerken ABD-Çin rekabetinin çapraz ateşine yakalanma tehlikesinin de farkında.

Bir BAE yetkilisi, 1980’lerdeki video kaset savaşına atıfta bulunarak, “Bu risk [Washington’daki] tüm bu ayrışma hareketinde var çünkü iki rakip teknolojiye bakarsak, dünya aniden VHS ve Betamax’a dönüşüyor” diyor.

Yine de Körfez ülkeleri Pekin’le ilişkilerini derinleştirerek ve 5G telekomünikasyon ağları gibi Çin teknolojilerinden faydalanarak Washington’u kızdırmaya hazır görünüyor. İki yıl önce BAE, ABD’nin Çin’in Abu Dabi limanında bir askeri üs inşa ettiğine dair şüphelerini gidermek zorunda kaldı.

Çin devlet medyasına göre BAE bu ay Çin ile ilk ortak hava tatbikatını gerçekleştiriyor. Suudi Arabistan’ın Kasım ayındaki Zhuhai Havacılık Fuarı’nın ardından Çin’den 4 milyar dolarlık silah satın aldığı da bildirildi ki bu rakam daha önceki Suudi-Çin silah anlaşmalarından çok daha büyük.

Analistler, Riyad ve Abu Dabi’nin ABD’ye verdiği mesajın, “Önce size geleceğiz, ama satmazsanız başka bir yere gideceğiz” olduğunu söylüyor. Körfez ülkelerinin bir ülkeyi diğerine karşı kullanmaktan çekinmediğini de ekliyorlar. Ancak bu hassas bir denge.

Hokayem, “Onlar için temel stratejik ikilem, güvenliklerinin Batı’da, enerji politikalarının Rusya’da ve refahlarının giderek Çin ve Asya’nın geri kalanında olması” diyor.

“Bu karmaşık ilişkileri yönetmek için dikkatli adımlar atmak ve sürekli angajman içinde olmak gerekiyor. Siyasi, ekonomik ve jeoekonomik açıdan tüm bu başkentlere büyük yatırımlar yapmak zorundalar. Bu hassas bir oyun.”

ORTADOĞU

Başbakanlık ve ordu arasında “şantaj” krizi

Yayınlanma

İsrail Başbakanlık Ofisi’nin İsrail ordusunda bir subayın “hassas ve kişisel görüntülerini” elinde tuttuğu iddia edildi. KAN devlet televizyonuna göre bu son olay Netanyahu’nun ofisi ile İsrail ordusu arasındaki “gergin ilişkiyi” kanıtlıyor.

İsrail’de Savunma Bakanı’nın görevden alınması ise doruğa ulaşan başbakanlık-ordu arasındaki kriz yeni bir skandal ortaya çıktı. İsrail devlet televizyonu KAN’ın haberinde, İsrail Genelkurmay Başkanlığı’na iki ay önce Başbakanlık Ofisi’nin bir İsrail ordusu subayının “hassas ve kişisel görüntülerini” elinde tuttuğuna ilişkin şikâyette bulunulduğu öne sürüldü.

Haberde, subayın daha önce Başbakanlık Ofisi’nde çalıştığı, söz konusu görüntülerin “kötü niyetlerle” saklandığı endişeleri üzerine şikâyette bulunulduğu iddia edildi.

Habere göre bu, Netanyahu’nun ofisi ile İsrail ordusu ve güvenlik teşkilatı arasındaki “gergin ilişkiyi kanıtlayan diğer bir olay” oldu.

Gallant’ın kovulmasının perde arkası: Orduya “haddini bildirme” hamlesi

İsrail’de yayın yapan Kanal 12’nin haberinde ise Başbakanlık Ofisi’nde çalışan “üst düzey iki yetkilinin” güvenlik kameralarından alınan söz konusu “hassas görüntülerin” sızdırılmasında rolü olup olmadığına ilişkin bir soruşturma yürütüldüğü belirtildi.

İddia edilen olaya ilişkin çok az ayrıntı bulunurken, yürütülen soruşturmaya basın yasağı getirildi.

Başbakanlık Ofisi, kendilerine karşı kampanya yürütüldüğünü iddia ediyor

İsrail polisinin Gazze Şeridi’ne yönelik 7 Ekim 2023’te başlayan saldırıların ilk günlerine ilişkin soruşturma yürüttüğü duyurulmuş, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun ofisi ise bunun kendilerine yönelik olduğunu savunmuştu.

Başbakanlık Ofisi’nden İsrail polisinin yolsuzlukla mücadele birimince altı aydır gizli bir şekilde yürütülen kriminal soruşturma hakkında yapılan açıklamada, “Savaşın ortasında Başbakanlığa karşı görülmemiş bir kampanya yürütülüyor” ifadelerine yer verilmişti.

Netanyahu’nun ofisi, askeri istihbarat belgelerini manipüle edip basına sızdırmış

Yine geçen haftalarda da Başbakanlık Ofisinden “gizli belgelerin sızdırılması skandalı” yaşanmıştı. Söz konusu olaya ilişkin soruşturmada aralarında Netanyahu’nun yardımcılarından Eliezer Feldstein’ın da bulunduğu 5 kişi gözaltına alınmıştı.

Hamas’a ait olduğu öne sürülen sahte belgelerin kamuoyunu manipüle etmek amacıyla Başbakanlık Ofisince yabancı basına servis edildiği anlaşılmıştı.

İsrail basınında, söz konusu olayın “İsrail güvenlik teşkilatında büyük endişe ve öfkeye yol açtığı ve bunun, Netanyahu ve yakın çalışma arkadaşları ile askeri yetkililer arasında gerginliği yükselteceğinin öngörüldüğü” yorumu yapılmıştı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

İsrail soykırımında “Trump”ın ayak sesleri

Yayınlanma

İsrail yönetimi, Biden’ın yaptırımlarından çekindiği için resmen kabul etmediği ama fiilen yürüttüğü soykırım politikasını, ABD seçimlerinde Trump’ın zaferini ilan etmesi ile birlikte resmileştirmeye başladı.

Netanyahu hükümeti kamuoyunda “Generallerin Planı” olarak bilinen Gazze’nin kuzeyini ikiye bölüp bir kısmında askeri abluka uygulayacakları ve göç etmeyi reddeden sivilleri “Hamas militanı” sayıp katledilmelerini meşrulaştıkları projeyi resmen uygulamaya koyuyor.

İsrail devlet televizyonu KAN’da yer alan habere göre, üst düzey bir askeri yetkili Gazze’nin kuzeyinde yeni bir koridor oluşturularak bölgenin 2’ye ayrılmasının planlandığını anlattı. Bu koridorun Gazze kentini daha kuzeyde kalan Beyt Lahiya ve Cibaliya bölgelerinden koparacağı ifade edildi. Gazze kentinden koparılan Beyt Lahiya ve Cibaliya bölgelerine insani yardım girişine izin verilmeyeceği kaydedildi. Buna ek olarak zorla yerinden edilen Filistinlilerin “şu an için” yeni koridorun kuzeyinde kalan Cibaliya ve Beyt Lahiya gibi bölgelere dönüşüne izin verilmeyeceği belirtildi.

İsrail ordusu, 6 Ekim’de Gazze’nin kuzeyindeki Cibaliya ve Beyt Lahiya bölgelerine yeniden kara saldırıları başlatmıştı. Bölgeye yardım girişine de izin vermeyen İsrail, burada yaşayan Filistinlileri zorla yerinden etmişti.

İsrail ordusunun 6 Ekim’den bu yana devam eden saldırılarından 1800’den fazla Filistinli yaşamını yitirirken, binlerce kişi de yerinden oldu.

“Generallerin Planı”nın mimarı: Ya teslim olacak ya açlıktan ölecekler

İsrail’in kuzeydeki bu saldırılarla “Generallerin Planı” olarak nitelenen planı uygulamaya çalıştığı yorumları yapılıyor. Gazze’nin kuzeyindeki insani durumla ilgili Biden yönetiminin tepkisinden ve olası silah ambargosundan çekinen İsrail yönetimi bu planı uygulamaya koyduğu iddialarını bugüne kadar reddetmişti. Trump’ın zaferini ilan etmesiyle rahatlayan en azından başkanlık koltuğunun el değiştireceği iki buçuk aylık süreçte daha rahat hareket edeceğini düşünen Netanyahu hükümeti pervasızlığını da artırıyor. Devlet televizyonunda yayınlanan açıklama da planın sadece fiilen değil resmen de uygulanacağına işaret ediyor.

“Generallerin Planı” adını taşıyan bu plan, Filistinlileri, Gazze Şeridi’nin kuzeyinden tehcir etmeyi, ardından bölgenin kuşatılarak gıda, yakıt ve temiz su girişine izin verilmemesini öngörüyor. Planın mimarı Giora Eiland’ın Associated Press’le (AP) paylaştığı planın detaylarına göre Filistinlilere Gazze şehri dahil Gazze’nin kuzeyinin yaklaşık üçte birlik bölümünü terk etmeleri için bir hafta süre tanıyacak ve ardından bölge kapalı askeri bölge ilan edecek. Bölgeye yiyecek, su, ilaç ve yakıt girişine izin verilmeyecek ve bölgedeki evlerini terk etmeyen Filistinliler “savaşçı” kabul edilerek öldürülmelerinin önü açılacak.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Netanyahu muhalifliğinden dışişleri bakanlığına

Yayınlanma

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, dışişleri bakanlığına eski rakibi, yeni müttefiki olan Ulusal Sağ Partisi lideri Gideon Saar’ı atadı.

Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı dün görevden alan Başbakan Netanyahu, Dışişleri Bakanı Yisrael Katz’ı yeni Savunma Bakanı olarak görevlendirdi. Katz’ın yerine Dışişleri Bakanlığı koltuğuna ise iki devletli çözümü “saçmalık” olarak niteleyen ve siyasi bir çözümün İsrail’in yok olmasına yol açacağını düşünen Netanyahu’nun eski rakibi, yeni müttefiki Gideon Saar oturdu.

İsrail hükümeti, 29 Ekim’de Saar’ın liderliğindeki “Ulusal Sağ” partisinin koalisyona katılımını ve Saar’ın kabinede yer almasını onayladı. O dönemde, Netanyahu’nun Saar’ı Savunma Bakanı olarak atayacağına dair iddialar gündemdeydi ancak Netanyahu, Gallant ile yaşanan anlaşmazlıkların ardından Saar’ı Dışişleri Bakanı olarak görevlendirdiğini duyurdu.

Netanyahu’ya 26 Mart’ta kendisini Savaş Kabinesi’ne (daha sonra dağıtıldı) katması için verdiği sürenin dolmasının ardından hükümetten istifa ettiğini açıklayan Saar, daha önce de 7 Ekim 2023’te başlayan savaştan sonra kurulan ulusal birlik hükümetinde görev yapmıştı.

Saar, 12 Mart’ta, dönemin İsrail Savaş Kabinesi Üyesi olan Ulusal Birlik Partisi lideri Benny Gantz ile olan siyasi ortaklığını sonlandırdı.

Gideon Saar, Aralık 2020’de, Netanyahu’nun liderliğini yaptığı Likud Partisi’nden ayrılarak “Yeni Umut” adlı bir parti kurdu; bu parti daha sonra “Ulusal Sağ” adını aldı.

1966 doğumlu bir avukat olan Saar, daha önce İsrail’de Adalet Bakanı, Başbakan Yardımcısı, Eğitim Bakanı, İçişleri Bakanı ve Likud Partisi’nden Knesset üyesi olarak görev yaptı.

Yıllar boyunca Filistinlilerle herhangi bir siyasi çözüme karşı sert duruş sergileyen Saar, İsrail’in 27 Aralık 2008’de Gazze’ye başlattığı ve 23 gün sürdürdüğü “Dökme Kurşun” adlı saldırıların ardından Hamas ile yapılan ateşkes anlaşmasını eleştirmişti.

Saar, Kahire görüşmelerindeki düzenlemelerin Gazze Şeridi’ni kapatma ve kaçakçılığı durdurma konusunda etkili olup olmayacağının oldukça şüpheli olduğunu savunmuştu.

Gazze’ye 2014 yazında düzenlenen İsrail saldırılarını başarısız olarak niteleyen Saar, bu sürecin yönetim şeklini de eleştirmişti. Yeni Dışişleri Bakanı Saar, Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’ne (INSS) 2015 yılında kıdemli araştırmacı olarak katılarak siyasi analizler yayınlamaya başladı.

İsrail ve Batı için göç sorununu ele aldığı kısa bir makalesini 2016 yılında yayınlayan Saar, burada, Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler ile İsrail içindeki Araplar arasında aile birleşimini engellemeyi desteklediğini belirtti.

Saar, geçen yıl İsrail’in savaş sonunda ulaşmak istediği hedefleri, “Hamas ve İslami Cihad’ın askeri yeteneklerinin yok edilmesi, Hamas’ın yönetim yeteneklerinin ortadan kaldırılması, tehdidin bertaraf edilmesi, esirlerin iadesi ve Gazze sınırında yeni bir güvenlik düzeni kurulması” şeklinde sıraladı.

Geçici ateşkesin esirlerin serbest bırakılması anlaşmasının bir parçası olması durumuna dair Saar, şu ifadeleri kullandı: “Esirleri geri getirmek için hiçbir yöntemi dışlamıyoruz” diyen Saar, “Savaş hedeflerine ulaşmadığımız sürece geçici doğası olan herhangi bir ateşkes yapılmayacaktır.”

Hükümetin Filistin politikasına eleştiri

Şubat ayında yapılan İsrail kabine toplantısında Filistin devletinin kurulmasına karşı oy kullanan Saar, geçen ay, 7 Ekim olaylarına yönelik sivil soruşturma komitesine verdiği ifadede, “7 Ekim, 30 yıllık yanlış politikanın sonucudur. Lübnan ve Gazze’den tek taraflı çekilmeler, kontrolün kaybedilmesine yol açtı ve terör ordularının kuzey ve güney sınırlarımızı ele geçirmesine izin vererek İsrail devletine sürekli bir tehdit oluşturdu” dedi.

Mayıs ayında hükümetten istifasından iki ay sonra Maariv gazetesine verdiği röportajda ise Saar, “Bu hükümetin herhangi bir şeyde başarılı olduğunu düşünmüyorum, savaşta bile maalesef. Evet, bu hükümet değiştirilmelidir” ifadelerini kullanmıştı.

Filistin devletinin tanınması ve iki devletli çözüm konusuna dair Saar, “İki devlet saçmalığına küresel destek sağlanmasına kim neden oldu? Biz” ifadelerini kullanarak, İsrail hükümetlerini, Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerini Lübnan’dan getirterek Filistin yönetimini kurdurmakla itham etmişti.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English