Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Körfez’in odak noktası neden doğuya kayıyor?

Yayınlanma

Petrol zengini Körfez ülkeleri çok kutuplu dünyada sağlam bir yer edinebilmek ve çıkarlarını koruyabilmek için ilişkilerini çeşitlendiriyor. Aşağıda okuyacağınız makale, ABD’nin tüm baskısına rağmen Çin başta olmak üzere Asya’daki ilişkilerini geliştiren Körfez’in iki önemli gücü Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin neden ABD’nin “rotasından çıktığı” ve geleceğini büyük oradan doğuda aradığı ile ilgili önemli veriler sunuyor. Makaleye katkı sunan uzmanlar çizilen bu yeni rotanın geri dönüşü olmadığı görüşünde. Çünkü Körfez ülkeleri için Asya tercih değil zorunluluk:

 ***

‘Herkesle köprü kurmak’: Suudi Arabistan ve BAE güç için nasıl konumlanıyor?

Andrew England 

Dünyanın dört bir yanından onlarca üst düzey güvenlik yetkilisi bu ay Ukrayna konulu konferansa katılmak üzere Suudi Arabistan’a indiğinde Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ana görevi tamamlanmıştı.

Haziran ayında Kopenhag’da düzenlenen benzer ancak daha küçük çaplı toplantıda Fransa; Avrupa dışında düzenlenmesi halinde Çin de dahil küresel güney olarak adlandırılan bazı ülkelerin daha rahat katılacakları düşüncesiyle Riyad’dan bir devam toplantısı düzenlenmesine yardımcı olmasını istemişti.

Diplomatlara göre Prens Muhammed, Pekin’i temsilci göndermeye ikna için bizzat araya girerek bu görevi layıkıyla yerine getirdi. Cidde’deki toplantıya, aralarında Rusya’nın Ukrayna savaşında taraf tutmaları için Batı’nın baskısına direnenlerin de bulunduğu 42 ülkeden yetkililer katıldı.

Görüşmeler sona erdiğinde, Çin’in gelecekteki görüşmelere katılmaya istekli olabileceğini ima etmesinin ötesinde çok az gelişme vardı. Ancak Prens Muhammed için iki günlük toplantı şüphesiz bir başarıydı. Bu toplantı, krallığını etkisi doğudan batıya uzanan, yükselen bir güç olarak tasarlayan genç Suudi kraliyetine, dünya görüşünü yansıtmak için mükemmel bir sahne sundu.

Bu, kutuplaşan ve değişen küresel dinamikler çağında kendi rotalarını çizmeye kararlı, petrol zengini Körfez ülkelerinin geçen yıl enerji fiyatlarındaki yükselişin ardından petrodolar gelirleriyle canlanan yüce hırslarını ve yükselen özgüvenlerini yansıtıyor.

Ön planda Körfez’in iki güç merkezi var: Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı Suudi Arabistan ve bölgenin baskın ticaret merkezi Birleşik Arap Emirlikleri, her ikisinin de odak noktası giderek doğuya kayıyor.

Diğerleri değişen küresel akımlara risk merceğinden bakarken, Riyad ve Abu Dabi, Batı ile geleneksel ilişkilerine karşı stratejik olarak korunmak için mali güçlerini ve bol petrol kaynaklarını kullanarak fırsatları görüyor.

Her iki Körfez ülkesin ortak noktası, ABD’nin “bizimle ya da bize karşı” şeklindeki dayatmasını artık kabul etmek istemeyen, kendine güvenen, iddialı liderlere sahip olması.

BAE lideri Şeyh Muhammed bin Zayid en-Nahyan yıllardır küçük devletinin askeri yeteneklerini ve finansal gücünü kullanarak ağırlığının üzerinde bir performans sergilemesini sağladı. Aynı şekilde Prens Muhammed de ülkesini kalkındırmak için görkemli planlar peşinde yüz milyarlarca dolar harcamakta gecikmedi ve ülkesinin ekonomik ve diplomatik olarak en büyük G20 gücü olarak tanınmasını istiyor.

Müttefik ama aynı zamanda ekonomik alanda her geçen gün daha fazla rekabet eden Riyad ve Abu Dabi, tüm dünya ile sözde dost olarak kendi öz çıkarlarını gözetmeye daha geniş ağlar aracılığıyla uluslararası sahnede konumlarını yükseltmeye kararlı.

Kısmen değişen ticaret modellerinden kaynaklanan ama aynı zamanda jeopolitiğin bir sonucu olan bu durum, Körfez’de uzun süredir baskın dış güç olan ABD ile ilişkilerin değişmesi ve başta Çin ve Hindistan olmak üzere Asyalı güçlerle ilişkilerin derinleşmesi şeklinde kendini gösteriyor.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde bölgesel güvenlik direktörü olan Emile Hokayem, “Suudi Arabistan ve BAE değişen dünya düzeninde riskten çok fırsat görüyor ve ortaya çıkan çok kutuplu dünyanın kutupları olmak için gerekli politika ve araçlara sahip olduklarını düşünüyorlar” diyor: “Oldukça oportünist, esnek ve karşılıklı çıkara dayalı bir yaklaşımları var. Onlardan tam bir uyum beklenebileceği zamanlar geride kaldı.”

Yeni köprüler inşa etmek

Körfez’deki değişim en görünür şekilde ticaretten kaynaklanıyor. Bölgenin en büyük ticaret ortağı olan Çin, Hindistan ve Japonya Körfez ham petrolünün başlıca alıcıları haline gelirken, Kuzey Amerika’daki kaya gazındaki hızlı artışın ardından ABD’nin bölgeden petrol ithalatı son 15 yılda azaldı.

Ancak Asyalı güçlerle olan ilişkiler petrolün çok ötesine geçmiş durumda; Körfez ülkeleri yerel kalkınma planlarını desteklemek ve petrole bağımlı ekonomilerini çeşitlendirmek için yapay zekâ, enerji, lojistik ve yaşam bilimleri alanlarında yeni teknolojilere susamış durumda.

Üst düzey bir Emirlik yetkilisi “Köklü pazarlarla bağlarımız sarsılmaz” diyor. Ancak “aynı zamanda, makro anlamda, önümüzdeki 10, 20 yıla bakarsak yeni büyüme nereden gelecek? Büyük Asya pazarlarından, bir kısmı Güney Amerika’dan ve potansiyel olarak bazı Afrika pazarlarından.”

Her iki Körfez ülkesi de Çin ile “kapsamlı stratejik” ortaklıklar kurdu. Prens Muhammed, aralık ayında bir dizi Arap zirvesi kapsamında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’i Cidde’de ağırladığında toplantıların Pekin ile ilişkilerde “yeni bir tarihi dönem” başlattığını söyledi ve krallığın “uluslararası istikrara hizmet amacıyla iş birliğini geliştirmek” için çalıştığını ekledi.

FT’ye konuşan Çinli bir yetkili, Pekin’in Körfez’le ilişkilerinin “gelişmekte olan dünya ve Kuşak ve Yol Girişimi katılımcıları için bir model olduğunu” söyledi. Enerji, altyapı, finans ve teknoloji alanlarında derinleşen iş birliğini anlatan yetkili, Körfez ve Çin’in “Orta Doğu’da egemenlik haklarına saygı duyan ve belirli güçlerin hegemonyasına direnen daha adil çok taraflı düzen kurulmasına yardımcı olabileceğini” söyledi.

Körfez ülkelerinin odaklandığı tek ülke Çin değil. Devlet yatırım fonlarının 1,3 trilyon dolardan fazlasını yönettiği BAE, son 18 ayda aralarında Hindistan ve Endonezya’nın da bulunduğu altı ülkeyle serbest ticaret anlaşması imzaladı.

Hindistan Başbakanı Narendra Modi Temmuz ayında BAE’yi ziyaret ettiğinde – sekiz yıl içinde Körfez ülkesine yaptığı beşinci ziyaret – 850 milyar dolarlı yöneten Abu Dabi Yatırım Kurulu’nun (ADIA) önümüzdeki “birkaç ay” içinde Gujarat’ta bir ofis açacağını duyurdu. ADIA’nın yurtdışındaki tek ofisi Hong Kong’da bulunuyor.

İki Körfez ülkesi aynı zamanda Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya ve Güney Afrika’yı kapsayan BRICS’e katılmayı hedefliyor. Körfez yetkilileri, küresel ticaret kalıpları göz önüne alındığında bunun mantıklı bir hareket olduğunu ve aynı zamanda kendilerine önemli- ve hoşgörülü- bir diplomatik ağda söz hakkı verdiğine dikkat çekiyor.

Şeyh en-Nahyan’ın danışmanı Enver Gargaş, BAE’nin daha geniş hedefleri hakkında konuşurken “Her ülke önemli olmak ister, masada bir koltuğa sahip olmak ister” diyor: “Herkesle köprüler kurmak istiyoruz.”

Bu eğilim ABD’nin geleneksel Arap müttefikleriyle ilişkilerini karmaşıklaştırdı ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından görüş ayrılıkları daha belirgin hale geldi.

ABD’li eski diplomat Jeffrey Feltman, Türkiye ve Brezilya gibi “ABD ve Çin arasında seçim yapmak zorunda kalmak istemiyorlar, Ukrayna savaşında bir taraf seçmek zorunda kalmak istemiyorlar” diyor. “Aslında seçim yapmamanın bazı faydaları var, tıpkı ABD’nin Soğuk Savaş sırasında Çin ve Sovyetler Birliği’ni birbirine karşı koz olarak kullanabilme avantajı gibi.”

Ukrayna savaşının başlangıcında BAE, Amerikan politikalarına yönelik olağanüstü hayal kırıklığının ifadesi olarak, ABD’nin sunduğu Moskova’yı kınamak tasarısına Çin ve Hindistan ile birlikte çekimser oy kullanarak Biden yönetimini rahatsız etti.

Hem Abu Dabi hem de Riyad, OPEC+ aracılığıyla petrol konusunda iş birliği yaptıkları ve Orta Doğu’da önemli bir oyuncu -ve potansiyel bir oyun bozucu- olarak gördükleri Vladimir Putin’le aralarına mesafe koymaları için Batı’nın ikna çabalarını sonuçsuz bıraktı.

Modi’nin Abu Dabi ziyaretinden bir ay önce Şeyh Muhammed en-Nahyan’ın Rusya Devlet Başkanına Moskova ile ilişkilerini geliştirmek istediğini söylüyordu.

Danışmanı Gargaş’ın “hesaplanmış bir risk” olarak tanımladığı St Petersburg Uluslararası Ekonomik Forumu’na katılan birkaç küresel liderden biriydi. BAE de Suudi Arabistan gibi kendisini Moskova ile Batı arasında arabulucu olarak sunuyor. “Pek çok insan bu seyahati yaptığı için onu eleştirecektir” diye ekliyor: “Ama Şeyh Muhammed ‘Her şekilde yardım etmek için buradayım’ diyordu.”

ABD ve onlar

Körfez, on yıllar boyunca ABD’nin yörüngesindeydi ve ilişkiler, Arap petrol üreticilerinin istikrarlı küresel enerji arzını sağlarken Washington’un güvenlik garantörü olacağı yazılı olmayan anlaşmaya dayanıyordu. Bir zamanlar komünizmin katı bir muhalifi olan Suudi Arabistan, Çin’i ancak 1990’da tanıdı.

Özellikle BAE, 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana, Irak’ın 2003 işgali hariç, ABD liderliğindeki her askeri koalisyonda yer alarak, Washington’un tartışmasız en yakın Arap müttefiki olarak aktif bir rol üstlendi. Hem Suudi Arabistan hem de BAE, Amerikan askeri donanımına on milyarlarca dolar harcarken, petrodolar fazlalarının çoğunu ABD varlıklarına yatırdı.

Ancak dönemin Başkanı Barack Obama’nın 2011 Arap ayaklanmalarının ardından Suudi Arabistan ve BAE’nin çıkarlarını göz ardı ettiği algısının oluşmasından sonra ilişkiler giderek daha kırılgan bir hal aldı. Obama’nın 2015’te rakipleri İran’la nükleer anlaşma imzalama kararıyla ilişkiler daha da gerildi.

Donald Trump’ın Beyaz Saray’a girip ticari ilişkilerin peşine düşmesi, otokratik Körfez’deki hak ihlallerine hiç aldırış etmemesi ve nükleer anlaşmadan vazgeçmesinin ardından hava düzeldi.

Ancak Arap yetkililer, Körfez’deki tankerlere ve Suudi petrol altyapısına yapılan ve İran’ın sorumlu tutulduğu saldırılara zayıf tepkiler verdiğini düşündükleri Trump’ın öngörülemezliğine karşı temkinli olmaya başladılar.

Halefi Joe Biden’ın Prens Muhammed’den uzak durma ve krallıktaki ihlalleri, özellikle de 2018’de Cemal Kaşıkçı’nın Suudi ajanlar tarafından öldürülmesini kınama kararı, Riyad ile ilişkileri rekor seviyede diplere itti.

Geçen yıl İran’a bağlı Yemenli isyancıların Abu Dabi’ye yönelik füze ve insansız hava aracı saldırılarına Washington’un verdiği durgun yanıt, 2017’den beri ABD’yi ziyaret etmeyen Şeyh Muhammed’i çileden çıkardı ve geleneksel olarak ABD-Körfez ittifakının temelini oluşturan kişisel ilişkilerin yokluğunu ortaya çıkardı.

O zamandan beri gerginlikler azaldı ama sürtüşme noktaları yerinde duruyor. Mayıs ayında BAE, İran güçlerinin Körfez’de iki tankere el koymasından sonra angajman kurallarıyla ilgili hayal kırıklıkları nedeniyle ABD liderliğindeki bir deniz görev gücünden çekildi.

Yine de tüm sınamalara rağmen tüm taraflar birbirlerine ihtiyaç duyduklarını kabul ediyor. Biden yönetimi Suudi Arabistan’ın insan hakları sicilinden duyduğu rahatsızlığı bir kenara bırakarak enerji istikrarı, bölgesel politikalar ve Ukrayna savaşı gibi konularda Riyad’la temas kurdu ve bu temaslar Başkan’ın geçen yıl Cidde’ye yaptığı soğuk bir ziyaretle doruğa ulaştı. Washington BAE’nin deniz görev gücüne katılımını askıya almasından sonra Körfez’e ek savaş gemileri ve savaş uçakları göndererek Abu Dabi’ye bölgenin güvenliğine olan bağlılığı konusunda güvence verdi.

Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri de temel savunma ihtiyaçları için ABD’ye bağımlı oldukları konusunda hiçbir yanılsamaya kapılmıyor. Aslında talepleri daha az değil daha fazla: Hem Riyad hem de Abu Dabi Washington’u daha kurumsal güvenlik ortaklıklarını kabul etmeye zorluyor.

BAE ile yapılan görüşmeler, geçen yılki Abu Dabi saldırılarının ardından hız kazandı. ABD’nin Suudi Arabistan ile yaptığı görüşmeler, krallığı İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye ikna çabalarının bir parçası ve başarılı olması halinde, Washington tarafından Riyad’ın Pekin’le ilişkisinin askeri iş birliği ve teknoloji transferi gibi unsurlarını engellemek için kullanılabilir.

Ancak kraliyet sarayına yakın Suudi yorumcu Ali Şihabi, ABD’nin krallıkla güvenlik ittifakını kabul etmesi halinde “ayarlamalar” yapılabileceğini, ancak Riyad’ın Çin’le ilişkileri zayıflatmaya yönelik baskılara direneceğini söylüyor.

“Geri dönüş yok. Suudi Arabistan küresel güneyle, Rusya’yla ya da Çin’le kurduğu köprülerden vazgeçmeyecektir çünkü bunlar Suudi ekonomisinin işleyişi ve krallığın uzun vadeli pazar ihtiyaçları için vazgeçilmezdir” diyor: “Suudi liderliği çok daha bağımsız düşünüyor; 10 yıl önce Amerikan taleplerine içgüdüsel olarak daha saygılı bir nesil vardı.”

Ukrayna’daki savaş Körfez’e ABD’nin kendini bir davaya adadığında neler yapabileceğini gösterdi. Ancak Emirlikler ve Suudilerin endişelerinin temelinde yatan soru Washington’un hedeflerine ne kadar bağlı olduğu.

Gargaş, “Amerika’nın ekonomik, askeri ya da siyasi gücünün bugün ya da önümüzdeki 10 yıl içinde, son 10 yılda olduğundan daha az olacağını düşünmüyorum” diyor: “Benim anlamaya çalıştığım şey, bölgeye ve BAE’ye olan bağlılığının ne olacağı.”

‘Hassas bir oyun’

Körfez’i ABD’ye bağlayan sadece Amerikan askeri donanımı değil.

Körfez ülkeleri para birimlerini dolara sabitliyor ve ABD’yi kilit pazar olarak görmeye devam ediyor. Abu Dabi’nin yatırım fonu servetinin yüzde 40’ından fazlası ABD’de bulunuyor. Suudi Arabistan’ın 650 milyar dolarlık Kamu Yatırım Fonu’nun yüksek profilli yatırımlarının çoğu, Uber ve elektronik araç üreticisi Lucid’deki hisseler de dahil Amerikan varlıklarına yapıldı.

Yetkililer, Körfez’in devlet fonlarının ABD’de yatırım yapmanın, daha az liberalleşmiş Asya piyasalarına kıyasla çok daha kolay olduğunu, özellikle de hedeflerine ulaşmak için gereken ölçekte yatırım yapmanın çok daha kolay olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca Körfez’in yararlanmak istediği son teknoloji ürünlerinin çoğunun Amerikan şirketleri tarafından geliştirildiği de kabul ediliyor.

Yine de Körfez’in Asya ile ticareti sadece tek bir yöne doğru ilerliyor ve bölgedeki egemen fonlar Asya pazarlarına olan ilgilerini artırıyor.

Londra merkezli Asia House tarafından hazırlanan bir rapora göre, 2021 yılında Suudi Arabistan’ın Çin ile olan 81,7 milyar dolarlık toplam ticareti Riyad’ın ABD, İngiltere ve Avro Bölgesi ile olan ticaretinin toplamını kısa bir süre için aştı.

Geçen yıl yayınlanan raporda, BAE’nin de benzer bir yol izlemesinin beklendiği, Körfez ülkelerinin Çin ile ABD, İngiltere ve Avro Bölgesi ile ticareti arasındaki farkın 2010’daki 28 milyar dolara kıyasla birkaç milyar dolara ineceği belirtilmişti.

Dünya fosil yakıtlardan uzaklaştıkça, Körfez ülkeleri son petrol varillerini satın alanların Çin ve Hindistan olacağını biliyor.

Çin, ABD’nin Orta Doğu’daki güvenlik rolüne meydan okumaya ya da onu yerinden etmeye çalışmadı, ancak geleneksel ticari ortaklıkların ötesine geçmek istediğine dair ipuçları var. Mart ayında ezeli rakipler Suudi Arabistan ve İran’ın ilişkilerini düzeltmeleri için bir anlaşmaya aracılık etmesindeki başarısı pek çok kişi tarafından Pekin’in bölgede daha siyasi bir rol üstlenmeye istekli olduğunun bir işareti olarak yorumlandı.

Ancak Körfez yetkilileri, iki küresel güç ekonomilerini “ayrıştırmayı” hedeflerken ABD-Çin rekabetinin çapraz ateşine yakalanma tehlikesinin de farkında.

Bir BAE yetkilisi, 1980’lerdeki video kaset savaşına atıfta bulunarak, “Bu risk [Washington’daki] tüm bu ayrışma hareketinde var çünkü iki rakip teknolojiye bakarsak, dünya aniden VHS ve Betamax’a dönüşüyor” diyor.

Yine de Körfez ülkeleri Pekin’le ilişkilerini derinleştirerek ve 5G telekomünikasyon ağları gibi Çin teknolojilerinden faydalanarak Washington’u kızdırmaya hazır görünüyor. İki yıl önce BAE, ABD’nin Çin’in Abu Dabi limanında bir askeri üs inşa ettiğine dair şüphelerini gidermek zorunda kaldı.

Çin devlet medyasına göre BAE bu ay Çin ile ilk ortak hava tatbikatını gerçekleştiriyor. Suudi Arabistan’ın Kasım ayındaki Zhuhai Havacılık Fuarı’nın ardından Çin’den 4 milyar dolarlık silah satın aldığı da bildirildi ki bu rakam daha önceki Suudi-Çin silah anlaşmalarından çok daha büyük.

Analistler, Riyad ve Abu Dabi’nin ABD’ye verdiği mesajın, “Önce size geleceğiz, ama satmazsanız başka bir yere gideceğiz” olduğunu söylüyor. Körfez ülkelerinin bir ülkeyi diğerine karşı kullanmaktan çekinmediğini de ekliyorlar. Ancak bu hassas bir denge.

Hokayem, “Onlar için temel stratejik ikilem, güvenliklerinin Batı’da, enerji politikalarının Rusya’da ve refahlarının giderek Çin ve Asya’nın geri kalanında olması” diyor.

“Bu karmaşık ilişkileri yönetmek için dikkatli adımlar atmak ve sürekli angajman içinde olmak gerekiyor. Siyasi, ekonomik ve jeoekonomik açıdan tüm bu başkentlere büyük yatırımlar yapmak zorundalar. Bu hassas bir oyun.”

ORTADOĞU

Tahran, nükleer denetçinin kınamasına yanıt olarak ‘yeni ve gelişmiş’ santrifüjleri devreye soktu

Yayınlanma

İran’ın uranyum stoklarını sınırlama anlaşmasını övdükten bir gün sonra, Birleşmiş Milletler’in nükleer gözlemcisi İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda “şeffaf olmamasını” kınayan gensoru önergesini kabul etti. Önerge ABD ve İngiltere tarafından dayatıldı.  Cuma günü erken saatlerde Tahran bu karara “yeni ve gelişmiş” santrifüjleri devreye soktuğunu açıklayarak yanıt verdi.

Perşembe günü geç saatlerde AFP’ye konuşan diplomatlar, Birleşmiş Milletler Nükleer Denetleme Kurulu’nun İran’ın kurumla olan zayıf işbirliğini kınayan bir kararı saatler süren hararetli tartışmaların ardından kabul ettiğini ve Tahran’ın bu kararı “siyasi amaçlı” olarak nitelendirdiğini söyledi.

İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın 35 ülkeden oluşan yönetim kuruluna sunulan gensoru önergesi, haziran ayındaki benzer bir önergenin ardından geldi.

AFP’ye konuşan iki diplomat, Çin, Rusya ve Burkina Faso’nun aleyhte oy kullandığı karar tasarısının 19 lehte oyla kabul edildiğini, 12 çekimser oy kullanıldığını ve Venezuela’nın oylamaya katılmadığını söyledi.

Perşembe gecesi yapılan oylama öncesinde ABD ve Avrupalı müttefikleri İran’ı kınayarak kararlarına destek toplamaya çalıştı.

Washington, kurula gönderdiği ulusal bildiride Tahran’ın nükleer faaliyetlerinin “derinden rahatsız edici” olduğunu söyledi.

Londra, Paris ve Berlin ortak bir bildiriyle İran’ın nükleer programının “uluslararası güvenliğe” oluşturduğu tehdide dikkat çekerek, İran’ın şu anda dört nükleer silah için yeterli miktarda yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğunu iddia etti.

İran’ın UAEA nezdindeki büyükelçisi Muhsin Naziri Asl, kararı “siyasi amaçlı” olarak nitelendirdi ve önceki kınamalara kıyasla “düşük destek” aldığını söyledi.

Cuma günü erken saatlerde Tahran, karara yanıt olarak “yeni ve gelişmiş” santrifüjleri devreye sokacağını duyurdu.

Örgüt ve İran Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan ortak açıklamada, “İran Atom Enerjisi Örgütü Başkanı, çeşitli tiplerde yeni ve gelişmiş santrifüjlerin önemli bir serisinin fırlatılması da dahil olmak üzere etkili önlemlerin alınması talimatını verdi” denildi.

UAEA Başkanının ziyareti üstüne geldi

Karar, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Rafael Grossi’nin geçen hafta Tahran’a yaptığı ve ilerleme kaydettiği anlaşılan ziyaretten döndüğü sırada alındı.

Ziyaret sırasında İran, UAEA’nın yüzde 60 saflığa kadar zenginleştirilmiş, silah sınıfına yakın hassas uranyum stokunu sınırlama talebini kabul etti.

Grossi çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada “Bu doğru yönde atılmış somut bir adımdır” dedi ve İran’ın nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerinden ayrılmaya başlamasından bu yana “ilk kez” böyle bir taahhütte bulunduğunu söyledi.

Yaptırımların hafifletilmesi karşılığında İran’ın nükleer programını kısıtlayan 2015 tarihli dönüm noktası niteliğindeki anlaşma, üç yıl sonra dönemin başkanı Donald Trump yönetimindeki ABD’nin tek taraflı çekilmesinin ardından dağıldı.

Buna misilleme olarak Tahran, uranyum stoklarını artırarak ve anlaşma kapsamında izin verilen yüzde 3,67 saflık oranının (nükleer enerji santralleri için yeterli) ötesinde zenginleştirme yaparak taahhütlerinden bazılarını kademeli olarak geri almaya başladı.

Bu aşamada sembolik nitelikte de olsa da, gensoru önergesinin İran üzerindeki diplomatik baskıyı artırmak için tasarlandığı düşünülüyor.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Araghchi perşembe günü yaptığı açıklamada gensorunun ajansla olan ilişkileri “sekteye uğratacağını” ancak Tahran’ın işbirliği yapmaya istekli olduğunu vurguladı.

Daha önce Araghchi, kurulun kararı kabul etmesi halinde İran’ın “orantılı” bir karşılık vereceği uyarısında bulunmuştu.

‘Karar, ajansın çabalarına zarar veriyor’

Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde araştırmacı olan Heloise Fayet’e göre karar tasarısı “Rafael Grossi’nin çabalarına zarar verme” potansiyeline sahip dedi.

AFP’ye konuşan Fayet, “Ancak Batılı güçler Grossi’nin diplomatik manevralarının etkili olmamasından dolayı hayal kırıklığına uğramış durumda ve daha sağlam çözümler arıyorlar” değerlendirmesini yaptı.

Grossi .arşamba günü yaptığı açıklamada İran’ın zenginleştirme faaliyetlerini durdurma taahhüdünün “yeni gelişmeler sonucunda” sekteye uğrayabileceğini “göz ardı edemeyeceğini” söylemişti.

Dış politika uzmanı Rahman Ghahremanpour Tahran’ın yeni kınamaya “zenginleştirme seviyelerini artırarak” misilleme yapabileceğini belirtti.

Ancak İran’ın Trump Beyaz Saray’a dönmeden önce “gerilimi tırmandırmak” istememesi nedeniyle sert “stratejik önlemler” beklemediğini ekledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

UCM Hakiminden İsrail’in “tarafsızlık” sorgusuna yanıt

Yayınlanma

Beti Hohler

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail’in kendisi hakkındaki tarafsızlık sorgulamasına ilişkin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararını verecek dairenin yeni atanan üyesi Hâkim Beti Hohler’in yanıtını yayınladı.

İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkındaki tutuklama talebi kararını verecek hâkim heyetine yeni atanan Hohler, savcılıktaki geçmiş görevine ilişkin İsrail’in sorularını yanıtladı.

UCM Hakimi Hohler’in sunduğu detaylı yanıtla, İsrail’in yargı sürecini geciktirmeye ve hakimin tarafsızlığını sorgulama yönelik girişimi temelsiz kaldı.

Tarafsızlık tartışması

Hohler’in UCM hakimliğine seçilmeden önce UCM Savcılık Ofisinde çalışmış olmasının, tarafsızlığına gölge düşürebileceğini öne süren İsrail Başsavcılığının UCM’ye yönelttiği sorulara verilen yanıtta, Filistin soruşturmasında görev almadığını belirtti. Hohler, savcılık bürosunda çalıştığı dönemde Filistin soruşturmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katılmadığını ve soruşturmada görev alan personelle çalışmadığını kaydetti.

Eski Mossad şefi savaş suçları soruşturması nedeniyle eski UCM savcısını tehdit etmiş

İsrailli yetkililer hakkında yürütülen soruşturmanın belgelerine, soruşturma planlarına, evraklarına, delillerine veya gizli belgelere hiçbir şekilde erişmediğini aktaran Hohler, bu bilgi ve belgelerin kendisine başka şekilde de getirilmediğini ifade etti.

Yanıtında UCM’deki tüm soruşturmalara erişim sağlayan bir konumda çalışmadığını anlatan Hohler, Savcılıktaki görevinde kendisine danışılan ve görüş bildirdiği konular içinde Filistin soruşturmasının yer almadığını vurguladı.

Hohler, ağırlıklı olarak Filipinler’deki olayların soruşturulmasında görev aldığını ve etkileşime girdiği soruşturmalar içinde Filistin’in yer almadığını belirtti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

Tarafsızlığından makul gerekçelerle şüphelenilen bir hâkimin görevinden çekilmesi gerektiğine inandığını aktaran Hohler, görevinin gerektirdiği özelliklerin farkında olduğunu kaydetti. Hohler, Savcılık Ofisini de konuya ilişkin elindeki bilgileri mahkemeye sunmaya davet etti.

UCM’deki süreci geciktirme çabaları

Önceki UCM Başsavcısı Fatou Bensouda 16 Ocak 2015’te, Filistin’deki duruma ilişkin ön inceleme başlattığını duyurmasının ardından, Aralık 2019’da soruşturma için gerekli kriterlerin karşılandığını açıklamasına rağmen, Filistin topraklarının nereyi kapsadığı ve mahkemenin hangi topraklarda işlenen suçlara bakabileceğinin tespit edilmesi için ön yargılama dairesinden görüş istemişti.

Söz konusu görüşün verilmesi sırasında birçok UCM ülkesi ve sivil toplum kuruluşunun (STK) sürece dahil olmasıyla yaklaşık 2 yıl sonunda, ön inceleme tamamlanmış ve soruşturma ancak 3 Mart 2021’de başlatılmıştı.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM Başsavcılığının 20 Mayıs’ta Binyamin Netanyahu, Yoav Gallant ve üç Hamas lideri hakkında istediği tutuklama kararı talebi, İsrail ve müttefiklerinin sistematik engelleme çabalarıyla karşılaşmaya devam etti.

İngiltere’nin temmuzda başlattığı yetki itirazıyla yeni bir gecikme süreci başlamıştı. İngiltere’nin Filistin’in devlet statüsünü sorgulayarak UCM’nin yargı yetkisine itiraz etmesi ve daha sonra 64 ülke, kuruluş ve kişinin beyanlarının da sürece dahil edilmesiyle birlikte, tutuklama kararından önce yargılama yetkisi tartışmalarına girilmişti.

Bunun yanında Netanyahu hakkındaki tutuklama kararı talebini incelemekle görevli bir numaralı Ön Yargılama Dairesinin başkanı Hâkim Julia Motoc’un “sağlık nedenleri ve adaletin düzgün işleyişini koruma ihtiyacı” gerekçesiyle görevinden çekildiği açıklanmıştı.

UCM, Motoc’un yerine Sloven Hâkim Beti Hohler’in atandığını bildirmişti.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

UCM’deki Filistin süreci devam ederken, Mahkeme Taraf Devletler Meclisi Başkanlığından yapılan açıklamada, Başsavcı Kerim Han hakkında Savcılık Ofisi çalışanlarından birine yönelik “uygunsuz davranış” iddialarının bağımsız bir komisyon tarafından incelendiği duyurulmuştu.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas’tan Gazze’nin yönetimi için “komite” önerisine şartlı onay

Yayınlanma

Hamas’ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, El-Aksa televizyonuna yaptığı açıklamada Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması teklifini, bu komitenin tamamen yerel olması şartıyla kabul ettiklerini söyledi.

Hayye, Gazze’de ateşkes görüşmeleriyle ilgili açıklamasında “Masaya Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması yönünde bir fikir konuldu. Bu, Mısırlı kardeşlerimizin sunduğu bir öneri. Biz buna sorumlu bir yaklaşımla ve olumlu bir şekilde yanıt verdik. Komitenin Gazze’yi tamamen yerel bir şekilde yönetmesi ve oradaki günlük hayata dair her şeyi denetlemesi şartıyla bu öneriyi kabul ediyoruz” dedi.

Çin’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih birleşme için diyaloğu sürdürme sözü verdi

Hamas ve Fetih hareketleri, bu ayın başında Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması ve ateşkes görüşmeleri çerçevesinde Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelmişti.

Hayye, Hamas ve İsrail arasında dolaylı olarak yürütülen ateşkes ve esir takası müzakerelerine ilişkin de “İsrail soykırımı durmadan esir takası olmayacak. Nitekim bu birbirine bağlı bir denklem. Biz tüm açıklıkla şunu söylüyoruz. Bu saldırganlığın durmasını istiyoruz. Herhangi bir esir takası olması için önce bu saldırılar durmalı” ifadelerini kullandı.

“Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkesi engelliyor”

Ateşkes anlaşmasına hazır olduklarını ancak İsrail’in de bu konuda gerçekten istekli olması gerektiğini belirten Hayye, “Ateşkes müzakerelerini harekete geçirmek için arabulucu ülkelerle temaslarımız sürüyor. Ancak Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkes müzakerelerinde ilerlemeyi engelliyor” diye konuştu.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde süren saldırılarının durdurulması için taraflar arasında uzun süredir dolaylı müzakereler yürütülüyor. Katar, ABD ve Mısır’la İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes ve esir takası anlaşmalarına arabuluculuk ediyor.

“Ya Philadelphia ya anlaşma”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ve uluslararası kamuoyunda, siyasi nedenlerle Hamas ile esir takası anlaşması yapmamakla suçlanıyor. İsrail’in anlaşma taslağına eklediği maddelerin özellikle Mısır-Gazze sınır hattı Philadelphia Koridoru’nda kontrolünü sürdürme ısrarının müzakereleri zora soktuğu vurgulanıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English