Bizi Takip Edin

AVRUPA

“Pogrom” mu, “Siyonist provokasyon” mu: Amsterdam’da neler oldu?

Yayınlanma

Geçen perşembe günü, Amsterdam’da yapılan Ajax-Maccabi Tel Aviv maçı sonrasında yaşanan olaylar, Avrupa ve İsrail ana akım medyası tarafından Yahudilere yönelik bir “program girişimi” olarak sunuluyor.

Maccabi taraftarları ile Amsterdam’da yaşayan Arap ve Müslüman topluluklar arasında çıkan olaylarda çok sayıda kişi yaralanmış ve onlarca kişi de gözaltına alınmıştı.

Bazı yayın organları ve siyasetçiler, Amsterdam’da bir “Yahudi avı” başlatıldığını öne sürmüş ve Hollanda dışındaki ülkeler de, başta Almanya olmak üzere, “antisemitik şiddeti” kınamıştı.

Saldırıları “Yahudi karşıtı vur-kaç timleri” olarak nitelendiren Amsterdam Belediye Başkanı Femke Halsema, cuma gününden pazar gününe kadar geçerli olmak üzere gösterilere üç günlük geçici bir yasak getirdi.

İsrail hükümetinin de bölgedeki vatandaşlarını tahliye için askeri bir uçak göndermeyi planladığı iddia edilmişti.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ülkenin casusluk teşkilatı Mossad’a uluslararası etkinliklerde şiddeti önlemek için bir plan hazırlaması talimatını verdiğini bir video açıklamasıyla duyurdu. Netanyahu, “Mossad Başkanı [David Barnea] ve diğer yetkililere hareket tarzımızı, uyarı sistemimizi ve organizasyonumuzu yeni bir durum için hazırlamaları talimatını verdim,” dedi.

ABD’nin antisemitizm konusundaki özel temsilcisi Büyükelçi Deborah E. Lipstadt da perşembe gecesi attığı tweet’te saldırıların “klasik bir pogromu anımsattığını” söyledi ve bu paylaşım 12 saat içinde 655.000’den fazla kez görüntülendi.

Koalisyon içi kavga başladı: Wilders, sınır dışı istiyor

Hükümet koalisyonunun en büyük aktörü Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders, yaşananları “antisemitizme” ve “düzensiz göçe” bağlamakta gecikmedi.

Wilders ve PVV, olaylara karışan tüm göçmen kökenlilerin sınır dışı edilmesini isterken, koalisyon ortağı Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD) ve lideri Dilan Yeşilgöz buna karşı çıktı.

PVV’nin “tüm isyancılar ülkede kovma” talebine karşılık olarak Yeşilgöz, “gerçekçi planlar yapılması gerektiğini”, çünkü bu insanların çoğunun Hollanda’da doğmuş olduğu için gönderilemeyeceğini kaydetti.

Wilders ise önceki hükümetlere atıfta bulunarak VVD’nin ülkenin “isyancılarla dolmasına” izin verdiğini söyledi. PVV liderine göre bunun sonucunda “antisemitizm” arttı.

Harici’ye konuşan, Amsterdam’a 15 dakika mesafede yaşayan Manchester Metropolitan University’den davranış analisti ve YouTuber Thomas Karat da Wilders’in bu gündemi kendi göçmen ve İslam karşıtı gündemini yoğunlaştırmak için kullanmasını beklemenin “akla yatkın” olduğunu söyledi. 

“Wilders siyasi kariyerinin büyük bir kısmını Müslüman göçüne karşı sert bir duruş ve İslami topluluklardan gelen tehditler olarak tasvir ettiği şeylere karşı ‘Batı değerlerini’ savunma söylemi üzerine inşa etti,” diyen Karat, Amsterdam’da yaşananları bir “pogrom” ya da “Yahudi avı” olarak nitelendirerek Wilders ve benzer düşünen siyasetçilerin, Müslüman toplulukları “savunmasız bir Yahudi azınlığa karşı saldırgan” olarak konumlandırarak korku ve bölünmeyi körüklemek için bu anlatıyı kullanabileceğine işaret etti.

Wilders’in bu olayı böylesine keskin terimlerle ifade ederek, Müslüman göçmenleri sadece Hollanda değerleriyle uyumsuz olarak değil, aynı zamanda “doğası gereği şiddet yanlısı” olarak gösteren daha geniş bir ideolojik anlatı ile aynı hizaya getirdiğini öne süren Karat, “Müslüman göçmenlere karşı bir tür tersine cadı avına” zemin hazırlanıyor olabileceğine dikkat çekti.

Maccabili holiganlar Amsterdam sokaklarını terörize etti

Bununla birlikte, hem Hollandalı Yahudi örgütleri, hem de yerel gazeteciler meselenin Avrupa medyasında anlatıldığı gibi olmadığına işaret ediyor.

New York merkezli Yidiş-İngilizce Yahudi yayını Forward’da yayınlanan bir haberde, bazı Hollandalı Yahudilerin görüşlerine yer veriliyor ve olayların Maccabili holiganların kışkırtmasıyla başladığı ileri sürülüyor.

Görgü tanıkları, Maccabi Tel Aviv taraftarlarından oluşan bazı grupların salı (5 Kasım) ve çarşamba (6 Kasım) gecelerini şehir merkezinde ırkçı Arap karşıtı sloganlar atarak, pencerelerdeki Filistin bayrağını sökmek için binalara tırmandığını ve Faslı bir taksi şoförüne saldırdığını belirttiler.

Amsterdam’da “cemiyet organizatörü” olarak çalışan bir Yahudi olan Jelle Zijlstra, Instagram’da viral olan bir paylaşımda bulunarak “birden fazla gerçeğin aynı anda var olabileceğini” ifade etti.

Zijlstra paylaşımında hem İsraillilere yönelik saldırılara hem de bir gece önce Maccabili taraftarların “F*** Palestine” (“Filistin’i s…m”) ve “Gazze’de çocuk kalmadı” diye bağırdığı görüntülere dikkat çekti.

Zijlstra verdiği bir röportajında, “Yaşanan bazı olaylarda kesinlikle antisemitizm vardı. Yahudiler sokaklarda saldırıya uğradı mı? Evet, ama o Yahudiler de şiddet yanlısı holiganlardı,” dedi.

New York Times: Olayları Maccabililerin kışkırttığında herkes hemfikir

New York Times’ta Amsterdam’da neler olduğuna ilişkin yapılan bir haberde de olayların nasıl başladığına ilişkin bir şüphe olmadığı vurgulandı.

“Amsterdam’daki pek çok toplum liderinin temel gerçekler konusunda hemfikir olduğunu” kaydeden NYT, “Bazı İsrailli taraftarların Gazze’de artık ‘çocuk olmadığını’ ilan etmek de dahil olmak üzere kışkırtıcı ve ırkçı sloganlar atarak, Filistin bayrağını kirleterek ve taksiyi tahrip ederek şehrin Müslüman nüfusunun öfkesini körüklediği konusunda büyük ölçüde hemfikirler,” diye yazdı.

Habere göre İsrailli taraftarların da farklı yerlerde, genellikle bisikletli ve yaya olarak vur-kaç saldırılarına maruz kaldığı ve “bazı saldırganların kurbanlarını Yahudi oldukları için seçmiş gibi göründüğü” konusunda da fikir birliği var.

BBC haberine göre bazı Maccabi Tel Aviv taraftarları daha önce de İsrail’de ırkçı olaylara karışmış, takımın Filistinli ve Arap oyuncularına küfretmiş ve bu oyuncuların takımdan gönderilmesi için baskı yaptıkları bildirilmişti.

Takımın taraftarları daha önce de Başbakan Netanyahu’ya karşı gösteri yapan protestoculara saldırmıştı.

Harici’ye konuşan davranış analisti Thomas Karat, Hollandalı siyasetçilerin kullandığı “pogrom” ve “Yahudi avı” gibi terimlerin çok “yüklü” sözcükler olduğunu fakat haberler ve görgü tanıklarının anlattıklarının bu iddialara şüphe düşürdüğünü söyledi.

“Haberler ve tanık ifadeleri, bazı Maccabi taraftarlarının saldırgan tezahüratlar ve Filistin sembollerinin tahrip edilmesi gibi provokasyonlara aktif olarak katıldığını ve yerel gruplarla çatışmalara yol açtığını gösteriyor,” diyen Karat, bu bilgilerin “İsrailli taraftarların saf mağduriyet anlatısının altını oyduğunu” ve Maccabi taraftarlarının sadece saldırganlığa maruz kalmadıklarının, aslında çatışmaların katılımcıları ve muhtemelen kışkırtıcıları oldukları ihtimalinin su yüzüne çıktığını belirtti.

Karat, bazı Yahudi örgütlerinin de bu dinamiği kabul ederek, İsrailli taraftarların eylemlerinin gerilimin ateşlenmesinde rol oynadığını öne sürdüğünü hatırlattı.

Hollanda istihbaratı “İsrailli taraftarlara yönelik tehdit yok” demiş

Öte yandan yine NYT haberinde görüşlerine yer verilen Amsterdam Belediye Meclisinin Müslüman üyesi Sheher Khan, öncesinde belediye başkanından maçı seyircisiz oynatmasını istediğini söyledi.

Futbol maçında şiddet olaylarının yaşanmasından korkan ve Hollanda hükümetinin İsrail’in Gazze’deki soykırım kampanyasını desteklemeye devam etmesine öfkelenen Khan, “İsrail’den bir kulübü davet ederseniz, bu kaçınılmaz olarak gösterilere ve çatışmalara yol açacaktır,” dedi.

Khan’a göre Belediye Başkanı bu talebi reddetti ve Başkan Femse Halsema’nın ofisi de bunu doğruladı.

Hollanda Yeşiller Partisi üyesi Halsema, saldırıların ardından düzenlediği basın toplantısında, Hollanda’nın güvenlik ve terörle mücadele ulusal koordinatörü tarafından kendisine birçok kez İsrailli taraftarlara yönelik somut bir tehdit olmadığının söylendiğini belirtti.

İsrailli holiganların saldırıları

Amsterdam’a 20 yıl önce taşınan Amerikalı bir Yahudi olan Tori Eghermann, perşembe gecesi şehir merkezindeki Dam Meydanından geçerken Maccabi taraftarlarının şarkı söyleyip sis bombaları yaktığını gördüğünü söyledi ve “Gerçekten inanılmaz derecede iyi organize olmuş ve heyecanlanmışlardı,” dedi.

Eghermann, Amsterdam’da yerel halk ile ırkçı futbol holiganları arasında şiddetli çatışmaların nadir olmadığını belirtti ve futbol taraftar gruplarının “toplum içinde barışçıl varlıklarıyla bilinmediğine” işaret etti.

İsrailli taraftarlar daha sonra Filistin yanlısı göstericilerle çatışarak, “F..k you Palestine” (“Filistin’i s…m”) şarkısını söyledi ve “Bırakın IDF [İsrail Savunma Kuvvetleri] Arapların canına okusun” diye bağırdı.

Spor kültürünü takip eden İsrailli akademisyen Ori Goldberg’e göre, “Maccabi Tel Aviv ana akımın ana akımı. Fakat Goldberg, “(…) taraftarların davranışları şu anda çok İsraillice: Dünya zaten bizden nefret ediyor çünkü dünya Yahudilerden nefret ediyor, bu yüzden mücadelemizi ve davamızı gittiğimiz her yere götüreceğiz,” dedi.

Yerel Yahudilere saldırı olmadı

Aynı zamanda Jewish Social Work adlı yerel bir kâr amacı gütmeyen kuruluşta stratejik danışman olarak çalışan Asjer Waterman, cuma gününü gönüllülerin Amsterdam’daki bir Yahudi spor kulübü tarafından sağlanan güvenli bir yere taşıdıkları İsrailli taraftarlara yardım ederek geçirdi.

Waterman, şiddet olaylarının Hollandalı Yahudileri ya da Yahudi kurumlarını değil, sadece İsrailli ziyaretçileri hedef almış gibi göründüğünü belirtti.

Buna rağmen Waterman’a göre, toplumdaki pek çok kişi “yine de sarsıldı.”

Amsterdam polisi holiganların saldırılarını teşhir etti

Bunun yanı sıra Amsterdam polisi de yaptığı açıklamada olayların bilançosunu aktarırken İsrailli holiganların neler yaptığını da gözler önüne serdi.

Polis sözcüsü, holiganların Amsterdam’ın merkezi bölgelerinden biri olan Rokin’de Filistin bayrağı asılı olan bir binaya tırmandıklarını ve bir taksiyi tahrip ettiklerini doğruladı.

Dam Meydanında bir Filistin bayrağının yakıldığını kaydeden polis, bunların olaylar başlamadan önce yapıldığına işaret etti.

Amsterdam Belediye Meclisi üyesi Jazie Veldhuyzen de Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, İsrailli taraftarların Filistin bayrağı asılı evlere de saldırdığını söyledi.

ABD’li temsilci: İsraillilerin “Arapları öldürelim” demesi umrumda değil

İşin ilginç yanı, İsrailli holiganların Amsterdam sokaklarını ve Arap-Müslüman toplulukları tehdit ettiğinin ortaya yavaş yavaş çıkmasının ardından söylenenler.

Örneğin ABD’li antisemitizm özel temsilcisi Lipstadt, Maccabili holiganların “kabadayılık tasladığının” ve “Arapları öldürelim” dediğinin söylendiğini aktardı ama Forward’a verdiği demeçte şöyle ekledi: “Ne dedikleri umurumda değil, bu size yere düşen birini tekmeleme ve güvenli bir şekilde kaçmak için insanlara ‘Ben Yahudi değilim’ dedirtme hakkını vermez.”

Mossad, Maccabi Tel Aviv’e eşlik ediyordu

Öte yandan Jerusalem Post (JP), 5 Kasım’da yaptığı haberde Mossad ajanlarının Maccabi Tel Aviv takımına Amsterdam’a yapacağı yolculukta eşlik edeceğini aktarmıştı.

JP’nin Hollanda gazetesi De Telegraaf’tan aktadığına göre, Maccabi’nin normal güvenlik personeline ek olarak Mossad ajanlarının da maksimum koruma sağlamak üzere Amsterdam’da takıma katılacaktı.

JP ayrıca, bir önceki cumartesi günü Filistin yanlısı bir protestocunun İsrail yanlısı olarak bilinen Ajax taraftarları tarafından son maçından önce saldırıya uğradığını bildiriyordu.

Karat: Mossad parmağına ilişkin ipuçları var

Karat da Harici’ye yaptığı değerlendirmede bu noktaya işaret ederek, Amsterdam’daki Maccabi taraftarlarının davranışlarının tipik holigan davranışlarından çok farklı olduğunun altını çizdi.

Davranış analistine göre, genellikle futbol holiganizmiyle ilişkilendirilen kaotik ve dağınık yapının aksine, bu taraftarlar “ortak bir strateji tarafından yönlendiriliyormuşçasına” yakın bir şekilde grup halinde kalarak uyumlu, neredeyse askeri tarzda hareket ediyorlardı.

Karat, “Bu disiplinli birliktelik, özellikle İsrail medyasında yer alan ve taraftarlar arasında Mossad ajanları ile IDF askerlerinin bulunduğunu doğrulayan haberler ışığında soru işaretlerine yol açıyor,” dedi.

Karat gerginlik durumunda polis koruması yerine gizli operasyonlar ve casusluk konusunda tecrübeli istihbarat görevlilerinin dahil edilmesinin, sadece seyirci güvenliğinin ötesinde “daha hesaplı bir amaca” işaret ettiğini ileri sürdü.

Karat’a göre, eğitimli ajanların varlığı, olayları “sivil bir kisve altında manipüle veya provoke etme” potansiyeline işaret ederken, “taraftar desteğinin yüzeysel gösterisinin altında daha derin bir gündemi” ima ediyor.

AVRUPA

AB liderleri, küresel ve bölgesel zorlukları ele almak üzere Brüksel’de toplandı

Yayınlanma

Ahmetcan Uzlaşık, Brüksel

Avrupa Konseyi 19 Aralık 2024 tarihinde Brüksel’de toplanarak AB liderlerini kritik konularla dolu bir gündemi ele almak üzere bir araya getirdi.

Toplantıda Ukrayna’daki savaş, Orta Doğu’daki gerilimler ve AB’nin küresel sahnede değişen rolü gibi acil konulara odaklanıldı.

Tartışmalar ayrıca dayanıklılığın artırılması, kriz önleme ve müdahale mekanizmalarının iyileştirilmesi, göçün yönetilmesi ve Birliğin önceliklerini şekillendiren diğer önemli konular üzerinde yoğunlaştı. Her zamanki gibi AB Konseyi, mevcut jeopolitik bağlamda AB’nin küresel angajmanı ve öncelikleri için bir yol belirledi. Siyasi analist Fatin Reşat Durukan, Harici‘ye verdiği mülakatta Avrupa Birliği’nin 2025 yörüngesine ilişkin görüşlerini paylaştı.

Michel karşıtı kampı kuruluyor

Yeni Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa, ilk Avrupa Konseyi toplantısını yönetti.

Eski Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, Avrupa Konseyi toplantılarını düzenleme biçimi nedeniyle ağır eleştirilere maruz kalmıştı.

Yeni Avrupa Konseyi Başkanı, eski Portekiz Başbakanı Antonio Costa ise çalışma tarzıyla liderleri etkilemeyi başardı. Charles Michel, görev süresi boyunca Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen ile yaşadığı rekabetle de biliniyordu.

Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola, Avrupa Konseyi Başkanı António Costa’yı toplantıları zamanında başlatma ve zirve tartışmalarını kolaylaştırma çabalarından dolayı överek, liderlerin uzun metin müzakereleri yerine siyasi önceliklere odaklanmasına olanak tanıdı ve bu değişimi “oldukça nadir” olarak nitelendirdi.

Politico‘ya göre Avrupa Konseyi eski Başkanı Charles Michel, Konsey’in 50. yıldönümü anısına çekilen toplu fotoğrafa katılma davetini reddetti.

Avrupa Konseyi Başkanlığı, stratejik yönü belirlediği ve makro konularda karar almada çok önemli bir role sahip olduğu için Brüksel Beat’inde çok şey ifade ediyor. Uzmanlar, Almanya ve Fransa’nın siyasi ve ekonomik çalkantılar içinde olması nedeniyle Avrupa’daki mevcut siyasi ortamın liderliğe ihtiyaç duyduğunu belirtirken, zirve bu açıdan da endişe vericiydi.

Ukrayna AB tartışmalarının merkezinde kalmaya devam ediyor

Ukrayna, son yıllarda olduğu gibi tartışmaların ana odağı olmaya devam etti. Avrupa Konseyi, Ukrayna’ya ilişkin sonuçlar için ayrı bir basın açıklaması yayımladı.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, yeni Avrupa Konseyi Başkanı’nın daveti üzerine Avrupa Konseyi toplantısının ilk bölümüne katıldı.

Avrupa Konseyi Başkanı Antonio Costa ile birlikte konuşan Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, Ukrayna’da barışın sağlanması için Avrupa ve ABD arasındaki birliğin önemini vurgulayarak, ABD’nin desteği olmadan Avrupa’nın desteğinin zor olacağını belirtti ve göreve gelir gelmez seçilmiş Başkan Donald Trump ile ilişki kurmaya hazır olduğunu ifade etti.

Costa da Avrupa’nın Ukrayna’yı destekleme konusundaki kararlılığını bir kez daha teyit ederek hem savaş sırasında hem de savaştan sonraki barış döneminde “ne gerekiyorsa, gerektiği kadar” yapma sözü verdi.

Ukrayna Devlet Başkanı, ayrıca ülkesinin nükleer santraller de dahil olmak üzere enerji altyapısını Rusya’nın füze saldırılarından korumak için 19 ilave hava savunma sistemine ihtiyacı olduğunu belirtti.

AB’nin dış politika yüzü Kaja Kallas, Rusya’nın yenilmez olmadığını vurgulayarak Avrupa’yı kendi gücünün farkına varmaya çağırdı ve erken müzakerelerin Ukrayna için kötü bir anlaşmayla sonuçlanabileceği uyarısında bulundu. Güçlü bir duruş sergilenmesi gerektiğinin altını çizerek dünyanın Avrupa’nın tepkisini izlediğini belirtti.

AB liderleri, daha sonra Ukrayna konusundaki görüşmelerine Zelenskiy olmadan devam ettiler.

Kallas: AB-ABD ticaret savaşının tek kazananı Çin olur

AB’nin en üst düzey diplomatı Kaja Kallas, Avrupa ve ABD arasında yaşanacak bir ticaret savaşından tek kazançlı çıkanın Çin olacağı uyarısında bulunarak bu tür çatışmaların gerçek bir kazananı olmadığını vurguladı.

ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın gümrük vergisi tehditlerine yanıt veren Bakan, bunun sonuçlarına Amerikan vatandaşlarının da katlanacağını belirterek ticari ilişkilerde dikkatli olunması çağrısında bulundu.

‘2025’te adım atmamız gerekiyor’

Avrupa Konseyi toplantısında Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola, Avrupa’nın küresel sahnedeki konumunu sağlamlaştırmak için AB liderlerini 2025 yılında “adım atmaya” çağırdı.

AB’nin yakın çevresine de değinen Metsola, Rusya’nın Moldova, Gürcistan ve Batı Balkanlar’a müdahalesi konusunda uyarıda bulunarak genişleme çabalarının hızlandırılması gerektiğini savundu. Romanya ve Bulgaristan’ın Schengen bölgesine tarihi entegrasyonunu kutlayan Metsola, Belarus, Orta Doğu ve Suriye’deki krizlerin ele alınmasında Avrupa liderliğinin öneminin altını çizdi. “Şimdi adım atma zamanı,” diyerek Avrupa için birlik ve kararlı eylem çağrısında bulundu.

AB’de liderlik boşluğu

Durukan, özellikle Almanya ve Fransa’daki siyasi krizlerden kaynaklanan, 2025 yılında AB’nin karşı karşıya kalacağı önemli liderlik zorluklarının altını çizdi. Durukan, “Fransa ve Almanya’daki siyasi krizler bir liderlik boşluğu yaratarak ekonomik sorunların üstesinden gelinmesini zorlaştırdı. Fransa’da hükümet güven oylamasının ardından çöktü, Almanya’da ise koalisyon bozuldu ve Şubat 2025’te erken seçimlere gidildi. OECD’nin Almanya ve Fransa için büyüme tahminlerini düşürmesiyle birlikte ekonomik görünüm de pek parlak değil. Donald Trump’ın ABD başkanı olarak geri dönmesi, potansiyel ticaret gerilimleri ve değişen küresel dinamiklerle birlikte daha fazla komplikasyon yaratıyor,” ifadesini kullandı. Bu aksaklıklar bir liderlik boşluğu yaratarak AB’nin daha geniş ekonomik ve jeopolitik meseleleri ele alma kabiliyetini zorlaştırdı.

Ayrıca OECD’nin Almanya ve Fransa için büyüme tahminlerini düşürdüğüne dikkat çekerek mali istikrarsızlığa işaret etti: “Draghi’nin raporu AB’nin rekabetçi kalabilmesi için yıllık 750-800 milyar avro yatırım yapması gerektiğini ortaya koyuyor.” Siyasi anlaşmazlıkların ortasında böyle bir planı uygulamanın zorlukları Birlik için zorlayıcı olabilir.

Bu engellere rağmen, AB-Mercosur ticaret anlaşması ve teknolojik liderlik gibi girişimler de dahil olmak üzere AB’nin stratejik bağımsızlığını güçlendirmeye yönelik devam eden çabaları kabul etti. Ancak siyasi bölünmelerin ve aşırı sağ partilerin yükselişinin AB’nin birliğine ve küresel duruşuna olan güveni aşındırdığı konusunda uyarıda bulundu. Durukan, “Önümüzdeki aylar, birlik hem iç hem de dış baskılarla mücadele ederken oldukça önemli olacak”, diye konuştu.

Ukrayna’ya yardım gelecekteki bölünme endişelerini artırıyor

Avrupa Konseyi’nin Ukrayna’ya desteğini teyit etmesiyle ilgili olarak Durukan, AB’nin kararlılığının kanıtı olarak 2024-2027 yılları için 50 milyar avroluk yardım paketini ve 2025 yılında 18,1 milyar avro tahsis etme planlarını vurguladı. Durukan, “Ukrayna’nın geleceğiyle ilgili kararlara katılımının sağlanmasına yapılan vurgu açık bir dayanışma mesajıdır,” değerlendirmesini yaptı.

Ancak Durukan, başta Macaristan’ın direnişi olmak üzere üye devletler arasındaki farklı çıkarların potansiyel engeller olarak ortaya çıkardığı engellere işaret etti. Durukan, “Uzun süren çatışmalar, ekonomik baskılar ve iç siyasi değişimler önümüzdeki aylarda bu bölünmeleri daha da derinleştirebilir,” dedi.

Kısıtlamalar arasında iklim eylemi

Sonuç bildirgesinde ayrıca iklim değişikliği ve çevresel bozulma nedeniyle doğal afetlerin sayısının artmasının önemi vurgulandı. Fransa ve İspanya, son aylarda doğal afetler nedeniyle önemli zorluklarla karşı karşıya kaldı. AB’nin bütçe kısıtlamaları ve artan savunma harcamaları ile 2025’teki iklim hedeflerini dengelemesi gerekiyor:

“AB, Avrupa İklim Yasası ve ‘Fit for 55’ paketi gibi yasal çerçeveler yoluyla iklim hedeflerine ulaşmak için kararlı adımlar atmaktadır. Ayrıca, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını yüzde 55 oranında azaltmayı hedefleyen AB, 2026 yılından itibaren ithalatta karbon fiyatı getirecek olan CBAM’ı uygulamaya koyacaktır. Dolayısıyla bu sistem karbon kaçağını önleyecek ve küresel iklim eylemini teşvik edecektir.”

Artan savunma harcamaları ışığında Durukan, “AB, askeri tesislerde enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kullanımını entegre ediyor, böylece güvenliği sürdürülebilirlikle uyumlu hale getiriyor. Ayrıca, Avrupa İklim Değişikliği Bilimsel Danışma Kurulu ilerlemeyi izleyecek ve şeffaflığı arttırarak bağımsız bilimsel tavsiyelerde bulunacaktır,” ifadelerini kullandı.

İleriye bakıldığında, yeni Komisyon’un 2040 iklim hedeflerini ve sektöre özel yol haritalarını belirlemesinin önemini vurguladı. Durukan sözlerini şöyle sonlandırdı:

“Bu hedeflere ulaşmak için sürdürülebilir rekabetçiliğe odaklanılması ve kapsayıcılık ve ekonomik uygulanabilirliğin sağlanması için adil geçiş reformlarının yapılması gerekecektir.”

Okumaya Devam Et

AVRUPA

AfD’nin seçim programına kısa bir bakış

Yayınlanma

Yazar

23 Şubat’ta yapılacak federal erken seçimlerde Hıristiyan Demokratların (CDU/CSU) ardından ikinci sırada yer alması beklenen Almanya için Alternatif (AfD), seçim programını açıkladı.

AfD seçim manifestosunu 11 ve 12 Ocak tarihlerinde Riesa’da yapılacak parti konferansında kabul etmeyi planlıyor.

AB’den ayrılma (“Dexit”) ve Avro bölgesinden ayrılarak Alman markının yeniden tedavüle sokulmasının yanı sıra, ucuz doğalgaz için Rusya’ya uygulanan yaptırımların kaldırılması da ana programda yer alıyor.

AfD kömür ve nükleer enerjiyi destekliyor. Parti ayrıca sınırda geri gönderme ve gözaltı çağrısında bulunuyor ve sığınmacılar ile vatandaşlık yardımı alanlara yönelik yardımların ciddi şekilde kısıtlanmasını istiyor.

İktisadi politikalar söz konusu olduğunda ise veraset ve servet vergisi kaldırılacak ve kurumlar vergisi azaltılacak.

AfD taslakta piyasa ekonomisine bağlı kalıyor. Devlet müdahalesinin en aza indirilmesini savunan AfD’ye göre otomotiv endüstrisi lider sektör.

Parti, elektrikli mobilitenin artık tercih edilmemesini ve şarj altyapısının artık kamu tarafından finanse edilmemesini istiyor.

Etno-milliyetçi ve maskülen aile politikası?

AfD, Alman ekonomisinin kalifiye işgücü sorununun çözümünü, “Alman halkını korumayı” amaçlayan ve göçmen kökenli vatandaşları dışlayan aile politikasında arıyor gibi görünüyor.

Parti, her ne kadar parti bunu bazı formülasyonların arkasına gizlemek istese de, şöyle söylüyor: “AfD, etkinleştirici bir aile politikası aracılığıyla doğum oranlarında artış ve böylece Almanya’da demografik dönüş için çabalıyor, bu da … kültürel aktarımımızı da sağlıyor…”

“Etkinleştirici aile politikası”, her ek çocuk için ikramiye ve vergi indirimi anlamına geliyor: kreş yerine çocuk bakım maaşı, çocuk başına 20.000 avroluk emeklilik katkı payının geri ödenmesi ve her ek çocukla birlikte kısmen feragat edilen evlilik başlangıç kredileri.

Programda, “İdeal olarak aileler tek maaşla yaşayabilmeli ve iki işte çalışmak zorunda kalmamalı,” deniyor. AfD, hangi ebeveynin evde kaldığı konusuna değinmiyor fakat toplumsal rol modelleri ve kadın ve erkek arasındaki ücret farkı göz önüne alındığında, kimin etkilendiği açık görünüyor.

Yine AfD, fırsat eşitliği memurlarının aile memurlarına dönüştürülmesi talebini öne sürüyor.

Kürtaj söz konusu olduğunda da AfD daha kısıtlayıcı politikalar öneriyor: Kürtaj çok daha zor olacak ve “kriminolojik ve tıbbi endikasyonlar gibi mutlak istisnalar” olarak kalacak.

Programda hamilelik danışmanlığı, hamile kadınlara ultrason görüntülerinin gösterilmesini zorunlu hale getirerek ve kürtaj hakkında bilgi verilmesini yasaklayarak, “Doğmamış yaşamı korumaya hizmet etmelidir.,” deniyor.

Emeklilik tartışması: CDU ile benzer söylemler

AfD’nin vergi politikalarının ana hatları, diğer alanlardaki “ideolojik politika önlemlerini” azaltarak, emeklilik fonuna vergi artışı olmadan daha yüksek sübvansiyon, esnek emekliliğin 45 yıl çalıştıktan sonra mümkün kılınması ve emeklilik fonuna daha fazla katılımcı çekmek ile şekilleniyor.

AfD, 2025 Federal Meclis seçim bildirgesinde emeklilerin çalışması için teşvikler yaratmak istediğini belirtiyor. Parti bu amaçla 12.000 avroluk ek bir temel vergi indirimi öneriyor.

AfD, birkaç ay önce bunun için federal hükümete de bir başvuruda bulundu. Öneriye göre, şu anda 66 olan standart emeklilik yaşına ulaşan herkes vergiden muaf ödenekten yararlanacak.

Önergeye göre, Federal Meclis federal hükümeti ilgili bir yasa tasarısı sunmaya çağırmalı ve vergiden muaf ödeneğin verilmesi için “fiilen emekli maaşı alınıp alınmadığı önemsiz” olmalı.

Emeklilerin daha fazla çalışmasını sağlamaya yönelik bu girişim , CDU’nun emeklilere yönelik önerisini anımsatıyor. CDU Genel Sekreteri Carsten Linnemann Kasım 2024’te Frankfurter Allgemeine Zeitung’a (faz) verdiği bir mülakatta, “Yasal emeklilik yaşına ulaşmış ama kendini zinde hisseden ve gönüllü olarak çalışmaya devam etmek isteyen kişilerin örneğin vergiden muaf olarak ayda 2.000 avroya kadar kazanmalarına izin verilmelidir,” demişti. Bu öneri CDU’nun seçim programında da yer alıyor.

Emekli maaşları konusunda bir diğer tıkanma noktası da 45 yıllık sigortalılık süresinin ardından kesintisiz emekli maaşı anlamına gelen “63 yaşında emeklilik.” AfD, 45 yıl prim ödedikten sonra esnek bir emeklilik yaşı sağlayacak olan “kesintisiz emeklilik 45 Plus” uygulamasının başlatılmasını öneriyor.

Bir başka öneri de dul aylığı ile ilgili. Kural olarak dul eşlerin, dul aylığının yanı sıra ek gelir elde etmelerine izin veriliyor. Hatta Temmuz 2024’ten bu yana, dul aylığı alma haklarını kaybetmeden ayda brüt 1.730 avroya kadar gelir elde etmelerine izin veriliyor. Bu meblağ, henüz normal emeklilik yaşına ulaşmamış dullar ve dul eşler için geçerli.

AfD şimdi dul ve yetimlerin ek kazançlarının ölüm aylığından tamamen çıkarılmasını talep ediyor. AfD Milletvekili Gerrit Huy Kasım 2024’te yaptığı açıklamada, “Mevcut sınırlama sadece mağdurların bağımsızlığını engellemekle kalmıyor, aynı zamanda ekonomimiz üzerinde büyük bir yük olan kalifiye eleman sıkıntısını da artırıyor,” demişti.

Zenginler için vergi indirimleri mi?

Ekonomist Achim Truger taz gazetesi için yaptığı bir analizde, AfD’nin seçim programının öncelikle zenginleri kayırırken, orta ve alt gelir gruplarına daha ağır yükler getirdiği sonucuna varıyor.

Truger, “Vergi politikası söz konusu olduğunda AfD, CDU … ve FDP ile aynı çizgide yer alıyor,” diyor.

Truger’e göre, AfD’nin programı, “AB’ye yönelik milliyetçi düşmanlık ve iklim karşıtı politikalarla süslenmiş katı bir neoliberalizm.”

Ekonomist, AfD’nin ekonomi politikası taleplerinin, “sosyal yönleri de olan emeklilik sisteminde bir kırılma ile neoliberal vergi indirimi politikaları” olduğunu savunuyor.

AfD, yasal emekliliği güçlendirmek ve yüzde 70’lik bir emeklilik seviyesine ulaşmak istiyor. Fakat Truger finansman konusunda büyük soru işaretleri görüyor: daha yüksek maliyetler daha yüksek katkı payları gerektiriyor ve AfD bunu vergi indirimleriyle dengelemek istiyor.

Gelir vergisi kesintilerinden en çok üst gelir dilimleri faydalanıyor. Truger, “Ek yükün alt orta ve orta sınıflar tarafından karşılanması gerekecek,” diyor.

AfD ayrıca, son zamanlarda sıkça tartışılan anayasal borç frenine de uymak istiyor.

Ukrayna’ya “tarafsız devlet” statüsü

AfD Avrupa’daki dış politika söz konusu olduğunda ana akım Alman siyasetinden farklı bir tutum takınıyor gibi görünüyor.

Rusya’ya yönelik iktisadi yaptırımların kaldırılmasını isteyen parti, Ukrayna’nın “NATO ve AB dışında tarafsız bir devlet” olması gerektiğini savunuyor. 

“Rusya onlarca yıldır, enerji yoğun sanayimiz nedeniyle Alman ekonomisinin yumuşak karnı olan uygun fiyatlı enerji tedarikinin güvenilir bir tedarikçisi ve garantörü olmuştur,” diyen AfD, Rusya ile engelsiz ticaretin yeniden tesis edilmesi çağrısını yapıyor.

Kuzey Akım boru hatlarının onarılmasını isteyen parti, Almanya’nın Avrasya Ekonomik Birliği ile ilişkilerinin genişletilmesi gerektiğini savunuyor.

Bundeswehr’e daha fazla bütçe

Öte yandan AfD, NATO çerçevesine oturtmasa da Alman Silahlı Kuvvetleri’nin (Bundeswehr) “iyi finanse edilmesini” ve “personel açısından güçlendirilmesi” gerektiğini ileri sürüyor.

“Savunma politikası – Almanya’nın kendini savunma yeteneğini yeniden kazanması” başlıklı bölümde AfD, “Alman silahlı kuvvetleri, on yıllardır süren kronik yetersiz finansman, Bundeswehr stoklarından Ukrayna’ya devam eden operasyonel malzeme ve silah sistemleri transferi ve Ukraynalı askerlerin eğitiminin birlikler üzerinde yarattığı kalıcı baskı nedeniyle perişan bir durumda,” iddiasında bulunuyor.

Ulusal ve ittifak savunmasının ana misyonunun yeniden yerine getirilebilmesi için silahlı kuvvetlerin sadece mali açıdan iyi bir şekilde donatılması değil, aynı zamanda özellikle teçhizat ve personel açısından operasyonel hazırlıklarının da başlatılması gerektiğini savunan AfD,  Almanya’da özerk ve etkin bir savunma teknolojisi endüstrisinin geliştirilmesi çağrısında bulunuyor.

AfD, “Devlet ve devlet dışı aktörlerin yeni hibrit tehditleri ve siber saldırıları, bu alanda Bundeswehr’in büyük ölçüde güçlendirilmesi yoluyla dikkate alınmalıdır. Ayrıca potansiyel düşmanları kritik altyapılara saldırmaktan caydırmak için saldırgan siber yeteneklerin geliştirilmesi çağrısında bulunuyoruz,” diye yazıyor.

Askerlerin motivasyonunun ve “Almanya’ya bağlılıkları”nın, savunma durumunda zafer ya da yenilginin belirlenmesinde belirleyici faktörler olduğunu savunan AfD, “Bundeswehr bu nedenle bir kez daha güçlü bir birlik ruhu, gelenek ve Alman değerlerini geliştirmelidir,” diyor.

“Askerin erdemleri onur, sadakat, yoldaşlık ve cesarettir,” iddiasını dile getiren parti, Bundeswehr’in “Alman askeri tarihinin en iyi geleneklerini yaşatması” gerektiğini vurguladı.

AfD ayrıca sivil halk için “operasyonel bir altyapının kurulması ve genişletilmesi” çağrısında bulundu.

ABD ile ilişkiler: Amerikan füzelerine itiraz

AfD, ABD ile iyi ilişkilerin özellikle iktisadi, teknolojik ve bilimsel işbirliği açısından Almanya ve Avrupa için çok önemli olduğuna işaret ediyor.

Öte yandan parti, ABD’nin jeopolitik ve iktisadi çıkarlarının, Almanya ve diğer Avrupa devletlerinin çıkarlarından giderek farklılaştığına değiniyor.

AfD bu nedenle, “Almanya, ABD’nin başka güçler lehine aldığı kararlar nedeniyle kendisinin başka güçlerle çatışmaya sürüklenmesine izin vermemelidir,” diyor.

AfD, uzun menzilli ABD silah sistemlerinin (seyir füzeleri, insansız hava araçları ve roketler) Almanya’da konuşlandırılması planını da reddettiğini ilan etti.

Çin ile temasta ihtiyatlı yaklaşım

AfD programında, Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkilerin “Almanya’nın gerçek siyasi çıkarlarına yönelik” olması gerektiği vurgulanıyor.

Çin ile iktisadi, bilimsel ve kültürel temasları artırmak istediklerine işaret eden AfD, “Çin, hem rakip hem de ortak olarak Almanya için son derece önemli bir ticaret ortağıdır,” diyor.

İlişkileri daha da ilerletmenin Almanya’nın çıkarına olacağını belirten AfD, bununla birlikte bunun ancak “rekabette eşit haklar ve adaleti gözeterek” ve “Alman teknolojisini hortumlanmaktan ve satılmaktan koruyarak” olacağını dile getiriyor.

Türkiye’ye “kültürel olarak Avrupalı değil ama ortağımız” vurgusu

AfD, Türkiye’nin kültürel olarak Avrupa’nın bir parçası olmasa da, Almanya için “önemli bir stratejik ve iktisadi ortak” olduğunu savunuyor.

AfD’nin, “Yurtdışından islamcı ve milliyetçi gruplara ideolojik ya da mali destek yoluyla içişlerimize müdahale edilmesini reddediyoruz,” demesi ise dikkat çekti.

Orta Doğu’da barışa giden yolun “terör, savaş ya da uluslararası müdahale”den değil, “güven artırıcı önlemlerden” geçtiğine işaret eden AfD, “Hedef, uluslararası hukuk, eşitlik ve karşılıklı tanıma temelinde adil bir barıştır. Öncelikli çıkarlarımız, Orta Doğu’da yeni bir kitlesel göçün ve savaşın alevlenmesinin önlenmesidir,” diyor.

İsrail’e tam destek

“Antisemitizm ve islamcılık” meselesine de değinen program, “Almanya’daki Yahudi yaşamı esas olarak Yahudilere ve İsrail’e düşman olan Müslümanlar tarafından tehdit edilmektedir. Yahudilere yönelik saldırılar ve antisemitik hakaretler ceza hukuku kapsamında tutarlı bir şekilde cezalandırılmalıdır, diyor.

AfD ayrıca, göstericilerin “İsrail’in yok edilmesi çağrısında bulunduğunu” iddia ettiği Berlin’deki Kudüs Günü’nün de kalıcı olarak yasaklanmasını istiyor.

İslami kuruluşlara kamu kurumu statüsü verilmesini reddettiğini yineleyen AfD, “ilgili koşulların yerine getirilmesi halinde” islamcı örgütlerin ve cami cemaatlerinin sürekli olarak yasaklanmasını talep ediyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Almanya 2024’ü silahlanma rekorları ile kapatıyor

Yayınlanma

Alman hükümeti 2024 yılını silahlanma alanında birçok yeni rekorla kapatıyor. Çarşamba günü Federal Meclis Bütçe Komisyonu 38 yeni silahlanma projesini onaylayarak toplam sayıyı 97’ye çıkardı. Oysa geçen yıl bu rakam sadece 55’ti.

Buna ek olarak, Alman silah ihracatının değeri yıl sonundan önce 2023’teki bir önceki rekor rakamı önemli ölçüde aşmış ve şu anda 13,2 milyar avroya ulaşmış durumda. On yıl önce bu rakam sadece 4 milyar avro idi.

Almanya’nın askeri teçhizat ihracatının yüzde 62’sini tek başına karşılayan Ukrayna’nın yanı sıra Türkiye, İsrail ve Berlin’in gelecekte Rusya’dan silah alımının azaltılmasını istediği Hindistan gibi Çin’in potansiyel Asyalı rakipleri de tedarikçiler arasında üst sıralarda.

Yurtiçinde, silahlı kuvvetlerin tüm kolları, operasyonlarının dijitalleştirilmesi için milyarlar alan Alman ordusu (Bundeswehr) ve özellikle Alman donanması da dahil olmak üzere, büyük çaplı yeniden silahlanmadan yararlanıyor.

Alman ordusu, Rusya’ya karşı Kuzey Atlantik’te konuşlandırılabilecek 4,7 milyar avroluk denizaltılar ve takip maliyetleri de dahil olmak üzere muhtemelen 25 milyar avroluk yeni hava savunma fırkateynleri alacak.

Baltık’ta Rusya’ya karşı Norveç ile işbirliği

Özellikle Alman donanması, Federal Meclis Bütçe Komisyonu tarafından onaylanan tedarik planlarından özellikle faydalanacak. Halihazırda sipariş edilmiş olan iki denizaltıya ek olarak dört adet 212CD sınıfı denizaltı daha geliyor ve maliyetlerin yaklaşık 4,7 milyar avro olacağı tahmin ediliyor.

Denizaltılar Norveç ile birlikte geliştirildi fakat tüm sözleşme Kiel merkezli ThyssenKrupp Marine Systems (TKMS) firmasına verildi. Denizaltılar için sırasıyla hava savunma füzeleri ve sensörler üreten Diehl ve Hensoldt gibi diğer bazı Alman savunma şirketleri de üretimde yer alıyor.

Norveç, Oslo’nun güneybatısındaki Kongsberg’de bulunan Kongsberg Defence & Aerospace’e gidecek olan daha küçük üretim paylarıyla yetinmek zorunda kalacak.

Buna karşılık, Almanya ve Norveç tarafından ortaklaşa idame ettirilen bakım hangarı, potansiyel ana konuşlanma alanına yakın olma avantajına sahip olan Bergen’de (Norveç) yer alacak.

Rusya’ya karşı açık bir savaş durumunda, Norveç’in de altı adet tedarik etmek istediği denizaltılar, Rus Kuzey Filosunun Atlantik’e erişimini kesmek için kullanılacak.

Denizaltı sınıflarında Alman öncülüğü gözetiliyor ama ABD devrede

212CD denizaltı sınıfı, Alman hükümetinin özellikle yeni Ulusal Güvenlik ve Savunma Sanayi Stratejisi ile teşvik etmek istediği gibi, Alman liderliğinde Avrupa’da ortak savunma üretimi için örnek bir proje olarak görülüyor.

Bununla birlikte, planlanan yeni F127 fırkateyninde durum henüz böyle değil. İddiaya göre Bremen merkezli Lürssen tersanesinin bölünmüş denizcilik bölümü olan TKMS ve NVL gemiyi inşa etmek için ana sözleşmeyi alacak.

Bununla birlikte, hava savunması için Lockheed Martin tarafından üretilen ABD Aegis sisteminin kullanılması planlanıyordu fakat şimdi F127’nin Lockheed Martin Canada tarafından sunulan CMS 330 komuta ve silah dağıtım sistemi ile de donatılacağı bildiriliyor.

Bunun iki avantaj sunduğu belirtiliyor: Birincisi, herhangi bir ABD bileşeni içermiyor, bu nedenle ABD onayı olmadan ihraç edilebilir; ikincisi, Alman savunma şirketi Hensoldt’un radarları gibi “diğer sensörler ve efektörlerle de etkileşime girebileceği” söyleniyor. Bu nedenle üretimin daha fazla “Avrupalılaştırılması” mümkün.

Bütçe komisyonu şimdi F127 fırkateyninin inşasına başlama kararı aldı. Maliyetin 15 milyar avro olduğu tahmin edilirken, takip maliyetlerinin de 10 milyar avroyu bulacağı söyleniyor.

Bundeswehr’in tamamında büyük yeniden yapılanma faaliyeti devam ediyor

Federal Meclis Bütçe Komisyonu tarafından finansmanı onaylanan silahlanma projeleri silahlı kuvvetlerin diğer tüm kollarını kapsıyor.

Roket topları ve termal görüntüleme ekipmanlarının yanı sıra Alman ordusu “Kara Operasyonlarının Dijitalleştirilmesi” projesi için IT teknolojisi alacak; bu projenin maliyetinin birkaç milyar avro olacağı tahmin ediliyor.

Hava Kuvvetleri için Patriot füzeleri ve Iris-T hava savunma sistemleri için güdümlü füzelerin yanı sıra bir uzay gözetleme radarı planlanıyor. Diğer hususların yanı sıra, siber kuvvetlere 24 adet esnek konuşlandırılabilir veri merkezi ve zırhlı ve zırhsız araçlarla destek alanı sağlanacak.

Bütçe Komisyonu toplam 38 yeni projeyi onaylayarak 2024 yılı için toplam proje sayısını 97’ye çıkardı. Savunma Bakanlığı sadece 38 yeni projenin toplam mali hacminin 21 milyar avro olduğunu belirtiyor ki bu rakamın sadece ilk projenin değil, F127 hava savunma fırkateynlerinin tamamının tedariki için gereken fonları içermediği düşünülüyor.

İhracat rekoru: Ukrayna savaşı Alman silah sanayiine yaradı

Çarşamba günü de Federal Ekonomi Bakanlığı Almanya’nın silah ihracatına ilişkin yeni rekor rakamları açıkladı.

Bu rakamlara göre, askeri teçhizat ihracatı için verilen lisanslar geçen yıl 12,13 milyar avroluk rekor değere ulaşmıştı. Bu yıl Alman hükümetinin silah ihracatı lisansları yeniden 13,2 milyar avroluk yeni bir rekor değere yükseldi; üstelik bu değere 17 Aralık’ta ulaşıldı. Yılın son günlerinde ilave bir artış da göz ardı edilmiyor.

Karşılaştırma yapmak gerekirse, 2014 yılında Berlin 4 milyar avronun biraz altında bir değerde askeri teçhizat ihracatına izin vermişti. Bu sadece on yıl içinde yüzde 200’den fazla bir artış anlamına geliyor.

Bu artışın ana nedeni Ukrayna’ya yapılan silah sevkiyatları. Alman hükümeti geçen yıl Kiev’e 6,06 milyar avro değerinde silah sevkiyatına izin verirken, bu yıl yaklaşık 8,1 milyar avro değerinde lisans verildi. Almanya’nın tüm askeri teçhizat ihracatının yaklaşık yüzde 62’sini tek başına bu oluşturuyor.

Alman silah ihracatında Türkiye beşinci sırada

İsrail, hem 2023 hem de 2024’te Alman askeri teçhizatının küresel alıcıları sıralamasında 487,6 milyon avroluk askeri teçhizat teslimatı lisansıyla ilk 10’da yer aldı.

Bu yıl, önceki yıllarda Almanya ile ilişkileri “limoni” olan Türkiye 230,8 milyon avroluk lisansla beşinci sırada yer aldı.

Orta Doğu’da Birleşik Arap Emirlikleri 2024 yılında yaklaşık 146,6 milyon avro değerinde Alman askeri teçhizatının ithalatı için verilen lisanslarla eklendi.

Alman silah tekellerinin Asya’ya ilgisi artıyor

Fakat her şeyden önce Alman hükümeti, Batılı güçlerin Çin’e karşı güç mücadelesinde müttefik olarak dahil etmek istedikleri ülkelere askeri teçhizat ihracatına izin verdi. Bu ülkelerden biri, Berlin’in geçen yıl 256,4 milyon avro değerinde silah alımına izin verdiği Güney Kore.

İkinci olarak, Alman hükümeti bu yıl Singapur’a 1.218 milyar avro değerinde askeri teçhizat satın alma yetkisi verdi.

Bunlara ek olarak Alman hükümetinin kendisine sıkı sıkıya bağlamak istediği Hindistan var. Berlin, Yeni Delhi’nin özellikle Moskova’dan savunma tedarikine olan bağımlılığını azaltmak istiyor.

Geçtiğimiz iki yıl içinde Almanya’nın Hindistan’a silah ihracatı için verdiği lisanslar toplam 437,6 milyon avroya ulaştı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English