Amerika
Robert D. Kaplan yazdı: Trump’ın Yeni Haritası

ABD’li meşhur uluslararası ilişkiler analisti Robert D. Kaplan, Foreign Policy’de Donald Trump’ın politikalarının NATO ve Avrupa’daki müttefiklerle ilişkilere yansımasını yazdı.
Daha önce, Pentagon, CIA ve ABD Dışişleri Bakanlığı’na danışmanlık yapmış olan Kaplan; özellikle ABD Savunma Bakanlığı’na stratejik analizler sunmuştur ve “Amerikan stratejik düşüncesinin önemli seslerinden biri” olarak değerlendirilmektedir.
Uluslararası ilişkileri realist perspektiften değerlendiren Kaplan, jeopolitikte özellikle coğrafyanın belirleyiciliğine vurgu yapmaktadır ve bu yönüyle ‘aşırı determinist’ olmakla eleştirilmektedir.
Robert D. Kaplan’ın ABD’nin küresel rolü, Çin’in yükselişi, Avrupa’nın stratejik geleceği ve Ortadoğu’daki çatışmalar hakkında çalışmaları mevcuttur.
Kaplan, Foreign Policy’de yayınlanan son makalesinde, Avrupa’nın doğuda Rusya tehdidi ve güneyde Orta Doğu ve Afrika’dan gelen göçün yol açtığı siyasi çalkantılarla zayıflayıp bölündüğünü ve Trump’ın dünyasında Avrupa’nın öneminin giderek azaldığını söylüyor. Kaplan’a göre, Trump’ın coğrafi genişleme arzusu, ABD’nin geleneksel sınırlarının ötesinde stratejik olarak önemli bölgeleri kontrol altına alma ya da nüfuzunu artırma fikrine dayanıyor. Ve bu strateji ABD’nin geleneksel müttefikleriyle arasını açarak, NATO ittifakına da zarar verebilir.
Makaleyi sizler için çevirdik:
Trump’ın Yeni Haritası
Amerika’nın ilk post-okuryazar başkanının sırtını dayayabileceği tek coğrafya var.
Robert D. Kaplan, Foreign Policy
25 Şubat 2025
Dönemin ABD Savunma Bakanı Robert M. Gates, 2011 Haziran’ında Brüksel’de yaptığı kehanet gibi bir konuşmada Washington’un Avrupalı müttefiklerini, kendi güvenlikleri için önemli ölçüde daha fazla ödeme yapmaya başlamadıkları takdirde NATO’nun bir gün geçmişte kalabileceği konusunda uyardı. Gates kendisinin “müttefiklerini savunma harcamaları için üzerinde anlaşmaya varılan NATO kriterlerini yerine getirmeleri için özel olarak ve kamuoyu önünde, çoğu zaman da bıkkınlıkla teşvik eden bir dizi ABD savunma bakanının sonuncusu” olduğunu belirtmişti.
O dönemde NATO’nun 28 üyesinden sadece beşi -Arnavutluk, İngiltere, Fransa, Yunanistan ve ABD- 2006 yılında taahhüt ettikleri gibi her yıl GSYİH’lerinin en az yüzde 2’sini savunmaya harcıyordu. Gates’e göre bu durum dramatik bir şekilde değişmedikçe, “Amerikan siyasetinin geneli” arasında Avrupa’yı savunmak için “azalan bir iştah” olacaktı.
Avrupa’da değişim başladı ama belki de yeterince hızlı değil. Bugün NATO üyelerinin üçte ikisi yüzde 2 kriterini karşılıyor. Ancak Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı ve ABD Başkanı Donald Trump’ın müttefiklerden harcamalarını yüzde 5’e çıkarmalarını talep etmesi ışığında, Avrupa’nın önünde hala uzun bir yol var. Trump uzun zamandır NATO’yu küçümsüyor. Geçen yıl, Rusları, savunması için daha fazla ödeme yapmayan herhangi bir NATO ülkesine “ne isterlerse yapmaları” için cesaretlendireceğini söyledi. Bu arada Başkan Yardımcısı J.D. Vance, Avrupa Birliği’nin Elon Musk’ın iş platformlarını denetlemeye çalışması halinde ABD’nin NATO’ya desteğini çekebileceğini söyledi.
Bütçe tahsisleri konusundaki anlaşmazlık daha derin bir soruna işaret ediyor: Trump ve Vance’in popülist söylemlerinde de görüldüğü üzere, çok sayıda Amerikalı artık Avrupa’yı savunmayı pek de önemsemiyor.
ABD’nin Avrupa’ya yönelik tutumundaki bu değişim şaşırtıcı olmamalıdır. NATO yaklaşık 80 yıldır varlığını sürdürüyor. Bu modern tarih için uzun bir süre, özellikle de bilgi, ekonomi, hava yolculuğu, göç modelleri ve kimliğin kendisini etkileyen hızlı teknolojik değişim çağında.
NATO İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra kurulduğunda, Amerika Birleşik Devletleri tüm küresel üretim kapasitesinin yarısından fazlasına sahip olarak dünyaya hükmediyordu. Bu rakam günümüzde yüzde 16 civarına düşmüştür. Savaş sonrası dönemde ABD’nin yeni ittifaka hem liderlik etmesi hem de finanse etmesi doğaldı; ne de olsa Avrupa şehirleri hava bombardımanı nedeniyle dumanı tüten harabelerdi ve Joseph Stalin’in Sovyetler Birliği Batı Avrupa için ölümcül bir tehdit olarak beliriyordu. On yıllar boyunca bu dinamik değişti. Güvenliği büyük ölçüde ABD tarafından karşılanan Avrupa, vatandaşlarının iyi bir yaşam sürdüğü imrenilecek sosyal refah devletleri inşa etti. Stalin öldü, Batı Sovyetlerle yumuşamayı başardı ve Sovyetler Birliği daha sonra çöktü.
NATO, Soğuk Savaş’tan ve Rus emperyalizminin yeniden doğuşundan sonraki on yıllarda – Batı’da popülizmin ve kimlik politikalarının yükselişini de içeren bir dönem – büyük ölçüde, ittifakın ya İkinci Dünya Savaşı’nı ve Soğuk Savaş’ın ilk yıllarını iyi hatırlayan ya da hatırlayan insanlarla birlikte büyüyen ve onlara hayranlık duyan insanlar tarafından yönetilmesi sayesinde ayakta kalabildi. Ancak bu canlı tarihsel hafıza buharlaşıyor. Bu süreçte Amerikalılar kendi kimliklerinin daha eski, daha arkaik bir yönünü yeniden keşfettiler – Avrupalıların çok uzun zamandır ihmal ettiği bir yönü. Avrupa, ABD’nin Atlantik’e olduğu kadar Pasifik’e de bakan bir kıta olduğunu her zaman biliyordu, ancak bu bilgiyi hiçbir zaman kendi davranışlarını etkileyecek kadar içselleştirmedi.
ABD kimliği, en azından 20. yüzyılın başlarından bu yana, biri coğrafi diğeri Wilsoncu olmak üzere iki geniş olgu tarafından şekillendirilmiştir. Coğrafi olan bariz gibi görünse de pek çok insan için -özellikle de Avrupalı elitler için- aslında öyle değildir.
Büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’ni kapsayan Kuzey Amerika’nın ılıman bölgesi, Doğu Kıyısı boyunca uzanan derin su limanları ve Apalaş’tan geçerek bozkırın geniş ve zengin topraklarına ulaşan yollarıyla ulus olma yolunda mükemmel bir şekilde paylaştırılmıştır. Günümüzde Büyük Ovalar olarak bilinen suya hasret Büyük Amerikan Çölü, gerçek bir doğal engel olarak ortaya çıktı, ancak bir nüfusu Rocky Dağları üzerinden Pasifik Okyanusu’na taşımak için kıtalararası bir demiryolu inşa edildi. Coğrafya, dış dünyadan iki okyanusla ayrılmış uyumlu bir ulus yarattı ve içinde o kadar çok şey oluyordu ki – tüm sorunları ve olasılıklarıyla – dünyanın geri kalanı belirsiz kalabiliyordu.
Yine de Pasifik’e ulaşıldığında, Florida ve Teksas arasındaki Körfez Kıyısı’ndan bahsetmeye gerek bile yok, dikkate alınması gereken bir değil iki kıyı şeridi vardı. Bu, hem Avrupa hem de Asya’ya büyük deniz iletişim hatları açtı ve dış dünya ile güçlü bir ticarete olanak sağladı.
İşte burada ABD kimliğinin diğer yönü devreye giriyor: Wilsonculuk – ABD kıyılarının çok ötesinde özgürlüğün elde edilmesini ülkenin kendi güvenliği için gerekli görme ideolojisinin kısaltması. ABD’nin 28. Başkanı Woodrow Wilson, I. Dünya Savaşı’nın ardından ABD’yi uluslararası bir düzene sokmayı başaramamış olsa da, buharlı gemiler ve uçaklar ülkeyi Avrupa’ya daha da yakınlaştırmaya başlarken, ülkenin çabalaması için bir hedef yarattı. Wilson’un Avrupa kıtasının büyük bir bölümünde özgürlük ve demokrasinin kalesini kurma idealini gerçekleştirmek için Washington’u dünyanın en önde gelen gücü haline getiren İkinci Dünya Savaşı ve sonrası gerekecekti.
Tüm bunlar savaş sonrası yıllarda ne kadar açık ve arzu edilir görünse de, coğrafi açıdan tamamen doğal değildi. Amerika Birleşik Devletleri’nin daha iyi bir dünya uğruna yaptığı fedakarlıklar hakkında bilgi sahibi olmayı ve Washington’un Avrupalı köklerine -kan ve topraktan ziyade felsefi köklere- dayanan tarihsel akrabalık bağlarını gerektiriyordu. Tüm bunlar, elitlerin kanıksadığı ama kanıksamaması gereken bir okuma gerektiriyordu. Çünkü aradan seksen yıl geçtikten sonra, Soğuk Savaş’ın bilinçlerden silinmeye başlaması gibi, Atlantik ittifakının kuruluşuna dair canlı hafıza da yok olduğundan, bu gelenek ancak şimdi kitaplar ve eğitim yoluyla değerlendirilebilir.
Trump bu geleneğin mirasçısı değil. Gerçekten okumuyor. Kendisi post-okuryazar, yani sosyal medya ve akıllı telefonlar dünyasında yaşıyor ama yüzeysel de olsa anlatı tarihi çalışmalarına dalmış değil.
Dolayısıyla Batı’nın savaş sonrası destanını takdir etmiyor. NATO onun için sadece bir kısaltmadır, Nazi faşizmine karşı mücadeleden doğan, insanlığın gelmiş geçmiş en büyük askeri ittifakının çağrışımı değildir. ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Winston Churchill tarafından Ağustos 1941’de Kanada’nın Newfoundland kıyılarında imzalanan ve savaş sonrası dünya için ilham verici bir vizyon ortaya koyan Atlantik Şartı ya da Averell Harriman ve George Kennan gibi büyük ABD’li diplomat ve devlet adamlarının savaş sonrası düzeni nasıl inşa ettikleri hakkında muhtemelen hiçbir şey bilmiyor.
Trump tarih dışı olduğu için elinde sadece coğrafya var. Amerika Birleşik Devletleri’ni kendi başına var olan bir kıta olarak hayal ediyor ve Grönland ve Panama gibi elde etmeye yemin ettiği yerlerin karşılaştırmalı yakınlığını kaydediyor. Trump’a göre Grönland ve Panama Kanalı, ABD coğrafyasının mantığının organik uzantılarıdır, özellikle de Kuzey Kutbu’nda daha fazla donanma faaliyetinin görüleceği bir çağda.
Dikkate alınması gereken bir diğer faktör de teknolojinin coğrafyanın kendisini küçültüyor olmasıdır. Bu çok kademeli olduğu için gözden kaçırılması kolay bir değişimdir. Dünyanın bir bölgesindeki krizler diğer bölgelerdeki krizleri daha önce hiç olmadığı kadar etkileyebiliyor. Tarihi iyi okuyan bir zihin, bu gelişmeyi ABD’nin dünya çapında ittifaklarını güçlendirmesi için bir neden olarak görür. Ancak Trump’ın daha ilkel ve determinist dünya görüşüne göre, sürekli çatışma içinde olacak daha klostrofobik bir dünyada bölgesel etki alanlarını güçlendirme zamanıdır.
Trump’ın aklında Panama Kanalı’ndan Grönland’a kadar uzanan ve Kanada’nın ABD’ye tabi olduğu büyük bir Kuzey Amerika var gibi görünüyor. Trump’ın mitolojisine göre kader şimdi kendini tamamlamaya başlıyor: Bir zamanlar Kuzey Amerika’nın ılıman bölgesini doğudan batıya fethetmek anlamına gelen şey, şimdi kuzeyden güneye bir fetih gerektiriyor. Trump’ın Meksika Körfezi’ni “Amerika Körfezi” olarak yeniden isimlendirme girişimi her şeyi anlatıyor.
Avrupa’ya gelince, doğuda Rusya’nın tehdidi ve güneyde Orta Doğu ve Afrika’dan gelen göçün yol açtığı siyasi çalkantılarla daha da zayıflıyor ve bölünüyor. Marco Polo’nun Dünyasının Dönüşü adlı 2018 tarihli kitabımda yazdığım gibi, “Avrupa yok olurken, Avrasya bütünleşiyor.” Avrupa’nın eninde sonunda bir Avrasya güç sistemiyle birleşeceğini açıklamıştım. Rusya’yı Çin, İran ve Kuzey Kore ile daha derin ittifaklara sürükleyen Ukrayna’daki savaş bu teoriyi doğruladı. Günümüzün daha küçük dünyasında Avrupa kendisini Afro-Avrasya’daki çalkantılardan ayrı tutamıyor ve bu da onu Trump’ın yeni haritasında daha az değerli kılıyor. Wilsonculuk öldüğünde işte böyle olur.
Avrupalılar uzun yıllar boyunca ABD’nin Çin’e ve Doğu Asya’nın geri kalanına çok fazla ilgi göstermesinden endişe duydular. Sorun bundan daha derin. Trump, Çin’i tıpkı ABD gibi kendi kıtası ve güç bloğu olarak görüyor gibi görünüyor. ABD Başkanı Çin ile bir ticaret savaşı başlatabilir de başlatmayabilir de. Hatta Pekin ile ilişkileri geliştirmeye bile çalışabilir. Mesele şu ki, Çin, Trump’ın bölgelere göre bölünmüş bir Dünya görüşünde yer alıyor; oysa Avrupa, NATO ve Avrupa Birliği’ne rağmen, pek bir şey ifade etmek için yeterince birleşik değil.
Trump aynı zamanda elitlerden ve onların projelerinden de nefret eder ve NATO en üst düzey elit projesidir. İttifak üyeleri Gates’in 2011’deki azarlamasını ciddiye alıp savunma bütçelerini çok daha önce artırmış olsalardı, Trump şimdi daha farklı hissedebilirdi. Bunu yapmasaydı bile, en azından NATO müttefiklerine karşı kullanabileceği nispeten küçük Avrupa savunma bütçeleri gibi bir silaha sahip olmazdı ki bu da argümanını ciddi şekilde zayıflatırdı.
Bu arada, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk post-okuryazar başkanı, Avrupa’nın 1941’de Washington imdadına yetiştiğinden beri karşılaşmadığı bir meydan okumayı işaret ediyor. Soğuk Savaş ve sonrasında, Orta ve Doğu Avrupa’daki eski tutsak ulusların NATO’ya katıldığı dönem, gelecekte huzurlu ve mutlu bir zaman olarak görülebilir.
Amerika
Los Angeles eylemleri, devletin veri takibi endişelerini artırdı

Başkan Donald Trump’ın Los Angeles’taki protestolara verdiği sert tepki, Kaliforniya eyaletinin eyalet sakinlerinin kişisel verilerini Washington’dan korumak için harekete geçmesine neden oluyor.
Politico’da yer alan habere göre teknolojiye şüpheyle yaklaşan Kaliforniyalı Kongre üyeleri ve aktivistler, Trump yönetiminin, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza’nın (ICE) baskınlarına müdahale etmekle suçlanan göstericileri takip etmek ve cezalandırmak için teknoloji araçlarını kullanacağından korkuyor.
ICE’nin elindeki olası araçlardan biri, hava durumu uygulamalarından veri brokerlerine kadar her türlü kaynak tarafından toplanan ve satılan, insanların günlük hareketlerinin son derece ayrıntılı bir kaydı olan konum verileri.
Kaliforniya Demokratları, eyaletin halihazırda sıkı olan veri koruma önlemlerini güçlendirmek amacıyla bu yıl en az yarım düzine önlem aldı, fakat Sacramento’nun 12 milyar dolarlık bütçe açığı ile boğuşması nedeniyle bunların birçoğu rafa kaldırıldı.
Protestolar ve ICE baskınları ulusal ilgiyi üzerine çekerken, bu çabalar yeni bir anlam kazanıyor.
San Diego Demokratlarından Kaliforniya Meclis Üyesi Chris Ward, Politico’ya verdiği demeçte, konum verilerindeki bir boşluğu kapatmayı amaçlayan ve bu bahar reddedilen bir tasarıyı gelecek yıl yeniden sunabileceğini söyledi.
Kaliforniya’nın mevcut gizlilik yasaları, yerel kolluk kuvvetlerinin plaka verilerini ICE ve diğer federal kurumlarla paylaşmasını kısıtlıyor, fakat çevrimiçi konum verileri için standartlar daha zayıf.
Ward, Devlet Verimliliği Departmanı’nın (DOGE) Sosyal Güvenlik kayıtlarında saklanan hassas kişisel bilgilere erişim mücadelesini örnek göstererek, Trump’ın ICE soruşturmalarında konum verilerini kullanmayacağını “kesinlikle” düşünmediğini söyledi.
Ward, “Bunu nasıl paketleyip kendi çıkarları için yeniden kullanacaklarını kim bilebilir?” diye sordu.
Konum bilgilerini toplayan cihazlar ve uygulamalar, bu bilgileri veri aracıları ile paylaşabilir ve veri aracıları da kullanıcıların izni olmadan bu bilgileri ICE gibi federal kurumlara satabilir.
Geçen ay güncellenen Georgetown Hukuk Merkezi’nin Gizlilik ve Teknoloji raporuna göre, ICE’nin LexisNexis ve Thomson Reuters gibi veri aracıları ile kapsamlı satın alma sözleşmeleri olduğu ortaya çıktı.
Kaliforniya Başsavcısı Rob Bonta, mart ayında, Trump’ın göçmenlik politikalarına ilişkin endişelerini gerekçe göstererek, Kaliforniya’nın konum verilerini koruma kurallarını ihlal ettiği görülen işletmeleri soruşturma sözü verdi.
Gizlilik savunucuları, başkanın Los Angeles’taki protestoları askerlerle bastırma sözünün Kaliforniya Demokratlarının hassas kişisel bilgileri Trump yönetiminden koruması gerektiğini vurguladığını savunuyor.
Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de teknoloji hukuku profesörü Catherine Crump, federal kolluk kuvvetlerinin protestocuların konumlarını takip etmek için cep telefonu baz istasyonlarından ve otomatik plaka okuyuculardan elde edilen veriler gibi “çok sayıda” teknoloji aracına sahip olduğunu söyledi.
Trump tarafından atanan yetkililer, Los Angeles’taki protestocuları soruşturmak için şimdiden teknolojiyi kullanıyor.
Kısa süre önce Los Angeles’ta ABD savcısı olan eski eyalet meclisi üyesi Bill Essayli, bu hafta Fox LA’e yaptığı açıklamada, ofisinin kolluk kuvvetlerinin görevini engellemekle suçlanan protestocuları bulmak için mevcut tüm video ve sosyal medya kanıtlarını inceleyeceğini söyledi.
Güney Kaliforniya Cumhuriyetçisi Essayli pazartesi günü, memurlara cisim fırlattığı veya federal mülke zarar verdiği iddia edilen kişileri işaret ederek, “FBI her şeyi izliyor, emin olun. Sizi yakalayacağız,” dedi.
Gershenzon, konum verilerinin paylaşılmasının ifade özgürlüğüne yönelik baskıların önünü açabileceğini söyledi ve “Tüm bu konum verilerinin bu hükümetin eline geçmesi durumunda neler olabileceğini düşünmek korkutucu,” ifadelerini kullandı.
Şirketlerin konum bilgilerini federal kurumlara ve veri brokerleri gibi özel kuruluşlara satmasını yasaklayacak olan Ward’ın başarısız olan tasarısı, Kaliforniya’nın güçlü Meclis Tahsisat Komitesi’nin oylamaya sunulmasını engellemesi üzerine askıya alındı.
Ward, Tahsisat Komitesi’nin tasarısını neden engellediğinden emin olmadığını söyledi, fakat iş dünyası yanlısı gruplar bunun işletmelere “önemli” maliyetler getireceğini savundu.
Özellikle, federal yetkililerin Los Angeles’ta ICE karşıtı protestocuları izlemek için konum verilerini kullandığına dair henüz somut bir örnek yok. ICE ve Essayli’nin ofisinin sözcüleri, soruşturmacıların göçmenlik yasalarının uygulanmasını engellemekle suçlanan kişileri takip etmek için bu teknolojiyi kullanıp kullanmayacakları konusunda yorum yapmaktan kaçındı.
Fakat mahremiyet savunucuları, Trump’ın Los Angeles protestolarına verdiği tepkinin, milletvekillerini Ward’ın tasarısını yeniden gözden geçirmeye sevk etmesi gerektiğini söyledi.
Amerika
Cumhuriyetçi Parti’de Ukrayna çatlağı

ABD Kongresi’nde düzenlenen oturumda Cumhuriyetçi senatörler, Donald Trump yönetiminin Ukrayna’daki savaşı Rusya ile temasları artırarak bitirme çabasını sert bir dille eleştirdi. Savunma Bakanı Pete Hegseth’i hedef alan eleştiriler, Politico’nun haberine göre partinin dış politika konusundaki ‘bariz ideolojik bölünmesini’ gözler önüne serdi.
ABD Kongresi’nde 11 Haziran Çarşamba günü düzenlenen oturumda, Cumhuriyetçi senatörler Savunma Bakanı Pete Hegseth’i sert bir dille eleştirdi.
Eleştirilerin odağında, Donald Trump yönetiminin Ukrayna’daki savaşı Rusya ile temasları artırarak sonlandırma isteği yer aldı.
Politico‘nun değerlendirmesine göre göre bu durum, Cumhuriyetçi Parti içindeki “bariz ideolojik bölünmenin” giderek daha görünür hale geldiğini gösteriyor.
McConnell: Amerika’nın itibarı tehlikede
Daha önce Hegseth’in atanmasına karşı oy kullanan üç Cumhuriyetçiden biri olan Senatör Mitch McConnell, en sert tavrı sergileyen isim oldu.
Savunma bütçesinin görüşüldüğü oturumda Beyaz Saray’ın dış politika rotasını açıkça sorgulayan McConnell, “Amerika’nın itibarı tehlikede. Otoriter saldırganlara karşı müttefik demokrasileri savunmaya hazır mıyız?” diye sordu.
McConnell, Ukrayna’nın savaşı kaybetmesinin Amerikan diplomasisinin bir yenilgisi olabileceği uyarısında bulunarak, “Bir gün uyanıp ‘Rusya kazandı, Amerika kaybetti’ manşetlerini görmek istemiyoruz. Kongre üyelerinin çoğunluğunun hâlâ oynamamız gerektiğine inandığı rolü dünyada oynamaya devam etmeyi planlıyorsak bu kritik derecede önemli,” ifadelerini kullandı.
Politico‘ya göre, McConnell ile Hegseth arasındaki diyalog, Cumhuriyetçi Parti içindeki derin dış politika anlaşmazlıklarını nadiren görülen bir şekilde yüzeye çıkardı.
McConnell, Ronald Reagan çizgisinde ABD’nin küresel liderliği fikrine dayanan geleneksel kanadı temsil ederken, Hegseth ise ulusal çıkarlara ve “Önce Amerika” sloganına odaklanan Trumpçı yaklaşımı simgeliyor.
Bakan Hegseth doğrudan yanıttan kaçındı
McConnell, dördüncü yılına giren savaşla ilgili olarak Hegseth’e birkaç temel soru yöneltti. “Saldırganın kim olduğu” sorusuna Hegseth, “Saldırgan Rusya’dır,” yanıtını verdi.
Ancak kimin kazanmasını istediği sorulduğunda ise doğrudan bir cevap vermekten kaçınarak, Trump’ın barışçıl bir çözüme ulaşma arzusunda olduğunu belirtmekle yetindi.
Hegseth ayrıca, Barack Obama ve Joe Biden yönetimlerini “Rusya’ya karşı etkisiz politika” izlemekle ve Ukrayna’ya askeri yardımı geciktirmekle suçladı.
Bakan, Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasının ve geniş çaplı askeri müdahalenin başlangıcının bu yönetimler döneminde gerçekleştiğini hatırlattı.
Hegseth, “Vladimir Putin, Başkan Trump’ın güçlü olduğunu biliyor. Onun sözünün ağırlığı olduğunu biliyor. Ukrayna’da müzakereler yoluyla varılacak barışçıl bir çözüm, Amerika’yı güçlü gösterir,” dedi.
Ukrayna’ya askeri yardım programında kesinti
Senato’daki oturumdan bir gün önce Temsilciler Meclisi’nde de konuşan Pete Hegseth, Ukrayna’nın ihtiyaçları için Amerikan silahlarının satın alınmasını öngören Ukrayna Güvenlik Yardımı Girişimi (USAI) programı kapsamındaki harcamaların azaltıldığını duyurmuştu.
Donald Trump yönetiminin çatışmaya “tamamen farklı bir bakış açısına” sahip olduğunu vurgulayan Hegseth, “Müzakereler yoluyla barışçıl bir çözümün, özellikle de çok sayıda küresel zorluk göz önüne alındığında, hem Ukrayna’nın, hem Rusya’nın hem de ABD’nin çıkarına olduğuna inanıyoruz,” demişti.
Amerika
İsrail’in askeri planlarını sızdıran CIA analistine üç yıl hapis

Geçen yıl sosyal medyada hızla yayılan, İsrail’in İran’a yönelik askeri saldırı planlarına ilişkin çok gizli belgeleri sızdıran eski CIA analisti üç yıl bir ay hapis cezasına çarptırıldı.
Asif W. Rahman, Casusluk Yasasını iki kez ihlal ettiği suçlamasını kabul ederek, CIA analisti olarak çalışırken bir düzineden fazla gizli belgeyi sızdırdığını itiraf etti.
Rahman, FBI müfettişlerinin İsrail’in askeri hazırlıklarını ayrıntılı olarak anlatan iki belgenin indirilme izini Kamboçya’nın Phnom Penh kentindeki ABD Büyükelçiliğindeki Rahman’ın çalıştığı istasyona kadar takip etmesinin ardından geçen yıl tutuklanmıştı.
ABD yetkilileri, Ulusal Coğrafi Uzay İstihbarat Ajansına ait iki çok gizli belgenin ekim ortasında “Middle East Spectator” adlı bir Telegram kanalında yayınlandığını ve İran’a saldırı hazırlıklarıyla tutarlı olan İsrail havaalanındaki hava tatbikatları ve mühimmat araçlarının hareketlerini anlattığını, fakat hiçbir görüntü içermediğini söyledi.
Yetkililer, sızıntının diğer sosyal medya platformlarına da yayıldığını ve İsrail’in saldırı planını ertelemesine neden olduğunu söyledi.
Çok gizli belgelerin internette ortaya çıkmasından yaklaşık iki hafta önce, Tahran, Hamas ve Hizbullah liderlerinin öldürülmesine yanıt olarak İsrail’e yaklaşık 200 füze ateşlemişti.
Biden yönetimi, İsrail’in misilleme saldırısı hazırlıkları sırasında İran’ın nükleer tesislerini veya enerji tesislerini hedef almaması için kamuoyu önünde baskı yapıyordu.
ABD Bölge Yargıcı Patricia Tolliver Giles, Virginia eyaletinin Alexandria kentindeki federal mahkemede Rahman’ın cezasını açıklarken, “Bu davranışın ciddiyetinin ve ağırlığının abartılabileceğini düşünmüyorum. İstihbarat topluluğumuzun ülkemizin güvenliğini sağlama sorumluluğu vardır ve bu sorumluluğu herhangi bir şekilde tehlikeye atacak eylemler, hepimizi tehlikeye atar,” dedi.
34 yaşındaki Rahman, kamuya açık mahkeme dosyaları veya yargılama süreçlerinde içeriği açıklanmayan ondan fazla gizli belgeyi sızdırdığını da itiraf etti.
Avukatları, Rahman’ın umut vaat eden bir hayat sürdüğünü, lise birincisi olarak mezun olduktan sonra Yale Üniversitesinden üç yılda onur derecesiyle mezun olduğunu ve finans sektöründeki kazançlı kariyerini bırakarak CIA’e katıldığını, fakat zorlu koşullar altında aylarca karar verme yetisinin bulanıklaştığını söyledi.
Adli psikolog, Rahman’ın Bağdat’taki travmatik görevinden ve geçen yıl çiftin Kamboçya’ya taşınmayı planlamadan hemen önce eşinin düşük yapmasından kaynaklanan ruh sağlığı sorunları olduğunu belirtti. Sonunda Rahman oraya tek başına taşındı.
Avukatları, Rahman’ın “Amerika Birleşik Devletleri’ne veya çıkarlarına zarar verme niyetinde olmadığını”, fakat “2023 sonbaharında Orta Doğu’da başlayan olaylardan” rahatsız olduğunu belirterek, bir yıl bir ay hapis cezası talep etti.
Rahman çarşamba günü hakim önünde yaptığı açıklamada, “CIA’e katıldığımda ettiğim yemini ihlal ettim ve meslektaşlarımı ve Amerikan halkını hayal kırıklığına uğrattım,” dedi.
-
Görüş1 hafta önce
ABD Dışişleri’nin Avrupa eleştirisi ne anlama geliyor?
-
Asya2 gün önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Avrupa1 hafta önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Rusya1 hafta önce
Ukrayna’dan Rus stratejik bombardıman üslerine kamyonlardan kalkan İHA’larla saldırı
-
Dünya Basını4 gün önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Dünya Basını1 hafta önce
Rusya ve Ukrayna heyetleri tekrar İstanbul’da: Masada neler var?
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savaş sonrası Suriye’yi dönüştüren ‘Sünni popülizm’