Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Rusya karşısında çöken Batı cephesi: Ukrayna ve İsrail

Yayınlanma

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, “İsrail’in güvenliği Almanya için bir ulusal güvenlik meselesidir” diyebilir.

Ancak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin; dili, dini ve tarihi bir olan sınır komşusu Ukrayna için ulusal güvenlik meselesi diyemez.

ABD Başkanı Joe Biden, “Eğer İsrail olmasaydı bir İsrail icat etmek zorunda kalırdık” diyebilir.

Ancak Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, burnunun dibindeki Tayvan ile birleşmeyi düşünemez. Hatta Tayvan’ın Çin’in bir parçası ve ulusal güvenlik meselesi olduğunu söyleyemez.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, “Biz Çin’e yaklaşmıyoruz. Çin, Batı’ya doğru ilerliyor” diyebilir. Dahası Çin’in ticari ve diplomatik ilişkilerini bile NATO için tehdit görebilir. Ancak Asya’da ilk kez açacakları NATO Japonya Ofisini tehdit görmez. Nitekim NATO’nun yıllardır Rusya’ya doğru çılgınlar gibi ilerlediğini de kabul etmez.

ABD ve Almanya için binlerce kilometre uzaklıktaki İsrail, bir ulusal güvenlik meselesi olabilirken Türkiye için Irak ve Suriye’deki terör örgütleri bir ulusal güvenlik meselesi olamıyor.

ABD ve AB ülkeleri yukarıdaki söylemlerini eyleme dökmekten geri kalmıyor. ABD, AB ve NATO; Ukrayna’da Rusya ile savaşırken Gazze’de ABD ile Avrupa Birliği’nin parası ve silahı İsrail için akıyor. Bunun yanında meşhur Batılı değerler, normlar, kurallar ve hukuk Ukrayna’da ayrı İsrail’de ayrı çalışıyor. Rusya’ya eşi benzeri görülmemiş ve sadece Batılı ülkeler tarafından 18.000 yaptırım uygulanırken, Putin kısa sürede savaş suçlusu ilan edildi. Ancak aynı sistem, hukuk, kurallar, değerler ve normlar İsrail ve Netanyahu için işletilmedi. Rus saldırganlığı diye yıllarca Batılılar tarafından dile getirilen tezler bugün Batının verdiği silahlar ile İsrail’in yaptığı soykırım neticesinde çöktü. Ukrayna ve İsrail’de yaşanan Batı ikiyüzlülüğü sonucu ABD ve Avrupa ahlaki savaşı kaybetti. Çünkü Latin Amerikalılar, Afrikalılar, Asyalılar ve hatta Avrupa halkları bile Batılı hükümetlerin İsrail’e verdiği desteğin ikiyüzlülük olduğunu düşünüyor. Batı’nın küresel ahlaksızlığı sonucu Orta Doğu’da yaşanan güven ve itibar kaybı BRICS ve BRICS ülkelerinin işine yaradığı tartışmasız. ABD ve Avrupa Birliği insanlığını, vicdanını ve hukukunu kaybetmişken Türkiye, Rusya, Çin, Brezilya, Güney Afrika gibi Batı dışı ülkeler insanlığın, vicdanın ve hukukun sözcüsü oldu. Gazze için toplanan BRICS bile ilk defa siyasi bir pozisyon alarak siyasi bir yorumda bulundu. Ukrayna ve Gazze savaşı Avrupa’yı ABD’nin hükmü altına alırken Asya, Afrika ve Latin Amerika arasındaki entegrasyonu değişik biçimlerde hızlandırdı. Afrika Birliği son zirvesinde Gazze halkıyla dayanışma içinde olduğunu belirtip ABD ve Avrupa’nın yapmadığı ateşkes çağrısında bulundu.

ABD’nin ve AB’nin önceliği Ukrayna yerine İsrail olunca Ukrayna’nın 2023’te düzenleyeceği “Barış Zirvesi’’ bile 2024 yılına ertelendi. Birde 2023 yılında Ukrayna’nın başarısız karşı taarruzu tüm soru işaretlerini beraberinde getirdi. Ukrayna’nın karşı taarruzunun başarısızlığı ABD, Avrupa Birliği ve NATO için büyük bir stratejik başarısızlık örneği oldu. Çünkü Ukrayna taarruzu; Batı’nın parası, Batı’nın silahı, Batı’nın teknolojisi ve Ukraynalı askerler ile yürütüldü. Ukrayna bugün tamamen ABD ve Avrupa’ya bağlı ve bağımlı bir sömürge ülkesine dönüştü. Maalesef Ukrayna özgürleşmedi, Avrupa gibi daha çok ABD’nin egemenliği altına girdi.

Rusya ve Putin ise Batı dışı dünyada hala saygı duyulan devlet ve lider konumundadır. Bunu ABD’nin geleneksel müttefikleri olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Putin’i samimi, gösterişli ve destansı şekilde karşılaması sırasında gördük. Savaş suçlusu iddia edilen bir lider ve ABD’nin baş düşmanı ilan edilen bir devlet Körfez’de itibar ve güven duyulan bir lider ve ülkedir. Hatta Kral Selman, Putin’i; “Krallık ve halkının özel ve çok değerli bir konuğu olarak” tanımladı. Bunun yanında İsrail’in Gazze saldırıları ile alakalı olarak birçok Arap lider Rusya lideri Putin’i aramasının yanında Netanyahu’nunda Putin ile görüştüğü unutulmamalıdır. Putin, Müslüman âlemine diplomatik ve ekonomik destek verirken Zelenski liderliğindeki Ukrayna İsrail’i destekledi. Oysa Hamas, Moskova’da ağırlandı. Gerçek şu ki Rusya tecrit edilemedi ve zayıflatılamadı tam tersine Putin iktidarını güçlendirdi. İç cephede Wagner lideri Prigojin ve Irkçı muhalif Navalny oyun dışı kaldı. Wagner Rus ordusuna bağlandı. Dış cephede ise Batı’nın son zamanlarda stratejik ortak olarak tanımladığı Kazakistan’ın lideri Tokayev, “Putin ve Rusya hala küresel gündemi şekillendiren bir lider ve ülke konumundadır. Rusya’nın tüm görüşleri tüm dünyada dikkate alınıyor. Rusya olmadan hiçbir sorun çözülemiyor” dedi. ABD ve Batı’nın Çin’e karşı kurtarıcı gördüğü Hindistan ise “Rusya için çok güvenilir ve değerli bir ortak’’ açıklamasında bulundu. Hatta Hindistan Dışişleri Bakanı tarafından Rusya, çok kutuplu dünyanın güçlü bataryası olarak tanımlandı.

Savaş ve yaptırımlarla geçen 2 yılda Rus devleti, Rus halkı, Rus ekonomisi ve Rus ordusu dayanıklılığını ve direncini tüm dünyaya ispatladı. Ukrayna ile birlikte ABD ve Avrupa Birliği’nde yorgunluk başlarken Ruslarda dinamizm yükseldi. Dahası savaş devam ederken Rus askeri gücü, Güney Afrika’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde ve Suudi Arabistan’da görücüye çıktı. Rus askeri endüstrisi savaşa ve yaptırımlara rağmen silah anlaşmaları yapmaya devam etti. Rusya bir yandan savaş ile mücadele ederken bir yandan dünyanın dört bir yanında askeri tatbikatlara katıldı. Rus savaş makinesinin kendini geliştirme, dönüştürme ve yenileme durumunu başarı ile gerçekleştirdiği görüldü. Hem askeri hem psikolojik üstünlüğü sağlayan Rus ordusu cephedeki durgunluk ve yorgunluk iddialarına rağmen ilerlemeye devam ediyor. Askeri inisiyatifi ele geçiren Rusya şuan elindeki toprakları kaybetmek bir yana Odessa ve Karadeniz kıyıları için hazırlanıyor. Rus ordusunun şuan dünyadaki savaşa en hazır ve en deneyimli ordulardan biri haline geldiğini Batılı otoriteler söylüyor. Bunun yanında Ukrayna savaşı Rusya’nın askeri mühimmat üretiminin Avrupa Birliği’nin toplamından çok daha üstün bir duruma gelmesine sebep oldu. Özellikle topçu mühimmatı ve füze konusunda Rusya kritik bir üretim gücüne dönüştü. Açıkçası NATO, Rusya’nın askeri üretim kapasitesini hafife aldı ve büyük bir hata yaptı. Ekonomik cephede ise Putin Rusya’sı; savaşa ve yaptırımlara rağmen ücret artışı, düşük işsizlik, sosyal destekler, enflasyonun düşük tutulması ve savaşın finansmanı konusunda büyük bir başarı gösterdi. Bu başarı 2023 yılında Rus ekonomisinin ABD ve Avrupa ülkelerinden daha fazla büyümesi ile taçlandırıldı. Artık yaptırımlarla mücadele konusunda Rusya tüm dünya ulusları ve devletleri için model ülke oldu. Rusya savaşa rağmen Afrika ülkelerine binlerce ton tahıl yolladı. Avrupa’ya bile hala Rus tahılı gidiyor. 18.000 yaptırım ile boğuşan Rusya hem Afrika’yı hem de Avrupa’yı besliyor. Gazze’ye gönderilen yardımları söylemiyorum bile.

Gazze demişken İsrail 4 ayda Gazze’de 30.000’e yakın insanı öldürdü. Bunların 12.000’i çocuk ve 8.000’i kadındı. Yaralı sayısı ise 70.000’e yaklaştı. Bu yaralılar asker değil, hep çocuk ve kadındı. Bu süreçte yüzlerce cami ve okul yıkıldı. Yüzlerce BM görevlisi ve gazeteci İsrail tarafından öldürüldü. Oysa 2 yılı geçen Rusya-Ukrayna savaşında 10.582 sivil ölürken bunun sadece 500’ü çocuktu. Yaralı sayısı ise 20.0000 civarındaydı. İsrail saldırganlığı ve vahşeti tüm dünyanın gözü önünde Batılı ülkelerin desteğiyle devam ederken Rus saldırganlığı hikâyesinin de gerçek olmadığı ortaya çıktı. Papa Francis bile İsrail’in Gazze’de terör taktiği uyguladığını açıklarken Rusya’yı böyle bir şey ile suçlamadı. Vatikan Dışişleri Bakanı, Francis’in Ukrayna konusunda “Batı’nın Papazı” olarak görülmek istemediğini ifade etti. Hatta küreselleşmiş ve çok kutuplu bir kilise de tarafsız bir Papa olacağı ifade edildi. Ancak İsrail konusunda Papa Francis’in gayet taraf olduğunu görüyoruz.

Papa kadar olamayan Batılı partnerlerimiz Türkiye başta olmak üzere devamlı Batılı olmayan birçok ülkedeki cezaevleri için eleştirel ve suçlayıcı raporlar yayınlıyor. Ancak İsrail cezaevlerinde hiçbir suçu bulunmayan binlerce Filistinli ile alakalı raporlar görmüyoruz. Batı hukuku, değerleri ve kuralları nerede sormak gerekiyor. İsrail 5.000 Filistinliyi yargılamadan cezaevlerinde tutuyor. Ancak ABD ve AB raporlarında bunlarla ilgili tek kelime yok. Bununla beraber İsrail’in, Gazze’ye saldırıları yanında Lübnan ve Suriye’de yaptığı saldırılarda uluslararası hukuka aykırıdır. Bir ülke düşünün komşularına saldıran, topraklarındaki insanları sorgusuz sualsiz tutuklayan, on binlerce çocuk ve kadını öldüren. Bugün Kore Demokratik Cumhuriyeti (Kuzey Kore) mi yoksa İsrail mi haydut bir devlet konumundadır. Orta Doğu’da model ülke görülen ve gösterilen İsrail’in saldırganlığı hatta yok ediciliği tüm dünyaya bambaşka bir fotoğraf gösterdi. Bu vahşet dolu fotoğraf yine kendini, sistemini, hukukunu ve değerlerini model gören ABD ve Avrupa Birliği’nin gerçek yüzünü gösterdi.

Son süreçte Amerikalı gazeteci Tucker Carlson tarafından gerçekleştirilen Putin röportajı X’te 200 milyondan fazla izlendi. Bunu hazmedemeyen Avrupa Birliği’nden Amerikalı gazeteciye yaptırım talebi geldi. Avrupa Birliği demişken IMF ilk kez savaştaki bir ülkeye yani Ukrayna’ya kredi vererek kendisi ile ters düştü. Daha ilginci Avrupa Birliği, Gürcistan’a aday ülke statüsü verirken, Ukrayna ve Moldova ile üyelik görüşmelerinin resmen açılmasına karar verdi. Bunların siyasi kararlar olduğundan şüphe etmemek gerekiyor. Çünkü AB kriterlerinin hiç birini karşılamayan bu ülkeler apar topar AB ile üyelik sürecine girmesi AB hukukuna, değerlerine ve teamülüne aykırıdır. Oysa birçok kriteri gerçekleştiren Türkiye 50 yıldır bekletiliyor. En kötüsü ise AB üyesi Macaristan, Ukrayna konusunda meşru veto hakkını kullanacak diye Avrupa Birliği tarafından ekonomisinin yıkılması ile tehdit edildi. AB hukuk sistemi bile durumun vahametini gösteriyor.

Rus anlatısının bizlere Batı’nın ikiyüzlülüğünü, tek taraflılığını ve hiç kimseye acımayacağını gösterdi. Düşünün ki Gazze ve Ukrayna’da ABD ve Avrupa Birliği hala ateşkes istemiyor. Oysa dokunulmaz olan BM tesisleri İsrail tarafından bombalanıyor ve BM çalışanları öldürülüyor. Batılı uluslararası sistemin ve örgütlerin çaresizliği alarm veriyor. Zaten İsrail, BM tarafından bu zamana kadar alınan 1.000 kararın hiç birine uymadı. Çünkü ABD ve AB tarafından hep desteklendi. Bu destek öyle aşırı dogmatik ve tutucu ki Amerika’da Harvard, Pensilvanya ve MIT öğrencileri Gazze’deki olayları protesto ettikleri için yargılanırken birde bu protestolara izin veren rektörler Kongre’ye ifade vermeye çağırıldı. Hatta biri istifa etmek zorunda kaldı. Özgürlük, insan hakları ve barış laflarını ağzından düşürmeyen ABD’deki son durum bu. İsrail’in Gazze saldırıları sonucu ABD ve Avrupa Birliği’nin yıllarca insan hakları, demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi değerleri nasıl istismar ettiği ortaya çıktı. Batılı ülkeler ve Batı medeniyeti yüzyıllarca kendi coğrafyalarını, değerlerini, kurallarını, kanunlarını ulaşılması gereken bir hedef ve cennet olarak sundu. Oysa Ukrayna’da gerçekleşen Batı’nın vekâlet savaşı ve Gazze’de yaşanan soykırım durumun böyle olmadığını net bir şekilde gösterdi. ABD’nin küresel caydırıcılığı Ukrayna’da, itibarı ise Gazze’de çöktü. Amerikan Başkanlığı yapmış ve yeniden Başkan adayı olan Trump, süper güç konumundaki ABD’nin gerilediğini söylerken Rusya’nın Napolyon ve Hitler’i yenen bir savaş makinesi olduğunu ifade etti. CIA Direktörü William Burns kaleme aldığı son makalesinde, ABD’nin artık tartışmasız bir üstünlüğe sahip olmadığını yazdı.

Tüm bunların sonucu geçilmez Rus savunması karşısında yenilmez Batı silahları, tükenmez Batı parası, yıkılmaz Batı algısı ve kırılmaz Batı direnci tamamen iflas etti. Ukrayna ve İsrail’de ulaşılmaz Batı değerleri, esnetilmez Batı kuralları ve eğilip bükülmez Batı hukuku çöktü.

Siyaset Bilimci – Umur Tugay YÜCEL
X: @umur_tugay

GÖRÜŞ

Suriye ile acil barış ve uzlaşma

Yayınlanma

Yazar

Siz belki okumaktan bıktınız; ama ben yazmaktan bıkmadım, çünkü mesele olağanüstü önemde. Suriye ile barış konusunda Harici’de yazdığım bir önceki yazı ‘Et Tekraru Ahsen, Velevkane Yüz Seksen’ başlığını taşıyordu. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye ile uzlaşma konusundaki açıklamaları beni tekrardan ümitlendirdi.

Erdoğan’ın açıklamalarından bu defa daha fazla umutlu olmama sebep önce Rusya’nın Suriye Özel Temsilcisi Lavrentyev ile görüşen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ın Türkiye ile bir uzlaşma sürecine ülkesinin bütün toprakları üzerinde etkili egemenlik kurması çerçevesinde olumlu baktığını açıklamış olmasıydı. Erdoğan ise bu açıklamalara ilişkin bir soruya gayet olumlu ve yerinde cümlelerle karşılık cevap verince bu işin bu defa ilerleyeceğine dair ümidim arttı. En az bu açıklamalar kadar önemli olanı ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin artık Suriye ile uzlaşarak/anlaşarak teröre karşı ortak mücadele edilmesine vurgu yapan konuşmalarıydı. Kabul etmek gerekir ki, çoğu zaman Bahçeli’nin bu tarz konuşmaları hükümetin/devletin yeni politikalarının deklarasyonu gibi oluyor.

İÇERİK ÇOK UYGUN

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Esat’ın açıklamasına verdiği cevabın muhteva analizinde birkaç husus hemen fark edilebiliyor. Örneğin Erdoğan’ın sözlerinde zehirli hiçbir unsur bulunmaması ilk bakışta dikkati çekiyor. Örneğin rejim kelimesinin kullanılmamış olması tek başına çok önemli bir fark. Yakın zamana kadar Türk yetkililerin sürekli kullandığı bu ifadenin karşı tarafta çok büyük olumsuzluklar barındırdığını söylemeye bile gerek yok. Yıllar önce Yunanistan ile Gayriresmi Diplomasi toplantıları yaptığımızda onların Kıbrıs konusunda Türk işgali vb. sözlerine biz, Kıbrıs Barış Harekâtı sözlerine de onlar itiraz ederlerdi.

Rejim kelimesi ile başlayan açıklamalar da Suriye tarafı için uzlaşmamak adına yapılan yaralayıcı ve eleştiri sözleri ve bunu gerek Harici’de gerekse sosyal medya hesabımda (@hasanunal1920) sürekli dile getire geldim. Örneğin Erdoğan Suriye konusunda ilk defa 2022 yılının ağustos ayı başlarında Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Putin ile yaptığı görüşmenin ardından, Putin’in kendisine PKK/PYD’ye karşı askeri operasyon konusunda hep Suriye ile ortak hareket etmeyi tavsiye ettiğini, kendisinin de artık aynı kanaatte olduğunu, devletler arasında sürekli husumet olmayacağını ve kendisinin Esat ile el sıkışabileceğini söylemesine ve benzeri açıklamaları sonraki günlerde sürdürmesine rağmen o zamanki bürokrasi ısrarla rejim vb. açıklamalar yaparak sürece ivme kazandırmak yerine adeta baltalamıştı.

Bu defa Erdoğan’ın konuşmasında bu türden hiçbir unsur olmadığı gibi, Esat’a ilişkin olarak Suriye Devlet Başkanı ifadesini tercih etmesi ayrıca ümit verici; çünkü 2022 yılı ağustos ayı başlarında Erdoğan’ın yaptığı açıklamalara rağmen o zamanki bürokrasi kullandığı ifadelerle hala Esat’ı ve hükümetini meşru görmediğimizi ima ediyordu. Bu defa Erdoğan’ın ısrarla Suriye Devlet Başkanı demesi sanırım ve ümit ederim ki, bütün soru işaretlerini ortadan kaldırıyordur.

Erdoğan’ın konuşmasında yer alan önemli vurgulardan birisi de Suriye’nin iç işlerine karışma niyetimizin olmadığının belirtilmesiydi. Erdoğan’ın Putin’le Soçi görüşmesi sonrası yaptığı açıklamanın ardından Türk yetkililer özellikle de o zamanki dışişleri bakanı rejim diye başlayan cümlelerle Suriye’ye yeni bir anayasa yapılması gerektiğinden söz ediyor ve ısrarla muhaliflerden bahsederek onların yönetime nasıl katılacaklarını sorguluyorlardı. Aslında yaptıkları şey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi’de ve sonraki günlerde yaptığı uzlaşma/anlaşma açıklamalarını görmezden gelmekle eş anlamlı gibiydi. Türkiye’nin 2013-2015 döneminde belirlediği ve ulusal çıkarlarımızla uzaktan yakında alakası olmayan bir politika söz konusuydu.

Özetle söylemek gerekirse, önce çatışmasızlık olacak, o arada yeni bir anayasa yazılarak Suriye’ye dayatılacak, Esat çekilerek yeni ve geçici bir hükümet kurulması sağlanacak ve bu hükümette muhalifler yer alacak (Esat’ın yer alıp almayacağı bile Türkiye açısından bir soru işaretiydi, Ankara bu konuda belki ifadesine daha yatkındı), sonra uluslararası gözlemcilerin sıkı denetimi altında seçimler yapılacak ve sonuçlarına göre de yeni yönetim oluşacaktı. Bu politikanın Türkiye’nin ulusal çıkarı ile uzaktan yakından bir alakası yoktu/olamazdı; çünkü Suriye gibi milli ve üniter yapıdaki bir devlete yeni anayasa dayatmak bu ülkeyi federasyona sürüklemek veya adı konulmamış bir federal yapıya zorlamak anlamına geliyordu. Böyle bir yapıda PKK/PYD’nin de federe ünitelerden birisi olacağı açıktı.

Oysa biz PKK/PYD’nin böyle bir kukla ünite/devletçik haline gelmemesi için mücadele ediyorduk; ancak bu örnekte olduğu gibi üzerinde tam olarak düşünülmemiş politikaların bir tarafında ulusal çıkarları korumak adına silahlı mücadele edersiniz öbür ayağında ise silahla karşı koyduğunuz yapının istediklerini elde etmesine dolaylı olarak yardımcı olursunuz. Böyle bir politikaya görevdeki bazı profesyonel diplomatların bu taleplerin BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararını gerekçe göstererek sahiplenmeleri ise oldukça garip bir durumdu; çünkü BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs meselesiyle ilgili bir dizi kararını biz de haklı olarak uygulamazken (İsrail’in BM kararlarını hiçe saydığını ayrıca not ederek) bu kararı tanrı buyruğu gibi değerlendirmek aslında Erdoğan’ın ‘Suriye ile uzlaşın’ talimatını sulandırmaktan başka bir şey değildi. Aslında o politikaya göre ülkemizde ve Suriye’de baktığımız yaklaşık on milyon Suriyeli ile PKK/PYD’nin Amerikan güçleri ile birlikte Fırat’ın doğusundaki nüfus ve İdlib bölgesinde yaşayanlarla birlikte Esat’tın seçilmesi engellenecekti; çünkü bu üç büyük nüfus grubu Suriye hükümetinin kontrolünde yaşayanlardan daha fazlaydı.

Erdoğan’ın Suriye’nin iç işlerine karışma niyetinde olmadığımızı söylemesi hem ulusal çıkarlarımıza uygun hem de yeni bir politika önerisine benziyor. Başka bir ifadeyle Suriye için yeni anayasa fantezisinden vazgeçmiş oluyoruz ki, aramızdaki en önemli engellerden birisi ortadan kalkmış oluyor. Bu, ayrıca Suriye’nin milli ve üniter anayasal yapısının korunmasının Türkiye’nin çıkarlarıyla ne kadar uyumlu olduğunun anlaşılması anlamına geliyor olsa gerektir; çünkü federal bir yapıya zorlanan ve içinde PKK/PYD’nin federe ünite olarak yer alacağı bir Suriye’nin parçalanma ve Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tehdit etme riski hiç de azımsanamaz.

İLERİYE BAKMAK

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklaması kesin bir politika dönüşümü anlamına geliyorsa bunun bürokraside sulandırılmasına izin vermemek gerekir. Erdoğan ‘vaktiyle ailece de görüşüyorduk, yine görüşürüz’ dediğine göre, Suriye ile sıradan ve soğuk bir barıştan söz etmiyor olsa gerektir. İki devlet arasında önce barışın tesisi için sığınmacıların gönderilmesi ve terör örgütlerine karşı ortak mücadele konularında ayrı ayrı mutabakat imzalanması gerekecektir. Her iki alanda da çok kapsamlı sorunların olduğuna şüphe yok. Dolayısıyla mutabakat metinlerine ilaveten çalışma grupları hazırlanarak hızla ilerleme sağlamak lazım gelecektir.

Bu noktada en önemli sorun hükümete destek veren Siyasal İslamcılar, medya ile resmi sıfatlı veya gayriresmi Amerikancı gruplar olacaktır. Örneğin ‘Esat Suriye topraklarından çekilmemizi istiyor’ feveranını epeydir ediyorlar ve etmeye devam edeceklerdir. Oysa Şam hükümetinin kontrolümüzdeki toprakları boşaltmamızı istemesi gayet normal bir talep. Ne yani, Suriye hükümeti topraklarını bize bırakacak değildi herhalde?

Vaktiyle Suriye’ye fethe gidiliyormuş havası yaratılması, hükümetin kendi medyasının bu gerçek dışı havayı yıllarca pompalaması uzlaşmanın önündeki en büyük sorunlardan birisi gibi düşünülebilir. Fakat buradaki en büyük avantajımız Erdoğan’ın kararları ve tavırları karşısında bu grupların hızla pozisyon değiştirebilmeleri. Gerek kurumlar içerisindeki gerekse gayriresmi kişilikli Amerikancılar ise çok kutupluluk yerleştikçe etkilerini kaybediyorlar. Bu defaki yakınlaşmanın avantajlarından birisi de bu olsa gerek. Ayrıca yakınlaşma konusu bu defa bürokrasiye bırakılarak yavaşlatılma/sulandırılma riskine karşı doğrudan liderler diplomasisi yoluyla yönetilebilir ve uzlaşma/anlaşma bürokrasiye talimat olarak verilebilir.

PKK/PYD’NİN SONU

Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesi PKK/PYD’nin sonu demektir. Amerika’nın bu terör örgütlerine açık destek veriyor olması bu gerçeği değiştirmez. Özellikle çok kutuplu dünyada Amerika’nın bu örgütler yoluyla Orta Doğu’da bir kukla devlet kurmaya çalışması, sınırları doğrudan veya dolaylı değiştirme girişimleri çok kutuplu bir dünyada sürdürülemez. Ankara-Şam uzlaşması Fırat’ın doğusunda hem de Amerikan birliklerinin desteği ile büyük çaplı etnik temizlik yaparak tutunmaya çalışan PKK/PYD ve Vaşington üzerinde psikolojik açıdan şok etkisi yaratacaktır; çünkü bugüne kadar bu kirli ikili Ankara’nın siyasal İslamcı politikalardan vaz geçmeyeceği dolayısıyla Esat dedikleri Suriye ile uzlaşmayacağı varsayımı üzerinden hareket etmekteydiler. Türkiye, Suriye ile uzlaştığı anda bu varsayım gecekondu temeli üzerine inşa edilmiş bir gökdelen gibi çatırdamaya başlayacak ve hızla göçecektir. Suriye ile uzlaşma bu terör örgütüne karşı yapılacak operasyonları ya Şam ile koordine etme veya hiç operasyon yapmadan karşı tarafın göçmesine sebep olacak bir stratejik sabır politikasıyla sonuç alınmasını sağlama fırsatlarını beraberinde getirecektir.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Round 1: Galip Trump

Yayınlanma

2024 ABD seçimlerinin ilk münazarası geride kaldı. Dört yıl aradan sonra neredeyse hiç yaşlanmamış bir Trump ve çok yaşlanmış bir Biden izledik. Hem de çok yaşlanmış… 2020’de kendi sağlığıyla ilgili çekinceler sıkça gündeme gelmişti. Ancak münazarada nispeten daha diri kalmayı başarmış, Trump’ın saldırgan üslubuna karşı “ton ton Joe amca” imajını güzelce inşa etmişti. Aradan geçen dört yıl ise Joe amcaya iyi davranmadı… Oğlu Hunter’ın video arşivini görmüşçesine iğrenme dolu bakışları, kısık sesi ve münazaranın başında 7-8 saniyeyi bulan duraksaması Demokratların umutlarını tamamen söndürdü. Oysa devamı o kadar kötü değildi. Yine dediği birçok şey anlaşılmıyordu ama en azından benzer bir duraklama yaşanmamıştı. Hatta duraksamadığı anlarda normalden bile hızlı konuşuyordu, belki de ilaçların etkisiyle…

Hiçbir soruya cevap verme ve kazan

Trump’ın stratejisi ise biraz daha ilginç oldu. Münazara öncesi yazımda Trump’ın İsrail konusuna girmek istemeyeceğini söylemiştim. Trump, Biden’a tepkili solcuları tekrar ona itmekten çekinecekti. Tam da öyle oldu. Ama Trump, sadece İsrail sorusuna değil, hiçbir soruya yanıt vermedi. Moderatörler ve Trump arasındaki diyaloglardan şöyle bir örnek vereyim;

“6 ocak olaylarından ötürü Demokratik haklarının elinden alınacağından korkan vatandaşlara ne söylemek istersiniz?”

“Joe’nun ekonomi politikaları ABD’yi bitirdi. Kimse bize saygı duymuyor!”

Münazaranın büyük kısmı bu şekilde geçti. Trump, hem Biden’ı hem de moderatörleri kafasında sessize almış, kendi anlatacağı şeyleri anlatmaya çıkmış. Cumhuriyetçi lider, neredeyse hiçbir soruya yanıt vermeden münazarayı tamamladı. Tabii beklediğim üzere yeni münazara kuralları Trump’ın işine geldi. Biden konuşurken kendi mikrofonunun kapanması sayesinde rakibinin sözünü hiç kesemedi. Böylece 2020’nin aksine “söz kesmeyen beyefendi adam” izlenimi ortaya çıktı.

İçerik açısından şaşırtıcı bir tartışma yaşanmadı. Trump doğal olarak ekonomiden, Ukrayna’ya verilen devasa yardım paketlerinden, Biden altında yaşanan göçmen krizinden dem vurdu. Konu siyahlara geldiğinde “sınır öyle delik deşik oldu ki siyah ve latinolar hem güvenlik sorunu yaşıyor hem de işlerini göçmenlere kaybediyor” dedi. Dahası Trump, Biden’ın siyahlar için 90’larda sapkınlar grubu ifadesini kullandığını hatırlattı. Biden, bu sefer ırkçılık meselesinden uzak kalmayı tercih etti çünkü Trump son ankete göre ülkedeki tüm siyah oyların yüzde 30’unu alıyor. Bu, rakibi tarafından beyaz üstünlükçülükle suçlanan bir Cumhuriyetçi aday için inanılmaz bir sayı. Trump, anketlerin doğru çıkması halinde girdiği her seçimde azınlıklardaki oyunu arttırmış olacak.

Sonra bir Ukrayna meselesi açıldı ki evlere şenlik… Biden Trump’ın malum davalarına dem vurunca konu bir anda Ukrayna’ya geldi. Trump, “Sen de suçlusun. Bireysel işlerin için ABD’nin gücünü kullanarak Ukrayna’ya baskı yapmadın mı? Binlerce insanı hala öldürmeye devam ediyorsun. Bu arada söyleyeyim; Ukrayna’daki ölü sayıları doğru değil. Verilenleri ikiyle, hatta üçle çarpın. Ukrayna savaşı kaybedecek, insanları kalmadı” ifadelerini kullandı.

İsrail konusuna dönersek dediğim gibi Trump çok fazla konu hakkında konuşmak istemedi. Bunun da bir ilk olduğunu söylemek gerekir, İsrail desteğini yinelemek artık iki aday için de çok tercih edilen bir durum değil. Biden zaten bu yüzden oy kaybediyor. Ancak Evanjelist olmayan muhafazakârlar arasında İsrail’e koşulsuz destek iyice popülaritesini kaybetti. Bu nedenle Trump sadece tek bir cümle kurdu. “Joe sen kötü bir Filistinlisin, onlar bile seni sevmiyor” diyerek konuyu kapattı.

Şimdi ne olacak?

Münazaranın kalanı karşılıklı kişisel saldırılar ve Trump’ın 98 kere “Herkes bizimle dalga geçiyor” demesi ile geçti. Ancak asıl soru şu; şimdi ne olacak? Biden sahneden bile inmeden Demokratlarda benzeri görülmemiş bir tepki ortaya çıktı. Sadece Demokratların ağırlıkta olduğu sosyal medya gruplarında değil, aynı zamanda Demokrat fikir önderlerinde de bir “kral çıplak” anı yaşandı;

Biden bu şekilde seçime girerse kaybedecekti.

Peki ne yapılabilir? Önceden kısık sesle dile getirilen “Biden çekilsin” tartışması şimdi daha yüksek sesle konuşuluyor. Ancak bunun bürokratik temelleri işi epey zorlaştırıyor. Mevcut görevdeki başkanın karşısına aday olarak çıkmak geleneksel olarak sık karşılaşılan bir durum değildir. Bu yüzden, Hem yardımcısı Kamala Harris’in hem de Demokratların en popüler ismi olan California Valisi Gavin Newsom’ın adı çokça geçmesine rağmen aday olmaktan kaçındılar. Bunun için önemli bir son tarih Mart ayında yapılan, 15 eyaletin önseçimlerinin tamamlandığı “Süper Salı” idi. Şunu belirtmek gerekir, Biden 4000 kadar delegenin 3900’unu almayı başardı. Biden’ın isteğine karşı onu adaylıktan indirebilecek bir güç yok.

Ancak Biden çekilirse o zaman yeni aday tartışmaları başlar. Gavin Newsom, dünkü münazara sonrası “hiç bu kadar Biden’ın arkasında kenetlenmemiştik” dese de partisindeki aykırı görüşler giderek güçleniyor. Biden bugün çekilirse artık ön seçim söz konusu olamaz. Ancak delegeler yeni bir aday ve başkan yardımcısı adayı üzerinde anlaşabilir. Demokrat Parti’nin tüm uzmanları böylesi bir durumda parti içinde büyük kavgaların çıkacağını söylüyor. Biden, çekildiği takdirde kendisine destek veren delegelere kimi desteklediğini söyleyebilir ancak delegeler buna uymak zorunda değiller.  Tabii böyle bir niyet varsa seçime yaklaşılan her gün parti için daha güçlü bir bürokratik kargaşa anlamına gelir. Son ay içinde olması durumunda oy pusulalarının değiştirilmesi bile söz konusu olur.

Biden çekilirse ortaya çıkan iki potansiyel aday dediğim gibi Newsom ve Michigan valisi Gretchen Whitmer olur. Ancak bu isimler şu an için Biden’ın arkasındalar. Mevcut durumda, birçoklarının da söylediği gibi Trump’ın umutları epey yüksek. Ancak seçime kadar hala çok zaman var. Bu yüzden anketleri ve ezber yorumları bir kenara bırakmakta fayda var. Her şekilde, Demokrat Parti’yi epey sancılı bir seçim süreci bekliyor.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Savaş Lübnan’a yayılır mı? Olası senaryolar ve en muhtemel senaryo

Yayınlanma

Khaled Al-Yamani
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Lübnan yöneticisi

İsrail genelkurmay başkanına yakın askeri kaynaklar, işgal ordusunun kuzey cephesinde tırmanan meydan okumayla yüzleşmek için çok sayıda planı olduğunu doğruluyor. Kuzey cephesinde güvenlik durumunun tırmanmasına dair beklenen bir dizi senaryo şu şekilde:

Askeri tesisler ve silah depoları da dahil olmak üzere güney Lübnan ve banliyölerindeki Hizbullah hedeflerine ve belki de kadrolarına yönelik hedefli hava saldırılarını içeren sınırlı bir askeri operasyon seçeneği. En sonuncusu, partinin en önde gelen askeri lideri Talib Abdullah’a yönelik suikast idi.

Böyle bir seçenek İsrailli karar vericinin gözünde “mümkün” görünüyor, böylece Hizbullah’ın tepkileri tolere edilebilir ve işgalin ateş çemberini küresel bir savaşı içerecek şekilde genişletemeyeceğini biliyorlar. Aynı zamanda, işgal böyle bir seçeneği bölgedeki savaş cephelerini artırmak istemeyen Amerikalılara satabilir, son haftalarda İsrail hükümetine güven duymasalar bile, yalanlarından, gerçekleri çarpıtmasından ve ana müttefiklerini manipüle etme yeteneğinden oldukça eminler, bu da Washington’u böyle bir İsrail seçeneğine yeşil ışık yakma konusunda temkinli olmaya teşvik edecektir.

İsrail askeri terminolojisinde “Üçüncü Lübnan Savaşı” ya da “Birinci Kuzey Savaşı” olarak bilinen topyekün savaş, partinin kuzey cephesini ele geçirmesi, tarım alanlarında ateş yakmaya devam etmesi ve şiddetin tırmanması ışığında, muhalefetten ve kamuoyundan hükümete ve orduya yöneltilen başarısızlık suçlamaları, onları her iki taraf için ve belki de tüm bölge için maliyetli ve tehlikeli olan bu seçeneği tercih etmeye zorluyor.

Gerçek şu ki, işgalin “Neron ve Roma’nın yanması” senaryosuna yol açmasını engelleyebilecek birçok kısıtlama var: iç ve dış, öznel ve nesnel, siyasi, güvenlik, askeri ve ekonomik, bu da onun çok fazla bir tercihi olmamasını sağlıyor. Diğeri birçok İsraillinin gözünde intihar gibi görünen bir seçim ve işgal yönetiminin bunu seçmesini engelleyen çok sayıda husus ve faktör var.

Bununla birlikte, bu “intihar” seçeneğinin gerçekleşme şansı çok yüksek olmasa bile, birincil misyonunun tüm cephelerde ateş yakmak olduğunu düşünen, İsrail’in aşınan caydırıcılığını yeniden tesis etme ve işgal varlığını son yıllarda tüm alanlardaki rolü azaldıktan sonra “bölgenin polisi” olarak yeniden kurma iddiasında olan sağcı faşist bir hükümetin varlığı göz önüne alındığında tamamen dışlanmamalıdır.

Kuzey Cephesinde, Hizbullah ile İsrail arasındaki karşılıklı çatışma sürerken, arabulucular hala onlarla istişareler yürütüyorlar, ancak bu tartışmalar kamuoyuna açıklanmıyor. Büyük güçler Lübnan arenasında işlerin kontrolden çıkmasını engellemek istiyor ve her bir tarafın kendi hesapları ve çıkarları var. Ancak Gazze’ye yönelik saldırılar devam ettiği sürece bu arabulucuların başarıya ulaşması zor.

Gazze’deki savaşı durdurmak; İşte kuzey cephesinde devam eden tırmanışı durdurabilecek “sihirli” kelime, işgalin saldırganlığını sona erdirme konusundaki isteksizliği nedeniyle bu seçeneğin başarısız olmasına rağmen, şimdi bahsedilemeyen birçok nedenden dolayı, bu hedefe ulaşılırsa, Irak ile doğu tarafı ve Yemen ile güney tarafı da dahil olmak üzere tüm cepheler sakinleşecek, ancak bu, İsrail’in Gazze cephesinde sükuneti sağladıktan sonra Lübnan’a karşı bir savaş başlatma isteğini filizlendirebilir.

Hizbullah’ın böyle bir senaryonun işgal içinde var olduğunu ve güçlü bir şekilde var olduğunu bildiğine ve buna dikkat ettiğine şüphe yok, ancak gerçekleşme hipotezi en azından yakın gelecekte mümkün değil. Çünkü askeri, ekonomik ve toplumsal kurumlarıyla işgalci varlık, Gazze’deki savaş sona ererse şüphesiz nefes almaya ihtiyaç duyacak ve belki de Hizbullah ile bir tür çatışmanın patlak vereceği bir gün gelecek, ancak yakın gelecekte olması şart değil.

Lübnan, Suriye ve İran’da suikastların hızlandırılması, komuta ve kontrol merkezlerinin yanı sıra silah ve füze depolarının hedef alınması ise işgalci için bir diğer seçenek. Bu halen yürürlükte olan bir politikadır ve önümüzdeki dönemde artması beklenmektedir. Aynı zamanda, direniş tarafının işgale karşı kapsamlı bir savaş başlatmasını gerektirmediği için, her iki taraf da kontrollü bir tempo sürdürebilecektir.

Beklenen sonuçlar

İşgalin kuzey cephesinde yaşananlara tek ve hızlı bir çözüm bulma kararını henüz vermediği göz önüne alındığında, önümüzdeki birkaç gün yukarıdaki senaryolardan herhangi birinin gerçekleşmesine tanık olmayacağız. Ancak bu durumdan yola çıkarak karşılaşılabilecek bir dizi sonuç şu şekilde:

– Mevcut tırmanma hızı, Gazze’deki duruma bağlı olarak artarak ve azalarak devam edecektir.

– Kuzey cephesinin yarattığı tehdidin ortadan kaldırılması için İsrail’den gelen taleplerin artması beklenmektedir.

– Bu cephedeki gelişmelerin İsrail siyasetinde ve medyasında giderek daha fazla yer alması öngörülmektedir.

– Herhangi bir askeri tırmanışı engellemek için Lübnan ile işgal arasında Amerikan ve Avrupa arabuluculuğunun yoğunlaştırılması öngörülmektedir.

Sonuç 

Lübnan ve işgal altındaki Filistin arasındaki kuzey cephesinde meydana gelen olaylar, gerginliğin her iki tarafı da durumun nelere yol açabileceğini doğru bir şekilde değerlendiremeden devam ediyor. Bunun birden fazla nedeni var, belki de en önemlisi yerel, bölgesel ve belki de uluslararası tarafların çokluğu

İşgal ise, maliyetler ve riskler açısından çoğu zaman birbirine yaklaşsalar bile, bir “sigorta poliçesi” elde etmeksizin, iç ve dış çeşitli siyasi ve askeri faktörleri göz önünde bulundurarak, yukarıda belirtilen seçenekler arasındaki tahminlerini değerlendirmeye devam etmektedir. Lübnan’a karşı olası bir saldırı, şu anda Gazze’de sıkışmış göründüğü zor duruma benzer bir sonuç doğurabilir ve İsrail bunun farkında.

Genel olarak konuşmak gerekirse, denge hala savaş çemberini küresel bir boyut kazanabilecek bölgesel bir savaşa doğru genişletme eğilimine karşı ve Lübnan cephesi, İsrail ordusunun tükenme durumunun, Hizbullah ve müttefiklerinin gücünün ve hazırlığının boyutunun ve isteksizliğinin anlaşıldığı bir atmosferde, hesaplanmış tırmanma dereceleri yaşayabilir… Amerikalılar ve Batılı güçler çatışma çemberini genişleterek taahhüt tavanlarını kontrol etmeye çalışıyorlar. Buna İsrail’in sahada uygulanamayan güçlü tehditleri de eşlik ediyor. Ancak dengeler bu tehditlerin uygulanması için uygun görünmüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English