DÜNYA BASINI
Rusya’dan Ukrayna savaşına bakış: İlk kim geri adım atar?
Yayınlanma
Yazar
Emre Köse
Çevirmenin notu: Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi bir buçuk yılı çoktan devirdi ve sahadaki çatışmaların şiddetinde ivme kaybı yaşanmadığı görülebilir. Son dönemde, özellikle Kiev’in ülkenin doğusunda yer alan ve Rus kuvvetlerinin kontrolündeki Zaporijya nükleer santralinin vurulacağı iddiasında bulunması ve Polonya’nın Washington’dan nükleer paylaşım programına dahil edilmeyi talep etmesi, çatışmanın NATO ile Rusya arasında cephaneliğin beşeriyeti yok edecek türden olacağı, tam teşekküllü bir savaşa evrileceği yönündeki korkuları artırdı. Öte yandan aradan geçen ayların ardından Batı ile Rusya arasında derin bir kopuş yaşanırken, bu kopuş nihayetinde tarafların hem askeri hem siyasi hem de iktisadi anlamda beklenenin üstünde bir dayanıklılık sergilediği görülüyor. Aşağıda tercümesi verilen makale, Rusya Dışişleri Bakanlığı ile bağlantılı Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) Akademik Direktörü ve tarih doktoru Andrey Kornutov’un imzasıyla, ilk olarak Hindistan merkezli düşünce kuruluşu Synergia Founfation’ın yayını INSIGHTS Magazine’de yayımlandı. Kortunov, savaşın başlamasından hemen sonra fazlasıyla gerçekçi (belki de karamsar) bir gelecek tablosu da çizmişti.
İlk kim geri adım atar? Avrupa’daki çatışma
Andrey Kortunov
RIAC
7 Temmuz 2023
Rusya ile Ukrayna arasındaki talihsiz çatışma yaklaşık bir buçuk yıl önce başladı ve Rusya, Avrupa, Asya ve ABD’deki pek çok uzman, bu çatışmanın oyunun kurallarını değiştireceğini iddia ettiler. Küresel siyasette ve ekonomide devrim niteliğinde değişimler tetiklendiği için dünyanın bir daha asla eskisi gibi olmayacağı söyleniyordu. Ancak daha sonra, Koivd-19 salgını için kullanılanlarla neredeyse aynı söylemlere başvuruldu. Uzmanların ve siyasetçilerin krizleri abartması ve dramatize etmesi tipik bir durum.
Ukrayna sonrası dünyaya bakış
Bu çatışmanın başlamasının ardından geçen bir yıl dört ayın ardından, söz konusu dramatik krizin ilk çıktılarını tanımlamak için tek bir kelime kullanılacak olsaydı, direnç olurdu. Tüm taraflar ve genel olarak uluslararası sistem, kayda değer derecede direnç gösterdi. Ukrayna toplumunun ve Ukrayna siyasi sisteminin dayanıklılığı, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin dayanıklılığı oldukça dikkat çekiciydi. Pek çok uzman, Ukrayna’nın mücadelesini sürdürebilecek bir konumda olacağını tahmin etmiyordu. Rusya da muazzam bir direnç gösterdi. Bir yıl önce, Rusya’nın benzeri görülmemiş yaptırımların yükü altında ekonomik olarak çökeceği, Rus sosyal ve iktisadi sistemlerinin kırılganlığını göstereceği, Devlet Başkanı Putin’e yönelik kamuoyu desteğinin düşeceği ve siyasi muhalefetin Moskova’da rejim değişikliğini tamamlayacak ivmeyi yakalayacağı yönünde spekülasyonlar vardı. Böyle bir şey olmadı. Temel makroekonomik istatistiklere bakıldığında, Rusya’daki durum hükümetin kontrolü altında; hatta ülke çoklu ekonomik zorluklarla başa çıkma konusunda bazı Batılı komşularından daha iyi performans sergiledi.
Yaptırımlar elbette can yakıcı ama yine de Rusya ekonomik sisteminde bir dereceye kadar esneklik ve uyumluluk gösterdi; enflasyon ve federal bütçe oranlarına bakıldığında her ikisinin de dengede olduğu görülüyor. Benzer şekilde işsizlik de kontrol altında. Ülkenin büyük bir çöküşe ya da infilak etmeye yakın olmadığı aşikâr. Rusya, dayanıklılığını ve kaynakları harekete geçirme kabiliyetini gösterdi. Elbette bu özellikleri pek çok Avrupa ülkesi ve ABD de gösterdi. Rusya’ya karşı eşi benzeri görülmemiş yaptırımları uygulamaya koymakta epey hızlı davrandılar; bu da Batı’nın geçen yılın başında görülen ve devam eden eşgüdümünün altını çiziyor. ABD, Batı ittifakını kendi liderliği altında birleştirdi. Transatlantik ilişkilerle sınırlı kalmayıp Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeleri de içine alan küresel bir liberal demokrasiler koalisyonu ortaya çıktı. Batı’da bazı muhalif sesler olsa da, bütünlüğün yakın zamanda parçalanacağına dair herhangi bir işaret yok. Direnç terimi aynı zamanda Küresel Güney’in tutumunu tanımlamak için de kullanılabilir zira Küresel Güney, Rusya ve Batı arasındaki çatışmaya dahil olmama konusunda ısrarlı bir niyet belirtti. Bu durum çeşitli uluslararası forumlarda da gösterilmiş ve Küresel Güney’den Moskova’ya sürekli olarak önemli ziyaretçilerin gelmesi Küresel Güney’in tutumunun Batı’dan farklı olduğunu açıkça ortaya koydu. Bu durum, Güney ve Kuzey arasında var olan anlatılara ilişkin çıkar ve algı farklılıklarından kaynaklanıyor.
Genel uluslararası ortam
Uluslararası sistemin geneline bakıldığında, büyük çalkantıların yaşandığı görülüyor. Bununla beraber, etki göründüğü kadar felaket boyutunda olmadı. Küresel enerji krizi, tıpkı temel gıda maddelerinin fiyatları gibi, bu krizin arifesinde olduğu seviyeye geri döndü. 2008-09 mali krizinin aksine, küresel bir resesyon yaşanmadı. ABD ve İsviçre’deki bankaların çökmesiyle bazı finansal kurumların sallantıda olduğu ortaya çıktı, fakat sistem sağlam kaldı. Bundan sonra ne olacak? Akılda tutulması gereken birkaç bağımsız değişken var. İlk olarak, Ukrayna’nın karşı taarruzu olarak adlandırılan ve sonucunu tahmin etmek için henüz çok erken olan askeri çatışma sürerken, bu çatışmaların sonuçları Ukraynalılar için iyi bitmeyecek. Şu ana kadar Ukraynalılar tarafından çok fazla alan kazanılmadı. Kayıpları ağır ama yine de Ukrayna tarafından bazı sürprizler görebiliriz. Ancak temmuz başı ya da ortasına kadar dramatik kazanımlar elde edilmezse muhtemelen bu karşı taarruz ivmesini kaybedecektir. Bu çatışmanın sonucu ne olursa olsun, uluslararası sistem üzerinde biçimlendirici bir etkisi olacak. Bir diğer bağımsız değişken ise ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin dinamikleri. İki hükümetin ekonomik liderliği düzeyinde, her iki taraf da çöküşü önlemek için ellerinden geleni yapıyor. Fakat diğer yandan Tayvan önemli bir ihtilaf konusu olmaya devam ediyor. Ne yazık ki, iki ülke arasında büyük bir askeri çatışma şeklinde en kötü senaryo göz ardı edilemez. Batı’nın eşgüdümünün sürdürülebilirliği de mercek altında. Bazıları bu uyumun stratejik olmaktan ziyade durumsal ve taktiksel olduğunu söylüyor. Bu uyum yalnızca Rusya ile ilgili ve Çin ile bağlantılı değil. Ancak bu varsayım, özellikle gelecek yıl yapılacak olan ABD başkanlık seçimleri ışığında test edilmeyi bekliyor. Geleceğe ilişkin olarak, tartışmasız en önemli bağımsız değişken mevcut küreselleşme döngüsü ve bunun uzun süre devam edip etmeyeceği ya da sona erip ermeyeceği. AB’de doğrudan yabancı yatırımların, uluslararası ticaretin, uluslararası göçlerin ve sınır ötesi bilgi alışverişinin artması anlamında yeni bir küreselleşme teşebbüsü görecek miyiz? Bu görüntü net değil ama büyük güçlere bağlı olacak. Ve elbette Hindistan kilit aktörlerden biri olmaya devam ediyor.
Ukrayna’da çatışma sona mı eriyor?
Rusya’nın çatışmayı sürdürebileceği şüphe götürmez ve bu üç faktör tarafından destekleniyor. Birincisi askeri teçhizat. Rusya, Ukrayna’dan daha büyük bir sanayi tabanına sahip olduğu için avantajlı ve bu sanayi tabanı —en azından şimdilik—çatışmadan etkilenmiyor. Ukrayna savaşı Rus topraklarına taşımaya çalışıyor ama bu aşamalı teşebbüsler pek de başarılı değil. Öte yandan Ukrayna, Batı’dan çok sayıda askeri teçhizat alıyor. Batı çatışmaya dahlini giderek artırıyor. Görece küçük çaplı başladılar ve çoğunlukla savunma sistemlerinden Javelin tanksavar silahlarına, tanklara ve şimdi de F-16’lara geçtiler. Fakat bu dahlin da bir sınırı var. Avrupa silah ve mühimmat stoklarını son derece hızlı tüketiyor. Devlet Başkanı Putin, Rusya’nın dünyanın Ukrayna’ya verdiği silah ve mühimmatın yaklaşık üçte birini etkin bir şekilde imha ettiğini iddia ediyor; elbette doğru değerlendirmeler yapmak epey zor. İkincisi ise askeri personel meselesi. Mesele sadece ne kadar insanın askere alınabileceği ya da seferber edilebileceği değil, siperlere ne kadar eğitimli asker getirebileceğiniz. Ve burada her iki tarafın da belirli kısıtları söz konusu. Rus liderliği seferberliğin ikinci aşamasına karşı çıktı. Ancak gönüllüler ve sözleşmeli askerler var. Rus tarafında personel sıkıntısı yok. Ukrayna tarafında ise cepheye hala çok sayıda insan getirilebilir ama askerlerin kalitesi sorgulanabilir. Ukrayna askerlerini gerçek bir eğitimden geçirmeden savaşa sokuyor, yüksek kayıplarının nedeni bu. Üçüncü ve en önemli konu ise sosyal uyum ve kamu psikolojisi; insanların savaş hakkında ne hissettiği, kendi taraflarının kazandığına inanıp inanmadıkları ya da umutlarını kaybetmeye başlayıp başlamadıkları. Özellikle Ukrayna nüfusunun ruh hali hakkında güvenilir sosyolojik veri eksikliği nedeniyle doğru bir değerlendirme yapmak zor. Ancak bu direnç sınırsız değil; her iki tarafın da aşmaması gereken bazı kırmızı çizgiler olduğu bariz. Pek çok şey Batı’nın angajmanına ve dünyanın bu çatışmayla daha sistematik bir şekilde ilgilenmeye karar verip vermemesine bağlı olacak. Fakat bu tehlikeli zira durumun nükleer savaş seviyesine tırmanması anlamına gelebilir. Varşova ya da Baltık ülkelerinden bazı sesler NATO’nun doğrudan angajmanını savunuyor. Ancak bu NATO’daki baskın fikir değil.
Ve bu ABD tarafından desteklenen bir şey değil. Bu nedenle, Batı’nın Rusya ile doğrudan bir askeri çatışma başlatma teşebbüsü olmaksızın, bu aşamalı tırmanışı görmeye devam edeceğiz. Oyunun sonuna ilişkin olarak Rusya’da iki anlatı mevcut. Birincisi, askeri harekatın amacının Ukrayna’nın askerden arındırılması, Nazilerden arındırılması ve Donbass halkının korunması olduğunu ima eden minimalist anlatı. Eğer hedefler gerçekten de bunlarsa, o zaman Rusya muhtemelen Rusya Federasyonu’na yeni katılan bölgelerin güvenliğini sağlamaya odaklanmalı. Bu da Ukrayna’nın elinde kalan toprakları ele geçirmek ve Batı için bir tampon bölge oluşturmak anlamına geliyor. Ancak diğer anlatıya göre mesele toprak değil, Ukrayna’daki siyasi rejimin tabiatıyla ilgili. Eğer bu rejim değişmezse, her şeyi yeniden başlatmak için fırsat kollayacak irredentist bir liderlik arayışında olan, kesin anlamda Rusya aleyhtarı bir isyana şahit olacağız. Bundan kaçınmanın tek yolu, bazı siyasi değişikliklerin Ukrayna’yı şu anda olduğu kadar Rusya’ya düşman olmayan ve Batı etkisinin bugün olduğu kadar kayda değer olmayacağı bir ülkeye dönüştüreceğinden emin olmak. Rusya’nın tavrı daha sert ve katı olabilir, ancak nihai çözümden bahsetmek için muhtemelen çok erken. Acil hedef, daha sonra kalıcı bir siyasi barış anlaşmasına dönüştürülebilecek olana yardımcı olmak için gerilimi azaltma ve hatta tırmanma yönetimi olmalı.
Salıncak devlet Hindistan
Hindistan’ın dünyadaki en büyük demokrasi olduğunu söylemenin bir anlamı yok; ülkenin dış politikasının iki boyutunu çok dikkatli bir şekilde dengelemeye çalışması anlamında dünyadaki en büyük salıncak devlet olduğu da söylenebilir. Bir yandan büyük bir Avrasya gücü olmaya devam ediyor ve bu yıl Şanghay İşbirliği Örgütü’ne başkanlık ediyor. Aynı zamanda BRICS’in de aktif bir üyesi. Diğer yandan Hindistan’ın çok aktif olduğu ve ABD ile Hint-Pasifik bölgesindeki diğer kıyı ülkeleriyle ikili ilişkilere büyük yatırım yaptığı Hint-Pasifik yüzü de var. Hindistan’ın bu yılın sonlarına doğru gerçekleşecek olan G20 toplantısına hazırlanırken alacağı tutum, ülkenin hırs ve niyetlerinin oldukça önemli bir göstergesi olacak. Hindistan’ın tutumunun çoğunlukla taktiksel, dar tanımlı ulusal güvenlik veya ulusal kalkınma meseleleriyle sınırlı kalmayacağı, küresel dünya düzeninin reformuna ilişkin daha iddialı, daha büyük fikirler içereceği beklenebilir. Bu, Hindistan’ın bölgesel ya da kıtasal değil küresel bir lider olarak performans gösterme kabiliyetini ortaya koyması açısından eşsiz bir fırsat. Bu yıl bize Hindistan dış politikasının gelecekteki yönü hakkında —özellikle de ülkenin gelecek yıl seçimlerle karşı karşıya kalacağı düşünüldüğünde— çok şey söyleyecek. Rusya Federasyonu ile ilişkiler de dahil olmak üzere Hindistan dış politikasındaki sürekliliğin devam etmesi bekleniyor.
Hindistan-Rusya ilişkileri
Rusya ile Hindistan arasındaki ikili ticarette olan mevcut dengesizlikler ciddi bir faktör. Rusya’da şöyle bir düşünce var: ticareti dengelemeye çalışmak yerine, Rusya ticaret fazlasını Hindistan’da Rusya’nın ihtiyaç duyabileceği mal ve hizmetleri üretmek için doğrudan yabancı yatırımlara dönüştürmeye çalışmalı. Böylece Rusya geleneksel ekonomik işbirliği modeli olan ticaretin ötesine geçerek daha gelişmiş bir ekonomik işbirliği biçimi olan endüstriyel işbirliğine yönelecek. Ancak bu öneriye iki açıdan eleştiri getiriliyor. Birincisi, Hindistan’da çok fazla koruyucu rejim olduğu ileri sürülüyor; örneğin Hindistan, Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklıktan çıktı. Bu durum Rus yatırımlarının Rusya pazarlarına hizmet edebilecek şekilde kalibre edilmesini zorlaştıracak. Muhtemelen daha ciddi olan ikinci argüman ise, Hindistan’ın Batılı ortakları da dahil olmak üzere küresel ekonomiye iyi entegre olduğu düşünüldüğünde, Hintlilerin ikincil yaptırımlardan endişe duyması nedeniyle bu yatırımın zor olacağı. Rusya’nın Hindistan’daki üretim tesislerine yapacağı yatırımlar Batı’nın yaptırımlarına maruz kalabilir ve bu da yatırımları Hintli ortaklar açısından cazip olmaktan çıkarabilir. Başarılı olmak için her iki taraf da belirli konular ve fırsatlar üzerinde çalışmalı ve işbirliğini geliştirmeli. Geleneksel kalıpların ve geleneksel işbirliği alanlarının ötesine geçmeleri gerekecek. Örneğin Hindistan’ın silah ithalatını çeşitlendirmeye devam edeceği net ve Rusya da Delhi ile çalışmak istediği diğer geleneksel alanlarda ciddi bir rekabetle karşı karşıya kalacak. Fakat yeni fırsatlar da ortaya çıkacaktır. Bu tür bir teşebbüs, Afrika veya Orta Doğu’daki deneyimlerimizi karşılaştıracak bir Rus-Hint araştırma projesi olabilir. Belki de çok taraflı teşebbüsler, Afrika veya Orta Doğu pazarlarına girmek ve dünyanın bu bölgelerindeki ortaklarımızla çalışmak için tek taraflı teşebbüslerimizden daha verimli ve daha etkili olacaktır.
İlginizi Çekebilir
-
Gagavuzya lideri Gutsul hakkında 20 gün tutuklama kararı
-
Güney Koreli şirketler Rusya’ya dönmek istiyor
-
İsveç’ten Soğuk Savaş sonrası en büyük savunma harcaması artışı
-
Meloni, Trump ile Avrupa arasında seçim yapmayı ‘çocukça’ buluyor
-
ABD, Ukrayna’ya ‘sömürge’ anlaşması teklif etti
-
Macron: Rusya’nın dondurulan varlıkları Ukrayna’nın yeniden inşasında kullanılabilir

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?
Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.
David E. Rosenberg / FP
Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.
Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.
Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.
Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.
Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.
Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.
Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.
Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.
Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.
Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.
İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”
Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.
Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.
Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.
Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması
Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.
Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.
Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.
Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.
Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.
Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.
Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.
Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.
Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.
Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.
Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.
DÜNYA BASINI
Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri
Yayınlanma
4 gün önce24/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.
Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.
Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.
Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.
Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor
Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.
Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.
Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.
Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.
Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.
Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı
Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.
“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.
Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.
Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti
Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.
Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.
Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.
‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’
Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.
Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.
Yazıda şunlar söyleniyor:
“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”
Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.
‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’
Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.
AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.
Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.
Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.
Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.
Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.
Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.
Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.
Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor
Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.
Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.
Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.
Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.
Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor.
DÜNYA BASINI
İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu
Yayınlanma
5 gün önce23/03/2025
Yazar
Harici.com.tr
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.
Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı
The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.
The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.
Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.
Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.
El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.
Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.
Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.
Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.
Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Gagavuzya lideri Gutsul hakkında 20 gün tutuklama kararı

Fransa, savunma sanayisi için 450 milyon avroluk fon kuruyor

Tutuklanmasına rağmen Filipinler’deki ara seçimlerde yarışacak olan Duterte’ye destek artıyor

Güney Koreli şirketler Rusya’ya dönmek istiyor

İsveç’ten Soğuk Savaş sonrası en büyük savunma harcaması artışı
Çok Okunanlar
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Sosyalizmin yeni dünya-sistemindeki yeri – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Suriye federasyona mı gidiyor?
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Avrupa’nın ABD ile ilişkileri stratejik bağımlılıktan stratejik özerkliğe dönüşüyor
-
DİPLOMASİ2 hafta önce
İngiltere, Ukrayna’ya binlerce asker göndermeye hazırlanıyor
-
ORTADOĞU11 saat önce
Suriye İnsan Hakları Takip Komitesi: Sahil bölgesinde soykırım işlendi
-
AVRUPA2 hafta önce
Alman partilerinin ‘savaş’ anlaşması borsayı uçurdu
-
ORTADOĞU2 hafta önce
Witkoff’un yeni ateşkes önerisine Hamas’tan itiraz
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde