Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Rusya’nın 2023 Dış Politika Konseptinde Kuzey Kutbu

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale ABD merkezli düşünce kuruluşu The Arctic Institute’ta yayınlanmıştır. Kuzey Kutbu’na odaklanan bu strateji kuruluşunda Rusya’nın Arktik siyasetine ilişkin dengeli ve görece nesnel bir değerlendirmenin yayınlanması dikkate değer. Yazarlardan Nikita Lipunov Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Enstitüsünde, Pavel Devyatkin ise Stanford US-Russia Forum’da faaliyet yürütmektedir; dolayısıyla yazdıkları ciddiye alınmalıdır. Yazarlar özetle, Rusya’nın Arktik için oluşturduğu yeni konseptin ‘uluslararası kurumları’ reddetmeyi değil, ulusal çıkarlarını kabul etmeye dayalı karşılıklı işbirliğini arzuladığını ileri sürmektedir. Rusya, başka devletlerle ve Arktik Konseyi ile olan ilişkilerini bu zemin üzerinden yeniden tarif etmektedir. Önümüzdeki yıllarda sert bir rekabetin alanı olacak Kuzey Kutbu’nda ilgili devletler ve kurumlar pozisyon almaya devam ediyor. Meraklı okur, konu hakkında daha önce yayınladığımız haberlere buradan ve buradan ulaşabilir.


Rusya’nın 2023 Dış Politika Konseptinde Kuzey Kutbu

Nikita Lipunov ve Pavel Devyatkin
The Arctic Institute
30 Mayıs 2023

2023 Mart’ının son gününde, aylar süren kurumlar arası onayların ardından Kremlin, Rusya’nın dünyayı ve kendisini nasıl gördüğünü ve görmek istediğini ortaya koyan ana Rus doktrin belgesi Dış Politika Konseptinin yeni bir versiyonunu yayınladı.(1)

Kuzey Kutbu, belgede yeni bir öneme sahip.

Rus dış politika doktrinleri ve stratejileri, Rusya’nın uluslararası alandaki amaç ve hedeflerini, bunlara nasıl ve hangi koşullar altında ulaşmayı planladığını ve en önemlisi diğer devletlerin dış politikalarından ne beklediğini özetleyen resmi metinlerdir. Dilleri bir tür dış politika Latincesidir: neredeyse yasaldır, tesadüfi kelimeler ve ifadeler içermez. Açık sözlüdürler, edebi imgelerden ve gizli gündemlerden yoksundurlar; gerçekten önemli olan şeyleri aktarırlar. Rus dış politika camiası için bu bir rehber kitap, adım adım talimatlardır; dünyanın geri kalanı için ise açık bir sinyal ve niyet beyanıdır. 2023 belgesi, Konsept’in 2016 tarihli bir önceki versiyonunun yerini almaktadır.(2)

Önceki versiyonlarında olduğu gibi bu belge de Rus dış politikasında daha önce ortaya çıkan ve şekillenen eğilimleri yansıtmaktadır ve bu anlamda Rus liderliğinin son yıllardaki uluslararası gelişmeler üzerine düşünmesinin bir ürünüdür.

Yeni Konsept ilk kez, daha çok Batılı devletlerin stratejik belgelerine özgü bir tarzda, bölgesel dış politika yönelimlerini açıkça tanımlamaktadır. Bu muhtemelen bölgesel dış politika önceliklerinin yeni hiyerarşisini daha net hale getirmek için yapılmıştır. Arktik bölgesi en öncelikli bölgelerden biri olarak öne çıkmaktadır. Güncellemenin sadece yönelimlerin listesini ve hiyerarşisini değil, kuzey enlemleri de dahil olmak üzere politikanın içeriğini de etkilemiş olması dikkat çekicidir.

Daha önce Kuzey Kutbu batı politikasının bir parçası olarak algılanıyordu. İlgili paragraf Avrupa-Atlantik ve Asya-Pasifik bölgeleri arasında yer alıyor ve Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’dan bahsediliyordu. Uluslararası Arktik politikasındaki son gelişmeler ve bölgesel önceliklerin yeniden değerlendirilmesi ışığında, Arktik artık ‘yakın çevre’den (yani Bağımsız Devletler Topluluğu – BDT) sonra onurlu bir ikinci sırayı işgal etmektedir.

Rusya’nın Arktik politikasının odak noktası Rus Arktik bölgesinin geliştirilmesine kayıyor ve uluslararası işbirliği artık bu amaca hizmet ediyor. En büyük bölgesel güç olan Rusya için Arktik politikasının her zaman hem iç hem de dış boyutları olmuştur. Yeni Konsept’te Rusya’nın Arktik’teki dış politikası, iç Arktik kalkınma politikasının organik bir uzantısıdır.

Kuzey Kutbu’nun diğer bölgesel önceliklere göre konumunun yeniden değerlendirilmesi, Rusya’nın yeni Dış Politika Konseptinin ana motiflerinden birinin ışığında görülmelidir. Şu andan itibaren Moskova, Batılı devletler topluluğuna entegrasyon arayışında değildir ve bu topluluğun kurumları kendi başına bir değer ya da bir statü göstergesi olarak algılanmamaktadır. Bu eğilim Rus dış politikasında birkaç yıl önce ortaya çıkmıştı ama şimdi resmileşti. Ne var ki bu, Rusya’nın kapılarını kapattığı ve yerleşik kurumları reddettiği anlamına gelmiyor. Yaklaşımı daha faydacı ve pragmatik hale geliyor: ancak ulusal çıkarlarıyla örtüşüyorsa ve diğer aktörler bunları dikkate almaya istekliyse kullanmaya hazırdır.

Kuzey Kutbu paragrafının boyutu iki katına çıkmış, daha ayrıntılı ve yapılandırılmış hale gelmiş, alt paragraflar Kuzey Kutbu’ndaki dış politika önceliklerini özetlemiştir. Ana hedef hala barış ve istikrarın korunmasıdır. ‘Yapıcı uluslararası işbirliği’ yerine artık iç hedefler var: çevresel sürdürülebilirliğin artırılması; Kuzey Kutbu’nda ulusal güvenliğe yönelik tehditlerin azaltılması; ve en önemlisi, Rusya Federasyonu’nun Kuzey Kutbu bölgesinin sosyo-ekonomik kalkınması için uygun uluslararası koşulların sağlanması.

Belgede yerli halklardan ilk kez bahsedilmektedir: Rus Kuzey Kutbu’nun az sayıdaki yerli halkının atalarından kalma yaşam alanlarının ve geleneksel yaşam biçimlerinin korunması, sosyo-ekonomik kalkınmanın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir.

Rusya’nın Kuzey Kutbu’ndaki temel hedeflerinden biri ‘Kuzey Denizi Rotası’nın (NSR) rekabetçi bir ulusal ulaşım arteri olarak geliştirilmesi ve Avrupa ile Asya arasında ulaşım için uluslararası kullanımının sağlanması’ olmaya devam etmektedir. Kuzey Kutbu’ndaki Rus dış politikasının yeni önceliklerinden biri NSR ile ilgili olarak düşünülmelidir: “Rusya Federasyonu’nun dahili sularındaki tarihsel olarak kurulmuş uluslararası yasal rejimin değişmezliğini sağlamak.”

‘Bölgenin sürdürülebilir kalkınması için Arktik devletlerinin özel sorumluluğu’na ilişkin politika noktası değişmedi, fakat Batılı devletlerin katılımıyla oluşturulan tüm bölgesel formatlar, Arktik Konseyi, ‘Arktik Beşlisi’ ve Barents Avrupa-Arktik Konseyi, ortadan kalktı. Sadece bir ay önce, 2035’e kadar olan dönem için Rusya’nın resmi Arktik stratejisi Rusya’nın Arktik’teki Devlet Politikasının Temelleri değiştirildi.(3)

Değişiklikler arasında, uluslararası işbirliğine ilişkin paragraftan söz konusu çok taraflı formatların tümünün çıkarılması da yer almaktadır. Strateji, ‘ilgili çok taraflı yapılar ve mekanizmalar çerçevesinde yabancı devletlerle ikili temelde ilişkilerin geliştirilmesini’ vurgulayacak şekilde güncellendi. Gelgelelim, bazı medya organlarının Rusya’nın Arktik Konseyi’nden tüm adı geçenleri çıkardığını iddia etmesine rağmen, Rusya’nın Arktik stratejisi ‘bölgedeki uluslararası faaliyetleri koordine eden kilit bölgesel platform olarak Arktik Konseyi’ vurgusunu korudu.(4)

Bu da Rusya’nın alternatif platformlar yaratma niyetinde olmadığını ve şimdilik yerleşik ve kendini kanıtlamış bölgesel mekanizmalar çerçevesinde yapıcı uluslararası işbirliğine bağlı kaldığını göstermektedir. Arktik Konseyi’nin 2022’de duraklamasının ardından bazı uzmanlar Rusya’nın ya da diğer yedi Arktik devletinin, tarafların katılımı olmadan kendi bölgesel kurumunu oluşturacağından endişe etmişti ama bunun yakın gelecekte gerçekleşmesi pek mümkün görünmüyor. Yine de bu taahhüdün, Rusya’ya çıkarları ciddiyetle dikkate alınan eşit bir taraf muamelesi yapılana kadar devam edeceğini belirtmek gerekir. Norveç’in konsey başkanlığını üstlenmesinin ardından Rusya’nın Arktik Büyükelçisi Nikolay Korçunov, haklarının ihlal edilmesi halinde Moskova’nın Konsey’den ayrılabileceğini ifade etmiştir.(5)

Rusya Kuzey Kutbu’nda uluslararası hukuka bağlılığını sürdürmektedir. Konsept, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin (UNCLOS) Arktik Okyanusu’ndaki devletlerarası ilişkileri düzenlemek için yeterliliğini yeniden teyit etmektedir. Yeni Konsept, UNCLOS’un Rusya’yı ilgilendiren alanlarına açıklık getirmektedir: uluslararası sularda deniz biyoçeşitliliğinin korunmasına ilişkin yakın zamanda kabul edilen BM anlaşması ışığında önemli olan deniz çevresinin korunması ve önceki Konsept’teki ‘kıta sahanlığının dış sınırlarının belirlenmesi’ ifadesinin yerini alan deniz sınırlandırması.

Moskova uzun zamandır ‘Arktik’e askeri de dahil olmak üzere çatışma unsurları getirme ve bölgedeki uluslararası etkileşimi siyasallaştırma girişimlerine’ karşı çıkmaktadır. 2023 Konsepti bu tezi ‘dost olmayan devletlerin bölgeyi askerileştirme ve Rusya’nın, Rusya Federasyonu’nun Arktik Bölgesi’ndeki egemenlik haklarını kullanma fırsatlarını sınırlama politikasını etkisiz hale getirmek’ olarak yeniden tanımlamaktadır.

Rusya, Kuzey Kutbu’ndaki uluslararası işbirliğinin coğrafyasını yeniden düşünüyor; belgede artık ‘Rusya’ya karşı yapıcı bir politika izleyen ve Kuzey Denizi Rotası’nın altyapısının geliştirilmesi de dahil olmak üzere Kuzey Kutbu’ndaki uluslararası faaliyetlerle ilgilenen Kuzey Kutbu dışındaki devletlerle karşılıklı fayda sağlayan işbirliğinden’ bahsediliyor. Bu ifade, Çin gibi Arktik bölgesi dışındaki devletlerle çalışma eğilimine işaret ediyor. Bu, Devlet Politikası Çerçevesi’nde Şubat 2023’te yapılan ve artık ‘Arktik’ devletler yerine ‘yabancı’ devletleri de içeren bir başka değişikliği yansıtıyor.

Yeni Konseptin temel mesajı, Rusya’nın kendi kendine yeterli olduğu ve çıkarlarına saygı göstermeye istekli olan herkesle işbirliğine açık olduğu, fakat bunların ihmal edilmesine müsamaha göstermeyeceğidir. Aynı durum, uluslararası politikanın artık ulusal çıkarlara hizmet ettiği Kuzey Kutbu için de geçerlidir; dolayısıyla Rusya’nın bölgedeki politikası bu prizma üzerinden görülmelidir.


Kaynaklar

(1) Rusya Devlet Başkanı Rusya Federasyonu Dış Politika Konseptinin onaylanmasına ilişkin Kararname (2023). Moskova: Kremlin. http://www.kremlin.ru/events/president/news/70811. Erişim tarihi 27 Nisan 2023

(2) Rusya Devlet Başkanı (2016) Rusya Federasyonu Dış Politika Konseptinin onaylanması üzerine. Moskova: Kremlin. http://www.kremlin.ru/acts/bank/41451. Erişim tarihi 27 Nisan 2023

(3) Rusya Devlet Başkanı (2023) 2035’e kadar olan dönem için Arktik’te Devlet Politikasının Temelleri’nde değişiklikler yapıldı. Moskova: Kremlin. http://kremlin.ru/acts/news/70570. Erişim tarihi 27 Nisan 2023

(4) Humpert M (2023) Rusya Arktik Politikasını Değiştirerek ‘Ulusal Çıkarı’ Önceliklendiriyor ve Arktik Konseyi İçerisindeki İşbirliğini Kaldırıyor. High North News, 23 Şubat. https://www.highnorthnews.com/en/russia-amends-arctic-policy-prioritizing-national-interest-and-removing-cooperation-within-arctic. Erişim tarihi 27 Nisan 2023

(5) TASS (2023) Rusya Dışişleri Bakanlığı, haklarının ihlal edilmesi durumunda Rusya’nın Arktik Konseyi’nden çekilebileceğini açıkladı. TASS, 14 Mayıs. https://tass.ru/politika/17742861. Erişim tarihi 27 Nisan 2023

DÜNYA BASINI

Avrupa’nın depremi: Popülist bir geri tepme

Yayınlanma

Avrupa’nın depremi

Štefan Auer
Prospect
15 Haziran 2024
Çev. Leman Meral Ünal

Deprem epey uzun zamandır bekleniyordu. Geniş ölçekte tahmin de ediliyordu. Fakat yaşananlar yine de pek çok kişiyi şaşırttı. Avrupa entegrasyonuna şüpheyle yaklaşan siyasi güçlerin Avrupa Parlamentosu seçimlerinde elde ettiği olağanüstü başarı kıtayı önemli ölçüde değiştireceğe benziyor. AB’nin en üst düzey görevleri için kaotik bir müzakere ve at pazarlığı dönemine girilirken, Avrupa’nın on yıl sonra nerede olacağını tahmin etmek, on gün içinde nasıl bir şekil alacağını tahmin etmekten belki de çok daha kolay görünüyor.

Ayrı kimliklere sahip halklar Avrupa siyaset sahnesine çıkma tehdidinde bulundukça daimî bir birliğin fikri dahi ortadan kalkıyor. “Halklar” ifadesini kasti olarak çoğul olarak kullanıyorum zira birçok Avrupa yanlısı akademisyen ve yorumcunun kabul etmeyi reddettiği bir gerçeği en baştan söylemek istiyorum: Avrupa, ulus devlete benzer bir siyasal yapı teşkil etmiyor. Bunun yerine, 27 ayrı demosu olan 27 üye devletten oluşuyor. Bu durum, Oxfordlu akademisyen Kalypso Nicolaidis tarafından savunulan öncü bir kavram olan “demoikrasi”den farklı bir anlama geliyor. Nicolaidis Avrupa’yı “hem devletler hem de yurttaşlar olarak anlaşılan, birlikte yöneten ama tek olmayan bir halklar birliği” olarak görmek istiyor. Ancak böyle bir Avrupa, nihai otorite sorununu göz ardı ettiği için özellikle kriz zamanlarında işleyemez hale geliyor. Böylesi bir siyasal yapıda egemen kim olacaktır? İstisnaya kim karar verecektir? Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bu sorulara yanıt olarak gerçek anlamda egemen bir Avrupa’nın yaratılmasını savunuyor. İşte tam da bunun için Macron ve Alman mevkidaşı Şansölye Olaf Scholz mayıs ayında “Avrupa’mız ölümlüdür” ve “Bu zorluğun üstesinden gelmeliyiz” diye yazmışlardı.

Ne var ki bu zorluğun üstesinden gelemediler ve bana kalırsa Avrupa’nın geleceğini şekillendirecek bir konumda da olmayacaklar. Scholz’un iktidardaki Sosyal Demokrat Partisi (SDP) oyların yalnızca yüzde 14’ünü alarak aşırı sağcı ve Avrupa şüphecisi Almanya için Alternatif’in (AfD) ardından üçüncü sırada yer aldı. Fransa’da da Macron’un Rönesans partisi sadece yüzde 15 oy alabildi ki bu oran Marine Le Pen’in Ulusal Birlik (RN) partisinin yarısından daha az bir oy almış olduğu anlamına geliyor. Ancak pek çok açıdan, bu Avrupa seçimleri değil, 27 (ayrı) ulusal seçim demek. Hukukçu Alberto Allemano’nun da ifade ettiği gibi, bu seçimlerde “insanların ulusal adaylar çıkaran, ulusal gündemler sunan ulusal partilere oy verdiğini gördük.”

Allemano teşhislerinde haklı olsa da reçetelerinde yanılıyor. Zira halen Avrupa’nın daha da Avrupalılaştırılması çağrısında bulunuyor. “Seçimleri gerçekten Avrupa düzeyinde yaparsanız, bir Avrupa demosu yaratacak ve bu da bir Avrupa demokrasisinin doğmasına yol açacaktır. Mükemmel olmayacak, tartışmalar devam edecek, ancak insanlar seslerini duyuracak ve Avrupa giderek daha demokratik hale gelecek”, argüman bu şekilde ilerliyor. Oysa bunlar bir işe yaramaz. Avrupa’da demokrasiyi kurtarmak için, siyasal yapılar daha fazla Avrupalılaştırılmamalı, tersine ulusallaştırılmalıdır. Zaten bu durmak bilmeyen Avrupalılaşma süreci bizi şimdi bulunduğumuz yere getirdi: Yalnızca liberalizme karşı değil, demokrasiyi mümkün ve sürdürülebilir kılan temel ilke ve değerlere karşı popülist bir geri tepme.

Önümüzdeki yıllarda bu seçimler Avrupa için önemli bir dönüm noktasını teşkil edecek ve AB’nin kendini uluslarüstü, yarı egemen bir federasyona dönüştürme hedeflerinin sonunu işaret edecek gibi görünüyor. Gittiğimiz Avrupa, sadece Brexit referandumundan önce David Cameron’ın talep ettiğine değil, aynı zamanda mevcut Avrupa Birliği’nin oluşturulmasına karşı çıkan Margaret Thatcher’ın savunduğuna da çok daha yakın olacak. Cameron hem AB dışından hem de içinden gelen göçün daha fazla kontrol edilmesini istemişti, Thatcher ise bilindiği üzere ulus devletler Avrupa’sı için mücadele etmişti. Kendisinin 1988’de Bruges’deki [Avrupa Birliği’ne binlerce bürokrat yetiştirmiş olan] Avrupa Koleji’nde yaptığı bir konuşmada ifade ettiği gibi, “Avrupa, birbirini daha iyi anlayan, birbirini daha çok takdir eden, birlikte daha çok şey yapan fakat ortak Avrupa çabamız kadar ulusal kimliğimizi de yücelten bir milletler ailesi olsun”.

Thatcher’ın mesajı bugün Birlik genelinde -memnuniyetsizliklerini ana akım uzlaşıya karşı çıkan sağ ya da sol partilere oy vererek ifade eden- seçmenler arasında yankı bulacaktır. Bu, seçmenlerin tek tek üye ülkelerdeki kaygıları arasındaki büyük farklılıkları küçümsemek anlamına gelmiyor. Ama Avrupa her zaman farklı halklar için farklı anlamlar ifade etmiştir, ki bu kurucu altı ülke olan Belçika, Fransa, Batı Almanya, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda için dahi geçerlidir. Sadece Fransa ve Almanya arasındaki farklılıkları düşünün. Fransız elitleri Avrupa projesini Fransa’yı büyütmek için bir araç olarak görürken, birçok Alman için Avrupa’nın amacı İkinci Dünya Savaşı esnasında barbarlığa sürüklenen uluslarının itibarını yeniden kurabilmekti. Tam da bu doğrultuda Almanya, gücünü gizleyebilmek amacıyla Avrupa’yı kullandı.

Fransa’daki seçim sonrası gelişmeler, eğer ihtiyacımız varsa, iç politikanın ne denli merkezi olduğunu bize yeniden hatırlatıyor. Sayısız iç soruna rağmen Macron epey yakın bir zamana kadar Avrupa’nın lideri olarak görülüyordu. Partisinin Avrupa Parlamentosu oylamasındaki kötü performansının ardından erken seçim çağrısında bulunması, onun sonunu hızlandıracaktır. Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i Fransa Ulusal Meclisi’nde salt çoğunluğu elde etmesi de ya da buna yaklaşması durumunda, Macron’un sosyal tabanı büyük ölçüde eriyecektir. Bu da demek oluyor ki artık Fransa ve -daha önemlisi- Avrupa açısından güvenilir bir lider olarak görülmeyecektir.

Buna karşılık, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi (Fratelli d’Italia – FdI) ulusal oylardaki en büyük payı (yüzde 29) topladı. Bu durum, Avrupa Parlamentosu’ndaki parti grubunun toplam büyüklüğüne (ana akım merkez sağ parti, bir merkez sol parti ve Macron’un Renew Europe partisinden sonra dördüncü sırada yer almasına) rağmen Meloni’nin demokratik itibarını ve demokratik referanslarını daha da güçlendirdi. Böylece Avrupa yenilenecek fakat Meloni ve takipçilerinin bir süredir savunduğu doğrultuda. Yani, Avrupa’yı egemen kılmak yerine, üye devletler ulusal egemenliklerini Avrupa’dan geri kazanmaya çalışacaklar. Hem kolektif olarak hem de tek tek ulus devletler olarak, göç üzerinde daha fazla kontrol sağlamanın yanı sıra ulusal ekonomileri üzerinde (bir miktar) kontrol sağlamak için bastıracaklar.

Brüksel ve diğer Avrupa başkentlerinde Donald Trump’ın olası yeniden iktidarının hayaleti dolaşıyor. Ukrayna’daki durum ise vahametini koruyor. Rusya’nın ülkeyi yok etme konusundaki arzusu azalmış görünmüyor. Ancak yetkilerin bir kısmının kurucu üye devletlere geri verildiği bir Avrupa, Ukrayna için her zaman kötü haber demek değil. Bir bütün olarak AB, zor durumdaki bu ülkeye sürekli bol kepçeden söz verip ama vaat ettiğinin çok altında verdi. Ukrayna’nın kararlı destekçileri genellikle üye devletler ve AB dışındaki ülkeler, yani ABD ve İngiltere olmuştur. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte de bu ülkelerin rolü hem NATO içinde hem de NATO’nun dışında daha da önemli hale gelecektir.

Peki ya egemen Avrupa? Hatırlayın, dünyada kendi çıkarlarını önceleyecek ve savunacak bir Avrupa? Bağımsız, özerk, dirençli, ABD ve Çin de dahil olmak üzere diğer büyük güçlerden bağımsız bir Avrupa? İşte o Avrupa zaten hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir gelecek düşüydü. Gücünü ve güvenilirliğini yeniden kazanmak için Avrupa’nın kendi vatandaşlarına karşı daha duyarlı olması gerekiyor. Bunun da ulus-devletler düzeyinde başarılması, oluşmakta olan uluslarüstü bir yönetimden çok daha olasıdır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

WSJ: Biden yönetimi Gazze’de savaş sürerken kuzeydeki sorunu aşmayı umuyor

Yayınlanma

ABD, Gazze’deki başarısız ateşkes diplomasisinden sonra şimdi de gerilimin iyice tırmandığı Lübnan cephesinde yine başarısız olacağı baştan belli bir diplomasi yürütüyor. İsrail ile Hizbullah’ın topyekûn savaşa girmesini engellemek için İsrail, Lübnan ve bölgedeki diğer ülkelerle temasta. Washington, Hizbullah defalarca ilan etmesine rağmen Gazze’deki kriz devam etse de İsrail-Hizbullah krizini çözebileceğini düşünüyor. Tıpkı Kızıldeniz’de bombalayarak Husileri durdurabileceğini umduğu gibi…

***

Biden yönetimi, İsrail ile Hizbullah arasındaki daha geniş bir savaşı önlemek için çabalıyor

Beyaz Saray’ın diplomatik atağı, Gazze’de ateşkes sağlanması için haftalarca süren başarısız baskıların ardından geldi

Michael R. Gordon

ABD’li yetkililer, Biden yönetiminin İsrail ile Hizbullah arasında Lübnan’ın güneyinde giderek kötüleşen sınır çatışmalarını azaltma çabasının, ABD’nin Gazze’de ateşkes sağlamakta karşılaştığı güçlükler nedeniyle büyük zorluklarla karşılaştığını söylüyor.

İki cephe arasındaki bağlantılar, İran’ı da içine çekebilecek ve çatışmaları Gazze’nin çok ötesine taşıyabilecek geniş çaplı bir savaşı önlemeye çalışan Beyaz Saray’ın karşı karşıya olduğu diplomatik çıkmazın altını çiziyor.

Beyaz Saray, İsrail’in kuzey sınırındaki gerilimin azaltılmasının Gazze’de sağlanması zor bir ateşkese bağlı olamayacağı konusunda ısrar ediyor ve Hamas’a güneydeki çatışmaları durdurmayı kabul etmesi için haftalarca süren başarısız baskının ardından kuzeydeki gerilimi yatıştırmak için büyük bir diplomatik çaba sarf ediyor.

Ancak ABD tarafından “terörist” olarak tanımlanan ve Hamas’ın önemli bir müttefiki olan Hizbullah’ın son haftalarda İsrail’in kuzeyine yönelik roket ve insansız hava aracı saldırılarını yoğunlaştırması, tehdidi sona erdirme ve kuzeye tahliye edilmek zorunda kalan 70.000 kadar vatandaşını geri gönderme sözü veren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti üzerindeki baskıyı arttırdı.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, bu ayın başlarında Beyrut’tan yaptığı bir televizyon konuşmasında İsrail’i “ülkede hiçbir yer roketlerimizden korunamaz” diye uyardı.

Biden yönetiminden üst düzey bir yetkili çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada “Nasrallah’ın mantığı… her şeyin Gazze’ye bağlı olduğu ve Gazze’de ateşkes sağlanana kadar İsrail’e ateşin durmayacağıdır. Açıkçası bu mantığı tamamen reddediyoruz” dedi.

ABD özel temsilcisi Amos Hochstein’ın Hizbullah’ın sınırdan geri çekilmesini de içeren bir anlaşma yapma çabaları şu ana kadar sonuçsuz kaldı.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant bu hafta Beyaz Saray, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon yetkilileriyle üst düzey görüşmeler için Washington’da bulunduğu sırada Hochstein ile Lübnan konusunda iki kez görüştü.

Gallant, salı günü gazetecilere yaptığı açıklamada, “İsrail kuzeydeki güvenlik durumunu değiştirecek bir çözüm bulmak istiyor. Savaş istemiyoruz ama her türlü senaryoya da hazırlıklıyız. İsrail sınırında Hizbullah birliklerini ve askeri oluşumlarını kabul etmeyeceğiz. Kuzey toplumlarımıza yönelik tehditleri kabul etmeyeceğiz” dedi.

Hochstein geçen hafta üst düzey yetkililerle görüşmek üzere Lübnan’a yaptığı ziyaret sırasında Netanyahu ile de görüştü.

İsrail ve Hizbullah, İran’a bağlı milislerin Filistinli hareket Hamas’ın Gazze’de savaşa yol açan saldırılarını desteklediği 7 Ekim’den bu yana karşılıklı ateş açıyor. Hem Hizbullah hem de İsrail düşmanlıklarını daha büyük bir çatışmaya dönüştürme konusunda isteksiz davranırken, her ikisi de çatışmayı tırmandırabileceklerinin sinyallerini veriyor.

Bu ayın başlarında Hizbullah, Hayfa’daki İsrail limanı üzerinde uçan bir keşif uçağına ait olduğunu söylediği bir video yayınladı. Bir başka Hizbullah insansız hava aracı da aşağı Celile üzerinde İsrail güçleri tarafından düşürüldü.

İsrail güçleri ise Hizbullah komutanlarına karşı hava saldırıları düzenliyor. Geçen hafta İsrail ordusu Hizbullah’a karşı olası bir askeri operasyon planını onayladı ancak operasyon için hükümetin onayı gerekiyor.

İsrail için Hizbullah’a karşı savaşmak, Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaştan çok daha zorlu bir görev olacak. Uzmanlar Lübnanlı grubun 150.000’den fazla roket ve füzeden oluşan bir cephaneliği olduğunu ve bunların bir kısmının İsrail’in füze savunma sistemlerine rağmen Tel Aviv ve İsrail’in diğer şehirlerine ulaşabileceğini tahmin ediyor.

İsrail ordusuna göre Hizbullah çatışmanın başlamasından bu yana İsrail’e 5.000’den fazla roket, tanksavar füzesi ve patlayıcı insansız hava aracı fırlattı. Grubun açıklamalarına dayanan bir çeteleye göre Ekim ayından bu yana en az 338 Hizbullah savaşçısı öldürüldü. Lübnanlı yetkililere ve Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne göre en az 95 Lübnanlı sivil de öldürüldü.

İsrail’in kuzey sınırına odaklanan ve kâr amacı gütmeyen bir araştırma merkezi olan Alma Araştırma ve Eğitim Merkezi’ne göre, evlerinden olan binlerce kişiye ek, çatışmalar nedeniyle en az 17 İsrail askeri ve dokuz sivil öldürüldü.

Üst düzey ABD’li yetkililer Hizbullah, İsrail ve İran’ın Gazze’deki yıkımı gölgede bırakacak kapsamlı bir savaş istemediklerine inandıklarını söylerken, bazıları da iki taraf arasında tırmanan gerilimin kontrolden çıkmasından korkuyor.

Trump döneminde Dışişleri Bakanlığı’nın Orta Doğu’dan sorumlu üst düzey yöneticisi olarak görev yapan David Schenker, “Yeni bir Hizbullah-İsrail savaşının yıkıcı sonuçlarından ve İran’ın da savaşa katılma ihtimalinden endişe duyan Biden yönetimi, nihayetinde kaçınılmaz olabilecek bir çatışmayı ertelemek için büyük diplomatik çaba sarf ediyor” dedi.

ABD’li yetkililer diplomatik çabalarının durmadığı konusunda ısrarlı.

Üst düzey bir yönetim yetkilisi gazetecilere yaptığı açıklamada “Devam eden bir diplomatik sürecimiz var. İsrailliler, Lübnanlılar ve diğerleriyle oldukça yoğun istişarelerde bulunuyoruz” dedi.

Mevcut ve eski yetkililere göre ABD’nin gerilimi düşürmek için önerdiği fikirler arasında Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nden birkaç bin askerin Hizbullah’ın boşalttığı sınır bölgelerine taşınması ve bu askerlerin sınırdan yedi kilometre geri çekilmesi yer alıyor. Schenker buna ek olarak, halihazırda güney Lübnan’da konuşlanmış olan BM barış gücünün de genişletilebileceğini söyledi. Schenker, Hizbullah’ın geri çekilmesi karşılığında İsrail’in de Lübnan üzerinde savaş uçakları ve insansız hava araçları uçurmayı azaltmayı kabul edeceğini söyledi.

Amerikalı yetkililer, gerilimi azaltma anlaşmasına uyması için Hizbullah üzerindeki baskıyı artırmak amacıyla, diplomatik çabaların başarısızlığa uğraması halinde Washington’un İsrail ordusunu geri çekecek konumda olmayacağı uyarısında bulundu.

Üst düzey bir yönetim yetkilisi “İsrail’i ve ulusal güvenlik çıkarlarını… Hizbullah gibi gruplara karşı savunmasını tamamen destekliyoruz” dedi.

Ancak Genelkurmay Başkanı Hava Kuvvetleri Generali CQ Brown pazar günü gazetecilere yaptığı açıklamada ABD ordusunun İsrail’i Hizbullah’ın büyük bir saldırısına karşı, İran’ın balistik füzeler ve insansız hava araçlarıyla saldırdığı Nisan ayında ülkeyi koruduğu kadar başarılı bir şekilde savunamayacağını söyledi.

ABD ve diğer ülkelerin yardımıyla İsrail, İran ve milis müttefikleri tarafından ateşlenen 300’den fazla insansız hava aracı ile balistik ve seyir füzelerinin neredeyse tamamını durdurdu. Ancak Brown, Hizbullah’ın elinde çok sayıda kısa menzilli roket bulunduğunu, bunların ABD tarafından engellenmesinin zor olacağını ve İran’ın tepkisini tetikleyebileceği uyarısında bulundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Fyodor Lukyanov ile mülakat: Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin normalleşmesi ve hatta belki de daha fazlası mümkün

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Ermenistan ile Azerbaycan arasında sınır belirleme çalışmaları nisan ayı sonunda başladı. Bu bağlamda geçen hafta Gazah bölgesine bağlı Bağanis Ayrım, Aşağı Eskipara, Heyrimli ve Kızılhacılı Bakü’nün kontrolüne geçti. Geçen haftalarda buna tepki olarak Ermenistan’da “Vatan Adına Tavuş” hareketi Tavuş kasabasından Erivan’a yürüyüş başlattı. Devamında Erivan’da oturma eylemleri düzenlendi ve hadise çok sürmedi.

Karabağ artık Ermenistan’ın hakimiyetinden çıktı ve talep ettiği “güvenlik kuşağı” defteri kapandı. Aşağıda tercümesi verilen mülakatta Valday Uluslararası Tartışma Kulübü Araştırma Direktörü Fyodor Lukyanov, Erivan ile Ankara arasında yakın zaman içinde pirüpak bir sayfa açılmasını göz ardı etmediğini söylüyor.


Lukyanov: Ermenistan için Avrupa’daki tek seçenek Türkiye

Hayk Halatyan

Verelq.am

21 Haziran 2024

Ermenistan-Rusya ilişkilerindeki mevcut kriz ne kadar ileri gidebilir? Moskova, Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşmasına nasıl bakıyor? Rusya ile siyasi ilişkileri yeniden düşünmek ve aynı zamanda Ermenistan açısından son derece faydalı olan iktisadi ilişkileri sürdürmek mümkün mü? Ermenistan açısından Avrupa entegrasyonu ne kadar gerçekçi?

Russia in Global Politics dergisinin genel yayın yönetmeni, Rusya Dış ve Savunma Politikası Konseyi Başkanlık Divanı Başkanı ve Valday Uluslararası Tartışma Kulübü Araştırma Direktörü Fyodor Lukyanov, bu ve daha fazlasını yanıtladı.

Ermenistan-Rusya ilişkilerindeki mevcut kriz nereye kadar gidebilir? Ve Moskova, Ermenistan’ın Batı ile yakınlaşmasına nasıl bakıyor?

Kriz vektörel. Ermenistan yönetiminin net bir yol seçtiğini ve bunu tutarlı bir şekilde sürdürdüğünü kabul etmelisiniz. Bu sadece pratik yönlerle ilgili değil, aynı zamanda sembolizmle de ilgili. Buça ziyareti ve benzerleri, sinyaller açık. Bu açıdan süreç geri döndürülemez görünüyor.

Konuyla çok ilgili olmasam da Rusya’nın şu anda son derece temkinli davrandığını söyleyebilirim. Diplomatik adımlar atıldı, büyükelçi istişareler için geri çağrıldı, açıklamalar yapıldı. Fakat genel manada Rusya’nın benzer durumlarda —Gürcistan, Moldova ya da başka yerlerde— nasıl tepki verdiğini biliyoruz. Şimdiye dek böyle bir şey görmedik, bu nedenle “aktif gözlem pozisyonunun” bir süre daha devam edeceğini düşünüyorum.

KGAÖ’ye gelince, mesele açık görünüyor: Ermenistan’ın bu örgüte ihtiyacı yok. Halihazırda bu sadece Rusya’nın alanına ait olmanın sembolik bir işaretiydi. Fakat kilit nokta, Rusya’nın Ermenistan’daki askeri üssü olacaktır. Ermeni tarafı üssün geri çekilmesini talep ederse Rusya buna uymak zorunda. Bu muhtemelen Ermenistan ile ilişkilerin kayda değer ölçüde yeniden düzenlenmesine yol açacaktır.

Rusya’nın bu tutumunun nedeni nedir? Ukrayna’da Batı ile yaşadığı çatışma nedeniyle Ermenistan ve Güney Kafkasya’daki nüfuzu için mücadele edecek kaynaklara sahip değil mi? Ya da sadece bu nüfuzu elinde tutmak için bir irade eksikliği mi var? Ermenistan’daki pek çok uzman, Rusya’nın Ermenistan’dan ve bölgeden çekilmeye hazır olduğuna inanıyor.

Rusya’nın çekilmeye hazır olduğunu söylemek abartı olur. Elbette şu anda başka öncelikler daha öncelikli. Bunlar gerçekleşmediği sürece diğer her şey ikinci planda kalır. Dahası, Rusya’da Ermenistan’daki süreçlerin vektörel bir şekilde ilerlediği, ancak henüz sonuçlanmadığı yönünde bir his var gibi görünüyor. Bundan sonra ne olacağı sadece Ermenistan’daki gelişmelere değil, aynı zamanda bölgedeki duruma da bağlı: Türkiye’nin ve Avrupa’nın tutumu vb.

Bence Rusya, krizden henüz ciddi bir şekilde etkilenmemiş olan Ermenistan ile iktisadi ilişkilerin daha önemli olduğunu varsayıyor. Şu anda Rusya için tüm iktisadi ilişkiler önemli. Eğer ABD Dışişleri Bakan Yardımcısının son ziyareti iktisadi iş birliği fırsatlarının keskin bir şekilde azalmasına yol açarsa ve Ermenistan, ABD’nin baskısı altında yaptırımları daha sıkı bir şekilde uygularsa, o zaman elbette çıkar sorunu da ortaya çıkar.

Ermenistan makamlarının ve onlara bağlı uzman çevrelerin açıklamalarında, Rusya ile siyasi ilişkilerin yeniden gözden geçirilebileceği, ancak Ermenistan’ın lehine olan iktisadi ilişkilerin sürdürülebileceği fikri sıklıkla dile getiriliyor. Bu ne kadar gerçekçi?

Bunu tahayyül etmek zor. Diğer ülkelerle benzer bir şey yapmaya yönelik önceki tüm teşebbüsler genelde kötü neticelendi. Öte yandan, Rusya’da belli bir yaklaşım değişikliği var gibi görünüyor. Daha önce soyut jeopolitik çıkarlar her zaman ağır basarken, şimdi en azından somut iktisadi çıkarlarla birlikte değerlendiriliyor. Yakın insani bağlar göz önünde bulundurulduğunda Ermenistan, açık provokasyonlara girişmediği sürece Rusya’nın Ermeni tarafına yönelik sert adımlar atmayacağını göz ardı etmiyorum.

Asıl mesele, Batılı ortakların Ermenistan’dan ne talep edeceği. Eğer Rusya ile iktisadi ilişkilerin gerekliliğini anlıyorlarsa, bu bir şeydir. Fakat Amerikalılar ve Avrupalılar, “Eğer Avrupa rotasını takip ediyorsanız, o zaman tutarlı bir şekilde takip edin,” derlerse, o zaman…

Ermenistan makamlarının ve onlara bağlı uzman çevrelerin aktif olarak sözünü ettiği Ermenistan’ın Avrupa’ya entegrasyonu ne kadar gerçekçi?

Ermeni diasporasının bir seçim faktörü olarak önemli bir rol oynadığı Fransa dışında, Avrupa’daki her muhafazakârın Ermenistan’ın Avrupa’ya entegrasyonuna yönelik adımlar atılması gerektiğini anlamadığını düşünüyorum. Bence mesele daha ziyade Ermeni toplumunun, siyasi zümresinin ve bir bütün olarak Güney Kafkasya’nın dinamiklerinde yatıyor. Kesin olarak söyleyebileceğim bir şey varsa o da son on yıllardaki deneyimlerin coğrafi olarak entegrasyon alanından kopuk bir ülkenin entegre olamayacağını gösterdiğidir. Bu işe yaramaz.

Ermenistan için teorik olarak erişilebilir tek Avrupa seçeneği Türkiye’dir. Bu komşu ülke de uzun süredir AB üyeliğine aday. Yalnızca birkaç yıl önce, bunun herhangi bir ihtimali ortadan kaldırdığını söylerdim. Bugün artık böyle düşünmüyorum, zira Erivan’ın yaklaşımının nasıl kökten değiştiğini görebiliyoruz. Bir zamanlar tamamen düşünülemez olarak kabul edilen şey gerçek oldu. Dağlık Karabağ’dan vazgeçilmesi herhangi bir şoka neden olmadı.

Bu nedenle, Avrupa ile entegrasyona doğru gidişin, Ermenistan söz konusu olduğunda Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi ve hatta belki de daha fazlası anlamına geleceği ihtimalini göz ardı etmiyorum. Esasında Ermenistan, bu iktisadi etki alanına girebilir. Tarihi göz önüne alarak bu tamamen düşünülemez gibi görünse de yakın geçmişte düşünülemez gibi görünen pek çok şey artık gerçeğe dönüştü. Ancak bu Avrupa entegrasyonu ile aynı şey değil.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English