Bizi Takip Edin

Görüş

Trump’ın Rusya-Ukrayna barışını teşvik girişimi stratejik açmaza dönüştü

Avatar photo

Yayınlanma

22 Mayıs’ta Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna sınırı boyunca gerekli bir güvenlik tampon bölgesi kurmaya karar verdiğini açıkladı. Ukrayna Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Nikolenko ise, Putin’in bu açıklamasının Rusya’nın barışın önündeki gerçek engel olduğunu gösterdiğini belirtti. Genel olarak sınır veya cephe hattı boyunca tampon bölge oluşturmak, taraflardan birinin ya da her ikisinin mevcut çatışma sonuçlarını kalıcılaştırmayı ve uzun vadeli bir ateşkes ya da fiili sınır oluşturmayı amaçladığını gösterir. Rusya’nın bu kararı, üç yılı aşkın süredir süren Rusya-Ukrayna savaşında toprak mücadelesi açısından zaferin artık açıkça Rusya’ya kaydığını göstermektedir. Rusya bu temelde savaşı barış görüşmelerine dönüştürmeyi ve yeni bir jeopolitik düzen ile güvenlik yapısı kurmayı hedeflemektedir.

Aynı gün, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, bir sonraki ikili görüşmenin en kısa sürede yapılmasını sağlamaya çalıştıklarını ancak Rusya’nın henüz bu konuda eşit düzeyde bir hazırlık göstermediğini ifade etti. Zelenskiy’nin açıklamaları da uzlaşmaz ve sert bir tutum sergiledi; yani toprak tavizine yanaşmadığını gösterdi.

Buna karşın, Rusya-Ukrayna savaşını hızla çözeceğini iddia eden ABD Başkanı Donald Trump, görünüşe göre artık ne bu konuda hevesli ne de umutlu. Trump, hayranlık duyduğu Putin’i gücendirmek istemiyor, küçümsediği Zelenskiy’i ise etkileyemiyor. Dolayısıyla, Beyaz Saray’a döner dönmez Rusya-Ukrayna barış sürecini başlatma hayali, bir sabun köpüğü gibi patladı. Aslında sadece Rusya ve Ukrayna değil, ABD ile Avrupa’nın pozisyonları da oldukça farklı. Trump yönetimi, “Ukrayna’yı savunma” sloganının Avrupa için ortak savunma ve birlik bilinci haline geldiğini fark edemedi. Bu yüzden Trump yönetiminin barış girişimi, ortak zemin bulamadığı için stratejik çıkmaza sürüklendi.

Trump, iktidara gelmeden önce ve geldikten sonra İsrail ile işbirliği içinde neredeyse tüm bölgesel düşmanlarını saf dışı bırakarak “Altıncı Orta Doğu Savaşı”nı direniş ekseninin çöküşüyle sona erdirdi. Şu anda sadece Yemen’deki Husiler, zor durumda kalan Filistin direniş örgütü Hamas’a destek için İsrail’e karşı direniyor. Ayrıca Trump, üç Körfez ülkesini ziyaret ederek Türkiye ile ilişkileri güçlendirdi, ezeli düşman Suriye ile husumeti sonlandırdı ve Suriye-İsrail ilişkilerinde tarihi bir gelişme yaratmaya çalışıyor.

Orta Doğu’da düzen kurabilecek güçte olan Trump, aynı karmaşıklıktaki Rusya-Ukrayna savaşında ise başarısız oldu. “24 saatte savaşı bitireceğim” vaadinin sadece bir şaka olduğunu kabul etti. Ukrayna’ya ve Avrupa’ya uyguladığı baskı sonuç vermediği gibi, barış sürecinde öncülüğü de kaybetti.

16 Mayıs’ta, üç yıl aradan sonra Rusya ve Ukrayna doğrudan müzakerelere yeniden başladı. Taraflarla iyi ilişkileri olan Türkiye arabuluculuk yaptı. Ancak 1000 savaş esirinin takası dışında somut bir sonuç elde edilemedi çünkü barış şartları arasında uçurum var. Ukrayna heyetinin yarısının askeri üniforma giymesi, sonuna kadar savaşma kararlılığını gösterdi.

Rusya’nın koşulları herkesçe biliniyor: Ukrayna, Kırım üzerindeki egemenlik iddiasından vazgeçmeli, doğu ve güneydeki dört bölgeyi Rusya’ya bırakmalı ve NATO’ya asla katılmayacağına söz vermelidir. Ukrayna’nın ise bir karış topraktan bile vazgeçmeye niyeti yok ve NATO üyeliğini sürdürme hedefinde.

İstanbul görüşmeleri sonrası Putin, Rusya’nın tamamen kontrolüne aldığı Kursk bölgesini ziyaret etti ve ardından Donbas’a gidecek. Üç yılı aşan bu savaş şu an itibarıyla Rusya’nın geçici zaferiyle yeni bir çıkmaz safhasına girmiş durumda. Ezici askeri üstünlüğü ve geniş işgal alanlarıyla Rusya, Ukrayna’nın “önce ateşkes, sonra müzakere” teklifini kabul etmiyor. Bunun yerine, savaşırken müzakere etmeyi tercih ediyor ve böylece Ukrayna ordusunun yeniden yapılanmasına fırsat tanımıyor. Bu sayede, dört bölgede kalan Ukrayna kuvvetlerini çekilmeye zorlayarak bu toprakların tamamında egemenlik kurmayı hedefliyor. Putin’in bahsettiği “sınır tampon bölgesi” de bu yeni sınırın tesisini ve savaşın kesin zaferle sonuçlanmasını garanti altına alma amacı taşıyor.

Rusya savaş alanında inisiyatifi ve stratejik üstünlüğü elinde tutarken, Ukrayna geri adım atmaya yanaşmıyor, Avrupa ülkeleri de Ukrayna’yı terk etmeyi reddediyor. Bu karmaşık durum, Trump yönetiminin güvenini, sabrını ve cesaretini giderek tüketiyor ve artan şekilde “elini çekme” sinyalleri veriyor.

Trump, bir zamanlar Rusya’yı tehdit ederek, eğer bir anlaşma sağlanmazsa ABD’nin Rus petrolüne “ikincil gümrük vergileri” uygulayacağını söylemişti. Ancak 19 Mayıs’ta Putin’le yaptığı iki saatlik telefon görüşmesinden sonra bu sözlü tehdidi tamamen rafa kaldırdı. Sonrasında Avrupa liderleriyle yaptığı telefon görüşmelerinde Trump, ABD’nin sadece Rusya’ya yaptırım uygulamak istemediğini değil, aynı zamanda tamamen bu işten elini çekip, Rusya ile Ukrayna’nın kendi başlarına çözüm bulmalarını istediğini açıkça ifade etti. Trump net şekilde vurguladı: “Bu Amerika’nın savaşı değil. Bu Avrupa’nın sorunu ve hep öyle kalmalı.”

Rus TASS haber ajansı yorumcusu Hoffman, Trump ile Putin’in görüşmesini değerlendirirken, bunun ABD-Rusya ticari ilişkilerinden ziyade, Washington’un yeni bir jeopolitik gerçeği — yani uzun vadeli çözümün ana hatlarının Rusya tarafından belirleneceğini — kabul etmesi anlamına geldiğini söyledi. Diğer bir Rus yorumcu Ivanikov, bu telefon görüşmesinin tarihi bir barışın başlangıcı olduğunu ve artık sadece yasal olarak teyit edilmesi gerektiğini belirtti. Ayrıca “Trump, Ukrayna krizinin nedenleri konusunda açıkça Rusya ile aynı görüşü paylaşıyor” ifadesini kullandı.

Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşını çözme çabaları ciddi şekilde sekteye uğradı ve bunun pek çok nedeni vardı. İlk olarak, Trump ve danışmanları, ABD liderliğinin Avrupa ortaklarını temel çıkarlarından vazgeçirmedeki etkisini abarttılar. Diğer ülkelerin topraklarını ve egemenliklerini ticarete açık birer meta gibi gördüler. İkinci olarak, Trump’ın danışman kadrosu çoğunlukla politikaya sonradan giren, onu körü körüne yücelten ve sorgusuz sualsiz takip eden amatörlerden oluşuyordu. Kissinger ya da Mearsheimer gibi stratejik ustalardan yoksun olmaları, ABD’nin arabuluculuk çabalarını jeopolitik gerçeklerden ve ulusal çıkar hesaplarından kopuk, kağıt üstü projelere dönüştürdü. Üçüncüsü ise, Trump ve birçok kabine üyesi Avrupa tarihine dair derin bir bilgiye sahip değildi ve “savaş başlatmak kolay, bitirmek zordur” ilkesini kavrayamamışlardı.

Avrupa tarihine bakıldığında, bugün yaşanan Rusya-Ukrayna krizi, çatışma ve savaş; aslında Rusya ile Avrupa ülkeleri arasındaki yüzyıllara dayanan gerilimin tekrarı ve devamıdır. Rusya’nın Batı’ya entegre olma çabalarının Batı tarafından kültürel olarak reddedilmesi, güvensizlik duygusuyla “imparatorluk alanı” yaratmaya çalışan Rusya ile Batı’nın köklü Rus düşmanlığı, korkusu ve karşıtlığı arasındaki çarpışmadır. Aynı zamanda Katolik dünyası ile Doğu Ortodoks kilisesi arasındaki dini meşruiyet ve egemenlik mücadelesinin uzun vadeli bir yansımasıdır.

Bu uzun Avrupa iç çatışmalar tarihi boyunca, Rusya ne kadar çok savaştıysa o kadar fazla toprak kazandı; çevresindeki büyük düşmanları ya tamamen yok edildi ya da küçük devletlere bölündü. Bu durum, Rusya’nın batıya doğru yayılma arzusunu güçlendirdi, mağlup olanların da Rus korkusunu pekiştirdi. Baltık ülkeleri sürekli olarak Rusya ile güçlü komşuları arasında el değiştirdi; Polonya ise Rusya (ve Sovyetler) tarafından dört kez parçalandı. II. Dünya Savaşı sonrası parçalanmış Avrupa, Atlantik’in ötesindeki güçlü ABD’ye yaslanmak zorunda kaldı ve NATO’yu kurdu — hem Almanya’nın üçüncü kez yükselmesini önlemek hem de Rusya’nın stratejik baskılarına karşı durmak için.

Sonunda Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun çöküşü, Batı’nın AB ve NATO genişlemeleriyle Rusya’nın stratejik alanını daraltmasına neden oldu. Bu da Rusya’nın ulusal güven duygusunu zedeledi ve Gürcistan savaşı, iki Karabağ çatışması ve bugün süren Rusya-Ukrayna savaşını doğrudan tetikledi.

Bu nedenle, Rusya’ya komşu küçük ülkeler olsun, cepheden uzakta bulunan Almanya, Fransa, İngiltere gibi geleneksel büyük güçler olsun, hiçbir Avrupa ülkesi Ukrayna topraklarını Rusya’ya “ödül” olarak vermeye yanaşmaz. Aksine, kararlılıkla savunma harcamalarını artırıyor, askeri hazırlıklarını güçlendiriyor ve Ukrayna’ya sürekli destek sağlıyorlar. Bu, ABD’nin müttefiklerini tamamen yüzüstü bırakması ihtimaline karşı, Ukrayna’yı ve Avrupa’yı bağımsız olarak savunmaya yönelik uzun vadeli bir stratejidir.

Bu koşullarda, Trump’ın, Ukrayna topraklarını feda ederek Avrupa’ya barış getirme veya Avrupa’nın güvenlik çıkarlarını feda ederek ABD-Rusya yakınlaşması sağlama beklentisi, Ukrayna ve Avrupa’nın çoğu ülkesi tarafından ortak direnişle karşılaşacaktır.

Elbette can sıkıcı gerçek şu ki, NATO’nun mutlak liderliği hâlâ ABD’nin elindedir. Avrupa ülkeleri, Rusya’yı yenilgiye uğratmak ya da Ukrayna’nın kaybettiği toprakları geri almak için NATO güçlerini tek başına kullanamaz. Kurulması planlanan bağımsız bir Avrupa ordusu ise henüz “hayali bile umut vermeyen” bir noktadadır. ABD’nin tam desteği olmadan, Avrupa; gevşek, hantallaşmış ve güçsüz, birçok cüceden oluşan bir “stratejik yetim” haline gelir. Ne tek başına ne de birlikte hareket ederek güçlü komşu Rusya’ya karşı durabilir. Ukrayna’nın topraklarının yarısını kaybettiği bu yeni durum da kolay kolay geri çevrilemez.

Trump yönetimi, Batı dünyasının liderliğinden ve NATO’daki baskın konumundan adım adım vazgeçiyor. ABD’yi tek başına güçlü kılmaya odaklanan bu yaklaşım, ülkenin Ukrayna’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak ya da Avrupa’nın Rusya’yı sınırlama stratejik hayalini gerçekleştirmek uğruna ağır bedeller ödemeyeceğini gösteriyor. Her ne kadar Rusya-Ukrayna savaşı yeni bir doğrudan müzakere sürecine girmiş olsa da, kesinlikle “iki tarafın da kazandığı” bir sonuç çıkmayacaktır. Ukrayna ve Avrupa’nın şu anki en büyük umudu, mevcut durumu korumak ve Cumhuriyetçi yönetimin görevden ayrılmasını bekleyip, Demokratların yeniden iktidara gelerek önceki sert politikaları canlandırmasıdır. Ancak bu gerçekleşse bile, savaşın galibi ne Ukrayna ne de Avrupa olacaktır — ta ki Rusya’da içten bir devrim yaşanmadıkça ya da ülke parçalanmadıkça. Çünkü birleşmiş, bütünlük içinde ve milliyetçilik ekseninde hareket eden bir Rusya, özellikle de kendi sınırları içinde asla yenilmezdir.

Tarih, Rusya ile Avrupa arasındaki karşılıklı fetihlerin tanığıdır. Bu tarih bize şunu açıkça gösteriyor: Rusya, gerçekten yenilmeden, işgal ettiği ve ilhak ettiği toprakları — özellikle tarihi bağları olan ve nesiller boyunca çok sayıda Rus’un yaşadığı Kırım ile Doğu ve Güney Ukrayna’daki dört bölgeyi — asla gönüllü olarak geri vermez.

Üç yıl önce, Rusya-Ukrayna savaşı yeni başladığında yazar şu öngörüde bulunmuştu: Bu yüzyılın savaşı, “Rusya’nın acılı zaferi, Ukrayna’nın acı yenilgisiyle sonuçlanacaktır.” Ayrıca, bu çok taraflı Avrupa iç savaşının önce “Afganistanlaşacağı”, ardından “Filistinleşeceği” tahmin edilmişti. Ne yazık ki, bu öngörü adım adım gerçekleşmektedir.

Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.

Görüş

Çekya’da komünizme hapis cezası: Yeni düzenlemede neler var?

Avatar photo

Yayınlanma

Yazar

Çekya Temsilciler Meclisi, Ceza Kanunu’nda yaptığı bir değişiklikle Nazizm ve Komünizmi ‘insan haklarını ve özgürlükleri bastırmayı amaçlayan ideolojiler’ arasında sayarak, bu ideolojilerin ‘teşvik edilmesini’ suç kapsamına aldı. 

30 Mayıs’ta kabul edilen yasa değişikliği, mecliste bulunan 160 milletvekilinden 86’sının oyuyla geçti; karşı oy ise kullanılmadı. 

Yasa, Senato ve Cumhurbaşkanı’nın onayını alması halinde 2026 yılında yürürlüğe girecek. 

Yasa tam olarak ne diyor?

Ceza Kanunu’ndaki değişikliklere göre, ‘İnsan hak ve özgürlüklerini bastırmaya yönelik bir hareketin kurulması, desteklenmesi ve propagandası’ için bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngörülürken, bu ‘suçun’ basın, film, televizyon, internet üzerinden, organize bir grubun üyesi olarak işlenmesi ve devletin tehdit altında veya savaş halinde olduğu bir zamanda işlenmesi halinde ceza üç yıldan on yıla kadar hapis cezasına çıkacak. 

Suç tanımlamasında ‘organize bir şekilde’ ifadelerinin geçmesi siyasi parti organizasyonunu, ‘devletin tehdit altında olması’ ise Rusya-Ukrayna savaşını akıllara getiriyor. 

Yasa ayrıca, ‘logolar, bayraklar, rozetler, üniformalar ve bunların parçaları, sloganlar, ifadeler, açıklamalar, selamlaşma şekilleri, liderler veya bu hareketin liderlerinin konuşmalarını tasvir eden semboller’ yoluyla ‘İnsan hak ve özgürlüklerini bastırmaya yönelik bir hareketi propagandaya yönelik eserlerin yayılmasını’ veya satılmasını da  üç yıla kadar hapis, para cezası veya malın müsaderesi (el konması) ile cezalandıracak. 

Yasanın doğrudan komünizmle ilgili kısmı ise şu ifadelerle aktarılmış:

“Kim Nazizm, Komünizm veya başka bir insanlığa karşı işlenen suçu, savaş suçunu veya barışa karşı suçu alenen inkar eder, şüpheye düşürür, onaylar ya da haklı göstermeye çalışırsa, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Yasadaki tek ‘cezasızlık’ şartı ise, bu simgelerin eğitim, araştırma, sanat, güncel veya tarihî olaylar hakkında haber verme amacı taşıması. Yasa metninde bulanık ifadelerle aktarılsa da, komünizm sembollerinin propaganda mı yoksa haber verme amacı mı taşıdığına, muhtemelen o simgeleri kimin kullandığına göre karar verilecek. 

Yasanın söz konusu ‘bulanık’ ifadeleri, ülke genelinde bir hukuk tartışması başlatmış durumda. Zira, ülkede komünist semboller yasaklanırken, tam olarak bu simgeleri kullanan dikkat çekici bir siyasi parti bulunuyor: Bohemya ve Moravya Komünist Partisi (KSČM).

Çekya’da aktif bir komünist partinin bulunması ise, “Tasarı partinin kapatılmasıyla” sonuçlanabilir mi?” sorusunu gündeme getirdi. Komünistler ise, söz konusu tasarının tam olarak KSCM’yi engelleme amacı taşıdığı görüşünde. 

Komünistler ve ‘Yeter!’ hareketi

Çekya’da komünistler, Ekim ayında düzenlenecek 2025 Çekya parlamento seçimlerine “Stačilo!” (Yeter!) adlı yeni bir siyasi oluşum çatısı altında katılmayı planlıyor. ‘Yeter’ hareketi, komünist partinin yanı sıra Birleşik Demokratlar – Bağımsızlar Birliği  (SD-SN) ve Çek Ulusal Sosyalist Partisi (CSNS) gibi diğer sol eğilimli partilerin üyelerini de içeren bir çatı örgütü. 

2024 Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde bir seçim koalisyonu olarak kurulan bu yapı, 10 Ekim 2024’te resmi olarak siyasi parti statüsüne kavuşmuştur. Hareketin tek bir siyasi parti formuna bürünmesinin nedeni ise, seçimlerde koalisyonlara uygulanan yüzde 11’lik seçim barajı yerine, partilere uygulanan yüzde 5’lik barajdan yararlanabilmek. 

Komünist Parti kapatılabilir mi?

Anayasa hukuku uzmanı Ondřej Preuss, Çek medyasına yaptığı açıklamada, tasarının tek başına komünist partinin kapatılmasına yetmeyeceği görüşünde. 

“Bir yanda komünist hareketlerin propagandası yasaklanıyor, öte yandan bu ismi taşıyan bir parti hâlâ faaliyet gösteriyor ve hatta Avrupa Parlamentosu’nda temsil ediliyor.” Preuss, bir siyasi partinin kapatılması için Ceza Kanunu’ndaki değişikliğin yeterli olmadığını, bunun için hükümetin girişimiyle Yüksek İdare Mahkemesi’nin kararının gerekli olduğunu ifade ediyor. 

Komünistler ise, yasa değişikliğine sert tepki gösterdi. KSČM sözcüsü ve “Yeter!” hareketinin adayı Roman Roun, bunun tamamen seçim öncesi bilinçli bir saldırı olduğunu belirterek, “Bize karşı yoğun bir baskı var. Her şey seçimden hemen önce bir araya geldi. Amaç bizi itibarsızlaştırmak” ifadelerini kullandı. 

Tasarıyla birlikte yasaklanan ‘orak çekiç’, KSČM’nin resmi logosunda bulunmasa da, çeşitli etkinliklerde sıkça kullanılan bir simge. 

Partinin önde gelen isimlerinden ve Sovyet devriminin öncüsü Vladimir Lenin’e yazdığı şiir nedeniyle gündeme gelen Petra Prokšanová ise, tasarıya “Bizi susturmaya çalışanlar, bunu en son Naziler döneminde denedi. Ancak o zaman da komünistler direndi ve Nazizm yenilgiye uğradı” ifadeleriyle tepki gösterdi. 

Yasa ne anlama geliyor?

Çekya’da komünist sembollerin yasaklanması, yalnızca iç hukuk düzenlemesinden daha fazlası. Bu yasa aynı zamanda, Avrupa’nın kökleşmiş ideolojik antikomünist reflekslerinin güncel bir yansıması olarak kabul edilebilir. 

Avrupa’da uzun yıllardır komünizm, tıpkı nazizm gibi otoriter ve totaliter bir tehdit olarak görüldü. Rusya-Ukrayna Savaşı ise bu refleksleri daha da güçlendirdi. Avrupa ülkeleri, Putin yönetimini Sovyetler’in devamı gibi algılamaya başladı. Hatta, Rusya lideri Vladimir Putin’in ‘Sovyetler’i yeniden kurmaya çalıştığı’ gibi iddialar dahi gündeme geldi. 

Bu algı, yalnızca Rusya’ya karşı değil, Rusya’yla tarihsel ve politik düzlemde benzerlik taşıdığı düşünülen akımlara karşı da bir savunma hattı örülmesine yol açtı. Çekya yasasında yer alan ‘tehdit altındaki durum’ ya da ‘savaş hali’ gibi muğlak ifadeler de, bu refleksin hukuki dile yansımasından ibaret. 

Her ne kadar yasa doğrudan Komünist Partinin kapatılmasını hedeflemese de, bu tür yasaklar komünist/sosyalist hareketlerin faaliyetlerini büyük ölçüde kısıtlayacak. 

Özellikle de Ukrayna savaşına karşı çıkan ve NATO politikalarını eleştiren bir çizgide duran komünist hareketler için, bu düzenleme doğrudan bir susturma girişimi niteliğinde. Açıktan komünizm propagandası yapan KSČM’nin, Ukrayna’da savaşın temel nedenlerinden birinin NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve ABD’nin müdahaleci politikaları olduğunu savunması, kendini ‘Rus tehdidi altında’ hisseden sağ hükümet tarafından bir ‘bilgilendirme’ olarak mı, yoksa ‘komünist propaganda’ olarak mı tanımlanacak?

Dolayısıyla, Avrupa’da komünist sembollere yönelik yasaklar, komünizmin temsil ettiği değerler kadar, güncel siyasete de müdahale edilmeye çalışıldığını gösteriyor.

https://www.aspi.cz/products/lawText/1/68040/1/2/zakon-c-40-2009-sb-trestni-zakonik/zakon-c-40-2009-sb-trestni-zakonik?utm_source=chatgpt.com

https://www.seznamzpravy.cz/clanek/domaci-politika-poslanci-zakazali-propagaci-komunismu-jak-muze-dopadnout-na-kscm-278178 

https://www.forum24.cz/komunismus-stejne-jako-nacismus-snemovna-schvalila-navrh-na-zakaz-propagace-komunismu 

Okumaya Devam Et

Görüş

Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 3

Avatar photo

Yayınlanma

Hindistan-Pakistan çatışmasının sonuçlarını ele alan yazı dizisinin üçüncü ve son bölümü:

Kazanımlar şablonu çizmeden önce, iki anahtar sorunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor:

  1. Acımasızca öldürmeleriyle her şeyi başlatan Pahalgam teröristleri nerede?
  2. İlk kez test edilen Genelkurmay Başkanlığı sisteminin reklamı yapıldığı gibi çalışıp çalışmadığı konusunda netlik gerekiyor.

Görevleri kim planlıyor ve ‘savaşı’ kim yürütüyordu? Entegre savunma personeli miydi yoksa Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri bölgesel komuta karargahlarının Başkomutanları mı sinerji yaratıyorlardı? Çatışmaların kapsamı hava sahasıyla sınırlı olsa da bu sorunun yanıtı daha yüksek savunma örgüt yapısının reklam edildiği gibi gücü ve devam eden revizyonu için paha biçilmez bir girdi olurdu. Bir savaş zamanı potasından daha iyi bir deneyimi tekrar bulmak imkansız gibi.

Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2

Hindistan’ın Kazanımları

  1. Hindistan tek ses olarak birleşti, muhalefet hükümet ile birlikteydi. Özellikle Jammu ve Kaşmir yöneticileri ile Tüm Hindistan Müslüman Meclisi Birliği (AIMIM) Başkanı Asaduddin Owaisi’nin, Birlik hükümeti ile tek yumruk olması burada ayrıca önemli.
  2. Pakistan’ın bunu bir “savaş eylemi” olarak adlandırmasına karşın Indus Su Anlaşması hala askıda ve Hindistan, Pakistan’ın davranışına bağlı olarak yalnızca yeniden müzakere edecektir. Bu nedenle anlaşmanın uzun süre askıda kalması büyük olasılık. “Kan ve su bir arada akmaz” dedi Başbakan Modi, silahların susmasının ardından yaptığı ulusa seslenişteki zafer konuşmasında. Hindistan, Indus Su Anlaşması’nda hareket etme fırsatını kullandı ve bunu Pakistan’ın davranışına bağlı tuttu. Bu gerçekte Hindistan için politik bir hedefti —Sınır ötesi terörizmle bağlantılı Indus Su Anlaşması— terör sınır ötesinden durana kadar askıya alınacaktır. Hindistan bu fırsatı kendi büyüyen ihtiyaçları doğrultusunda projelerini tamamlamak ve yenilerini yapmak için kullanacaktır. Ki aslında zaten öncesinden de Pakistan’daki su baskısı sessizce arttı. Hindistan’ın 2016’dan beri İndus kollarına barajlar inşa ederek aşağı akıştaki akışı etkileme yeteneğini artırdığının farkında olan çok az kişi var. Bu yalnızca tarımı değil, aynı zamanda elektriği ve gıda güvenliğini de etkiliyor. Indus Nehri Pakistan’ı besliyor, ancak kaynakları ve kolları Hindistan’da bulunuyor. Pakistan’ın ekonomik ve politik açıdan en önemli iki eyaleti olan Sindh ve Punjab’dan geçiyor. 1960 yılında Hindistan ve Pakistan, her iki tarafın ne kadar su alacağını düzenleyen İndus Suları Anlaşması’nı imzaladılar. 1960 yılında Dünya Bankası’nın arabuluculuğunda imzalanan anlaşmaya göre Pakistan’ın bundan sonra Dünya Bankası da dahil olmak üzere dünya örgütlerinde protesto gösterisi yapması muhtemel. Ancak nihayetinde Hindistan’ın anlaşmayı askıya almasını ve yeni barajlar inşa etmesini yasal olarak engelleyemezler. İndus ve Jhelum önemli değil çünkü Pakistan topraklarına çok erken giriyorlar. İndus’un diğer dört kolu önemli çünkü Hindistan’ın akışlarını düzenlemesi mümkün.
  3. Bir terör saldırısına nasıl yanıt vereceği konusunda yeni bir normal belirledi: “Terör eylemlerini bir savaş eylemi olarak değerlendireceğini ve buna göre yanıt verileceğini” duyurdu. Bu, büyük askeri önlemlerin olacağı ve nükleer caydırıcılığa karşın Hindistan’ın tırmanma merdivenini tırmanacağı anlamına geliyor.
  4. İki ülke de bu çatışmada birbirlerinin ne durumda olduklarının nabzını yokladılar, ancak Pakistan’ın henüz çok yoğun olmayan bir çatışmanın üçüncü gününde nükleer sinyal vermesi, Hindistan açısından onun eksikliğinin ve savunmasızlığının bir göstergesi olarak algılandı.
  5. Hindistan aynı zamanda Pakistan’ın çatışmada kullandığı Çin silahlarını deneyimledi. Birincil rakibi Çin olduğu için bu noktada Hindistan’ın bir şeyler öğrenmesi onun için bir kazanım oldu.
  6. Bununla birlikte kendi yerel üretim savunma teçhizatının ekipmanlarının da denemesini yaptı. Çok başarılı olarak yansıtsa da mutlaka eksikliklerini tespit etmiştir. Ancak bu arada tanıtımını da yapması açısından önemli bir fırsat oluşturdu. Reklamın iyisi kötüsü olmaz neticede.
  7. Hindistan, savunma hazırlığının yetersizliğini, mevcut finansman düzeyinin yetersizliğini ve özellikle özel sektör olmak üzere yerel kapasiteyi inşa etmesi gerektiğini anladı. Maddi açıdan görece ucuz bir çatışmada operasyonel koşullarda değerli dersler öğrendi. Bu daha büyük bir çatışmaya hazırlanmasına yardımcı olacaktır.
  8. Uluslararası imaj olarak da bir kazanım söz konusu: Artık güç kullanmaya ve durumun gerektirdiği şekilde tırmanmaya istekli olduğunu gösterdi. Bu, Hindistan’ın güvenlik ortaklarına olumlu bir mesaj gönderebilir.

Son çatışmalar Pakistan’ı da Hindistan’ın siyasi liderliğinin kavrayamayacağı birçok yönden açıkça cesaretlendirdi.

Pakistan’ın Kazanımları

  1. Tüm bu olay Pakistan ulusunu, halkını ve siyasi partilerini genel olarak bir araya getirdi. Son birkaç yıldır siyasi olarak çok zor bir dönemden geçen Pakistan, Hindistan’ın saldırısı karşısında dikkate değer bir birlik gösterdi. Bu birlik ve daha büyük bir dış tehdit karşısında direnmeye dönük yeni keşfedilen istek, belki de Pakistan liderliğini yönetimde daha iyi kararlar almaya itecek ve ülkenin savunma kararlılığını daha da güçlendirecek bir şeydir.
  2. Pakistan ordusu her zamankinden daha popüler hale geldi. Son birkaç yıldır Pakistan’ın iç siyaseti, güçlü ordusunda kutuplaştırıcı bir imaj yarattı. Ancak, artık durum böyle değil. İnsanlar ve siyasi liderlikler, ülkenin egemenliğine yönelik gerçek tehditin Pakistan’ın doğu komşusu Hindistan’dan gelmesi nedeniyle silahlı kuvvetlerini güçlendirmeleri gerektiğini her zamankinden daha fazla fark ediyor. Pakistan’ın Hindistan’ın şehirlerine yönelik saldırılarına karşılık vermesi kolay değildi. Askeri liderlik olası tepkisini değerlendirirken Hindistan ülkeyi hata yapmaya zorlamak için Pakistan’ın hava sahasını insansız hava araçları ve füzelerle dolduruyordu. Pakistan’ın Hindistan’a karşı misillemesini engellemesi için bir uluslararası baskı da vardı. Pakistan bunlara karşın karşılık verdi.
  3. Pakistan Hindistan’ın yeni normaline kendi büyük misillemesi veya kendi yeni normali ile karşılık verdi ve Jammu ve Keşmir’deki Hint şehirlerini, hava üslerini, komuta merkezlerini, lojistik sahalarını ve birçok askeri sahayı hedef aldı. En önemlisi de Hindistan’ın yeni normali çerçevesinde, Hindistan’ın Keşmir’deki her terör saldırısının bundan sonra bir “savaş eylemi” olarak görüleceği duyurusu tehlikeli bir politika. Hindistan bu politikayı izleyerek dünyaya Pakistan ile sık sık savaşta olabileceğini ve ordusunun her zaman savaşa hazır olması gerektiğini söylüyor. Hindistan’ın orantılı bir misillemeyle karşılaşmadan Pakistan’a periyodik olarak saldırma modeli oluşturabileceği fikri yalnızca hatalı değil, aynı zamanda tehlikeli derecede yanıltıcı.
  4. Pakistan’ın Hindistan ile yaşadığı bu son askeri çatışmada bir diplomatik zafer elde ettiği söylenebilir. Pakistan’da, Pahalgam saldırısına ilişkin tarafsız bir soruşturma talep etmek, Hindistan’ın kışkırtmalarına karşı ölçülü olmak ve yalnızca kendini savunmak için hareket etmek gibi olgun bir şekilde olaylarla başa çıkma yaklaşımının uluslararası toplumun saygısını kazandığına dair bir his var. Daha da önemlisi, Amerika’nın bu krizdeki rolünün Hindistan’dan çok Pakistan’ı kayırdığı algısı oluştu. Örneğin, Trump, Keşmir krizini çözmek için Hindistan ve Pakistan arasında arabuluculuk yapma teklifini yineleyerek, konuyu uzun yıllar sonra küresel sahneye taşıdı. Bu, Keşmir krizinde her zaman üçüncü taraf arabuluculuğundan kaçınmaya çalışan Hindistan’ı kesinlikle zor bir duruma soktu. Trump’ın teklifi, Hindistan ile Keşmir anlaşmazlığının çözümünde üçüncü tarafların yer almasını her zaman isteyen Pakistan’ı memnun ederken Hindistan bundan hiç hoşlanmadı. Ayrıca, Trump hem Hindistan hem de Pakistan ile ticareti artırma sözü verdi. Bu, Pakistan’ın ticaret ve ekonomik durumu için rahatlama sağlayabilir. Dahası, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Hindistan ve Pakistan hükümetlerinin “tarafsız bir yerde geniş bir dizi konu hakkında görüşmelere başlamayı kabul ettiğini” duyurdu. Bu, esasen iki tarafın önümüzdeki haftalarda İndus Su Anlaşması, terörizm ve Keşmir gibi konular da dahil olmak üzere bir dizi konu hakkında diyaloğa başlayabilmesi için bir fırsat doğuruyor. Ve en önemlisi, Pakistan’ın bakış açısından, Amerika bir kez daha Pakistan’ı Hindistan ile eş tuttu. Hindistan bu statüden kurtulmak için çok çabalarken Pakistan, dünyanın kendisini bölgesel bir güç olarak görmesini ve ona uygun ağırlık vermesini istediği için Hindistan ile eşitliğe sahip olmaktan rahatsızlık duymaz.
  5. Hindistan bu kriz sırasında yalnızca Pakistan’la değil, Pakistan ve Çin’le birlikte karşı karşıya olduğunu anladı. Pakistan Hava Kuvvetleri’nin, Çin savaş uçakları ve platformlarını kullanarak Hindistan Hava Kuvvetleri’ne yaptığı misilleme, Hindistan için korkunç bir uyarı niteliği taşıdı. Pakistan’ın hava performansının küresel çapta ilgiyi üzerine çekmesi, Pakistan ve Çin ordularını birbirine daha da yakınlaştırabilir ve Pakistan’ın boşlukları doldurmasına yardımcı olabilir. Dahası, Hindistan ve Pakistan’ın periyodik çatışmaları Çin’in çok umursayacağı bir şey olmasa da Çin’in Hindistan ile doğrudan bir çatışmaya girmeden Hindistan askeri ve karar alma kapasitelerini görmesini ve öğrenmesini sağlar. Hindistan için bu bir aksilikten başka bir şey değil. Ve en önemlisi, Hindistan-Pakistan gerginliği belirli bir eşiğin altında kaldığı ve ikisinin eş tutulması veya aynı bağlamda tutulması devam ettiği sürece Çin’in nüfuzu ve fırsatı var. Bunun nedeni, Pakistan’dan gelen güvenlik tehdidiyle başa çıkmakla ilgilenen veya kaynaklarını ve sermayesini Batı sınırına yönlendiren bir Hindistan’ın Çin tehdidinden uzaklaşmış bir Hindistan olmasıdır. Hindistan için bu tehdit yalnızca kuzey ve doğu sınırlarında değil, aynı zamanda Hint Okyanusu bölgesinde de bulunuyor ve Hindistan’ın odak noktasını kıtasal sahnede sınırlayıp deniz alanından uzaklaştırır. Bu nedenle düşük düzeyde yerel bir çatışma Çin’in bakış açısından olumsuz bir sonuç değil. Çin için zorluk, ekonomik ve güvenlik çıkarlarını etkileyen tam ölçekli bir savaşa tırmanmadır. Sonuç olarak Çin’deki kamuoyunun Hindistan üzerindeki baskıyı canlı tutmak için eşiğin altındaki yöntemleri desteklediğini gördük. Ve bu yöntemlerin çoğu büyük ölçüde anlatısal değer taşıyor ve Çin’in Hindistan-Pakistan ilişkilerine derinlemesine dahil olma konusundaki isteksizliğini gösteriyordu. Zaten Çin gerçekten BRICS, alternatif ödeme sistemleri veya dolar dışı rezerv stratejisi aracılığıyla ABD öncülüğündeki finansal ve ticari mimariye bir alternatif inşa etmek istiyorsa Hindistan’a ihtiyacı var. Hindistan olmadan, küresel ticareti Amerikan hegemonyasından kurtarmaya veya para düzenini yeniden yönlendirmeye yönelik herhangi bir girişim güvenilirlik ve ölçekten yoksun kalacaktır. Rusya bunu anlıyor. Çin de anlıyor. Bu yüzden tam bir kopuşu göze alamaz. Ama Hindistan’ın yükselişinin itirazsız ilerlemesine de izin veremez. Saldıramaz da benimseyemez de görmezden gelemez de… Yani Çin için bir şeyler yapmak da risklidir, hiçbir şey yapmamak da risklidir… Ancak Çin, Hindistan-Pakistan ihtilafları konusunda yaptığı çok temkinli açıklamalarla Pakistan’a verdiği gerçek askeri desteği genellikle örtbas ediyor. Yaptığı açıklamalar genellikle kısa, genel ve tarafsız. Hindistan’ı zayıflatmak ve Hindistan’ın güçlerini Pakistan cephesine yoğunlaştırmak her zaman Çin’in işine gelir.

Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1

Çin faktörü

Bugün Hindistan’ın hem doğu sınırı yani Çin sınırı Fiili Kontrol Hattı hem de batı sınırı yani Pakistan sınırı Kontrol Hattı aktif sıcak noktalardır; Hindistan silahlı kuvvetlerinin uzun zamandır tanık olmadığı vahim bir güvenlik durumu. Hindistan’a, her iki alanda da yanıt verme kabiliyetini tehlikeye atacak şekilde asker ve silah sistemleri konuşlandırmasını optimize etme stratejik zorunluluğunu dayatıyor. Bu arada belirtelim: Pakistan ile Çin arasındaki ilişki bir ittifak değil, bir ortaklıktır; çok güçlü, geniş ve derin bir ortaklık, Pakistan’ın Çin’e tek taraflı bağımlılığına dayanan bir ortaklık ama yine de bir ortaklıktır, bir ittifak değildir. Çin henüz NATO’nun eşdeğerini kurmadı; bu, savaş zamanlarında birbirlerine yardım garantisi veren ve güvenlik konularında yerleşik, resmi yapılar içinde işbirliği yapan bir devletler grubudur. Ne Şanghay İşbirliği Örgütü ne de BRICS gibi gevşek bir yapılanma böyle bir ittifaktır. Her iki sistemin de Hindistan’ı kapsadığını hatırlayalım. Hiçbir şekilde Hindistan’a yöneltilemez. Elbette bu, böyle bir yapının -bir tür Çin NATO’sunun- bir gün ortaya çıkmayacağı anlamına gelmiyor; ancak şimdilik Çin’in, Pakistan’ın Hindistan güçleriyle çatışmasına yardım etme zorunluluğu yok.

Bugün için bu bir kaygı kaynağı olmasa dahi Hindistan’ın Çin ve Pakistan ile paralel bir savaşa girmesi senaryosu kesinlikle dikkate alınması gereken bir durum ancak aynı zamanda Hindistan’ın en az hazırlıklı olduğu senaryo; örneğin, savaş uçaklarının sayısı açısından. Bu arada Çin de zaten buna hazır değil. Üç ülkenin de nükleer silahları var. Ve Çin üçü arasında (ekonomik, askeri ve teknolojik olarak) en güçlüsü olmasına karşın, Çin’in diğer cephelerde de zorlukları var. Bunların başında Amerika ile artan rekabet ve Tayvan meselesine odaklanılması geliyor. Çin’in Pakistan’a silah satması gibi, ABD de Hindistan’a giderek daha fazla silah satıyor. Birkaç yıldır Amerikan istihbaratının, Çin güçlerinin Himalayalar’daki hareketlerine ilişkin istihbarat bilgilerini Hindistan ile paylaştığı yönünde spekülasyonlar var. Çin’in herhangi bir Hindistan-Pakistan çatışmasına doğrudan müdahil olması, Amerika’dan bir tepki gelmesine ve küresel çapta bir domino etkisi yaratmasına neden olabilir. Çin’in de aynı şekilde düşünüp düşünmediğini elbette bilmiyoruz ancak kesinlikle ihtiyatlı davranıyor. Son aylarda, en azından geçen yıl ekimden bu yana, Çin, Hindistan ile ilişkileri yatıştırmak isteyen taraf olarak görülüyor. Dolayısıyla şimdilik Hindistan için en kötü senaryo olan çifte savaş ihtimali, tamamen gerçek dışı olmasa da pek olası görünmüyor. Ama Pakistan’ı yıllardır silahlandırıyor. Herhangi bir Hindistan-Pakistan çatışmasında en azından Pakistan’a silah ve yedek parça gönderebilir, yeni silahları yıldırım hızıyla satabilir veya hediye edebilir, yeni bir kredi verebilir, hatta belki Pakistan güçleriyle bilgi (istihbarat, uydu, vb.) paylaşabilir. Çin’in bundan elde edeceği kazanç ise çok açık: Hindistan ile çatışma riski olmadan Hindistan’ı zayıflatmak…

Hindistan, 1,4 milyon askeri, uçak gemileri ve ekonomik gücüyle üstün gelirken Pakistan ise 650 binlik ordu gücü, modernize hava kuvvetleri ve Çin ve Türk jetleri gibi desteklerle dirençli. Hindistan’da 160, Pakistan’da 170 savaş başlığı var ve iki tarafın nükleer cephaneliği topyekun savaşı imkansızlaştırıyor olabilir AMA BU, görece küçük büyük çatışmalara veya vekalet savaşlarına engel değil…

Okumaya Devam Et

Görüş

Küresel enerji ve ticarette Orta Asya’nın yükselen rolü

Yayınlanma

Orta Asya’nın stratejik rolüne odaklanan Astana Uluslararası Forumu aralarında Kazakistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Roman Vassilenko ve Afganistan’ın Kazakistan’a atadığı Maslahatgüzar Muhammed Rehman Rahmani Harici’ye açıklamalarda bulundu.

Nikola Mikovic, gazeteci-yazar

Orta Asya’nın zengin enerji kaynakları ve stratejik olarak önemli konumu, onu büyük dünya güçleri için ilgi odağı haline getiriyor. Geleneksel olarak Rusya’nın jeopolitik etkisi altındaki bu bölgede, Çin, Avrupa Birliği ve kısmen de Amerika Birleşik Devletleri varlıklarını artırmaya çalışırken, dünyanın dört bir yanındaki küçük ve orta ölçekli ülkeler de Orta Asya devletleriyle daha yakın ilişkiler geliştirmeyi hedefliyor.

Moskova’nın Ukrayna’daki savaşla meşgul olması, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan’da diğer aktörlerin nüfuzlarını artırmaları için bir kapı araladı. Sonuç olarak, 2024 yılında Çin’in Orta Asya ile toplam ticaret hacmi 94,8 milyar dolara ulaştı. Aynı zamanda, bölgenin en büyük ülkesi olan Kazakistan’ın ana ticaret ortağı olarak Rusya’yı geride bıraktı.

Öte yandan Avrupa Birliği, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nin (BRI) AB versiyonu olan Global Gateway projesi ve Orta Asya devletleriyle düzenli zirveler aracılığıyla, bu enerji zengini bölgede varlığını güvence altına almaya çalışıyor. Trump yönetiminin bu medya kuruluşuna verdiği hibeleri durdurmasının ardından Radio Free Europe’u (Orta Asya’da yaygın olarak Radio Azattyq olarak bilinir) ayakta tutmak için acil fon sağlama kararı, Brüksel’in yerel halkın gönlünü ve aklını kazanma konusunda ciddi olduğunu açıkça gösteriyor.

Bireysel AB üyeleri de bölgeyle daha güçlü ilişkiler kurma konusundaki isteklerini ortaya koyuyor. En iyi örnek, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’nin 30 Mayıs’ta Kazak başkentinde düzenlenen Astana Uluslararası Forumu’na (AIF) katılmasıdır. Bu iki günlük etkinlikte, iklim değişikliği, enerji güvenliği ve sürdürülebilirlik gibi genişletilmiş bir gündem çerçevesinde dünyanın dört bir yanından siyasi ve iş dünyası liderleri bir araya geldi. Meloni ayrıca, Özbekistan’dan gelerek Başkan Şevket Mirziyoyev ile görüştükten sonra Astana’da düzenlenen ilk Orta Asya–İtalya zirvesine de katıldı.

Meloni, AIF’te yaptığı konuşmada, İngiliz siyasal coğrafyacı Halford Mackinder’ı alıntılayarak, Orta Asya’nın dünyanın kaderinin döndüğü “kilit noktalar”dan biri olduğunu söyledi. Mackinder, Orta Asya’yı temel parça olarak içeren Heartland Teorisi ile bilinir; bu teoriye göre Heartland’ın kontrolü, tüm Avrasya kıtasının kontrolünü sağlar. Bu nedenle, İtalya ve diğer AB üyelerinin enerji zengini bu bölgede kendilerine bir dayanak noktası oluşturmaya çalışmaları sürpriz değildir.

Ancak Avrupa Birliği ve Çin dışında, diğer aktörler de Orta Asya’da pay sahibi olmaya çalışıyor. Türkiye gibi büyük oyuncular bölgede en azından bazı jeopolitik hedeflerine ulaşmayı amaçlarken, Afganistan gibi ülkeler Orta Asya devletlerini ekonomik zorluklarını aşmada potansiyel ortaklar olarak görüyor.

Afganistan İslam Emirliği’nin Kazakistan’a atadığı Maslahatgüzar Muhammed Rehman Rahmani, Harici’ye verdiği demeçte, “Son birkaç yılda, bölgenin en büyük ekonomisi olan Kazakistan’la iyi ilişkiler kurmayı başardık ve şimdi iki ülke arasındaki ekonomik bağları güçlendirmeyi umuyoruz,” dedi.

Taliban’ın Sanayi ve Ticaret Bakan Vekili Nuruddin Azizi ise Astana Uluslararası Forumu’nun oturumlarından birinde yaptığı konuşmada, savaş yorgunu Afganistan’da yol ve demiryolu altyapısının inşası konusunda Kazakistan’ın yardımını beklediklerini ifade etti. Astana’nın, Afganistan’ı Güney Asya pazarlarına ihracat için önemli bir geçiş ülkesi olarak gördüğü sır değil; bu nedenle genellikle “İmparatorluklar Mezarlığı” olarak anılan ülkede konumunu güçlendirmeyi hedefliyor.

Kazakistan’ın 2024 yılında Taliban’ı terör örgütleri listesinden çıkarması, Astana’nın savaş sonrası Afganistan’ın yeniden inşasında potansiyel rol oynamasının önünü açtı. Taliban yönetimindeki ülkedeki varlığı, Kazakistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Roman Vassilenko’nun “dengeli, yapıcı ve pragmatik dış politika” olarak tanımladığı çizgiyle de örtüşmektedir.

Vassilenko, Harici’ye verdiği demeçte, “Dünyada hiçbir ülkeyle gergin ilişkimiz yok ve uluslararası barışa, güvenliğe ve istikrara katkı sağlamayı amaçlıyoruz,” dedi ve Kazakistan’a yapılan doğrudan yabancı yatırımın ülkenin dış politika önceliklerini yansıttığını vurguladı.

Ancak Astana, Afganistan ile ticaret hacmini 3 milyar dolara çıkarma hedefini başarırsa, Taliban yönetimindeki ülkenin Orta Asya’daki ana ekonomik ortağı haline gelebilir. Bu yaklaşım, büyük küresel güçlerin Kazakistan’da nüfuzlarını genişletme yarışında, Astana’nın Afganistan’la ilişkilerini jeoekonomik hedeflerinin en azından bir kısmını ilerletmek için kullanabileceğini gösteriyor.

Eş zamanlı olarak, yaklaşık 20 milyon nüfusa sahip petrol zengini ülke, şu anda Kazak petrol gelirlerinin yüzde 98’ini kontrol eden yabancı enerji şirketlerine karşı kendi konumunu güçlendirmeyi de şüphesiz hedefleyecek. Orta Asya’da faaliyet gösteren büyük yabancı güçlerin, bu bölgedeki diğer devletlerle benzer düzenlemeler yapmayı hedefledikleri açık; zira bu, onların bölgenin kritik minerallerinden, petrol, gaz ve su kaynaklarından tam anlamıyla faydalanmalarını sağlayacaktır.

Ancak Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Kırgızistan, Arap petrol zengini devletlerin yaptığı gibi, yabancı enerji şirketleriyle devletin gelirlerin çoğunu kontrol ettiği enerji ortaklıkları kurma gücüne sahip olacak mı? Orta Asya ülkeleri açısından, böyle bir hedef enerji politikalarının en öncelikli konularından biri olmalıdır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English