Diplomasi
Trump’tan Rus petrolüne sert yaptırım tehdidi: Küresel kriz kapıda mı?

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna’da ateşkes sağlanamaması hâlinde Rus petrolü satın alan ülkelere yüzde 25 ila 50 arasında gümrük vergisi getirme tehdidinde bulundu. Uzmanlara göre bu adım, başlıca alıcılar olan Çin ve Hindistan’ı hedef alarak ya küresel bir ticaret krizine ya da petrol fiyatlarında fahiş artışlara yol açarak ABD ekonomisine de ciddi zarar verebilir. Bu nedenle analistler, Trump’ın bu tehdidi hayata geçirme olasılığını düşük görüyor ve bunu bir müzakere taktiği olarak değerlendiriyor.
ABD Başkanı Donald Trump, NBC News sunucusu Kristen Welker’a verdiği telefon mülakatında, tarafların Ukrayna’daki çatışmaları sona erdirecek bir anlaşmaya varamaması durumunda Rus petrolüne karşı en sert yaptırımları uygulamakla tehdit etti.
Trump, “Bu, Rusya’dan petrol alırsanız Amerika Birleşik Devletleri’nde iş yapamayacağınız anlamına gelecek. Tüm petrole yüzde 25 ila 50 arasında bir gümrük vergisi uygulanacak,” dedi.
Bu durum, Rus petrolünün iki ana alıcısı olan Hindistan ve Çin’in doğrudan hedef alınacağı anlamına geliyor.
Trump’ın bu adımı atmaya karar vermesi durumunda iki olası senaryo bulunuyor.
İlk senaryoda, Çin ve Hindistan Rus petrolünü almaktan vazgeçmiyor ve alımlarını yeni yöntemlerle gizlemeye çalışıyor.
Hindistan, indirimli Rus petrolünü işleyip petrol ürünlerini piyasa fiyatlarından ihraç ederek iyi bir kâr elde ediyor.
Çin’in ise ekonomik nedenlerin yanı sıra Rus petrolünü almaya devam etmek için ciddi siyasi gerekçeleri de bulunuyor.
Ulusal Enerji Enstitüsü Genel Müdür Yardımcısı ve sektörel medya kuruluşu InfoTEK‘in genel yayın yönetmeni Aleksandr Frolov, Vzglyad gazetesine verdiği demeçte “Rus petrolünden vazgeçmek, Çin’in deniz yoluyla petrol tedarikine olan bağımlılığını artıracak ve bu da Çin’i denizdeki olası çatışmalara karşı daha savunmasız hâle getirecektir. Örneğin, Çin’e petrol tedarikinin önemli bir kısmının yapıldığı Malakka Boğazı ile ilgili teorik olarak sorunlar ortaya çıkabilir. Yani Çin’in Rus petrolünden vazgeçmesi, Pekin üzerindeki dış politika baskısı olasılığını artırıyor,” dedi.
Frolov, Rusya’dan yapılan sevkiyatın büyük kısmının Doğu Sibirya-Pasifik Okyanusu boru hattı sistemi üzerinden gerçekleştiğini belirtti.
Eğer ABD, Çin ve Hindistan’a karşı tüm ürünlerine yüzde 50’ye varan gümrük vergileri şeklinde ikincil yaptırımlar uygularsa, küresel ticarette bir çöküş yaşanabilir.
Rusya Federasyonu Hükümeti Maliye Üniversitesi ve Ulusal Enerji Güvenliği Fonu (FNEB) uzmanı İgor Yuşkov da “Rus petrolünün yaklaşık yüzde 90’ı bu iki ülkeye, Hindistan ve Çin’e gidiyor. Ve bunlar Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük ticaret ortaklarından. Bu da ABD’nin kendisini de riske attığı anlamına geliyor. ABD’ye giden mallara ithalat vergileri uygulanacak, bu mallar pahalılaşacak ve tedarikleri azalacak. Üstelik ABD’nin bu malları, özellikle Çin’den gelenleri ikame etmesi zor olacak,” şeklinde konuştu.
Aleksandr Frolov ise, “Çin’de monte edilen her iPhone, ABD’deki herhangi bir alıcıya şu ankinden daha pahalıya mal olacak. Bu durum, genellikle alternatifi olmayan Çinli üreticilerden çok ABD’li tüketicileri daha sert vuracaktır,” ifadelerini kullandı.
Şu anda ABD, Çin’den parasal değer olarak ihraç ettiğinden daha fazla ithalat yapıyor. Bu durum bir dereceye kadar Trump’ın hayalini kurduğu ticaret açığının azaltılmasına yardımcı olabilir, ancak bunun bedeli ABD içinde fiyat artışları ve tüketim malları kıtlığı olacak.
Böyle bir durumun sıradan Amerikan vatandaşlarının hoşuna gitmesi pek muhtemel değil. Bu, enflasyonun artmasına ve ABD Merkez Bankası’nın (Fed) para politikasını sıkılaştırma ihtiyacına yol açacak ve ABD ekonomisi ciddi türbülans yaşayacak.
FNEB uzmanı Yuşkov, “Trump, eylemleriyle küresel bir ekonomik krize yol açacak küresel bir ticaret krizi yaratma riski taşıyor,” değerlendirmesinde bulundu.
Fakat Hindistan ve Çin’in ikincil yaptırımlardan korkup ABD’nin taleplerine uyarak mevcut hacimlerde Rus petrolü alımını durdurduğu ikinci bir senaryo da mümkün.
Bu durumda, bu ülkeler ABD’ye mallarını eskisi gibi yeni gümrük vergileri olmadan göndermeye devam ederler. Dünya petrol piyasası ise, beraberinde getireceği tüm sonuçlarla birlikte ciddi bir krize sürüklenir.
Yuşkov, “Şu anda Hindistan ve Çin’e günde yaklaşık 4 milyon varil petrol gidiyor. Sorun şu ki, mevcut koşullarda bu kadar büyük hacimleri başka hiçbir yere satamayız. Avrupa’ya deniz yoluyla tedarik yasak, ABD’ye de öyle. Bu hacimleri başka pazarlara yönlendirmek zor ve zaman alıcı. Piyasada, örneğin Hindistan’ın şu anda aldığı günde 1,5-2 milyon varilin tamamını tek bir alıcıya satabileceğimiz kadar büyük alıcılar yok,” bilgisini paylaştı.
Eğer Rusya, Trump’ın yaptırımları nedeniyle petrolünü satamazsa, şu anda Çin ve Hindistan’a tedarik ettiği günde tam 4 milyon varillik petrol üretimini kısmak zorunda kalacak.
Petrol ürünleri de hesaba katıldığında, piyasadan günde 5 milyon varilin çekilmesi söz konusu olacak. Frolov, “Bu, dünya tüketiminin yaklaşık yüzde 3-5’i demek ki bu devasa bir miktar. Bu tür hacimleri anında ikame etmek mümkün değil,” diye belirtti.
Elbette, başta OPEC üyeleri olmak üzere başka petrol üreticileri de var. Ancak uzmanlar, onların Trump’ın piyasada açtığı boşluğu doldurmak isteyeceklerinden şüpheli.
Aleksandr Frolov, “Mesele şu ki, Orta Doğu ülkeleri, başka bir büyük petrol üreticisini kendi elleriyle boğmak isteyen büyük petrol tüketicilerinin durumuna anlayış gösterip göstermeyecekleri. Bir dahaki sefere başka birinin eliyle kendilerinin de boğulabileceğini tam olarak anlıyorlar. Bunu 2022’de Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ‘Üzgünüz, ancak Rus hacimlerini ikame edecek teknik imkanımız yok,’ dediğinde zaten görmüştük,” ifadesini kullandı.
Uzmanlar, ABD’nin Rus petrol ve petrol ürünleri ithalatını yasakladığı, AB’nin ise henüz kendi yaptırımlarını uygulamadığı ancak Avrupalıların şimdiden korkup normalden daha az alım yaptığı 2022 yılıyla paralellik kuruyor.
İgor Yuşkov, “Rusya’nın ihracatı alternatif pazarlara yeniden yönlendirmesi yaklaşık bir ay sürdü. Ancak Hindistan pazarına girmeden önce, anlık olarak üretimi günde 1 milyon varil kısmak zorunda kaldık, çünkü petrolü koyacak yer yoktu. Ve bu, fiyatların varil başına 120 dolara yükselmesine neden oldu. Bu kısa sürdü ama yaşandı. Şimdi durum çok daha kötü olabilir, piyasadan hacimlerimizin yarısı bile -2 milyon varil petrol- çekilse bile. O zaman fiyatlar fırlayabilir,” dedi.
Frolov, “2022 yılındaki durumun modellenmesi, dünya piyasasından günde yaklaşık 3 milyon varil Rus petrolünün çekilmesinin fiyatları varil başına yaklaşık 350 dolara çıkaracağını gösterdi,” şeklinde konuştu.
Bu durum, hâlâ net petrol ithalatçısı konumunda olan ABD için de bir darbe olacak.
Ancak en önemlisi, bu durum Amerikan pazarında benzin ve dizel fiyatlarının artmasına yol açacak.
2022 yazında, dünya piyasasından sadece 1 milyon varil Rus petrolü çekildiğinde bile ABD’de akaryakıt fiyatlarında tarihi bir rekor kırılmıştı; daha büyük hacimlerin çekilmesi durumunda ne olacağı ise belirsiz.
Frolov, “ABD’de motorin ve dizel fiyatı doğrudan petrol fiyatına bağlıdır. Benzin fiyatının yüzde 50’ye kadarı petrol maliyeti. 2022’de ABD’de benzin fiyatları litre başına 1 dolar 35 sente kadar yükseldi. Bu, uzun yılların zirvesiydi ve halk arasında gerçek bir paniğe neden oldu ki seçimlere daha zaman olsa da bu göz ardı edilemez,” değerlendirmesini yaptı.
Öte yandan Yuşkov, 2022’de ithalatçı ülkelerin Rusya’dan bile daha fazla zarar gördüğünü de sözlerine ekledi. Zira Rusya, üretim ve ihracattaki azalmaya rağmen yaptırımlar öncesiyle hemen hemen aynı geliri elde etti ve şimdi de durumun aynı olacağını belirtiyor.
Bu nedenle uzmanlar, Trump’ın, en azından dile getirilen sert biçimiyle böyle bir adıma gideceğinden oldukça şüpheli.
Yuşkov, sözlerini şöyle tamamladı: “Trump, petrol yaptırımlarıyla Rusya’yı korkutmak istiyor. Böylece müzakere pozisyonunu güçlendirebileceğini düşünüyor. Ancak Rus petrolünü piyasadan çıkarma girişimleri, ABD’nin kendisi için de sonuçları ağır olabilecek riskler taşıyor. Burada Rusya üzerinde baskı kurmak için net, iyi düşünülmüş bir plana ihtiyaç var, ancak gördüğümüz kadarıyla böyle bir plan yok.”
Diplomasi
Eski CIA analisti Johnson: İsrail, ateşkes görüşmesini pusu kurmak için kullandı

Eski CIA yetkilisi Larry Johnson, ABD’nin İsrail’in İran’a yönelik saldırısından tamamen haberdar olduğunu ve bu konuda “hiçbir şey bilmiyorduk” şeklindeki açıklamaların “saçmalık” olduğunu belirtti. Johnson, İsrail’in ateşkes teklifi görüşmelerini üst düzey yetkililere pusu kurmak için kullandığını iddia ederek, ne İsrail’e ne de ABD’ye müzakerelerde güvenilemeyeceğini vurguladı.
Eski CIA yetkilisi Larry Johnson, İsrail’in İran’a yönelik saldırısının ABD’nin tam bilgisi ve iştirakiyle gerçekleştirildiğini belirterek, Washington’un saldırıdan haberi olmadığı yönündeki iddiaları “saçmalık” olarak nitelendirdi. Johnson, İsrail’in büyük bir başarıya ulaştığına dair çıkan haberlerin de gerçeği yansıtmadığını ifade etti.
Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “Nükleer Savaşa Giden Yolu Reddetmeliyiz” başlıklı çevrim içi panelde değerlendirmelerde bulunan Johnson, İran’ın hava savunma sistemlerinin başarısız olduğu ve İsrail’in büyük bir zafer kazandığı yönündeki haberlerin doğru olmadığını kaydetti.
Bu durumu, Ukrayna’nın Rusya’ya yönelik saldırılarında ilk başta büyük hasar verildiği yönünde çıkan ancak daha sonra hasarın sınırlı olduğunun anlaşıldığı olaylara benzeten Johnson, “Bu yüzden başlangıçta görünen kadar kötü değildi,” değerlendirmesinde bulundu.
‘Trump, İranlı yetkililerin ölümünü kutluyor’
Saldırının ABD’nin tam bilgisi ve katılımıyla yapıldığını vurgulayan Johnson, Donald Trump’ın New York Post‘a verdiği demeçlere dikkat çekti. Johnson, Trump’ın, “İsrail’in saldıracağını biliyordum. Her şeyi biliyordum,” dediğini aktardı. Johnson ayrıca Trump’ın, “Son zamanlarda muhatap olduğumuz İran hükümet yetkililerinin çoğu artık öldü,” diyerek bu durumu kutladığını belirtti.
Johnson, ABD’nin saldırıdan haberi olmadığı yönündeki açıklamaları eleştirerek, “Amerika şu an bu oyunu oynuyor: ‘Bu konuda hiçbir şey bilmiyorduk.’ Trump aynı şeyi Putin’e de yaptı. Bu saçmalık,” ifadelerini kullandı.
‘İsrail, ateşkes görüşmesini pusu için kullandı’
Johnson, İsrail’in güvenilmez bir aktör olduğunu ve müzakereleri kötüye kullandığını iddia ederek şok edici bir suçlamada bulundu. Johnson, “Hassan Nasrallah öldü. Diğer üst düzey Hizbullahçılarla bir ateşkes teklifini görüşmek üzere bir aradaydı. Ve bu ateşkes teklifini, onları pusuya düşürmek için kullandılar. Burada ortaya çıkan bir davranış kalıbı var. İsrail’e hiçbir tür müzakerede güvenilemez. Ayrıca, ABD’ye de,” dedi.
‘ABD, ‘herkesi her yerde vurabiliriz’ mesajı verdi’
Çatışmanın hâlen devam ettiğini, füzelerin uçuştuğunu ve en az 10 farklı şehir ile nükleer tesislerin hedef alındığını belirten Johnson, medyanın yer altındaki nükleer ve füze tesislerinden bahsetmediğini söyledi.
Johnson, bu saldırıyla ABD’nin dünyaya bir mesaj verdiğini ifade ederek, “Amerika şimdi başarılı bir ilke oluşturdu: ‘Herkesi, her yerde, sahip olduğumuz her şeyle vurabiliriz.’ Bu ilke ve mesaj gönderilmiştir,” diye konuştu. Johnson, sözlerini şöyle tamamladı:
“Özellikle Arap ve Müslüman dünyası bir araya gelip bununla yüzleşmez ve bir strateji çizmeye başlamazsa, bu durum devam edecektir.”
Diplomasi
Bhadrakumar: Asıl sorun İran’ın nükleer programı değil, İsrail’in bölgedeki hakimiyeti

Eski Hint diplomat M.K. Bhadrakumar, İran ile yaşanan krizin nükleer silahlanma meselesi olmadığını, asıl sorunun İsrail’in ABD ve Avrupa destekli bölgesel hakimiyetini sürdürme çabası olduğunu belirtti. Bhadrakumar, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan (NPT) ayrılmaya zorlanmasının en büyük tehlike olacağını vurgulayarak, diplomasi için hâlâ bir yol olduğuna inandığını söyledi.
Hindistan’ın eski diplomatlarından M.K. Bhadrakumar, İran ile İsrail arasında yaşanan gerilimin temelinde, Tahran’ın nükleer silah geliştirme ihtimalinin değil, İsrail’in bölgesel hakimiyetini sürdürme arzusunun yattığını ifade etti.
30 yıllık diplomatik kariyeri boyunca İran ile yakın temaslarda bulunduğunu belirten Bhadrakumar, en büyük korkusunun, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı (NPT) terk etmeye zorlanması olduğunu dile getirdi.
‘Asıl sorun İsrail’in bölgedeki hakimiyeti’
Schiller Enstitüsü tarafından düzenlenen “Nükleer Savaşa Giden Yolu Reddetmeliyiz” başlıklı çevrim içi panelde konuşan Bhadrakumar, mevcut durumun İran’ın nükleer programından kaynaklandığına inanmadığını belirterek, “Bu bütün sorun burada. Aslında bu, İran’ın nükleer silahlar yarattığına inanmadım. Sonuç olarak, bugün biz neredeyiz? İsrail’in güvenliği hakkında. İsrail dünyanın büyük bir silah kuvvetidir. Dünyanın en büyük silah devletidir ve bu pozisyon, ABD ve Avrupa hükümetlerinin birleşikliğiyle sağlanmıştır,” değerlendirmesinde bulundu.
İran’ın NPT’ye taraf olduğunu ve uluslararası denetimlere açık olduğunu hatırlatan Bhadrakumar, sorunun jeopolitik olduğunu vurguladı. Bhadrakumar, “Sorun, jeopolitik olarak İsrail’in Orta Doğu bölgesinin sürekli domine edilmesi yolunu açmasıdır. Bence bu kriz için ayrıca şiddetli bir sorumluluk var,” dedi.
‘İran’ı NPT’den çıkmaya zorlamak en büyük tehlike’
2015 yılında imzalanan ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak bilinen nükleer anlaşmaya dikkat çeken Bhadrakumar, İran’ın bu anlaşma kapsamında nükleer programını ciddi şekilde sınırlandırdığını ve kapsamlı denetimlere izin verdiğini söyledi.
Bhadrakumar, “Benim büyük korkum, İran’ın NPT’yi bırakmak için bir adım atabileceğidir. Bu benim en büyük sorunumdur,” ifadelerini kullandı.
30 yıl boyunca İranlı siyasi elitlerle iletişimde olduğunu aktaran Bhadrakumar, “İran’ın nükleer yetenekleri hakkında haklarından vazgeçeceğine dair çok az olasılık görüyorum. Bu şanssızlık bugünlerde bile tekrar edilmiştir,” diye konuştu.
‘Bölgedeki hareketler İran’ın icadı değil’
Bhadrakumar, Hamas ve Hizbullah gibi hareketlerin İran tarafından yaratılmadığını, bu yapıların bölgedeki çözülmemiş sorunların, özellikle de Filistin meselesinin doğal bir tezahürü olduğunu savundu. Bhadrakumar, konuyla ilgili şunları söyledi:
“Hamas, Hizbullah, bunların hepsi, bölgedeki doğal haklardan ve bölgenin sahip olduğu bir durumdan oluşan manifestasyonlardır. İran, paradoksal olarak bu grupların kendilerini ılımlılaştırması için etki edebilecek bir konumdadır ve eğer bir çözüm mümkün olacaksa tüm sorunlar için bir taraf olmalıdır.”
‘Diplomasi için hâlâ umut var’
Tüm olumsuzluklara rağmen diploması için hâlâ bir yol olduğuna inandığını belirten Bhadrakumar, Rusya’nın bölgedeki etkisine dikkat çekti. Rusya, Çin ve İran arasında Batı’ya karşı katı bir blok olduğu fikrini reddeden eski diplomat, bu ülkelerin kendi stratejik özerkliklerini koruduğunu belirtti.
Bhadrakumar, “Rusya’nın İran’da büyük bir nüfuzu var. Bu ülkeler kendi yollarındalar, stratejik otoritelerini kutladılar. Bu yüzden buna inanmıyorum. Ama aynı zamanda Rusya ve İran arasında bir birleşiklik var,” değerlendirmesini yaptı.
Son olarak Bhadrakumar, Rusya’nın geçmişte İran’ın uranyum zenginleştirme fazlasının kendi topraklarında depolanmasını içeren bir konsorsiyum önerdiğini hatırlatarak, bu tür çözümlerin hâlâ mümkün olabileceğini sözlerine ekledi.
Diplomasi
Çin arabuluculuk çabalarına devam ediyor: İsrail-İran krizinde “yapıcı rol” oynama talebi

Pekin, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının olası sonuçları konusunda “ciddi endişelerini” dile getirdi ve tüm tarafları daha fazla tırmanmayı önlemeye çağırdı. Çinli analistler de Pekin’in taraflar arasında koordinasyon ve ateşkes arabuluculuğu konusunda potansiyelini vurguladı. Krizin çözümünde “yapıcı rol” oynayabileceğini söyleyen Çin arabuluculuk çabalarına devam ediyor.
Cuma günü düzenli basın brifinginde, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Lin Jian, Çin’in İran’ın egemenliği, güvenliği ve toprak bütünlüğüne yönelik her türlü ihlale ve “gerginliği tırmandıran” eylemlere kararlılıkla karşı olduğunu söyledi.
Lin, “Bölgedeki ani gerginlik artışı kimseye fayda sağlamaz” dedi. “Çin, tüm tarafları, durumun daha da kötüleşmesini önlerken, bölgesel barış ve istikrarı teşvik edecek önlemler almaya çağırıyor” diye ekledi.
Lin, Çin’in krizi yatıştırmada “yapıcı bir rol” oynamaya hazır olduğunu da vurguladı.
İsrail, İran’ın nükleer programına ve ülke genelindeki diğer askeri hedeflere önleyici bir saldırı düzenlediğini ve saldırıların birkaç gün süreceğini açıkladı.
Saldırılar, iki ülke arasındaki uzun süredir devam eden gerginliğin, Orta Doğu’nun diğer güçlerinin de dahil olduğu bölgesel bir savaşa dönüşebileceği yönündeki endişeleri artırdı.
Çinli analistler, gelişmelerin gidişatının kısmen Washington’un atacağı adımlara bağlı olacağını, Pekin’in ise arabulucu rolünü üstlenme potansiyeli olduğunu belirtti. Çin arabuluculuk çabalarını daha önceki bölgesel krizlerde de dile getirmişti.
Lanzhou Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Fakültesi profesörü Zhu Yongbiao, olayların nasıl gelişeceğini İran’ın itidalinin derecesine ve ABD’nin süreçteki rolüne bağlı olacağını söyledi.
South China Morning Post’a konuşan Zhu, “Özellikle, ABD’nin İsrail’e baskı yapmak için önlemler alıp almayacağı önemli. Şu anda ABD’nin durumun daha da tırmanmasını istemediği görülüyor” dedi.
Zhu, Pekin’in Washington ve Orta Doğu ülkeleriyle koordinasyon içinde veya Birleşmiş Milletler çatısı altında yapıcı bir rol oynayabileceğine inandığını söyledi.
Saldırı, Washington ve Tahran’ın pazar günü Umman’da İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda altıncı tur müzakerelere başlaması planlanırken gerçekleşti.
Bir anlaşmaya varılması halinde, Washington’un İran’a uyguladığı bazı ağır ekonomik yaptırımları hafifletmesi ve Tahran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini önemli ölçüde azaltması söz konusuydu.
Geçen aydan bu yana Washington, İran ile nükleer müzakerelerde sıfırın üzerindeki her türlü zenginleştirmenin kabul edilemez olduğu yönünde daha sert bir tutum sergiledi, ancak Tahran sivil nükleer enerji programını sürdürme hakkını ısrarla savundu.
Şanghay Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nün Batı Asya ve Afrika Çalışmaları Merkezi’nde kıdemli araştırma görevlisi olan Li Weijian, mart ayında Pekin’de düzenlenen üçlü toplantıda vurgulanan Çin ve Rusya’nın İran’ın barışçıl nükleer enerji kullanımına verdiği desteğin, Tahran’ın ABD’nin taleplerini reddetme konusunda güvenini artırdığını kaydetti.
“Bu noktada, Çin’in bu sorunun çözümünde oynayacağı rol gelecekte daha da önemli hale gelecektir” diye ekledi.
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, ABD’nin İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına karışmadığını savundu. Cuma günü yayınlanan bir açıklamada, “İsrail, bu eylemin kendini savunmak için gerekli olduğuna inandığını bize bildirdi” dedi.
Ancak İran Dışişleri Bakanlığı, İsrail saldırılarının “ABD ile koordinasyon ve onay olmadan gerçekleştirilemeyeceğini” belirterek Washington’u suçladı.
Quincy Institute for Responsible Statecraft’ın başkan yardımcısı Trita Parsi, İsrail saldırılarının Washington-Tahran görüşmelerini rayından çıkarabileceğini söyledi.
“Bu saldırıların etkisi şu ki, müzakereleri rayından çıkaracak, çok önemli zaman kaybedilecek ve İran’ın pozisyonu sertleşecek – tabii bu noktada diplomasi yeniden canlanabilirse. Bu muhtemelen İsrail’in istediği sonuçtur” dedi.
Parsi, “Trump’ın İran ile diplomasisi de en az İran’ın nükleer programı kadar hedefteydi” diye ekledi.
Şanghay’daki Li, bölgedeki mevcut gelişmelerin İsrail için “kriz hissini artırdığını” da sözlerine ekledi.
“Washington’un İsrail’e geçmişte güvendiği koşulsuz desteği artık sağlamaması ve hatta başlıca rakibi İran ile müzakereler yoluyla gerilimi azaltmaya çalışması, İsrail için olumsuz bir gelişme olacaktır” dedi.
Saldırıdan bir gün önce, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın yönetim kurulu, İran’ın nükleer güvenlik önlemlerine uymadığını ilan eden bir kararı kabul etti. Bu karar, yaklaşık 20 yıldır ilk kez alındı. Çin, Rusya ve Burkina Faso karar aleyhinde oy kullandı.
Çin’in Kuzeybatı Üniversitesi Ülke ve Bölge Çalışmaları Fakültesi Dekan Yardımcısı Yan Wei, bunun doğrudan bir çatışmaya dönüşme olasılığı olduğunu, ancak sonucun uluslararası toplumun, özellikle ABD ve Çin gibi ülkelerin arabuluculuğu ve müdahalesine bağlı olacağını söyledi.
Yan, “ABD, İran ile İsrail arasında daha büyük çaplı bir çatışma istemiyorsa, mevcut gelişmeler Trump’ın Orta Doğu’dan stratejik çekilme politikasıyla tam olarak uyumlu olmayabilir” dedi.
“Bu koşullar altında, iki ülke arasında yakın vadede büyük çaplı bir savaşın çıkması olasılığını düşük görüyorum, ancak belirli bir kapsamda İsrail ile İran arasında karşılıklı saldırılar olasılığı var” diye ekledi. Çinli akademisyene göre, Çin arabuluculuk çabaları ile krizin çözümünde rol üstlenebilir.
Saldırının ardından, Çin’in İsrail ve İran büyükelçilikleri vatandaşlarına gelişmeleri yakından takip etmeleri ve olası saldırılara karşı güvenlik önlemleri almaları çağrısında bulundu.
Exeter Üniversitesi öğretim üyesi ve Torino Üniversitesi’nde Çin-Akdeniz (ChinaMed) projesinin araştırma başkanı Andrea Ghiselli, mevcut gelişmelerin, özellikle Suriye iç savaşı ve eski Suriye lideri Beşar Esad’ın hükümetinin zayıflamasının ardından, Çin siyasi çevrelerinde İran hükümetinin istikrarına ilişkin endişeleri yoğunlaştırabileceğini söyledi.
“İran rejimi düşmeye çok yaklaşırsa, [Çinli yetkililer] zor seçimlerle karşı karşıya kalabilir: kaybı kabul etmek veya örneğin askeri yardım şeklinde önemli destek sağlamaya başlamak,” dedi.
“Şu an için Çin’in bekleyip durumu izleyeceği ve durumun daha da kötüye gitmemesini umacağı çok muhtemel” diye ekledi.
İsrail İran’ın nükleer ve balistik programına saldırdı: İran’dan misilleme
-
Görüş2 hafta önce
ABD Dışişleri’nin Avrupa eleştirisi ne anlama geliyor?
-
Asya5 gün önce
Huawei kurucusu: Çiplerimiz ABD’nin bir nesil gerisinde
-
Dünya Basını1 hafta önce
Trumpizmin gerici ideoloğu: Curtis Yarvin
-
Avrupa2 hafta önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Rusya2 hafta önce
Ukrayna’dan Rus stratejik bombardıman üslerine kamyonlardan kalkan İHA’larla saldırı
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 2
-
Dünya Basını2 hafta önce
Rusya ve Ukrayna heyetleri tekrar İstanbul’da: Masada neler var?
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savaş sonrası Suriye’yi dönüştüren ‘Sünni popülizm’