Ortadoğu
UNIFIL tehlikede: Asker sayısı yarıya mı düşecek?

Lübnan’ın güneyinde konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL), ağustos ayındaki kritik görev süresi yenileme toplantısı öncesinde varlığına yönelik ciddi tehditlerle yüzleşiyor. Eylül 2024’te Lübnan’a yönelik başlayan İsrail saldırıları sonrası oluşan koşullar, ABD’nin bütçe kesintileri ve İsrail’in misyon değişikliği baskıları, 10 binden fazla askerin geleceğini belirsizliğe sokarken, asker sayısının yarıya indirilmesi ihtimali de tartışılıyor.
Lübnan’ın güneyinde görev yapan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL), kuruluşundan bu yana ilk kez hem hukuki hem de operasyonel anlamda ciddi bir tehditle karşı karşıya.
Geçen yılın eylül ayında Lübnan’a yönelik başlayan ve devam eden İsrail saldırıları, çatışan uluslararası gündemler ve özellikle ABD’nin kemer sıkma politikaları, UNIFIL’in her yıl olduğu gibi ağustos ayı sonunda Birleşmiş Milletler (BM) ve Güvenlik Konseyi’nde yapılacak görev süresi yenileme toplantısı öncesinde geleceğini belirsizliğe sokuyor.
Gözler, İsrail saldırılarının durdurulmasından ziyade, Litani Nehri’nin güneyinin silahsızlandırılması ve Lübnan’daki 10 binden fazla BM askerinin geleceğinin şekillendirilmesine çevrilmiş durumda.
İsrail’in artan baskısı ve değişen hesaplar
UNIFIL, Temmuz 2006’daki İsrail saldırılarının ardından yenilenen misyonuyla kurulduğundan bu yana, Lübnan’da bir istikrar unsuru olarak görülüyordu.
Göreceli sükûnet yıllarında hem İsrail hem de Hizbullah güçleri, Batılı ve Doğulu askerleri birbirlerinin emellerine karşı bir engel olarak değerlendiriyordu.
Fakat İsrail’in değişen hesapları ve Suriye savaşının sona ermesiyle Hizbullah’ın gücünün artması bu denklemi yavaş yavaş değiştirdi. İsrail, BM gücünü Lübnan’dan çıkarmadan misyonunu değiştirme ihtiyacı hissetmeye başladı.
2017 yılında İsrail, gücün görev tanımına “doğrulama” işlevini ekleterek önemli bir değişiklik elde etti. Sonraki yıllarda baskılarını artırsa da köklü değişiklikler yaptıramadı.
Ancak 2022’de, UNIFIL’in halihazırda sahip olduğu hareket serbestisi ilkesini öne çıkaran orijinal metinde oynamalar yaparak bir yandan Hizbullah ve Lübnan devleti üzerindeki baskıyı artırmayı, diğer yandan da uluslararası gücü Lübnan ordusunun refakati olmadan görev yapmaya ve İsrail lehine hizmet sunmaya zorlamayı başardı.
Bugün İsrail diplomasisi, her zamanki gibi Amerikalıların desteğiyle, ancak bu kez BM ve kurumlarına karşı öfkeli olan yeni Washington yönetiminden aldığı ek destekle uluslararası gücün görev süresinin yenilenmesi savaşına şimdiden hazırlanıyor.
Amaçları, gücün misyonunda değişiklikler yapmak ya da varlığını temelden tehdit etmek. Herhangi bir uluslararası kurumu dikkate almayan, uluslararası askerlerin hayatını tehlikeye atan ve daha önce kasıtlı olarak asker öldürüp yaralayan İsrail, Hizbullah’ın temmuz savaşı sonrası yıllarda UNIFIL’in varlığı sırasında Litani’nin güneyinde muazzam bir askeri güç inşa etmesinden rahatsız.
BM Güvenlik Konseyi’ndeki ayrışma
Uluslararası atmosfer, özellikle Batı ve Körfez ülkelerinde Lübnan’da Hizbullah’ın silahlarına karşı yüklü olsa da, UNIFIL’in misyonunu değiştirmek veya Güvenlik Konseyi içinde iptal etmek kolay değil.
Özellikle Konsey’de Rusya ve Çin bir yanda, ABD, Fransa ve İngiltere diğer yanda olmak üzere çoğu uluslararası dosyada dikey bir bölünme yaşanıyor. Dolayısıyla, Lübnan’ın tutunduğu şeylere bağlı kaldıklarını söyleyen Rusların ve Çinlilerin onayını almadan herhangi bir değişiklik yapmak zor.
Hatta Fransa’nın ABD ve İngiltere’nin tutumundan ayrışması, Fransız kuvvetlerinin Finlerle birlikte genelkurmay başkanlığı ve askeri güçle komuta ettiği UNIFIL misyonu konusunda daha da sertleşiyor. Fransızların, UNIFIL Komutanı İspanyol General Arnaldo Lázaro’nun otoritesine tabi diğer güçlerden daha geniş bir hareket serbestisi bulunuyor.
Altı Afrika ülkesinden askeri olarak çekilen Fransa’nın Akdeniz kıyılarındaki ve özellikle de İngilizlerle yoğun rekabetin yaşandığı Lübnan’daki askeri varlığından kolay kolay vazgeçmeyeceği düşünülüyor.
Bu nedenle, Fransız ve Fin kuvvetlerinin son haftalarda Güney Lübnan’da sergilediği düşmanca ve cüretkar tavır, varlıklarını kanıtlama ve güneydeki mevcudiyetlerinin faydasını teyit etme oyununun bir parçası olarak görülüyor.
Ayrıca, Hizbullah’ın geri çekilmesini ve Litani’nin güneyinden silahlarını çekmeyi kabul etmesini, UNIFIL ve Fransızların artık yaptığı gibi insansız hava araçlarını kullanmamak gibi mevcut teamülleri aşmak için kullanıyorlar.
Fransa ayrıca, Amerikalı bir generalin başkanlık ettiği ateşkes mekanizmasındaki rolünü de pekiştirmeye çalışıyor. İngiltere ise mevcut formülün değiştirilmesini talep etmekten ve Fransız tutumu karşısında Lübnan üzerinde ek bir baskı unsuru olarak görünmekten çekinebilir.
Fransız ve İngiliz diplomatların son dönemde UNIFIL dosyasını görüşmek üzere Lübnan’a yaptıkları ziyaretlerden sızan bilgilere göre, mevcut onaylanmış formül şu ana kadar gerçeğe en yakın olanı ve her iki ülke de Lübnan’ı pozisyonlarında desteklediklerini teyit etti.
ABD’nin mali kesintileri en büyük tehdit
Ancak bu, Amerikan ve İsrail baskı araçlarının yok olduğu anlamına gelmiyor. ABD Başkanı Donald Trump, BM finansmanını durdurma konusunda net ve kararlı. Kararlarının etkileri Mali, Sudan ve Lübnan da dahil olmak üzere diğer bölgelerdeki barış güçlerinde hissedilmeye başlandı.
ABD’nin BM barış güçleri finansmanındaki payı yaklaşık yüzde 27 iken, onu yüzde 20’den fazla ödeme yapan Çin takip ediyor.
Dolayısıyla, UNIFIL misyonu finansman açısından ciddi bir tehdit altında ve bu açığı kapatacak Avrupa ülkeleri ya da Çin’in barış misyonlarına desteğini artırıp artırmayacağı henüz ufukta görünmüyor.
Bu noktada, İsrail’in elindeki güçlü baskı kartlarından birinin, gücün sayısını yarıya indirmek olduğu görülüyor; zira bu, Amerikan hedefleriyle de örtüşüyor. Sayının azaltılması yeni bir fikir değil; Ukrayna savaşından sonra UNIFIL’e katılan Avrupa orduları, özellikle İspanya ve İtalya (ve Litvanya) tarafından, bu orduların tüm güçlerini seferber etme ve Balkanlar ile Doğu Avrupa’da Rusya’ya karşı doğu cephesini güçlendirme ihtiyacıyla birlikte daha önce tartışılmıştı.
İtalya’nın artan rolü ve komuta beklentisi
Fakat İtalya’nın Lübnan ve İsrail’e yönelik askeri ilgisi, İtalyan Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı’nın İsrail ve Lübnan’a yaptığı sık ziyaretler ve İtalya’nın 7 Ekim sonrası İsrail’e destek koalisyonuna katılmasıyla son bir yılda açıkça ortaya çıktı.
İtalya, UNIFIL’in eski Batı Kıtası Komutanı General Deodato Abagnara’nın, gelecek haziran başında görevinden ayrılması beklenen Lázaro’nun yerine gücün komutanlığına gelmesi konusunda en şanslı ülke olarak görünüyor.
Abagnara, bir İsveçli general ve bir Avusturyalı generalin de aralarında bulunduğu diğer adayların önünde. Ayrıca İtalya, Lübnan ordusunu desteklemeye yönelik askeri teknik komite “MTC4L”ye de başkanlık ediyor.
Dış baskıların yanı sıra UNIFIL, BM’nin Lübnan Özel Koordinatörü Jeanine Hennis-Plasschaert’in yürüttüğü faaliyetler, Ateşkes Denetleme Komitesi Başkanı Amerikalı General Michael J. Linney’in artan rolü, askeri teknik komitenin etkinliği ve diğer kanalların varlığı nedeniyle Nakura toplantılarına duyulan ihtiyacın ortadan kalkmasıyla siyasi/teknik rolünün bir kısmını da kaybetti.
Tenenti: Rolümüz her zamankinden daha önemli
Uluslararası gücün resmi sözcüsü Andrea Tenenti, UNIFIL’in görev süresinin yenilenme tarihinin yaklaşmasıyla ilgili olarak el-Ahbar‘a yaptığı açıklamada, “UNIFIL, tarafların diplomasiyi yerleştirmek, güveni yeniden inşa etmek ve Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararının uygulanmasını desteklemek için tarafsız bir uluslararası varlık sağlamak üzere kullanabileceği bir araçtır,” dedi.
Tenenti, “Çatışma (eylül saldırısı) sırasında, İsrail ordusu bizden ayrılmamızı istediğinde bile kalmaya karar verdik, çünkü orada bulunmaktan ve olan biteni tarafsız bir şekilde gözlemlemekten sorumluyduk,” diye ekledi.
Tenenti sözlerini şöyle sürdürdü: “Beklenen görev süresi yenilemesiyle birlikte rolümüz her zamankinden daha önemli hâle geldi. Mavi Hat boyunca gerilimler devam ediyor. İsrail ordusunun şu anda Güney Lübnan’da bulunduğu tüm mevzilerden çekilmesi ve Lübnan ordusunun güneyde tam olarak yeniden konuşlanması, istikrarın yeniden tesis edilmesi için temel şartlardır. 1701 sayılı karar, hedeflerimize ulaşmak için en etkili çerçeve olmaya devam ediyor. Barışı koruma faaliyeti, barışın hizmetinde siyasi bir araç olarak kalmalıdır.”
Ortadoğu
ABD ordusu, İsrail için yeni hava üsleri ve cephanelikler inşa ediyor

Haaretz gazetesinin 8 Temmuz’da yayımladığı belgelere göre, ABD Ordusu Mühendisler Birliği, İsrail için çeşitli askeri üslerde havaalanları, hangarlar ve mühimmat depoları gibi askeri altyapılar inşa ediyor. Şu anda devam eden projelerin toplam maliyeti 250 milyon doları aşıyor. Haziran ayında yapılması planlanan ancak İsrail’in İran’a karşı savaşı nedeniyle ertelenen ihaleye göre, gelecekteki projelerin değerinin 1 milyar doları aşması bekleniyor.
Belgelerde, ABD’nin İsrail ordusuna ait tesislerde mühimmat depoları, yakıt ikmal istasyonları ve beton yapılar inşa ettirdiği; ayrıca havaalanları dahil çeşitli bakım ve onarım işleri için müteahhit arayışında olduğu belirtiliyor.
Proje kapsamındaki önemli yatırımlardan biri, İsrail’in önümüzdeki yıllarda alması beklenen Boeing KC-46 yakıt ikmal uçakları için yapılacak hangar, bakım ve depo tesislerini kapsıyor ve bu projenin maliyeti 100 milyon doları aşıyor. CH-53K helikopterlerinin konuşlandırılması için inşa edilecek başka bir tesisin maliyetinin ise 250 milyon dolara kadar çıkabileceği belirtiliyor.
ABD ayrıca, 100 milyon dolar değerinde mühimmat depolama binaları için de teklif topluyor. İsrail Savunma Bakanlığı için belirtilmeyen lokasyonlarda yapılacak bakım, onarım, yıkım ve altyapı iyileştirmelerini kapsayan yedi yıllık bir ihale ise 900 milyon dolar tavanıyla açılmış durumda.
Tüm bu projeler, ABD’nin “yabancı askeri finansman” (FMF) programı çerçevesinde finanse ediliyor. Bu sistem kapsamında İsrail her yıl 3,8 milyar dolar askeri yardım alıyor. Harcamalar, büyük ölçüde ABD’li savunma sanayi şirketlerine yönlendiriliyor ve taraflar bu fonun nasıl kullanılacağını birlikte belirliyor.
7 Ekim 2023’te Hamas liderliğinde başlatılan Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bu yana ise Washington, İsrail’e yaklaşık 18 milyar dolarlık ek askeri yardım daha sağladı.
ABD daha önce de askeri yardımları İsrail’in altyapısında kullanmıştı. 2012 yılında, kamu ihale belgeleri Nevatim Hava Üssü’nde ABD tarafından finanse edilen büyük ölçekli çalışmaların yapıldığını ortaya çıkardı. O dönemde Washington Post, ABD’nin burada “911” olarak bilinen gizli bir tesis inşa ettiğini bildirmişti.
Pazartesi günü ayrıntıları açıklanan projeler, İsrail’in Haziran 2025’te İran’a düzenlediği saldırıdan önce planlanmıştı. 2 Temmuz’da Reuters’a konuşan bir İsrailli yetkili, İran’a ait balistik füzelerin 12 günlük çatışma sırasında birkaç İsrail askeri noktasına isabet ettiğini doğruladı.
Haziran ayının başlarında Washington, İsrail için 510 milyon dolarlık yeni bir silah anlaşmasını onayladı. Bu paket kapsamında İsrail’e 7.000’den fazla JDAM kiti ve destek hizmetleri sağlandı. Böylece 2025 yılı itibariyle ABD’nin İsrail’e askeri desteği 9 milyar doları aştı. Tel Aviv yönetimi, 600 gün içinde ABD’den 90 bin tondan fazla silah teslim alındığını açıkladı. Başbakan Binyamin Netanyahu, İsrail’e yapılan silah sevkiyatlarını, “Beyaz Saray’daki en büyük dostumuz” diyerek övdüğü Donald Trump’ın katkısına bağladı.
Aynı dönemde, ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Ukrayna’ya yapılması planlanan bazı silah sevkiyatlarını durdurma kararı aldı. İç denetimlerde Ukrayna için acil bir stok sıkıntısı bulunmadığı tespit edilse de İsrail’in İran’a karşı gerçekleştirdiği füze savunmasında ABD’nin aktif rol oynaması ve büyük miktarda mühimmat sağlaması nedeniyle ABD’nin kendi askeri stoklarının tükenmeye başladığına dair endişelerin bu kararda etkili olduğu düşünülüyor. Bu gelişmelerin ardından, ABD’de üst düzey yetkililer, askeri kaynakların artık daha fazla Pasifik bölgesine odaklanması gerektiğini savunmaya başladı.
Ortadoğu
Trump’ın özel temsilcisi Tom Barrack Lübnan’a Hizbullah’ı ‘silahsızlandırın’ uyarısında bulundu

ABD, Lübnan’dan Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve reform konusunda artık somut adımlar bekliyor. Trump yönetimi, bu sürecin 2026’ya sarkmasına tahammül göstermeyeceği mesajını verdi. Tom Barrack, Trump’ın, 1958’de Lübnan’a askeri müdahalede bulunan ABD Başkanı Eisenhower kadar “kararlılıkla harekete geçtiğini” söyledi.
ABD Başkanı Donald Trump’ın özel temsilcisi Tom Barrack, Lübnan hükümetine reformları hızla hayata geçirme ve Hizbullah’ı silahsızlandırma çağrısında bulundu. Barrack, Trump’ın Lübnan’a güçlü desteğine rağmen sabrının sınırlı olduğunu vurguladı.
ABD’nin aynı zamanda Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi olarak görev yapan Barrack, bir ay içinde ikinci kez geldiği Beyrut’tan konuştu. “Dwight Eisenhower’dan bu yana Lübnan için bu denli kararlılıkla harekete geçen bir başkan daha olmadı” diyen Barrack, “Trump’ın cesareti, kararlılığı ve yeteneği var. Ama sabrı yok” ifadelerini kullandı.
1958 yılında dönemin ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır’ın öncülüğünde yükselen Arap milliyetçiliğine ve Sovyet etkisine karşı koymak amacıyla, Lübnan’daki Batı yanlısı hükümeti desteklemek için ülkeye askerî müdahalede bulunmuştu. Bu müdahale, Eisenhower Doktrini kapsamında ABD’nin bölgedeki ilk doğrudan askerî müdahalesi olarak kayda geçti.
Trump’ın özel temsilcisi Tom Barrack’ın, Trump’ı Eisenhower’a benzetmesi dikkat çekti.
Barrack sözlerine şöyle devam etti: “Eğer Lübnan bu işi sürüncemede bırakmaya devam etmek istiyorsa, edebilir… ama seneye mayıs ayında hâlâ bu konuları konuşuyor olmayacağız.”
Bazı haberlerde, Lübnanlı yetkililerin reform sürecini gelecek mayıstaki parlamento seçimlerine kadar geciktirmeyi planladıkları öne sürülmüştü.
Pazartesi günü yaptığı açıklamada, Hizbullah ve diğer silahlı grupların silahsızlandırılmasını, kapsamlı reformları ve bu sürecin takvimlendirilmesini içeren yol haritasına Lübnan’ın verdiği ilk tepkiyi olumlu bulduğunu belirten Barrack, ülkenin siyasi kültürüne ise eleştiriler yöneltti.
“Lübnan’ın siyasi kültürü inkâr, oyalama ve sorumluluktan kaçmadır. 60 yıldır bu böyle. Bu durum değişmeli” diyen Barrack, yine de Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı ile yaptığı görüşmelerde samimi bir yaklaşım gördüğünü belirtti.
Hizbullah’a uyarı: Bizimle uğraşmasınlar
ABD’nin Hizbullah’a bakış açısını hatırlatan Barrack, örgütü “yabancı bir terör örgütü” olarak niteledi ve “Bu, Lübnan’ın sorunu. Tüm dünyanın değil” dedi.
LBCI televizyonuna verdiği röportajda Hizbullah’a daha açık bir uyarıda bulunan Barrack, “Eğer bizimle dünyanın herhangi bir yerinde uğraşırlarsa… bizimle ciddi bir sorun yaşarlar. Bunu istemezler” şeklinde konuştu.
Hizbullah Genel Sekreteri’nin son dönemde yaptığı “asla silah bırakmayacağız” yönündeki açıklamaya da yanıt veren Barrack, bu sözleri “tipik bir Lübnan pazarlığı” olarak değerlendirdi: “Bir pazara gidiyoruz, aynı şey. Herkes gerçekten anlaşmaya varmak isteyene kadar pazarlık devam eder.”
“Bu bir fırsat, ama zaman sınırlı”
ABD’nin Lübnan’ın Suriye ve İsrail ile olan sınırlarının belirlenmesi konusunda destek vereceğini kaydeden Barrack, sürecin hızla ilerlemesi gerektiğini vurguladı: “Zamanlama çok önemli… Bu bir fırsat. Çevremizde ne olup bittiğini hâlâ göremeyenler büyük hata yapıyor. Biz buradayız… bu fırsatın hız kazanması için buradayız. Ama yönlendirme yapamayız, etki edemeyiz. Bu Lübnan’ın kararı.”
Ortadoğu
Prof. Marandi: İran’a yönelik İHA saldırıları Azerbaycan’dan yapıldı

Tahran Üniversitesi’nden Profesör Seyyid Muhammed Marandi, Azerbaycan’ın İsrail ile İran’a karşı işbirliği yaptığını iddia etti. Marandi, Rusya ile ilişkilerde İsrail’deki Rus nüfusunun bir engel teşkil ettiğini söylerken, Netanyahu’nun yeni bir saldırı başlatmasının muhtemel olduğunu ve İran’ın bu kez çok daha sert karşılık vermeye hazırlandığını ifade etti.
Tahran Üniversitesi öğretim üyesi ve İran‘ın eski nükleer müzakere heyeti danışmanlarından Profesör Seyyid Muhammed Marandi, Prof. Glenn Diesen’in podcast yayınında Azerbaycan’ın İsrail ile İran’a karşı işbirliği içinde olduğunu savundu.
Marandi, Bakü yönetiminin bu politikalarını sürdürmesi hâlinde Tahran’ın tutumunda bir değişiklik olabileceği ve bunun Aliyev için “tehlikeli” sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulundu.
‘İran’a yönelik İHA’lar Azerbaycan’dan kalkıyor’
Sıradan İranlılar, özellikle de sınıra yakın yaşayanlar arasında, Azerbaycan Cumhuriyeti’nden kalkan insansız hava araçlarının (İHA) İran’a girerek hedefleri vurduğuna dair yaygın bir kanı olduğunu dile getiren Marandi, bu hedeflerin İran’ın Doğu Azerbaycan ve Erdebil eyaletleri ile diğer kuzey vilayetleri ve hatta Tahran’a yakın noktaları içerdiğini söyledi.
İran’ın barışçıl bir Kafkasya istediğini söyleyen Marandi, “Ancak İranlılar, Bakü’nün İsrail ile bu tür bir işbirliğini İran halkının zararına olacak şekilde sürdürmekte ısrar ettiğini hissederse, Tahran’ın Aliyev’e yönelik tutumunda bir değişiklik göreceğiz. Bu da onun için tehlikeli olabilir,” dedi.
Marandi, İran’ın kuzey eyaletlerindeki halkın Aliyev’e karşı son derece öfkeli olduğunu ve Aliyev’in bu durumu hafife aldığını düşündüğünü ekledi.
‘Aliyev dünyadaki durumu yanlış okuyor’
Marandiye göre Aliyev, dünyadaki mevcut durumu yanlış okuyor. 1990’larda ABD ve Avrupalıların baskısıyla İran’dan uzaklaştığı dönemde ABD’nin küresel bir “hiper güç” olduğunu ancak dünyanın artık değiştiğini belirten Marandi, “ABD’nin Aliyev veya Avrupalılar için koruyucu şemsiyesi artık pek etkileyici değil,” ifadelerini kullandı.
Marandi, Aliyev’in ülkesindeki dini liderleri bastırmasının ve Gazze’de, Lübnan’da ve Batı Şeria’da devam eden katliamlar sırasında İsrail rejimiyle ittifak kurmasının halk arasında öfke yarattığını savundu.
‘Suriye’de direniş güçlenecek’
Suriye’deki duruma da değinen Marandi, ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırmasının, Ebu Muhammed el-Colani (Ahmed eş-Şaraa) yönetimindeki Suriye’yi ABD yörüngesine çekme ve politika çıkarlarını hizalama hazırlığı olduğunu söyledi.
Colani’nin Suriye için olumlu bir şey yapma niyetinde olmadığını ve İsrail’e baskı yapmak yerine kendi halkını öldürmekle daha fazla ilgilendiğini ifade eden Marandi, “Colani İsrail’e ne kadar yaklaşırsa, direniş o kadar güçlenir,” diye konuştu.
Marandi, ABD, İsrail ve onların bölgesel müttefiklerinin geçmişte mezhepçiliği kullanarak bölgeyi böldüğünü ancak artık bu stratejinin işe yaramayacağını ve Colani’nin İsrail ile normalleşme adımlarının daha fazla insanı direnişe katılmaya teşvik edeceğini belirtti.
Rusya ile ilişkilerde ‘İsrail’ engeli
İran-Rusya ilişkilerinin Suriye’deki işbirliğiyle geliştiğini ancak bazı konularda görüş ayrılıkları yaşandığını ifade eden Marandi, Rusya’nın İdlib’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir anlaşma yapmak istemesine İran’ın karşı çıktığını ve bu durumun Suriye’deki bugünkü tabloyu yaratan belirleyici bir faktör olduğunu iddia etti.
Marandi, “Bugün İran ile Rusya arasında her alanda ilişkilerin genişlemesinin önündeki en büyük engel, Rusya’nın Filistin’de bulunan 2 milyon Rusça konuşan nüfusla ilgili endişeleridir,” değerlendirmesini yaptı.
Bu durumun bazı alanlarda daha fazla işbirliğini engelleyebileceğini belirten Marandi, yine de iki ülke arasındaki mevcut ilişkinin üç buçuk yıl öncesine göre kıyaslanamayacak kadar iyi olduğunun altını çizdi.
‘Netanyahu’nun yeniden saldırmasını bekliyoruz’
İran’ın 12 günlük savaşın ardından daha güçlü çıktığını ve “kâğıttan kaplan” olduğu mitinin yıkıldığını savunan Marandi, İsrail’in çok sayıda üst düzey komutanı öldürmesine rağmen ülkede bir çöküş yaşanmadığını, aksine halkın devletin ve Devrim Muhafızları’nın arkasında kenetlendiğini söyledi.
Marandi, “İran’da beklenti, bir krize ihtiyacı olan Netanyahu’nun yeniden saldıracağı yönünde. Ancak bu kez İranlılar çok daha hazırlıklı ve plan, İsrail rejimine çok daha sert bir darbe indirmek,” diye ekledi.
-
Ortadoğu1 hafta önce
Reuters: Suriye’de Şara’ya bağlı güçler 1.500 Alevi’yi katletti
-
Söyleşi2 hafta önce
İsrail-İran savaşını kim kazandı? E. Tuğamiral Alaettin Sevim Harici’ye anlattı
-
Görüş1 hafta önce
Altı Gün Savaşı’ndan ‘On İki Gün Savaşı’na
-
Dünya Basını2 hafta önce
İran-İsrail savaşı ve Orta Asya
-
Avrupa2 hafta önce
Yeni MI6 şefinin dedesi, “Kasap” olarak bilinen Nazi casusu çıktı
-
Dünya Basını2 hafta önce
Jerusalem Post: Rusya-Ukrayna savaşının gölgesinde Çin’in Orta Doğu stratejisi
-
Amerika2 hafta önce
Zohran Mamdani: Canavarın ininde bir ‘nepo bebek’
-
Dünya Basını2 hafta önce
Kimler faşist olabilir? Önce Mussolini’nin İtalya’sına, sonra İsrail’e bakalım