Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

WSJ: Suudi-BAE rekabeti, ABD’nin İran planlarını baltalıyor

Yayınlanma

Körfez ülkeleri arasında uzun yıllardır müttefik olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki ilişkilere 2019’dan beri gerilim hâkim. İki ülke arasında özellikle ekonomik çıkarların örtüşmemesi ve bu alanda yaşanan rekabet nedeniyle çekişmeler yaşanıyor.

Wall Street Journal’da yayınlanan analiz, iki ülke arasındaki ilişkilerin neden gerildiğini açıklamaya çalışırken mayıs ayında Biden yönetimi aracılığıyla yetkililerin masaya oturduğu bilgisini veriyor.  ABD’nin iki ülke arasında ilişkilerin gerilmesinden rahatsızlık duyduğu ve bu gerginliğin ABD planlarını engellediğini belirten analize göre şimdilik ufukta barış sağlanma ihtimali gözükmüyor. Ancak bölgede normalleşme girişimlerine öncülük eden Riyad’ın BAE’ye karşı temkinli bir politika izleyeceği ve ilişkileri daha da germekten imtina edeceği düşünülüyor.

Summer Said, Dion Nissenbaum, Stephen Kalin ve Saleh al-Batati’nin kaleme aldığı analizi dikkatinize sunuyoruz:

***

Düşmanların En İyisi: Suudi Veliaht Prensi, BAE Başkanı ile Çatışıyor

Suudi lider, ABD’nin gücünün azaldığı Körfez’e hâkim olmak için rekabet ederken eski akıl hocasından uzaklaştı.

Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman aralık ayında Riyad’da yerel gazetecileri kayıt dışı nadir bir brifing için topladı ve çarpıcı bir mesaj verdi. Ülkenin onlarca yıllık müttefiki Birleşik Arap Emirlikleri için, “Bizi sırtımızdan bıçakladı” dedi.

Toplantıya katılanlara göre, gruba “Ne yapabileceğimi görecekler” dedi.

37 yaşındaki Muhammed ile bir zamanlar mentoru olan BAE Başkanı Şeyh Muhammed bin Zayid en-Nehyan arasında, Orta Doğu ve küresel petrol piyasalarında jeopolitik ve ekonomik güç rekabetini yansıtan bir çatlak meydana geldi. İki kraliyet üyesi, Arap dünyasının zirvesine çıkmak için neredeyse on yıl harcamış olsalar da şimdi ABD’nin rolünün azaldığı bir Orta Doğu’da kimin söz sahibi olduğu konusunda anlaşmazlık yaşıyorlar.

ABD’li yetkililer Körfez’deki rekabetin İran’a karşı birleşik bir güvenlik ittifakı oluşturmayı, Yemen’de sekiz yıldır süren savaşı sona erdirmeyi ve İsrail’in Müslüman ülkelerle diplomatik ilişkileri genişletmeyi zorlaştıracağından endişe ettiklerini söyledi.

Biden yönetiminden üst düzey bir yetkili, “Bunlar bölgede kilit oyuncular olmak isteyen, son derece hırslı iki insan” dedi. “Belli bir düzeyde hâlâ iş birliği yapıyorlar. Şimdi ikisi de diğerinin aynı tahtta olmasından rahatsız görünüyor. Genel olarak, birbirlerinin boğazına sarılmaları bizim için yararlı değil.”

Bir zamanlar yakın olan iki adam -Suudi MBS ve 62 yaşındaki BAE Başkanı MBZ olarak biliniyor- kendilerine yakın kişilerin söylediğine göre altı aydan uzun bir süredir konuşmadılar ve özel anlaşmazlıkları açığa çıktı.

BAE ve Suudi Arabistan’ın Yemen’deki çatışmayı sona erdirme çabalarını baltalayan farklı çıkarları var ve BAE’nin, Suudi Arabistan’ın küresel petrol fiyatını yükseltme baskısından duyduğu hayal kırıklığı Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nde yeni çatlaklar yaratıyor.

İki ülke aynı zamanda giderek daha fazla ekonomik rakip haline geliyor. MBS’nin Suudi Arabistan’ın petrole olan ekonomik bağımlılığını sona erdirme planlarının bir parçası olarak şirketleri, bölgesel merkezlerini, Batılıların tercih ettiği daha kozmopolit bir şehir olan BAE’nin Dubai’sinden Suudi başkenti Riyad’a taşımaya teşvik ediyor. Ayrıca teknoloji merkezleri kurmak, daha fazla turist çekmek ve BAE’nin Orta Doğu’nun ticaret merkezi konumuna rakip olacak lojistik merkezler geliştirmek için planlar yapıyor. Mart ayında, Dubai’nin üst düzey Emirates’i ile rekabet edecek ikinci bir ulusal havayolu şirketinin kurulduğunu duyurdu.

Yumuşak güç alanında, Suudilerin 2021’de İngiltere’nin futbol kulübü Newcastle’ı satın alması ve küresel süperstar oyunculara yatırım yapması, Abu Dabi’nin yönetici ailesinin önde gelen bir üyesinin sahibi olduğu Manchester City’nin İngiltere ve Avrupa futbol şampiyonluklarını kazanmasının hemen ardından gerçekleşti.

Körfez yetkililerine göre Birleşik Arap Emirlikleri Başkanı MBZ, BAE yetkililerinin bazı ciddi yanlış adımlar attığına inandığı bir Suudi kraliyet ailesi tarafından gölgede bırakılmaktan rahatsız.

İran ile Anlaşma

Hükümet adına konuşan bir BAE yetkilisi The Wall Street Journal’a verdiği demeçte ilişkilerin gerildiği iddialarının “kategorik olarak yanlış ve dayanaktan yoksun” olduğunu söylerken, bir Suudi yetkili de bu fikrin “kesinlikle doğru olmadığını” belirtti.

Suudi yetkili, “BAE, Suudi Arabistan’ın yakın bir bölgesel ortağıdır ve politikalarımız karşılıklı çıkarları ilgilendiren çok çeşitli konularda birbirine yaklaşmaktadır” dedi. Yetkili, iki ülkenin diğer Körfez komşularıyla siyasi, güvenlik ve ekonomik koordinasyon konularında birlikte çalıştığını söyledi.

BAE’li yetkili “stratejik ortaklıklarının bölgesel refah, güvenlik ve istikrar için aynı hedef ve vizyona dayandığını” söyledi.

Aralık ayında Yemen politikası ve OPEC limitleri konusundaki görüş ayrılıklarının yoğunlaşmasının ardından MBS gazetecileri toplantıya çağırdı. Oradaki kişiler Suudi liderin BAE’ye bir talep listesi gönderdiğini söyledi. MBS, küçük Körfez ülkesinin hizaya gelmemesi halinde Suudi Arabistan’ın, Riyad’ın üç yıldan uzun bir süre diplomatik ilişkileri kestiği ve Abu Dabi’nin yardımıyla ekonomik boykot uyguladığı 2017’de Katar’a karşı yaptığı gibi cezalandırıcı adımlar atmaya hazır olduğu uyarısında bulundu.

Orada bulunan kişilere göre gazetecilere “Katar’a yaptığımdan daha kötü olacak” dedi.

Aralık ayındaki toplantıdan bu yana MBS bir dizi diplomatik hamle yaptı ve Suudi suikast timinin 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesiyle tetiklenen siyasi izolasyonuna son verdi.

Suudi Arabistan’ın İran ile ilişkilerini düzeltmek için Çin’den yardım istedi ve ardından Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönmesini sağladı ki bu süreç birkaç yıl önce BAE tarafından başlatılmıştı. Ülke, Devlet Başkanı Beşar Esad’ın değişim için gösteri yapan Suriyeli sivillere yönelik acımasız baskılarının ardından 2011 yılında ihraç edilmişti.

MBS, BAE’nin 2020’de yaptığı gibi İsrail’i resmen tanıma konusunda ABD ile görüşmeler yürütüyor. MBS, BAE’nin karşı tarafı desteklediği Sudan’daki şiddeti bastırmak için diplomatik çabalara öncülük ediyor.

Her iki ülkeden yetkililere göre, Suudi Arabistan ve BAE gerilimi yumuşatmak amacıyla şikâyetlerini ve değişim taleplerini özetleyen bildiriler yayınladılar.

Suudi Arabistan’ın şikâyetlerine sivri bir yanıt veren MBZ, geçen yılın sonlarında Suudi yöneticiyi eylemlerinin iki ülke arasındaki bağları zayıflattığı konusunda özel olarak uyardı. Körfez yetkilileri, Suudi Veliaht Prensi’ni petrol politikalarında Rusya’ya fazla yaklaşmakla ve İran’la diplomatik anlaşma gibi riskli hamleleri BAE’ye danışmadan yapmakla suçladı.

MBZ, Çin lideri Xi Jinping’in Riyad ziyareti için MBS’nin çağrıda bulunduğu Arap zirvesine katılmadı ve mayıs ayında Arap Birliği’nin Suriye’nin gruba geri dönmesi için yaptığı oylamaya gelmedi. MBZ ocak ayında Birleşik Arap Emirlikleri’nde alelacele düzenlenen bölgesel bir zirvede Arap liderlerle bir araya geldiğinde MBS’nin kendisi yoktu.

Uluslararası Kriz Grubu’nun Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programı’nda kıdemli danışman olan Dina Esfandiary, “Aralarındaki gerilim artıyor çünkü kısmen MBS, MBZ’nin gölgesinden çıkmak istiyor” dedi: “İşler daha da kötüye gidecek çünkü her iki ülke de dış politikalarında daha özgüvenli ve iddialı hale geliyor.”

Sahte ittifak

Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri kendilerini en yakın müttefikler olarak tanımlasalar da BAE’nin 1971’de İngiltere’den bağımsızlığını kazanmasından önce bile zaman zaman gergin bir ilişkileri olmuştu.

BAE’nin kurucu babası Şeyh Zayid en-Nahyan, Suudilerin Arap yarımadasındaki hakimiyetinden rahatsızdı ve dönemin Suudi Kralı Faysal, çeşitli toprak anlaşmazlıklarında koz elde etmek için yıllarca Basra Körfezi’ndeki komşusunu tanımayı reddetti. 2009 yılında BAE, Riyad’da kurulması önerilen ortak bir Körfez merkez bankası planını suya düşürdü. Bugün de iki ülke arasında petrol zengini topraklar üzerinde bölgesel anlaşmazlıklar var.

İki ülke MBZ ve MBS’nin yükselişiyle daha da yakınlaştı. Emirlik asilzadesi, üvey kardeşi Devlet Başkanı Şeyh Halife bin Zayid’in felç geçirdiği 2014 yılında 54 yaşındayken ülkesinin fiili hükümdarı oldu. MBS, babası Kral Selman’ın 2015’te tahta geçmesinin ardından güç kazanırken, MBZ o zamanlar henüz 29 yaşında olan genç Suudi prensi yetiştirmeye başladı.

Journal’ın haberine göre, iki adam uçsuz bucaksız Suudi çölünde bir gecelik kamp gezisinden önce birbirlerini pek tanımıyorlardı. Geziye aşina olan kişilere göre, eğitimli şahinler ve küçük bir maiyetin eşlik ettiği, Körfez geleneğindeki başkanlık golf turuna kabaca eşdeğer olan bu gezi dostluklarında bir dönüm noktası oldu.

MBZ ve diğer üst düzey Emirlik yetkilileri, Trump yönetiminin o dönemde henüz veliaht prens yardımcısı olan MBS lehine lobi yapmasında kilit rol oynadı. MBZ, dönemin Başkanı Donald Trump’ın 2017’de Suudi Arabistan’a yaptığı ve MBS’yi güçlendiren gezinin düzenlenmesine yardımcı oldu. Suudi prens bir sonraki ay veliaht olmak için bir saray darbesi düzenledi ve ardından eleştirmenleri ve potansiyel rakiplerini ortadan kaldırmaya başladı.

Muhafazakâr krallığını dönüştürme ve dışa açma planını formüle ederken MBS, rehberlik için MBZ’ye başvurdu ve Emirliklerin on yıl önce benzer bir plan için kullandığı banka ve danışmanların bazılarından yararlandı.

MBS ve MBZ, Yemen’e müdahale eden, Mısır’da Abdülfettah Es-Sisi’nin darbeyle iktidara gelmesine yardım eden, bölünmüş ülkenin doğusundaki Libyalı savaşçıları silahlandıran ve İran ve İslamcılarla bağları nedeniyle Katar’ı boykot eden bir dış politika ittifakı kurdu.

Her iki adam da o zamandan beri ülkelerini bu müdahalelerden kurtarmaya çalışıyor. Körfez yetkililerine göre bugün MBS, BAE başkanının kendisini Suudi Arabistan’ın değil BAE’nin çıkarlarına hizmet eden feci çatışmalara sürüklediğini düşünüyor.

Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ortadoğu Enstitüsü’nde misafir akademisyen olarak çalışan emekli bir Merkezi İstihbarat Teşkilatı subayı olan Douglas London, MBS’nin “onu sevmediğini ve ona gününü göstermek istediğini” söyledi. London, İran ve terörist gruplardan gelen tehditler azaldıkça aralarındaki gerilimin tırmanmasının muhtemel olduğunu söyledi. Yine de London, Suudi liderin ülkesini yönetmek için daha pratik bir yaklaşım geliştirdiği ve bu nedenle BAE’ye karşı aceleci adımlar atma ihtimalinin düşük olduğunu görüşünde.

OPEC anlaşmazlığı

Bu anlaşmazlık geçen yıl Ekim ayında, Rusya ile ittifak halinde olan 13 ülkeli petrol üretim grubu OPEC’in, Biden yönetimini şaşkına çeviren bir hamleyle üretimi azaltma kararı almasıyla su yüzüne çıktı. Birleşik Arap Emirlikleri kesintiye uydu, ancak özel olarak ABD yetkililerine ve medyaya Suudi Arabistan’ın kendisini bu karara katılmaya zorladığını söyledi.

Bu dinamik, Riyad’ın dünyanın en büyük ham petrol ihracatçısı olarak uzun süredir hâkim olduğu OPEC’teki politika konusunda Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında yıllardır devam eden çekişmeyi yansıtıyordu. Emirlikler petrol üretim kapasitelerini günde dört milyon varilin üzerine çıkardılar ve beş milyonun üzerine çıkma planları var, ancak OPEC politikası uyarınca yaklaşık üç milyondan fazla pompalamalarına izin verilmiyor ve bu da yüz milyarlarca dolarlık gelir kaybına mal oluyor.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin petrol üretim kapasitesini artırması aynı zamanda üretim miktarını ve dolayısıyla küresel petrol fiyatlarını aşağı yukarı hareket ettirme potansiyelini de beraberinde getiriyor. Yakın zamana kadar sadece Suudi Arabistan bu tür bir piyasa gücüne sahipti.

Körfez ve ABD yetkililerine göre BAE’nin hayal kırıklığı ABD’li yetkililere OPEC’ten çekilmeye hazır olduklarını söylemelerine kadar vardı. ABD’li yetkililer bunu gerçek bir tehdit olarak değil Emirliklerin öfkesinin bir işareti olarak algıladıklarını söylediler. OPEC’in haziran ayındaki son toplantısında Birleşik Arap Emirlikleri’nin üretim tabanında mütevazı bir artışa izin verildi ve enerji bakanı Suudi mevkidaşıyla el ele çıktı.

İki lider arasındaki görüş ayrılıkları, Suudiler, Birleşik Arap Emirlikleri ve bir dizi Yemenli grubu, 2014 yılında başkent Sana da dahil ülkenin büyük bölümünü ele geçiren İran destekli Husi isyancılarla karşı karşıya getiren Yemen’deki savaşı sona erdirmek için yürütülen çabaları tehdit ediyor.

BAE, güneyde bir Yemen devletini kurmak isteyen Yemenli ayrılıkçı bir hareketi desteklemeye devam ediyor. Bu durum ülkeyi bir arada tutma çabalarını baltalayabilir. Husi güçlerini yenmek için birlikte çalışan Suudi ve Birleşik Arap Emirlikleri destekli savaşçılar, yıllar içinde zaman zaman silahlarını birbirlerine doğrulttular.

Aralık ayında BAE, Suudi destekli Yemen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi ile Abu Dabi’ye Yemen’e ve kıyılarındaki sulara müdahale etme hakkı veren bir güvenlik anlaşması imzaladı. Suudi yetkililer bunu Yemen stratejilerine meydan okuma olarak değerlendirdi.

Suudi Arabistan’ın, krallıktan Hadramut bölgesi üzerinden Arap Denizi’ne doğru bir petrol boru hattı inşa etme ve bölgenin başkenti Mukalla’da bir deniz limanı kurma planları bulunuyor. Ancak, Hadramut’taki Emirlik destekli güçler bu planları tehdit ediyor.

Londra’daki bağımsız düşünce kuruluşu Chatham House’un Orta Doğu ve Kuzey Afrika programındaki analistler, rakip Yemen güçlerinin devam eden barış görüşmelerini tehdit edecek yeni çatışmalara hazırlandığı uyarısında bulundu. Analistler bir dizi Twitter paylaşımında “İki Körfez monarşisi bölgede genel olarak birbirlerine karşı daha fazla güç tasarlıyor ve daha agresif davranıyor” dedi: “Yemen sadece ilk ve en aktif cephe hattı.”

Yemenli yetkililer, Suudilerin Yemen’den şimdi çekilmesi halinde Husilerin kontrolündeki kuzey bölgesinin İran’la, güney bölgesinin de BAE’yle aynı safta yer alacağını ve Riyad’a savaştan geriye pek bir şey kalmayacağını söylüyor ve bu da Suudilerin endişelerini yansıtıyor.

Biden’ın hedefi

Suudi-Emirlik çekişmesi, Riyad ve Abu Dabi gibi dost Körfez başkentlerinin İran’a karşı birleşik bir cephe oluşturmasına yardımcı olmasını isteyen Biden yönetimini rahatsız ediyor. Yemen’de insani bir felakete yol açan savaşı sona erdirmek de bölgede ve petrol piyasalarında istikrar isteyen yönetimin temel dış politika hedeflerinden biri.

Ne MBS ne de MBZ, Ukrayna ve Çin gibi önemli konularda Washington ile mükemmel bir uyum içinde değil. ABD’li yetkililer, MBS gibi Pekin ve Moskova ile daha güçlü bağlar kuran MBZ’nin bu ülkelere ulaşmasından giderek daha fazla endişe duyuyor.

Biden göreve gelirken, MBS’nin kendisinin emretmediğini söylediği Kaşıkçı cinayeti nedeniyle krallığa parya devlet muamelesi yapma sözü vermişti. Bunun yerine Biden Temmuz 2022’de Suudi Arabistan’ı ziyaret ederek izolasyonun sona ermesine yardımcı oldu. Şimdi, krallıkla ilişki kurmakta tereddüt eden ABD şirketleri ikinci bir göz atıyor. Bu ilgi, Suudi hükümetinden sözleşme alan şirketlerin Dubai yerine Riyad’da üs kurmaları yıl sonu tarihi yaklaştıkça muhtemelen hızlanacaktır.

Konuyla ilgili bilgi sahibi kişiler, Biden yönetiminin 7 Mayıs’ta MBS ile bir zamanlar Suudi veliaht prensin sırdaşı olarak görülen Emirlik başkanının küçük kardeşi Şeyh Tahnoun bin Zayed arasında bir toplantıya aracılık ettiğini söyledi. Bu kişiler, Tahnoun’un ABD’den yardım alana kadar krallığa en az altı sefer yaptığını ancak MBS ile bir görüşme ayarlayamadığını belirtti.

Kişiler MBS’nin Tahnun’a, BAE’nin Yemen’de Suudilerin öncülük ettiği ateşkes görüşmelerini bozmamaları gerektiğini söylediğini ve BAE’ye taviz sözü verdiğini aktardı. Ancak daha sonra danışmanlarından BAE’ye yönelik herhangi bir politika değişikliğine gitmemelerini istedi.

DÜNYA BASINI

FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir

Yayınlanma

Trump-selman

Financial Times’tan Andrew England’ın kaleme aldığı bu makale, Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemine dair bölgesel beklentileri ve endişeleri ele alıyor. Trump’ın İsrail yanlısı politikalarını dengelemede Suudi Arabistan’ın kilit rol oynayabileceği değerlendiriliyor. Makaleye göre Trump’la yakın ilişkisi ile bilinen Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın diplomatik manevraları, Filistin meselesinin çözümünde merkezi rol oynayabilir. Riyad, Filistin devletine giden bir plan olmadan İsrail ile normalleşmenin mümkün olmayacağını açıkça deklare etmesine rağmen İsrail’in bu çözüme giden yolu kapamış olması ise Trump’ın önündeki en büyük engel…

***

Orta Doğu, Trump’ı dizginlemesi için Suudi Arabistan’a güveniyor

Andrew England

Trump’ın aşırı İsrail yanlısı bir gündem izleyeceğinden korkan Arap ülkeleri, Donald Trump ile ilişkisini ve bölgedeki siyasi ağırlığını kullanarak Suudi Arabistan’ın, Trump’ın Ortadoğu politikalarını dengelemesini umuyor.

Trump’ın kilit pozisyonlara bir dizi ateşli İsrail yanlısı ve İran karşıtı şahin aday atamasının ardından Arap yetkililer yeni yönetimin İsrail’in işgal altındaki Batı Şeria’yı ilhak etme, Gazze’yi işgal etme ya da Tahran’la gerilimi tırmandırma hamlelerini onaylayabileceğinden endişe ediyor.

Ancak yetkililer, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Trump ile olan ilişkisini, başkanın finansal anlaşmalara olan ilgisini ve Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yol açacak “büyük pazarlık” yapma arzusunu kullanarak, yeni yönetimin bölgedeki politikalarını yumuşatabileceğini umuyor.

Bir Arap diplomat, “Bölgedeki kilit aktör, Trump’la bilinen ilişkileri nedeniyle Suudi Arabistan, dolayısıyla ABD’nin yapmaya karar verebileceği herhangi bir bölgesel eylemin kilit noktası olacak” dedi.

Bir başka Arap yetkili de Prens Muhammed’in Trump’ın İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı sona erdirmeye yönelik politikalarını ve daha geniş anlamda Filistin meselesini etkilemede “kilit” rol oynayacağını ve İsrail’le normalleşme potansiyelini bir koz olarak kullanacağını söyledi.

Yetkili, “Suudi Arabistan, Trump’ın Gazze ve Filistin’le nasıl başa çıkacağını büyük ölçüde etkileyebilir. Bölgedeki pek çok ülke bundan sonra ne olacağı konusunda endişeli” dedi.

Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Suudi Arabistan onun “alışveriş odaklı” yönetim tarzını ve bölgesel rakibi İran’a karşı yürüttüğü “maksimum baskı” kampanyasını destekledi. Suudi ajanların 2018’de gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesinin ardından diğer Batılı liderler Krallığın fiili liderine soğuk davranırken Trump, Prens Muhammed’in yanında durdu.

Trump, İsrail-Filistin çatışmasını çözmek için “nihai anlaşmayı” yapacağını da iddia etmişti. Ancak damadı Jared Kushner tarafından yürütülen bu planlar başarısız oldu. Filistinliler ve Arap devletleri, önerilerin İsrail lehine fazlasıyla taraflı olduğunu düşündü. Trump ayrıca Filistin’e yardımı kesti, Washington’daki diplomatik misyonlarını kapattı, ABD Büyükelçiliği’ni statüsü tartışmalı olan Kudüs’e taşıdı ve işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıdı. Öte yandan, Trump, BAE ve üç Arap ülkesinin İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği “İbrahim Anlaşmaları”na da aracılık etti.

Trump geçen ay bir Suudi televizyon kanalı olan El Arabiya’ya verdiği demeçte başkanlığı döneminde ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin büyük harflerle “MÜKEMMEL” olduğunu söyledi.

“Kral’a büyük saygı duyuyorum, Muhammed’e de büyük saygı duyuyorum; gerçekten harika bir iş çıkarıyor, o tam bir vizyoner” dedi.

ABD Başkanı Joe Biden göreve geldikten sonra Riyad, Trump ile bağlarını sürdürdü. Veliaht Prens Muhammed’in başkanlık ettiği Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), Kushner’in kurduğu özel sermaye fonuna 2 milyar dolar yatırım yaptı.

PIF’in yöneticisi Yasir al-Rumayyan, hafta sonu New York’ta düzenlenen bir UFC dövüşünde Trump ile ön sırada oturdu. Ayrıca, Trump’a ait golf sahaları, PIF’in en dikkat çeken spor girişimlerinden biri olan LIV Golf etkinliklerine ev sahipliği yaptı.

Ancak Prens Muhammed, Biden’ın göreve gelmesinden bu yana Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarını yeniden ayarladı. Riyad, 2023 yılında İran ile diplomatik ilişkileri yeniden kurdu özellikle Hamas’ın 7 Ekim 2023 saldırısının bölgede bir dizi çatışmayı tetiklemesinin ardından sürdürdüğü yumuşama politikası izlemeye devam etti.

Biden yönetiminin, Suudi Arabistan ile ABD arasında bir savunma anlaşmasını içeren üçlü bir anlaşma kapsamında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen planı, savaş nedeniyle sekteye uğrasa da ABD, Suudi Arabistan’ı krize yönelik herhangi bir bölgesel çözümde kritik bir aktör olarak görmeye devam ediyor.

Ancak Riyad, Filistinlilerin ölü sayısı arttıkça İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun aşırı sağcı hükümetine yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Ekim ayında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Riyad’da düzenlenen bir basın toplantısında, İsrail ile normalleşmenin, “Filistin devletine dair bir çözüm bulunana kadar gündemde olmadığını” söyledi.

Prens Muhammed de geçen hafta Riyad’da düzenlenen Arap ve İslam zirvesinde İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlarken, Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü savaşı ve İran’a yönelik saldırılarını kınadı.

Diplomatlar ve analistler, Veliaht Prens Muhammed’in konuşmasını, Müslüman dünyasının İsrail’in askeri saldırılarını kınamada ve bir Filistin devleti kurulmasına destek verme konusunda birleştiği mesajı olarak yorumladı. Salı günü Riyad, “İsrail’in Batı Şeria üzerinde egemenlik kurmaya yönelik aşırılık yanlısı açıklamalarını” da kınadı.

Trump seçim kampanyası sırasında Orta Doğu’ya barış getirme ve savaşı sona erdirme sözü vermişti. Ancak İsrail Büyükelçisi olarak seçtiği Mike Huckabee ve Orta Doğu temsilcisi olarak atadığı emlak kralı Steven Witkoff da dahil adaylarının çoğu ateşli birer İsrail yanlısı.

Trump, buna rağmen İbrahim Anlaşmaları’nı genişletmek istediğini belirterek Al-Arabiya’ya şunları söyledi: “Çerçeve zaten hazır, tek yapılması gereken bunu yeniden devreye sokmak ve bu çok hızlı gerçekleşebilir. Eğer kazanırsam bu kesinlikle bir öncelik olacak… sadece Ortadoğu’da barışı sağlamak… Bu olacak” dedi.

İbrahim Anlaşmaları’nın genişletilmesinde Suudi Arabistan kilit bir rol oynayabilir. Ancak Arap yetkililer, Trump’ın bunu ancak Netanyahu’ya, Filistin devleti kurulmasına yönelik tavizler vermesi için baskı yaparak başarabileceğine inanıyor. Bu, İsrail Başbakanı’nın şiddetle karşı çıktığı bir mesele.

Bir diğer Arap diplomat ise, “Trump’ın şu anda Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan daha çok ihtiyaç duyduğu başka bir aktör yok. Trump, kendisine sunulmuş hazır anlaşmalardan kredi almayı seven biri. Eğer Muhammed bin Selman ona bir anlaşma sunarsa, bu bir olasılık olabilir, hatta tek olasılık olabilir” yorumunda bulundu.

Arap yetkililer de Gazze’deki yıkımın neden olduğu öfkenin, Filistin davasını yeniden bölgesel gündemin en üst sırasına taşıması nedeniyle Trump’ın Filistinlileri göz ardı etmesinin daha zor olacağını umuyor. Liderler çatışmanın kendi halklarının bazı kesimlerini, özellikle de Prens Muhammed’in ana seçmen kitlesi olan gençleri radikalleştirmesinden endişe ediyor.

İlk Arap diplomat “Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmesi gerekecek ve bunu yapmak için de ertesi günü ele alması gerekiyor” dedi: “Filistin meselesine odaklanmadan bölgesel çözüm işe yaramaz. Suudi Arabistan açıkça belirtti ki, bir Filistin devleti kurulmadıkça normalleşme bir seçenek değil.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat: Rusya’dan hangi karşılık beklenebilir?

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya topraklarına yönelik uzun menzilli füzelerin kullanılmasına izin verme kararı, Rusya’nın olası tepkilerini gündeme taşıdı. İsviçre Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli yarbay ve siyasi ve askeri strateji analisti Ralph Bosshard, Rusya’nın tepkisinin genelde ihtiyatlı ve kademeli olacağını, ancak uluslararası sulardaki veya üçüncü ülkelerdeki İngiliz ve Fransız hedeflerinin vurulabileceğini belirtiyor. Buna karşın, NATO’nun 5. Maddesi’ni devreye sokacak bir saldırının pek olası olmadığı ifade eden Bosshard, Ukrayna’nın Batı’dan aldığı silahlarla elde edebileceği askeri başarıların sınırlı kalacağını, çünkü Rusya’nın buna yönelik hazırlık yaptığını söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın komuta merkezlerini sık sık yer değiştirdiğini ve geniş lojistik ağını koruma kapasitesine sahip olduğunu vurgulayan uzman, Batı’nın uzun menzilli silahlarının, savaşın seyrini kökten değiştirme potansiyelinin olmadığını, asıl belirleyicinin Rusya ve Çin liderlerinin kararları olduğunu ifade ediyor. Bosshard’a göre, Biden’ın bu kararını görev süresinin sonunda alması, Trump yönetimini zora sokma ve kendi dönemini daha güçlü bir şekilde kapatma çabası olarak yorumlanabilir. Moskova’nın şu ana kadar temkinli hareket ettiğini belirten Bosshard, Kremlin’in Batı’ya temkinli mesajlar verdiğini ve bu gerilimin medya üzerinden yönetildiğini dile getiriyor.


Rusya’dan nasıl bir askeri karşılık bekleyebiliriz? İsviçreli askeri uzman Bosshard ile mülakat

Éva Péli, NachDenkSeiten

Görev süresi sona ermekte olan ABD Başkanı Joe Biden, ABD’nin uzun menzilli füzelerinin Rusya topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasına izin verdi. Bu kapsamda, daha önce uygulanan kısıtlamalar kaldırıldı ve Beyaz Saray da bunu resmî olarak teyit etti. İsviçreli askerî uzman Ralph Bosshard, bu kararın muhtemel sonuçlarını NachDenkSeiten’a değerlendirdi.

Éva Péli: Joe Biden’ın bu açıklaması askerî açıdan nasıl değerlendirilmeli? Rusya’dan beklenen askerî tepki nedir ve bu tepki kimlere (ABD, İngiltere, Fransa ya da Ukrayna) yönelebilir?

Ralph Bosshard: Ruslar, Ukrayna topraklarındaki hedeflere dönük saldırıların yanı sıra, uluslararası sularda, denizaşırı varlıklarda ya da üçüncü ülkelerde bulunan İngiliz ve Fransız askerî hedeflerini vurma alternatifine de sahip. Fakat üçüncü ülkelerdeki operasyonlar büyük ihtimalle bazı kısıtlamalarla karşılaşacaktır. Şu ana kadar çatışan taraflar birbirlerinin uydularını hedef almaktan kaçındılar, zira bu durum Pandora’nın kutusunu açabilir. Uydu hedefleme şu an için bir tabu gibi görünüyor. Bu konuda silahlanma kontrolü müzakereleri için fırsatlar bile olduğunu düşünüyorum.

Batı tarafından Ukrayna’ya şu ana kadar sağlanan kısa ve orta menzilli silahlarla Ukrayna, mevcut en acil askerî sorunlarını çözmeyi deneyebilir.

Bu sorunlardan biri, Rusya’nın FAB adı verilen ağır uçak bombalarının, iyi inşa edilmiş saha tahkimatlarını imha etmek için kullanılması. 2014-2022 yılları arasında inşa edilen ve betonla güçlendirilmiş bu tahkimatlar artık Ruslar tarafından her yerde aşılmış durumda. Şimdi ise Ukrayna birlikleri, özellikle yerleşim yerlerinde bu tahkimatları savunarak pozisyonlarını korumaya çalışıyor. FAB bombaları yönlendirme modülleriyle donatılmış olup yaklaşık 70 kilometre uzaklıktan bırakılabiliyor. Ruslar bu bombaları artık oldukça hassas bir şekilde kullanıyor. Bu bombaların taşıyıcıları, taktik bombardıman uçaklarıdır ve bu uçaklar 170-200 kilometre derinlikteki hava üslerinden operasyon düzenler. Eğer bu hava üsleri, Batı menşeli uzun menzilli silahların menziline girerse, Ruslar daha gerideki üslerden operasyon yapmaya başlayacaktır. Moskova’daki Genelkurmay Akademisi’ndeki eğitimim sırasında Su-24 tipi cephe bombardıman uçaklarını hesaba katarak planlama yapıyorduk. Bugün kullanılan Su-34 uçaklarının menzilinin Su-24’lerden çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Geriye çekilerek operasyon düzenlemek Ruslar açısından sorunsuz olacaktır.

Rusya’nın lojistik destek hatlarını ve cepheye asker taşınmasını kesintiye uğratmak, yalnızca belirli hedef kategorilerine karşı yoğun ve sistematik saldırılarla mümkün. Bunlar, mesela mühimmat veya yakıt depoları gibi tesisler ya da demir yolu ağı olabilir. Ruslar, lojistik tesislerini geniş bir alana yayabilir ve Donbass’taki sıkı demir yolu ağından faydalanabilir. Ayrıca bu ağ, ek demir yolu hatlarıyla daha da güçlendirilebilir. Bu görev, Rusya ordusunda bulunan demir yolu birliklerine ait. Ukraynalıların bu ağı kesintiye uğratması için ciddi bir çaba göstermesi ve çok sayıda füze kullanması gerekecektir. Fakat Ukrayna’nın savaş uçakları ve roketatarlarıyla cepheye ne kadar yaklaşabileceği belli değil.

Bununla beraber yer hedeflerine yönelik saldırılar da karmaşık bir hedefleme süreci gerektirir. Ruslar, geçerli operasyon prosedürlerine göre, komuta merkezlerini günlük olarak değiştirir. Son zamanlarda Rusya’nın komuta merkezlerinin imha edildiğine dair neredeyse hiç haber duymadım.

Temel olarak Rusya ordusunun operasyon prosedürleri, düşman tarafından kısa ve orta menzilli silahların kullanılmasını öngörüyor. Ruslar bu tür bir duruma hazırlanmış durumda ve eğitimlerini buna göre aldılar. Dolayısıyla, Batı tarafından tedarik edilen kısa ve orta menzilli silahlarla Rusya Silahlı Kuvvetlerine baskı uygulanması ancak geçici bir etki yaratacaktır.

İlave olarak, Ukraynalılar, askerlerin moralini artırmak amacıyla sembolik açıdan önemli hedeflere saldırabilirler. Ancak bu tür saldırıların kalıcı bir askerî etkisi olmayacaktır. Bunun aksine, yalnızca askerî hedeflere yönelik saldırıların Ukraynalıların moraline etkisi sınırlı kalacaktır.

Bütün bu süreçte hedeflerin kontrolü Batı’nın –özellikle de ABD’nin– elinde. Ukraynalılar, saldırıların gerçekleşmesi için gerekli olan seyrüsefer, iletişim ve istihbarat araçlarına doğrudan erişime sahip görünmüyor. Özellikle en yeni sistemler için üretici firmalardan teknik destek alınması gerektiği de anlaşılıyor. Bu araçların kullanımıyla Biden, Rusya’nın ilerleyişini yavaşlatabilir ve muhtemel bir çöküşü –en azından Trump’ın göreve başlamasına kadar– erteleyebilir. “Benim gözetimimde olmadı,” anlayışı burada geçerli gibi görünüyor.

Bu kararlar ışığında müzakereli çözüm şansı nasıl değerlendirilebilir?

Bu kararların müzakereli çözüm şansını ciddi ölçüde etkileyeceğini düşünmüyorum. Ukrayna’daki savaşın nasıl ve ne zaman sona ereceğini Batı’nın silah sevkiyatları belirlemeyecek. Batı’nın “mucize silahları” olarak lanse edilen sistemler, Şubat 2022’den bu yana savaşın gidişatında kayda değer bir değişiklik yaratamadı. Daha önce belirttiğim üzere ATACMS, Storm Shadows ve diğer benzeri sistemler de bu savaşın kaderini kökten değiştiremeyecek. Bu savaş, Şi Cinping ve Vladimir Putin’in “tamam yeter” dedikleri zaman sona erecek. Genel manada, Rusya veya Çin ile Batı adına bir savaşa girmeye hazır olan herkesin uyarıyı almış olması gerektiğini düşünüyorum.

Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Batı’nın uzun menzilli silahlarını Rusya’ya karşı kullanmasının, NATO ülkelerinin Ukrayna’daki çatışmaya doğrudan katılımı anlamına geleceğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştu: “Eğer savaşı Ukrayna topraklarından Doğu’ya taşırlarsa, savaş orada sona ermeyecek; zira savaş Batı’yı da içine alacak.”

NATO’nun, Putin’in öngördüğü bu muhtemel tepkiye nasıl hazırlanacağı büyük bir soru işareti. Şu anda Fransızlar ve İngilizler açısından, Bab el-Mandeb Boğazı ya da İran kıyıları civarındaki sularda savaş gemilerini konuşlandırmaktan bir süreliğine kaçınmak daha uygun olabilir. Hatta diğer deniz bölgelerinden de uzak durmaları gerekebilir. Bunun yanı sıra, Batı Avrupa’daki deniz tabanında bulunan tesislere karşı dikkatli olunması gerektiğini özellikle vurgulamak isterim.

Almanya’nın kendi topraklarına dönük bir saldırı beklentisi içinde olmadığını, sivil savunma alanında neredeyse hiçbir tedbir alınmamış olmasından anlayabiliriz. Halka, evlerinin bodrumlarını temizlemeleri ve kendilerine bol şans dilemeleri yönünde tavsiyeler dışında, Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un (SPD) elle tutulur bir hazırlık sunmadığı aşikâr. Oysa, bir ülkeye ve halkına zarar vermek için artık çok daha farklı araçlar mevcut.

Uzun zamandır Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un daha akıllı bir strateji izlediğini düşünüyorum. Kendisi, gereksiz yere ve erken bir dönemde risk alarak öne çıkmaktan kaçınıyor. Ancak ne yazık ki etrafında zayıf bir hükûmet ekibi var. Geçtiğimiz yıl Federal Meclis’te eleştirdiğim Ulusal Güvenlik Stratejisi, son derece zayıf bir metindi. Ama o zaman bile CDU/CSU muhalefetinin sunacak daha fazla aklı yoktu.

ABD Başkanı Joe Biden, daha önce bu tür füzelerin Rusya’daki hedeflere karşı kullanılmasına izin vermeyeceğini belirtmişti, zira bunun üçüncü dünya savaşına yol açabileceğinden endişe duyuyordu. Fakat görev süresinin sonlarına yaklaşırken, Biden’ın artık böyle bir senaryodan korkmadığı anlaşılıyor. Peki, bu süreçte ne değişti?

Biden’ın bu kararı, Trump ekibi ile Putin yönetimi arasında halihazırda yapılmış olması muhtemel anlaşmayı bozmayı amaçlıyor. Bu stratejiyle, Putin’in öyle bir tepki vermesi hedefleniyor ki, bu tepki Trump’a savaşın devam etmesinden başka bir seçenek bırakmasın. Şu anki durumda Ruslar, Amerikan tesislerine veya birliklerine saldırmaktan kaçınıyor; böyle bir adımın Trump yönetimiyle ilişkileri doğrudan etkileyebileceğini biliyorlar.

Fransa ve İngiltere’nin bu denkleme dahil edilmesi, savaşın Trump’ın göreve gelmesinden sonra da devam etmesini garanti altına alma stratejisinin bir parçası. Biden, bu noktada Fransa ve İngiltere’nin büyük güç olma heveslerini ustaca kullanıyor. Ancak hem Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hem de İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Rusya’nın muhtemel misilleme hamlelerinin, Trump’ın göreve başlamasından sonra özellikle onları hedef alacağının farkında. Bu nedenle, durum ciddileştiğinde İngiltere ve Fransa’nın, deyim yerindeyse, “görünmezlik moduna geçeceğini” düşünüyorum.

Rusya’nın mevcut stratejisinde NATO’nun 5. Madde’sini (bir üyeye yapılan saldırının tüm NATO üyelerine yapılmış sayılmasını öngören madde) devreye sokacak bir durumdan kaçınması önemli. Bu nedenle Rusya, NATO topraklarında herhangi bir hedefe saldırmayacaktır. Bunun yerine, İngiltere ve Fransa’nın ana vatanı dışındaki tesislere saldırılar düzenleyerek, bu ülkelerin güçlerini koruyamayacaklarını göstermeye çalışabilir. Nitekim, Rusya’nın birkaç gün önce Ukrayna’daki hedeflere dönük kombine füze ve drone saldırılarını yeniden başlatması, Moskova’nın misilleme yeteneğini açıkça ortaya koyuyor. Üstelik bu saldırılar, iyi korunan hedeflere karşı dahi başarılı bir şekilde yapılabiliyor. Bu da Rusya’nın mevcut gelişmeleri önceden öngördüğünü ve buna hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Açık konuşmak gerekirse, ABD’nin Rusya’ya, belirli saldırılardan önce uygun kanallar aracılığıyla uyarılarda bulunması bile beni şaşırtmaz. Bu tür bir iletişim, savaşı daha büyük bir tırmanıştan koruma amaçlı bir tedbir olabilir.

Genel olarak Kremlin’in her zamanki gibi, temkinli ve ihtiyatlı bir şekilde tepki vereceğini düşünüyorum. Ancak Putin’in basında zaman zaman “nükleer tehdit” kartını oynaması, Biden’ı başarısız bir lider gibi gösterme stratejisinin bir parçası. Bu durum, Biden’ın sırf egosu uğruna, görev süresinin son anlarında bir nükleer savaşı riske atmış bir başkan olarak algılanmasına neden olabilir. Öte yandan Trump, bu retoriği kullanarak kendisini barışın ve gerilimi düşürmenin mimarı olarak sunabilir. Bu da Trump’ın söylemsel bir üstünlük elde etmesine yol açabilir. Lütfen, benden Biden’ın liderlik becerilerine övgüler dizmemi beklemeyin. Bu bağlamda, onun kararlarının stratejik etkisi tartışmaya aşikâr.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’in, ABD Başkanı Joe Biden’ın uzun menzilli füzelerle ilgili kararını medyada duyurmasından rahatsız olduğu iddiaları basında geniş yankı buldu. Uzmanlar, bu açıklamayı ABD yönetiminin Rusya’yı saldırılardan önce bilgilendirerek bir tırmanışı önleme çabası olarak yorumluyor. Peki, bu durum nasıl değerlendirilmeli?

Burada Zelenskiy için “isteğe göre bir menü” hazırlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Ukrayna’nın lideri, kendisine sunulan yardımı olduğu gibi kabul etmek zorunda. “Büyük aktörler” sahnede kararları alırken, Ukrayna ancak bu oyunun bir parçası olabilir. Biden, bir yandan gerilimi artıracak bir açıklama yaparken, diğer yandan tansiyonu düşürme çabası içinde görünüyor. Kararını kamuoyuna duyurarak, esasen Rusya’ya dolaylı bir uyarı göndermiş ve onları bir nebze rahatlatmış oldu. Biden, bu saldırıların Zelenskiy’in istediği gibi sürpriz bir şekilde gerçekleştirilmesine izin verebilirdi; fakat bu, şu anki stratejiyle uyuşmuyor.

Bu durum, günümüz savaşlarının “medya savaşı” karakterini bir kez daha gözler önüne seriyor. Batı, medya hakimiyetinin her savaşta üstünlük sağlayacağını varsayıyor. Bu anlayış büyük ölçüde, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan kalma travmasına dayanıyor. Ancak bu medya savaşı içinde, Ukrayna lideri Zelenskiy’in stratejik kararlarının Rusya’nın lehine olabilecek etkiler doğurabileceği bir gerçek. Örneğin, Çernigov oblastına (Ukrayna ordusunun Kuzey Harekât Komutanlığı’nın önemli bir merkezi) asker kaydırılması, mevcut durumu Zelenskiy açısından daha da kötüleştirebilir.

Bu aşamada Ukrayna’nın, moral artırıcı bir başarıya ihtiyacı var. Bunun için Rusya’ya birkaç füze saldırısı gerçekleşebilir ve bu saldırılar daha sonra stratejik zaferler olarak lanse edilebilir. Ancak bu hamlelerin kalıcı bir askerî etkisi olup olmayacağı belli değil. Öte yandan, Trump ve Kuzey Kore güçleri hakkındaki spekülasyonlarla bir “ihanet hikayesi” hazırlığının şimdiden yapılmış olması dikkat çekici.

Biden’ın kararını basın yoluyla duyurması, aslında planın en kritik parçalarından biriydi. Bu ilan, Biden’ın başkanlık dönemi boyunca elde ettiği zayıf başarı karnesini toparlama çabasının bir parçası. Kabil’deki kaotik çekilme sonrası yaşanan utanç verici süreç, Biden’ın hanesine yazılmıştı. Buna rağmen, 2021’in aralık ayında Rusya’nın sunduğu güvenlik garantileri teklifini küçümseyip reddetme cesaretini göstermişti. Şubat 2022’den itibaren ise, ABD’nin Kiev’deki müttefikinin darbeler almasına seyirci kalmak zorunda kaldı. Şimdi, kalan iki aylık görev süresinde, bu tabloyu tersine çevirmek ve daha iyi bir izlenim bırakmak için çabalıyor.

Fakat Biden’ın, dünyayı bir nükleer savaşa sürükleme gibi bir niyet taşımadığı bariz. Bu, Biden’ın planlarının bir parçası değil. Bilakis, mevcut hamleleri hem içeride hem de uluslararası arenada itibarını artırmaya yönelik bir girişim olarak okunmalı.

Biden’ın uluslararası sahnedeki zayıflığı, yakın zamanda Peru’daki zirvede daha da belirgin hale geldi. Aile fotoğrafında Biden’ın arka ve dış köşelere yerleştirilmesi, sembolik olarak onun düşen önemini gözler önüne serdi. Üstelik, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Trump ile iyi bir şekilde çalışabileceğini söylemesi, Biden’a dolaylı bir mesaj göndererek onunla artık çalışmak istemediğini ima etmişti. Bu durum, Biden’ın uluslararası alandaki pozisyonunu daha da zayıflattı.

Biden, görev süresinin kalan iki ayında daha fazla aşağılanmak istemiyorsa, şimdi hızlı ve etkili hamleler yapmak zorunda. Kendi döneminin, özellikle Jimmy Carter’ın başkanlığının son dönemine benzeyen bir şekilde sona ermesini istemediği belli.

Biden’ın ABD’nin uzun menzilli silahları için genişletilmiş hedeflerine ilişkin kararını hangi biçimde aldığına dair bilginiz var mı? Bu bir başkanlık kararnamesi, resmi bir hükümet kararı ya da yalnızca Kiev’e (ve kiminle) yapılan bir telefon görüşmesi şeklinde mi? Ve bugüne kadar silahların menzil sınırlaması nasıl sağlandı, yalnızca teknik bir yöntemle mi yoksa bir emirle mi?

Bu tür detayları elbette yalnızca doğrudan taraf olanlar bilir. Ancak kararın uygulanmasının üçlü bir işbirliğiyle gerçekleştirilmesi muhtemel. Amerikan, İngiliz ve Fransız askerleri saldırıları muhtemelen birlikte planlayacak. NATO kurumlarının bu süreçte pek bir etkisinin olacağını düşünmüyorum. Zira tecrübelere göre, büyük devletler stratejik varlıklarını paylaşmayı tercih etmez; bu, genelde herkesin kendi önceliğine göre hareket ettiği bir alan. Bu kapsamda özel harekât birlikleri, stratejik silahlar, uydu ve istihbarat bilgileri gibi yalnızca hükümet düzeyinde erişilebilen araçlar yer alır. Dolayısıyla, bu tür bir işbirliğinin halihazırda kurulmuş olması pek muhtemel değil. Belki bu süreç sıfırdan oluşturulmak zorunda kalabilir.

Şimdi bir hedefleme süreci başlatılması gerekiyor. Bu süreç, durum değerlendirmesinden hedef seçimine ve etkinlik analizine kadar uzanıyor. Bunun içinde istihbarat toplama, iletişim ve navigasyon uyduları yer alıyor. Bu uyduların bazıları muhtemelen doğru yörüngeye henüz yerleştirilmiş değil. Hazırlık çalışmalarına elektronik harp alanındaki tedbirler de dâhil. Geçtiğimiz ay Rusya’nın birkaç şehrinde bizzat şahit oldum ki, Ruslar GPS sinyallerini engelliyor ve hatta zaman zaman yanıltıcı sinyaller yayıyor. Yani, GPS cihazları yanlış konumlar tespit ediyor. Bu sapmaların 15 kilometreye kadar ulaştığını gözlemlemiştim.

Tüm bu süreç, devlet başkanlarının ya da başbakanların –Biden, Starmer ve Macron’un– silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla verdiği bir planlama talimatını gerektiriyor. Ön hazırlıkların, yani muhtemel planların ne kadar ilerlemiş olduğuna bağlı olarak, oldukça uzun sürebilecek bir planlama sürecinin başlatılması gerekebilir. Hangi hedeflere saldırılacağı konusunda Ukraynalılar belki önerilerde bulunabilir ama son söz büyük ihtimalle Amerikalılar, İngilizler ve Fransızlara ait olacaktır.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Gideon Levy: Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’de yayınlanan köşe yazısında İsrail’in Gazze’deki katliamları karşısında İsrail toplumunun etik ve ahlaki olarak nasıl dönüştüğü/dönüştürüldüğü anlatılıyor:

***

Siyonistlerin yeni ideali: Gazze Savaşı’ndan utanmayan bir İsrailli nesil

Gideon Levy

“Teachers for Change” (Değişim İçin Öğretmenler) adlı bir kuruluşun CEO’su ve eğitimci olan Yair Weigler, yedek kuvvetlerdeki uzun süreli görevinden yeni döndü.

“Gazze Şeridi’ndeki çeşitli mahallelerde ve mülteci kamplarında faaliyet gösterdik, biraz da plajlarında vakit geçirdik, ardından Lübnan’da göreve devam ettik… Aramızda yerleşimciler, Tel Avivliler, 2005’te [Gazze Şeridi’ndeki] Katif Bloğu’ndan tahliye edilenler vardı; silah arkadaşlarıydık, eğitimciler ve yüksek teknoloji çalışanlarıydık… tek bir tank bölüğüydük” dedi şiirsel bir dille, sanki ordudan sonra yurtdışında bir geziye çıkıp dönen genç bir adam gibi, ziyaret ettiği yerleri övüyordu. Ah, Şucaiye, ah, ne birlik ama. Ne ordu ne halk.

Eski Başbakan Naftali Bennett, eğitimcinin sözlerini paylaşmakta gecikmedi: “İsrail’de bir aslanlar kuşağı doğdu. Hiç şüphem yok ki bu çocuklar, savaşçılar ve yedekler, sivil hayata daha idealist, daha merhametli insanlar olarak dönecekler ve önümüzdeki 50 yıl boyunca bu ülkeyi yeniden inşa edecek insanlar onlar olacak. Umut var!”

Eğer Bennett’ın küçük örme kipasıyla sergilediği aşırı duygusallığı bir kenara bırakırsak bile, şaşkın ve çaresiz gözlerimizin önünde cereyan eden kaostan dehşete düşmemek elde değil. Yedi yirmi dört. Etnik temizlik ve toplu katliam artık birer ideal; savaş suçları ise daha değer odaklı ve “iyi” siviller yaratıyor. Bennett’ın anlayışında umudun anlamı işte bu.

İnanmakta güçlük çekiyor insan. İsrail’de bir öğretmenin yedek görevindeki son derece sorunlu deneyimlerini böyle ifade ettiğini, ılımlı sağ kanadın liderlerinden alternatif için umut olan birinin ise bu şekilde tepki verdiğini okuyoruz. 2024 İsrail’inde, ordunun Gazze ve Lübnan’da yaptıklarıyla ilgili bir özeleştiri işareti görmek şöyle dursun artık suçlar ve vahşet birer ideal düzeyine yükseltiliyor. Vatandaşlık derslerinde artık, on binlerce kadın ve çocuğun katledilmesinin nasıl bir “değer” haline geldiği tartışılacak. İşte bir toprak parçasını yok edip İsraillileri daha iyi vatandaşlar haline getirmenin yolu budur. Soykırım, bir eğitim atölyesi olarak sunuluyor.

Suçluluk duygusu, bir hesaplaşma veya etik sorgulamalar bekleyen herkes tam tersini buluyor. Yaptıklarından dolayı travma yaşayan, bitmek bilmeyen kâbuslar gören, işlediği vahşetler yüzünden uykusunda çığlık atan bir nesil bekleyenler, ulusal gururla karşılaşıyor. Siyonist ideal artık Gazze’de süren savaş. Uluslararası mahkemelerde tanımlanmayı bekleyen korkunç bir suç, tüm dünyanın haklı olarak dehşetle izlediği bir savaş, şimdi bir “değer” olarak yüceltiliyor. Burada bir aslanlar kuşağı doğdu.

Bu aslanlar kuşağı, bir an bile yaptıklarıyla yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar korkak. Bastırma ve inkârı anlamak mümkün. Sonuçta bunlar olmadan, böylesine anlamsız ve dizginsiz bir savaş sürdürülemezdi. Ancak İsrail bunu daha akıl almaz bir noktaya taşıdı.

Böylesine korkunç savaş suçları işlenirken hiç bu kadar gurur duyulmamıştı. Subaylar kameraların önünde Gazze’deki yıkıntılar arasında göğsünü kabartarak yürüyor. Etrafında, tüm bu yıkımın anlamını sorarak mesleğinin itibarını kurtaracak tek bir muhabir bile yok. Bunun amacı neydi, yasal dayanağı neydi, ahlaki boyutu neydi? Bize böyle bir yıkımı gerçekleştirme yetkisini veren neydi? Toprak yolda, koltuk değnekleriyle, tekerlekli sandalyelerde, açlıktan bitap düşmüş eşeklerin çektiği arabalarla gidip gelen, TV muhabiri Ohad Hamo’nun soracağı herhangi bir soruya bir damla su karşılığında yanıt vermeye hazır insanların oluşturduğu konvoylar var ve bu, Hamo’nun mesleki gururunu destekleyen bir gazetecilik başarısı olarak adlandırılıyor.

Rus televizyonunun Ukrayna’dan böylesi utanç verici bir görüntüyü yayınlamaya cesaret edebileceği şüpheli. Belki orada utanç buna engel olabiliyor. Burada ise utanma hissi yok. Ne Hamo, ne Kanal 12, ne medya, ne Weigler ne de Bennett’in söylediklerinde…

Mesele sadece İsrail’in utanma duygusunu kaybetmiş olması değil. Yaptıklarıyla gurur duyuyor. İsrailliler savaşı sadece gerekli bir kötülük olarak görmüyor, bizi bununla yaşamaya mahkûm eden bir durum olarak değerlendirmiyor. Şimdi savaş, bir değer modeli – pedagojik bir şiir olarak sunuluyor. Gazze Şeridi’nin kuzeyindeki sürgün ve güneyindeki katliam birer ulusal miras olarak tanıtılıyor, yakında fotoğraf albümleri ve müzelerle birlikte gelecek. Bunu telafi etmek çok daha zor olacak.

Bennett, vicdanı ve pusulası olmayan bu aslanlar kuşağının önümüzdeki 50 yıl boyunca ülkeyi inşa edeceğini vaat ediyor. Hayal edin. Bekleyip göreceğiz.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English