Dünya Basını
Libya’da yeni bir “uzlaşı hükümeti” ne kadar gerçekçi?

Libya’da Trablus merkezli Devlet Yüksek Konseyi ve Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nin altışar üyesinden oluşan Seçim Yasalarını Belirleme Komitesi geçici bir uzlaşı hükümeti kurulmasını öngören bir plan sundu. Plan, Trablus ve Bingazi’deki iki hükümetin birleştirilmesi ve temel görevi ülkeyi seçime götürmek olan yeni bir hükümet kurulmasını öngörüyor. Ancak Ulusal Birlik Hükümeti Başkanı Abdülhamit Dibeybe ve Birleşmiş Milletler dahil birçok iç ve dış aktör yeni bir geçici hükümetin kurulması planını reddediyor.
Dibeybe, planı hazırlayan Temsilciler Meclisi ile Libya Yüksek Devlet Konseyi’ni, iktidar sürelerini uzatmaya çalışmakla suçluyor. Seçimlerin gerçekleşmesinin tek yolunun istikrar olduğunu söyleyen Dibeybe, “Yeni bir geçiş dönemi ya da paralel hükümetler olmayacak. Yeni geçiş dönemleri icat ederek daha uzun süre iktidarda kalmaya çalışmak, seçim sürecini akamete uğratır. Bizim tek bir hedefimiz var o da seçimlerdir ve bu hedef gerçekleşinceye kadar görevimizin başındayız” diyor.
BM Libya Özel Temsilcisi Abdoulaye Bathily de “Libya’da yeni geçiş süreçleri veya yeni geçici hükümetleri talep edenler ise pastanın bölünmesini istiyorlar ve tarih de onları hatırlayacaktır” diyerek plana karşı çıkıyor.
Ayrıca, Kahire’nin ön ayak olduğu ve desteklediği bu plana giden süreci Devlet Yüksek Konseyi adına Halid el-Mişri ve Temsilciler Meclisi adına Akile Salih yürütmüştü. Devlet Yüksek Konseyi, 6 Ağustos’ta Halid el-Mişri yerine Konsey’in başkanlığına Muhammed Tekele’yi seçti. Her iki ismin de Adalet ve İnşa Partisi’nden olmasına rağmen Tekele’nin, Dibeybe’ye daha yakın durduğu belirtiliyor. Dolayısıyla bu değişiklik sonrası hali hazırda üyelerinin ezici çoğunluğunun karşı olduğu planda Devlet Yüksek Konseyi’nin ısrar edip etmeyeceği belirsiz.
Uluslararası Kriz Grubu, konuyla ilgili yayınladığı bir analizde, tüm eksikliklerine ve önündeki engellere rağmen yeni birlik hükümetinin ülkedeki ihtilafa şimdilik en iyi alternatif olduğu görüşünde: “Plan Libya’nın siyasi krizinden çıkışı için en ideal yol olmayabilir ancak şimdilik ülkeyi yeniden birleştirmek için tek gerçekçi yol.” Dolayısıyla analiz uluslararası aktörlerden bazı şartlar karşılığında bu planı desteklemelerini istiyor.
Ancak Dibeybe hükümetinin de Devlet Yüksek Konseyi ve Temsilciler Meclisi’nin onayı ile kurulduğu ve görevinin ülkeyi seçime götürmek olduğu hatırlandığında, Kriz Grubu’nun destekleme çağrısı yaptığı planda, seçimlerin yapılma ihtimali ne kadar güçlü? Yoksa bu planın asıl amacı Dibeybe’nin iddia ettiği gibi Konsey ve Meclis’in görev sürelerini uzatmak mı?
Soru işareti çok olsa da planın ayrıntılarını ele alan söz konusu analizi dikkatinize sunuyoruz:
***
Birlik Hükümeti Kurmak Libya’daki İhtilafı Çözmek için En İyi Seçenek Olabilir
Claudia Gazzini
Libyalı siyasetçiler geçici bir hükümet kurmak için bir plan ortaya koydular. BM ve diğer dış aktörler ülkedeki siyasi çıkmazı kırmaya yönelik bu adımı desteklemeli.
Libya’daki siyasi kriz, ülkenin doğusundaki Tobruk kentinde bulunan Temsilciler Meclisi’nin, genel seçimlere giden yol haritasının bir parçası olarak ülkenin iki paralel yönetimini yeniden bir araya getirecek bir geçici hükümet planını onaylamasının ardından yeni bir dönemece girdi. Meclis üyeleri bu kararı Trablus merkezli rakip kurum Devlet Yüksek Konseyi temsilcileri ve doğu merkezli askeri diktatör Mareşal Halife Hafter’in desteğiyle aldı. Yeterli desteği bulması halinde plan, Libya’yı son on yılın büyük bir bölümünde iki ayrı otoritenin bölünmüş idaresi altına sokan çatlağı iyileştirme yolunda önemli bir adım olabilir. Ancak hem Libya içinde hem de dışında etkili eleştirmenlerle birlikte plan hala önemli engellerle karşı karşıya.
Muhalifler, planın seçimlerin yapılmasına yönelik halihazırda aksayan gündemini baltaladığını ve ülkedeki derin bölünmelere rağmen bir yıldır devam eden barışı bozma riski taşıdığını söylüyor. Batılı hükümetler ve bazı Libyalılar Libya’da hükümet kurulmadan önce genel seçimlerin yapılmasını istiyor, BM de öyle. Ancak hem Meclis hem de Konsey üyeleri tarafından oluşturulan ve yeni seçimlere giden yol haritasının yanı sıra bu seçimleri yönetecek yasaları hazırlamakla görevli 6+6 Komitesi ile anlaşmazlığa düştüler. BM, yeni seçim hazırlıklarına yardımcı olması için Komiteye destek verdi. Ancak BM’nin bir hükümet kurulmadan önce seçimlerin yapılması konusundaki ısrarına rağmen- ki bu da iki paralel yönetimi şimdilik yerinde bırakacaktır- 6+6 Komitesi, müzakerelerinde geçici bir birlik hükümetinin gerekli bir ilk adım olduğu sonucuna vardı. Bu doğrultuda bir plan taslağı hazırladı ve bu plan Meclis ve Konsey tarafından kabul edildi.
Planın savunucuları, yönetim iki rakip oluşum arasında bölünmüşken seçim yapmanın zorlukları (bazıları imkânsız olduğunu söylüyor) göz önüne alındığında, çabalarının ülkeyi yeniden bir araya getirmenin en umut verici yolu olduğu konusunda sağlam bir iddia ortaya koyuyorlar. Ancak planlarının uygulanabilir olup olmadığı henüz belli değil- bu da kısmen dış desteğe bağlı olacak. Eğer bu hükümeti kuracak başbakanın seçilme süreci açık ve şeffaf olursa, BM de dahil uluslararası aktörler, Libya’nın içinde bulunduğu siyasi çıkmazı aşmak için somut bir yol sunan bu adımı desteklemeli.
Yeni Birlik Hükümetine Doğru mu?
Yeni planla ilgili tartışmaların merkezinde Libya’nın yeniden birleşmesi gibi çözülmemiş bir mesele yer alıyor. Uluslararası bir koalisyonun 2011 yılında Muammer Kaddafi rejimini devirmesinden bu yana Libya bir çıkmazdan diğerine savruldu. 2014 yılında yapılan tartışmalı parlamento seçimleri ülkeyi ikiye böldü ve bir güç merkezi başkent Trablus’ta, diğeri ise Tobruk’ta oluştu. İki kamp arasında aralıklı olarak çatışmalar çıktı ve Hafter’in komutasındaki güçler Nisan 2019’da Trablus’u kuşattı. Bir sonraki Ekim ayında yapılan ateşkes, birleşik geçici bir hükümetin kurulmasını sağladı. Ancak bu birliktelik uzun sürmedi. Şubat 2022’de, iki ay önceki başarısız seçimlerin ardından, Meclis ve Konsey arasında Trablus merkezli Başbakan Abdülhamid Dibeybe hükümetinin yerini almak üzere yapılan anlaşma çöktü ve Meclis Fethi Başağa’dan paralel bir hükümet kurmasını istedi.
Ülke o tarihten bu yana iki rakip yönetim arasında bölünmüş durumda ve bu yönetimlerin nasıl bir araya getirileceği konusunda ülke içinde ve dışında çok az mutabakat var. Trablus’ta, Aralık 2021’de yapılması planlanan seçimleri gerçekleştirememesine rağmen uluslararası tanınırlığa sahip olan ve batı Libya’nın çoğunu kontrol eden Dibeybe hükümeti bulunuyor. Rusya’nın memnuniyetle karşıladığı ancak hiçbir hükümetin tanımadığı paralel otorite ise Libya’nın doğusunu Sirte’den yönetiyor ve Tobruk’taki Meclis’in yanı sıra Hafter tarafından da destekleniyor. Mart ayında Meclis, Başağa’yı görevden alarak yerine vekaleten Maliye Bakanı Usame Hamad’ı getirdi.
Yerel ve uluslararası aktörler ülkeyi yeniden tek bir hükümet altında toplamanın en iyi yolunun yeni seçimler mi, güç paylaşımı anlaşması mı ya da yeni bir anayasa mı olduğu konusunda görüş ayrılığı yaşamaya devam ediyor. Seçimlere öncelik veren yaklaşım, BM Güvenlik Konseyi’nin “Libya halkının seçimler yoluyla kendilerini kimin yöneteceği konusunda söz sahibi olma arzusunu tanıyan” 2656 (2022) sayılı kararında yer alıyor- bu dil, BM’nin bir birlik hükümeti kurulmasına yönelik mevcut muhalefetini kısmen açıklıyor.
Aynı şekilde, yeniden birleşme çabalarına kimin öncülük etmesi gerektiği konusunda da sürekli görüş ayrılıkları var: rakip meclisler, sahadaki başlıca siyasi aktörler ya da BM öncülüğündeki yeni bir forum. BM destekli 2015 Libya Siyasi Anlaşması, ülkenin rakip meclislerinin ülkenin siyasi geleceğiyle ilgili her türlü önemli karar üzerinde anlaşması gerektiğini belirtiyor. Ancak 2021’de Dibeybe’yi geçici başbakan olarak seçen, iki meclisin üyeleri ve Libya’daki grupların diğer temsilcilerinin yer aldığı BM öncülüğündeki bir organ oldu.
Bugün gelinen noktaya yönelik adımlar, 6+6 Komitesi’nin müzakereleriyle mayıs ayı sonlarında atılmaya başlandı. Mart ayı başında kurulan Komite, Temsilciler Meclisi’nden (Libya’nın 2014 yılında seçilen parlamentosu) altı ve Trablus merkezli Devlet Yüksek Konseyi’nden (Libya’nın 2012 yılında seçilen Kaddafi sonrası ilk meclisinin üyeleri tarafından 2016 yılında oluşturulan bir danışma organı) altı üyeden oluşuyor. İki ay sonra, seçim için yol haritası ve destekleyici mevzuat üzerinde anlaşmaya varıldığını açıkladı. 6+6 Komitesi’nin görevinin seçimlere giden yolu açmak olduğunu düşünenleri şaşırtacak şekilde, iki meclisin seçim yasalarını onaylamasını bir birlik hükümetinin önceden atanması şartına bağladı.
Geçici bir birlik hükümeti kurulması yönündeki çağrılar yeni değildi. Meclis Başkanı Akile Salih ve Konsey Başkanı Halid el-Mışri önceki aylarda bu fikri açıkça desteklemişlerdi. Bir zamanlar birbirlerine düşman olan bu iki isim ve rakip meclislerdeki müttefikleri, Dibeybe’nin yerine yeni bir başbakanın geçmesi gerektiği konusunda hemfikirdi. Ancak onları harekete geçiren şeyin seçimleri organize edecek birleşik bir hükümet için gerçek bir heves mi yoksa 2021’in sonlarında Meclis üyelerinin ve 2023’ün başlarında da Konsey’in desteğini kaybeden Dibeybe’ye karşı duyulan düşmanlık mı olduğu belirsiz. 16 Haziran’da Hafter, ülkenin seçimleri denetlemek ve ülkeyi birleştirmek için teknokratlardan oluşan geçici bir hükümete ihtiyacı olduğunu söyleyerek tartışmaya katıldı.
6+6 Komitesi, başkanlık ve parlamento seçimlerinin sırası ve başkan adayları için uygunluk şartları gibi kilit anlaşmazlıkları çözdüğü için geçici birleşik hükümeti kurma zamanının geldiğini söylüyor. Bu iddia sadece kısmen doğru. Komite üyeleri bu konularda hemfikir, ancak ne Meclis ne de Konsey, komitenin hazırladığı seçim yasası önerilerini kabul etti. Komite, seçim yasaları için 6 Haziran’da Fas’ta bir imza töreni planlamıştı; Komite üyeleri kapalı kapılar ardında müzakereler yürütüyordu; her iki meclisin başkanları da Fas’a gitti ancak son anda iptal edilen törene katılmadı.
Meclis Başkanı Salih daha sonra Kriz Grubu’na, Komite’nin, bir adayın ilk turda oyların yüzde 50’sinden fazlasını alması halinde bile başkanlık seçiminin ikinci tura kalmasını zorunlu kılan hükmüne karşı çıktığını açıkladı. Diğer siyasetçilere göre bir başka tartışma konusu da başkan adayının ikinci bir vatandaşlıktan (Hafter’in ABD vatandaşı olduğu bildirildiğinden potansiyel bir sorun) feragat etmesi gerekip gerekmediği ve ne zaman gerekeceği. Bu meseleler hala çözüme kavuşturulmadığı için her iki meclis de Komite’nin sunduğu seçim yasalarını henüz resmen onaylamadı, ancak Komite bu konuda kararlı görünüyor. Görünüşe göre bu aksaklıkları atlayan 6+6 Komitesi yine de devam etti ve seçim için yol haritasının bir parçası olarak yeni bir geçici hükümetin görev tanımını ve seçim sürecini ortaya koyan ayrı bir belge hazırladı. Meclis üyelerinin 25 Temmuz’da ön onay verdikleri metin işte bu yeni metin (Konsey ayın başlarında bu metni onaylamıştı).
Onaylanan bu birlik hükümeti kurma önerisi, geçici başbakanın seçiminde iki rakip meclis arasında tam bir işbirliği öngörüyor. Adayların en az on beş Meclis ve on Konsey üyesinden resmi onay alması gerekecek. Ardından, Meclis ve Konsey üyeliklerinin her biri listedeki adaylar için oy kullanacak. Kazanan adayın toplamda en yüksek oyu alması gerekecek.
Plan yine de değişebilir. Bazı Meclis üyeleri, Konsey’in sadece bir danışma organı olduğu gerekçesiyle bu düzenlemenin bir parçası olmaması gerektiğini söyledi. Bazıları da hükümet seçiminin ancak Meclis’in Konsey’in desteğiyle seçim yasalarını resmen onaylamasından sonra yapılması gerektiğini savundu. Dolayısıyla planın yasal geçerliliğini sorguladılar. Buna cevaben ve Meclis üyelerini rahatlatmak amacıyla Meclis Başkanı, Konsey’in geçici başbakan adayını seçme sorumluluğunu paylaşacağını, ancak seçilen adayı onaylama ya da reddetme yetkisinin sadece Meclis’e ait olacağını, çünkü Libya yasalarına göre bir hükümete sadece Meclis’in güvenoyu verebileceğini savundu.
Bu noktada, Meclis üyelerinin açıklamaları ve oylama usullerine ilişkin planda yapılacak olası değişiklikler ışığında hem Meclisin hem de Konseyin planın güncellenmiş bir versiyonunu başka bir zaman onaylaması gerekip gerekmeyeceği belirsiz. Her iki meclisin de seçim sürecinin hangi oylama usulleri ve nisap sayılarına göre gerçekleşeceğini netleştirmesi ve yeni başbakanın görevinin bir parçasının da yeni seçimlere hazırlanmak olduğunu açıklığa kavuşturması gerekiyor.
Pratik bir mesele olarak, Komite’nin planının geçici bir birleşik hükümeti hayata geçirebilmesi için üç koşul gerekli. İlk olarak, iki meclisin, detayları henüz belirlenmemiş olan başbakan seçim prosedürü konusunda iyi niyetli işbirliğini sürdürmesi gerekecek. İkinci olarak, hareketin halk desteğine ihtiyacı var. Birçok Libyalı seçimlerden önce bir birlik hükümeti kurulması fikrini benimsiyor ki buna seçimlerin sadık savunucuları olan ve başkanlık yarışında aday olan siyasi şahsiyetler de dahil. Ancak bu planı onaylamaları, seçim prosedürünün geçerliliğine ve geçici başbakanın güvenilirliğine bağlı. Üçüncü olarak, planın uluslararası tanınırlığa ve BM desteğine ihtiyacı var ki bu olmadan Dibeybe’nin görevinden ayrılma ihtimali zayıf.
Potansiyel Engeller
Planın esası ne olursa olsun, iki meclisin anlaşmalar yapıp sonra geri adım atma sicili var ve bunun yanı sıra başka potansiyel engeller de söz konusu.
Bunlardan ilki, Dibeybe ve destekçilerinin seçim yapılmadan Dibeybe’nin başbakanlıktan indirilmesine karşı çıkabilecek olmaları. Trablus’taki silahlı müttefiklerini onu iktidarda tutmak için seferber edebilirler. Bunu yaparlarsa, Dibeybe destekçileri ile muhalifler arasında çatışmalar çıkabilir ya da Dibeybe’nin yerine geçme çabalarıyla bağlantılı kişiler kaçırılabilir ki bu Libya’da siyasi muhalifleri susturmak için yaygın olarak kullanılan bir taktik. Bu olaylardan herhangi biri seçim sürecini durdurabilir ve istikrarı bozucu etkilere yol açabilir.
İkinci olası engel ise şu ana kadar Libya’daki başlıca uluslararası aktörlerin Meclis ve Konsey tarafından bir birlik hükümeti seçilmesine yönelik hamleyi desteklemiyor görünmesi. Daha önce de belirtildiği üzere BM, seçimlerin önünü açmaya yönelik BM destekli çabalara ters düştüğünü söyleyerek bu fikre açıkça karşı çıktı. Libya’daki BM Destek Misyonu 26 Temmuz’da yaptığı bir açıklamada bunu halkın seçim talebini hiçe sayan “tek taraflı bir girişim” olarak nitelendirdi ve “Libya için ciddi sonuçlar doğurabileceği ve daha fazla istikrarsızlık ve şiddeti tetikleyebileceği” uyarısında bulundu. Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi ise sert bir dille verdiği yanıtta BM’yi planı “tek taraflı” olarak niteleyerek Libya kamuoyunu yanıltmakla suçladı ve önerilen seçim sürecinin, önemli siyasi kararlar için her iki meclisin de onayını gerektiren 2015 Libya Siyasi Anlaşması ile uyumlu olduğunu iddia etti. Komite teknik olarak haklı, ancak BM iki meclisin mutabakatının yetersiz olduğuna ve meşruiyetin seçim yanlısı ve muhtemelen Dibeybe taraftarı gruplar da dahil daha fazla katılım gerektirdiğine inanıyor gibi görünüyor.
Diğer dış aktörlere gelince, onların görüşleri de farklı. BM gibi Batılı başkentler de geçici hükümet planına mesafeli yaklaşıyor. Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere ve ABD 27 Temmuz’da yaptıkları ortak açıklamada “seçim çerçevesinin tartışmalı tüm unsurlarının ele alınması” gerektiğinin altını çizerek Libya liderlerinin odak noktasının “Libya halkının ulusal başkanlık ve parlamento seçimlerinin bir an önce yapılması yönündeki sürekli taleplerine” yanıt vermek olması gerektiğini savundular. Geçici birlik hükümeti kavramına değinmeyen açıklama, bu başkentlerin geçici hükümeti desteklemeyeceklerini ortaya koydu. Bu tutum şaşırtıcı değil: bu ülkelerin yetkilileri bir sonraki adımın başkanlık ve parlamento seçimleri olması ve ardından yeni başkanın mevcut yasal çerçeveye dayalı bir hükümet kurması gerektiği konusunda kararlı. Bir birlik hükümetinin atanmasında fayda görmüyorlar ve (pek de makul olmayan bir şekilde) ülkenin iki rakip hükümet iş başındayken de kolayca seçimlere gidebileceğini iddia ediyorlar. Bazı Libyalılar bu tür tutumları, bu ülkelerin birçoğu ile yakın ilişkilere sahip olan Dibeybe hükümetinin zımnen onaylanması olarak yorumluyor.
Ortadoğulu aktörler farklı bakış açılarına sahip. Mısır Dışişleri Bakanlığı “Libya kurumlarının rolüne saygı gösterilmesi” ve “herhangi bir tarafın diktasından veya dış müdahaleden” kaçınılması çağrısında bulundu. Bunu yaparken Kahire’nin, genel seçimlerden önce bir hükümet atanması için defalarca yaptığı çağrılar ve iki meclis arasındaki müzakerelere uzun süredir verdiği destekle tutarlı olarak, geçici bir hükümet kurulması planının arkasında durduğunu ima eder gibiydi. Buna karşılık Birleşik Arap Emirlikleri bir görüş belirtmedi ancak 6+6 Komitesinin planının arkasında durması da pek olası görünmüyor. Muhtemelen ileriye dönük en iyi yol olarak Dibeybe ve Hafter arasında bir anlaşmaya sıcak bakıyor. Abu Dabi geçen yıl, iki güç simsarı arasında bir anlaşma sağlamaya çalıştı ve Emirlik yetkilileri Kriz Grubu’na bu yolu tercih ettiklerini belirtti. Katar’daki yetkililer Dibeybe-Hafter anlaşması konusunda daha az hevesli, ancak bunu Dibeybe’nin devrilmesini gerektirecek diğer seçeneklerden daha gerçekçi buluyorlar. Ancak pek çok Libyalı, Hafter ve Dibeybe’nin başta petrol sektörü olmak üzere pek çok konuda işbirliği yapıyor gibi görünmelerine rağmen, bir birlik hükümetinin kurulmasına yol açabilecek siyasi bir pazarlık yapma şanslarının çok az olduğunu düşünüyor.
Çıkmaza Son Vermek için Fırsat mı?
Seçim ihtimalinin her zamankinden daha uzak olduğu bir ortamda, BM ve yabancı hükümetlerin gerekli ilk adım olarak bir birlik hükümeti kurulması fikrine karşı çıkmakta fazla katı davranıyor olmaları mümkün. Elbette Libya’daki başlıca taraflar seçimler konusunda anlaşabilselerdi, seçim sandığı ileriye dönük en iyi yol olurdu. Ancak 2021 seçimlerini torpilleyen aynı konularda, yani başkan adayları için uygunluk kriterlerinin belirlenmesi ve başkanlık ve yasama seçimlerinin sırası konusunda bölünmüş durumdalar. 6+6 Komitesi’nin nasıl yapılacağına dair fikirlerine rağmen bu anlaşmazlıkların üstesinden gelme şansı şu anda çok düşük. Libyalı siyasetçiler seçimlere destek verdiklerini açıkça ifade etme ancak anketlerin kendi siyasi emellerini tehdit ettiğinden şüphelendiklerinde bunu yumuşatma veya geri çekilme eğilimindeler.
BM ise Libyalı taraflara farklı bir çözüm dayatacak konumda değil. Şubat ayı sonlarında BM özel temsilcisi Abdoulaye Bathiliy, BM’nin seçim için yol haritasını tamamlamak üzere bir Libya Yüksek Düzeyli İdari Paneli kurmayı önerdi. Ancak iki meclisin itiraz etmesi ve Mısır’ın BM Güvenlik Konseyi’nde bu fikre karşı lobi yapması üzerine Bathily geri adım attı. BM’nin rolü, Libya’nın siyasi liderlerinin ülkenin geleceği hakkında kendi kararlarını verme arzusunu yansıtacak şekilde o zamandan beri azaldı.
BM’nin bu şekilde kısıtlandığı ve uygulanabilir bir alternatifin sunulmadığı bir ortamda, Libya’nın istikrar ve iyi yönetişim yolunda ilerlemesiyle ilgilenen dış aktörler, seçimlerden önce geçici bir birlik hükümeti kurulmasına yönelik muhalefetlerini yumuşatmalı. Ayrıca, iki meclisin bir başbakan seçmek için açık ve şeffaf prosedürler üzerinde anlaşması ve yeni yürütmenin yetkilerinin seçim hazırlıklarını destekleyecek şekilde açıkça tanımlanması halinde bu fikrin arkasında durabileceklerini açıkça belirtmeliler. Dolayısıyla her iki organ da onaylanan plana eklemeler yapmalı, daha fazla taahhütte bulunmalı ve iç oylamayı nasıl organize edeceklerine ilişkin ayrıntılar sunmalı. Meclis ve Konsey ayrıca seçim sürecinin özgür ve adil olmasını sağlamak için BM’yi süreci denetlemeye davet etmeli; BM’nin katılımı, 2022’de Başağa hükümetinde olduğu gibi, Dibeybe destekçileri de dahil diğer Libyalıların sonuca itiraz etme ihtimalini azaltacak. Bir birlik hükümeti kurulduktan sonra, her ne kadar hâlâ zorluklarla dolu olsa da yeni seçimlere gitme ihtimali çok daha yüksek olacak.
Dış aktörler bu yolun izlenmesinde riskler görmekte haklılar, ancak iki meclis yukarıda önerilen değişiklikleri ve taahhütleri yerine getirirse, bu riskler alınmaya değer olacak. Meclis tarafından 25 Temmuz’da onaylanan plan Libya’nın siyasi krizinden çıkış için en ideal yol olmayabilir, ancak şimdilik ülkeyi yeniden birleştirmek için tek gerçekçi yol.
Dünya Basını
Emekli Orgeneral Kujat, Ukrayna’nın Rus stratejik bombardıman uçaklarına yönelik saldırılarını değerlendirdi

Emekli Orgeneral ve eski NATO-Rusya Konseyi Başkanı Harald Kujat, Ukrayna’nın Rus stratejik bombardıman uçaklarına yönelik son drone saldırılarını “son derece riskli bir oyun” olarak değerlendiriyor. Kujat’a göre bu saldırılar, askeri açıdan büyük etki yaratmasa da Rusya’yı kışkırtarak Batı’yı savaşa çekme ve nükleer tesislere yakınlığı nedeniyle ciddi tehlikeler barındırıyor. Müzakereler devam ederken yapılan bu eylemlerin zamanlamasına dikkat çeken emekli orgeneral, Rusya’nın Batı’dan farklı bir tırmanma stratejisi izlediğini ve sert bir karşılık verebileceğini öngörüyor. Ancak Kujat, ABD ve Rusya arasındaki iletişim kanalları açık kaldığı sürece nükleer savaş riskinin arttığına inanmadığını vurguluyor.
‘Son derece riskli bir oyun’: Emekli Orgeneral Kujat, stratejik bombardıman uçaklarına yönelik drone saldırılarını değerlendirdi
Éva Péli
NachDenkSeiten
2 Haziran 2025
Emekli Orgeneral Harald Kujat, pazar günü Rus bombardıman uçaklarına yönelik drone saldırılarının geniş kapsamlı sonuçları konusunda uyarıda bulunuyor. Saldırıyı, savaşı genişletebilecek “son derece riskli oyun” olarak nitelendiriyor. Kujat, mülalatında saldırının askeri önemini, olası Batı müdahalesini ve devam eden müzakerelere rağmen süren gerilimin tırmanma tehlikesini ele alıyor.
Sayın Orgeneral Kujat, Ukrayna dronlarının Rus stratejik bombardıman filosuna yönelik saldırısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ukrayna’nın bu saldırısı son dönemdeki drone saldırılarından farklılık gösteriyor. Şüphesiz Ukrayna açısından başarılı “darbe” niteliğinde. Fakat bu saldırının, elde edilen bariz başarılara rağmen, cephedeki duruma veya Ukrayna’nın Rus hava saldırılarına karşı savunmasına kayda değer etkisi bulunmuyor; her ne kadar böyle olduğu izlenimi verilmek istense de. Aslında Ukrayna’nın askeri durumu giderek daha da kötüleşiyor.
Saldırılar, Rusya’nın kıtalararası stratejik bombardıman filosunu hedef aldı. Kaç uçağın imha edildiği ve bunların tam olarak hangi tipler olduğu henüz belirsiz. Gerçekten imha edilen uçak sayısına bağlı olarak Rusya’nın Ukrayna’ya karşı seyir füzesi kullanma imkânları bir miktar kısıtlansa da bu etkinin stratejik yansıması olmayacaktır.
Ukrayna bunu neden yapıyor?
Bu, Rusya’nın stratejik bombardıman filosuna yönelik ilk saldırı değil. Daha önce de Saratov yakınlarındaki Engels üssüne saldırılar düzenlenmişti. Ayrıca, Rus erken uyarı sistemine yönelik iki saldırı gerçekleştirildi ki bu durum iki süper gücün stratejik ilişkileri üzerinde istikrarsızlaştırıcı etki yaratabilir.
Bu saldırılar Ukrayna’daki askeri durumu etkilemediğine göre, asıl amaçlarının ne olduğu sorusu akla geliyor. Ukrayna yönetiminin hedeflerini bilmiyorum ancak Batı’nın müdahalesine yol açacak sert Rus tepkisini provoke ederek savaşı genişletmeye çalıştıkları düşünülebilir. Bu, çok tehlikeli gelişme olurdu.
Bu saldırılar değerlendirilirken, stratejik bombardıman filosu üslerinin hemen yakınında nükleer silah depolarının da bulunduğu gerçeği sıkça göz ardı ediliyor. Bunlar güçlü şekilde korunsalar da dronun yanlış yönlendirilip böyle depoya isabet etme riski her zaman mevcut. Bunun ne gibi sonuçları olacağını herkes tahmin edebilir. Bu bakımdan, burada oynanan son derece riskli oyundur.
Son ve belirleyici nokta: Bu saldırı, ikinci müzakere turuna çok yakın zamanda gerçekleşti ve görünüşe göre Rus demir yollarına yönelik eş zamanlı saldırılarla bağlantılı. Bu, koordineli eylem olabilir. İkinci müzakere turundan bir gün önce neden böyle bir şeyin yapıldığı sorusu ortaya çıkıyor.
Açıklama son derece net: Moskova’nın sadece oyalama taktiği uyguladığı ve gerçek müzakerelerle ilgilenmediği sürekli iddia ediliyor. Oysa müzakereleri Rusya’nın kendisi önerdi ve her iki taraf da bugün İstanbul’da yapılacak müzakerelere temel oluşturması için pozisyonlarını yazılı olarak belirledi. Dolayısıyla bu, ancak Rus tarafının bu saldırılara tepki olarak müzakereleri iptal etmesinin beklenmiş olabileceği anlamına gelebilir.
Ancak bu olmadı…
Hayır, müzakereler devam ediyor. Hatta bu görüşmeler başlamadan önce ABD ve Rusya Dışişleri Bakanlarının tekrar telefonla görüştüklerini öğrendik. Benim için bu, ABD’nin en azından bu müzakerelere eşlik etmeye devam ettiğinin ve tamamen geri çekilmediğinin açık göstergesi – ki bunu çok önemli buluyorum.
Sizin açınızdan ve askeri deneyimlerinize dayanarak böyle saldırı nasıl mümkün olabiliyor? Ukrayna kaynaklarına göre, bir buçuk yıl boyunca planlanmış ve anlatıldığına göre Rusya topraklarından kamyonlarla gerçekleştirilmiş.
Ülkede araçlar kapsamlı şekilde kontrol edilmiyorsa ve böylesi operasyon titizlikle hazırlanmışsa, bu tür şeyler olabilir. Ancak bu durum şu soruyu gündeme getiriyor: Bu, büyük askeri başarı mı? Hayır, bunlar saldırı, kelimenin tam anlamıyla askeri operasyon değil. Bu tür saldırılar her ülkede mümkündür.
Buna ek olarak, ABD ve Rusya arasındaki Yeni START Anlaşması, stratejik bombardıman uçaklarının belirli hava üslerinde, üzerinde anlaşılan denetimler için görünür olacak şekilde konumlandırılmasını zorunlu kılıyor. Pratikte bu, kapalı binalarda gizlenmiş şekilde değil, açık hangarlarda veya pistte anlamına geliyor. Bu düzenleme, anlaşmaya uyulup uyulmadığının doğrulanabilirliğine hizmet ediyor ve karşılıklı güven inşasının parçası. Ancak bu durum, uçakları kolayca hedef alınabilir hâle getiriyor.
Şimdi, Batılı istihbarat kurumlarının uydu görüntüleriyle yardım etmiş olabileceğine dair tahminler veya işaretler var. İngilizler bu konuda zaten açıklama yaptı ve Ukraynalıları da tebrik etti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Batı yardımı oldu mu?
Prensip olarak spekülasyon yapmıyorum. Ancak bir şey açık: Hareketli hedefler için veriler neredeyse eş zamanlı olarak sağlanıyorsa, bunlar Ukraynalılardan gelmiş olamaz, başka kaynaktan gelmiş olmalı. Ancak uzun vadeli planlanmış operasyonsa, Rus hava üssünün konumunu basit araçlarla bile kendi başlarına tespit etmeleri kesinlikle mümkün. Bu özel durumda, bu nedenle böyle dış istihbaratın gerekli olduğunu düşünmüyorum; Ukraynalılar bunu kendileri yapabilir. Ama elbette Ukrayna’ya Batı uydu keşiflerinden elde edilen üslerin durum planlarının verilmiş olması da mümkün.
Engels yakınlarındaki hava üssüne 2022’de ve Rus erken uyarı radarına 2024’te yapılan önceki saldırılara atıfta bulunarak, nükleer saldırıya varabilecek olası sonuçlar konusunda uyarıda bulunmuştunuz. Asker olarak, şu anki saldırıya Rusya’dan ne gibi tepkiler bekliyorsunuz? Devlet Başkanı Putin’in, artık kırmızı çizgilerin kalmadığını ve Kiev’in bundan pişman olacağını söylediği iddia ediliyor.
Öncelikle, anında tepki olmadı ve bu olumlu gelişme: Bugün için planlanan müzakereler gerçekten yapılıyor, ki bu olumlu olarak kaydedilmeli. İkincisi, bu tür durumlarda her zaman olduğu gibi: Bir taraf belirli önlemle öne çıkarsa, diğer taraf tepki verir. Savaşın şiddet eylemi olduğu yönündeki Clausewitz öğretisini sık sık unutuyoruz. Her taraf diğerine yasayı dikte eder, diğeri uyar ve bunun üzerine aşırıya kaçana kadar tekrar tepki gelir. Bu, modern dilde gerilimin tırmanması [eskalasyon] olarak adlandırılır. Dolayısıyla Rusya’nın karşılık vereceğinden emin olabiliriz.
Ancak Rusya’nın muhtemelen aynı şekilde tepki vermeyeceğini varsayıyorum. Bunun yerine, muhtemelen savaş alanındaki çatışmaları yoğunlaştıracak ve Ukrayna savunmasını zayıflatmak için hava saldırılarını artıracaktır. Ukrayna’nın durumu zaten son derece kritik olduğundan ve Rusya ek çaba gösterirse, askeri durum Ukrayna aleyhine önemli ölçüde değişecektir. Bu makul varsayım olsa da, Rusya’nın gerçekte nasıl tepki vereceğini elbette bilmiyoruz.
Rusya’nın stratejisinin her zaman aceleci tepki yerine ölçülü ama net tepkiyi öngördüğüne dair işaretler var mı? İnternette Rus nükleer doktrinine göre derhal nükleer saldırı çağrıları yapıldı.
Batı’da (özellikle ABD’de) ve Rusya’da tırmanma stratejileri arasındaki büyük farkın altını çizmek gerekir ki bu Batı’da sıkça hafife alınır. Batı küçük adımlarla tırmandırır: Rakibin nasıl tepki vereceğini —ya da hiç tepki verip vermeyeceğini— bekler ve sonra bir sonraki adımı atar. Böylece tırmanmanın kontrolünü elinde tutar. Rusya’nın tolerans eşiği ise çok daha yüksektir. Rusya bekler, ancak belirli noktada sert şekilde karşılık verir. Buradaki sorun, böyle tırmanma stratejisinde karşı saldırının ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini hesaplamanın çok zor olmasıdır. Bu da Rus tepkisini bu kadar öngörülemez kılıyor.
Sonuçta Rusya’nın tepkisi, Moskova’nın hangi stratejik hedefleri izlediğine bağlı. Eğer hedef Ukrayna’nın hızlı ve mutlak yenilgisi olsaydı, tepki, Rusya’nın savaşın müzakere yoluyla çözümünü birincil seçenek olarak görmeye devam etmesinden farklı olurdu. Şimdiye kadar ikincisini görüyoruz. Sadece bunun böyle kalmasını ve her türlü müzakere olasılığını ortadan kaldıracak tepkinin gelmemesini umabilir ve bekleyebiliriz.
Önceki uyarınızı da göz önünde bulundurarak son soru: Dünya şimdi nükleer savaşa bir adım daha mı yaklaştı?
Hayır, buna inanmıyorum. Önemli olan her zaman iki nükleer süper gücün bağlantılarını sürdürmesidir. Bu durumda Ukrayna gibi üçüncü tarafların eylemlerinin her iki nükleer güç tarafından doğru şekilde değerlendirilmesi son derece önemli. Her ikisi de nükleer çatışmayı önleme yönündeki üstün menfaatlerini izlemeye devam ediyor. Asıl önemli nokta bu: İstenmeyen tırmanma sarmalına sürüklenmemek gerekir.
Ne Amerika Birleşik Devletleri’nin ne de Rusya’nın bu iki büyük güç arasında çatışmaya en ufak ilgisi olmadığını çok net görebiliyoruz. Tam da bu nedenle, eskiden “kırmızı hat” olarak bilinen bu bağlantının iki taraf arasında sürdürülmesi kesinlikle hayati önem taşıyor.
Bir not olarak: Rusya’daki bu ikili bağlantının uç noktası “Nükleer Risk Azaltma Merkezi” olarak adlandırılıyor. Bu, bu iki süper güç arasındaki gerilimi azaltıcı önlemler için kendilerinin seçtiği etiketi açıkça ortaya koyuyor.
Sayın Orgeneral Kujat, röportaj için çok teşekkür ederiz.
Dünya Basını
İkinci Trump yönetiminde sermaye hizipleri

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, yeni Trump yönetiminin arkasında sermaye ittifakını ve bu ittifakın olası gerilim, hatta dağılma dinamiklerini inceliyor.
Özel sermaye fonları ve Büyük Teknoloji ile “MAGA popülizmi” ittifakı olarak tanılmayabileceğimiz II. Trump yönetiminin ömrünü, bu sermaye hiziplerinin çıkarlarını yönetebilme beceresi de belirleyecek. Öte yandan, geleneksel finansa, yani Wall Street’e yönelik düşmanlık konusunda bir ortaklaşma görülüyor.
Nitekim Wall Street’in sözcüsü olarak nitelendirebileceğimiz mecralar, bir süredir Trumpçı “maceranın” ABD’den sermaye kaçırdığını “kanıtlayıp” duruyorlar. Yeni finansal araçlara sahip olanların bankalara yönelik hücumunun başarısı, Trumpizm’in de kaderini belirleyecek gibi görünüyor. Yakın zamanda Elon Musk ile Trump arasında vergi kesintisi ve harcama yasa tasarısı nedeniyle patlayan büyük kavga, geleceğe dair ipuçları sunuyor.
Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Amerika’nın Braudel’ci sonbaharı: İkinci Trump yönetiminde sermaye hizipleri
Benjamin Braun ve Cédric Durand
Phenomenal World
29 Mayıs 2025
Tarihçi Fernand Braudel’e göre, hegemonyanın çöküşü tarihsel olarak finansallaşma ile birlikte gelmiştir. Üretim ve ticarette kârlılığın azalmasıyla birlikte, sermaye sahipleri varlıklarını giderek finans sektörüne kaydırırlar. Braudel’e göre bu, imparatorlukların “sessiz ve ayrıcalıklı bir yaşamı garanti edecek her şeyi arayan rantçı-yatırımcı topluma dönüştüğü” bir “sonbahar belirtisi”dir.(1)
Braudel’in öngördüğü bu çöküş senaryosu, Trump’ın ikinci yönetiminin kilit isimlerini rahatsız ediyor. Şu anda Hazine Bakanı olan Scott Bessent, seçim kampanyası sırasında düşünceli bir tavırla şöyle demişti: “Eski rezerv para birimlerinin ortak noktası nedir? Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa, Birleşik Krallık… Bu ülkeler rezerv para birimi statüsünü nasıl kaybettiler?” Cevap: “Aşırı borçlandılar ve ordularını artık destekleyemez hale geldiler.” Eski bir hedge fonu yöneticisi Bessent, doların değerinin düşürülmesi programını resmi olarak reddediyor, fakat spekülatörler Trump’ın ocak ayında göreve gelmesinden bu yana ABD’nin döviz kurunu aşağı çekiyor. Dışişleri Bakanı Marco Rubio, 2019 yılında yayınlanan “21. yüzyılda Amerikan yatırımları” başlıklı raporun yazarı. Bu raporda, Wall Street’i, “iş kararlarını uzun vadeli kurumsal kapasite geliştirme yerine, yatırımcılara hızlı ve öngörülebilir bir şekilde para kazandırmaya yönelten” hissedar değeri rejimini sert bir dille eleştiriyor. Rubio’nun finans konusundaki görüşleri, Josh Hawley gibi kendini “popülist” olarak tanımlayan Cumhuriyetçiler tarafından da paylaşılıyor.
Wall Street’e karşı bu kalıcı düşmanlık, Trump’ın ikinci yönetiminin ilk aylarında ideolojik bir kırılmaya neden oldu; bir yandan, Başkan’ın “Kurtuluş Günü” gümrük vergileri finansal piyasaları altüst ederken, diğer yandan Wall Street finansal paniğe yol açarak Beyaz Saray’ı disipline etmeye çalıştı. Kendini MAGA [Amerika’yı Yeniden Büyük Yap] popülisti olarak tanımlayanlar ile Trump’ın seçim tabanının oluşturduğu koalisyonun sürdürülebilir olup olmadığı, ikinci Trump yönetiminin temel sorusu olmaya devam ediyor. Bu koalisyon, gümrük vergileriyle ABD imalat sektörünün canlandırılması ve sınır dışı edilmelerle işgücü piyasasının sıkılaştırılması yoluyla yaşam standartlarının yükselmesi ve iş güvenliğinin sağlanmasını bekliyor. Fosil yakıt şirketleri ve Palantir ve Anduril gibi savunma odaklı teknoloji şirketleri, militarize milliyetçilikte pek çok şey buluyor. Fakat Trump’ın ticaret politikası, Trump’ı sürekli destekleyen ve karşılığını almayı bekleyen iki sektör olan özel finans ve büyük teknolojiye açıkça zarar veriyor. Bu sektörlere saldırmak, onu yeniden başkanlığa taşıyan ABD sermayesinin tam da o kesimlerini kendinden uzaklaştırma tehlikesi yaratıyor.
Bu sermaye grupları için ABD’nin gerilemesi görecelidir ve Japonya örneğinde olduğu gibi zarif bir şekilde yönetilebilir. Giovanni Arrighi’nin 1994 yılında gözlemlediği gibi, finans her zaman hegemonik geçişlerin aracısı olmuş ve bu geçişlerden faydalanmıştır.(2) Bugün, varlık yönetimi devleri, ABD’nin portföylerini gerileyen hegemondan uzaklaştırarak ve Çin ve diğer yükselen Asya ekonomilerinden gelen hızlı büyüyen sermaye havuzlarına ABD varlıklarına erişim imkanı sunarak kâr elde ediyor. Bu arada, büyük teknoloji şirketleri bilgi ve iktisadi koordinasyon üzerinde genel kontrolü hedefliyor.(3) Veriye erişimini kesintiye uğratabilecek, ağ etkisini azaltabilecek, maddi altyapı maliyetlerini artırabilecek ve bağlantısız siyasi yapıları dijital egemenlik peşinde koşmaya itebilecek jeoiktisadi parçalanmadan çok şey kaybedecekler.
Amerikan İmparatorluğu’nu yeniden canlandırma çabalarında Trump yönetimi, imalat odaklı nativistler ile çıkarları küresel boyuta yayılan sermaye gruplarının çıkarları arasında hassas bir denge kurmak zorunda kalacak. Bu çelişkili gündemleri uzlaştırmak, Trump koalisyonunun uzun ömürlülüğü ve küresel finansal sistemin istikrarı için büyük bir meydan okuma oluşturacak.
Özel finans Trump’a arka çıkıyor
2016 seçimleri Wall Street’te dramatik bir bölünmeye yol açtı. Batmak için fazla büyük bankalar ve “kamu sermayesi” varlık yöneticileri retorik olarak Demokratlarla aynı çizgide yer alırken, “özel sermaye” veya alternatif varlık yöneticileri (özel sermaye, risk sermayesi ve hedge fonları) Trump’ın ilk başkanlık adaylığının yüksek sesli destekçileri olarak ortaya çıktı. Bu bölünme, Birleşik Krallık’taki bölünmeyi yansıtıyordu. Birleşik Krallık’ta cesaretlenen bir grup özel sermaye ve hedge fon patronu Brexit’e destek verirken, geleneksel finans dünyası Remain [AB’de kalma] kampını destekleme eğilimindeydi.(4)
Alternatif varlık yöneticileri sadece iki şey istiyor: vergi ayrıcalıkları ve deregülasyon. Forbes 400 sıralamasında özel finans patronlarının durmak bilmeyen yükselişinin ardındaki en önemli tek faktör, başarı primi faizi [carried-interest] vergisi yasal boşluğu. Son yirmi beş yılda, özel fon genel ortaklarının performansa dayalı ücretleri olan “başarı primi” 1 trilyon dolara ulaştı.(5) 2010 yılında Obama, bu boşluğu kapatmaya çalıştı ama başarısız oldu ki bu hamleyi, Blackstone CEO’su Stephen Schwarzman, Nazi Almanya’sının Polonya’yı işgaline benzetmeye uygun bulmuştu. Bu yasal boşluğun korunması, Senatör Kristen Sinema’nın son anda Biden yönetiminin Enflasyonu Düşürme Yasasına [IRA] eklediği talep ile sağlandı ve Biden döneminde şirketler ve zenginlere vergi artırımı konusunda yaşanan genel başarısızlığı tamamladı.
Deregülasyon cephesinde, özel finans kesimi için en büyük kazanç, bireysel emeklilik varlıklarının oluşturduğu devasa havuza erişimdir. Şu anda, özel sermaye ve hedge fonları, süper zengin bireylerden ve kurumsal varlık sahiplerinden para topluyor. En büyük müşteri grubu, açık ara farkla, sabit yükümlülükleri bulunan kurumsal yatırımcılar olan kamu ve özel sektördeki tanımlanmış fayda emeklilik fonları. Fakat 2008 finansal krizinden bu yana, 401(k) ve IRA planları gibi bireysel, tanımlanmış katkı planları, toplu emeklilik planlarına göre iki kat daha hızlı büyüdü. Bugün, bu iki tür planda 10 trilyon doların biraz altında bir meblağ bulunuyor ve bunların tümü, BlackRock, Vanguard ve State Street gibi Wall Street’in liberal kesiminin sadık destekçileri tarafından yönetiliyor.
Bu devasa para havuzuna erişim sağlamak için uzun süredir mücadele eden özel finans grubu, Trump’ın ilk döneminde ilk zaferini elde etmişti. 2020 yılında, önde gelen muhafazakâr Yüce Mahkeme yargıcı Antonin Scalia’nın oğlu Eugene Scalia’nın başkanlık ettiği Çalışma Bakanlığı (DOL), bir mektup yayınlayarak mevcut kuralların 401(k) sponsorlarının plan fonlarını özel sermaye şirketlerine tahsis etmesine zaten izin verdiğini açıkladı. Elbette, SEC’in [Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu] katı kural değişikliğinin aksine, DOL’in mektubu zayıf bir hukuki temele dayanıyor, fakat yine de önemli bir adım. Trump ikinci kez göreve başladıktan kısa bir süre sonra, özel sermaye devleri, fonlarına olan talebi iki katına çıkarabileceğine inandıkları 401(k) musluğunu açmak için çabalarını yoğunlaştırdı.
Özel sermaye fonlarının, Amerika’daki 60 milyon 401(k) planı katılımcılarına erişim sağlamaya kararlı olmasında bir gizem yok. Saldırı hattı açık: Regülatörler, yatırım seçeneklerini halka açık hisse senetleri ve tahvillerle sınırlayarak, 401(k) sahiplerini çeşitlendirme ve getiri fırsatlarından mahrum bırakıyor. Apollo CEO’su Marc Rowan, 401(k) fonlarının “çoğunlukla S&P 500 olmak üzere günlük likit endeks fonlarına yatırıldığından” şikayet etmişti. Son zamanlarda altyapı varlıklarına yönelen BlackRock’un CEO’su Larry Fink de benzer şekilde, bu varlıkların “özel piyasalarda, yüksek duvarlarla çevrili, sadece en zengin veya en büyük piyasa katılımcılarına açılan kapıları olan” varlıklar olduğunu belirtmişti. BlackRock’un özel sermayeye yönelmesi, özel sermaye getirilerine erişimin Amerikan emeklilik tasarruf sahiplerine daha fazla finansal demokrasiye doğru bir adım olarak satılmasıyla, kamu sermayesi varlık yöneticileri arasında yaşanan daha geniş sağa kayışı temsil ediyor.
Gerçekte, özel sermaye sektörü, ekonomist Ludovic Phalippou’nun “milyarder fabrikası”(6) olarak adlandırdığı şey için kurtarma paketi arıyor. 2006 yılından bu yana, milyarder sayısı 2005’te üç iken 2020’de yirmi ikiye çıkmış olsa bile, özel sermaye fonlarının yatırım getirileri borsa performansını geçemedi. Son yıllarda, bu tür satın alma fonları yatırımlarından çıkmakta zorlandı ve bunun yerine sektör genelinde kestaneleri ateşten alma oyunu oynayarak yatırımlarını birbirlerine devretti. 2024 yılında, özel sermaye sektörü on yıllardır ilk kez küçüldü. Biden döneminde hedef tahtasına oturan kurumsal anlaşmalar, büyümeye geri dönüş için bir yol sunuyor. Alternatif varlık yöneticisi Sixth Street’in baş yatırım sorumlusu, geçtiğimiz günlerde yatırımcılara, “Sektör, topladıkları sermayenin miktarını haklı çıkarmak için kısmen M&A’nın [Birleşme ve Satın Alma] geri döneceğini söyleyip duruyor,” dedi. “Sorun, 2019 ile 2022 yılları arasında insanların varlıklar için çok fazla para ödemiş olması ve kimse bu varlıkları kabul edilebilir bir getiri olmadan satmak istememesi.”
Gerçekçi olmayan getiri beklentileri birikmişken, mevcut yatırımcılar için kârlı bir çıkışın en kesin yolu yeni yatırımcılar çekmek. Sektörün düşüncesine göre, 1 trilyon dolarlık “suskun” 401(k) parasını çekmek, emeklilik fonlarının, varlık fonlarının ve büyük bireysel varlık sahiplerinin hisselerini kârla satmalarını sağlayacak. Daha küçük tasarruf sahipleri ise bu aşırı değerli varlıkların yükünü üstlenmek zorunda kalacak. Başka bir deyişle, bir saadet zinciri.
Büyük Teknolojinin yeniden düzenlenmesi
Finans iki siyasi gruba bölünürken, Silikon Vadisinin seçkinleri şaşırtıcı bir birlik içinde sağa doğru ilerledi. Otuz yıl boyunca, teknoloji girişimcileri ve özel finansörler, devletin uyguladığı büyük yaptırımlardan korkmadan “hızlı hareket edip işleri bozabilirdi.” Her şeyi çok kolay elde eden bu zirvedeki avcılar, Biden yönetimi ve Demokrat Partinin artan antitekel uygulamalarının durdurulması gerektiğine karar verdi. Bu anlamda, Trump’ın bayrağı etrafında toplanmaları, Obama-Trump antitekel statükosunu geri getirmekle ilgili. Sektör liderlerinin hissettiği endişeden bahseden risk sermayedarı Marc Andreesen, kampüslerde ve Silikon Vadisinde “toplumsal devrim” belirtileri gördüğünü ve “Yeni Sol’un yeniden doğuşu”nun işgücünü radikalleştirdiğini söylüyordu:
Açıkça görülüyor ki, şirketler temelde toplumsal değişim ve toplumsal devrimin motorlarına dönüştürülüyor. Çalışan tabanı vahşileşiyor. [Birinci] Trump döneminde, tanıdığım birçok şirketin kendi kampüslerinde kendi çalışanları tarafından şiddetli ayaklanmaların patlak vermesine saatler kaldığını hissettiği vakalar yaşandı.
Silikon Vadisi liberalizminin, ABD kapitalizminin artık geçmişte kalan maksimum likidite ve minimum regülasyon dönemiyle bağlantılı geçici bir aşama olduğu ortaya çıktı. Ardından Covid salgını patlak verdi ve devlet işçilere önemli miktarda ödeme yaptı. Bu ödemelerden yararlanan bazı işçiler, yeni taleplerini dile getirme gücü kazandıklarını hissettiler. Aynı zamanda, Biden yönetiminin en aktivist kolu olan Lina Khan’ın Federal Ticaret Komisyonu, antitekel uygulamalarını büyük teknoloji şirketlerine yöneltti. Biden’ın Hazine Bakanı Janet Yellen’in kurumsal vergilendirme konusunda geçici uluslararası koordinasyon çabaları ve Demokrat Başkan’ın sendika mobilizasyonuna verdiği retorik destek de eklenince, Andreesen’in bunu “devasa bir radikalleşme anı” olarak neden yaşadığı ve grup sohbetlerinde milyarder sınıf bilincini teşvik etmek için neden bu kadar çok zaman harcadığı anlaşılabilir.
Bu koşullar, büyük teknoloji şirketlerinin Trump’ın dönüşünü destekleyen ikinci sermaye grubu olarak özel finans sektörüne katılmalarına neden oldu. Büyük teknoloji şirketlerinin patronlarının göreve başlama töreninde bir araya gelmeleri bu ittifakı kesinleştirdi. Bunun karşılığında, yapay zeka şirketleri için kamu güvenliği önlemlerini ve kripto şirketleri için düzenleyici engelleri ortadan kaldıran bir dizi başkanlık kararnamesi ile hızla ödüllendirildiler. Nitekim, Biden yönetiminin 2019’da başlatılan ve 2022’de rafa kaldırılan Facebook’un Libra küresel ödeme sistemi planına karşı hızlı bir şekilde karşı çıkmasının aksine, yeni yönetim kripto sektörünü devletin tam güveni ve kredisiyle desteklemeye hazır görünüyor.
Kripto para yatırımcıları, emeklilik fonlarının parasını çekmek için özel sermaye stratejisini benimsedi. Trump’ın yeniden seçilmesinden bu yana, yirmi üç eyalet yasa tasarısı kabul ederek kamu kurumlarının kripto para yatırımına izin verdi. Bazı durumlarda, yasa tasarıları özellikle kamu emeklilik fonlarını da kapsıyor. Ve stabilcoinler için izin veren bir düzenleyici çerçeve sağlamayı amaçlayan “ABD Stabilcoinleri için Ulusal İnovasyonun Yönlendirilmesi ve Kurulması” (Genius) Yasası Senatoda önemli bir engeli aşarken, Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonundan (SEC) Tüketici Finansal Koruma Bürosuna (CFPB) kadar finansal düzenleyici kurumlara yönelik DOGE saldırısı, denetimi zayıflatıyor ve finansal sistem genelinde risk almayı teşvik ediyor. Elon Musk’ın Visa ile ortaklaşa X Money Account oluşturma planının önünde neredeyse hiçbir engel kalmadı. Silicon Valley Bank krizinin çok daha büyük bir versiyonunun tohumları atıldı.
Sonuç olarak, yeni yönetimin ilk birkaç ayında sorun yaratan ciddi mali sıkıntılar, Başkan’ın kurumsal koalisyonunun bir kusuru olduğu kadar bir özelliği de olabilir. Yeni Silikon Vadisi seçikinlerinin hedefleri, federal bürokrasiyi işlevsiz hale getirmekle kalmayıp, Wall Street’i de tahtından indirmek.
Fed’in ikilemi
Bu da bizi, finans ve devletin karşı karşıya geldiği her türlü mücadelede belirleyici rol oynayan Federal Rezerv’e getiriyor. Büyük bir finansal krize rağmen, Fed ABD makro iktisadi politikasında sağlam bir para politikası hakimiyetini sürdürdü. Yeniden açılma enflasyonu başladığında, para politikası hem finansal istikrar hem de fiyat istikrarı için umut verici bir araç sunarken, maliye politikası arka plana çekildi. Yellen’in pandemi kaynaklı durgunluğa yanıt olarak uyguladığı “büyük ve erken harekete geçme” stratejisi ile oluşturulan yüksek basınç ekonomisi, pandemi kaynaklı tedarik zinciri gecikmelerinden kaynaklanan fiyat artışlarıyla birleşerek, Fed’in hem finansal piyasaları hem de işgücü piyasalarını deflasyona sokmak için para politikasını sıkılaştırmasının gerekçesini oluşturdu.
Ne var ki, Trump’ın ikinci döneminde Fed çok daha tehlikeli bir yolda ilerliyor. Trump’ın gümrük vergileri ve zayıf dolar, enflasyonist baskıların geri dönme olasılığını artırıyor. Yetkin ve disiplinli bir yönetim, stratejik stoklama ve fiyat kontrolleriyle temel ihtiyaç maddelerinde fiyat artışlarını önleyebilir.(7) Ne var ki mevcut yönetim ne yetkin ne de disiplinli ve DOGE’nin federal hükümete yönelik sistematik saldırıları, enflasyonu dizginleme yükünün tek başına Fed’in omuzlarına bineceği izlenimini pekiştiriyor.
Burada [Fed Başkanı] Jerome Powell bir ikilemle karşı karşıya. Gümrük vergileri ve zayıf doların çifte etkisiyle enflasyonist baskılar artarsa, Fed’in faizleri yükseltmesi beklenir. Fed şimdiden tahvil getirilerinin yükselmesine izin veriyor. Ne var ki, beklenenden yüksek faiz oranları ve beklenenden düşük gelir artışı nedeniyle derinleşen finansal stres (otomobil sahipleri, en yüksek oran ile son otuz yılın en yüksek seviyesinde kredi ödemelerini yapamaz haldeler), Fed’i 2019 sonu ve 2023 başında yaptığı gibi, acil kredi ve varlık alımları yoluyla varlık değerlerini desteklemek için müdahale etmeye zorlayabilir. Dahası, Trump ve Bessent, ABD hükümetinin borçlarına daha düşük faiz oranları uygulanmasını istediklerini açıkça belirtmişlerdi. Bu durum, para politikasında sıkılaştırma yönündeki her türlü girişimi büyük ölçüde zorlaştıracaktır.
Powell’ın ikilemi, en büyük varlık tehlikede olduğu için daha da acil hale geliyor: ABD hazine tahvillerinin küresel güvenli varlık statüsü ve dolayısıyla ABD dolarının küresel rezerv ve fonlama para birimi statüsü. Resmi rezerv yöneticilerinin ABD menkul kıymetlerine olan ilgisi yıllardır azalıyor, çünkü küresel rezerv varlıklarında doların payı 2000 yılındaki yüzde 71’den 2024 yılında yüzde 57’ye düştü. Tahvil yatırımcıları arasında endişenin arttığına dair işaretler şubat ayında ortaya çıktı. Fransız varlık yönetimi şirketi Amundi’nin yatırım direktörü, Beyaz Saray’ın menkul kıymetler düzenlemelerini zayıflatma talimatına yanıt olarak, “ABD sistemine, Fed’e ve ABD ekonomisine olan güveni sarsabilecek adımlar atılmaya başlandı,” demişti. Takip eden haftalarda, bu üstü kapalı tehdit, borsalarda güçlü bir düzeltme ve daha da endişe verici bir şekilde ABD hazine tahvili faizlerinin yükselişiyle somutlaşmaya başladı. Trump’ın 2 Nisan’da “karşılıklı” gümrük vergileri uygulayacağını açıklamasının ardından ABD olağanüstü bir olay yaşadı: sermaye kaçışı. Fed, enflasyon yükselirken reel faizlerin düşmesine izin vermeye zorlanırsa, çok daha büyük ölçekli bir sermaye kaçışı gerçek bir olasılık haline gelir.
ABD’nin ticaret açığını ortadan kaldırırken doların rezerv para birimi statüsünü korumak gibi hedeflerin birbiriyle bağdaşmadığı uzun zamandır biliniyor. Robert Triffin’in 1950’lerin sonlarında “dolar bolluğu” üzerine yaptığı çalışmalardan bu yana, uluslararası para iktisatçıları ticaret yoluyla küresel iktisadi büyümenin rezervlerin mevcudiyetine bağlı olduğunu anladılar. Yeni bir rezerv standardının yokluğunda, bu durum, ABD’nin sürekli ticaret açığı yoluyla dünyanın geri kalanına bol miktarda dolar sağlanması gerektiği şeklinde yorumlandı. Avrodolarların ve sınırsız brüt sınır ötesi finansal akışların olduğu bir dünyada, küresel likidite mutlaka ABD cari hesabına bağlı değil fakat yönetimin ikisini birbirinden ayırma fikirleri pek de güven verici değil. Bunlar arasında özellikle, “dünya çapında yasal ve meşru dolar destekli stabilcoinlerin geliştirilmesini ve büyümesini teşvik etme” vaadi yer alıyor. Eric Monnet bunu, stabilcoinlerin değeri dolar varlıklarıyla destekleneceği için, küresel para sisteminde doların hakimiyetini zayıflatmak yerine genişletmeyi amaçlayan bir strateji olan “kriptomerkantilizm” olarak adlandırdı.
Yönetici sınıfın yönetiminin tuzakları
Trump’ın göreve dönüşü, onun zaferine katkıda bulunan koalisyonun içindeki çatlakları ortaya çıkardı. Popüler MAGA hizipleri, ana akım finans ve teknoloji sektörünün açık küresel finans ve dijital pazarlara olan ilgisiyle pek ortak noktası olmayan Trump’ın milliyetçi tutumuna destek verdi. Teknoloji ve MAGA, ABD’nin sanayi tabanını canlandırma hedefinde orta yol bulabilir, fakat bu, hem ana akım hem de özel finansın üstünlüğü için dayandığı güçlü doların temelini sarsacaktır. Steve Bannon’un dediği gibi, “birçok MAGA’cı Medicaid’den yararlanıyor” olsa da, Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisinde kısa süre önce kabul edilen federal bütçe, özel finansın desteklediği radikal sosyal yardım kesintilerini içeriyor. Retoriklere rağmen, bu harcama kesintileri vergi indirimlerini telafi etmiyor: kamu açıkları devam edecek ve yönetimin gümrük vergileri ve deregülasyon gündemi finansal istikrarı tehdit edecek.
Devlet teorisyenleri uzun zamandır “yönetici sınıf yönetmez” iddiasını savunmaktadır. Fred Block’un isabetli ifadesiyle, liberal demokrasiler, şirketlerini yöneten kapitalistler ile hükümeti yöneten “devlet yöneticileri” arasındaki iş bölümü ile karakterize edilir.(8) Tekil kapitalistler kendi kârlarını görmeye eğilimli oldukları için, servetleri devlet yöneticilerinin toplumsal, ekolojik ve finansal yeniden üretim koşullarını sürdürmedeki başarılarına bağlıdır.
Block’a göre, kapitalist devlet kendi çıkarlarını birleştirerek hayatta kalmaya çalışır. Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: Mevcut ABD hükümeti, zayıflamış haliyle, ikinci Trump dönemini destekleyen çok sayıda rakip grubun çıkarlarını birleştirebilecek mi? ABD teknoloji şirketlerinin Çin’deki üretim çıkarlarını korurken MAGA milliyetçilerini yatıştıran gümrük vergileri, uluslararası düzeyde koordine edilen doların devalüasyonu ile birleştiğinde, Bidenomics’in imalat yatırım patlamasını sürdürmek için önemli bir adım olacak. Finansal deregülasyon ve özel sermaye için 401(k) musluklarının açılması, Trump’ın federal bütçe tartışmaları sırasında ortaya attığı gibi, yüksek gelir vergisi oranlarının yüzde 37’den 2017 öncesi seviyesi olan yüzde 39,6’ya geri döndürülmesi ile birleştirilebilir. Ne var ki böyle bir konsensüsün ortaya çıkıp çıkmayacağı henüz belli değil. Sadece birkaç ay içinde, Trumponomics’in çelişkileri tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı ve görünürde bir çözüm de yok.
Dipnotlar:
- Braudel, F. (1984). Civilization and capitalism, 15th-18th century. University of California Press, s. 246 ve 266-267.
- Arrighi, G. (1994). The long twentieth century: Money, power, and the origins of our times. Verso.
- Durand, C. (2024). How Silicon Valley Unleashed Techno-feudalism: The Making of the Digital Economy. Verso Books.
- Marlène Benquet and Théo Bourgeron, Alt-Finance: How the City of London Bought Democracy, Pluto: London, 2022.
- Phalippou, L. (2024). The Trillion Dollar Bonus of Private Capital Fund Managers (SSRN Scholarly Paper No. 4860083). https://papers.ssrn.com/abstract=4860083
- Ludovic Phalippou, “An Inconvenient Fact: Private Equity Returns and the Billionaire Factory,” The Journal of Investing, December 2020, 30 (1) 11 – 39.
- Weber, I. M., Lara Jauregui, J., Teixeira, L., & Nassif Pires, L. (2024). Inflation in times of overlapping emergencies: Systemically significant prices from an input–output perspective. Industrial and Corporate Change, 33(2), 297–341. https://doi.org/10.1093/icc/dtad080
- Block, F. (1987). The ruling class does not rule: Notes on the Marxist theory of the state. In Revising state theory: Essays in politics and postindustrialism (s. 51–68). Temple University Press.
Dünya Basını
Batı basını, İstanbul’daki ikinci Rusya-Ukrayna görüşmelerine nasıl tepki verdi?

Rusya ve Ukrayna heyetleri, çatışmanın çözümüne yönelik ikinci tur müzakereler için 2 Haziran’da İstanbul’daki Çırağan Sarayı’nda bir araya geldi. Bir saatten fazla süren görüşmede, Rus heyetine Devlet Başkanı Yardımcısı Vladimir Medinskiy, Ukrayna heyetine ise Savunma Bakanı Rustem Umerov başkanlık etti.
Müzakereler sonucunda tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri masaya yatırdığı ve yeni bir esir takası için hazırlıklara başlandığı bildirilirken, uluslararası basın kuruluşları görüşmelerden önemli bir ilerleme beklemediklerini aktardı.
Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, tarafların çatışmanın çözümüne ilişkin belgeleri teati ettiğini ve yeni bir esir serbest bırakma sürecinin hazırlıklarına başladıklarını belirtti.
Ukrayna Savunma Bakanı Umerov ise müzakerecilerin tüm ağır hasta esirler ile 25 yaş altındaki kişilerin takası konusunda anlaşmaya vardığını açıkladı.
Rus heyetine başkanlık eden Medinskiy, Rusya’nın gelecek hafta tek taraflı olarak Ukrayna’ya hayatını kaybeden 6 bin askerin naaşını teslim edeceğini söyledi. Ayrıca Medinskiy, Moskova’nın Kiev’den çatışma nedeniyle zor durumda kalan 339 çocuğun isim listesini aldığını da sözlerine ekledi.
Reuters: Atılım beklentisi düşük
İngiliz haber ajansı Reuters, “Pazartesi günü bir atılım beklentisi düşüktü. Ukrayna, Rusya’nın bugüne kadarki yaklaşımını kendisini teslim olmaya zorlama girişimi olarak görüyor ki Kiev bunu asla yapmayacaktır. Diğer yandan, Mayıs ayında son altı ayın en hızlı ilerlemesini kaydeden Moskova ise Kiev’in Rusya’nın şartlarıyla barışı kabul etmesi gerektiğini, aksi takdirde daha fazla toprak kaybıyla yüzleşeceğini belirtiyor,” ifadelerini kullandı.
Associated Press: Taraflar kilit konularda uzak
Amerikan haber ajansı Associated Press (AP), “ABD’nin her iki tarafı ateşkese teşvik etme çabaları henüz başarıya ulaşmadı. Ukrayna bu adımı kabul etti ancak Kremlin fiilen reddetti. Her iki ülkeden üst düzey yetkililerin son yorumları, askeri faaliyetlerin durdurulmasına yönelik kilit şartlar konusunda hâlâ anlaşmadan uzak olduklarını gösteriyor,” değerlendirmesinde bulundu.
Bloomberg: Barış umudu uzak görünüyor
Bloomberg haber kuruluşu ise “Bu görüşme, çatışmanın başlangıcından bu yana savaşan iki taraf arasında kamuoyuna açık ikinci görüşme oldu ve Mayıs ayındaki ilk tur müzakerelerin ardından geldi. ABD Başkanı Donald Trump’ın aylardır süren ve ilerleme kaydedilememesi nedeniyle giderek hayal kırıklığına uğradığı çabalarına rağmen barış olasılığı uzak görünüyor. Moskova, ABD’nin 30 günlük ateşkes önerisine hâlâ direniyor,” diye yazdı.
The New York Times: Müzakereler tıkanırken sahada saldırılar artıyor
ABD’nin önde gelen gazetelerinden The New York Times, “Moskova ve Kiev, her iki ülke liderlerini kâh ikna etmeye çalışan kâh eleştiren Başkan Trump’ın baskısı altında müzakere ediyor. Ancak Rusya ve Ukrayna sert bir duruş sergiliyor ve hiçbir tarafın diğer taraf için kabul edilebilir şartlar sunması beklenmiyor. Müzakereler çıkmaza girerken, savaş alanında saldırılar yoğunlaşıyor,” yorumunu yaptı.
CNN: Belirsizlik sürüyor
Amerikan haber kanalı CNN, “Geçen ay Türkiye’de yapılan ve düşman ülkeler arasında 2022’den bu yana ilk olan birinci tur görüşmelerin ardından her iki taraf da tam bir ateşkes ve potansiyel olarak uzun vadeli bir barış için şartlarını teati etmeyi kabul etmişti. Ukrayna’nın pazar günkü hava saldırısının bu yolu kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı ya da daha da çetrefilli hâle getirip getirmeyeceği henüz belirsiz,” ifadelerine yer verdi.
Financial Times: İlerleme belirtisi yok, Trump hayal kırıklığı yaşıyor
İngiliz Financial Times gazetesi ise, “Heyetler el sıkışmadı ve potansiyel bir anlaşmaya varılması yönünde herhangi bir ilerleme belirtisi göstermedi. Rusya’nın uzlaşmaz tutumu, göreve geldiği ilk gün çatışmayı çözebileceğiyle övünen ve Putin ile yakın ilişkilerinin bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olacağına inanan ABD Başkanı Donald Trump’ı hayal kırıklığına uğrattı,” değerlendirmesini okuyucularıyla paylaştı.
-
Dünya Basını2 hafta önce
Çin’de üretilen güneş panelleri ve bataryalar neden bu kadar ucuz?
-
Diplomasi2 hafta önce
Lavrov’un ziyareti ve Ermenistan’da son durum: Denge mi, savrulma mı?
-
Görüş2 hafta önce
Rusya ile müzakerelerde aklıselimin galip gelme ihtimali
-
Söyleşi2 hafta önce
Eski AP Türkiye Raportörü Kati Piri Harici’ye konuştu: AB’nin tutarlı bir Türkiye stratejisi yok
-
Görüş2 hafta önce
Trump’ın Rusya-Ukrayna barışını teşvik girişimi stratejik açmaza dönüştü
-
Dünya Basını2 hafta önce
Tantura katliamı: İsrail’in örtbas ettiği savaş suçu
-
Avrupa6 gün önce
Max Otte: Alman ekonomisinde bir gerileme değil, çöküş yaşanıyor
-
Görüş2 hafta önce
Silahlar sustu, şimdi artılar eksiler hanesine bakma zamanı – 1