Bizi Takip Edin

Diplomasi

Varşova Güvenlik Forumu: NATO’ya “savunma bütçeleri yükseltilsin” çağrısı

Yayınlanma

Varşova’da savunma ve silahlanma politikaları üzerine düzenlenen uluslararası forum, Avrupa’nın gelecekteki güvenlik stratejilerine odaklandı.

Bu yıl 11. kez düzenlenen Varşova Güvenlik Forumu’na (WSF) katılanların edindiği temel izlenim, güvenliğin karmaşık diplomasi ve uluslararası siyaset yerine, daha çok silahlanmayla ilişkilendirildiği yönünde.

NATO ülkeleri ve Ukrayna’dan yaklaşık 20 bakanlık delegasyonunun, ordu temsilcilerinin, iş dünyasından isimlerin ve düşünce kuruluşlarının katıldığı bu etkinlik, Avrupa’daki NATO ülkelerinin daha fazla silahlanma için yürüttüğü iki günlük bir kampanyaya dönüştü.

Polonyalı Casimir Pulaski Vakfı tarafından 1-2 Ekim tarihlerinde düzenlenen ve Münih Güvenlik Konferansı’na benzer bir yaklaşımı benimseyen forum, kendisini siyaset, ordu ve savunma sanayii arasında bir köprü olarak konumlandırıyor. Polonya, yeniden silahlanma politikaları için bu platformda güçlü bir yer edinmiş durumda; zira NATO ülkeleri arasında bu yıl ve önümüzdeki yıl gayri safi yurt içi hasılaya (GSYİH) oranla savunmaya en fazla harcama yapan ülke Polonya olacak.

Ukrayna’daki savaşın kontrol altına alınması mümkün görünmüyor

Berliner Zeitung gazetesinin aktardığına göre Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, forumda yaptığı konuşmada, diğer NATO ülkelerini de savunma ve silahlanma bütçelerini önemli ölçüde artırmaya çağırdı.

Cumhurbaşkanı, “Barış zamanında GSYİH’nin yüzde 2’sini savunmaya ayırmak iyi bir hedefti. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz gerçek savaş tehditleri ve buna bağlı olarak silahlı kuvvetlerin yeniden inşası ve çoğu durumda kapasitelerinin yenilenmesi ihtiyacı göz önünde bulundurulduğunda, bu hedef yetersiz kalıyor. (…) Bu nedenle NATO ülkelerine, GSYİH’lerinin en az yüzde 3’ünü savunmaya ayırmaları çağrısında bulunuyorum. Durum, bunu bizden talep ediyor,” dedi.

Duda, bu çağrısını desteklemek için, Soğuk Savaş sırasında Batılı ülkelerin savunma harcamalarını GSYİH’nin yüzde 3’üne çıkartarak Sovyetler Birliği’ni “iktisadi çöküşe” sürüklediğini hatırlattı.

Fakat bugünkü koşullarda Avrupa’da yalnızca yeni bir Soğuk Savaş’tan değil, Ukrayna’da devam eden ve giderek şiddetlenen bir çatışmadan söz ediliyor. Buna rağmen forum katılımcıları, bu savaşı kontrol altına alma yollarını aramaktan çok, çatışmanın devamına dair stratejiler üzerinde durdu.

Forumun genel havasını özetleyen Cumhurbaşkanı Duda, şu sözleriyle dikkat çekti: “Çatışmalar ne kadar yoğun olursa olsun, Ukrayna’nın direnmesinden başka bir seçenek yok. Rusların acımasızlığı karşısında, Ukrayna’nın ve komşularımızın başka bir şansı kalmamıştır.”

Etkili ortaklar

Varşova Güvenlik Forumu, on yılı aşkın bir süredir Polonyalı düşünce kuruluşu Casimir Pulaski Vakfı tarafından düzenleniyor. Vakıf, NATO, Konrad Adenauer Vakfı, Friedrich Ebert Vakfı, Polonya-Amerikan Özgürlük Evi gibi uluslararası kurumsal aktörlerle, siyaset, iş dünyası ve savunma sanayii alanında yakın iş birliği yapıyor.

Forumun en önemli stratejik ortakları arasında Polonya Ulusal Güvenlik Ofisi (BBN), Polonya Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yer alıyor. Bu kurumlar, forumun himayesinde aktif rol oynuyor.

Dikkat çekici bir unsur da forumun 15 “endüstriyel ortağının” çoğunluğunu yabancı savunma şirketlerinin oluşturması. Özellikle ABD’li savunma devleri Lockheed Martin ve Northrop Grumman gibi şirketler öne çıkıyor. Buna karşın, kimya sektöründen sadece bir Polonyalı şirket forumda yer alıyor.

ABD, forumda “endüstriyel sunumlar” adı altında savunma ürünlerini tanıtırken, siyaset, ordu ve savunma sanayisinden üst düzey temsilcilerle adeta her yerdeydi.

Örneğin, “Avrupa-Amerikan Güvenlik İlişkilerinin Geleceği” başlıklı panelde, Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’nın vizyonuna uygun olarak, AB ülkelerinin Ukrayna’ya yönelik taahhütlerinin artırılması talebi gündeme getirildi.

ABD Temsilciler Meclisi’nin Demokrat üyesi Jason Crow, ABD’nin istihbarat bilgilerinin Avrupalı müttefiklerle paylaşımındaki engelleri açıkça dile getirdi:

“5G gibi Çin telekomünikasyon altyapısının ülkelerinize girmesine izin veremezsiniz ve aynı zamanda ABD’den yüksek düzeyde istihbarat paylaşımı bekleyemezsiniz. Oysa bizim ihtiyacımız tam da budur.”

Crow, ayrıca Çin’in Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşındaki rolünün küçümsenmemesi gerektiğini belirtti.

Crow, ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı yardımın, ABD’nin 2024 savunma bütçesi olan 883 milyar dolarlık düzenli harcama göz önüne alındığında nispeten küçük bir miktar olduğunu vurguladı:

“Bu bizim açımızdan hayırseverlik değil. (…) Avrupa’daki çıkarlarımızı koruyoruz; burada konuşlanmış 80 binden fazla ABD askerini, burada yaşayan yüz binlerce ABD vatandaşını savunuyor ve Rus savaş makinesini yok ediyoruz. Tüm bunları savunma ittifakımızın sadece yüzde üçüyle yapıyoruz – bu Amerikalılar için oldukça avantajlı bir anlaşma.”

Almanya-Polonya-Fransa üçgeni

Varşova Güvenlik Forumu’nun organizatörleri, AB’nin taahhütlerini daha etkili bir hale getirmek amacıyla, bu yılki raporlarını “Weimar Üçgeni” olarak bilinen Almanya-Fransa-Polonya iş birliği formatına adadı.

Polonya’nın eski Berlin Büyükelçisi ve şu anda Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Thomas Bagger, Ekim 2023’teki WSF’de, Weimar Üçgeni’nin yeniden güçlendirilmesi gerektiğini savundu.

Bagger, “Bir Alman olarak söylüyorum ki: Weimar Üçgeni’nin en iyi günleri henüz gelmedi,” ifadelerini kullandı.

Weimar Üçgeni, özellikle 1990’larda bazı önemli gelişmeler kaydetmişti ancak Polonya’da Hukuk ve Adalet Partisi (PiS)’nin 2023 yılına kadar iktidarda kalmasıyla bu iş birliği büyük ölçüde sekteye uğramıştı.

Fakat Aralık 2023’te AB yanlısı Tusk hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte bu format yeniden önem kazandı. WSF raporu, “Weimar Üçgeni ile AB Gündemini İleriye Taşımak” başlığı altında, öncelikle savunma politikalarına odaklanıyor.

Rapor, Almanya, Fransa ve Polonya’nın Avrupa savunma projelerinde daha fazla iş birliği yapmaları gerektiğini savunuyor. Bu bağlamda, üç ülkenin savunma projelerini finanse etmek için Uluslararası Weimar Üçgeni Fonu (IMF) gibi bir yapının kurulması öneriliyor.

İlk bakışta, Weimar Üçgeni savunma politikaları açısından anlamlı bir iş birliği formatı olarak değerlendirilebilir.

Bu üç ülke, sadece AB nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını temsil etmekle kalmıyor, aynı zamanda AB ülkelerinin savunma harcamalarının yüzde 50’sinden fazlasını gerçekleştiriyor.

Ayrıca, bu ülkeler, diğer küçük AB ülkelerinin bazı pozisyonlarını da temsil ediyorlar. Örneğin, Polonya, aynı zamanda Baltık ülkeleri adına da konuşuyor.

Ancak Weimar Üçgeni’nin savunma alanında büyük bir geleceği olup olmadığı belirsizliğini koruyor. Örneğin, ABD’ye geleneksel olarak daha mesafeli duran Paris’in pozisyonları, Washington ile çok yakın ilişkiler geliştiren Varşova’dan oldukça farklı. Üç ülkenin savunma sanayileri de birbirinden ciddi şekilde ayrışıyor.

Almanya ve Fransa’nın birçok ortak savunma projesi bulunurken, Polonya daha çok ABD ve Güney Kore ile yaptığı uzun vadeli iş birliklerine bağlı. Bu iki ülkenin savunma ürünleri, Polonya için daha hızlı ve etkili tedarik imkânı sağlıyor.

Doğu Avrupalıların pahalı korkuları

Bu yıl Varşova’da düzenlenen güvenlik forumunda öne çıkan bir diğer önemli nokta, Doğu Avrupa ülkelerinin Ukrayna’daki savaşı uzun vadeli bir tehdit olarak algılamaları oldu. Rusya’nın Baltık ülkelerine saldırması senaryosu —NATO’nun 5. Maddesine rağmen— bu ülkeler için gerçekçi bir tehdit olarak değerlendiriliyor.

Örneğin Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin artan savunma harcamalarını karşılamak için yakında yeni “güvenlik vergileri” getireceklerini açıkladı. 2024 yılında Estonya, GSYİH’sinin yüzde 3,4’ünü savunmaya ayıracak ve bu kapsamda katma değer vergisi, gelir vergisi ve kurumlar vergisine iki puanlık artış yapılacak.

Pevkur, bu önlemlerin halk için büyük bir mali yük olacağını belirterek, panel moderatörü ve Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Christoph Heusgen’e dönerek şöyle dedi: “Bunu Almanya’da yaptığınızı düşünün — Alman toplumunda hafif bir çalkantıya yol açabilir.”

Heusgen ise esprili bir yanıt verdi: “Türbülans olmaz, bu siyasi intihar olur.”

Bir güvenlik forumundan savaşın nasıl sona erdirileceğine dair çözümler sunması beklenirdi; sonuçta, Ukrayna için en büyük güvenlik, silahların sustuğu bir ortamda sağlanabilir. Ancak tartışmalar bu yönde ilerlemedi. Bunun yerine, “Kaybedecek Zaman Yok” başlığı altında, odak noktası Avrupa’nın konvansiyonel bir savaşa nasıl hazırlanabileceği üzerineydi.

AB ve ABD’nin savunma konusundaki farklı yaklaşımları

Her ne kadar birlik mesajları verilse de AB ve ABD’nin bu hazırlığın nasıl olması gerektiği konusunda farklı görüşlere sahip olduğu gerçeğine yalnızca yüzeysel olarak değinildi.

“Daha Büyük, Daha Güçlü: Avrupa Orduları Nasıl Güçlendirilmeli” başlıklı panelde, Avrupa’nın stratejik özerkliği konusu gündeme geldi. 2019-2021 yılları arasında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yapan ve şu anda savunma şirketi Boeing’in Küresel Politika’dan Sorumlu Başkan Yardımcısı olan Stephen E. Biegun, Avrupa’da bu konuda farklı sesler olduğunu belirtti.

Şöyle dedi: “Avrupa’da, savaş kabiliyeti açısından stratejik özerklikten bahseden birçok farklı ses var. Ancak eğer bu stratejik özerklik, savunma ürünlerinin yalnızca Avrupa ülkelerinden gelmesi gerektiği anlamına gelirse, bu elbette Amerikan savunma şirketleri tarafından çok olumsuz karşılanacaktır.”

Bu çıkar çatışması, Polonya’da da kendini gösteriyor. Varşova, şu anda 32 adet çok rollü savaş uçağı satın almak üzere ve üç büyük teklif sahibi yarışıyor: ABD’li Boeing’in F-15EX Eagle II, Lockheed Martin’in F-35A Lightning II ve Airbus, BAE ve Leonardo ortaklığının Eurofighter Typhoon modeli.

Leonardo’nun Polonya şefi Marco Lupo, forumda yaptığı “endüstriyel sunumda” Polonya’nın sadece bir müşteri değil, aynı zamanda Eurofighter Typhoon’un yeni neslinin üretiminde bir ortak olacağını vurguladı.

Lupo, sözleşme bedelinin yaklaşık yüzde 40 ila 50’sinin Polonya ekonomisine fayda sağlayacağını belirterek, “Biz hileli hesaplar yapmıyoruz, bu gerçek bir değer olacak,” diye konuştu. Ondan önce ise bir Lockheed Martin temsilcisi, F-35 jetini tanıtmıştı.

Diplomasi

New York Post: Trump’ın İran’a misilleme yapma niyeti yok

Yayınlanma

New York Post’a konuşan Amerikalı bir askeri yetkili, İran’ın Katar’daki bir ABD üssüne yönelik misilleme saldırısının ardından Başkan Trump’ın daha fazla eylemde bulunma niyetinde olmadığını açıkladı. Yetkilinin iddiasına göre, Tahran’ın fırlattığı 10 füzeden 9’u imha edilirken, saldırının Katar’ın ‘itibarını kurtarmak’ için koordineli olduğu düşünülüyor.

İsmi belirtilmeyen Amerikalı bir askeri yetkili, İran’ın geçtiğimiz saatlerde Katar’daki bir ABD üssüne yönelik “başarısız misilleme” saldırısının ardından Başkan Donald Trump’ın İran’a karşı daha fazla eylemde bulunmayı planlamadığını açıkladı.

New York Post‘a konuşan askeri kaynak, “Mevcut durum devam ettiği sürece, Trump’ın ‘başarısız misilleme’ için karşılık verme niyeti yok,” ifadelerini kullandı.

Yetkilinin aktardığına göre Tahran, el-Udeyd Hava Üssü’ne toplam 10 füze fırlattı ve bu füzelerden 9’u başarıyla imha edildi.

Geriye kalan tek mühimmatın ise “açık bir alana” isabet ettiği ve herhangi bir can kaybına yol açmadığı belirtildi.

Beyaz Saray tarafından X platformu üzerinden yayımlanan bir fotoğrafta, Başkan Donald Trump’ın 21 Haziran 2025’te Beyaz Saray’daki Durum Odası’nda olduğu görülüyor.

Aynı kaynak, gazeteye yaptığı değerlendirmede füze saldırılarının koordineli bir şekilde gerçekleşmiş gibi göründüğünü ve Katar’ın “itibarını kurtarmak” amacıyla kendisinin hedef alınmasına izin verdiğini öne sürdü.

Trump: İran’ın yanıtı oldukça zayıftı

Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump, İran’ın nükleer tesislerinin yerle bir edilmesine yönelik resmi yanıtının “oldukça zayıf” olduğunu ve buna “son derece etkili” bir şekilde karşılık verdiklerini açıkladı.

Kendi sosyal medya platformu Truth Social’dan paylaşımda bulunan Trump, İran’ın saldırı öncesinde kendilerine erken bilgi verdiğini belirterek bu jest sayesinde herhangi bir can kaybı ya da yaralanma yaşanmadığını ifade etti.

Trump, yaptığı açıklamada, İran tarafından toplam 14 füze ateşlendiğini, bunlardan 13’ünün düşürüldüğünü, birinin ise tehdit oluşturmayan bir yöne gittiği için “serbest bırakıldığını” belirtti.

Saldırıda hiçbir Amerikalının zarar görmediğini ve neredeyse hiç maddi hasar meydana gelmediğini memnuniyetle bildirdiğini söyledi.

‘Umarım nefret sona erer’

İran’ın bu hamleyle “içini boşalttığını” ifade eden Trump, “Umarız bundan sonra artık nefret sona erer,” dedi. Trump, İran’a saldırıdan önce kendilerine bilgi verdiği için teşekkür ettiğini de sözlerine ekledi. Bu erken bilgilendirmenin can kaybı ve yaralanmaların önüne geçtiğini vurguladı.

Açıklamasının devamında bölgedeki barış ihtimaline de değinen Trump, “Belki artık İran, bölgedeki barış ve uyum yönünde ilerleyebilir,” ifadelerini kullandı. Trump, aynı zamanda İsrail’i de benzer bir adım atması için “güçlü şekilde teşvik edeceğini” belirtti.

Okumaya Devam Et

Diplomasi

Çin, Rusya ve Pakistan İran’a yönelik saldırılara karşı BMGK’ye ortak karar tasarısı sundu

Yayınlanma

Çin, pazar günü ABD ve İsrail’i sert bir şekilde eleştirerek, İran ile çatışmayı yatıştırmaları, sivil güvenliğini öncelikli hale getirmeleri ve uluslararası hukuka uymaları çağrısında bulundu. Bu arada, Çin, Rusya ve Pakistan İran’a yönelik saldırılara karşı BMGK’ye ortak karar tasarısı sundu.

Çin’in Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi Fu Cong, 10 gün içinde üçüncü kez toplanan BM Güvenlik Konseyi (BMGK) acil toplantısında, Washington’un İran’ın egemenliğini ihlal ettiğini, “Orta Doğu’daki gerilimi tırmandırdığını ve uluslararası nükleer silahların yayılmasını önleme rejimine ağır bir darbe vurduğunu” söyledi.

Fu, “Uluslararası toplum adaleti savunmalı ve durumu yatıştırmak, barış ve istikrarı yeniden tesis etmek için somut çabalar göstermelidir” diye ekledi.

Veto hakkına sahip beş daimi üye ve 10 geçici üye, genel hatlarıyla çatışmanın sona erdirilmesinin önemine değinirken, açıklamaları hızla jeopolitik çizgilerle bölündü. Çin ve Rusya İran’ı savunurken, ABD ve müttefikleri İsrail’i savundu ve her iki taraf da birbirini kınadı.

Pekin’in, B-2 uçaklarından GBU-57 Massive Ordnance Penetrator bombaları kullanılarak İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan tesislerini hedef alan karmaşık bir operasyon olan ABD saldırısını eleştirisi büyük ölçüde diplomatik şekilde ifade edilirken, Moskova daha sert ifadeler kullandı: “Rusya, ABD’nin sorumsuz, tehlikeli ve kışkırtıcı eylemlerini en kesin şekilde kınamaktadır. Washington, bir kez daha uluslararası topluma olan tam saygısızlığını göstermiştir.”

Çin, Rusya ve Pakistan da pazar günü, acil ve koşulsuz ateşkes çağrısı yapan ortak bir karar tasarısı sunacaklarını, taslak metni dağıttıklarını ve BM üyelerinden pazartesi akşamı kadar geri bildirim istediklerini açıkladılar.

Taslağın kabul edilmesi için en az dokuz olumlu oy ve ABD, Fransa, İngiltere, Rusya veya Çin’den oluşan P5 üyelerinden hiçbirinin veto etmemesi gerekiyor.

Arab News’e göre, karar, “İran İslam Cumhuriyeti’nin nükleer programının tamamen barışçıl niteliğini garanti altına almak karşılığında tüm çok taraflı ve tek taraflı yaptırımların tamamen kaldırılmasını” öngören bir anlaşma çağrısında bulunuyor.

Fu, ateşkes ve sivillerin korunmasının yanı sıra, pazar günü açıkladığı dört maddelik planda, diyalog taahhüdü ve Güvenlik Konseyi’nin daha güçlü adımlar atması çağrısında bulundu ve Çin-Rusya-Pakistan kararını küresel konsensüs için ideal bir araç olarak gösterdi.

Çin’in dış politika alanında 38 yıllık deneyime sahip deneyimli diplomat Fu, “Büyük bir kriz karşısında seyirci kalamaz” dedi. “Çin, sinerjiyi teşvik etmek, adaleti korumak ve Orta Doğu’da barış ve istikrarı yeniden tesis etmek için uluslararası toplumla işbirliği yapmaya hazırdır” diye ekledi.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, perşembe günü İsrail’in İran’a yönelik saldırıları hakkında konuştu ve her ikisi de saldırıları kınadı. Çin Dışişleri Bakanlığı, İran’dan yaklaşık 1.800 Çin vatandaşının ve İsrail’den birkaç yüz kişinin tahliyesini koordine ettiğini açıkladı.

Pazar günü Washington, saldırısını varoluşsal ve gerekli olarak gerekçelendirdi.

ABD Büyükelçisi Shea, “40 yıldır İran hükümeti Amerika’ya ve İsrail’e ölüm çağrısında bulunarak komşularının, ABD’nin ve tüm dünyanın barış ve güvenliğine sürekli bir tehdit oluşturmuştur” dedi.

“ABD’nin müttefiklerini, kendi vatandaşlarını ve çıkarlarını savunmak için kararlı bir şekilde harekete geçme zamanı nihayet geldi” diye ekledi.

Son haftalarda, başlangıçta temkinli davranan Trump’ın desteğini kazanarak saldırıyı gerçekleştiren İsrail, ABD başkanını övgüyle bahsetti.

İsrail’in BM Büyükelçisi Danny Danon gazetecilere, “Diğerleri harekete geçmezken harekete geçen ABD ve Başkan Trump’a teşekkür ederiz. Diğerleri başka yere bakarken kararlı durduğunuz için teşekkür ederiz. Dostlarımızla ve ahlakla özgür dünyayı koruduğunuz için teşekkür ederiz” dedi ve ekledi: “Dün gece ABD inanılmaz bir cesaret ve ahlakla hareket etti. Şimdi dünyanın geri kalanı minnettarlığını göstermeli.”

Okumaya Devam Et

Diplomasi

AB’nin Gazze incelemesi İsrail’i kızdırdı

Yayınlanma

AB’nin İsrail ile olan ticaret anlaşmasını içten incelediği bir raporda, Gazze işgalinde anlaşmada yer alan insan hakları taahhütlerinin “ihlal edildiğine dair işaretler” tespit edildi.

Medyaya sızdırılan bir iç belgede, “Yukarıda bahsedilen bağımsız uluslararası kurumların değerlendirmelerine göre, İsrail’in AB-İsrail Ortaklık Antlaşmasının 2. maddesinde yer alan insan hakları yükümlülüklerini ihlal ettiğine dair işaretler bulunmaktadır,” deniyor.

Fakat sızdırılan AB belgesi çeşitli uyarılarla dolu. Bu belge, konuyla ilgili son söz olarak değil, AB-İsrail ilişkilerinin “devam eden gözden geçirilmesine katkıda bulunmak” amacıyla hazırlanan bir ‘not’ olarak sunuluyor.

Belge, AB Dışişleri Bakanı Kaja Kallas veya AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından “herhangi bir değer yargısı” içermiyordu.

Rapor, Hamas’ın “şiddet eylemlerini dışarıda tuttuğu” için özür diledi fakat bunun kendi kapsamı dışında olduğunu belirtti.

Rapora göre, İsrail’in gıda ablukası nedeniyle Gazze’de “yarım milyon insan (beş kişiden biri)” “açlıkla karşı karşıya” idi. Raporda, “İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka ve kuşatma, toplu cezalandırma niteliğinde… ve aynı zamanda savaş yöntemi olarak açlık kullanımı anlamına da gelebilir,” ifadesi yer aldı.

AB raporunda, İsrail’in “soykırım sözleşmesi kapsamındaki eylemlerin işlenmesini önlemek” amacıyla alınan “Uluslararası Adalet Divanı’nın geçici kararını ihlal ettiği” belirtildi. Raporda ‘soykırım’ kelimesi ilk ve tek kez kullanıldı.

Metinde, “sivil halkın barındığı yerlere hava bombaları da dahil olmak üzere ağır silahlarla yapılan [İsrail’in] ayrım gözetmeyen saldırılar”dan bahsedildi.

AB’nin diplomatik servisi olan Avrupa Dış Eylem Servisi tarafından yürütülen inceleme, bloğun üye devletlerinin çoğunluğunun geçen ay Gazze için resmi bir soruşturma açılması talebinin ardından gerçekleştirildi.

İspanya ve İrlanda söz konusu girişimini geçen yıl başlatmış olsa da, Avrupalılar ancak son gündemlerde İsrail’in Gazze’deki savaşı konusunda sert tavırlarını sertleştirdiler fakat insani yardımın nasıl sağlanacağı konusunda derin görüş ayrılıkları devam ediyor.

İncelemenin bulguları, kamuya açık kaynaklara ve üçüncü tarafların açıklamalarına dayanan ve İsrail’in bu yükümlülüklerini ihlal ettiğini tespit eden 2024 tarihli bir önceki iç değerlendirme ile aynı metodolojiyi izliyor.

Öte yandan resmi inceleme talebi, bulguların ne gibi sonuçlar doğuracağı konusunda oybirliği olacağı anlamına gelmiyor.

AB dışişleri bakanları ve hafta sonlarında AB liderleri, hukuki incelemenin sonuçlarını ve artan sayıda seçenek, İsrail’in Gazze Şeridine yönelik bombardımanını durdurmayı tartışacak.

İrlanda gibi en sert İsrail muhalifleri bile ilişkilerin tamamen askıya alınmasından yana değil ve incelemeyi, ülkenin sahadaki tutumunu değiştirmeye yardımcı olabilecek bir siyasi araç olarak görüyor.

Anlaşma veya İsrail ile siyasi ilişkilerin tamamen askıya alınması için AB’nin 27 ülkesinin oybirliği gerekirken, ticaret ve enerji gibi unsurların kısmen askıya alınması için nitelikli çoğunluk yeterli.

AB-İsrail ticaret ilişkilerinin tamamen askıya alınması olası görünmese de, bir dizi AB diplomatı, üye ülkelerin çoğunluğunun bloğun en üst düzey diplomatı Kaja Kallas’ı temmuz ortasına kadar politika seçenekleri geliştirmekle görevlendireceğini tahmin ediyor.

Raporun sızmasının ardından Binyamin Netanyahu hükümeti AB’yi sert bir şekilde kınadı.

POLITICO’nun gördüğü ve İsrail hükümeti tarafından AB’ye sunulan özel bir belgede, Brüksel’in Tel Aviv ile ortaklık anlaşmasını yeniden gözden geçirme kararı “korkunç ve ahlaksız” olarak nitelendirildi.

Rapor, AB yetkililerini önyargılı kanıtlara dayanmakla ve İsrail’e adil bir yanıt verme şansı vermemekle suçladı.

İsrail 18 Haziran tarihli notasında, “Bu acı gerçekliğin ortasında, Avrupa Birliği İsrail ile ilişkilerini ‘gözden geçirme’yi düşünüyor. Bu bir politika değişikliği değil, ahlaki bir çarpıtmadır. Böyle bir girişim sadece haksız değil, aynı zamanda çirkin ve ahlaksızdır. Bu girişim, vatandaşlarını savunan bir demokrasi ile İsrailli sivilleri hedef alan ve kendi vatandaşlarını insan kalkanı olarak kullanan soykırımcı ülkeler ve örgütler arasında ayrım yapamamanın açık bir başarısızlığını yansıtmaktadır. Bu girişim, İsrail’e, bölgesel istikrara ve nihayetinde Avrupa’nın kendisine yönelik gerçek tehdide karşı körlüğü göstermektedir,” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English